Aykırı Çiçek 35.Bölüm
35.BÖLÜM
Kapıyı açtığımda henüz tam olarak geriye çekmemiş olsam
da kapının çıkarttığı ses Şeyda’nın dikkatinin tamamen burada olmasına yol
açmış gibi görünüyordu.
Yüzündeki gülümseme benimle karşı karşıya kaldığı anda
hızla sönerken bu gülümsemeyi göstermek istediği kişinin Acar olduğu gerçeği
bedenimde birkaç noktayı iğne batırılmışçasına uyardı. Şaşkın tuttuğum ifademle
oyalanmadan, “Günaydın,” diyerek kapıya hafifçe omuzumu yasladığımda Şeyda
benimkinin aksine gerçek bir şaşkınlıkla bana bakıyordu.
“Günaydın,” derken sesi kısıktı. Az önce büyük bir
enerjiyle dolup taşmış, planını telefondaki her kimse ona anlatıyor haldeyken
şimdi pili bitmek üzereymiş gibi bakıyordu. “Acar… Çıktı mı erkenden?”
Zevkle gülümsemek isteyen tarafımı bastırarak sakin
kaldım. “Hayır, uyanmadı henüz. Önemli bir şey varsa…” diyerek sanki istese
Acar’ı uyandıracakmışım gibi konuştum. Şeyda’nın hızla yok etmeye çalışsa da
gözlerinde parlayan, bir nevi sinir püskürttüğü oldukça açık bakışlarını
kaçırmamıştım. Gözlerinin üzerimde gezinmesini, giydiğim tek parçanın Acar’a
ait olduğu belli olan kocaman bir tişört oluşunu algılamasını sessizce bekledim.
“Ajansa gider bu saatlerde hep.” Kuyruğunu kıstırmak
yerine karşılık vermeye çalışmasını umutsuzca izledim. Bana, onu çok iyi
tanıyor olduğunu belirtmeye çabalıyordu. “Öyle mi?” dedim şaşırmış rolümü
abartarak. Dün bu bilgiyi Çağla ve Melih’ten almamışım gibi görünüyordum.
“Bugünü birlikte geçireceğimiz için rutininden şaşmış yani…” Acar’ın bu
hareketini dün fark etmemişim ve şu an Şeyda’dan öğrenmişim gibi kendi kendime
çözümleyip hayran bir sesle mırıldandım.
Şeyda, yanlış kartı oynadığını anladığında gözlerini
benden saniyelik bir süre için kaçırıp sola kaydırdı. Her hamlesi bu kadar
açıkça görünürken, zekiyim diye geçinen Acar’ı nasıl bu kadar süre ayakta
uyuttuğunu düşünüp hayretler içerisinde kalmaya devam ediyordum. Melih’e aşığım
demişti ve Acar tüm ruhuyla buna inanıp hiç şüphe duymamıştı belli ki.
Bacaklarımın üşümeye başlamasıyla yerimde kıpırdandım.
“Apartman serinmiş, ben artık içeri geçeyim.”
Şeyda başını hafifçe sallamak dışında bir tepki
vermediğinde gülümsedim. Kapıyı kapatmak için hareketlenmişken aklıma son anda
bir şey gelmiş gibi oyuncu bir telaşla kapıyı sonuna kadar açtım. “Şeyda!”
diyerek asansörün tuşuna basmış olan Şeyda’nın odağını yeniden kendime
yönelttim.
“Evet?” Beni bir kaşık suda boğmak isteyen bakışlarını
görmemiş gibi davranarak samimi olmasına özen gösterdiğim ifademle ona baktım.
“Aslında nasıl söylemem gerektiğini bilemiyorum ama…” Duraksadığımda Şeyda
merakla açılan gözlerini yüzüme dikti. “Neyi?”
“Ben geçen hafta istemeden abin ve Acar’ın bir
konuşmasına kulak misafiri oldum, abin buraya uğramıştı da.” Fatih’in kapıya
dayanıp gecenin bir vakti Acar’ı üzerimdeyken bir nevi bastığı geceyi
kastederek konuştum. Yarısı doğruydu, kalan yarısı ise yalan olacaktı. “Burnumu
sokmuş gibi olacağım biraz ama bildiğimi saklamak istemedim senden hazır
karşılaşmışken.”
Şeyda her cümlemde daha merakla doluyor, daha da
sabırsızlanıyor gibi görünürken dudaklarımdan dört kelimelik bir cümle daha
döküldü. “Melih’e âşık olduğunu biliyorum.”
Melih yerine Merih diyerek gerçekten her şeyi bildiğimi
belli etmeyi isteyen sabırsız bir tarafım olduğu doğruydu. Fakat Şeyda’nın
herkesi parmağında oynatıyor oluşunu tamamen karşılıksız bırakmak hoşuma
gitmemişti. Biraz kıvranmasını izlemek istediğim için kötü biri sayılır mıydım
bilmiyordum, sayılıyorsam da geri döneceğimi sanmıyordum.
“Doğum günü gecesi benim Melih’le yakın oluşumdan dolayı
aramızda negatif bir elektrik var tanıştığımızdan beri seninle sanırım, ama
Melih gerçekten yakın arkadaşım. Zaten...” dedikten sonra aptal âşık
gülümsememle arkama doğru baktıktan sonra gülümsememi dağıtmadan ona döndüm.
“Acar’la birlikteyim, endişelenmene gerek
yok.”
“Ben…” dedikten sonra zorlama bir gülümsemeyle dudakları
kıvrıldı. “Öğrenmiş olmana şaşırdım, abim yerli yersiz konuşur genelde kusuruna
bakma.”
“Ne kusuru, sırrına ortak olan benim. Sen kusura bakma.
Melih ile ilgili elimden gelen bir şey olursa da…” derken dün Çağla’ya mutfakta
ayaküstü her şeyi anlattığım için rahattım. İçkinin içeriğini öğrenmeden önce de
şüphe duyduğum birçok şey vardı ve dün Çağla’ya anlatmıştım. Şimdi ise şüpheler
yerini su götürmez gerçeklere bırakmıştı. “Mutlaka haberim olsun, yardımcı
olmak isterim.” diyerek tamamladım.
“Teşekkürler. Acar’a selam söylersin.” Alnına silah
dayanmış gibi ettiği teşekkürüne gülümseyerek karşılık verdim. Elimi hafifçe
salladıktan sonra kapıyı kapattığımda dudaklarımı kıkırdamamak için birbirine
bastırıyordum. Sırtımı kapıya yaslayıp sakinleşmeye çalışırken ses çıkartmamaya
özen göstererek kapı deliğinden dışarı baktığımda Şeyda’nın asansörün tuşuna
peş peşe delecekmiş gibi basıyor olduğunu görmüştüm.
Başımı omuzuma doğru eğdim. “Zihninde tilkiler dolaşan
tek kişi sen olmadığında oyun daha eğlenceli olacak gibi Şeyda.” Kendi kendime
mırıldanırken çıplak ayaklarımı yerlere vura vura odaya döndüm.
Acar’ın halen uyuyor oluşunu fırsat bilerek yatağa çıkıp
göğsüne kıvrıldım. Yanağım çıplak göğsüne yaslıyken uykum tamamen açıldığından
dudaklarımı büküp parmaklarımı göğsünde, boynunda hatta çenesinde gezdirerek
yanlışlıkla(!) onu da uyandırmaya çabalamaya başladım.
Hafifçe hareketlendiğinde doğru yolda olduğumu anlayarak
işime odaklanmışken kolları beni kafesleyip sıkıca sardığında şaşkınca inledim.
“Acarcım kolum kopsun istiyorsan biraz daha sert sık.”
“Uyu zümrüt göz, uyu.” Ağzının içinde homurdanıp sertçe
saçlarımın üzerini öptükten sonra kollarını az da olsa gevşetti.
“Ama uykum yok ki.” dedim dertlenerek. “Uykum yokken
uyuyamam, sen uyan.”
“Ben de uykum varken uyanamam Feris, ne yapacağız şimdi?”
“Yalancı birisin.” Yüzümü göğsüne sürttüm. “İşe gidecektin
bu saatlerde, uyanacaktın yani.”
“Kokun uykumu getiriyor, ayrıca geç yattık. Sebeplerimi
beğendiysen o dudaklarını ben kapatmadan önce sus ve uyu güzelim hadi.”
Geç yatışımızın sebebi gözlerimin önünde canlanır gibi
olduğunda öksürüyormuş gibi boğazımdaki yumruyu ittirmeye çalıştım. “Uyuyayım o
zaman.” Gözlerimi sımsıkı kapatıp beklerken içimden saydığım onuncu saniye dolduğunda
gözlerimi yeniden fal taşı gibi açtım. “Olmadı, denedim uyumayı. Şimdi de sen
uyanmayı dene.”
Acar’ın sesli bir şekilde gülmeye başlamasını
beklemediğim için heyecanla ve şaşkınca kafamı kaldırıp avuçlarımı göğsüne
yaslayarak yüzüne baktım. “N’oldu?”
“Delisin biliyorsun değil mi?” Gülüşüne hayran hayran
bakıyor oluşumu göz devirerek sonlandırdım. Dudaklarımı dudaklarına bastıracakmış
gibi eğilip hafifçe dudaklarımızın birbirine sürtünmesine sebep olduğumda
Acar’ın bakışları dudaklarımıza kaydığı anda kendimi yataktan aşağıya attım.
Dengemi zar zor toparlayıp ayakta kalabilmişken Acar hayatının şokunu ve
acısını aynı anda yaşıyormuş gibi görünüyordu.
“Öpecektin?”
“Deliyim ya ben, bir anım bir anımı tutmuyor. Öpesim
kaçtı, kahvaltı yapmaya gidiyorum.” Ben gülüşüne hazineymiş gibi bakarken
suratıma suratıma ‘delisin’ demesi sabah sabah sinirimi bozunca arkamı dönüp
odadan çıkmak için hareketlendim. Belime kıvrılan tişörtü düzeltmeye gerek
duymadan, kalçalarımın sallanmasına sebep olacak şekilde salınarak odadan çıkıp
mutfağa giderken Acar’ın ne halde olduğuna dönüp bakmadım.
“Siktir!” diyerek yataktan kalktığını duyduğumda gülmemek
için yanaklarımın içini ısırdım. “Kalçalarını öylece sallayıp kaçabileceğini mi
sanıyorsun?”
“Sanmıyorum Merihcim, yapıyorum.” diye karşılık verirken
belime dolanan tek koluyla beni sırtım göğsüne yapışacak şekilde havalandırdığı
için küçük bir çığlık attım. “Duyamadım, tekrar et.”
“Senden korkuyormuş gibi mi duruyorum?” dedim meydan
okuyarak. Yüzüne bakabilmek için başımı arkaya atıp omuzuna doğru yasladığımda
yanağımı öptü. “Seni korkutacak kişi daha anasının karnından çıkmamıştır, çok
eminim.”
“Sağ ol canım, iltifat mıydı bu senin dilinde?” Kabile
dili konuşmuş gibi davrandığım Acar beni yere indirdiğinde kıkırdadım. “Yaa
bakayım küstün mü?” Yanaklarını avuçlayıp başını iki yana oynattığımda
ifadesizce bana bakıyordu. “Öpeyim barışalım.” diyerek yanaklarını bayramlaşır
gibi öptükten sonra geri çekildim. Acar Karadeniz’de gemileri batmış gibi
durduğunda kıyamayıp dudaklarını küçücük öptüm.
En azından niyetim buydu.
Acar dudaklarımı bırakmayıp öpücüğü derinleştirdiğinde
gözlerim kapanırken parmak ucumda yükseldim. Zar zor geri çekilebildiğimde
dudaklarımızın arasında çok az bir mesafe varken çaresizce mırıldandım. “Çok
açım.”
Başparmağı çenemi yavaşça okşarken dudaklarıma son bir
öpücük bıraktı. “Doyuralım o zaman seni Feriscim.”
Bu cümleyi bambaşka bir yere çekebilme potansiyelim yerli
yerindeydi fakat midemden gelen gurultular Acar’a ulaşmadan yemek yemeyi
diliyordum. Bu yüzden uslu durarak başımı salladım. “Doyuralım beni.”
Acar’ın benim aksime mutfakta gayet başarılı oluşunu
tezgâha tırmanıp bacaklarımı sallandırarak izlerken keyfim yerindeydi. Ada
tezgâhın üzerine hazırladığı minik kahvaltı soframıza çok büyük katkılar
sağlıyormuş gibi düzeltmeler yaparken vakit geçiriyordum.
“Ay!” diyerek heyecanla bağırdım. Acar elindeki tabağı
sertçe bırakıp telaşla bana döndüğünde bir yerimde bir şey olmadığından emin
olduğu kısa bir süzüşün ardından kaşları çatık halde yüzüme baktı. “Ne oldu?
Niye bağırıyorsun yavrum aniden?”
“Az kalsın aklımdan çıkıyordu, Şeyda çok selam söyledi
sana.” Cümlemin yarısında değişen ifadesi Acar’ın irice açılan gözleriyle bana
bakışıyla birleşirken bu halini zevkle izledim.
“Ben uyurken kapısına dayanmış olma ihtimalin… Bu
olasılığın sıfır olmayışı beni korkutuyor.” Omuzlarımı silktim. “Tatlı bir
tesadüftü diyelim, kapısına dayanma evresine henüz zaman var gibi.”
Acar dikkatle benim yüzüme bakıyorken ifademden
aklımdakileri okumaya çalıştığı belliydi. Yarım ağız gülerek masadaki salatalık
dilimlerinden birini alıp ısırdım.
“Feris…”
“Efendim Acarcım?” dedim salatalığımı yemek tek derdimmiş
gibi ona odaklanmışken.
“Aklında ne var?”
“Hiçbir şey,” dedim açıkça. “Spontane ilerleyeceğim,
şimdilik planlarını terse döndürmek gayet yeterli duruyor.”
Hazırladığı peynir tabağını alıp bana doğru geldi.
Sofraya bıraktıktan sonra dizlerimi hafifçe aralayıp bedenini bacaklarımın
arasına sıkıştırdığında saçlarımı kulaklarımın arkasına atıp ona baktım. “Onun
tahmin ettiğinden daha farklı bir zihne sahip olduğunu unutmamaya çalış, kişi
konusunda yalan söylese de bu hislerinin hastalıklı oluşunu değiştirmiyor. Eğer
bugüne kadar Melih olarak dinlediğim tüm her şey aslında benimle ilgiliydiyse…”
“Ee?” diyerek homurdandım. “Seninle ilgiliyse?”
Burnunu yanağıma yaslayıp nefeslendi. Üst kolumu okşayan
parmaklarının etkisine kapılmamaya çalışırken merakla söyleyeceğini beklemeyi
sürdürüyordum. “Yok bir şey, dikkat et işte. Onunla uğraşmak yerine direkt
olarak hayatımızdan silip atalım. Gerekirse taşınırım.”
Ellerimi yanaklarına koyup sakallarının avuç içlerimi
çizmesine izin verirken burnu halen yanağıma değiyordu. “Terası bırakamayız.”
diyerek konuyu değiştirmek için muzipleşmeye çalıştım. “Daha tek başıma terasta
oturmayı öğreneceğim.”
Burnundan verdiği sert nefesle güldüğünde tenime çarpan
nefesini gözlerimi kapatarak karşıladım. “Öğrenmesen de her seferinde sana eşlik
etmekten sıkılmam.”
Dudaklarım iki yana kıvrılıp kocaman gülümsediğimde
yanaklarını okşadım. “Turuncu güllerin anlamını hatırlıyor musun?” diyerek ona
attığım ilk mesajı kastettiğimde duraksadığını hissettim.
“Gurur ve arzu.”
“Hı hım,” diyerek onayladım. “Şimdi ise mor güller bulmamız gerekecek.”
Acar’ın merakla gözlerini gözlerime dikmesini burnumu
burnuna sürterek karşıladım. Güllere; denize ve çileklere olduğum kadar olmasa
da bayılıyordum. Anlamlarıyla bu kadar içli dışlı olmamın en büyük sebebi ise şu
an bir nefes uzağımdaydı.
“Mor güller ne anlama geliyormuş?” dediğinde onu cevapsız
bırakıp meraklandırmak istedim ama internetten saniyeler içinde bu cevaba
ulaşacak oluşunu göz ardı edemezdim. Bir blog sayfasından okumak yerine benden
duymasını tercih ederdim.
“Mor güller, sevgilim;
sonsuz aşk ve birliktelik ifade etmek için kullanılıyorlar.” Dün gece dilinden
dökülen sözcüğü bu kez ben kullandığımda, benim dünkü halimden farksız bir
parıldama gözlerine yerleşti. Bunun mor güllerin anlamından mı yoksa ona
sesleniş şeklimden mi olduğunu tam olarak kestirememiştim.
“Güzelmiş.” diye mırıldandı. “Ama gerek olduğunu
sanmıyorum.”
Kaşlarım istemsizce çatıldığında alnıma bıraktığı tüy
hafifliğindeki öpücük onları gevşetmeme yetmedi. “Mor güller olsa olmasa da,
seni bırakmak ya da yeni keşfediyor olduğum bu duygunun etkisinden çıkmaya
çalışmak gibi bir niyetim yok.”
Aşk demek
yerine uzun bir yoldan tanımlayışına dişlerimi göstererek güldüm. “İşimizi
şansa bırakmayıp mor gülleri hemen sipariş etmeliyiz diye düşünüyorum.”
“Konu senken,” dedikten sonra dudaklarını kulağıma doğru
yaklaştırdı. “İşimi şansa bırakmak gibi bir aptallık yapmam. Bana gelişin
kocaman bir şanstı, hayatın bana bir başka şans vereceğine inanmıyorum. Kalan
kısmı ben hallederim.”
Yine Acarca konuşuyordu.
Ve artık sıkılmadan dinleyebileceğim tek dil kesinlikle buydu.
~
“Bu kadar stres yapacağına ben anahtarı alıp geleyim ya
da Koray dışarıya çıksın, neredeyse titriyorsun Feris. Yapma bunu kendine
güzelim.”
Emniyet kemerimi açalı kısa sayılamayacak kadar bir süre
geçmiş olmasına rağmen arabadan inmediğim için Acar’ın bütün dikkati
üzerimdeydi. Onun aksine gözlerimi ön cama dikmiş halde bakışlarımı ondan
kaçırmış durumdaydım.
“İyiyim ben, sadece hastanede gerçekleri duyduğum günden
beri Sedat amcaları hiç görmedim. Garip olacak gibi geliyor, benimle konuşmak
istediler ama ben sürekli erteleyip kaçtım.”
Koray’dan atölyenin yedek anahtarını almak için
buradaydık. Acar’ın dediği gibi Koray dışarıya çıkabilir ya da Acar gidip
anahtarı alabilirdi ama buraya kadar gelmişken bu yüzleşmeyi daha fazla
ertelemek istemiyordum.
Acar’ın derin bir nefes aldığını duydum. “Nasıl istersen
öyle olsun, o halde daha fazla durumu kendi içinde karmaşıklaştırmadan inelim.”
dediğinde başımı hafifçe sallayarak kapı koluna uzandım. Arabadan indiğimde Acar’ın
ön taraftan dolanıp yanıma gelmesini bekledim. Yanıma ulaşır ulaşmaz eline
tutunduğumda şakağımı öpüp parmaklarını parmaklarıma doladı.
Bu ev, çocukluğumun büyük bir kısmının geçtiği evdi.
Atölye yokken, evden kaçıp saklanmak istediğimde Koray beni odasına gizlice
sokar ve orada kalmamı sağlardı. Sedat amcanın ve Yeliz teyzenin bunu her
seferinde fark ettiğini ama fark etmemiş gibi davranarak benim bir sonraki
seferde de rahatça gelmemi sağladıklarını büyüdükçe öğrenmiştim.
Onlara kızgın değildim, kırgındım. Benim üvey olduğumu
bilmelerine rağmen, anne ve babamın
beni neden sevmediğini yıllarca düşünüp delirirken hiçbir şey söylememişlerdi.
Bir yandan da buna kendi başlarına karar veremeyeceklerini, bana bunu söylemesi
gerekenin Levendoğlu ailesi olduğunu artık kavramış sayılırdım.
Baştaki kadar kırgın değildim, ama içimde bir parça
onlara küs kalmayı sürdürüyordu. Koray benim için çok başka olduğundan onu
tamamıyla affetmem zor olmamıştı. Zamanla Sedat amca, Yeliz teyze ve Soner
abiyi de aynı şekilde affedeceğimi biliyordum.
Kapının önüne geldiğimizde cesaret almak ister gibi
Acar’a kısa bir an baktıktan sonra ondan bana taşan güven duygusunu sırtlanarak
zile bastım. Kapı çok kısa bir an sonra açıldığında karşımda duran kişi Soner
abiydi.
“İzgi?” Şaşkınca mırıldandığında beni gördüğünde yüzünün
gevşemesine tebessüm etmekle yetindim. “Ben geldim.” diyerek başımı omuzuma
doğru eğdiğimde duraksamadan sırtımdan destekleyerek beni göğsüne doğru çekip
sarıldı. “Hoş geldin abicim.”
Abicim deyişi gözlerimin önüne kısa bir an Yaman ve Yekta Göktürk’ü getirdiğinde
içimden kocaman gülümsedim. Küçükken Soner abiyi ve Koray’ı bizim evde
yaşamaları ve benim abilerim olmaları için az ikna etmeye çalışmamıştım. Şimdi
ise biri bana abicim dediğinde zihnimde beliren iki adet gerçek abiye sahiptim.
Acar elimi serbest bırakıp bana Soner abiye sarılmam için
alan tanıdığında sırtına sardığım kollarımı sıkılaştırdım. “Çok özledim seni
koca yanak.” dediğinde kıkırdadım. Çocukluğumdan beri aynı kalan kilo alsam da
versem de tombul olan yanaklarım Soner abinin bana seslenme şekliydi. Acar’ın
da güldüğünü duyduğumda boğazımı temizler gibi öksürdüm. “Abi koca yanak
demesene, rezil oluyorum.”
“Kime? Şu arkandaki herife mi?”
“Tanımazlıktan geldiğinde yok olacağımı düşünüyor gibisin
Akdağ.” Soner abi ve Melih’in bir iş dolayısıyla tanıştığını biliyordum. Belli
ki Soner abinin tek tanıştığı isim Melih değildi.
“Abilik içgüdüleri, birden nefret dolmuş gibiyim Bayazıt.
Tadımı kaçırdın az önce İzgi’nin eline yapışmış görünüyordun.” Soner abinin
alay ettiği belli olan sesiyle Acar beni belimden geri çektiğinde yalpalayıp
ona çarptım. “Abi kontenjanımız dolu, seni başka bir yere davet edelim.”
Soner abinin kaşları havalandı. Bana sorgu dolu gözlerle
baktığında dudaklarımı birbirine bastırdım. “İçeride konuşuruz, girelim mi?”
“Girin bakalım.” Geriye adımlayıp içeri geçebilmemiz için
alan yarattıktan sonra Acar ile birlikte kapıdan geçtik. Soner abi kapıyı
kapatırken ben küçük adımlarla ezbere bildiğim koridoru tamamlayıp salona
girmiştim. Elindeki tabletten muhtemelen haber okuyor olan Sedat amcanın benim
salona girdiğimi fark etmeyişi, Yeliz teyzenin ise tam tersi şekilde hemen beni
görüp elindeki Türk kahvesi fincanını kıracakmış gibi sehpaya bırakışına
yerimde sallanarak karşılık verdim. Az önceki gibi tekrarladım. “Ben geldim!”
Yeliz teyze ayağa kalkıp hızla bana doğru gelirken
elindeki tabletten ve gözlerindeki gözlüklerden kurtulup aynı şekilde yanıma
gelen Sedat amcaya, karısı beni sıkıca sarmışken el salladım.
“Ay! Hoş geldin güzelliğim benim, hoş geldin İzgi.” Yeliz
teyzenin omuzuna çenemi bastırıp sarılışına karşılık verirken tıpkı oğlu gibi
beni özlediğine dair cümlelerine aynı şekilde cevap verdim. Sırtını
sıvazladığımda biraz uzun bir süreden sonra kolları benden ayrıldı. Geriye
çekildiğinde dolmuş gözlerini benden kaçırıp elleriyle hemen ovuşturup
silmesine burukça baktım.
Bir adım ileride tereddütle bana bakıyor olan Sedat
amcaya burnumu çekerek baktım. Ağlamaya uzun süreli bir ara vermek istiyordum
ama hayatımda olup bitenler bir şekilde beni gözyaşlarımı akıtmaya zorlamayı
sürdürüyordu.
“Sarılmak istemiyor musun?” dedim uzakta duruşunun asıl
nedenini bilmeme rağmen aptalı oynayarak. Kırgın oluşumu bildiğinden
çekindiğinin farkındaydım. Bunu dile getirmek istememiştim.
“Eh işte.” diyerek oyunuma ortak olduğunda dolu
gözlerimle kıkırdadım. Yanağımı göğsüne yasladığımda omuzlarımdan beni sıkıca
sarıp kavradı. Saçlarımı yanaklarımdan geriye doğru tararken yanağını başımın
üzerine doğru bıraktı. “Biraz daha gelmeseydin ben de sana küsecektim.”
dediğinde şımarıkça omuz silktim. “Sen geldin sanki…”
“Gelmediğimi kim söyledi?”
“Sedat amca!” diyerek büyük bir şaşkınlıkla kafamı
kaldırmaya çalıştım. “O ne demek?”
“Her hareketinden haberim vardı demek İzgi, güvende olduğunu
bilmesem benim yüzüme de bakmasan bu evdeki odanda otururdun demek.”
“Polissin diye beni gizlice takip ettirmedin değil mi?”
Gözlerini kaçırdığında arkamdan gelen hafif gülme
sesleriyle onlara ters ters baktım. “Komik değil.”
“Evet, hiç değil.” Soner abi başını iki yana sallarken
halen gülmemeye çalışıyor gibiydi.
“Bursa’da olduğundan da, hayatındaki yeni insanlardan da haberim var İzgi.” Yeni insanlardan kastının
ailem oluşu halen garip geliyordu.
Kollarımı ondan çekip geriye adımladım. “Tuğrul amca kimsenin
beni bulamayacağını söylemişti.” dedim kollarımı göğsümde kavuşturarak.
“O, arkandaki saflar ve yukarıda uyuyan dana için geçerli
birtanem. Bir savcıdan yardım alman zekiceydi kabul, ama beni hafife aldın
sanki biraz.”
“Kızım sen hayırdır savcılar polisler, suç örgütü sanki
küçücük boyuyla nerelere el atmış!” Soner abi hayretler içerisinde konuştuğunda
göz kırptım. “Avukata ihtiyacım olsaydı seni arayacaktım ama gerek duymadım.”
“Milletin adını duyunca önünü iliklediği bir savcıyı
kaçış planına dahil etmişsin, Tuğrul Bayazıt senin tarafındayken bana sıra
gelmezdi zaten.”
Sedat amcanın beni omuzumdan kavrayıp kendisine
bastırışına gülmemek için başımı eğdim. Kıskanmış mıydı biraz?
“Çok konuşma da kardeşini uyandır, kıyamet kopsa götünü
yayıp yatmaya devam edecek. Saat kaç oldu?”
Soner abi söylenerek salondan çıkarken Yeliz teyze göz
ucuyla Acar’ı inceliyordu. Bu haline kıkırdadım.
“Ayakta kaldık, otursanıza çocuklar.”
Yerleştikten sonra kısaca Acar ile tanıştıklarında sesli
olarak dile getirmesek de onun benim için kim olduğunu anladıkları belliydi.
Yeliz teyze bana başparmağı havada onay işareti yapıp çaktırmadan ‘maşallah’
anlamlı tükürür gibi yaptığında Sedat amca onun bu tavrına başını havaya
kaldırıp sabır dilemişti.
“Ne yapıyorsun Yeliz?”
“Hiç!”
“Tükürüklerini saçtın adamın suratına.”
“Sorun değil.” diyen Acar, Yeliz teyzeden bu hareketiyle
birkaç artı puan daha alırken afallamış görünüyordu.
Koray ve Soner abi salona girdiğinde Koray benim burada
oluşuma, özellikle de babasının kolunun altından çıkmayışıma bizden daha çok
sevinmiş gibiydi. Uykudan ayılma süresi bir asır sürmesine rağmen bu anın
verdiği keyifle saatler önce uyanmış gibi dinçleşmişti aniden.
Yeliz teyzenin ısrarıyla içtiğimiz kahveler bitmek
üzereyken çıkardığım ceketimin cebinden yükselen zil sesim konuşmaları böldü.
“Pardon.” diyerek Koray’ın yanındaki ceketimden çıkartıp bana verdiği
telefonumun ekranına baktım. İsmi gördüğümde heyecanla yerimde kıpırdanmam
herkesin ilgi odağı olmama sebep olduğunda telefonun kapanmasından korkup hızla
açtım.
“Efendim?” Sesim kısık ama heyecan dolu çıkmıştı.
“Can suyum, uyandırmadım değil mi?”
“Yok!” dedim hızla. “Uyumuyordum, uyuyor olsam da
arayabilirsin ki zaten.”
Babamın güldüğünü duyduğumda fazla heyecanlı oluşuma
güldüğünü anlasam da bundan rahatsız olmadım. İstemsizce ben de gülümsedim.
“İyi misin babacım, bir sorun yok değil mi?”
“İyiyim, baba.”
dediğimde Koray ve Acar haricinde salondaki üç çift bakış şaşkınlıkla üzerimde
kalakaldı. Az önce biraz bu konu konuşulmuştu ama benim ‘baba’ diye seslenecek
kadar yakın hissetmeye başladığımdan haberleri şu ana dek yoktu.
“Baba deyişine ölürüm senin can suyum, çok özledim seni
Deniz. Dün yanımda değilmişsin gibi özledim babacım.” Bu konuda yalnız
olmadığımı duymak içimi titretirken gözlerim kısıldı. Ben de özlemiştim. Bunu
sesli olarak dile getirmekten çekinmedim. “Ben de çok özledim. Sizi…” Son
kelimeyi eklemiştim, çünkü tek özlem duyduğum isim babam değildi.
“Eve gelmek ister misin, alayım mı seni? Ya da biz
gelelim, nasıl rahat edeceksen.”
Yavaşça yerimden kalkıp salondan çıktım. “Ben şu anda
Koray’ın ailesiyle birlikteyim, buradan kalktığımda gelirim eve. Olur mu?”
“Ne zaman kalkarsın?” Babam bu soruyu birkaç dakika gibi
bir cevap beklercesine sorduğunda kıkırdadım. “Bilmiyorum ki, onları da uzun bir
süredir görmüyordum.”
“Bana konum at o zaman, yanına geleyim. Sen kalkmak
istediğinde de eve geliriz birlikte, tamam mı?” Böyle bir teklif beklemediğim
için afallayarak salonun kapısına baktım. Sedat amca kapının menteşelerini
kontrol ediyormuş gibi orada bekliyordu. Beni dinleme şekline kahkaha atmak
üzereyken ona kaşlarımı kaldırarak baktım. “Bir şey mi oldu Sedat amca?”
“Kapı gıcırdıyor gibiydi, bakayım dedim.”
“Anladım.” dediğimde telefondan ses geldi. “Neyi
anladın?”
“Sana demedim baba,” dedikten sonra Soner amcaya baktım.
Babamı merak ediyor olduğunun farkındaydım. Aslında onların ailemle tanışmasını
ben de istiyordum. Herkesin bir arada olmasından mutlu olacağımı düşündüm o an.
“Sedat amca,” diye seslenirken telefonu hafifçe
kulağımdan uzaklaştırdım. Sesimi kısık tutarak sordum. “Babamlar buraya gelsin
mi? Tanışmanızı istiyorum.”
“Gelsinler tabii ki birtanem, soru mu bu? Çok sevinirim.”
Gülümseyerek telefonu kulağıma yasladım. “Baba?”
“Efendim babacım?”
“Buraya gelsen ama tek gelmesen, herkes gelse olur mu?
İşi olmayan herkes yani… Gelmek isterlerse tabii ki…” Sürekli bir şeyler
ekleyerek konuşmaya devam ederken babam sözümü kesti. “Bir şey istediğinde bunu
çekinmeden söyleyeceğin hakkında bir anlaşma yapmıştık sanki, doğru
hatırlıyorum değil mi?”
“Hı hım,” dedim onaylayarak. “Yapmıştık.”
“Güzel, konum atabilirsin o zaman bana. Herkesin gelmek
isteyeceğine eminim.”
“Pamir de gelmek ister mi?” diye sorduğumda babam güldü.
“Dün uyandığında sesi sorup durdu, eminim bizden daha hevesli olacaktır.”
Babamla vedalaşıp telefonu kapattıktan sonra hemen konumu
atıp yerimde sallanarak Sedat amcaya baktım. “Gelecekler.”
Benim bu halime gülümseyip kolunu omuzuma sardı. “Onlara
sahip olacağını bilseydim yemin ederim Alpay’ı ve Reyhan’ı hesaba katmadan
gerçekleri ortaya çıkartmak için her şeyimi verirdim İzgi. Ama aklıma böyle bir
şey gelmedi, ailenin yaşıyor olduğu, isteyerek senden ayrılmamış oldukları
aklıma hiç gelmedi be amcacım.”
Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan yanağımı koluna yasladım.
“Biliyorum Sedat amca, bundan emin olmasam kimse beni bu eve bir daha
getiremezdi.” dediğimde saçlarımı öptü. “Hak ettiğin ama ulaşamadığın her şey
bir bir seni buluyor, bulmaya da devam edecek. Bundan sonra her şey çok güzel
olacak.”
Söylediklerini içimden tekrarladım. Bunun bana verdiği
huzuru yıllardır arıyordum, yeni kavuşmuştum. Kaybetmekten deli gibi korksam da
korkuyla yaşamak yerine anın tadını çıkartmayı deniyordum.
Yaklaşık bir saat boyunca Yeliz teyze panikle mutfakta
bir şeyler hazırlamaya çalışırken hepimizi -Acar da dahildi- yamağı yapıp
işlere boğduğundan benim Göktürk ailesini ismen ve yaş olarak tanıtmam dışında
doğru düzgün hiç konuşmadık. Bir saatin sonlarına yaklaşırken birkaç şey
hazırlanmıştı.
Kapı çaldığında yerimde heyecanla sıçradım. “Gören de kız
istemeye geliyorlar zannedecek, kızı isteyecek adamın yanımızda salata yapması
dışında her şey normal.” Soner abi Acar’ı omuzuyla dürterken bu sahneye fazla
tanık olamadan koştur koştur kapıya yöneldim.
“Yavaş İzgi’m, koridorda yere yapışacaksın yine.”
“Yine dediğin olayın üzerinden 10 yıl geçti salak çocuk!”
12 yaşlarındayken bu koridorda düşüp kafamı yarışımı asla unutmayan Koray’a laf
atarken -düşmemeyi zar zor başararak- kapıya ulaştım.
Arkamda biriken kalabalığı hissederken kapıyı açtığımda
ilk gördüğüm beden anneme aitti. Kahverengi gözleri parıl parlarken dünün
aksine bunun sebebi yaşlar değil gözlerine yansıyan duygular gibiydi. buna
sevinerek aynı parıltılarla dolu olduğuna emin olduğum gözlerle ona baktım.
“Hoş geldin-iz.” diyerek son anda çoğullaştırdığımda herkesin hafifçe gülmesini
umursamadım.
Anneme aşık gibi bakıyor olmam belki dışarıdan izlesem
bana da komik gelebilirdi ama anne yarasıyla büyüyen bir çocuk için aslında
mükemmel bir anneye sahip olduğunu öğrenmenin ne demek olduğunu hiç
tadamayacaklardı. Benim için paha biçilemez bir hediyeydi.
Annem kollarını bana sardığında yanağımı öpüp derince
nefeslendi. “Hoş bulduk annecim.”
“Pınar yavaşça içeri mi geçsen hayatım, bir tabur insan
kaldık böyle yarımız içeride yarımız dışarıda.” Babam, sarılmamız uzun sürmeye
başladığında annemin belinden destekleyerek onu içeriye doğru ittirdi hafifçe.
“Böyle konuşup kendisi bir saat sarılacak, izle şimdi.”
Yaman abim kollarını göğsünde kavuşturup, Yekta abime babamı gösterirken
kıkırdadım.
Sarılma faslı pek hızlı olmasa da ilerlerken benle
sarılmayı bitirenler içeridekilerle kısaca tanışıp tokalaşıyorlardı.
En sona kalan ikilini Toprak ve Rüzgar’dı. Koridordaki
kalabalık oraya sığmadıklarından salona doğru geçmeye başlamışken Toprak içeri
adımlayıp yanağımı öptü. Aynı şekilde karşılık verip ben de öptüğümde
yanağımdan makas alıp içeriye geçti. Geriye kalan Rüzgar ile biraz garip bir
bakışma yaşadığımızda arkamda hiç kimse kalmadığı için acele etmeye gerek
duymadım.
“Hoş geldin.” dediğimde gözlerimin aynısı olan gözleri
heyecanlanmış gibi titredi. “Hoş buldum. Nasılsın?”
O içeriye girerken ben de kapıyı kapatıp üzerindeki ince
poları askıya asmasını izledim. “İyiyim, sen?”
“Şimdi daha iyiyim.” derken dikkatle gözlerime bakıyor
olduğu için çekingence dudaklarımı ısırdım. Rüzgar ile ilk karşılaşmamızda olup
bitenler aramıza anlamsız bir set çekmiş gibiydi. Kalan herkesle ilk tanışma
anım fazla içli dışlıyken onunla ilk anda yaşananlar oldukça gergindi.
Kendisinin yaşadığı büyük şok, bunu dile getirdiğinde
benim farkındalığımın hızla geri gelip bana kriz olarak dönüşü aramızda büyük
bir engel gibi bekliyordu. Ama bunun Rüzgar’ın suçu ya da isteyerek yaptığı bir
şey olmadığını biliyordum.
Toprak’a sarıldığımda kocaman bir boşluk kapanmış gibi
hissettiğimi anımsadım. Aynısının Rüzgar’da da olacağına dair büyük bir iç
güdüyle kollarımı sıkıca boynuna doladığımda kaskatı kesildiği ilk anı ve
titrekçe verdiği nefesinin saçlarımın üzerinde kayboluşunu unutmayacaktım.
Bahsettiğim iç güdü beni yanıltmamıştı. Rüzgar bir kolunu
belime diğerini sırtımın tam ortasına sarıp beni sıkıca kendine bastırdığında
kalbimin hızlanmak yerine huzurla düzenli atışlarla çarpmaya başlamasına
gülümsedim. Gülümseyişim omuzuna bastırdığım yüzümde duruyorken Rüzgar sırtımı
yavaşça okşadı. “Özür dilerim, Allah beni kahretsin Deniz çok özür dilerim. O
gün için çok özür dilerim.”
Sesi titrerken peş peşe özür dilemeye başladığında
omuzunu öpüp yanağımı yasladım. “Özür dileme, özür dilenecek bir şey yapmadın
ki.”
“Yalancı.” dediğinde burnunu çekti. Başımı kaldırıp
yüzüne baktım. “Hiç de bile, yalan söylemiyorum!”
Gözlerimdeki keskin ifadeyle ona bakarken kızarmış
görünen göz altlarını parmaklarımla sevmeye başladım. Gözleri kapanıp ifadesi
yumuşarken sırtımı okşamaya devam ediyordu. “O gün olmasa da bir başka an yine
öylece duygularım aniden boşalacaktı. Erken olması çok daha iyi oldu, sonradan
olsa belki de şimdi burada olmayacaktık.” dedim dürüstçe hissettiklerimi
dökerken.
Yanağımı öptükten sonra geri çekilmek yerine aynı yeri
birkaç kez üst üste öpünce güldüm. “Bu ne? Çok tatlı yanakların.”
Toprak da ilk yanağımı öpüşünde aynı şeyi söylemişti. Bu
benzerliğe kendi içimden gülerken arkamdan bir ses geldi. “Bensiz üçüz
sarılması mı yapıyorsunuz?”
“Sensizken ikiz sarılması oluyor, kör müsün oğlum?”
Rüzgar, Toprak’a cevap verirken Toprak göz devirerek bize yaklaştı. “Beni de
alın aranıza, yoksa kıskançlıktan ağlamaya başlayacağım.”
Rüzgar yüzünü saçlarıma bastırıp güldü. “Annem anlattı,
bebekken sen hangimizle sarılırsan ya da yan yana durursan diğerimiz delirmiş
gibi ağlamaya başlıyormuşuz. Ya üçümüz ya hiçbirimiz yani…”
Bir kolumu Rüzgar’ın boynundan çekip Toprak’a doladım.
İkisine uzanabildiğim kadar kollarımı sarmışken omuzlarıma yasladıkları
yanaklarının tatlı ağırlığıyla huzurla gözlerim kapandı.
İkisiyle ayrı ayrı sarılırken hissettiğim o
tamamlanmışlık şimdi en yoğun haldeydi. Bunun bilimsel bir açıklaması vardı ya
da yoktu bilmiyordum ama daha önce kimseye sarılırken böyle hissetmediğime
emindim.
Küçük bir çığlıkla üçümüz de irkildiğimizde sesin
kaynağına dönerken yarı ayrılmış haldeydik. Pamir koridorun yarısına kadar
gelmiş bizi gördüğünde çığlığı basıp hızlanmıştı. Düşecek gibi yalpaladığında
korkuyla ona adımladım. Kucağıma alır almaz kıkırdayıp saçlarımı avuçladı.
“Pamiy deldi!” *(Pamir geldi!)
“Hoş geldi!” diyerek aynı heyecanla yanaklarını sulu sulu
öptüğümde gülüşü arttıktan sonra boynuma sarıldı. “Oh, biz öpünce yanağını
silen Pamir’e ulaşılamıyor herhalde?”
Rüzgar’ın söylediklerinden hiçbir şey anlamayan Pamir’e
laf atarken Pamir keyifle saçlarımla oynuyordu. Rüzgar’a göz kırptım. “Elini
sallasa amcaya çarpıyor, hala daha önemli bence. Değil mi halacım?”
“Hala!” diyerek beni tekrarlayan Pamir’i öpe öpe salona
ilerlediğimde Toprak ve Rüzgar söylenerek peşimizden geliyorlardı.
Salonda başlamış olan konuşmalar biz içeri girince aniden
durduğunda gözlerimi kıstım. “Dedikodu mu yapıyordunuz?”
“Seni çekiştiriyorduk koca yanak, sen varken de devam
edebiliriz ama sorun değil.”
“Sağ ol Soner abi, eksik olma.” Aynı anda boğulmuş gibi
öksüren Yaman ve Yekta Göktürk yan yana oturdukları koltukta birbirlerine bakıp
bana döndüler. Anlayamadan onlara telaşla baktığımda Pamir babası ve amcasını
işaret etti. “Haysta olmuşlar, donduyma mı yediniz heym de benşis?” *(Hasta olmuşlar, dondurma mı yediniz hem de
bensiz?”)
“Yok babacım, dondurma yer miyiz sensiz?”
“Yiyemeşsiniz evet, izin veymem.” Pamir’in tepkisi salondaki
herkesi güldürdüğünde Pamir onların bu tepkisine sinirlenmiş gibi oflayarak
bana sırnaştı. Çok da boş yer kalmamış olan salonda kendimi Pamir ile beraber
Acar’ın yanındaki küçük boşluğa bıraktım.
Pamir merakla Acar’a baktığında Acar da ona dönmüştü.
“Sen kimsin?”
Salondaki herkesin beklediği cevap Acar’ın konuşmadan
önce bana bakmasına sebep oldu. Pamir’in sırtını göğsüme yaslamışken başımı öne
doğru uzatıp ona baktım. “O benim arkadaşım.” derken çarpılmamayı diliyordum.
Ama küçücük çocuğa bu kalabalığın önünde sevgilim diye tanıştıramazdım sanırım.
“Adın ne?” diyerek Acar’a bakan Pamir’in merakı Acar’ı
gülümsetmeye yaklaştığında gözlerim irice açıldı.
Bebekleri hiç
sevmem diyen adamla aynı kişi miydi bu?
“Adım Acar. Senin adın ne peki?”
“Acay mı?” diyerek son harfi asla telaffuz edemeyip
sevimli sevimli tekrarlayan Pamir’i öptüm. “Benim adım Pamiy.” Aynısını kendi
isminde de yaşıyordu zaten.
“Memnun oldum Pamir.” Acar elini uzattığında Pamir
sanırım kendisini dünyanın en önemli toplantısında hissederek yerinde doğruldu.
Ardından elini uzatıp Acar’ın elini sıktı.
“Baba!” diyerek heyecanla el sıkışıyor olduğunu Yekta
abime duyurduğunda abim ona gülerek bakıp aferin diyerek dudaklarını
kıpırdattı. Pamir, Acar’ın elini bırakmadan yeniden bana yaslandığında karşımda
duran kalabalığa rağmen kucağımda bir bebek ve o bebeğin elini tutan kişinin
Acar oluşu kalbimde değişik kıpırtılar yaratmaktan geri durmamıştı.
Acar’ın zihninden geçenleri bir seferliğine okuma şansım
olsaydı o hakkı şu an kullanacağıma dair şüphem yoktu.
Salondaki tehlikeli bakışlar beni Acar’a dalıp gitmemem
için bir nevi uyarıyorken en tehlikeli görünen bakışların sahibine biraz zayıf
noktasından vurmak sayılsa da kocaman gülümsedim. Babam ona gülümsememle az
önceki bakışlarını hızla sevgi dolu bakışlarla değiştirdiğinde hafifçe nefes
vermiştim.
Öğrendiğim gerçekler, tanıştığım insanlar, yaşadığım
olaylar şu ana dek kalp krizine sürüklememişken babamın Acar’a olan
bakışlarının beni bir atağa sürükleyebiliyor olması birazcık korkutucuydu.
Evet,
kesinlikle birazcık.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder