Aykırı Çiçek 62.Bölüm

 62.BÖLÜM



“İzgi!” diyerek büyük bir şaşkınlıkla bana seslenen Çağla’ya gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp durulmayı bekledikten sonra dönüp baktım.

“Efendim canım?” diye sorarken, ciyak ciyak bağıran bir kadını kolundan kavramamışım gibi rahattım. Çağla’yı da bu rahatlığımla daha büyük bir şaşkınlığa sürüklemiş bulunuyordum.

Kolunu benden çekebilmek için debelenen Selin’e daha fazla temas etmemeye karar vererek elimi çektiğimde, Çağla girdikten sonra kapanmış olan kapı bir kez daha açılmıştı. “Çağla!” diyerek panikle içeriye dalan Melih’i gördüğümde göz ucuyla yanımda duruyor olan arkadaşımı inceledim. Hamileydi ya da değildi emin değildim ama birazdan doğuracak gibi stresli duruyordu şu anda.

Melih içeri girdiğinde, burada olduğunu bildiği sevgilisi dışında beni ve Selin’i gördüğünde afallamıştı. “Ben…” diye mırıldandı. “Çığlık duyunca bir şey oldu sandım, daldım içeri.” Kadınlar tuvaletine baskın yapışını apar topar açıklamaya çalışırken son derdimizin bile bu olmadığının farkında değildi.

Kapıyı tutuyordu, dolayısıyla kapı kapanmamıştı. Bir dakika bile geçmemişken arkasında beliren ikiliyi gördüğümde Acar’la fazla vakit geçirmekten olacak ki dudaklarımdan kısık bir küfür çıkmıştı. Durum yeterince karmaşık değilmiş gibi tuvalet ekibimize eklenen Caner-Acar ikilisine bakarken derin bir nefes aldım.

Aldığım nefesi geri bırakamamışken, aniden içeriyi dolduran ağlama sesiyle ne olduğunu anlayamadan gözlerim kısıldı.

Ağlayanın kim olduğunu gördüğümde ellerim sinirden titremeye başlamıştı. Bütün ruh hastaları özenle beni buluyordu, mıknatıslı mıydım ben acaba? Ya da kendim de öyleydim de benzerlerim peşimize mi takılıyordu?

“Ne olduğunu açıklayacak mısınız? Yoksa biz kendi aramızda tahmin mi yürütmeliyiz?” diye soran Caner abartılı bir biçimde ağlayan Selin’e bakarken her an kulaklarını örtecek gibi duruyordu. Gözlerinden yaş akıtmayı da ihmal etmemiş olan kadını hayretle izliyorken, titrek tuttuğu sesiyle konuşmaya başladı. “Bana…” derken sanki zar zor konuşuyormuş gibiydi. “Saldırdı birden, üzerime geldi.”

“Ya sen manyak mısın kızım?” diye birden yükseldiğimde içerideki herkesin şok olduğunun az çok farkındaydım. Kurduğu cümleden sonra Çağla dışındakilerin, bahsettiği kişinin ben değil de Çağla olduğunu sandığından adım kadar emindim. Bazen içinden böyle bir canavar kusabiliyordu, daha önce benim denk geldiğim olmuştu ki kaç yıllık arkadaşlarının daha çok denk gelmesi kaçınılmazdı.

Selin benim bağırmamı beklemiyor olacak ki irkilerek benden bir adım uzaklaştı. “Derdin ne senin?” diye sordum bu kez sesimi normal tutmayı deneyerek.

Ağlamaya devam etmekle yetindiğinde herkes bir an için duraksamıştı. Şu ana dek konuşmamış olan tek kişi, sonunda tepki vermeye karar verdiğinde ilk yaptığı adımı seslenmekti. “Feris,” dedi sakin bir durumun içerisindeymişiz gibi. “Yanıma gelir misin?”

Lavabonun üzerinde peçeteye sarılı biçimde duran testlerden uzaklaşmam gerekecekti bu durumda. Gerçekten her şey bir anda nasıl bu hale gelmişti anlayamıyordum. “Gelemem,” dedim. “Çıksanıza siz, kadınlar tuvaletine niye doluştunuz ya?”

Paçamızı kurtarmak için son direnişlerimi sergilerken Acar bana zaman tanımadan yanıma doğru geldi. Çenemi iki parmağıyla kavrayıp başımı kendisine doğru kaldırırken, Selin’in saniyelik de olsa sırıtan memnun yüzünü görmüştüm. Ağladığı için beni suçlu ilan edebilmiş olduğunu düşünüyordu.

“Bak bana,” dedi yeşillerim irislerine çarparken. “İyi misin güzelim, bir şey mi yaptı sana?”

Dönüp Selin’in suratının ne hale geldiğini görmek istesem de Acar’ın ilgiyle sorduğu sorunun etkisinde ona bakakalmıştım. “İyiyim,” diyebildim kısık bir sesle. Belimin kenarını yavaşça okşadıktan sonra beni kendisine doğru çekti. Sırtımın yarısı ona yaslıydı, karşımızda da diğerleri vardı.

Az önce bakmak istediğim Selin’i şimdi rahatça görebiliyordum. Esmer tenine rağmen yüzünün öfkeyle kızardığını fark ettiğimde, daha normal bir anda olsaydım gülebilirdim. Kendi çalıp kendi oynamıştı ve yaşananların ona bir yararı olmamıştı.

Durumu toparlamak için ne söyleyebileceğimi düşünürken, Selin’in bir an da ileri atılıp tezgâhtaki peçeteyi ucundan tutarak çekmesiyle test çubukları küçük tıkırtılarla fayansa çarpıp düştüler. Bütün bakışlar orada toplandığında omuzlarımı düşürdüm yenilmişlikle.

Çağla’ya döneceğim sırada onun rüzgar gibi yanımızdan ayrılıp dışarı çıktığını görünce sızlanmamak için kendimi tutmaya çalıştım.

“Melih peşinden git n’olur, geleceğim birazdan. Soru sormadan bir an önce git hadi.” dedim önce. Melih şok içinde bir testlere bir de bana bakmakla meşguldü. Gözlerinin iriliğinden anladığım kadarıyla testlerinin sahibinin sevgilisi olduğuna ihtimal vermeden amca olma ihtimalini baskın tutmaktaydı. Yine de söylediklerimi ikiletmeyip çıktı o da.

Gözlerimi testlerde gezdirdim kısa bir an. Hepsinin üzerinde yalnızca birer çizgi gördüğümde dudaklarım aşağıya doğru bükülmüştü. Çağla hamile değildi.

Belimin kopacakmış gibi sıkıca tutulmasıyla Çağla’nın gidişine ve sonuçlara dertlenemeden önce ilgilenmem gereken minik bir durum daha olduğunu hatırlayınca aceleyle Acar’a baktım başımı çevirip. Gözlerini çubuklardan hiç ayırmadan oraya bakıyordu.

Yutkunduğunu hareket eden ademelmasından anladığımda onu biraz bu fikirle baş başa bırakıp bekletme gibi bir cin fikirle dolsam da kıyamayarak yanağına uzandım. “Negatif o testler,” dedim sadece. Selin ortamı terk etmeden testlerin Çağla’ya ait olduğunu söylemeyecektim. Bu asalağın kime ne anlatacağı belli değildi, ben çoktan yanmıştım zaten.

“Negatif mi?” diye sorarken sesi o kadar kısıktı ki gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım birkaç kez. Bana ait bir gebelik testinin pozitif olmasını mı isterdi?

“Hı hım,” diyebildim onaylarcasına. Burnundan uzunca bir nefes bıraktı. Resmen karşımda üzülüyordu bu duruma. Halini şaşkın şaşkın izlerken burada tek olmadığımızı ve az önce yaşananları hatırlayınca fevri bir hareketle önüme döndüm.

“Rahatladın mı?” diye sordum Selin’e bakarken. “Bütün planlarını harcadıysan terk et artık şurayı, yemin ederim varlığından haberdar olmadığım şiddete meyilli bir şeyler uyandırıyorsun bende; parçalayacağım şimdi seni!”

Tırnaklarını çıkartmış gibi dursa da aslında benden korktuğunu gözlerinden okumak hiç zor değildi. “Önemli fikirlerini de paylaşmadın diye hatırın kalmasın istersen, onları da söyle Acar’a.”

Kısa bir an bakışları ben ve Acar arasında gezindi. Az önce onun ağlayışlarına rağmen bir an bile tereddüt etmeden benim iyi olup olmadığımı kontrol ettiği anı hatırlamış olacak ki ‘bebeğin babası’ konusundaki dahiyane fikrini dile getirmeden arkasını dönüp sarsak adımlarla tuvaletten çıktı.

“Ulan ne oluyor?” Caner heyecanla bize doğru geldi. “İtiraz ediyorum ben sonuçlara, test tekrarlansın; bakın bu gerçekse Koray’ı ilk ben arayacağım tamam mı?”

Elimi yüzüme atıp ovuşturdum. Bir tane bile normal insan yoktu hayatımda ya, bir tane bile!

“Belediye seçimi mi bu Caner?”

“Ne bileyim kızım heyecan yaptım, amca olmak ne kadar zor haberin var mı? Psikolojik olarak kendimi hazırlayamadım daha tam.”

Sinirlerim artık tamamen bozulmuşken gülmeye başladım. Ellerimle yüzüme hava yollamaya çalışırken nefes nefese gülüyordum.

“Acar,” diye seslendi Caner. Acar onu da beni de pek duyuyor gibi değildi ama umursamamıştı galiba. “Delirmiş herhalde bu, hamile değilken böyleyse hormonlarıyla savaşırken sana başarılar diliyorum. O dokuz ay haber verin de çok görüşmeyelim kardeşim, kendinize iyi bakın.”

“Benim değildi,” dedim sonunda durulmuşken. Olanları kısaca özetlemeye başladığımda bir an önce bitsin de Çağla’ya gideyim diye zaman kollamaktaydım bir yandan da.

Tuvalette Acar ve Caner’e durumun büyük bir kısmını anlattıktan sonra ilk işim Melih’i arayıp nerede olduklarını öğrenmek olmuştu. Caner, memnun kalmasa da ajansta kalacak olmayı seçerek önümüzdeki üç yıl lafını yapacağı sorumluluğu alırken ben de gıkı çıkmadan anne ördeğin peşinde koşan bebeği gibi arkamdan gelen Acar ile yola koyulmuştum.

Çağla evine gitmek istemişti, bu yüzden biz de oraya gelmiştik. Biz gelene kadar Melih ile çoktan konuşmuşlardı, ikisinin de hafif kızarık gözlerinden bunun duygusal bir konuşma olduğunu anlamak zor değildi.

Kapıyı açan Melih’i ittirip kendimi Çağla’nın yanına, salona attıktan sonra ikizlerin ne yaptığına çok bakmadan Çağla’nın başının etini yemeye başlamıştım ben de.

“Özür dilerim bebeğim ya,” diye mırıldandım Çağla’ya sırnaşırken. “Ben fazla umutlandırdım seni daha sonuçlanmadan, belki sakin olsam daha az üzülürdün.”

Dudaklarını büktükten sonra omuzuna yasladığım başıma yanağını dokundurdu. “Saçmalamasana İzgi, asıl ben özür dilerim senden. Öyle bırakıp gittim seni, üstüne kaldı resmen testler.”

“Acar’ın akıl ve ruh sağlığı biraz etkilendi tabii,” dedim abarta abarta. Kıkırdadı hemen, amacıma ulaştığım için ben de gülümsedim.

 “Bayazıt ikizlerinin aslında baba olmaya bu denli hevesli olduğundan ikimiz de haberdar değildik galiba.” dediğinde dudaklarımı ıslatarak konuşmadan önce biraz oyalandım.

“Melih’e şaşırdım diyemeyeceğim ama…” dedim sona doğru sesim gittikçe kısılırken. “Ama Acar’a şaşkınsın.” diye tamamladı hemen beni.

Onları yanımızdan kovaladığım için mutfakta oturmak zorunda kalan ikizlere sesimizin gitmiyor olmasını umuyordum şu anda. “Her konuda ne düşündüğünü artık anlayabildiğim adamı bir tek bu bebek konusunda çözümleyemiyorum Çağla. Bir gün bakıyorum bebek deyince yüzü buruşuyor, ertesi gün hamile değilim diye hayal kırıklığına uğruyor. Ne düşüneceğimi şaşırdım.”

Omuzundan başımı kaldırıp yüzüne baktım düzgün bir biçimde. Bacaklarımı kendime doğru çekerek koltukta toparlanmıştım aynı zamanda da. Ellerimi tutup kendi kucağına doğru bıraktı. “Yıllardır hareketlerini gözlemliyor olan bir arkadaşından duy o zaman bu seferlik olanları,” dediğinde meraklanmıştım. “Ona korkunç gelen, aklına bile getirmekte zorlandığı bir şeyi artık delicesine istiyor olmanın afallamasını yaşıyor Acar sadece. Bana kalırsa, özellikle son zamanlarda o eski ‘bebekleri sevmiyorum’ diyen adamdan eser kalmadı gibi.”

Ellerimi istemsizce sıkılaştırıp ona tutunurken gözümün önüne hızla doluşan sahnelere sırıtmamak için dudaklarımı sıkıca birbirlerine bastırdım.

Acar baba mı olmak istiyordu gerçekten?

“Gelebilir miyiz artık İzgi, çaldın sevgilimi gelip. Bana da kendi ruhsuz sevgilini iteledin, gözümden kaçtı sanma.” diyerek içeriye giren Melih’i duyduğumda ifademdeki alttan sırıtış henüz kaybolmuş muydu bilmiyordum.

Çağla’nın söylediklerinin verdiği heyecanla ayaklandım. “Ruhsuz demesene sevgilime.”

“Demedik bir şey, al senin olsun tepe tepe kullan.”

Normalde Melih’e heyheylenmesi gerekirken sessiz kalmayı seçen Acar’a baktığımda dalgın olduğunu görmüştüm. Dudaklarım bükülürken yanına doğru gittim. Kollarımı boynuna sarıp göğsüne yaslandığımda büyük avucu sırtımı bulmuştu hemen.

Melih’in çoktan Çağla’nın yanındaki bana ait boşluğa yerleşip sevgilisini yanına çektiğini görünce Acar’ı arkamızdaki ikili koltuğa doğru ittirdim. “Biz de oturalım, kıskandım biraz onları.” dedim bir gram kıskanmamış olsam da konu dağıtarak. Çağla’nın bu çabama güldüğünü duymuştum.

Koltuğa oturduğumuzda, yerleşebileceğim çokça boşluk bulunsa da bedenimin büyük çoğunluğunu Acar’ın üzerine bırakarak ona yaslanmıştım. Hiç garipsemeden beni daha rahat etmem için sıkıca sardığında son bir saatte yaşananları birden üzerimden atmış kadar ferahlamıştım.

Melih ve Çağla’nın fısır fısır bir şeyler konuştuğunu görsem de duyamıyordum. Bu nedenle ben de başımı Acar’a doğru kaldırıp kısık bir sesle mırıldandım. “Acarcım?”

“Hım?” diye cevapladı alnını alnıma doğru bastırırken. “İyi misin sevgilim?”

“İyiyim zümrüt göz, kötü olmam gereken bir şey mi var ki?”

Başımı hızlı hızlı iki yana salladım olumsuzca. Alnıma yaslı olan alnına sürtünmüştüm bu hareketimle. “O zaman neden soruyorsun güzelim?”

“Sessizsin ya biraz,” dedim usulca. “Düşüncelerini paylaşmadığın için kendi kendime bir şeyler uydurdum ben de. Ne yapayım?” Son kısma doğru dayanamayıp cazgırlaşmış olabilirdim tabii.

“Sen bugün biraz gergin misin sanki Feris, Selin’i dövemedin diye beni mi pataklayacaksın yoksa?” derken sesindeki hafif alayı hissetmemek mümkün değildi. Kaşlarımı çatıp geri çekilmeye çalıştığımda beni sıkı sıkı tutarak buna engel oldu hemen. “Nereye?”

“Küstüm sana,” dedim tripli tripli. “Dalga geçiyorsun bir de, o dengesiz kadın sinirlerimi ne kadar bozdu haberin var mı?”

“O kadın ya da herhangi başka bir kadın zerre kadar umurumda değil, zümrüt göz. Ne kendileri ne de fikirleri beni ilgilendirmiyor.” dedikten sonra burnumun ucunu öptü yavaşça. “Ben, beni ilgilendiren tek kadını sıkıca tutuyorum kollarımda. Gerisiyle bir derdim de işim de yok.”

Eridiğimi belli etmemek için dik durmaya çabalasam da dudaklarım kontrolsüzce yukarı doğru kıvrılmaya çoktan başlamışlardı. Acar suratımdaki ifadeyi gördüğünde güldü. “Hoşuna mı gitti?”

“Yo,” dedikten sonra kocaman sırıttığımı görmesin diye göğsüne kapandım hemen. “Ne diye hoşuma gidecekmiş ki?”

Gülerek yüzünü saçlarıma bastırırken kulaklarıma dolan sesin tadını çıkartıyordum. Bu sırada araya kaynak yapan Melih’i duydum. “Evinizde barkınızda cilveleşin, burası babanızın mekânı mı oğlum?”

“Benim mekânım Melih, sorun mu var hayatım?” Çağla konuştuğunda Melih’in kedi gibi mırlayacağından bir an için şüphe etmiştim.

“Yo,” dedi az önce benim yaptığım gibi. “Ne diye sorun olacakmış ki?”

Acar’la aynı anda onun haline kahkahayı patlattığımızda Çağla da çaktırmadan gülse de kıyamayıp uzanarak öpmüştü Melih’i hemen sonrasında.

 

~

 

“Ben geldim!” diye içeriye doğru seslenirken bir yandan da ayakkabılarımdan kurtulmakla meşguldüm.

İlk zamanlarda bana kapının açılmasına bayıldığım bu eve, artık yeni hobim anahtarımla kendim girmek olmuştu. Böyle yaptığımda buraya çok sevilen bir misafir gibi değil, ailenin bir üyesi gibi geldiğimi hissedebiliyordum çünkü.

“Hoş geldin annem!” diyerek uzaklardan sesi duyulan anneme kıkırdadım. Nerede olursa olsun beni -hatta hepimizi- duyuyordu, inanılmaz bir kadındı.

Montumu çıkarttıktan sonra rahatça içeri süzüldüm. Salondan çıt bile çıkmaması garibime giderken kafamı ilk o kapıdan içeri uzatmıştım. Bu saate kadar çoktan ev ahalisinin salonda toplanmış olması gerekiyordu aslında.

İçeriye baktığımda önce bir farklılık sezememişken, birkaç saniye içinde koltuklardaki her gün gördüğüm yüzlerin dışında kalan simaları gördüğümde çocuk gibi yerimde zıplamamak için avuçlarımı sıktım. “Dede?”

Salondakiler koştur koştur dedeme gitmeme gülüyorken onları takmadan dedemin yanında oturan Toprak’ı popomla biraz ittirip yer açarak yanına yapıştım. “Sürpriz mi yaptınız siz?” diye sorarken çoktan kollarımı ona sarmıştım.

“Öyle yaptık dedesinin birtanesi, iyi yapmış mıyız?”

“Çok!” diye yanıtladım yanaklarını öperken.

“Biz gelmesek de olurmuş herhalde,” diyerek triple konuşan teyzemi gördüğümde sırıttım. “Kıskandınız sanki biraz Sevil Hanım?”

“Ne kıskanacağım kız ben seni, bak yanımda senin karındaşın var. Buna sarılırım ben de.” Rüzgar’ı çekiştirip sinesine çekmesine kıkırdarken üçüzüm boğuluyormuş gibi nefeslendi. “Teyzelerin en güçlüsü, öncelikle nazik ‘bu’ deyişin için teşekkürler ama biraz yavaş kurban olayım. Boynum çıtladı.”

Eniştem Rüzgar’ın haline acımış olacak ki karısını ellerinden kavrayarak geri çekti yavaşça. “Önder!” diye cırladı hemen teyzem. “Ne çekiyorsun beni, yeğenimi seviyordum.”

Kız çocuklar halalarına çeker diyorlardı, ben halam olmadığından teyzeme mi çekmiştim acaba?

“Tamam hayatım, sev sen. Yedekleri var onun, Savaş gözden çıkartabilir muhtemelen.”

Yedeklerden kastının ben ve Toprak olduğumuzu anlayınca güldüm. “Üçüzümü kurtarmaya gideyim, yine geleceğim dede. Bekle beni tamam mı?” diye tembihleyip dedemin yanından kalktıktan sonra teyzeme ilerleyip kollarımı açtım kocaman.

“Onu bırak beni al,” diyerek dramatik bir çıkış yaptığımda tek kaşı havalandı. “Geçti Bor’un pazarı küçük hanım, ben Rüzgar’la mutluyum artık.”

“Teyzem yemin ederim ben de birkaç dakika önce çok mutluydum ya beni bir salsana canını yediğim.”

Rüzgar’ın yakarışı salonu kahkahalara boğarken teyzem de dayanamayıp güldü. Rüzgar’ı saçlarından öptükten sonra bırakınca, üçüzüm koştur koştur anneme doğru gitmişti. “Anne boğuluyordum, bir yardım eli uzatmadın aşk olsun.” Onu annesine sızlanma seansında yalnız bırakıp teyzemin yanına yerleştim.

Omuzuna doğru yattığımda kolunu bana dolayıp yanağımı öptü birkaç kere. “Kurban olsun teyzesi, balsın sen ya bal.”

Beni bebek halimden asla büyütemeyen isim kesinlikle teyzemdi. Kucağına almaya çalışmak dışındaki bütün aktiviteleri bebekmişim gibi ilerletiyordu. Biraz şiddetli bir sevme stiline sahip olsa da teyzemle gayet mutluydum. O beni paralarken bir ara fırsat bulup eniştemle selamlaşmayı da başarmıştım.

Alacağım cevabın beni üzeceğini bile bile sordum. “Dayımı getirmediniz mi?” Dedeme bakarak sormuştum bunu üzgünce kıstığım gözlerimle.

“Sen öyle bakarsan, gider istifa ettirir getirtirim Gökhan’ı. Zorlama beni dedesinin canı.”

Bir Yekta abimi bir de dayımı görme sıklığım hep diğerlerinden azdı. Mesleklerinin bunu gerektiriyor olmasını kabulleniyordum tabii ve saygı da duyuyordum ama özlüyordum işte ne yapabilirdim ki.

Kısıkça ofladım. Bu sırada babamla göz göze gelmiştim farkında olmadan. Bana göz kırptığında üzgün halime rağmen gülümsedim ona. Kan da kussam babam bana şefkatle bakınca kıkır kıkır gülesim geliyordu hep.

“Nöbetleri buraya gelmesine engel olsun diye amcam belki Muğla’daki hastanesine ulaşmıştır.” diyerek ciddiymiş gibi fikir sunan Yaman abime baktım. “Ne?”

“Ne ne’si denizkızım, birbirlerini yiyorlar senin için. Barış Göktürk’ten her şeyi bekleyeceksin bu hayatta.”

“...dedi, Deniz evleniyorum deyince pat diye devrilip bayılan Yaman Göktürk.” Rüzgar’ın eklediği kısımla kahkahamı bastıramamıştım.

Abimin dramatik tepkisini dedem, teyzem ve eniştem dışında herkes biliyordu.

“Evleniyor?” diyerek abimi tekrarlayan dedemi duyduğumda yutkundum sessizce. Teyzemin boynuna kafamı sokarak yok olmayı deneme konusunda kararsızdım.

Gülüşler gittikçe azaldığında dedeme benim tepki vermemi beklediklerini anlamıştım. Bu yüzden daha fazla oyalanmadan teyzemin omuzundan doğruldum. Dudaklarımı ıslattıktan sonra bakışlarım dedemi buldu. Çaprazımdaki koltukta, dikkatle beni izliyordu.

Acar dayım ile tanışıyordu. Babamların yanına şirkete gittiğimizde -hatırlamak bile istemediğim, yaralandığı güne denk geliyordu bu- ikisi birbirlerini görmüşlerdi. Ama teyzem ve dedemle hiç denk gelmemişti ve ben bu ayrıntıyı yeni fark ediyordum.

“Biraz daha zaman kazanmak için duşa da gir istersen abim, dudakların konuşmaya hazır bence. Yalanma kedi gibi.” Yekta abime göz ucuyla küskün küskün baktım. Kolunun altında karısı var diye keyfi yerindeydi, hep yerinde olsundu tabii, ama beni düşünen yoktu.

“Sürekli bambaşka olaylarla gündem yoğun geçince hiç denk gelemediniz,” diye başladım yeniden dedeme odaklanırken. “Acar’la tanıştıramadım sizi dede.”

Dedemin saçlarıyla eş biçimde beyazlamaya başlamış kaşları çatılır gibi olduğunda tek gözümü kapattım biraz. “Kıyamıyor da insan, surata bak. Mağaradan inmedik herhalde dedesinin canı, tanışırız, konuşuruz.” Çatık kaşlarını bir anda gevşetip halime güldüğünde şaşkın şaşkın bakakalmıştım suratına.

“Güvendiğim dağlara karlar yapıyor bir bir. Önce babam, şimdi de dedem…” diyerek hayretler içerisinde konuşarak söylenen Yaman abime kulak vermeden dedeme kocaman gülümsedim.

“Tanışırsınız, o sizi tanıyor gibi zaten. Ben susmadan yanlışlıkla biraz fazla konuşuyorum bazen, anlatıyorum ona her şeyi.” dediğimde birkaç kıkırtı duydum. İlk gözüme çarpan üçüzlerimdi. Gözlerimi kısarak ‘ayıp ayıp’ der gibi baktım.

Teyzem kolumu dürttüğünde dedem, babama dönüp kısık sesle bir şey söylemeye başladığı için bakışlarımı yanıma çevirdim. “Hım?”

“Bakayım damada, kimin nesi, nerede tanıştınız, ne zaman evlenme kararı aldın-…” Gözlerim irice açılmışken bitmeyen sorularının bir noktada kesilmesini bekliyordum ki imdadıma eniştem yetişti. Karısının yanaklarını sever gibi okşayarak dikkatini dağıtmıştı.

“Neyse ki Deniz’in susmadan yanlışlıkla biraz fazla konuşma genini nereden aktardığını aramamız gerekmiyor. Değil mi Sevil?”

Bizi duymaya yetecek yakınlıktakileri güldüren tepkisine teyzem küskünce baktığında göz kırptı. Aralarındaki bakışmayı tam çözememiştim ama teyzemin dünyayla bağlantısı birkaç saniyeliğine kesilmiş gibi görünüyordu.

Zil sesi duydum. Yerimden kalkacakken Sinem benden önce davranmıştı. “Baktım ben.” diyerek salondan çıkarken arkasından gülümsedim. Bazen sadece ona bakarak bile huzur dolabiliyordum. Acar’a söylesem durumu bir miktar kıskanabileceği kadar varlığıyla mutlu edici biriydi Sinem benim için.

Teyzem eniştemin çekim alanından çıkmış olacak ki yeniden koluma yapıştırdı bir tane. “Yavaş Sevil, yavaş abicim. Kızımı sarsmasan mı?” Babamın beden sağlığımın peşine düşmesi teyzemi çok etkilemiş gibi durmuyordu. Eliyle geçiştirir gibi bir hareket yaptı öylesine. “Tamam tamam, yavaş vuracağım bir dahak-…”

Cümlesinin yine kesilmesi Önder eniştemden kaynaklı sanılabilirdi. Ona bakınca devreleri birkaç saniye tutuşuyordu çünkü. Ancak bu kez teyzemi susturan kapıya dönen ve kocaman kocaman açılan bakışlarıydı. “Maşallah!” diyerek tükürüklerini bir miktar üzerime saçarak her ne gördüyse tepki vermişti.

Sinem’e böyle yapmayacağına göre, zili çalan kişiyeydi maşallahı belli ki.

Teyzemden sıyrılıp kapıya doğru döndüğümde gördüğüm kişiyle yanaklarımı gülmemek için dişlemek zorunda kalmıştım.

Elinde telefonumu tutuyor olan Acar, ilginç bakışlarla bana ve teyzeme bakıyordu şu anda.

“İyi akşamlar,” dedi ardından girdikten sonra sessiz kaldığını fark ederek. “Telefonunu arabada bırakmışsın, çok ilerlemeden fark edince döndüm.” diyerek geliş amacını belirtti.

Garip bir sessizlik olduğunda annem duruma el atmıştı. “İyi akşamlar Acar, gelsene canım hoş geldin.”

İsmini belirtmesiyle teyzem belimden bir parça eti kendi malıymış gibi parmaklarıyla sıkıştırdı. “Kız bu ne? Heykel gibi girdi salona adam, sanatçısın tabii gözlerin yanıltmamış seni.”

Kocaman bir kahkaha atmaktan kendimi alıkoyamadığımda teyzemi yalnızca ben ve diğer yanındaki eniştem duyabildiğinden diğerleri için anlamsız bir andı.

Nefes nefese gülüşümü durdurduğumda çoğu bakışın üzerimde olmasını es geçerek boğazımı temizler gibi hafifçe öksürdükten sonra ayaklandım. “Tam senden bahsediyorduk,” dedim Acar’a bakarken. “Dayımla tanışmıştın ama dedem, teyzem ve eniştemle denk gelememiştin.”

Acar’ın ifadesi hızla değişti. Az önce bu üçlünün kim olduğunu kendi içinde sorguluyor olmalıydı ki ben açıkladıktan sonra düzelmişti bakışları.

Benim yönlendirmeme gerek kalmadan dedeme doğru ilerledi. Dedem dümdüz bir ifadeyle bekleyerek sanırım az önce bana kıyamayıp uzatmadığı şakasını Acar’a satmayı planlıyordu.

“Ayhan Ulusoy,” dedi dedem iş görüşmesindelermiş gibi ciddiyetle. “Dedesiyim Deniz’in.”

“Memnun oldum,” dediğini duydum Acar’ın. Dedemin haberi olmayan minik bir detay vardı ki; Acar kolayca stres olup paniğe kapılacak son insanlardan biriydi. “Acar Bayazıt, umuyorum yakın bir zamanda Deniz’in eşiyim diyerek tanıtacağım kendimi ben de.”

Gözlerim kocaman açılırken bana üçüzlerimin de eşlik ettiğini, Sinem’in kocasını dürtüp gördün mü der gibi sarstığını ve annemin gözlerinin Yaman abim tarafından kapatıldığını görmüştüm. “Anne sen bakma, galiba dedem Acar’ı boğazlayacak önemli bir şey yok.”

Dedem oturduğu yerden kalkmak ya da abimin hesaplamalarına göre Acar’ın üzerine atlamak yerine oldukça yavaş bir hareketle babama döndü. “Sen mi çalıştırdın bu direği?”

Acar’a direk demesine biraz sonra gülmeyi aklıma not edip babama baktığımda bıyık altından güler bir halde bulmuştum Savaş Göktürk’ü.

“Sence baba?” diye sordu babam. “Yanlış hamleyle senden laf yemesi işime gelirdi, bilmeden beni taklit edeceğinden haberim yoktu.”

“Şifreli şifreli konuşmasanıza, çek sen de elini Yaman deli misin çocuğum?” Annem aynı cümlede hem babamı ve dedemi hem de abimi paylarken ben şaşkın balık gibi ortamı analiz etmeye çabalıyordum.

Dedem başıyla babamı işaret etti annene. “Yıllar önce kocan olacak şu herifi karşıma getirdiğinde, az önce bu direk ne dediyse onu duymuştum ağzından ilk önce. Pınar’ın kocası olacağım kısa bir zamanda, diye dikilmişti önümde.”

“E olmuş bu arada,” diyerek hafifçe yükselen gülüşleri bastıran teyzemi duydum. “Darısı Deniz’imle maşall-…”

“Teyze!” diye araya girdim. “Sevgilime maşallah deyip deyip tükürmesene!”

“Deniz!” diyen Yaman abimdi. “Şu herife sevgilim deyip deyip durmasana!”

Elimi alnıma atarak ovuşturdum. “Ne diyeyim abi?”

Abim ciddiyetle ona bu soruyu yöneltmemi beklemiyor olacak ki bir an duraksadı. Dudaklarını düşünüyormuş gibi büktü bir süre. “Ben artık yapamıyorum, ailemden ayrılamam o yüzden senden ayrılıyorum diye seslen bence. Kısa ve net.”

Rüzgar ve Toprak’ın küçük çocuklar gibi efektli sesler çıkararak durumu kızıştırmasına başımı olumsuzca salladım. Bulunduğum ortamda ya Toprak-Rüzgar ya da Koray-Caner ikilisi bu tarz görevler üstlenerek sağ olsunlar eksiklik hissetmeme engel oluyorlardı. Bir de dördü bir araya geliyordu ki tadından yenmiyordu zaten.

“Öyle yapsın Yaman Göktürk, ama tam emin de olamadım. Eve girmeden karşı komşumla bu konuyu bir görüşeceğim. Sana haber veririm mutlaka.”

İması üçümüz arasında sıkışıp kalacak kadar ince olduğundan diğerleri için araya kaynamış olsa da abimi afallatmaya yetmişti. Acar’ın Hayal gibi bir koza sahip olması, abimi en az(!) parfümlerinin aynı olması kadar yıkıyor olmalıydı.

İlerleyen dakikalarda ortam tamamıyla değişmese de artık toplu bir konuşma yerine kısım kısım dağılmış gruplar halinde dönen sohbetler yükseliyordu. Yengem süt istemek için Ufuk’u bize yollayınca dedemlerin burada olduğundan amcamların da haberi olmuştu ve içerisi daha da kalabalıktı artık.

Gerilim hattının arasında sıkıştığım için abartılı bir gülümsemeyle dudaklarımı kıvırmış halde etraftaki konuşmaları dinliyordum.

Sağımdaki Yaman abim ve solumdaki Acar nötr görünseler de ikisi de farklı sebeplerle biraz gerginlerdi. Acar’ın bir çekincesi olmasa da her an salondan biri ona bir şey söyleyecekmiş gibi tetikte beklemesi, abimin dakikalar önce Hayal’den bahsedilen andan beri girdiği halle benzerlik göstermiyor da değildi tabii.

“Abi,” dedim dayanamayıp fısıltıyla. Herkes kendi alemindeyken beni yalnızca Acar ve o duyabiliyordu, en azından hesaplamalarımı bu yönde yapmıştım.

“Söyle güzelim?”

“İyi misin?”

“İyiyim denizkızım, kötü mü olmalıyım?”

Dudağımın kenarını ısırdım tedirgin bir biçimde. “Hiç konuşmadınız mı Hayal’le hastaneden sonra?” diyerek soracağım sorudan beni kurtaran sevgilimdi.

Abimin bakışları Acar’ı buldu. Birbirleriyle atışmalarına, hatta kızgın kızgın bakmalarına bile alışkındım ama ilk kez abimin Acar’a bu denli açık bir biçimde baktığına şahit oluyordum. Hiç saklanmadan, aksine yardım istiyormuş gibi bakıyordu ona.

Hayal’le geçmişte bir ilişkisi olduğunu öğrenmiştim. Tüm detaylara hakim değildim, özellikle neden sonlandıklarından habersizdim ama bir yıl kadar birlikte olduklarını abimden zor bela öğrenebilmiştim geçenlerde. Hayal’i salondaki çoğunluğun da tanıdığından neredeyse emindim bu nedenle. Bir yıl kısa bir süre asla değildi bir ilişki için.

Abim olumsuz bir ses çıkartmakla yetindi Acar’ın sorusuna cevap olarak. Kendimi Hayal’in yerine mi abimin yerine mi koysam şaşırmıştım, iki seçenekte de pek iyi hissettirmiyordu bu. “Birkaç kez karşılaştım girip çıkarken eve,” dediğinde boynumu acıtacak bir hızda Acar’a döndüm. Bana asla bahsetmemişti.

Abim de ben de dikkatle ona bakıyorduk şu anda. “Yalan söylemeyeceğim, haddime değil zaten ama iyi görünmüyordu Yaman. Rüya da o nasılsa aynısını kopyalıyor gibi durgun duruyordu.”

Rüya’yı duyar duymaz dudaklarım bükülmüştü aşağıya doğru. Hastanedeki halini unutabilmiş değildim. Benzersiz bir anneye sahipken, anne eksikliği çekerek büyümüştüm ve bu en derin yaralarımdan biriydi. Bu nedenle Rüya’nın sızısını hissedebilmekte güçlük çekmiyordum. Onun neden ablasına anne deme ihtiyacı duyduğunu çok iyi anlıyordum hatta.

Küçükken zaman zaman Yeliz teyzeye anne diyecekmişim gibi hissederdim. Onun Koray’a ve Soner abiye yaklaşımını imrenerek izlerken bu yetmezmiş gibi bana da şefkatle yaklaşırdı hep; çocuk aklım da kendime yeni bir anne seçme hakkım var zannederek onu anne bellemeye yatkındı. Büyüdükçe bunun mümkün olmadığını anlamıştım ama anlamak çocukluktan kalma acılarım dindi demek değildi elbette.

“Geldiğimde hatırlat ben Rüya’dan kurabiye isteyeceğim yine,” diye mırıldandım içli içli. Abim buruk bir gülümsemeyle bana bakarken Acar önüme doğru dökülen saç tutamlarımı geriye topladı. “Fındıklı olmadıklarından emin olacaksan değerlendiririm fikrini.”

“Rüya ne isterse o,” dedim net bir şekilde. “Sen karışamazsın.”

Kaşlarını havalandırdı. Netliğimden biraz şüphe duymama sebep olan bakışlarına şirin şirin gülmeye çalıştım. “Fındık sevmem zaten ben, iğrenç bir şey.”

Arkaya doğru kaçıp abime yapıştım. “Kötü kötü bakıyor abi, bir şey demeyecek misin?” dedim mızmızlanırken. Bir yandan da onun aklını dağıtabilmeyi umuyordum.

“Bakmasana oğlum kardeşime kötü kötü!” diyerek beklentimin altında kalan çıkışıyla beni kırmayan abime göz ucuyla baktım başımı kaldırıp. “Normalde esip gürlüyorsun adama, ben isteyince niye böyle oldun abicim?”

“Bana ihtiyacı olduğunu hatırlamıştır zümrüt göz, tehlikeye atası gelmedi herhalde durumu.” diyerek gıcık bir sırıtışla konuşan Acar’ın tavrı abimi tetiklemeye yettiğinde beni arada bırakacak biçimde üzerine doğru gidince cırladım.

Salondaki dikkatleri üzerime toplamıştım böylelikle. “Lan ne tepiniyorsunuz, ezeceksiniz kızı!”

Evde benim beden bütünlüğümü önemseyen tek kişi vardı. Güvende kalmak için yerimden kalkıp pıtı pıtı babamın yanına ilerledim. “Çok korktum baba,” dedim abarta abarta. “Eziliyordum galiba.”

Kollarımı göğsüne doğru sarıp sırnaştığımda babam yarım ağız gülerek beni kendisine daha da çekti. “Ben kulaklarını çekeceğim onların meleğim, sen korkma.” dediğinde gözümün önüne kulaklarından çekilerek azarlanan Yaman-Acar ikilisi gelince dayanamayıp gülmeye başlamıştım. Yüzümü babamın göğsüne bastırıp gülüşümü saklarken sanırım babam da aynı şeyi düşünmüş olacak ki saçlarıma doğru gülmüştü.

“Ne konuşuyor onlar hararetli hararetli can suyum?” diye sorduğunda başımı azıcık çevirip az önce kalktığım yere doğru baktım. Acar bir şeyler anlatıyor, abim de dan kulağıyla dinliyordu. Dinlerken hafif çatılan kaşları gittikçe gerginleşmeye devam ediyordu hatta.

Konunun Hayal ile ilgili olmaya devam ettiği belli gibiydi. Ama abime böyle baktıran neydi bilmiyordum. Babama da konuyu açamayacağım için omuz silkmekle yetindim. “Bilmiyorum ki, benimle ilgili didişiyorlardır yine.” diyerek beyaz bir yalana sığınmıştım çarem olmayınca.

“Bir onlar bir de Barış’la Gökhan duramıyor zaten yerinde. Girdin aralarına babacım.” dediğinde kıkırdadım. “Kendinizden bahsetmeyecek misiniz Savaş Bey?”

Babam çenemi tutup yavaşça kaldırdı. Birbirine eş olan gözlerimiz çarpıştığında babamın yüzünde oldukça emin ve gururlu bir ifade duruyordu. “Benimle aynı kulvarda bulunabilecek kimse yok Deniz, sence var mı babacım?”

Başımı yavaşça iki yana salladım. “Ben de öyle düşünmüştüm.” dedikten sonra beni yeniden göğsüne yatırdı. “Bırak onlar birbirlerini yesinler, sen babanın yanında keyfine bak. Seni buradan alabilecek, hatta değil almak bunu tartışma konusu haline getirebilecek biri yok can suyum.”

Yanağımı sıcak ve güvenli göğsünde dinlendirirken babamın havalı bir biçimde birkaç dakikada beni hipnoz etmesinin etkisinde, hafızasız bir balık gibi şu anın içine hapsolmuştum.

Anneme baktım kısa bir an. Çocukları için doğru babayı bulmuş olması konusunda teşekkür edilmesi gerektiğini düşünüyordum. Biraz sonra ise bakışlarım bu kez sessizce abimi dinleyen taraf olmuş olan adamı buldu. Acar’a bakarken içten içe gülümsedim. Gerçekleşeceğinden şüphe duymuyor olsam da, dudaklarımdan bir dilek olarak dökmeye karar verdiğim isteğimi içimden mırıldandım.

Tıpkı az önce benim yaptığım gibi; yıllar sonra bir gün benden, bizden bir parça bana teşekkür etsin, babasının kollarındayken bana baksın ve ‘iyi ki’ desin istedim.

 

~


- Hayal

 

“Burasını hiç güzel boyamamışsın dayıcım,” diye nazikçe uyarıda bulunmayı deneyen Rüya’nın sesini mutfakta olmama rağmen duyuyordum. “Güzel olmayınca arkadaşlarım dalga geçebilir.”

“Yavrum sen anaokuluna gitmiyor musun, ne tarz deliler var sınıfında da boyanın kenarı olmayınca dalga geçiyorlar?”

“İlker!” diye seslendim Rüya kadar nazik tutamadığım uyarıcı tondan. “Düzgün konuş çocuklar hakkında lütfen.”

“Evet dayı, deli demesene arkadaşlarıma.” Rüya çoğu zaman olduğu gibi beni onaylamakta gecikmedi. Uysal bir çocuktu. Bu biraz da zorunda bırakılmışlıktı aslında, ona şımarabileceği ve kendi dünyasında çocuksu hallere düşebileceği fırsatı bir türlü yaratmayı başaramamıştım ben. Bunu başarabilmek için her şeyimden vazgeçmeyi göze almıştım hatta ama olmamıştı işte.

“Bak bak, ablanın tarafını tut anca sen. Ben neciyim?”

Rüya’nın bana anne deme isteği, daha doğrusu bu konuda hissettiği eksikliği bir tek İlker varken ortada olmuyordu. Bunun kaynağı da açıktı aslında. Rüya, annesizliği başkaları tarafından onda görülebilecek bir kusur olarak tanımlıyordu kendi aklında. Yeni tanıştığı insanlara, kendi yaşıtlarına beni annesi olarak gösterme çabası da bundandı.

Türkiye’ye döndüğümüzde, İlker’le ilk tanıştığında da bir anda bu huyu değişmemişti elbette. İlker’in güvenli olduğunu kendisi deneyimleyerek öğrenmiş ve yanında bu şekilde rahat olmaya başlamıştı. Benim için şaşırtıcı bir durum değildi. İlker, liseden edinebildiğim sayılı arkadaşlardan bir tanesiydi. Hatta zamanla tek arkadaşım olma sıfatını da kazanmıştı. İçime kapanık ve hayatını paylaşma konusunda ketum biri oluşum insanları bir bir etrafımdan kaçırırken, İlker buna yenik düşmeden yanımda kalmıştı.

“Dayımsın sen de,” dedi Rüya tatlı tatlı. Artık mutfakta beklemek yerine yanlarına doğru ilerleyip salon kapısından onlara bakar hale geçmiştim. İlk tanıştıklarında Rüya bana anne dedikçe, İlker de ‘o zaman ben de dayınım’ diye kendini etiketleyince bu da böyle kalmıştı. Bu saatten sonra da Rüya’nın ona abi demeye başlayacağını hiç zannetmiyordum.

Yanlarına oturmak için adımlayacakken zil sesi duyduğumda kaşlarım sorgular gibi çatılmıştı. Kimseyi beklemiyordum. Eğer İlker burada olmasaydı, tek aklıma gelen seçenek o olurdu ama o da yanımızdaydı zaten.

“Kim gelecekti?” diye sordu İlker. Bu sırada Rüya koştur koştur kapıya kaçmıştı bile. Peşinden biz de giderken omuz silktim. “Bilmiyorum ki,” dedim. “Güvenlik arıyordu biri gelince aslında ama buradan çaldı zil.”

Acar’ın bir şeye ihtiyacı olma ihtimali geldi kısa bir an aklıma. Bunu mantıklı bularak onay verip Rüya’nın asılarak açtığı kapının ardında onu görmeyi bekledim. Dairenin kapısına kadar gelenin güvenlikten habersiz sadece o olabileceğini düşünmüştüm. Bir iki kez karşılaştığımızda selamlaşmıştık kısaca koridorda geçenlerde.

Saniyeler içinde bir şeyler gelişti. Rüya’nın açtığı kapı, aklımın ucundan geçmeye bile yüz bulamayan bir ihtimali gerçeğe bulamaya yeterken dudaklarım nefes alamıyormuşum gibi açılmıştı.

Adını dahi dile getiremeden önce ise beklemediklerim listesinde bulunan bir şey daha gerçekleşti. Birkaç dakika önce uysallığından dem vurduğum Rüya daha önce görmediğim bir öfkeyle uzanabildiği en yüksek nokta olan yerden, kapıda duran bedenin dizlerinin biraz üzerinden onu geriye doğru ittirdi tüm gücüyle.

“Git!” diye sitemle konuştuğunda afallamış bakışlarım önce onu, ardından benim aksime hiç şaşırmış durmayan Yaman’ı buldu.

Yaman dizlerini kırarak eğildiğinde, kapı eşiğinde artık Rüya’yla boy farkları öncekine kıyasla hiç sayılırdı. “Neden?” diye sormadan önce biraz Rüya’ya bakmak için kendine zaman tanımıştı.

“Kapıdaki Yaman mı, yoksa çekmeceden bulduğum o ilginç şekerler kafa yapıcıydı ve ben kendimde değil miyim Hayal?” İlker’in hayretler içerisinde konuşmasına şahit oluyorken ona bir cevap veremedim. Bahsettiği şekerler hangileriydi bilmiyordum ama ben de farkında olmadan o şekerlerden tüketmiş olabilir miydim?

İlker’in iki hafta önceki karşılaşmadan tabii ki haberi vardı, ona anlatmıştım. Anlatabilecek tek bir kişim vardı zaten, bundan ibarettim ben. Yaman’la birbirlerini önceden de tanıyorlardı ayrıca. Bu nedenle konuya hakim oluşu yeni de değildi.

“Ruh görmüş gibisin İlker.” derken gözleri Rüya’dan ayrılmasa da İlker’e seslenen Yaman’ı duydukça anın gerçekliğini daha da sorgular hale geliyordum.

Bir daha görüşebilmemiz için bir mucize daha gerçekleşmesinden başka bir yol olmadığına kendimi inandırmıştım. Yaman’ın yasını tuttuğu kız kardeşinin yaşıyor olması, üstüne üstlük bizi her şeyin ardından birbirimize denk getiren tesadüfün de merkezinde bulunması mucizenin de ötesindeydi mesela.

“Dayımın adını kim söyledi sana?” derken merakı bir an için öfkesinin önüne geçmiş gibiydi Rüya’nın.

“Cevaplarsam içeri girmeme izin verecek misin?”

Rüya düşünüyorcasına duraksadı bir an. Sonra profilden görebildiğim yüzünün buruştuğunu gördüm. Bunun neyin öncüsü olduğunu biliyordum. Ağlamaya başlayacaktı. Müdahale edebilmek için öne atılacakken Yaman’ın kocaman avuçları onun küçük tombul yanaklarını kavradığında çakılı kalmıştım olduğum yerde.

“Ağlamak yok, sohbet ediyoruz seninle.”

Ağlamaya başlayacağını nereden anladığını düşünmeme gerek yoktu.

“Buruştu yine ağzın burnun, kızım delireceğim bak. Ağlamana dayanamadığımı bile bile her seferinde başlıyorsun akıtmaya çeşmelerini.” derken bedenim kolları arasında küçücük kalmıştı. “Ağlamıyorum bir kere!” dedim demesine ama sesim çoktan çatlamıştı.

“Külahıma anlat onu sen güzelim, ezbere biliyorum seni. Kimi kandırıyorsun acaba?”

Rüya’nın bu huyu benimle tıpatıp aynıyken, beni ezberlemiş bir adama halini analiz etmek zor gelmemişti elbette. Ezberinin dört yılda silinmemesi ise canımı hem acıtmış hem de acıyan o yeri öpücüklerle iyileştirmeyi bilmişti.

“Annemi ağlattın sen, İzgi iyi biri olduğunu söylemişti ama yalan söylemiş. Çok üzdün annemi.”

Rüya’yı ilk kez durdurmak ve susturmak istedim.

O beni üzmedi, ben onu üzdüm, çok üzdüm hem de diyebilmek ve bu anı durdurmak istedim ama dilim sıkı sıkıya kilitliydi.

“Seni de üzdüm mü?” diye sordu Yaman, Rüya’nın söylediklerinden sonra kısa bir an duraksayıp bana bakacakmış gibi kıpırdanmıştı ama yapmadan yine dikkatle önündeki küçük bedeni izlemeyi sürdürdü.

Rüya başını salladı hemen. “Üzdün, annem üzülünce ben de çok üzülürüm. O benim her şeyim.”

Yaman başını sallayarak onu onayladı hafifçe. “Anladım,” dedi sakin sakin. Hâlâ yanaklarını kavramış haldeydi, Rüya da geri çekilmeye hiç niyetlenmeden onun himayesinde beklemeyi sürdürüyordu. “O zaman sana küçük bir sır verebilir miyim?”

“Verebilirsin, ben kimseye söylemem ki.” dedi teminat verir gibi hemen. Dudaklarım kıvrılacak gibi oldu bu çabasına.

Kulağına doğru yaklaştı Yaman. Onu duymamıza izin vermeyeceğini, gerçekten yalnızca sesini Rüya’ya duyuracağını sanıyordum o an.

Beni yanıltmayı seçmişti.

“Annen benim de her şeyim Rüya, o üzülünce ben de çok üzülüyorum.”

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm