Aykırı Çiçek 62.Bölüm
62.BÖLÜM
“İzgi!” diyerek büyük bir şaşkınlıkla bana seslenen
Çağla’ya gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp durulmayı bekledikten sonra
dönüp baktım.
“Efendim canım?” diye sorarken, ciyak ciyak bağıran bir
kadını kolundan kavramamışım gibi rahattım. Çağla’yı da bu rahatlığımla daha
büyük bir şaşkınlığa sürüklemiş bulunuyordum.
Kolunu benden çekebilmek için debelenen Selin’e daha
fazla temas etmemeye karar vererek elimi çektiğimde, Çağla girdikten sonra
kapanmış olan kapı bir kez daha açılmıştı. “Çağla!” diyerek panikle içeriye
dalan Melih’i gördüğümde göz ucuyla yanımda duruyor olan arkadaşımı inceledim. Hamileydi
ya da değildi emin değildim ama birazdan doğuracak gibi stresli duruyordu şu
anda.
Melih içeri girdiğinde, burada olduğunu bildiği sevgilisi
dışında beni ve Selin’i gördüğünde afallamıştı. “Ben…” diye mırıldandı. “Çığlık
duyunca bir şey oldu sandım, daldım içeri.” Kadınlar tuvaletine baskın yapışını
apar topar açıklamaya çalışırken son derdimizin bile bu olmadığının farkında
değildi.
Kapıyı tutuyordu, dolayısıyla kapı kapanmamıştı. Bir
dakika bile geçmemişken arkasında beliren ikiliyi gördüğümde Acar’la fazla
vakit geçirmekten olacak ki dudaklarımdan kısık bir küfür çıkmıştı. Durum
yeterince karmaşık değilmiş gibi tuvalet ekibimize eklenen Caner-Acar ikilisine
bakarken derin bir nefes aldım.
Aldığım nefesi geri bırakamamışken, aniden içeriyi
dolduran ağlama sesiyle ne olduğunu anlayamadan gözlerim kısıldı.
Ağlayanın kim olduğunu gördüğümde ellerim sinirden
titremeye başlamıştı. Bütün ruh hastaları özenle beni buluyordu, mıknatıslı
mıydım ben acaba? Ya da kendim de öyleydim de benzerlerim peşimize mi
takılıyordu?
“Ne olduğunu açıklayacak mısınız? Yoksa biz kendi
aramızda tahmin mi yürütmeliyiz?” diye soran Caner abartılı bir biçimde ağlayan
Selin’e bakarken her an kulaklarını örtecek gibi duruyordu. Gözlerinden yaş
akıtmayı da ihmal etmemiş olan kadını hayretle izliyorken, titrek tuttuğu
sesiyle konuşmaya başladı. “Bana…” derken sanki zar zor konuşuyormuş gibiydi.
“Saldırdı birden, üzerime geldi.”
“Ya sen manyak mısın kızım?” diye birden yükseldiğimde
içerideki herkesin şok olduğunun az çok farkındaydım. Kurduğu cümleden sonra
Çağla dışındakilerin, bahsettiği kişinin ben değil de Çağla olduğunu
sandığından adım kadar emindim. Bazen içinden böyle bir canavar kusabiliyordu,
daha önce benim denk geldiğim olmuştu ki kaç yıllık arkadaşlarının daha çok
denk gelmesi kaçınılmazdı.
Selin benim bağırmamı beklemiyor olacak ki irkilerek
benden bir adım uzaklaştı. “Derdin ne senin?” diye sordum bu kez sesimi normal
tutmayı deneyerek.
Ağlamaya devam etmekle yetindiğinde herkes bir an için
duraksamıştı. Şu ana dek konuşmamış olan tek kişi, sonunda tepki vermeye karar
verdiğinde ilk yaptığı adımı seslenmekti. “Feris,” dedi sakin bir durumun
içerisindeymişiz gibi. “Yanıma gelir misin?”
Lavabonun üzerinde peçeteye sarılı biçimde duran
testlerden uzaklaşmam gerekecekti bu durumda. Gerçekten her şey bir anda nasıl
bu hale gelmişti anlayamıyordum. “Gelemem,” dedim. “Çıksanıza siz, kadınlar
tuvaletine niye doluştunuz ya?”
Paçamızı kurtarmak için son direnişlerimi sergilerken
Acar bana zaman tanımadan yanıma doğru geldi. Çenemi iki parmağıyla kavrayıp
başımı kendisine doğru kaldırırken, Selin’in saniyelik de olsa sırıtan memnun
yüzünü görmüştüm. Ağladığı için beni suçlu ilan edebilmiş olduğunu düşünüyordu.
“Bak bana,” dedi yeşillerim irislerine çarparken. “İyi
misin güzelim, bir şey mi yaptı sana?”
Dönüp Selin’in suratının ne hale geldiğini görmek istesem
de Acar’ın ilgiyle sorduğu sorunun etkisinde ona bakakalmıştım. “İyiyim,”
diyebildim kısık bir sesle. Belimin kenarını yavaşça okşadıktan sonra beni
kendisine doğru çekti. Sırtımın yarısı ona yaslıydı, karşımızda da diğerleri
vardı.
Az önce bakmak istediğim Selin’i şimdi rahatça
görebiliyordum. Esmer tenine rağmen yüzünün öfkeyle kızardığını fark ettiğimde,
daha normal bir anda olsaydım gülebilirdim. Kendi çalıp kendi oynamıştı ve
yaşananların ona bir yararı olmamıştı.
Durumu toparlamak için ne söyleyebileceğimi düşünürken,
Selin’in bir an da ileri atılıp tezgâhtaki peçeteyi ucundan tutarak çekmesiyle
test çubukları küçük tıkırtılarla fayansa çarpıp düştüler. Bütün bakışlar orada
toplandığında omuzlarımı düşürdüm yenilmişlikle.
Çağla’ya döneceğim sırada onun rüzgar gibi yanımızdan
ayrılıp dışarı çıktığını görünce sızlanmamak için kendimi tutmaya çalıştım.
“Melih peşinden git n’olur, geleceğim birazdan. Soru
sormadan bir an önce git hadi.” dedim önce. Melih şok içinde bir testlere bir
de bana bakmakla meşguldü. Gözlerinin iriliğinden anladığım kadarıyla
testlerinin sahibinin sevgilisi olduğuna ihtimal vermeden amca olma ihtimalini
baskın tutmaktaydı. Yine de söylediklerimi ikiletmeyip çıktı o da.
Gözlerimi testlerde gezdirdim kısa bir an. Hepsinin
üzerinde yalnızca birer çizgi gördüğümde dudaklarım aşağıya doğru bükülmüştü.
Çağla hamile değildi.
Belimin kopacakmış gibi sıkıca tutulmasıyla Çağla’nın
gidişine ve sonuçlara dertlenemeden önce ilgilenmem gereken minik bir durum daha olduğunu
hatırlayınca aceleyle Acar’a baktım başımı çevirip. Gözlerini çubuklardan hiç
ayırmadan oraya bakıyordu.
Yutkunduğunu hareket eden ademelmasından anladığımda onu
biraz bu fikirle baş başa bırakıp bekletme gibi bir cin fikirle dolsam da
kıyamayarak yanağına uzandım. “Negatif o testler,” dedim sadece. Selin ortamı
terk etmeden testlerin Çağla’ya ait olduğunu söylemeyecektim. Bu asalağın kime
ne anlatacağı belli değildi, ben çoktan yanmıştım zaten.
“Negatif mi?” diye sorarken sesi o kadar kısıktı ki
gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım birkaç kez. Bana ait bir gebelik testinin
pozitif olmasını mı isterdi?
“Hı hım,” diyebildim onaylarcasına. Burnundan uzunca bir
nefes bıraktı. Resmen karşımda üzülüyordu bu duruma. Halini şaşkın şaşkın
izlerken burada tek olmadığımızı ve az önce yaşananları hatırlayınca fevri bir
hareketle önüme döndüm.
“Rahatladın mı?” diye sordum Selin’e bakarken. “Bütün
planlarını harcadıysan terk et artık şurayı, yemin ederim varlığından haberdar
olmadığım şiddete meyilli bir şeyler uyandırıyorsun bende; parçalayacağım şimdi
seni!”
Tırnaklarını çıkartmış gibi dursa da aslında benden
korktuğunu gözlerinden okumak hiç zor değildi. “Önemli fikirlerini de
paylaşmadın diye hatırın kalmasın istersen, onları da söyle Acar’a.”
Kısa bir an bakışları ben ve Acar arasında gezindi. Az
önce onun ağlayışlarına rağmen bir an bile tereddüt etmeden benim iyi olup
olmadığımı kontrol ettiği anı hatırlamış olacak ki ‘bebeğin babası’ konusundaki
dahiyane fikrini dile getirmeden arkasını dönüp sarsak adımlarla tuvaletten
çıktı.
“Ulan ne oluyor?” Caner heyecanla bize doğru geldi.
“İtiraz ediyorum ben sonuçlara, test tekrarlansın; bakın bu gerçekse Koray’ı
ilk ben arayacağım tamam mı?”
Elimi yüzüme atıp ovuşturdum. Bir tane bile normal insan
yoktu hayatımda ya, bir tane bile!
“Belediye seçimi mi bu Caner?”
“Ne bileyim kızım heyecan yaptım, amca olmak ne kadar zor
haberin var mı? Psikolojik olarak kendimi hazırlayamadım daha tam.”
Sinirlerim artık tamamen bozulmuşken gülmeye başladım.
Ellerimle yüzüme hava yollamaya çalışırken nefes nefese gülüyordum.
“Acar,” diye seslendi Caner. Acar onu da beni de pek
duyuyor gibi değildi ama umursamamıştı galiba. “Delirmiş herhalde bu, hamile
değilken böyleyse hormonlarıyla savaşırken sana başarılar diliyorum. O dokuz ay
haber verin de çok görüşmeyelim kardeşim, kendinize iyi bakın.”
“Benim değildi,” dedim sonunda durulmuşken. Olanları
kısaca özetlemeye başladığımda bir an önce bitsin de Çağla’ya gideyim diye
zaman kollamaktaydım bir yandan da.
Tuvalette Acar ve Caner’e durumun büyük bir kısmını
anlattıktan sonra ilk işim Melih’i arayıp nerede olduklarını öğrenmek olmuştu.
Caner, memnun kalmasa da ajansta kalacak olmayı seçerek önümüzdeki üç yıl
lafını yapacağı sorumluluğu alırken ben de gıkı çıkmadan anne ördeğin peşinde
koşan bebeği gibi arkamdan gelen Acar ile yola koyulmuştum.
Çağla evine gitmek istemişti, bu yüzden biz de oraya
gelmiştik. Biz gelene kadar Melih ile çoktan konuşmuşlardı, ikisinin de hafif
kızarık gözlerinden bunun duygusal bir konuşma olduğunu anlamak zor değildi.
Kapıyı açan Melih’i ittirip kendimi Çağla’nın yanına,
salona attıktan sonra ikizlerin ne yaptığına çok bakmadan Çağla’nın başının
etini yemeye başlamıştım ben de.
“Özür dilerim bebeğim ya,” diye mırıldandım Çağla’ya
sırnaşırken. “Ben fazla umutlandırdım seni daha sonuçlanmadan, belki sakin
olsam daha az üzülürdün.”
Dudaklarını büktükten sonra omuzuna yasladığım başıma
yanağını dokundurdu. “Saçmalamasana İzgi, asıl ben özür dilerim senden. Öyle bırakıp
gittim seni, üstüne kaldı resmen testler.”
“Acar’ın akıl ve ruh sağlığı biraz etkilendi tabii,”
dedim abarta abarta. Kıkırdadı hemen, amacıma ulaştığım için ben de gülümsedim.
“Bayazıt
ikizlerinin aslında baba olmaya bu denli hevesli olduğundan ikimiz de haberdar
değildik galiba.” dediğinde dudaklarımı ıslatarak konuşmadan önce biraz
oyalandım.
“Melih’e şaşırdım diyemeyeceğim ama…” dedim sona doğru
sesim gittikçe kısılırken. “Ama Acar’a şaşkınsın.” diye tamamladı hemen beni.
Onları yanımızdan kovaladığım için mutfakta oturmak
zorunda kalan ikizlere sesimizin gitmiyor olmasını umuyordum şu anda. “Her
konuda ne düşündüğünü artık anlayabildiğim adamı bir tek bu bebek konusunda
çözümleyemiyorum Çağla. Bir gün bakıyorum bebek deyince yüzü buruşuyor, ertesi
gün hamile değilim diye hayal kırıklığına uğruyor. Ne düşüneceğimi şaşırdım.”
Omuzundan başımı kaldırıp yüzüne baktım düzgün bir
biçimde. Bacaklarımı kendime doğru çekerek koltukta toparlanmıştım aynı zamanda
da. Ellerimi tutup kendi kucağına doğru bıraktı. “Yıllardır hareketlerini
gözlemliyor olan bir arkadaşından duy o zaman bu seferlik olanları,” dediğinde
meraklanmıştım. “Ona korkunç gelen, aklına bile getirmekte zorlandığı bir şeyi
artık delicesine istiyor olmanın afallamasını yaşıyor Acar sadece. Bana
kalırsa, özellikle son zamanlarda o eski ‘bebekleri sevmiyorum’ diyen adamdan
eser kalmadı gibi.”
Ellerimi istemsizce sıkılaştırıp ona tutunurken gözümün
önüne hızla doluşan sahnelere sırıtmamak için dudaklarımı sıkıca birbirlerine
bastırdım.
Acar baba mı
olmak istiyordu gerçekten?
“Gelebilir miyiz artık İzgi, çaldın sevgilimi gelip. Bana
da kendi ruhsuz sevgilini iteledin, gözümden kaçtı sanma.” diyerek içeriye
giren Melih’i duyduğumda ifademdeki alttan sırıtış henüz kaybolmuş muydu
bilmiyordum.
Çağla’nın söylediklerinin verdiği heyecanla ayaklandım.
“Ruhsuz demesene sevgilime.”
“Demedik bir şey, al senin olsun tepe tepe kullan.”
Normalde Melih’e heyheylenmesi gerekirken sessiz kalmayı
seçen Acar’a baktığımda dalgın olduğunu görmüştüm. Dudaklarım bükülürken yanına
doğru gittim. Kollarımı boynuna sarıp göğsüne yaslandığımda büyük avucu sırtımı
bulmuştu hemen.
Melih’in çoktan Çağla’nın yanındaki bana ait boşluğa
yerleşip sevgilisini yanına çektiğini görünce Acar’ı arkamızdaki ikili koltuğa
doğru ittirdim. “Biz de oturalım, kıskandım biraz onları.” dedim bir gram
kıskanmamış olsam da konu dağıtarak. Çağla’nın bu çabama güldüğünü duymuştum.
Koltuğa oturduğumuzda, yerleşebileceğim çokça boşluk
bulunsa da bedenimin büyük çoğunluğunu Acar’ın üzerine bırakarak ona
yaslanmıştım. Hiç garipsemeden beni daha rahat etmem için sıkıca sardığında son
bir saatte yaşananları birden üzerimden atmış kadar ferahlamıştım.
Melih ve Çağla’nın fısır fısır bir şeyler konuştuğunu
görsem de duyamıyordum. Bu nedenle ben de başımı Acar’a doğru kaldırıp kısık
bir sesle mırıldandım. “Acarcım?”
“Hım?” diye cevapladı alnını alnıma doğru bastırırken.
“İyi misin sevgilim?”
“İyiyim zümrüt göz, kötü olmam gereken bir şey mi var
ki?”
Başımı hızlı hızlı iki yana salladım olumsuzca. Alnıma
yaslı olan alnına sürtünmüştüm bu hareketimle. “O zaman neden soruyorsun
güzelim?”
“Sessizsin ya biraz,” dedim usulca. “Düşüncelerini
paylaşmadığın için kendi kendime bir şeyler uydurdum ben de. Ne yapayım?” Son
kısma doğru dayanamayıp cazgırlaşmış olabilirdim tabii.
“Sen bugün biraz gergin misin sanki Feris, Selin’i
dövemedin diye beni mi pataklayacaksın yoksa?” derken sesindeki hafif alayı
hissetmemek mümkün değildi. Kaşlarımı çatıp geri çekilmeye çalıştığımda beni
sıkı sıkı tutarak buna engel oldu hemen. “Nereye?”
“Küstüm sana,” dedim tripli tripli. “Dalga geçiyorsun bir
de, o dengesiz kadın sinirlerimi ne kadar bozdu haberin var mı?”
“O kadın ya da herhangi başka bir kadın zerre kadar
umurumda değil, zümrüt göz. Ne kendileri ne de fikirleri beni ilgilendirmiyor.”
dedikten sonra burnumun ucunu öptü yavaşça. “Ben, beni ilgilendiren tek kadını
sıkıca tutuyorum kollarımda. Gerisiyle bir derdim de işim de yok.”
Eridiğimi belli etmemek için dik durmaya çabalasam da
dudaklarım kontrolsüzce yukarı doğru kıvrılmaya çoktan başlamışlardı. Acar
suratımdaki ifadeyi gördüğünde güldü. “Hoşuna mı gitti?”
“Yo,” dedikten sonra kocaman sırıttığımı görmesin diye
göğsüne kapandım hemen. “Ne diye hoşuma gidecekmiş ki?”
Gülerek yüzünü saçlarıma bastırırken kulaklarıma dolan
sesin tadını çıkartıyordum. Bu sırada araya kaynak yapan Melih’i duydum.
“Evinizde barkınızda cilveleşin, burası babanızın mekânı mı oğlum?”
“Benim mekânım Melih, sorun mu var hayatım?” Çağla
konuştuğunda Melih’in kedi gibi mırlayacağından bir an için şüphe etmiştim.
“Yo,” dedi az önce benim yaptığım gibi. “Ne diye sorun
olacakmış ki?”
Acar’la aynı anda onun haline kahkahayı patlattığımızda
Çağla da çaktırmadan gülse de kıyamayıp uzanarak öpmüştü Melih’i hemen
sonrasında.
~
“Ben geldim!” diye içeriye doğru seslenirken bir yandan
da ayakkabılarımdan kurtulmakla meşguldüm.
İlk zamanlarda bana kapının açılmasına bayıldığım bu eve,
artık yeni hobim anahtarımla kendim girmek olmuştu. Böyle yaptığımda buraya çok
sevilen bir misafir gibi değil, ailenin bir üyesi gibi geldiğimi
hissedebiliyordum çünkü.
“Hoş geldin annem!” diyerek uzaklardan sesi duyulan
anneme kıkırdadım. Nerede olursa olsun beni -hatta hepimizi- duyuyordu,
inanılmaz bir kadındı.
Montumu çıkarttıktan sonra rahatça içeri süzüldüm.
Salondan çıt bile çıkmaması garibime giderken kafamı ilk o kapıdan içeri
uzatmıştım. Bu saate kadar çoktan ev ahalisinin salonda toplanmış olması
gerekiyordu aslında.
İçeriye baktığımda önce bir farklılık sezememişken,
birkaç saniye içinde koltuklardaki her gün gördüğüm yüzlerin dışında kalan
simaları gördüğümde çocuk gibi yerimde zıplamamak için avuçlarımı sıktım.
“Dede?”
Salondakiler koştur koştur dedeme gitmeme gülüyorken
onları takmadan dedemin yanında oturan Toprak’ı popomla biraz ittirip yer
açarak yanına yapıştım. “Sürpriz mi yaptınız siz?” diye sorarken çoktan
kollarımı ona sarmıştım.
“Öyle yaptık dedesinin birtanesi, iyi yapmış mıyız?”
“Çok!” diye yanıtladım yanaklarını öperken.
“Biz gelmesek de olurmuş herhalde,” diyerek triple
konuşan teyzemi gördüğümde sırıttım. “Kıskandınız sanki biraz Sevil Hanım?”
“Ne kıskanacağım kız ben seni, bak yanımda senin
karındaşın var. Buna sarılırım ben de.” Rüzgar’ı çekiştirip sinesine çekmesine
kıkırdarken üçüzüm boğuluyormuş gibi nefeslendi. “Teyzelerin en güçlüsü,
öncelikle nazik ‘bu’ deyişin için teşekkürler ama biraz yavaş kurban olayım.
Boynum çıtladı.”
Eniştem Rüzgar’ın haline acımış olacak ki karısını
ellerinden kavrayarak geri çekti yavaşça. “Önder!” diye cırladı hemen teyzem.
“Ne çekiyorsun beni, yeğenimi seviyordum.”
Kız çocuklar halalarına çeker diyorlardı, ben halam
olmadığından teyzeme mi çekmiştim acaba?
“Tamam hayatım, sev sen. Yedekleri var onun, Savaş gözden
çıkartabilir muhtemelen.”
Yedeklerden kastının ben ve Toprak olduğumuzu anlayınca
güldüm. “Üçüzümü kurtarmaya gideyim, yine geleceğim dede. Bekle beni tamam mı?”
diye tembihleyip dedemin yanından kalktıktan sonra teyzeme ilerleyip kollarımı
açtım kocaman.
“Onu bırak beni al,” diyerek dramatik bir çıkış
yaptığımda tek kaşı havalandı. “Geçti Bor’un pazarı küçük hanım, ben Rüzgar’la
mutluyum artık.”
“Teyzem yemin ederim ben de birkaç dakika önce çok
mutluydum ya beni bir salsana canını yediğim.”
Rüzgar’ın yakarışı salonu kahkahalara boğarken teyzem de
dayanamayıp güldü. Rüzgar’ı saçlarından öptükten sonra bırakınca, üçüzüm koştur
koştur anneme doğru gitmişti. “Anne boğuluyordum, bir yardım eli uzatmadın aşk
olsun.” Onu annesine sızlanma seansında yalnız bırakıp teyzemin yanına
yerleştim.
Omuzuna doğru yattığımda kolunu bana dolayıp yanağımı
öptü birkaç kere. “Kurban olsun teyzesi, balsın sen ya bal.”
Beni bebek halimden asla büyütemeyen isim kesinlikle
teyzemdi. Kucağına almaya çalışmak dışındaki bütün aktiviteleri bebekmişim gibi
ilerletiyordu. Biraz şiddetli bir sevme stiline sahip olsa da teyzemle gayet
mutluydum. O beni paralarken bir ara fırsat bulup eniştemle selamlaşmayı da
başarmıştım.
Alacağım cevabın beni üzeceğini bile bile sordum. “Dayımı
getirmediniz mi?” Dedeme bakarak sormuştum bunu üzgünce kıstığım gözlerimle.
“Sen öyle bakarsan, gider istifa ettirir getirtirim Gökhan’ı.
Zorlama beni dedesinin canı.”
Bir Yekta abimi bir de dayımı görme sıklığım hep
diğerlerinden azdı. Mesleklerinin bunu gerektiriyor olmasını kabulleniyordum
tabii ve saygı da duyuyordum ama özlüyordum işte ne yapabilirdim ki.
Kısıkça ofladım. Bu sırada babamla göz göze gelmiştim
farkında olmadan. Bana göz kırptığında üzgün halime rağmen gülümsedim ona. Kan
da kussam babam bana şefkatle bakınca kıkır kıkır gülesim geliyordu hep.
“Nöbetleri buraya gelmesine engel olsun diye amcam belki
Muğla’daki hastanesine ulaşmıştır.” diyerek ciddiymiş gibi fikir sunan Yaman
abime baktım. “Ne?”
“Ne ne’si denizkızım, birbirlerini yiyorlar senin için.
Barış Göktürk’ten her şeyi bekleyeceksin bu hayatta.”
“...dedi, Deniz evleniyorum deyince pat diye devrilip
bayılan Yaman Göktürk.” Rüzgar’ın eklediği kısımla kahkahamı bastıramamıştım.
Abimin dramatik tepkisini dedem, teyzem ve eniştem
dışında herkes biliyordu.
“Evleniyor?” diyerek abimi tekrarlayan dedemi duyduğumda
yutkundum sessizce. Teyzemin boynuna kafamı sokarak yok olmayı deneme konusunda
kararsızdım.
Gülüşler gittikçe azaldığında dedeme benim tepki vermemi
beklediklerini anlamıştım. Bu yüzden daha fazla oyalanmadan teyzemin omuzundan
doğruldum. Dudaklarımı ıslattıktan sonra bakışlarım dedemi buldu. Çaprazımdaki
koltukta, dikkatle beni izliyordu.
Acar dayım ile tanışıyordu. Babamların yanına şirkete
gittiğimizde -hatırlamak bile istemediğim, yaralandığı güne denk geliyordu bu-
ikisi birbirlerini görmüşlerdi. Ama teyzem ve dedemle hiç denk gelmemişti ve
ben bu ayrıntıyı yeni fark ediyordum.
“Biraz daha zaman kazanmak için duşa da gir istersen
abim, dudakların konuşmaya hazır bence. Yalanma kedi gibi.” Yekta abime göz
ucuyla küskün küskün baktım. Kolunun altında karısı var diye keyfi yerindeydi,
hep yerinde olsundu tabii, ama beni düşünen yoktu.
“Sürekli bambaşka olaylarla gündem yoğun geçince hiç denk
gelemediniz,” diye başladım yeniden dedeme odaklanırken. “Acar’la
tanıştıramadım sizi dede.”
Dedemin saçlarıyla eş biçimde beyazlamaya başlamış
kaşları çatılır gibi olduğunda tek gözümü kapattım biraz. “Kıyamıyor da insan,
surata bak. Mağaradan inmedik herhalde dedesinin canı, tanışırız, konuşuruz.”
Çatık kaşlarını bir anda gevşetip halime güldüğünde şaşkın şaşkın bakakalmıştım
suratına.
“Güvendiğim dağlara karlar yapıyor bir bir. Önce babam,
şimdi de dedem…” diyerek hayretler içerisinde konuşarak söylenen Yaman abime
kulak vermeden dedeme kocaman gülümsedim.
“Tanışırsınız, o sizi tanıyor gibi zaten. Ben susmadan yanlışlıkla
biraz fazla konuşuyorum bazen, anlatıyorum ona her şeyi.” dediğimde birkaç
kıkırtı duydum. İlk gözüme çarpan üçüzlerimdi. Gözlerimi kısarak ‘ayıp ayıp’
der gibi baktım.
Teyzem kolumu dürttüğünde dedem, babama dönüp kısık sesle
bir şey söylemeye başladığı için bakışlarımı yanıma çevirdim. “Hım?”
“Bakayım damada, kimin nesi, nerede tanıştınız, ne zaman
evlenme kararı aldın-…” Gözlerim irice açılmışken bitmeyen sorularının bir
noktada kesilmesini bekliyordum ki imdadıma eniştem yetişti. Karısının
yanaklarını sever gibi okşayarak dikkatini dağıtmıştı.
“Neyse ki Deniz’in susmadan
yanlışlıkla biraz fazla konuşma genini nereden aktardığını aramamız
gerekmiyor. Değil mi Sevil?”
Bizi duymaya yetecek yakınlıktakileri güldüren tepkisine
teyzem küskünce baktığında göz kırptı. Aralarındaki bakışmayı tam çözememiştim ama
teyzemin dünyayla bağlantısı birkaç saniyeliğine kesilmiş gibi görünüyordu.
Zil sesi duydum. Yerimden kalkacakken Sinem benden önce
davranmıştı. “Baktım ben.” diyerek salondan çıkarken arkasından gülümsedim.
Bazen sadece ona bakarak bile huzur dolabiliyordum. Acar’a söylesem durumu bir
miktar kıskanabileceği kadar varlığıyla mutlu edici biriydi Sinem benim için.
Teyzem eniştemin çekim alanından çıkmış olacak ki yeniden
koluma yapıştırdı bir tane. “Yavaş Sevil, yavaş abicim. Kızımı sarsmasan mı?”
Babamın beden sağlığımın peşine düşmesi teyzemi çok etkilemiş gibi durmuyordu.
Eliyle geçiştirir gibi bir hareket yaptı öylesine. “Tamam tamam, yavaş
vuracağım bir dahak-…”
Cümlesinin yine kesilmesi Önder eniştemden kaynaklı
sanılabilirdi. Ona bakınca devreleri birkaç saniye tutuşuyordu çünkü. Ancak bu
kez teyzemi susturan kapıya dönen ve kocaman kocaman açılan bakışlarıydı.
“Maşallah!” diyerek tükürüklerini bir miktar üzerime saçarak her ne gördüyse
tepki vermişti.
Sinem’e böyle yapmayacağına göre, zili çalan kişiyeydi
maşallahı belli ki.
Teyzemden sıyrılıp kapıya doğru döndüğümde gördüğüm
kişiyle yanaklarımı gülmemek için dişlemek zorunda kalmıştım.
Elinde telefonumu tutuyor olan Acar, ilginç bakışlarla
bana ve teyzeme bakıyordu şu anda.
“İyi akşamlar,” dedi ardından girdikten sonra sessiz
kaldığını fark ederek. “Telefonunu arabada bırakmışsın, çok ilerlemeden fark
edince döndüm.” diyerek geliş amacını belirtti.
Garip bir sessizlik olduğunda annem duruma el atmıştı.
“İyi akşamlar Acar, gelsene canım hoş geldin.”
İsmini belirtmesiyle teyzem belimden bir parça eti kendi
malıymış gibi parmaklarıyla sıkıştırdı. “Kız bu ne? Heykel gibi girdi salona
adam, sanatçısın tabii gözlerin yanıltmamış seni.”
Kocaman bir kahkaha atmaktan kendimi alıkoyamadığımda
teyzemi yalnızca ben ve diğer yanındaki eniştem duyabildiğinden diğerleri için
anlamsız bir andı.
Nefes nefese gülüşümü durdurduğumda çoğu bakışın üzerimde
olmasını es geçerek boğazımı temizler gibi hafifçe öksürdükten sonra
ayaklandım. “Tam senden bahsediyorduk,” dedim Acar’a bakarken. “Dayımla
tanışmıştın ama dedem, teyzem ve eniştemle denk gelememiştin.”
Acar’ın ifadesi hızla değişti. Az önce bu üçlünün kim
olduğunu kendi içinde sorguluyor olmalıydı ki ben açıkladıktan sonra düzelmişti
bakışları.
Benim yönlendirmeme gerek kalmadan dedeme doğru ilerledi.
Dedem dümdüz bir ifadeyle bekleyerek sanırım az önce bana kıyamayıp uzatmadığı
şakasını Acar’a satmayı planlıyordu.
“Ayhan Ulusoy,” dedi dedem iş görüşmesindelermiş gibi
ciddiyetle. “Dedesiyim Deniz’in.”
“Memnun oldum,” dediğini duydum Acar’ın. Dedemin haberi
olmayan minik bir detay vardı ki; Acar kolayca stres olup paniğe kapılacak son
insanlardan biriydi. “Acar Bayazıt, umuyorum yakın bir zamanda Deniz’in eşiyim
diyerek tanıtacağım kendimi ben de.”
Gözlerim kocaman açılırken bana üçüzlerimin de eşlik
ettiğini, Sinem’in kocasını dürtüp gördün mü der gibi sarstığını ve annemin
gözlerinin Yaman abim tarafından kapatıldığını görmüştüm. “Anne sen bakma,
galiba dedem Acar’ı boğazlayacak önemli bir şey yok.”
Dedem oturduğu yerden kalkmak ya da abimin
hesaplamalarına göre Acar’ın üzerine atlamak yerine oldukça yavaş bir hareketle
babama döndü. “Sen mi çalıştırdın bu direği?”
Acar’a direk demesine biraz sonra gülmeyi aklıma not edip
babama baktığımda bıyık altından güler bir halde bulmuştum Savaş Göktürk’ü.
“Sence baba?” diye sordu babam. “Yanlış hamleyle senden
laf yemesi işime gelirdi, bilmeden beni taklit edeceğinden haberim yoktu.”
“Şifreli şifreli konuşmasanıza, çek sen de elini Yaman
deli misin çocuğum?” Annem aynı cümlede hem babamı ve dedemi hem de abimi
paylarken ben şaşkın balık gibi ortamı analiz etmeye çabalıyordum.
Dedem başıyla babamı işaret etti annene. “Yıllar önce
kocan olacak şu herifi karşıma getirdiğinde, az önce bu direk ne dediyse onu
duymuştum ağzından ilk önce. Pınar’ın kocası olacağım kısa bir zamanda, diye
dikilmişti önümde.”
“E olmuş bu arada,” diyerek hafifçe yükselen gülüşleri
bastıran teyzemi duydum. “Darısı Deniz’imle maşall-…”
“Teyze!” diye araya girdim. “Sevgilime maşallah deyip
deyip tükürmesene!”
“Deniz!” diyen Yaman abimdi. “Şu herife sevgilim deyip
deyip durmasana!”
Elimi alnıma atarak ovuşturdum. “Ne diyeyim abi?”
Abim ciddiyetle ona bu soruyu yöneltmemi beklemiyor
olacak ki bir an duraksadı. Dudaklarını düşünüyormuş gibi büktü bir süre. “Ben
artık yapamıyorum, ailemden ayrılamam o yüzden senden ayrılıyorum diye seslen
bence. Kısa ve net.”
Rüzgar ve Toprak’ın küçük çocuklar gibi efektli sesler çıkararak
durumu kızıştırmasına başımı olumsuzca salladım. Bulunduğum ortamda ya
Toprak-Rüzgar ya da Koray-Caner ikilisi bu tarz görevler üstlenerek sağ
olsunlar eksiklik hissetmeme engel oluyorlardı. Bir de dördü bir araya
geliyordu ki tadından yenmiyordu zaten.
“Öyle yapsın Yaman Göktürk, ama tam emin de olamadım. Eve
girmeden karşı komşumla bu konuyu bir görüşeceğim. Sana haber veririm mutlaka.”
İması üçümüz arasında sıkışıp kalacak kadar ince
olduğundan diğerleri için araya kaynamış olsa da abimi afallatmaya yetmişti. Acar’ın
Hayal gibi bir koza sahip olması, abimi en az(!) parfümlerinin aynı olması
kadar yıkıyor olmalıydı.
İlerleyen dakikalarda ortam tamamıyla değişmese de artık
toplu bir konuşma yerine kısım kısım dağılmış gruplar halinde dönen sohbetler
yükseliyordu. Yengem süt istemek için Ufuk’u bize yollayınca dedemlerin burada
olduğundan amcamların da haberi olmuştu ve içerisi daha da kalabalıktı artık.
Gerilim hattının arasında sıkıştığım için abartılı bir
gülümsemeyle dudaklarımı kıvırmış halde etraftaki konuşmaları dinliyordum.
Sağımdaki Yaman abim ve solumdaki Acar nötr görünseler de
ikisi de farklı sebeplerle biraz gerginlerdi. Acar’ın bir çekincesi olmasa da
her an salondan biri ona bir şey söyleyecekmiş gibi tetikte beklemesi, abimin
dakikalar önce Hayal’den bahsedilen andan beri girdiği halle benzerlik göstermiyor
da değildi tabii.
“Abi,” dedim dayanamayıp fısıltıyla. Herkes kendi
alemindeyken beni yalnızca Acar ve o duyabiliyordu, en azından hesaplamalarımı
bu yönde yapmıştım.
“Söyle güzelim?”
“İyi misin?”
“İyiyim denizkızım, kötü mü olmalıyım?”
Dudağımın kenarını ısırdım tedirgin bir biçimde. “Hiç
konuşmadınız mı Hayal’le hastaneden sonra?” diyerek soracağım sorudan beni
kurtaran sevgilimdi.
Abimin bakışları Acar’ı buldu. Birbirleriyle
atışmalarına, hatta kızgın kızgın bakmalarına bile alışkındım ama ilk kez
abimin Acar’a bu denli açık bir biçimde baktığına şahit oluyordum. Hiç
saklanmadan, aksine yardım istiyormuş gibi bakıyordu ona.
Hayal’le geçmişte bir ilişkisi olduğunu öğrenmiştim. Tüm
detaylara hakim değildim, özellikle neden sonlandıklarından habersizdim ama bir
yıl kadar birlikte olduklarını abimden zor bela öğrenebilmiştim geçenlerde.
Hayal’i salondaki çoğunluğun da tanıdığından neredeyse emindim bu nedenle. Bir
yıl kısa bir süre asla değildi bir ilişki için.
Abim olumsuz bir ses çıkartmakla yetindi Acar’ın sorusuna
cevap olarak. Kendimi Hayal’in yerine mi abimin yerine mi koysam şaşırmıştım,
iki seçenekte de pek iyi hissettirmiyordu bu. “Birkaç kez karşılaştım girip
çıkarken eve,” dediğinde boynumu acıtacak bir hızda Acar’a döndüm. Bana asla
bahsetmemişti.
Abim de ben de dikkatle ona bakıyorduk şu anda. “Yalan
söylemeyeceğim, haddime değil zaten ama iyi görünmüyordu Yaman. Rüya da o
nasılsa aynısını kopyalıyor gibi durgun duruyordu.”
Rüya’yı duyar duymaz dudaklarım bükülmüştü aşağıya doğru.
Hastanedeki halini unutabilmiş değildim. Benzersiz bir anneye sahipken, anne
eksikliği çekerek büyümüştüm ve bu en derin yaralarımdan biriydi. Bu nedenle
Rüya’nın sızısını hissedebilmekte güçlük çekmiyordum. Onun neden ablasına anne
deme ihtiyacı duyduğunu çok iyi anlıyordum hatta.
Küçükken zaman zaman Yeliz teyzeye anne diyecekmişim gibi
hissederdim. Onun Koray’a ve Soner abiye yaklaşımını imrenerek izlerken bu
yetmezmiş gibi bana da şefkatle yaklaşırdı hep; çocuk aklım da kendime yeni bir
anne seçme hakkım var zannederek onu anne bellemeye yatkındı. Büyüdükçe bunun
mümkün olmadığını anlamıştım ama anlamak çocukluktan kalma acılarım dindi demek
değildi elbette.
“Geldiğimde hatırlat ben Rüya’dan kurabiye isteyeceğim
yine,” diye mırıldandım içli içli. Abim buruk bir gülümsemeyle bana bakarken
Acar önüme doğru dökülen saç tutamlarımı geriye topladı. “Fındıklı
olmadıklarından emin olacaksan değerlendiririm fikrini.”
“Rüya ne isterse o,” dedim net bir şekilde. “Sen
karışamazsın.”
Kaşlarını havalandırdı. Netliğimden biraz şüphe duymama
sebep olan bakışlarına şirin şirin gülmeye çalıştım. “Fındık sevmem zaten ben,
iğrenç bir şey.”
Arkaya doğru kaçıp abime yapıştım. “Kötü kötü bakıyor
abi, bir şey demeyecek misin?” dedim mızmızlanırken. Bir yandan da onun aklını
dağıtabilmeyi umuyordum.
“Bakmasana oğlum kardeşime kötü kötü!” diyerek
beklentimin altında kalan çıkışıyla beni kırmayan abime göz ucuyla baktım
başımı kaldırıp. “Normalde esip gürlüyorsun adama, ben isteyince niye böyle
oldun abicim?”
“Bana ihtiyacı olduğunu hatırlamıştır zümrüt göz,
tehlikeye atası gelmedi herhalde durumu.” diyerek gıcık bir sırıtışla konuşan
Acar’ın tavrı abimi tetiklemeye yettiğinde beni arada bırakacak biçimde üzerine
doğru gidince cırladım.
Salondaki dikkatleri üzerime toplamıştım böylelikle. “Lan
ne tepiniyorsunuz, ezeceksiniz kızı!”
Evde benim beden bütünlüğümü önemseyen tek kişi vardı.
Güvende kalmak için yerimden kalkıp pıtı pıtı babamın yanına ilerledim. “Çok
korktum baba,” dedim abarta abarta. “Eziliyordum galiba.”
Kollarımı göğsüne doğru sarıp sırnaştığımda babam yarım
ağız gülerek beni kendisine daha da çekti. “Ben kulaklarını çekeceğim onların
meleğim, sen korkma.” dediğinde gözümün önüne kulaklarından çekilerek azarlanan
Yaman-Acar ikilisi gelince dayanamayıp gülmeye başlamıştım. Yüzümü babamın
göğsüne bastırıp gülüşümü saklarken sanırım babam da aynı şeyi düşünmüş olacak
ki saçlarıma doğru gülmüştü.
“Ne konuşuyor onlar hararetli hararetli can suyum?” diye
sorduğunda başımı azıcık çevirip az önce kalktığım yere doğru baktım. Acar bir
şeyler anlatıyor, abim de dan kulağıyla dinliyordu. Dinlerken hafif çatılan
kaşları gittikçe gerginleşmeye devam ediyordu hatta.
Konunun Hayal ile ilgili olmaya devam ettiği belli
gibiydi. Ama abime böyle baktıran neydi bilmiyordum. Babama da konuyu
açamayacağım için omuz silkmekle yetindim. “Bilmiyorum ki, benimle ilgili
didişiyorlardır yine.” diyerek beyaz bir yalana sığınmıştım çarem olmayınca.
“Bir onlar bir de Barış’la Gökhan duramıyor zaten
yerinde. Girdin aralarına babacım.” dediğinde kıkırdadım. “Kendinizden
bahsetmeyecek misiniz Savaş Bey?”
Babam çenemi tutup yavaşça kaldırdı. Birbirine eş olan
gözlerimiz çarpıştığında babamın yüzünde oldukça emin ve gururlu bir ifade
duruyordu. “Benimle aynı kulvarda bulunabilecek kimse yok Deniz, sence var mı
babacım?”
Başımı yavaşça iki yana salladım. “Ben de öyle
düşünmüştüm.” dedikten sonra beni yeniden göğsüne yatırdı. “Bırak onlar
birbirlerini yesinler, sen babanın yanında keyfine bak. Seni buradan
alabilecek, hatta değil almak bunu tartışma konusu haline getirebilecek biri
yok can suyum.”
Yanağımı sıcak ve güvenli göğsünde dinlendirirken babamın
havalı bir biçimde birkaç dakikada beni hipnoz etmesinin etkisinde, hafızasız
bir balık gibi şu anın içine hapsolmuştum.
Anneme baktım kısa bir an. Çocukları için doğru babayı
bulmuş olması konusunda teşekkür edilmesi gerektiğini düşünüyordum. Biraz sonra
ise bakışlarım bu kez sessizce abimi dinleyen taraf olmuş olan adamı buldu.
Acar’a bakarken içten içe gülümsedim. Gerçekleşeceğinden şüphe duymuyor olsam
da, dudaklarımdan bir dilek olarak dökmeye karar verdiğim isteğimi içimden
mırıldandım.
Tıpkı az önce
benim yaptığım gibi; yıllar sonra bir gün benden, bizden bir parça bana
teşekkür etsin, babasının kollarındayken bana baksın ve ‘iyi ki’ desin istedim.
~
- Hayal
“Burasını hiç güzel boyamamışsın dayıcım,” diye nazikçe
uyarıda bulunmayı deneyen Rüya’nın sesini mutfakta olmama rağmen duyuyordum.
“Güzel olmayınca arkadaşlarım dalga geçebilir.”
“Yavrum sen anaokuluna gitmiyor musun, ne tarz deliler
var sınıfında da boyanın kenarı olmayınca dalga geçiyorlar?”
“İlker!” diye seslendim Rüya kadar nazik tutamadığım
uyarıcı tondan. “Düzgün konuş çocuklar hakkında lütfen.”
“Evet dayı, deli demesene arkadaşlarıma.” Rüya çoğu zaman
olduğu gibi beni onaylamakta gecikmedi. Uysal bir çocuktu. Bu biraz da zorunda
bırakılmışlıktı aslında, ona şımarabileceği ve kendi dünyasında çocuksu hallere
düşebileceği fırsatı bir türlü yaratmayı başaramamıştım ben. Bunu başarabilmek
için her şeyimden vazgeçmeyi göze almıştım hatta ama olmamıştı işte.
“Bak bak, ablanın tarafını tut anca sen. Ben neciyim?”
Rüya’nın bana anne deme isteği, daha doğrusu bu konuda
hissettiği eksikliği bir tek İlker varken ortada olmuyordu. Bunun kaynağı da
açıktı aslında. Rüya, annesizliği başkaları tarafından onda görülebilecek bir
kusur olarak tanımlıyordu kendi aklında. Yeni tanıştığı insanlara, kendi
yaşıtlarına beni annesi olarak gösterme çabası da bundandı.
Türkiye’ye döndüğümüzde, İlker’le ilk tanıştığında da bir
anda bu huyu değişmemişti elbette. İlker’in güvenli olduğunu kendisi
deneyimleyerek öğrenmiş ve yanında bu şekilde rahat olmaya başlamıştı. Benim
için şaşırtıcı bir durum değildi. İlker, liseden edinebildiğim sayılı
arkadaşlardan bir tanesiydi. Hatta zamanla tek arkadaşım olma sıfatını da
kazanmıştı. İçime kapanık ve hayatını paylaşma konusunda ketum biri oluşum
insanları bir bir etrafımdan kaçırırken, İlker buna yenik düşmeden yanımda
kalmıştı.
“Dayımsın sen de,” dedi Rüya tatlı tatlı. Artık mutfakta
beklemek yerine yanlarına doğru ilerleyip salon kapısından onlara bakar hale
geçmiştim. İlk tanıştıklarında Rüya bana anne dedikçe, İlker de ‘o zaman ben de
dayınım’ diye kendini etiketleyince bu da böyle kalmıştı. Bu saatten sonra da
Rüya’nın ona abi demeye başlayacağını hiç zannetmiyordum.
Yanlarına oturmak için adımlayacakken zil sesi duyduğumda
kaşlarım sorgular gibi çatılmıştı. Kimseyi beklemiyordum. Eğer İlker burada
olmasaydı, tek aklıma gelen seçenek o olurdu ama o da yanımızdaydı zaten.
“Kim gelecekti?” diye sordu İlker. Bu sırada Rüya koştur
koştur kapıya kaçmıştı bile. Peşinden biz de giderken omuz silktim. “Bilmiyorum
ki,” dedim. “Güvenlik arıyordu biri gelince aslında ama buradan çaldı zil.”
Acar’ın bir şeye ihtiyacı olma ihtimali geldi kısa bir an
aklıma. Bunu mantıklı bularak onay verip Rüya’nın asılarak açtığı kapının
ardında onu görmeyi bekledim. Dairenin kapısına kadar gelenin güvenlikten
habersiz sadece o olabileceğini düşünmüştüm. Bir iki kez karşılaştığımızda
selamlaşmıştık kısaca koridorda geçenlerde.
Saniyeler içinde bir şeyler gelişti. Rüya’nın açtığı
kapı, aklımın ucundan geçmeye bile yüz bulamayan bir ihtimali gerçeğe bulamaya
yeterken dudaklarım nefes alamıyormuşum gibi açılmıştı.
Adını dahi dile getiremeden önce ise beklemediklerim
listesinde bulunan bir şey daha gerçekleşti. Birkaç dakika önce uysallığından
dem vurduğum Rüya daha önce görmediğim bir öfkeyle uzanabildiği en yüksek nokta
olan yerden, kapıda duran bedenin dizlerinin biraz üzerinden onu geriye doğru
ittirdi tüm gücüyle.
“Git!” diye sitemle konuştuğunda afallamış bakışlarım
önce onu, ardından benim aksime hiç şaşırmış durmayan Yaman’ı buldu.
Yaman dizlerini kırarak eğildiğinde, kapı eşiğinde artık
Rüya’yla boy farkları öncekine kıyasla hiç sayılırdı. “Neden?” diye sormadan
önce biraz Rüya’ya bakmak için kendine zaman tanımıştı.
“Kapıdaki Yaman mı, yoksa çekmeceden bulduğum o ilginç
şekerler kafa yapıcıydı ve ben kendimde değil miyim Hayal?” İlker’in hayretler
içerisinde konuşmasına şahit oluyorken ona bir cevap veremedim. Bahsettiği
şekerler hangileriydi bilmiyordum ama ben de farkında olmadan o şekerlerden
tüketmiş olabilir miydim?
İlker’in iki hafta önceki karşılaşmadan tabii ki haberi
vardı, ona anlatmıştım. Anlatabilecek tek bir kişim vardı zaten, bundan
ibarettim ben. Yaman’la birbirlerini önceden de tanıyorlardı ayrıca. Bu nedenle
konuya hakim oluşu yeni de değildi.
“Ruh görmüş gibisin İlker.” derken gözleri Rüya’dan
ayrılmasa da İlker’e seslenen Yaman’ı duydukça anın gerçekliğini daha da
sorgular hale geliyordum.
Bir daha görüşebilmemiz için bir mucize daha
gerçekleşmesinden başka bir yol olmadığına kendimi inandırmıştım. Yaman’ın
yasını tuttuğu kız kardeşinin yaşıyor olması, üstüne üstlük bizi her şeyin
ardından birbirimize denk getiren tesadüfün de merkezinde bulunması mucizenin
de ötesindeydi mesela.
“Dayımın adını kim söyledi sana?” derken merakı bir an
için öfkesinin önüne geçmiş gibiydi Rüya’nın.
“Cevaplarsam içeri girmeme izin verecek misin?”
Rüya düşünüyorcasına duraksadı bir an. Sonra profilden
görebildiğim yüzünün buruştuğunu gördüm. Bunun neyin öncüsü olduğunu
biliyordum. Ağlamaya başlayacaktı. Müdahale edebilmek için öne atılacakken Yaman’ın
kocaman avuçları onun küçük tombul yanaklarını kavradığında çakılı kalmıştım
olduğum yerde.
“Ağlamak yok, sohbet ediyoruz seninle.”
Ağlamaya başlayacağını nereden anladığını düşünmeme gerek
yoktu.
“Buruştu yine
ağzın burnun, kızım delireceğim bak. Ağlamana dayanamadığımı bile bile her
seferinde başlıyorsun akıtmaya çeşmelerini.” derken bedenim kolları arasında
küçücük kalmıştı. “Ağlamıyorum bir kere!” dedim demesine ama sesim çoktan
çatlamıştı.
“Külahıma
anlat onu sen güzelim, ezbere biliyorum seni. Kimi kandırıyorsun acaba?”
Rüya’nın bu huyu benimle tıpatıp aynıyken, beni
ezberlemiş bir adama halini analiz etmek zor gelmemişti elbette. Ezberinin dört
yılda silinmemesi ise canımı hem acıtmış hem de acıyan o yeri öpücüklerle iyileştirmeyi
bilmişti.
“Annemi ağlattın sen, İzgi iyi biri olduğunu söylemişti
ama yalan söylemiş. Çok üzdün annemi.”
Rüya’yı ilk kez durdurmak ve susturmak istedim.
O beni üzmedi, ben onu üzdüm, çok üzdüm hem de diyebilmek
ve bu anı durdurmak istedim ama dilim sıkı sıkıya kilitliydi.
“Seni de üzdüm mü?” diye sordu Yaman, Rüya’nın
söylediklerinden sonra kısa bir an duraksayıp bana bakacakmış gibi
kıpırdanmıştı ama yapmadan yine dikkatle önündeki küçük bedeni izlemeyi
sürdürdü.
Rüya başını salladı hemen. “Üzdün, annem üzülünce ben de
çok üzülürüm. O benim her şeyim.”
Yaman başını sallayarak onu onayladı hafifçe. “Anladım,”
dedi sakin sakin. Hâlâ yanaklarını kavramış haldeydi, Rüya da geri çekilmeye
hiç niyetlenmeden onun himayesinde beklemeyi sürdürüyordu. “O zaman sana küçük
bir sır verebilir miyim?”
“Verebilirsin, ben kimseye söylemem ki.” dedi teminat
verir gibi hemen. Dudaklarım kıvrılacak gibi oldu bu çabasına.
Kulağına doğru yaklaştı Yaman. Onu duymamıza izin
vermeyeceğini, gerçekten yalnızca sesini Rüya’ya duyuracağını sanıyordum o an.
Beni yanıltmayı seçmişti.
“Annen benim
de her şeyim Rüya, o üzülünce ben de çok üzülüyorum.”
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder