Aykırı Çiçek Özel Bölüm III

 ÖZEL BÖLÜM III



- Acar

Herhangi bir kararı vermeden önce, her sonucu detaylarıyla düşünen ve diğer seçeneklere kıyasla en mantıklı ve az riskli olanı kararım olarak belirmeyi huy edinen bir adamdım. Kendimi bildim bileli uyduğum bu karar verme mekanizmasını bozduğum sayılı anlar ise, her seferinde tek bir kapıya çıkıyordu. Kapının ardında güven veren bir gülümsemeyle, kendinden emin tavrıyla bekleyen kişi hep aynıydı.

Bütün bunlar da bana o kadını hayatımın en vazgeçilmez parçası haline getirmekten başka yol bırakmamıştı.

Evliliğin, ya da daha geniş bir anlatımla, aynı kişiyle günler, aylar ve yıllar geçirmenin monotonlaşıp sıkıcı bir hale bürüneceğini savunan kimseyi birkaç dakikadan fazla dinleyebileceğimi sanmıyordum. Benim dünyamda işler tam tersi sürüyordu.

Vakit geçirdikçe alışır, alıştıkça bırakma fikrini aklınızdan geçiremeyecek kadar çok bağlanırdınız. Denklem basitti. Hatta hayatımdaki en basit denklemlerden biriydi.

Dikkatimi yeniden sunumunun son cümlelerinin ardından bir nevi titreyerek yerine geçen stajyere çevirdiğimde onun için pek basit bir denklemin içinde olmadığımız açıktı.

“Teşekkür ederiz,” diyerek konuşan Melih’ti. İkizimin benim aksime stres altındaki birini sakinleştirme çabasına girmesine elbette şaşırmamıştım. Yaş alıyor olmamız artık çok benzemeye başladığımız anlamına gelmiyordu. Taban tabana zıttık hâlâ.

“İyi miydim?” diyerek telaşla konuşan kızın heyecanına içimden biraz gülmüş olsam da dışarıdan bir duvara benzediğimden şüphem yoktu.

Departmanların yöneticileri kadar stajyerlerinin de önemli olduğunu bildiğimizden, zaman zaman toplantıları yaparken başvurduğumuz kişiler bir yılı dolmuş olan stajyerler oluyordu. Bugün de o toplantılardan birini gerçekleştirmiştik.

Melih’in kıza neler söylemeye devam ettiğini dikkatle dinleyişim, odanın kapısı aralandığında bölündü. İçeriye giren tanıdık beden hareketlenmeme sebep olmamıştı. En azından yüzüne bakana dek bu böyleydi.

Feris’in bir toplantımı ortasında böldüğü başka bir an yaşandığını hatırlamıyordum. Ajanstayken bazen evli olduğumuzu unutacak kadar profesyonel hale bürünebiliyordu. Şimdi odaya kapıyı dahi çalmadan girmiş olması, durumun çok iç açıcı olmadığını belli etmişti.

Sandalyeyi geri iterek ayaklandım. “Feris?” derken sesim sorguyla doluydu.

“Gelebilir misin dışarı?”

Melih’le kısa bir an göz göze geldim. O da benim kadar sorgular halde duruyordu. Feris benim cevabımı beklemeden açık bıraktığı kapıdan çıkmıştı bu sırada. Hızla ben de onu takip ettim. Kapının hemen önündeydi.

“İyi misin sen, bir sorun mu var?” Çenesini parmaklarımla kavrayıp yüzünü kendime doğru kaldırdım. “Okula gitmemiz gerekiyor.”

Kaşlarım başıma kısa bir sancı sokacak anilikte ve derinlikte çatıldı. “Ne olmuş okulda?”

Aklıma üşüşen bin ayrı senaryonun en az dokuz yüzü fazla ağırdı. Baba olmak, garip bir şekilde, Leyla ve Leyan’dan uzaktayken çok daha hissedilebilirdi benim için. Gözümün önünde olduklarında onların güvenliklerine dair bir stres yaşamıyor, aklım her an bir tehlikenin var olabileceği ihtimaliyle yorulmuyordu.

“Doğru düzgün bir şey söylemediler, okul müdürü aradı. Toplantıya dönmen gerekecekse ben tek-…”

“Saçmalamayı bırak, çıkalım hadi.” Kolumu sırtına doğru sarıp adımlamasını sağladığımda yumuşak bedeninin kaskatı kesilmiş olduğunu bu temasım sayesinde hissetmiştim. Onu sakinleştirecek bir şeyler söylemek isterdim ama ondan katbekat fazla gerginken bunu yapabilmem zordu.

Arabaya binişimiz ve kızların okuluna ulaşmamız arasında yarım saatten fazlası yoktu. Ancak kesinlikle daha uzun hissettirmişti.

Veli toplantıları dışında daha önce özel olarak okula çağrıldığımız bir an olmamıştı. Gelecek yıl ortaokulu bitirecekleri göz önünde bulundurulursa bu oldukça uzun bir süreydi. Leyla yapı olarak zaten sakindi, Leyan’ın hareketliliği ise hiçbir zaman sınır aşmazdı.

Müdürün odasının nerede olduğunu öğrendikten kısa bir an sonra kapısındaydık. Feris oyalanmadan kapıya bir kez vurup araladığında tam önümdeydi. Boy farkımız o önümdeyken odanın içini görebilmem için bir engel oluşmasına izin vermemişti.

Gözüme ilk çarpan, müdüre ait masanın karşısındaki koltukta yan yana oturuyor olan kızlarım oldu. Leyan’ın gözlerinin kızarık olduğunu gördüğüm anda ise hiç sağlam olmayan iplerim keskin bir bıçak değmişçesine kopmuştu.

“Leyan?” derken adımlayıp önünde diz çöktüm. Yüzünü elimle kavrasam da bana bakmamakta direndi. Canını yakmamak için onu zorlamadım. Gözlerimi kaçamak bakışlarla annesini süzüyor olan Leyla’ya çevirdim bu kez. Onların konuşmayacağını anladığımda Leyan’ı bırakmadan sandalyesinde oturuyor olan müdüre doğru döndüm. “Neler olduğunu anlatır mısınız artık?”

Adam ne dese bilemiyor gibi duruyordu. Konuşmaya başlamadan önce hedef olarak beni değil karımı seçtiğinde, yüzümde ne var acaba diye bir an düşünmüştüm.

“İzgi Hanım, daha önce de konuşmuştuk sizinle bir konu hakkında.” Kaşlarım merakla çatılırken Feris hafifçe öksürdüğünde merakım katlandı. Benim haberim olmayan bir konu vardı ve bu konu belli ki kızlarımızı ilgilendiriyordu.

Feris’in omuzlarının gevşediğini buradan beri görebildim. Demek ki Leyan’ı ağlatan ve bizi buraya getirtenin ne olduğunu az çok anlamış ve bu rahatlamasına yol açmıştı. “Evet, hatırlıyorum.”

Adam konuşmaya devam edecekken birden Leyla araya girdi. “Baba!”

“Efendim Leyla’m?” diyerek kızıma döndüm. “Leyan dışarıda hava almak istiyor, biz çıkalım seninle. Annem kalabilir burada.”

Leyan’a baktığımda tek gördüğüm gözlerindeki doluluğun dinmemiş olmasıydı. “Çıkmak mı istiyorsun prensesim?”

Leyan annelerinden bire bir kopyaladıkları yeşillerini ikizine çevirdi. Benden kaçırdığı yeşillerinin dolu dolu oluşu kontrolümü sağlamamda pek yardımcı olmuyordu. “İstiyorsun değil mi Leyan? Babama cevap versene.”

Leyla kaş göz yaparak onu uyarırken benim hiçbir şey anlamayacağımı mı sanıyordu? On üç yıldır ben bu kızların değil başka birinin mi babasıydım acaba?

“Şöyle yapalım,” dedim sakince. “Temiz havayı annenizle alın, ben de fazlasıyla uzakta kaldığım konular her neyse müdürünüzden öğreneyim. Olur değil mi?”

Leyla’nın ‘baba’ demek için açtığından emin olduğum ağzını parmağımı bastırıp kapadım. “Hadi Leyla, üzmeyelim birbirimizi lütfen.”

Feris, kızlarının aksine benim fikrimi mantıklı bulmuş görünüyordu. Az önce oturduğu sandalyeden ayaklanıp yanımıza doğru geldi. Ellerini kızlara uzattığında Leyan ihtiyaçla ona tutunmuştu hemen. Leyla ise annesine dokunmadan önce bana çatık kaşlarıyla bakmayı tercih etmişti.

İkizlerin kişilik konusunda bana benzeyeninin hangisi olduğu uzun bir süredir tartışmaya kapalıydı.

Odadan çıktıklarında dizlerimi normal hale getirerek ayaklandım. Masanın önündeki sandalyeye geçtiğimde duyacaklarım hakkında hiçbir tahminim olmaması beni hiç olmadığım kadar meraklandırıyordu.

 

~

 

“Küsüz yani…”

Kollarını göğsünde kavuşturmuş halde karşımda yan yana dizili duran üçlüye bakarken sözcülerine döndüm. Sözcü olarak kendini ortaya atmasına şaşırmadığım Leyla huysuz görünüyordu.

“Değiliz.” dedim sadece. Oturduğum tekli koltuk, onların yan yana dizildiği geniş koltuğun karşısındaydı. Aramızda bayağı mesafe vardı ama bu gözlerinin içini okuyabilmeme engel değildi.

“Niye orada oturuyorsun o zaman?” diyerek omuzları düşük halde seslenen Leyan, ikizinin aksine daha çekingendi. Normalde çenesini durdurmaya hiçbir kuvvet yetmese de, olayın başkahramanı olduğunu düşündüğünden sessizleşmişti belli ki.

Tam aralarında oturan, bacaklarını çaprazlamış, kolları göğsünde bekleyen Feris ise tamamen sessizdi.

Leyan’ı cevapsız bırakmak istiyordum.

Henüz durumu sindirmiş değildim.

“Daha beyni bile gelişimini tamamlamamış bir yerden bitme için, bunca yıl hiçbir sorun yaşamadığın okulunda büyük bir saçmalığın ortasında kaldın öyle mi Leyan?”

Müdürle konuştuğum andan sonra odadan bir hışımla çıkmam, arabaya binmemiz ve dersleri henüz bitmese de kızları da peşimizden eve getirmem sisli bir bulutun ardında gibiydi.

“Kısaca Ateş diyebilirsin baba, bu yaptığın tanım biraz uzu-…”

“Leyla!” diyerek sertçe adını seslendiğimde dudaklarını birbirine bastırarak sustu.

“Kaç yaşındasınız siz daha? Bir çocuk yüzünden sınıf arkadaşınla tartışman ne demek Leyan?”

Dişlerimi sıka sıka konuşuyordum. Beni rahatsız eden Leyan’ın sınıftan herhangi bir kızla tartışması mıydı yoksa o yerden bitmenin kızımın üzerinde bu denli etki bırakmış olması mıydı, bilmiyordum. Pekâlâ, aslında adım kadar iyi biliyordum.

“Aşkın yaşı yok baba.” diyerek hülyalı bir biçimde konuştuğunda Feris yanakları patlayacakmış gibi şişmiş halde gülmemeye çalışıyordu.

Bense gözümü kırpmadan Leyan’a bakıyordum. “Neyin yaşı yok, neyin?”

“Aşk baba, aşk. Sen ve annem gibi…” Leyla durumdan sıkıldığından olsa gerek sabırsızca söylendiğinde bakışlarım Leyan’dan ayrılmadı.

“Feris,” dedim düz bir sesle.

“Efendim Acarcım?”

“Kâbus mu bu? Çok gerçek hissettiriyor.”

“Ben çok sıkıldım bu konudan, bitmiyorsa gideceğim.” Leyla oflayarak ayaklandı. “Nereye?” diyen Feris’ti.

“Yarın okul yok, bence iki gün bizi özlemelisiniz. Leyan kalk.”

Kaşlarım çatık halde bir Leyan’a bir Leyla’ya bakıyordum. “Nereye gideceksiniz de özleyecekmişiz?”

Bakışıp aynı anda bana döndüler, konuşurken de uyumları bozulmamıştı. “Dedeme!”

Annem ve babam küçük bir tatildelerdi. Bu nedenle dede derken kimi kastettiklerini düşünmeme gerek kalmadı.

“Koşun koşun,” dedim elimle kapıyı gösterirken. “Benden daha çok sevinecektir şu duman konusuna.”

“Duman değil, Ateş!”

“Her ne cinsse işte!”

Savaş Göktürk’ün Leyan’ın bir yerden bitme için kendinden ödün verdiğini duyduğunda çok mutlu olacağını düşünmeleri bugün şu ana dek beni eğlendiren tek şeydi.

“Anne,” diye sızlanarak Leyan karıma sokuldu. “Dedem babam gibi mi yapar?”

Feris dudaklarını sarkıttı. “Maalesef annecim, doğru bir karar olmayabilir babama gitmek.”

“Nereye gidelim sence?” Leyla heyecanla diğer taraftan onlara yapışıp sorunca sessizce sabır çektim. Evi terk etmeye bu merakları nereden geliyordu?

“Dayı ya da amca seçeneklerinden bir şeyler önerebilirim annecim, özellikle susturucuları yanlarında olanlardan biri.”

Leyan düşünmeye fırsat bulamadan Leyla hevesle bağırarak ayaklandı. “Yaman dayım işte! Susturucular da Hayal yengem ve Rüya abla değil mi anne?”

Feris kıkırdadı. Sinirlerim bozularak kafamı geriye attım. Üç kadınla yaşamak zor değildi, ancak kıyamadığınız üç kadınla yaşamak zaman zaman zorlaşabiliyordu.

Neyse ki Yaman Göktürk’ün bu akşamı en az benim kadar sinirleri bozuk halde geçireceğini biliyor olmak içime bir nebze de olsa su serpmişti.

Rüya’nın her çiçekten bal alan aşk hayatının üstüne, Leyan’ın hikâyesi çok iyi gelecekti. Yaman bu duruma bayılacaktı muhtemelen.

 

~


Yaman’ın şirketten çıktıktan sonra gelip ikizleri alırkenki keyifli halini sırıtarak izlemiştim. Hafta sonunu kızlarımdan ayrı geçireceğim için memnuniyetsiz görünmemi bekliyordu, bendeki ters tepkiyi gördüğünde bir an sorgulayacak gibi olduysa da buna fırsat vermeden kapıyı kapatmıştım.

Onlar evden uzaklaşırken, bir başka uzaklaşma eylemine girişen de Feris’ti. Kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde onu geri geri yürürken bulmuştum.

“Nereye güzelim?”

“Hiç,” dedi gülümseyerek. “Öyle bir gezeyim dedim.”

“Gez tabii, gezerken biraz sohbet edelim ama seninle.”

Gözlerini kırpıştırdı. “Ne hakkında hayatım?”

“Günlerdir bilmene rağmen benden sakladığın konuyla ilgili olabilir belki, olur mu?”

Yüzünü buruştururken salonun girişindeki duvara sırtı çarpınca durdu. “Daha güzel konular bulamaz mıyız? Bunu beğenmedim.”

“Feris.” dedim adını bastıra bastıra. “Neden sakladın? Öğrenir öğrenmez söylemen gerekmez miydi? Birbirimizden ne zamandır bir şeyler saklıyoruz?”

Hayatıma gireli on beş yıl geride kalmışken, böyle bir konuşma yapmıyor olmayı dilerdim.

“Leyan bilmeni isteseydi, anlatırdım. Ama küçük sırrını seninle paylaşsaydım güveni kırılırdı Acar. Benimle bir daha bir şeyler paylaşırken iki kez düşünürdü bundan sonra.”

“Ben de sır olarak saklardım.” dedim kendimden emin bir tavırla. “Ne olacak?”

Kıkırdadığı sırada ben çoktan aramızdaki mesafeyi kapatmış, bir adım bile sayılmayacak boşluk bırakarak önünde dikilmeye başlamıştım. “Öğrendiğin anda kıyameti kopartırdın, karına mı anlatıyorsun kendini Acarcım?”

Omuz silktim. “Kızım, altını çiziyorum, küçücük olan kızım saçma sapan bir durumu aşk olarak yorumlayıp salağın teki yüzünden arkadaşlarıyla tartışıyor. Buna kıyamet kopartmayıp neye kopartacağım?”

“Belki de gerçekten âşıktır?”

Yanlış duyup duymadığımı anlamak için sorguyla dudaklarına baktım. “Ne döküldü az önce o dolgunluklardan?”

“Çocukluk aşkı diye bir şey duymadın mı sen hiç acaba?”

“Duymadım, duymayayım da zümrüt göz.”

Kollarını boynuma gevşek bir biçimde doladı. Üst bedenini bana yasladı. “Gören de aşkı tanımayan bir adam olduğunu sanacak Acar Merih Bayazıt.”

“Tanıdığım tek aşk kendi aşkım, Feris Bayazıt. Bende başka bir aşkın tanımına yer yok. Özellikle kızlarıma ait böyle bir tanıma… Asla yok.”

“Hı hım,” dedi mırıltıyla. Burnunu burnuma sürttü. “Babam da hep böyle söylüyormuş biliyor musun, hatta halen söylüyor zaman zaman. Ve bil bakalım kızının turşusunu kurabilmiş mi?”

Dişlerimi kırılacakmış gibi birbirine bastırdım. O farklı, bu farklıydı.

Sıcak nefesi dudağım ve burnum arasındaki boşluğa çarpıyorken dikkatimi tam anlamıyla toplayabilmek kolay olmasa da irademi koruyarak direndim. “Aynı şey değil. Ben ve o yerden bitme aynı konumda mıyız sence?”

“Damadımızla tam olarak tanışamadık ki, nereden bileyim Acarcım?”

Az önce bedenini bana yasladığında beline yerleştirdiğim elimle tenini sertçe kavradım. “Senin canın beni delirtmeyi mi çekiyor zümrüt göz?”

“Seni delirtmek için sözcüklere ihtiyacım mı varmış? Hiç haberim yoktu.”

Üst dudağımı sıyıran, bilinçli olarak tam yerine konmadığı belli olan küçük öpücüğüyle gözlerimi kıstım. “Sözcüklerini kullanmanı seve seve sağlarım.”

Gülümsedi. Gülümsemesi yüzümün o kadar yakınında yeşermişti ki bu anı kaçırmam için aptalın teki olmam gerekirdi. Aptal bir adam olmadığımla övünmemin hakkını vermek zorundaydım.

Dudaklarımı sertçe dudaklarına bastırdığımda birkaç dakika önce ne konuştuğumuza dair hiçbir şey hafızamda değildi. Onu öperken, ondan başka herhangi bir şeyi düşünmek bana haramdı.

Dudaklarını bir nefes boşluğu sürecek kadar serbest bıraktığımda kapalı gözleri aralanmadı. Onu en fazla birkaç saniyeliğine bıraktığımı, aksinin mümkün olmadığını benden daha iyi biliyordu. Tıpkı benim ona olan ezberim gibi, onun da bana ezberi eksiksizdi.

“Canın beni delirtmeyi çekmemiş,” derken yüzümde gülen bir ifade yoktu ama sesim sırıtıyordu. “Canın delirtilmeyi çekmiş senin.”

Onu öptüğüm sırada çoktan enseme çıkarmış olduğu parmakları, tırnaklarını hissettirir biçimde saçlarımın bitiminde gezindi. “Delirtsene.” Fısıltısı buğuluydu. O buğu bütün bedenimi sarmış, her hücremi ayaklandırmışken belindeki elimle onu kendime doğru çekip değmeyen hiçbir nokta kalmayana dek bana yasladım.

Dudaklarımı yeniden dudaklarıyla tatlandırmak yerine hedefimi biraz sağa, yanağının bitimine çevirdim. O kadar yakındık ki beni duyması için kulağının kıyısında olmama ihtiyaç yoktu ama beni duymakla yetinmemeliydi. “Sözcüklerimle, sana bir kez olsun değmeden seni delirtebileceğimi bile bile burnunu havaya dikip seni delirtemeyecekmişim gibi konuşma benimle.”

Zihninde birden fazla ikaz lambası yandığından emindim. Birkaç saniyeden fazla süren bir sessizliğe gömülmesinin, sessizliğini korurken de göğsünün bana doğru yükselip durmasının sebebi buydu. Söylediklerim farazi şeyler değillerdi.

“Sana bir şeyler mi anımsattım benim güzel karım?” Burnumu kulağının boynuyla bitiştiği kuytuya sürterken hafif alayla sorduğumda sertçe yutkunuşu aramızda yankılanacak kadar sesliydi. “Kulağına sana yapacaklarımı anlata anlata seni nasıl tükettiğimi mi hatırlattım? Sahi ne zaman olmuştu bu, aklımdan çıkmış bak.”

Kokusunun sıcaklığı burnumu yakıyorken dudaklarım serseri bir kıvrımla hareketlense de son sözcüklerimi eklemekten geri kalmadım. “Ama tüm detaylarıyla senin aklında olduğundan eminim, öyle değil mi?”

Omuzlarımdan sertçe geriye itilmeyi beklediğim söylenemezdi. Fiziksel olarak gücü beni ondan uzağa itmeye ancak ben bunun farkında olmazsam yetebilirdi. Tam olarak da öyle olmuştu. Aramızda hiç boşluk yokken beni itişi, yeni boşluğumuzu bir adımdan belki biraz azına çıkartabilmişti sadece.

“Aklından çıkmış..?” derken sesi güler gibi olmanın sınırlarındaydı. “Acar Merih Bayazıt, karısının ona yandığı herhangi bir anı unutuvermiş yani. Yarın güneş batıdan doğacak mı demek bu?”

Dünyanın sonunun gelmesiyle eşdeğer tuttuğu konuya gözlerimi kısarak tepki verdim. Konuşmaya başlamadan önce yeterince uzak kaldığımızı düşünerek dirseğinin altından yakalayıp onu kendime çektim. “Bu delinin karısı, böyle bazı anlarda mı yanıyormuş sadece kocasına? Her an tutuşmuyor muymuş? Karı koca biraz farklılar öyleyse bu konuda.”

“Sen hiç durmadan mı yanıyorsun bana?” Alnıyla burnuma yavaşça dokundu. “Hiç durmadan,” dedim tereddütsüzce. “Yanmaya başladım, bir daha hiç sönmedim Feris. Sönmeyeceğim de. Bende sana yanan ateşi söndürebilecek bir güç yok.”

Alnını burnuma yaslaması, dudaklarımı oraya dokunma güdüsüyle sızlatmıştı. Alnının kenarına bıraktığım sesli öpücüğün modumuzu değiştirerek bizi daha duygusal bir hale bürümesi ihtimaller dahilindeydi. Yani en azından karşımdaki kadının hormonları oyun dışı kaldığında öylelerdi.

Onu bir saniye bile duraksamadan yakalayacağımı bilerek yerinde hafifçe yükselip omuzlarıma tutundu. Bacakları kalçamın üstünde çaprazlanmışken artık yüzü benden biraz daha yüksekteydi.

“Yanmaktan fazla bahsettiğin için, sana eşlik etmek isteyen bazı destekçiler edindin az önce.”

Eve geldiğimizde üstündeki fazlalık kumaşlardan kurtulmuştu. Ekim ayına yeni girmiş olmamıza rağmen hiç soğumayan hava evde hâlâ bol şortlarla geziniyor olmasının temel sebebiydi.

Kucağıma çıktığında şortun bir şey saklayamayan ince kumaşından tüm hatlarıyla karnıma yaslanan kuytunun bahsettiği destekçilerden en önemlisi olduğunu fark etmemem imkânsızdı.

“Nasıl teşekkür edeceğim destekçilerime?” diyerek kelime oyununa katıldığımda en sevdiğim şarkının nakaratı kulaklarımdaydı. Kıkırtısı kısa bir süre sonra sonlandı.

Kendini kucağımda aşağıya doğru kaydırdı. Sıcaklığını karnımda değil kasıklarımda hissetmeye başladığımda beynimdeki direnç damarlarından biri hızla çatladı. Dakikalardır onun etkisiyle sınıra oynamaya başlamıştım. Kasıkları, hissedebileceği hale çoktan bürünmüş olan kasığıma çarptığında aynı anda havayı soluduk.

“Odaya-…” diye mırıldanacağı sırada ağzına meşgul olabileceği bir şey hediye ettim. Dudaklarını sömürürcesine öpmeye başladığımda gözleri geriye doğru kayarak kapandı.

Bacaklarını belimden çözmesi için aceleciydim. Dudaklarımızın ayrılmasına izin vermeden, o yere basıyor hale geldiğinde başımı eğerek dudaklarıma ulaşmasını kolaylaştırdım. Parmaklarım şortunun bel kısmını bulduğunda neden kucağımdan inmesi için hamle yaptığımı anlamış olması gerekirdi.

Ağzının içine sızan dilimi emdiğinde hırıltılı bir biçimde anlamsız bir ses çıkartmıştım. Benden sesli olarak aldığı her tepki, ona kadınlığında parmaklarımın gezinişinden farksız bir haz veriyordu. Buna da ezberdim.

Şortu belinden gevşettiğimde ayaklarına doğru süzülmesi için çabalamama gerek kalmadı. Bol kumaş hızla yere çarpmıştı. Şortla birlikte yeri boylayan külota içim acımış gibi yakınmak için dudaklarımızı ayırdım. “Tüh,” dedim. “O da çıkmış.”

Dişlerini göstererek kısa bir an güldü. “On saniyeden fazla süre daha içimi doldurmazsan…”

Koşula bağladığı cümlesinin ikinci kısmını beklemedim. Ona yaptığımdan çok daha fevri bir biçimde kendimi de çıplak bıraktım. Ateş kırmızısı ile renklendirdiği uzun tırnakları göğsümü çizdi hafifçe. “Sözümü dinlediğind-…”

Biraz uzaklaştığımız duvara yeniden sırtını yaslamam, sol bacağını dizinin arkasından sıkıca kavrayıp kaldırdığım anda kadınlığına gömülmem miydi bu kez sesini kesen?

“Tüh,” dedim az önceyi taklit ederek. Duvarları beni sarmalarken sesim az öncekinden oldukça farklıydı elbette ama yapacak bir şey yoktu. “Sözünü mü kestim güzel bebeğim?”

Başını geriye doğru atıp duvara vuracak gibi olduğunda bacağına sarılı olmayan kolum refleksle havalandı. Avucum başı ve duvar arasında kaldığında kendini çarptığı yer ben olmuştum. Onun içine çarptığım anlar sayıldığında, bu küçük skorla kesinlikle hükmen mağluptu.

Tek bacağındaki desteğimin onu ayakta tutmaya devam etmem için yeterli gelmeyeceğini bakışlarındaki kaymadan anladığımda kalçasından kavrayarak bedenini havalandırdım. İçinden çıkmadan onu kucağıma almam, beni en derinine itmişti. Çenemi sıkarak homurtuyla küfrettim. Böyle hissettirmesi yasaklanması gerekecek kadar haz doluydu. Böylesine haz verici bir anı mümkün kılması cezalandırılmalıydı. Cezalandırılıyordu da.

Kollarını hantal bir biçimde boynuma sarıp yanağını yanağıma yasladığında kediye dönüşmesine o göremese de gülümsedim. “Rahat mısın?” derken alaycıydım.

“Bu kaplumbağa hızıyla devam edeceksen, uzun bir süre rahat edemeyeceğim gibi Merihcim.”

Cümlesinin yarısında inlememek için kendini sıktığından duraksamasaydı, inandırıcılığını koruyabilirdi; belki…

“Tüm hafta sonunu benden başkasını görmeden geçireceğini bile bile ceza sahasındasın hâlâ, deli cesareti var sende.”

Benden kaçmak istediğinde sığınacağı kızlarımızın dayılarında olmasına, bugün ikinci kez seviniyordum. Başımıza taş falan yağmasaydı bari.

“Ben de giderim ki!” dedi nefes nefese. Nasıl bir inatlaşma aşkıysa karımdaki, ben içinde gidip gelirken dahi sönmüyordu o aşkın ateşi.

“Sen benden bir nefes uzağa gidebileceğine inanıyorsun da yani? İlaçlarını alınca geçecek hepsi, üzülme bebeğim.”

Ona şizofren muamelesi yapmama ağzı açık kaldığında şaşkınlığını kendi fırsatıma çevirdim. Dilimi ağzına davetsiz misafir olarak yolladığımda karşılaştığım misafirperverlik kesinlikle kusursuzdu. Ona dair her şey kusursuzdu.

 

~

 

- Feris

 

“Anne!” diyerek yanıma nefes nefese koşarak ulaşan Leyan’a bakarken gözlerim halini sorgulamak üzere baştan ayağa kızımı süzdü. Ciddi bir şey olmadığı gayet açık olduğundan omuzlarım gevşedi.

“Ne oluyor dayıcım koşmasana, düşeceksin pat diye.”

Koray yanımda oturuyordu, Leyan benden önce onun tarafına geçtiği için yakalaması zor olmamıştı. “Koraycım,” diyerek yüzünü dramatikleştiren Leyan’a şaşırmıyordum. Artık -zor da olsa- onun benim Göktürklerle büyüsem geçireceğim çocukluğu izleyebilmem için Deniz Göktürk olarak büyüdüğünü kabullenmiştim. “Yardım etmen lazım bana.”

“Yardım dediğin nedir dayısının gülü, edelim yardım. Ne yapıyoruz?”

“Babamın, Yaman dayımın ve Savaş dedemin kıskançlığına bir çözüm bulmamız lazım artık.”

Koray birkaç saniye duraksadı. Sonra kocaman bir kahkaha attı. Eliyle bana aramıza oturttuğu kızımı gösterdi. “İzgi’m, bu kıza böyle hayaller kurmayı sen mi öğrettin? Sanatçısın yaratıcısın falan anlıyorum ama kızının aklını bulandırma.”

Leyan ters ters Koray’a baktı. “Dayı!” diye cırladığında yüzümü buruşturmamakta zorlanmıştım. Koray’a dayı dediği anlar nadirdi. Şahit olmak da inanın pek keyif vermiyordu.

“Ne dayı güzelim? Gelmişsin üç büyük kıskançlık abidesini sıralayıp hadi kıskanmasınlar artık diyorsun bana? Sihirli güçlerim yok ki.”

Koray’ın çaresiz açıklamaları Leyan’ın ifadesini yumuşatmaya yettiğinde dudaklarımı sarkıttım. Koray’ın duygu sömürülerine hemen kanma konusunda da benden feyz almayı ihmal etmemişti, evet.

“Ateş konusu mu yine Allah aşkına?” diye sordum bıkkınca. Son bir aydır tüm sohbetlerimiz bir şekilde buraya bağlanır olmuştu. Acar’ı o gün okula götürdüğüme bin pişmandım. Müdür insan gibi ayrıntı verseydi, okula tek gidebilir ve hem kocamı hem de kızımı azaptan kurtarabilirdim.

“Evet, annişim.” diyerek Koray’ı hızla satıp bana yağlanmaya başlayan Leyan’a gözlerimi kısarak baktım. “Hayırdır tanışıyor muyuz hanımefendi?”

Kollarını bana doladı sıkıca. “Kızınım ben senin, biricik canın kızınım.”

“Biricik derken?” diyerek homurdanan ses fazlasıyla tanıdıktı. Leyla elleri belinde salonun girişinde bekliyordu. “İkicik diyecektim, ikizim olduğunu unutmuşum.”

“Kesin unutmuşsundur, evet.” Söylendikten hemen sonra bana döndü. “Anne salona mı gelsen artık acaba? Doğum günü kızısın sen, neden buradasın?”

Gülümsedim. 14 Kasım’dı bugün. Hayatımın ilk üç yılında bu günü kutlamış, sonraki on dokuz doğum günümü ise yanlış bir tarihin gölgesinde harcamıştım. O yanlış tarihlerin hatırlayabildiğim her seferinde benimle olan değişmez kişi de şu an buradaydı hatta. Göz ucuyla Koray’a baktım. Gülümseyişimin nedenini biliyordu.

“Doğum günü kızıyım evet, aşağı inince tüm ilgi bende oluyor. Üçüzlerim ağlamasın diye biraz ortalıktan kaybolayım dedim annecim.”

Leyla yanağını kaşıdı. “Az önce Selim dayım üçüzlerini kovalıyordu anne. Bu ilgi olarak sayılır mı?”

Ailenin en sakin üyesini ne yaparak delirttiklerini sorgulamayacaktım. Üçüzlerime bu konuda güvenim tamdı, başarırlardı bir şekilde.

“Sayılır birtanem, bu ailede sevgi dili bazen de kovalamak biliyorsunuz.”

“Doğru,” diyerek aynı anda onaylayan Leyla ve Leyan aynı anda konuştuklarında birbirlerine baktılar. Bakışmalarının sonunda Leyan Koray ve benim aramdaki konumunu terk edip ayaklandı. “Biz iniyoruz, siz de gelin az sonra. Tamam mı?”

Bizden onay aldıkları anda odadan çıktılar. Oda dediğim de, çatı katıydı aslında. Atölyemdi…

“Doğum günümde bana hediye vermen gerekirken, başkasına vermek üzere benden hediye edinmen ne kadar hoş oldu değil mi canımın içi?”

Yanaklarımı kavradı. Alnımın ortasını şap diye öptüğünde dayanamayıp güldüm. “Hediyeni beğendin mi?”

“Çok,” dedim sesli harfi uzata uzata. “Portresini çizdirdin diye sana âşık olmayacağını biliyorsun değil mi?” diye eklediğimde dudakları kıvrıldı.

“Neyse ki tek numaram bu değil İzgi’m, bin yıldır tanışmıyormuşuz gibi yapma alınırım.”

Yüzümü buruşturup ayaklandım. “Bin yıl ne? O kadar yaşlı değilim ben, boş boş konuşma.”

Söylene söylene kalkıp salona doğru yol aldım. Yaşlı değildim ben, doğum günümdü bugün ama geçen seneki yaşımdan henüz ayrılasım gelmemişti. Biraz daha otuz sekiz yaşımda kalacaktım. Otuz dokuz olmak demek, kırk olmama göz açıp kapama süresi kalıyor demekti.

Acar’la dalga geçtiğim otuz yaşıma basarken girdiğim depresyon sonucu bir daha onunla uğraşmama kararı almıştım. Kararım Acar kırk olana dek sürebilmişti gerçi. İçimde kalırdı yoksa.

Merdivenleri inmeyi bitirdiğimde evimizin dört bir yanına dağılan aile -ve aileden farkı kalmayan dostlarla- üyelerini tek tek görebilmem mümkün değildi. Hakkımı salondan yana kullandım. Bahçede yaşına başına bakmadan tepinenleri de, mutfaktaki masayı ele geçirdiğinden emin olduğum bir grubu da elemek zorundaydım.

“Gelmeseydin hiç ya, biz öyle bir uğramıştık zaten. Seninle ilgili bir kutlama falan yok yani koca yanak.” diyen Soner abiye göz kırptım. “Bensiz duramıyorsun da hiç, nasıl birisiyim ya ben?”

Arkamdan salona dalan Koray, Soner abinin dikkatini üzerine alınca ben de bulduğum ilk boşluğa yerleştim. Şaka… Bulduğum en rahat alanı, boş olmamasına rağmen boşaltıp oturmuştum.

Babam ve Yekta abimin arasında yayılmış telefonuyla uğraşan Pamir’i dürtüp bacağımla bacağına vurdum. “Yerime oturmuşsun ergen, kalk.”

Telefondan gözlerini ayırabildiğinde beni ikiletmeden ayaklandı. Babam ve abim onların yanına sığınma sürecime sırıtarak seyirci kalmakla yetinmişlerdi.

Pamir kalan yerlerden birine geçmek yerine ayaklarımın dibine yerleşip yanağını bacağıma yasladı.  Sırnaşık hallerini görmeyeli, aylar yıllar geçip gittiği için içim erimiş olsa da yüzümü sabit tuttum. “Hayırdır Pamircim, halan olduğumu mu hatırladın birden bire?”

On yedi yaşında olmasını kabullenemiyordum. Yedi yaşından sonrasını kaldırmakta çok zorlanmıştım. Etrafımdaki benden küçük herkes, onları tanıdığım yaştan en fazla birkaç yıl büyüyebiliyordu bence. Rüya, on civarı; Pamir en fazla yedi ve kızlarım da üç yaşındalardı hesaplamalarıma göre.

“Halamsın hep zaten, o ne demek?”

Başını bacağımdan kaldırmasına aldırmadan babamın omuzuna yasladım yanağımı. “Torunun algılarını da kapatmış artık baba, önce sosyal yeteneklerini yitirdi şimdi de algısını.”

Babam başını başıma doğru yasladı. “İki numara dururken bir, üç ve dört numaranın karması olmak hayatının hatasıydı. Biraz daha büyüyünce anlayacak can suyum. Üstüne gitme.”

Pamir kaşları çatık halde bizim dertlenmemizi izledikten sonra babasına döndü. “Baba ne diyorlar duymuyor musun?”

“Duyuyorum oğlum.” derken güneşleniyormuş gibi rahat görünen Yekta Göktürk kesinlikle hayran olunası duruyordu.

“Bir şey desene o zaman.”

Abim sert sert bakarak bize döndü. “Haklı haklı konuşmayın oğlumla, yeter.”

Salonda yankılanacak bir kahkaha attığımda abim de birkaç saniye sonra eşlik etmişti bana. Pamir’in büyüdükçe ondan başka herkese benziyor oluşu yıllardır vazgeçilmez sohbetlerimizdendi.

Bazen babanız ailedeki en mantıklı kişilerden biriyken siz gidip üçü birbirinden uçlarda olan amcalarınızın kopyası olurdunuz. Pamir Göktürk olmanın denklemi de buydu işte.

“Çok sinir bozucusunuz,” diyerek ergenliğinin zirve yıllarında oluşundan beslenen tribiyle bize bakıp ayaklanacak gibi hareketlenen Pamir’e uzandım hemen. Babamın omzundan kalkmam gerekmişti, bu fedakarlığı yaptığım için öpüp başına koysundu beni zaten.

Sırtını sıvazlarken dudaklarımı saçlarına bastırdım sıkıca. “Sinirlerin çok tatlı bozuluyor da ondan, bebeğim.”

“Nerem bebek benim hala?”

“Koca bebeksin o zaman, bedenin büyüsün istediği kadar. Gözlerine bakınca küçücüksün işte, bana ne be!”

Bir anda yükselmeme şaşkın şaşkın baktı. Gözleri karşı koltukta Caner ve Ufuk eşliğinde sabrı sınanıyor gibi görünen kocama kaydı. “Bence Acar eniştemi arada kutlamalıyız, senin iniş çıkışların beni çok ürkütüyor hala. O ürkmüyorsa bu kadar yıldır, bu büyük bir başarı.”

Ben kaşlarımı çatıp konuşamadan önce babam kolunu omuzuma dolayıp beni geri çekti hızla. “O herife kızımı emanet ettiğim yetmiyor, bir de tebrik mi edeceğim ulan? Otursun şükür duası etsin, canımın canları olmasa ben kızımı bu kadar yıl ona bırakır mıydım?”

Canının canları, kızlarımdı. İfade edişine her zaman olduğu gibi gülümsedim.

“Tamam dede, lütfen bana zarar verme. Damadına olan aşkını benden uzakta yaşa n’olur.”

“Lan!” diye öne atılan babamı beklemeden Pamir sürünerek de olsa kaçmıştı. Bulduğu ilk şefkat dolu kişiye yapıştı. “Yenge, imdat!”

Hayal gökten iner gibi kucağına kafasını gömen Pamir’e şaşkın baksa da saçlarını okşamıştı hemen. Onun yanında oturan Sinem yalandan olduğu belli bir biçimde kaş çattı. “Oğlum bi’ santim kaysan ben buradaydım. Aşk olsun, gerçekten.”

Pamir, Hayal’i bırakmadan annesine baktı. “Anne sen beni korumuyorsun bazen, riske atamazdım. Yengem kıyamıyor.”

Sinem başını anlayışla salladı. “Doğru, ben uğraşmaya kıyamıyorum ama arada sinirlerimi hoplattığın anların intikamı olarak korumaya da almıyorum seni.”

Onlar kendi aralarında başka konulara daldığında babamın göğsündeyken mayışmıştım ben de.

Salondan içeri arkalarından atlı koşturuyormuş gibi giren Rüzgar ve Toprak’ı görene kadar da pek yerimden kıpırdamamıştım zaten.

“Deniz!” diyerek aynı anda adımı bağırdıklarında, hatta bir nevi böğürdüklerinde telaşla ayaklandım.

Arkalarından gelmesini beklediğim kişi, Leyla’dan aldığım istihbarattan kaynaklı olarak Selim’di. Belki bir ihtimal Yaman abim gaza gelmiş ve onları kovalamaya karar vermiş olabilirdi, ya da ortalıkta görünmeyen amcamı da kızdırmış olabilirlerdi; ama arkalarından elinde holdeki vazolarımdan biriyle koşan kişinin Pınar Göktürk olması beni şok etmişti.

“Anne?” diye soludum arkama sığınan üçüzlerime elimden geldiğince siper olurken.

“Annem, çekil güzel kızım.” Gülümseyerek beni uyardıktan sonra bakışları arkamdaki ikiliye kaydı. “Çıkın oradan!” dediği sırada gülüşü psikopat bir hal almıştı.

“Tövbeler olsun, Pınar babaannenin minnoşluğunu bu derece ortadan silen ne yapmış olabilirsiniz?” diyen Rüya’ya oldukça fazla hak veriyordum.

“Bunların varlığı yetiyor bana, babaannesinin canı. Nedene ne gerek var?”

O sırada annemin Rüya’yla konuşuyor olması hepimizin dikkatini o ikiliye çevirmişken, beklemediğimiz bir hamle aniden gerçekleşiverdi.

Babam arkamdan sinsice yaklaşmış, aynı anda Rüzgar’ı ve Toprak’ı enselerinden yakalayıp kedi yavrusu gibi anneme doğru götürmüştü. “Hayatım al, yorulma daha fazla.”

Salonda gülüşler yükselirken annem, üçüzlerime vazoyla tehditler savurma moduna girmeden önce babama biraz göz süzmeyi tercih etmişti. Aralarındaki anlık cilveleşmeye sırıttığım sırada belimden tutulup sert bir yere yapıştırıldım.

“Sana da merhaba kocacım,” diyerek göğsüne yapıştığım Acar’ı selamladım.

“Hazır ortalık karışıkken karıma sarılmasa mıydım? Baban anneni düşürmekle meşgul, kalanlar da Rüzgar ve Toprak’ın infazını bekliyor. Daha iyi bir fırsat bulmam zor.”

Karısı değil de kaçak göçek görüştüğü sevgilisiymişim gibi tavır takınmasına kıkırdadım. “Haklısın Acarcım, çok iyi yaptım.”

“Sen de çok iyi yaptın,” diye fısıldadığı sırada sırtım göğsüne yaslıydı. Kulağıma doğru eğilerek konuşmuştu. Merakla başımı geriye atıp ona bakmayı denedim. “Neyi iyi yapmışım?”

“İyi ki doğmuşsun, var olmadığın bir ömür düşümde bile canlanamıyor Feris Bayazıt.

Beni karnımdan sıkıca sarmış olmasa dizlerimin üzerine düşme ihtimalim kesinlikle sıfır değildi.

Gece, yani saatler 00.00 olduğu anda zaten buna benzer dileklerini duyduğum ilk kişi oydu. Ama şu an gelişen bu konuşmanın kendiliğinden olduğunu bilmek etkisini bine katlıyordu.

“Bana sensiz, sana bensiz bir ömür harammış çünkü. Öyle duydum ben.” diye mırıldandığımda şakağımı sertçe öptü.

Birkaç saniye boyunca salondaki karmaşanın içinde bir kenarda sanki burada yalnızca biz varmışız gibi sarılı halde beklemeye devam ettik. Kalbinin düzenli atışları sırtımda yankılanıyorken karnımdaki koluna tutundum sıkıca.

“Zümrüt göz?” diyerek bir şey soracakmış gibi konuştuğunda başımı yana eğip ona baktım. “Efendim Acarcım?”

“Aklıma bir şey takıldı benim.”

“Söyle bakalım,” dedim merakla. Kollarında ters dönmüştüm bu sırada yüzüne rahatça bakabilmek için.

“Şimdi sen bu yıl otuz dokuz yaşına girdin ya, seneye de k-…”

Avuçlarımda toplanan deli kuvvetiyle göğsünden ittim onu. “Sakın!”

Yüzünde sinirlerimi bozmaya böyle kolay ara vermeyeceğini belli eden bir gülüş belirdi. “Acar sakın dedim!” diye çığırdığımda sesimin kontrolünü sağlamakta zorlanmıştım. Bu zorlanış, salondaki tüm dikkatlerin üzerimize çevrilmesine sebep olmuştu.

Yaman abimin salona ne ara girdiğinden habersizdim ama ilk konuşan o oldu. “Denizkızım! Boşuyor musun yoksa mahkeme duvarı suratlıyı, o gün bugün mü? Doğum günün benim bayram günüm mü olacak?”

Parmaklarımla burun kemerimi sıkıştırdım. Salonda kızlarımız varken bu dozu kaçan şakalarını yapmalarını kaç kez daha yasaklamam gerekiyordu acaba?

Leyan ve Leyla’ya baktım. “Annecim-…”

Leyan elini kaldırıp beni durdurdu. “Anne açıklama yapma. Babamın senden boşanmayı kabul etmesi için şey gerekiyor-… Ne gerekiyordu Leyla?”

“Bilincini kaybetmesi ve zorla imza attırılıp haberi olmadan boşanmanın gerçekleşmesi.”

Leyla’nın ezbere söyledikleri salonun bir kısmını güldürüp bir kısmını somurtmaya mecbur bırakmıştı. Gözlerimi kırpıştırarak ikizlere baktım. “Ne?”

“Bu arada bilincim yerine geldiğinde yeniden evleniriz, bu kısmı herkes tahmin eder diye düşündüm ama eklemekten zarar gelmez.”

Kızlara kalıbı ezberletenin kim olduğu Acar’ın tepkisiyle ortaya çıktığında dayanamayıp güldüm. “Deli misin sen?”

“Bir sana, hep sana.” demekte bir saniye bile gecikmedi.

Alnımı göğsüne yaslayıp saklanırken aslında etrafımızdaki kalabalıktan duyduğum bir utanç yoktu. Yıllardır bu halimize şahit olan insanlardan çekinmem ironik olurdu zaten.

Acar kolunu sırtıma sardığında iki yanımızdan aynı anda dolanan birer çift kolla birlikte bedenimdeki huzuru mümkünmüş gibi katlayan bir his bulutuna sürüklendim. Leyla ve Leyan’ın yanımıza gelip sarılma balonumuzu tamamladığını bakmasam da hissediyordum.

Kalbimin sızıdan, boşluklardan yanmasına beni yıllar boyu alıştıranlara inat; son on beş yılımda kalbim öylesine dolu ve huzurluydu ki aklım bunca zamana rağmen bazen inanmakta güçlük çekiyordu.

Feris, İzgi, Deniz… Hepsi bendim. Hepsinin bir parçası bendeydi. Üç ayrı kişilik değil, bir bedende üç birleşik nefeslerdi. Her birinin gözünün içine bakan bir ev dolusu insan vardı. Ne Feris’ken, ne İzgi’yken ne de Deniz’ken yalnız değildim.

Bizi biz yapan yaşadıklarımızdı. Şekil almamızı sağlayan da buydu. Benim insanlarından çoğundan tek farkım, kendimi bulmamın biraz fazla yaşanmışlığa mâl olmuş olmasıydı.

Beni ben yapan keşkeler vardı. O keşkelerin üstü, binlerce iyi ki gelince benim çok çabalamama gerek kalmadan yavaşça ama hiç açılmayacak kadar da sıkıca örtülmüştü.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm