Sen Başkasın 18.Bölüm
18.BÖLÜM
İyi okumalar!
~~~
“Onun sesiydi,” diye sayıkladı Esila. Endişesi
bedeninin titremesine neden olacak kadar yoğundu.
Ateş’in çalan telefonu ve arayan kişinin
beklenmedik oluşunun ardından ani bir şekilde salondan çıkmışlardı. Bunun
nedeni başlı başına Umay’dı. Umay’ın adı geçecek kişileri hatırlamasına da,
anne ve babasının yükselen stresini hissetmesine de ihtiyaç yoktu.
Esila dışarı çıkmadan önce Duygu’ya bakınmış,
arkadaşının onun konuşmasına gerek olmadan kendisini anlaması ile biraz olsun
rahatlamıştı. Böylece Umay ve Kuzey salonda kalırlarken yanlarında olan tek
isim de Duygu olmuştu.
Duygu, Umay’ı herkesin tuvalete gidiyor
olduğuna garip bir şekilde ikna edebilmiş ve küçük kızın yerinden kalkmamasını
sağlayabilmişti. Bunda Kuzey ile yarıda kalan bir oyun üzerinde olmaları da
etkiliydi tabii.
Salona ses gitmeyecek en yakın alana, mutfağa
geçtiklerinde ise Ateş biraz daha açılmazsa kapanacağını düşündüğü aramayı
sonunda yanıtlamıştı. Bir gözü Esila’nın üzerindeydi. Onun tepkilerini -aslında
korkusunu- pürdikkat izliyordu.
Telefon açıldığında karşı taraftan hiçbir ses
gelmemişti. Ateş’e ve mutfağa doluşmuş olan diğer üç adama göre böyleydi en
azından. Telefon açılmıştı. Ateş telefonu açtığını belli etmek için ‘alo’ da
demişti hatta ama hattın karşısından hiçbir ses gelmemişti.
Arama bu sessizliğin kısaca sürmesinin
ardından sonlandığında Ateş elinde telefon ile öfke ve şaşkınlık karması bir
halde kalakalmıştı.
Esila mutfaktaki kimse bir şey söyleyemeden
önce yaslandığı tezgâhtan güç alıp konuşmuştu o anda. “Onun sesiydi.”
Karşısında yarım bir çember halinde durmakta
olan dört adamın da bakışları üstüne çevrilmişti ama Esila’nın bakışları tek
birine odaklıydı.
Ateş, kendisine titreyen göz bebekleri ile
bakan kadının halini bir adım dahi olsa uzaktan izlemeye dayanamadığında
aralarındaki mesafeyi hızla kapattı ve Esila’nın sırtına avucunu yaslayarak
kadını kendisine doğru çekti.
“Ne sesi bebeğim?”
Esila yanağının Ateş’in omuzuna doğru yaslı
hale gelmesine itiraz etmeden onun boynuna doğru sokuldu. “Kerem’in sesi,” diye
mırıldandı. “Duymadınız mı?”
Telefondan hiçbir sesin gelmediğinden emin
olan dörtlünün bakışları birbirleri ile kesişti. “Duymadık,” dedi Sinan
tereddütle. “Telefonda kimse bir şey söylemedi ki.”
Esila ağır hareketlerle Ateş’in omuzundan
biraz uzaklaştı. “Konuşmadı, biliyorum. Nefes sesiydi. Düzgün nefes alamıyor,
hırıltılı boğuk bir ses vardı. Oydu, yemin ederim oydu.”
Ateş, başının arkasına götürdüğü eliyle
kadının saç diplerini okşadı usulca. “Öyle diyorsan, öyleydi. Sana
inanmayacakmışız gibi çırpınmana gerek yok.”
Ateş bunları söylerken Esila’yı rahatlatma
amacı gütmüyordu. Söyledikleri direkt olarak düşünceleriydi. Esila’nın bir
başkasının nefes sesini ezberlemiş olacak kadar o kişiye maruz kalması gerçeği
yanı başında göğsünü ağrıtmaktayken Esila’nın söylemine çoktan inanmıştı.
“Bu aramanın amacı neydi peki?” diye sordu
Erdem kaşlarını çatmışken. “Bir arada olmaları şaşırtıcı değil, bu kısmı
anladık zaten ama neden Ateş’i arayıp sessizce beklesinler?”
Doğan konuşacağını belli eder gibi kısaca öksürdü.
Herkesin bakışları üzerine toplandığında da dudaklarını aralamıştı beklemeden.
“Esila’nın sesini duyma ihtimaline karşı bir
deneme olabilir belki, eğer Kerem de oradaysa… Manyak bir ruh hastasından
bahsediyoruz malum.”
Doğan’ın ortaya attığı ihtimal mantıklı olunca
mutfağı bu kez daha garip bir hava doldurdu. Ateş’in yükselen rahatsızlığı
boğucu bir baskıya dönüştüğünde Doğan, Sinan ve Erdem peş peşe sessizce
mutfaktan çıktılar. Aralarında sözsüz bir anlaşma oluşmuştu. Ateş ve Esila’nın
o an yalnız kalmaları gerektiğini düşünmüşlerdi.
“Ağzımı bile açamıyorum,” diye kendi kendine
söylendi Ateş kısıkça. “Ağzımı açtığımda ona değil kendime kızmaya başlayacağım
için bir korkak gibi ağzımı bile açamıyorum Esila.” Sitemi karşısındaki kadına
değildi fakat onun hissettiklerini her zaman olduğu gibi hızlıca benimsemişti
Esila.
“Elinde değildi,” dedi Esila. Parmaklarını
birbirine dolamış, stresle tırnaklarını ovuşturmaya başlamıştı.
Ateş dalgınca başını salladı olumsuz anlamda.
“Olmalıydı o zaman.”
Esila ne diyeceğini bilemeyerek sustuğunda Ateş
yorgunlukla nefeslenip başını biraz eğdi. Gözlerini Esila’dan kaçırmıştı
böylece.
Tam o noktada, birbirlerine neredeyse değecek
kadar yakın ama tek kelime edemeyecek kadar uzak halde çok daha uzun süre
durabilecekleri kesindi. İkisi de ne uzaklaşmaya ne de bir şey söylemeye
niyetlilerdi.
İçeriden gelen ani gürültü olmasaydı
hareketsiz kalmaya devam edeceklerdi fakat mutfağa kadar taşan sesler ikisini
de hareketlendirmişti. İçeride bolca yetişkin varken telaş yapmaları belki
yersizdi fakat kızlarının adının birden fazla kişice aynı anda seslenilince
Ateş ve Esila hızla mutfaktan dışarı çıktılar.
Salona doğru yöneldikleri sırada kapıya kadar
yürümelerine gerek bırakmayan bir manzara ile karşılaşmışlardı.
Umay burnunu çeke çeke koridora çıkmış,
salondan paytak adımları eşliğinde ayrılmıştı. Hafifçe sola döndüğü anda
karşısında anne ve babasını gördüğünde ise sadece iç çekme sesleriyle süren
ağlayışı saniyeler içinde sesli bir hal almıştı hemen.
Ateş’in öne doğru adımlaması ve Umay’ı
kucaklayıp göğsüne çekmesi de Umay’ın ağlayışının onları görünce yükselmesi
kadar kısa sürmüştü. “Kızım?” diye seslendi Ateş, Umay’ın saçlarına dudaklarını
bastırmıştı aynı anda da. “Ne oldu babacım?”
Ateş’in bakışları bir yandan da yardım istercesine
Esila’nın üzerindeydi. Umay’ın neyi olduğunu tek bakışta anlayabilmesini
diliyordu. Kızının neden ağlıyor olduğunu acilen öğrenmeliydi çünkü.
Esila da en az Ateş kadar afallamıştı.
Babasının kucağında ağlamaya devam eden Umay’ın sırtına elini yaslamış ve
yavaşça sırtını sıvazlamaya başlamıştı. Umay’ın sakinleşmesi için dört koldan
çabaladıkları sırada salonun girişinde yeniden bir hareketlilik yaşanınca hep
birlikte -babasının omuzuna gömülen Umay pek oralı değildi gerçi- kapıya
bakındılar.
“Umay?” diye seslenen salondan çıkan Doğan’dı.
“Prensesim niye kaçtın hemen? Halledecektik biz.”
Ateş durumu asla anlayamamasının verdiği
huzursuzlukla Doğan’ı süzdü. “Neyi halledeceksiniz?”
Umay babasının soruyu bir başkasına sormasını
bekliyormuş gibi bir anda kendisini geriye doğru çekmiş, Ateş’in bedenine
avuçlarını yaslayarak güç alırken babasını görebileceği şekilde durmuştu.
“Baba,” diye mızmızlandığında Ateş Doğan’ın üzerindeki bakışlarını hızla çekip
kızına döndü. “Efendim babacım.”
“Oyuncakın kolu yok.”
Ateş çok normal bir şey duymuş gibi bir an
dudaklarını araladı karşılık vermek için ama ikinci saniyede sessizce
kalakalmıştı. İçli içli ağlamasının nedeni bir yerinin acıması, kalbinin
kırılması ya da herhangi başka bir şey değildi; konu oyuncak mıydı?
“Hım?” diyebilmişti Esila da anlık yükselen
endişelerini bir anda geride bırakırken. “Ne oldu bebeğim?”
“Şinan oyuncakın kolunu kıydı.”
Ateş kızını sıkıca sardığı kolunu oynatmadan
diğer elini yüzüne götürüp burun kemerini sıkıştırdı. Göz ucuyla Doğan’a baktığında
onu gülmekle ağlamak arası bir ifade ile yakalamıştı.
“Sinan robota ben de bi’ bakayım deyip tutunca
robotun kolu çıktı. Takılıp çıkarılabiliyormuş aslında ama Umay’ı buna ikna
edemedik. Robotun sağlık durumuna ağlıyor.”
Esila duyduklarından sonra gülecek gibi olmuş
ve refleksle yüzünü yanında duran Ateş’in koluna doğru yaslamıştı. Ateş durumun
saçmalığına söylenmek üzereyken bu baskıyı hissedince söyleyecekleri ağzına
geri tıkılmış, hepsini bir bir yutmuştu.
Put kesilmiş halde Esila’nın koluna yüzünü
bastırdığı anın uzaması için hareketsiz beklerken Umay da yakınına gelen
annesinin saçlarına parmaklarını daldırmıştı hemen. Esila’nın sarı saçları
Umay’ın kısa parmaklarının arasında kalırken Ateş bu görüntünün fotoğrafını
zihninde en kalıcı köşeye asmıştı.
“İkna edemedin mi?” diye birden koridora
fırlayan Sinan’ın hedefindeki isim Doğan’dı. Umay’ı dakikalardır geri
getirememiş olan ikizini yargılar bir ses tonuna sahipti. Umay’ı babasının
kucağında gördüğünde ise ayakları geri gitmek ister gibi karıncalanmıştı. Zira
Ateş pek iyi bakmıyordu.
Sinan’ın sesiyle birlikte Esila yüzünü Ateş’in
kolundan çekmiş, Umay da sese doğru dönüp kıpırdanmıştı. Ateş, kızının
ağlamasına ve Esila’nın kendisine olan temasının kesilmesine neden olan Sinan’a
pek sevgi dolu bakıyor sayılmazdı dolayısıyla.
“Robot iyileşmiştir belki, birlikte tekrar
bakalım olur mu?”
Esila, Umay’ı ikna etmeyi denerken Umay iç
çekmişti derin derin. “Ama… Ama acımış oyası.”
Ateş dayanamayarak kızının ağlamaktan kızaran
yanaklarına peş peşe iki öpücük bıraktı. “Acımamıştır, bebeğim. Robotların canı
acımaz.”
Umay kabullenmiş gibi durmuyordu ancak itiraz
etmek için dudaklarını da aralamamıştı tekrar.
Esila bir süre önce mutfakta Duygu’ya
bilekliğini anlatan Umay’ın babasını ‘yalan söylemeyeceği’ konusunda
kendisinden emin bir şekilde savunduğunu hatırladığında gülümsedi. Mantıklı
bulmasa da babası söylediğinde doğru olabileceği konusunda şüphe duyup biraz
durulmuştu.
Ateş kucağındaki Umay ile birlikte öne doğru
adımladığında Sinan panikle sola doğru fırlayıp kenara çekilmiş, orada duran
Doğan’a bir nevi omuz atmıştı. Umay onların çarpışmasına ıslak gözlerine rağmen
kıkırdadığında Ateş’in Sinan’a atmak üzere olduğu bakışlar da yarıda
kesilmişti.
“Robotun kolu çıktı diye ağlamaktan gözünde
yaş bitti, ben düşerken gülüyor.”
Sinan hayretle söylenirken Ateş çoktan salona
girmiş, bu yakınmasını yalnızca Doğan ve Esila duymuşlardı.
Doğan ikizine göz devirirken Esila omuz silkip
konuştu. “Aramızda kalacaksa… Robota değil, robotun sahibine içi acıyor gibi
geldi bana. Kendi kuzusuna bir şey olsa mahvolurdu, Kuzey’i düşünüyor yani.”
Doğan başını eğip sessizce gülerken aklından
geçenlerin Esila ile benzer oluşundan ve bunu sesli olarak dile getirmesinden
memnundu. Sinan ise hem Esila’nın hızla Ateş’in peşinden gidip yanlarından
ayrılmamasına hem de onun arkasından bir şeyler söylemesine heveslenmişti.
Bu, bayağı eski bir rutindi. Esila ‘aramızda
kalacaksa’ diye başlayıp Ateş’in duyduğunda tadının kaçacağı şeyleri ikizlere
sızdırırdı. Şimdi bunun tekrarlanmış olması bir anlığına Sinan’ı aradan geçen
yılları unutmaya sürüklemişti.
Esila Sinan’ın keyiften uyuşmuş gibi
sırıttığını gördüğünde dudaklarını birbirine bastırdı. Çocuk gibi hevesle
bakmasını ve ufacık bir şey için ağzı yırtılacakmış gibi sırıtmasını da onlarla
ilgili diğer her şey gibi özlemişti.
Salona adımlamadan önce ikizlerle
olabildiğince az bakışmaya çalışmıştı. Zira her göz göze gelişinde onların
ifadelerindeki mahcupluk ile yüzleşmesi ve bunu umursamıyor görünerek önüne
dönmesi gerekiyordu. Esila için bu pek kolay değildi.
Esila salona girdiğinde gördüğü sahneye hiç
şaşırmamıştı. Ateş, Umay’ı robota ve Kuzey’e yakın olmaktan alıkoymamıştı ancak
kendisi de onların dibindeydi. Umay, Ateş’in kucağındaydı.
Umay annesinin kapıdan girdiğini görür görmez
ona doğru bakmış, hemen sonrasında elini kaldırıp gelmesini işaret eder gibi
parmaklarını kapatıp açmıştı. Esila bu sessiz daveti geri çevirmeden koltuğa
yaklaştı ve Kuzey’in ayakta dikildiği kısma değil, Ateş’in diğer tarafına denk
gelecek şekilde oturdu. O sırada Duygu ile bakışları kesişmişti. Salondan
çıktıkları an düşünüldüğünde Duygu’nun bakışlarında bir tutam endişe ekili
olması şaşırtıcı değildi, ona gerçek bir gülümseme sunarak kötü bir şey yok
izlenimi vermeye çalışmıştı.
Aslında kötü bir şey vardı.
Esila için nefes sesinden ibaret de olsa
Kerem’i duymak, varlığını telefonun diğer ucundan bile olsa hissetmek
olabilecek en kötü şeylerdendi. Her anımsama Esila’yı tutup o eve geri
hapsediyor, zihnini oraya esir ediyordu.
Esir olan taraf Kerem olana dek Esila nerede
olursa olsun tam anlamıyla özgür hissetmeyecekti. Bunun bir çaresi yoktu.
~
- 3 hafta sonra, 30
Aralık
- Ateş
Aceleci biri değildim ama aceleci birine
dönüşmüştüm.
İşim her ne ise, o işi olabildiğince hızlı
tamamlamak ve bir an önce meşguliyetlerimi bitirmek zorundaydım. Yetişmem
gereken bir yer olduğundan değildi, yetişmem gereken birileri olduğundandı.
Esila ve Umay’dan uzak geçirdiğim herhangi bir
dakika, ne kadar önemli bir işle uğraşıyor olursam olayım bomboş
hissettiriyordu. Onlar yanımdayken hiçbir şey yapmadan geçirdiğim saatlerin her
bir saniyesi ise ağzına kadar doluydu.
Yılın son Cuma gününde evden erken çıkmam
gerekmesi ve kahvaltıya dahi katılamadan çıktığım eve akşam saatlerinde dönmüş
olmamdan fazlasıyla rahatsızdım. Arabayı durdurur durdurmaz arabadan inişimdeki
hız da bundan kaynaklanıyordu.
Eve girene dek üzerimdeki takım elbise ile
aynı renkteki siyah kabanın omuzları belli belirsiz beyaz izlerle kaplanmaya
başlamıştı. Dolu dolu kar yağıyor diyemezdim ama dokunduğu yeri birkaç
saniyeliğine beyaza boyayabilecek kadar yağıyordu.
Şirkette hafif hafif başlayan kar yağışını
fark ettiğim ilk an aklıma Umay düşmüştü. Tepkisinin ne olduğunu, kar ile
ilgili düşündüklerini merak etmiştim.
Eve girdiğim anda beni dışarıya kıyasla
oldukça sıcak bir hava karşılamıştı. Evin ısısı Umay’ın bedenine göre ayarlı
olduğu için kalan herkesin Temmuz ayındaymışız gibi giyinmesi gerekliydi. Bu
konuda herhangi bir değişiklik yapmaya niyetim yoktu gerçi. Umay’ın
üşümesindense en çok sıcaklayan isim olan Sinan’ın erimesini tercih edeceğim kesindi.
Ev sessizdi.
Saati bildiğim için akşam yemeğinin yendiğini
de biliyordum. Evdeki yardımcılar da çoktan çıkmış olmalılardı. Akşam
yemeğinden sonra evden ayrılıyorlar, sabahın erken saatlerinde geri
geliyorlardı.
İkizleri şirkette bıraktığım için eve
girdiğimde içeride yalnızca Esila ve Umay’ın bulunduğunu bilerek ilerlemek
tatlı bir keyifle kaplanmama yol açmıştı.
Salona göz attığımda kimseyi göremediğim için
hiç oyalanmadan yukarıya yöneldim. Merdivenlerin sonuna vardığımda anlamlandıramayacağım
kadar kısık konuşma sesleri duymaya başlamıştım. Seslerin hangi odadan
sızdığını anladığımda Umay’ın ‘kıyafetisilerin odası’ diyerek tarif ettiği
odaya adımlamadan önce yatak odasına ilerledim.
Biraz sonra ikisine de fazlasıyla yaklaşacağım
belliyken dışarıdan geldiğim gibi bunu yapabilecek kadar rahat bir zihne sahip
değildim. Onlara kavuşmak için acele eden yanım duşa girmeme ikna olmamıştı
ancak baştan ayağa üstümü değiştirmiş ve elimi yüzümü uzunca yıkamıştım.
Odadan çıktıktan sonra onların bulunduğu odaya
doğru adımladım. Seslerinin koridora taşmasını sağlayan şey yarı açık duran
kapıydı. Kapı eşiğinde durduğumda içeriyi tam olarak göremiyordum ama o aralık
ikisini görebilmeme yetmişti.
Önümdeki manzarayı kıpırdamadan saatlerce
izleyebilirdim.
Odadaki yatakta yüzüstü şekilde, karınlarının
üstünde yan yana uzanıyorlardı. Omuzları hizalanmıştı, dolayısıyla Umay’ın bedeni
Esila’nın yarısına dahi denk gelemiyordu. Esila dümdüz uzanıyorken Umay onun
dizlerinin hizasında kendi bacaklarını bükmüş, ayaklarını havaya dikmişti. Uçuk
pembe tüylü ev ayakkabılarını birbirine değdirmeden ayaklarını havada ileri
geri sallıyordu.
Önlerinde ne durduğunu henüz görememiştim ama
yastıkların bulunduğu yere yakın bir şey var olmalıydı ki ikisinin de dikkati
aynı noktadaydı.
“Buyası neyesi?” diye soran Umay’ın sesi bir
şeyler çözmeye çalışıyor gibiydi.
“Deniz,” dedi Esila. “Deniz kenarı burası
annecim.”
“Sen denisde misin o zaman? Bak bu sen.”
Umay’ın sorusuyla neye baktıklarını da
anlamıştım artık.
Esila’nın haftalardır sürekli baktığı, benim
bu kadarının ona iyi gelmeyeceğini düşünüp engel olmayı bir iki kez denediğim
ama vazgeçmediği dergilerdendi önlerinde duran.
“Evet,” dedi Esila. “O benim, denizin
yanındayım.”
Ne yaptıklarına odaklandığımdan bir başka
detayı gözden kaçırmıştım. O detayı fark ettiğimde hissettiğim huzurla gözlerim
bir an için kapandı.
Aynı renk üst ve alt kıyafetler giyiyorlardı.
Saç renkleri zaten aynıydı. Esila bir mucize olmuş da birkaç kat küçültülmüş,
kendi yanına yatmış gibiydi görüntü.
Daha önce aklıma hiçbir şey için gelmeyen
ancak yine son zamanlarda sıklaştığı bile söylenebilecek olan bir iş için elim
giydiğim eşofmanın cebine uzandı.
Telefonumu çıkartıp sessizce karşımdaki
manzarayı ölümsüzleştirdiğimde galerimde epey yer tutmaya başlayan karelerin
bir yenisi kaydolmuştu telefona.
Göğsümde uyuyakalan Umay’ı, aniden bir yere
dalıp giden Esila’yı ya da ikisinin benim biraz uzağımda tıpkı şimdi olduğu
gibi vakit geçirdikleri anları kaydetmeden edemiyordum.
Haftalar gelip geçiyordu ama ben hâlâ onların
benden uzakta oldukları zamanların varlığına pişmandım ve aynı konunun en ağır
suçlusu gibi hissetmekten kaçamıyordum. Onlara sahip olmak o kadar özeldi ki
bunun kurguladığım bir hayal olabileceğini söyleyen bir ses hiç susmuyor,
mantığım da gerçek olduklarını kanıtlamak için garip yollara başvuruyordu.
“Babam neyde ama?” diye mırıldanan Umay’ı
duyduğumda dudaklarım hafifçe kıvrıldı. Soru ‘annesinin dergi çekimlerinde
neden bulunmadığım’ hakkındaydı. Hangi fotoğraflara baktıklarını bilmiyordum
ama kamera arkasında pürdikkat ve olağandışı bir hayranlıkla Esila’yı
izlediğimden emindim. Umay’a bunu anlatmak biraz zor olabileceği için sorusunu
farklı yorumlayarak dudaklarımı araladım.
“Buradayım bebeğim,” demiştim sesimi onları
ürkütmemek adına kısık tutarak.
Sesim onlara ulaştığı anda ikisi de
omuzlarının üzerinden kapıya doğru döndüler. Hareketlerinin aynılığını dişlerimi
sıka sıka izlerken daha fazla beklemedim ve yatağa doğru adımladım.
Umay ben ona ulaşana kadar çoktan yatakta
doğrulmuş, önce dizlerinin üstüne sonra da direkt ayaklarının üstüne basarak
ayaklanmıştı. Yatağın yumuşak yüzeyinde dengede durmaya çalışırken
yalpaladığında hızla kollarının altından kavrayıp bedenini kendime doğru
çektim.
Kokusu burnuma akın ederken bu kadarıyla
yetinmem mümkün değilmiş gibi burnumu saçlarının arasına daldırdım. Aynı anda
da yatağa oturmuş, Umay’ı da kucağımda sabitlemiştim.
“Meyaba, baba.” diyerek son heceyi uzatarak
gözlerimin içine bakabilmek için boynunu geriye kırdığında parlayan gözlerine
baktım. Zaman geçse de gözleri benim için her baktığımda takılı kalacağım kadar
büyüleyici olmaya devam ediyordu hâlâ.
“Sana da merhaba, güzelim.”
Ona sık sık bebeğim, kızım diyor ve zaman
zaman da adıyla sesleniyordum. Bazen böyle güzelim diye seslendiğimde ise buna
diğerlerine kıyasla daha az alışkın olduğu için yanaklarının pembeleşmesini
izleyebilme fırsatım oluyordu. Dürüst olmam gerekirse bunu yaşayabilmek için bu
seslenişi sıklaştırmamaya özen gösteriyordum.
Umay bana göz süzdükten sonra yüzünü boğazıma
doğru yapıştırıp aceleyle saklanınca güldüm. Saçlarının üzerine küçük bir
öpücük bıraktıktan sonra bakışlarının bizde olduğunu bakmasam da
hissedebildiğim Esila’ya doğru döndürmüştüm başımı hafifçe.
Uzandığı yerden kalkmamış, sadece biraz
dönmüştü. Artık yan bir biçimde uzanıyor, kolunun üzerinde yatarak bize dönük
duruyordu.
“Hoş geldin,” diyerek bakışlarımız kesiştiği
anda konuştuğunda gözlerimi yavaşça kapatıp açtım. “Fazlasıyla hoş buldum.”
Beni onların karşılayacağı her yeri hoş
bulurdum. Nerede olduğumuzun bir önemi yoktu.
“Kar yağıyor,” dedim birkaç saniyelik
sessizliğin ardından. “Gördünüz mü?”
Esila’nın yüzündeki tatlı şaşkınlığa bakılırsa
kar yağışından habersizdi. Kışları sevdiğini biliyordum. Kar yağmasını yağmura
tercih ederdi.
Yüzü bana gömülü halde duran Umay’ın dikkatini
çekmiş olacağım ki cümlem biter bitmez kendisini bir anda geriye doğru serbest
bırakmıştı. Sırtındaki elimle bedeninin dengesini sağlarken merak dolu
bakışlarla beni süzmeye başladı.
“Ne oluyoy?” diye sordu kaşları anlamamış bir
halde çatıkken.
“Kar yağıyor,” diye tekrarladım tereddütle.
Umay henüz bir şey diyemeden farkına vardığım şeyle birlikte aniden Esila’ya
döndüm. Bakışlarımdan beni anlaması sadece birkaç saniyesini almıştı.
Başını yavaşça olumlu anlamda salladı. “İlk,”
dedi sonra sessizce.
Umay’ın izleyeceği ilk kar yağışıydı.
“Yamur mu yağıyoymuş? Kar ney demek?
Şişekleyim biras ıslanıcak ama… Ama sonya geçicek baba, di mi?”
Tanıştığımız zamanlarda tek bir soruyu güç
bela soran kızımın peş peşe sorular sormasına ve nefes almadan konuşuyor olmasına
her seferinde delice mutlu oluyordum.
“Yağmur değil,” dedim yanağını parmağımla
usulca okşarken. “Kar başka bir şey babacım. Çiçeklerine hiçbir şey olmayacak,
üstlerinde onları koruyacak bir yerleri var artık.”
Umay’ın çiçekleri kışı atlatabilmeleri ve sert
havalarda zarar görmemeleri için cam bir sera alanına hapsolmuşlardı. Umay
yağmur yağan günlerde çiçeklerinin akıbeti için dertlenip durduğunda bu konuya
bir çözüm bulmadan edememiştim. Çiçeklerin artık cam tavanları ve duvarları
olan bir bölgeleri vardı. Havalar düzelene dek orada kalacaklardı.
“Şişekleyin odası vay, evet. Ama… Ama onlayın
oyuncaklayı yok. Kıyafetisileyi yok.”
Kendi odasında olan eşyaların çiçeklerinin
yanında bulunmamasını garip buluyordu.
“Onlar kıyafet giymiyor,” diyerek konuya dahil
oldu Esila. “Çiçekler kıyafet giymez. Oyuncaklarla da oynamazlar.”
“Oynamaslay mı?” diyerek hüzünle sorduğunda çiçeklerin
oyuncaklarla oynayabilmesinin bir yolu olup olmadığını düşünmeye başlamıştım
çoktan. Esila ne düşündüğümü anlamış gibi gözlerini kısarak beni süzdükten
sonra uzandığı yerden doğruldu. “Oynamazlar annem, değil mi Ateş? Kızımız bir
şey soruyor, cevap verebilir misin?”
Umay sorularına benim verdiğim cevaplara
itiraz etmiyordu çoğu zaman. Esila bundan faydalanarak beni bazı tatsız bilgilendirmeleri
yapmak için kullandığında ve Umay’ı dudak bükecek kadar üzdüğümde zorlanıyordum
ama mecburdum tabii.
“Oynamazlar, bebeğim.” dedim Umay’a bakarken.
Umay dudaklarını tam da tahmin ettiğim gibi bükmüş ve hiçbir zaman kendisiyle
oynayamayacak olan çiçeklerinin durumunu sindirmek için biraz sessiz kalmıştı.
Zor bir kabullenişti, belliydi.
“Kar nasıl yağıyormuş görmek ister misin?”
diye sordum aklını çelmek üzere konuyu değiştirerek.
Başını omuzuna doğru eğdi hemen. “Olabiliy,”
dedi nazik bir şekilde. “Heykes ama di mi?”
Alnına sesli bir öpücük bıraktım. “Herkes,
babam. Herkes...”
Umay’ın herkesi çoğu zaman Esila ve benden
ibaretti. Bir dolu kalabalıktan bahseder gibi olsa da amacı beni ve annesini
sürekli yanında tutmaktı aslında.
Esila’ya kar yağarken dışarı çıkma teklifi
götürmeme gerek bile yoktu. Ben haber verdiğimden beri aklının dışarıda
olduğundan emindim. Az da yağsa, yerler beyaza da boyansa onun için aynıydı.
Görmek isteyecekti.
Umay benden cevabını aldığı anda kıpır kıpır
bir hal aldı.
“Hadi ben!” diye cıvıldadığında kısık bir
sesle güldüm. Esila’nın gülüş sesleri benimkine karışırken bakışlarım aceleyle
ona tutunmuştu. Güldüğünde neredeyse kapanan gözlerini, kırışan burnunu,
dudaklarındaki kıvrımı ezbere bilmiyormuşum gibi yüzünü seyrettim öylece.
Umay’ın kendisini hareket etmeye teşviki
eşliğinde ayaklandığımızda Esila’ya doğru konuştum. “Sufle yemeye gideceğiz,
kapının önüne çıkmaktan bahsetmiyordum. Burada doğru düzgün kar yağmıyor zaten.
Ben Umay’ı ve kendimi hazırlarken sen de ona göre giyinirsin.”
Esila’yı olduğu yerde bir süreliğine put
kesilmeye ittiğimi, dudakları aralı şekilde kalakaldığını görmüştüm.
Esila’nın gizli tatlıcısı…
Anlamsız bir konumda olan fakat bir o kadar da
işlek bir yerdi. Şehir merkezine uzak, ormanlık arazilere yakındı. Umay’ın ilk
kar deneyiminin kapının önüne düşen iki tutam olmasını istemiyordum. Esila’nın
böyle bir havada ağzını yaka yaka çikolatalı bir şeyler yemek isteyeceğini de
adım gibi biliyordum.
Umay başparmağıma tüm avucuyla tutunup beni
kapıya doğru çekiştirirken Esila’nın kısık sesini duyar gibi oldum. “Unutmamışsın,”
diye mırıldanmıştı. Ona doğru dönmedim ancak dudaklarım belli belirsiz bir
gülümseme için kıvrıldı.
Unutmamıştım.
Ben ona dair her şeyi unutabilirim sanmıştım
ama aslında unutmamıştım. Unutmayı kaçış bilmiş, unutursam geçeceğini sanmış ve
en büyük hatayı bu sebeple yapmıştım. Ömrümün sonuna kadar bu hatanın yangınında
suçlulukla kavrulacaktım. Onun bir parçası da hep kırgın kalacaktı, biliyordum.
O kırgın parçaya rağmen bana yıllar önceki
gibi bakmaya başlayabilen bir kadına aşık olmak ve o kadını kendime aşık etmek
en büyük şansımdı. Kendi içimde yaşadığım sürünmenin bana yettiğini düşünüp
bana acıyordu, ben ona kıymış olsam da o bana kıyamıyordu.
Umay’ı ve kendimi dışarı çıkmaya hazır hale
getirmem uzun sürmemişti. Umay kalın montunu giymek konusunda biraz isyankâr
görünse de kar yağarken havanın çok ama çok soğuk olduğuna ikna olmuştu.
Hazır olduğumuzda geriye Esila’yı beklemek
kalmıştı.
Hem Umay hem de ben giyinene dek hazır
olacağını düşünmüştüm aslında. Tıpkı duş süresi gibi hazırlanma süresi de
yıllar önceye kıyasla çok çok kısaydı. Bunun sebeplerini düşünmemeye çalışıyor,
deliliğime delilik katmamayı deniyordum. Zordu, ne ölçüde başarıyor olduğum
tartışılırdı.
Şimdi ise uzunca bir süre geçmesine rağmen
belli ki hazır olamamıştı.
“Annen giyinememiş mi daha?” dedim Umay’la
konuşurken.
“Biras yavaş giyinebiliyiz bazen.”
Hiç duraksamadan annesini savunmaya
başlamasına gülümsedim. “Doğru söylüyorsun bebeğim.”
Esila’nın kıyafetlerinin bulunduğu, giyinme
odasına dönüşen -az önce bulunduğumuz- odaya kapıya bir kez vurduktan sonra
usulca girmiştim. Hemen arkamda da Umay vardı tabii.
Odaya girdiğimde gözüm önce yatağın üstünde
duran kabana takıldı. Başımı çevirdiğimde ise odanın içindeki banyonun
kapısından sızan sesin kaynağını görmüştüm.
“O ney?” diyerek elimi bırakıp direkt banyoya
koşturan Umay’ın arkasından ben de adımladım. Onun aksine ben bu sesin ne
olduğundan haberdardım tabii.
Esila koşturan Umay’ın sesini duyduğu anda
elinde duran saç maşası ile birlikte banyo kapısına doğru dönmüştü. Saçlarının
iri bukleler halinde çoktan sarıldığını, bu etkinliğin sonuna yetişebildiğimizi
fark etmiştim.
“Hazırlandınız mı hemen?” diye mırıldandı.
“Bekleriz,” dedim yanımdaki duvara omuzumu
yaslayıp yükümü oraya doğru verirken.
Onun saçlarıyla, makyajıyla, giyecekleriyle
uğraşmasını beklemeyi ve bunları pürdikkat izlemeyi de özlemiştim. Ona dair
özlemediğim hiçbir şey yoktu.
Şirkete geldiği günden bu yana, yıllar önceden
kalma fotoğraflarını gösterip ‘o ben değilim’ demesinden bugüne kadar onu hâlâ
o kadın ile aynı güzellikte olduğuna ikna etmem mümkün olmamıştı.
Bir modeli, bahsi geçen dönemlerde herkesin
parmakla gösteriyor olduğu bir modeli görünüşündeki değişimlerin sorun
olmadığına ikna etmek imkânsızdı. Ben kendi gözümden bakarak konuşuyor ve zerre
yalan söylemiyordum ancak Esila için durum başkaydı.
Psikoloğu ile bunu da konuştuğunu ve bunun
sonucunda da kendine yeni rutinler oluşturduğunun farkındaydım elbette.
Öğünleri, sabahları ve akşamları ayna karşısında geçirdiği vakit, Duygu -ve
güvenlik açısından Sinan- eşliğinde gittiği alışverişler… Hepsi tek bir şeyi
işaret ediyordu.
Esila, bakıp durduğu o haline tam anlamıyla
geri dönmeye çalışıyordu. Bunun uzun süreceğini de sanmıyordum. Öyle odaklı ve hırslıydı
ki…
Benim duvara doğru yaslanmam ve konuşmamın
ardından Umay burnunu havaya dikip bana bakmış, hemen sonrasında ise beni
taklit etmişti.
Duvar yerine bacağımı dayanak olarak kullanıp
bana devrildikten sonra dudaklarını araladı. “Bekleyis,” dedi başını ağır ağır
sallarken.
Esila, Umay’a baktıktan sonra omuzları
sarsılacak şekilde gülmeye başlamış ve bir süre işine geri dönememişti. Ben de
ondan farklı sayılmazdım.
Umay’ın meraklı soruları, benim sessiz
seyirciliğim ve Esila’nın kızımıza sabırla cevap verip bana kaçamak bakışlar atması
ile devam eden dakikaların sonunda evden çıkmamız için bir engel kalmamıştı.
En önden yürüyen bendim. Dış kapıyı açtığımda
evden ilk fırlayan ise Umay olmuştu.
Ben eve girerken usul usul serpiştirmekte olan
kar şimdi biraz daha hızlanmıştı. Yerde tutmaya başlamış değildi ama yakında
başlayacağı belliydi.
Umay karşısındaki görüntüyü gördüğünde önce
adımlarını durdurdu, sonra tereddütle elini uzatıp düşen kar tanelerinden
birini yakalamak istercesine çabaladı.
Eline birkaç parça kar düştüğünde ise
dudaklarından heyecanlı bir kıkırdama döküldü. “Ay!” diyerek avuçlarını sıkı
sıkı kapatırken bana doğru yapışmıştı. “Tuttum ama tutamadım.”
Gayet yerinde bir açıklamaydı. Tutmuştu ama
tutamamıştı işte.
“Arabayla bir yere gideceğiz. Orada
tutabileceksin biraz, burada çok az kar var bebeğim.”
Umay anlamış gibi başını salladıktan sonra
elimi, daha doğrusu parmağımı kavradı. Diğer elinin serbestçe yanda salınmasına
hiç zaman bırakmadan küçük avucunu annesine doğru uzatmıştı.
Bir eliyle benim parmağımı, diğeri ile de
Esila’nın parmağını sarmış halde aramızda duruyordu.
Esila ile arama birinin girmesini, bir
başkasının ellerimiz arasında köprü olmasını sevebileceğimi dört yıl önceki
Ateş’e kabul ettirmek çok zordu. Oysa şimdi bu anın sonlanmaması için
gideceğimiz yere yürüyerek gitmeye bile razı olabilirdim. Tek engel onların
yorulacak ve üşüyecek olmalarıydı hatta.
Boştaki elimi Umay’ın şapkasını kapatmak için
uzattığımda elim Esila’nın da aynı şeyi yapmaya çalışan eline çarpmıştı. İkimiz
de işi bir diğerine bırakıp elimizi çekebilirdik ancak bu iki kişilik bir işmiş
gibi Umay’ın montunun şapkasını birlikte örtmüş, bunu hiç garipsememiştik.
Umay’ı araç koltuğuna yerleştirmem kısa
sürmüştü. En başta karmaşık gelen ve bir türlü güvenli hale geldiğinden emin
olamadığım koltuğunu artık hızla ayarlayabiliyordum.
Esila Umay’ın yanında kalan boşluğa oturmak
için diğer arka kapıyı araladığında Umay ben kemerini düzeltirken annesine
doğru baktı. “Oyası boş,” diyerek ön tarafı işaret ettiğinde başımı hızla eğip
ifademdeki memnuniyeti saklamaya çalışmıştım.
Umay’ın bizi yan yana görmekten aldığı keyif,
film izliyormuş gibi bize karşıdan bakmak istemesine neden oluyordu. Uyuyacağı
sırada benim üstüme tırmanıyor, oturacaksak mutlaka birimizin kucağına geliyor
ve sonuç olarak Esila ile aramda mesafe olmasına izin vermiyordu.
“Yanına oturacaktım annecim,” dedi Esila hafif
bir şaşkınlıkla.
“Ben koykmuyoyum,” derken Umay kendinden
emindi. “Babam koykabiliy yanlısken.”
“Korkabilirim,” dedim oyalanmadan onaylarken.
“Öne otursan daha iyi, evet.”
Umay’ın alnına küçük bir öpücük bırakıp daha
fazla soğuğa maruz kalmaması için kapısını kapatmış ve arabanın içine eğik
durmayı keserek doğrulmuştum sustuktan hemen sonra. Esila’nın da benimle aynı
anda diğer kapıyı kapatması sebebiyle başımı kaldırdığım anda arabanın
üzerinden birbirimizi görecek şekilde karşı karşıya kalmıştık.
Kaşlarını hafifçe kaldırmış, bana sorgular
gibi bakıyorken omuz silktim. “Kızımız yanıma oturmanı istedi.”
Biraz hızlanmaya başlamış olan kar yağışının
altında, koyu renk kabanlarımızın üzerine yapışıp kalan kar taneleri eşliğinde
duruyorduk.
“Senin için fark etmez yani..?” dedi sorar
gibi.
“Yakınımda olman için kıvranmıyormuşum gibi mi
yapacağız?” dedim onu taklit edip kaşlarımı kaldırırken.
Haftalardır içinde bulunduğumuz kedi-fare
kovalamacasını düşünmesi için ona uzun bir zaman tanımama gerek yoktu. Birkaç
saniye içinde omuzları düşmüş, özenle şekillendirdiği sarı saçlarını bir eliyle
yüzüne doğru döküp yanaklarını saklamıştı.
Yola koyulduğumuzda bakışlarım yolda olduğu
kadar sağımda ve arkamdaydı da. Yağış nedeniyle sıkışık olan trafiğin hoşuma
gideceğini düşünmezdim ancak ayna kontrol eder gibi sürekli Esila’ya bakabilmem
ve Umay’ın camdan görebildiği kadarıyla etraf ile ilgili bilgilendirmeleri
eşliğinde günlerce yolda kalabilirdim.
Kırmızı bir
araba görmesi, yanımızdan bir motor geçmesi, kar nedeniyle camının ıslanması… Önemli
konulardı.
“Klimayı biraz daha yükselteyim mi?” diye
sordum kollarını göğsünde kavuşturmuş halde oturmakta olan Esila’ya. Üşüdüğü
için mi böyle duruyordu anlayamamıştım.
“Gerek yok,” dedi başını biraz çevirip bana
bakarken. “Çok sıcak olursa Umay dışarı çıktığımızda daha çok üşür.”
“Kendine sarılıyorsun, üşüdüğün için mi?”
Esila’ya her şeyi sorabilmeyi, ona dair her
şeyi her an böylece öğrenebilmeyi özlemiştim. Umay’ın yaptığı gibi sorular
sormak, her durumu böyle analiz etmek benim için nadirdi. Umursadığım konular
sınırlı olduğundandı. Esila hayatıma daha önce umursamazlık ettiğim her şeyin
bedeli gibi girdiğinde ise onu anlayabilmek için çırpınmaya başlamıştım.
“Üşüdüğüm için değil.”
Benimle oynuyordu.
Normal şartlar altında olsaydık bu soruma bu
şekilde değil, nedeni ile birlikte yanıt verirdi.
“Niden?” diyerek birden araya giren Umay’ı
duyduğumda kendimi tutamayarak sesli bir şekilde gülmeye başlamıştım. Derin bir
kahkaha ile sarsılarak güldüğümde gözümü yoldan bir saniyeliğine ayırıp aynadan
Umay’a baktım.
“Umay,” dedi Esila sitemle. “Babanın imdadına
yetişmeyi bırakabilir misin annecim?”
Gülüşüm sessiz bir hal aldı ama kaybolmuş
değildi. Umay’ın annesinin söylediklerini anlamamış bir suratla şaşkın şaşkın
baktığını yine aynadan görmüştüm.
“Ney?”
Esila göz ucuyla bana bakmış, kıstığı
gözleriyle yüzümü süzmüştü. “Çok mu komik?”
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Başımı iki
yana salladığımda sağ elimi uzatıp dizinde tuttuğu avucunu buldum ve parmaklarımızın
birbirine dolanması için bir hamlede bulundum.
Elini çekmesi, rahatsızca kıpırdanması ya da
bir şekilde sözleriyle bundan kaçması mümkündü. Onu zorlamayacağımı biliyordu.
Fakat hareket etmedi. Eli, elimin altında sabit bir şekilde dururken olduğum
yerde tüm kaslarım huzurla gevşemişti.
“Kırmısı ayabada köpük vay!”
Umay’ın heyecanla seslenişi eşliğinde trafikte
yanımızda ilerlemekte olan arabaya doğru bakmıştım refleksle. Arka camdan
dışarıya bakınmakta olan köpeği gördüğümde ise arabada köpük olması haberi anlam bulmuştu.
“Köpek var, bebeğim evet. Sana bakıyor.” Esila,
Umay’a yanıt verdiğinde Umay bir elini cama yapıştırdı. “Meyaba köpük. Bisim
köpükümüz yok.”
Umay’ın bir şeyi eksik bulmasının ne demek
olduğunu artık biliyor olan Esila hızla bana döndü, sırtı kapıya doğru
dayanmıştı. “Ateş,” dedi kısık bir sesle yüzümü hayretle izlerken. “Küçücük
daha, her şeye sahip olmak istemesi normal. Ama her şeye sahip olamayacağını
öğrenmesi gerekiyor.”
Direksiyondaki parmaklarımı ritim tutar gibi
oynattım. “Sahip olamayacağı bir şey yok,” dedim gözümü bir yola bir Esila’ya
çevirirken. “Neden aksini öğrenmesi gereksin?”
“Adını andığı her şey ertesi gün karşısında
beliriyor, bunun bir sihir olduğunu düşünmeye başlayacak.”
“İsteklerinden haberimin bile olmadığı üç yılı
telafi etmeme izin ver,” dedim boynum kasılmaya başlamışken. “Ne bedel ödersem
ödeyeyim borcum bitecek değil ama en azından yükümü hafifletmeme izin ver,
bebeğim.”
Kısa bir sessizlik oldu. Sessizlik Umay’ı
kapsamıyordu. O, hâlâ aynı hizada bulunduğumuz köpekli arabaya doğru bakmaya
devam etmek ile meşguldü. Bir şeyler anlatıyordu, köpeğin onu duyamadığından
bihaberdi.
“Köpekle aynı evde mi yaşayacaksın peki?” diye
mırıldandı Esila. “Umay dışarıda kalacak bir köpeğe dertlenip duracaktır, evde
bir hayvanla yaşayacaksın öyle mi?”
Umay’a istediği bir şeyi sunma pahasına
aklımın ucundan dahi geçmeyen ama kabak gibi ortada olan bir durumdan
bahsediyordu.
Ben Umay’ı düşünüyorken o da beni düşünüyordu.
“Umay’ın ilgisini bölüşmekten korkmasam evi
hayvanat bahçesine de çevirebilirdim. Konu oyken başka hiçbir şey önemli
değil.” Hafifçe yutkundum ve devam ettim. “Tıpkı konu senken olduğu gibi...”
Bu kez büyüyen sessizlik ikimizce de
bölünemeyecek kadar kuvvetliydi.
Annemden yüklendiğim takıntılarla dolup taşan
ve nefes bile alamayacak kadar kendimi yorduğum zamanlara sadece varlığıyla
müdahale etmiş ve benim en büyük istisnam olmuştu. İstisnamı kaybedip yalnız
kaldığımda ise yeniden başa sarmıştı her şey.
Hak edip etmediğim tartışılırdı ancak bu kez
iyi olabilmem için bir yeni istisnam daha vardı. Türlü yollarla çözülemeyen
takıntılarım onlarla birlikte bulanıklaşıyor ve gitgide kayboluyordu.
Çünkü korkum baskın geliyordu.
Takıntılı halimin değer verdiğim kişileri
yormasından ve en sonunda yine yalnız kalmaktan delice korkuyordum. Babamın annemi
yalnızlığına terk etmesi gibi ben de yapayalnız kalırsam diye korkuyordum.
Konu Esila iken de Umay iken de normal bir
adam olabilmemin en büyük nedeni buydu.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder