Aykırı Çiçek 65.Bölüm

 65.BÖLÜM



“…bundan sonra da prens ve arkadaşları hep çok mutlu olmuşlar.”

Dilimi damağımı ve bilincimdeki tüm yaratıcılığımı kurutan masalı sonlandırdığımda uyumuş bir Pamir görmeyi beklerken, başımı çevirdiğimde gördüğüm manzara bambaşkaydı.

Bacakları benim karnımda, başı annesinin göğsünde duruyorken üçümüz yatakta ortası biraz eğri bir H harfi oluşturuyorduk. “Hani uyuyacaktın aşkım?”

“Yuyuyamadım hala.” Dudaklarını büzerek konuştuğunda ısıra ısıra sevme isteğimi bastırmak için dişlerimi sıktım.

“Yuyuyamamış halası, kızma.” Pamir’in saçlarını öperken onu taklit ederek savunan Sinem’e güldüm.

Haftanın en az iki gününü bizimle kalarak geçiriyorlardı. Geldikleri zamanlarda, hepimiz Pamir’e olan özlemimizi hızlıca gidermeye çalıştığımızdan ilgiye boğularak deliren Pamir ise asla uyumak istemiyordu. Amcalarının tepesinde, benim kucağımda ya da babaannesi ve dedesinin arasında halinden memnunken uyumakta kaçıyordu.

Genellikle Sinem onu alıp buradaki odasında uyutmayı bir şekilde deniyordu, bu gece ise Pamir özel olarak bana yapışmaya karar verdiğinden ben de eşlik etmiştim. Yekta abimin odasındaydık, kocaman yatağın küçük bir kısmını kaplayabilmiştik ama kalabalık sayılırdık bence.

Karnıma uzattığı ayıcıklı bir pijamayla kaplı bacaklarından birini tutup ısıracakmışım gibi ağzıma götürdüğümde Pamir cırlayarak yerinde debelendi. “Hala!”

“Hım?” dedim bir şey yapmıyormuş gibi.

“Lüdfen ıssırma meni.”

Tatlı tatlı konuştuğunda artık dayanamayarak kollarının altından tutup bedenini havalandırdım. Göğsüme çekip yatırdığımda yüzümü saçlarına gömmüştüm. “Öpeyim o zaman ben seni.”

Kıkır kıkır gülerek boynuma sokuldu. Sırtını sıvazlayıp kafasına öpücükler bırakırken, bizi keyifle izleyen Sinem’le göz göze geldim. Pamir gülmekten yorulmuş halde nefes nefese boynumda soluklanırken sıkıca bedenine sarıldım. Birazdan sızacağını kendisi bilmese de biz biliyorduk.

Ben sırtıyla, Sinem de ara ara saçlarıyla uğraştı. Dakikalarca sessizce bekledik, bekleyişimizin başarıyla sonuçlanması on dakikadan fazla sürmüştü. Düzenli nefeslerle, gevşeyen bedeniyle üzerimde uyuyakalan Pamir’i gözlerimle annesine gösterdim. “Sızdı.”

Sinem yanağını yasladığı yastığı düzeltirken güldü. “Küçük bir savaş vermemiz gerekti ama sonuca bakalım.”

Çenemi Pamir’in başına yasladım. “Biraz daha uyumasaydı ben uyuyacaktım.”

Sesimiz yüksek değildi. Pamir uyuduktan sonra kolay kolay seslere tepki vermiyordu zaten, onu uyandırma endişemizin olmayışı bundandı.

“Deniz,” dediğinde sesindeki heyecanı algıladığım gibi merakla gözlerimi yüzüne diktim. “İki hafta kaldı, nasıl hissediyorsun?”

Yanak içlerimi ısırırken, sanki o söylemese bu gerçeği unutmuş haldeymişim gibi bir anda karnıma ağrı girmişti.

Acar’ın hiç durmadan yaptığı baskılar, ona kıyamayıp destek veren Tuğrul amca ve Demet teyzenin de etkisiyle sonuç vermişti. Ben arayı bulmak için ‘baharı bekleyelim’ demiştim bir süre önce Acar’a. Laflarımı cımbızla ayıklayıp, 1 Mart’ın bahara dahil olduğunu savunarak tüm planı bu tarihe yönelik yapmaya başlamıştı. İki hafta önce artık herkese duyurduğumuzda ise paniğe kapılan kalabalık beni de ürkütmüştü.

Annem, yengem ve Yeliz teyze beni hiçbir şey yetişmez bir ayda diyerek gerince, büyük bir krize girmiştim. Acar hiç afallamadan yetişmez dedikleri ne varsa, bir bir hallolmasını sağlayıp beni sakinleştirmişti.

Sonuç itibarıyla bugün 13 Şubat sonlanıyordu, geriye yalnızca iki haftamız kalmıştı.

Günlerim bolca evde, bizimkilerle geçiyordu. Belli etmeseler de geçtiğimiz iki hafta boyunca hepsinin bana sıkı sıkıya sarıldığı anlar önceye göre çok daha fazlaydı. Onları evlenmemin bir veda olmadığına inandırmak güçtü. Çünkü ben de onlar gibi hissediyordum.

Şehir bile değiştirmeyecektim. En fazla yarım saat sürecek bir mesafede yaşıyor olacaktım ve muhtemelen abimler gibi sıkça kendimi buraya atacaktım ama yine de ‘geç kavuşulandan erken ayrılmak’ biraz garip bir durumdu.

“Düşündükçe heyecandan boğuluyorum sanki, ama o kadar tatlı bir heyecanmış ki bu boğulmak umurumda bile olmuyor hiç.” dedim kendimi ifade etmeye çalışırken. Etrafımda duygularım konusunda bana en rahat yardımı dokunabilecek kişilerden biri kesinlikle Sinem’di.

Kıkırdadı. Pamir’in sırtında duran elimi tuttu. “Biz yıllarca sevgililik sürecini uzatmıştık, ama düğünümüz sizinki gibi küçük bir süreye sıkışmıştı yine de. Yekta iki ayağımı bir pabuca sokmuştu, o zamana dönmüş gibi oluyorum sana bakarken iki haftadır.”

“Abim?” dedim şaşkın şaşkın. Sakinliğiyle, planlarıyla hepimizi sıraya dizebilecek olan Yekta abimden mi bahsediyordu?

Başını salladı. “Evlilik konusunda erkekler ya korkuyla siniyor ya da sabırsızlıkla deliriyor Deniz. Bize denk gelenler ikinci gruba dahil gördüğün gibi.” Burnumdan keskin bir nefes vererek güldüm. “Çok tatlılar ama…”

Âşık âşık sırıttı. “Öyle.”

Bir süre boyunca aklımızdaki iki ayrı adama dalıp sessiz kalarak gülümsemekle yetindik. Odanın kapısı ölüm sessizliğinde açılmasaydı daha da devam edebilirdik muhtemelen.

Kapıdan yalnızca başını uzatan beden, odanın sahibiydi.

“Siz de sızdınız diye düşündüm aşağıya gelmeyince.” Yekta abim içeri adımlarken kapıyı da yavaşça örttü.

“Yeni uyudu sayılır, süründürdü biraz bizi oğlunuz doktor beycim.” Yanağımı Pamir’in bebek kokan saçlarına yasladım. Abim mızmızlanmama sakince gülmekle yetindi. Yatağa yaklaştığında, Sinem’in olduğu taraftaydı. Onun diz hizasına oturdu. Eğilip şakağını öpmesine keyifli bir romantik filmi izler gibi şahitlik etsem de gözlerimi kıstım.

“Öyle sevimli duruşuma aldanmayın, günün sonunda ben de görümceyim abi. Beni de öper misin, yoksa cazgırlaşayım mı?”

İlk tanıştığımız, ikimiz için de trajik olan dönemler geride kaldığında Sinem’le aramızdaki ilişki farklı yerlere evrilmişti. Abim üzerinden birbirimizle uğraşıyorduk, asla alınmıyor oluşundan memnundum. Böyle anlarda, sanki ikimiz de hep bu evde var olmuşuz; abimin etrafında birbirimizle uğraşmışız gibi geliyordu.

Sinem, abim henüz doğrulamadan boynuna sarılıp onu tuttu. “Öpemez, beni öpecekmiş biraz daha. Sen de kocana söyle o öpsün seni canım görümcem.”

Abim müdahale etmeden bizi izlerken gayet mutlu görünüyordu. İki büklüm durmaktan yorulmuş olacak ki Sinem’in yanına uzandı. “Oğlumuz kucağında, fazla sinirlendirme güzelim.”

Ağzımı şokla kapattım. “Karının tarafını tutuyorsun yani açık açık Yekta Göktürk?”

Yanağını Sinem’in omuzuna yaslayıp bana doğru dönük halde uzandı. “Ben tarafsız bölgeyim ayka, gelme üstüme.”

“Hiç belli olmuyor da neyse…” dedim gözlerimi kısıp bakarken.

Aramızda hem oğlu hem karısı varken bana uzanması imkânsızdı. Parmaklarını öpüp, aynı parmakları yanağıma yumuşakça dokundurduğunda sıcak tavadaki bir parça tereyağından halliceydim. Hayran hayran baktığımda güldü. Yanağımı biraz okşadıktan sonra kolunu indirdi.

“Affedildim mi?”

“Hı hım,” dedim onaylamakta bir sakınca görmeyerek. Sinem’le aynı anda sesli bir şekilde güldüler. Sesimin fazla hevesli çıktığını böylece anlamıştım.

Biraz daha bu şekilde kısık sesle konuşmaya devam ettik. Ardından aklıma gelen konuyla Sinem’e döndüm. “İki gün sonraki prova, bir sonraki güne alındı. Söylemeyi unutuyordum az kalsın.”

“Fark etmez benim için,” dediğinde rahatlamıştım.

Abim kaşları havada ikimizi inceledi sırayla. “Ne provası?”

“Gelinlik.” diye cevaplayanın Sinem olmasına fırsat verdim susarak.

Abim iç çekip yanaklarını şişirdi. Mızıkçı çocuklar gibi görünmesine gülesim gelmişti. “Gerçekten evleniyorsun, ben arada şaka olduğunu düşünüp kendimi teselli ediyordum.”

“Abi n’olur sen yapma bari, Yaman abim yeterince canıma okuyor.”

Nasıl bir acıyla söylediysem, abim halime acıyarak bana baktı. “Tamam, tamam. Git evlen, demiyorum bir şey.”

“Aslında abinin de önceden olacağı kadar çıkamıyor sesi,” diyen Sinem’in sesi keyifliydi. “Biliyor çünkü sen evlenmesen de, yakın bir zamanda kendisi evlenecek.”

Bu iki haftada, daha doğrusu geçen hafta, ortaya çıkan gelişmelerden biri de Yaman abimin Hayal konusunu açık ve net bir şekilde herkese açmasıydı. Bir yılı aşan bir ilişkileri olmuştu, dolayısıyla Hayal’i herkes tanıyordu zaten. Tek sıkıntı gidişini açıklarken ortaya çıkmıştı. Abimin o süreçte gerçekten kötü zamanlar geçirdiğini, özellikle annemin tedirginliğinden anlayabilmiştim. Ama Rüya’yla tanıştıklarında, dinledikleri hikâye doğrulanıp desteklenince kimsenin aklında bir soru işareti kalmışa benzemiyordu.

Hayal buraya geldiğinde o kadar gergin ve çekingendi ki o gün gözlerimin önünde düşecekmiş gibi beni de germişti. Yekta abimi dürtüp bayılırsa hastaneye gitmemize gerek olup olmayacağını sorduğum anlar birden fazlaydı. Neyse ki kimse ayılıp bayılmadan, herkesin içi rahat etmiş bir şekilde gün sonlanmıştı.

“Onun derdi Deniz’in evlenmesi değil artık, Acar’a diş biliyor deli gibi.” Abimin çıkarımına sırıttım. Bu konuda haklı buluyordum. Bazen sırf birbirleriyle inatlaşmak için beyaza siyah dedikleri oluyordu. Hem Yaman abim hem de Acar için geçerliydi bu.

Konuşma uzarken bir süre sonra çenemi acıtacak sıklıkta esnemeye başladım. Kontrol edemediğim uykum beni burada yakalamasın diye daha fazla mayışmadan hareketlendim. “Ben kaçıyorum, odalara dağılmadan ev halkını yakalayıp öpeyim. Sonra da yatayım.”

Pamir’i yatağa bırakmadan bolca öpüp koklamıştım. Bu gece odasına bırakmayıp aralarında uyutacakları belliydi. Ayağa kalktıktan sonra yatağın diğer tarafına dolandım. Abimi öpecekmiş gibi eğilip Sinem’in yanağına yapıştığımda kıkırdadı.

“İyi geceler yengecim.”

Kaçmak için hareketlensem de yeterince hızlı olamadım. Abim sıkıca kolumu tutup yanağıma birkaç öpücük bıraktı. “İyi uykular ayka.”

Odadan çıkıp kapılarını yavaşça kapattıktan sonra derin bir nefes alıp aşağıya yöneldim. Uyku bastırdığı için gözlerim yarı açıktı, sarhoş gibi sarsak adımlar atıyordum.

Merdivenlerin sonunda, mutfak tarafından geliyor olan Toprak’ı gördüğümde çölde vaha bulmuş gibi mutlulukla üzerine atladım. “Ben de diyordum ki keşke buradan bir araba geçse de beni salona götürse.”

Üzerine uçmamı refleksle ucuz atlatarak belimden sıkıca tuttu. “Araba da oluruz senin için, neden olmayalım?” Bedenimi havalandırdığında bacaklarımı beline sarıp bebek gibi omuzuna yattım.

Salona konforlu bir yolculuk gerçekleştiriyorken uykum açılmak yerine ağırlaşıyordu. Kapıdan geçtiğimizde koltuklara dağılmış olan bedenlere baktım. Henüz kimse uyumamıştı. Babam her zamanki koltuğunda, annem Yaman abimin göğsünde ve Rüzgar da telefonundaydı.

“Hayırdır gece turu mu atıyorsunuz abim?” diye soran Yaman abimle bütün bakışlar bizi buldu. Toprak’ın omuzunun üzerinden ona el salladım. “Yolda karşılaştık, ben yorulmayayım diye çok ısrar edince kıyamadım abi.”

Toprak yalanıma gülerken belimden gıdıkladığında yerimde çırpındım. Başımı geriye atarak gülerken beni babamın yanına düşürdüğünde gülüşüm henüz sönmemişti. “Bir daha almayacağım seni bu arabaya, yalancı çoban.”

Omuz silktim. “Rüzgar daha konforlu zaten.” Aralarında hiçbir fark olmamasına rağmen salladığım bu ayrıntıyla Toprak pis pis yüzüme bakmıştı.

Babama ahtapot gibi yapıştım. “Korkunç bakıyor baba, rüyama girecek. Söyler misin bana öyle bakmasın?”

Babam sırtımı sıvazlayarak beni göğsünde daha rahat bir hale getirdikten sonra çenesini başıma yasladı. “Duydun kızımı 4 numara.”

Toprak sinirini çıkarabileceği tek isme dönüp, üçüncümüzün ensesine yapıştırdı. “Kaldırsana kafanı oğlum telefondan. Oyun bağımlısı seni.”

Rüzgar -muhtemelen oynadığı oyunda bu darbeyle birlikte sorun yaşayarak- kıstığı gözleriyle yavaşça sağına döndü. Toprak’la göz göze geldiklerinde bir an sonra ne olacağını bildiğim için babamın bir elini tutup gözlerime örttüm.

“Şiddet içerikli şeyler izlemeyi hiç sevmiyorum.”

Babamın kahkahasını duyduğumda çaktırmadan ona birazcık bakmıştım parmaklarını aralayarak.

“Gerçekten bu üçü nasıl aynı karında dokuz ay yaşamış olabilir? Anne itiraf et hadi, Toprak ve Rüzgar ikiz ama Deniz onlardan küçük olan kardeşimiz değil mi?”

Yaman abimin inanılmaz sorusuyla üçümüzün bakışları birden onu buldu. Kaşlarım çatılmıştı. Göz ucuyla üçüzlerime baktığımda onların da benimle aynı halde olduklarını gördüm.

“Üçüzüz biz abi,” diye soludum. Benimle aynı anda iki farklı sesten daha aynı sözcükler döküldüğünde yankılanarak yükselen cümle duvarlara çarpmıştı.

“Bu sahneden sonra inanmıştır abiniz annem, kurban olurum size ben. Üçüzsünüz tabii, ben taşıdım sizi aylarca hamal gibi çok eminim.”

Babam annem ve abim bu seferki kahkahayı bölüşürlerken oflayıp yerimden kalktım. “Dalga geçiyorlar, bu ortamda daha fazla kalamayız.” derken üçüzlerime yaklaştım. Ellerimi ikisine uzattığımda sol elimi Toprak ve sağ elimi de Rüzgar tuttu.

Sınıftan teneffüs için bahçeye giden ilkokul çocukları gibi, ben arada kalacak şekilde el eleydik ayağa kalktıklarında. “Biz uyumaya gidiyoruz,” dedim sözcülüğünü üstlenerek. “Üçüz olduğumuz için birlikte uyuyacağız.”

Toprak ve Rüzgar sırıtırken babamla abim memnuniyetsiz bakışlarla onları süzdüler. “Benle uyuyabilirdin,” derken bu kez babam ve abim aynı anda konuşmuşlardı.

“Siz de ikiz misiniz?” diye soran annem kendine yeni bir alay konusu bulduğu için eğlenirken biz sallana sallana yanlarından ayrıldık.

“Kimin odasına?” diye soran Rüzgar’a omuz silkmekle yetindim. “Fark etmez.”

Sonuç olarak ortak kararla Toprak’ın odasındaydık. Üzerimi giyinip geldikten sonra onlar çoktan giyindikleri için uzanıyorlardı. Aralarına pata küte daldığımda biraz Rüzgar’ın haşatını çıkartmıştım ama nefes alıyordu, gayet iyiydi.

“Dalağım…” diye inlediğinde yorganı çekiştirmekle meşguldüm. “Acıdı mı?” diye sordum.

“Yok, her zaman biri dalağıma dirsek atar ben alışkınım üçüzüm.”

Toprak gülerek benim rahata erebilmeme yardım ederken, kendimi affettirmek için Rüzgar’ın yanağını öptüm sulu sulu. “Özür dilerim, acıtmak istemedim.”

Abartılı acısıyla buruşturduğu yüzü hızla aydınlandı. Ensemden tutup beni boynuna yapıştırdı. “Yerim bak seni, istersen acıt canımın içi. Gelecekse senden gelsin acı.”

Şımararak kollarımı ona doladım. “Yaa…” diyerek uzata uzata mırıldandığımda sesim boynunda olduğum için boğuktu.

“Lan ben siz sırnaşın diye mi yatıyorum burada, Deniz ortaya gelir misin? Atarım sizi odamdan bakın.”

“Atman işime gelirdi, atsana. Deniz’le ben uyurum.”

“Nah uyursun, Rüzgar. Nah uyursun canım üçüzüm.” dedikten sonra beni tek hamlede Rüzgar’ın boynundan kaldıran Toprak’a sanırım deli kuvveti gelmişti. Kendimi sırtüstü yatar halde bulmuştum hemen sonra.

İkisinden biriyle tek uyumuşluğum yoktu. Bu konuda birbirlerini boğabilecek kadar kıskançlardı ve bu nedenle üçümüz uyuyorduk böyle durumlarda. Hep olduğu gibi biri bir omuzuma diğeri öbür omuzuma yatınca karnımın üzerinde ellerimizi birleştirdim. Parmaklarıyla uğraşarak oyalanırken odada yalnızca sağ taraftaki komodinde duran gece lambasının verdiği ışık vardı.

Rüzgar’ın çok geçmeden uykuya dalacağını bildiğimden, aklımdaki düşünceleri dile getirmek için çok fazla oyalanmadım.

“Abimden, üçüzlerim olduğunu öğrendiğimde aklım karmakarışıktı. Kısacık bir an önce babamla ve abimle tanışmıştım, doğru bildiğim her şey yıkılmışken elime yeni doğrular verildi bir anda.” dedim olağan bir sesle. Konuşmaya başladığımda ikisi de yüzlerini bana doğru kaldırdılar ama ben karnımdaki ellerimize bakmaya devam ettim. “Buraya geliyorduk, ilk gelişimdi.”

Gözlerimi kırptım birkaç kez. “Tüm karmaşama rağmen aklımdan ilk geçenlerden biri şeydi; ben bu kadar zaman yokken onlar üçüz değil de ikiz gibi olmuşlardır, yanlarında kocaman bir fazlalıktan başkası olmayacağım.”

Toprak’ın elimi daha sıkı tuttuğunu hissettim. Rüzgar’ın ise nefesleri sıklaşmıştı. “Sonra buraya geldin ve ben bir gerizekalı gibi senin üzerine gelip saçmaladım. Düşüncelerinde haklı olduğunu sandın...” diyerek kendi fikrince tamamladı söyleyeceklerimi.

Omuzuma yaslı olmasından faydalanarak saçlarından öptüm. Konuşmaya dönmeden önce aynı öpücüğü Toprak’ın başına da kondurdum. “O gün olması gereken neydiyse, o gerçekleşti Rüzgar. Sen o tepkiyi vermeseydin, ertesi gün başka bir şeye patlayacaktım. Kaldırabileceğimden çok fazlasını duymuştum senden önce zaten.”

“Saf saf evde duracağıma çıkıp bahçeye baksaydım ben de keşke, seni görebilirdim o gün hemen.” İkisinin de derdi bambaşkaydı. Hallerine gülümsedim dayanamayıp.

“Biz hiçbir zaman ikiz gibi hissetmedik Deniz. Algımız yetmiyorken hislerimizle, aklımız ermeye başladığında ise hem zihnimiz hem kalbimizle seni özledik. Annem de babam da sürekli ellerinde bizim üç yılımızı ölümsüzleştiren fotoğraflarla seni anlattılar ikimize.”

Boğazım ve burnum yanmaya başlarken yutkunarak kendimi kontrol etmeyi denedim. Nefes seslerimden çoktan kendimi ele vermiştim.

“Ağlarsan küseceğim, konuyu kendin açtın. Bak biz ağlamı-… Toprak!” Rüzgar, cümlesinin yarısında Toprak’ın da benden farksız olduğunu görünce sitemle ona seslendi.

Toprak yüzünü omuzuma saklayarak ondan kaçtığında ben de saçlarının arasına gizlendim.

“İyi!” dedi Rüzgar. “Ben de ağlarım o zaman, eksik mi kalacağımı düşündünüz?”

Kıskanç küçük bir çocuk gibi homurdandığında gözlerimdeki yaşlara rağmen kıkırdadım. Toprak’ın da güldüğünü sarsılan bedeninden hissetmiştim.

Rüzgar’ın göz ardı edilemeyecek katkılarıyla ben de Toprak da ağlamanın kıyısından sıyrıldığımızda yeniden konuşmanın başındaki halimize döndük. “Üçüz uyuması yapmamız gerektiğinde, kocanı bırakıp buraya geleceğine dair söz vermen gerekiyor Deniz.”

Nefesim kesilecek kadar güldüm. Acar’ın suratında ‘ben üçüzlerimle uyumaya gidiyorum’ dediğimde belirecek ifade gözümün önüne gelmişti.

“Kızım sırıtmasana, şaka yapmıyorum.” Toprak beni dürttüğünde derin derin nefesler aldım.

“Dördümüz uyusak?” diyerek sunduğum önerim beni gıdıklamaya başladıklarında açıkça ret yemişti.

Kısacık bir hüzün arası vermiş olsak da uykuya dalana kadar kahkahalarım kesilmedi. Beni seven, sevdikleri kadar da sevdiğim bir sürü insan vardı. Yine de Toprak ve Rüzgar iki yanımdayken hissettiğim tamamlanmışlık başka hiçbir yerde yoktu. Sanırım üçüz olmanın tatlı bir büyüsü vardı ve ben bunu tadabilmiş olmaktan çok memnundum.

 

~

 

“Acar,” dedim sızlana sızlana. “Hediye almayacağımız konusunda bana söz verdirtip, şimdi beni apar topar bir yere götürüyorsun. Kandırdın mı?”

Bugün 14 Şubat’tı. Özel bir gündü ama resmi bir tatil günü değildi, hafta sonuna da denk gelmediğinden bütün gün ajansta işlerle boğuşmuştum. İlk sevgililer günümüzdü fakat geçtiğimiz iki hafta boyunca gündemimiz düğün dernek işleriyle o kadar dolmuştu ki bu kutlama geri planda kalmıştı. Acar’ın sunduğu ‘karşılıklı hediye vermeme’ anlaşmasını kabullenmem de bundandı. İkimiz de bunun için zaman ve fikir ayıramayacak kadar yorgun ve yoğunduk.

Ajanstan çıktığımızda beni eve bırakacağını ya da en fazla yemeğe çıkartacağını düşünmüştüm tüm bunlar sonucunda. Ancak Acar’ı biraz olsun tanıyorsam, başka bir şeyler karıştırıyordu. Sık görmediğim kadar heyecanlı duruyordu. Beni her nereye götürüyorsa, orada göreceklerimle ilgili tepkimi merak ettiğini tahmin ediyordum.

“Hediye almadım zümrüt göz.” derken gözleri yola odaklı olsa da direksiyonda olmayan eliyle bacağımda duran elimi kavradı.

“Hiç öyle gözükmüyor ama inanmış gibi yapacağım Acarcım.”

Yarım ağız gülmekle yetindi. Oflayarak düşüncelerimde boğulmaya başladım. Abartılı bir şey çıkarsa kendimi kötü hissedecektim çünkü gerçekten bir şey almamıştım.

Yolu izlerken ilerlediğimiz yönün bizim eve doğru olduğunu fark etmiştim. Kaşlarımın çatılmasına sebep olan bu durum, dönmemiz gereken bir sapaktan dönmeyip düz devam ettiğimizde daha anlaşılır olmuştu. Beni eve götürmüyordu.

On dakika geçmeden, araba yavaşlamaya başladı. Girdiğimiz geniş sokak, herhangi bir restorana ya da dükkâna ev sahipliği yapmıyordu. Belli aralıklarla dizili, kendilerine ait bahçeleri olan birkaç katlı villa tarzı evlerden oluşan bir yerdi.

Sokağın ortalarına doğru, üç katlı olan evlerden birinin önünde tamamen duracakmış gibi yavaşladık. Ardından Acar vitesin yanından küçük bir kumanda çıkartıp önünde durduğumuz demir kapının açılmasını sağladı. Dudaklarım şaşkınca aralanmış halde ona döndüm tüm bedenimle.

“Ne oluyor?”

“Bilmem,” diyerek omuz silkti. Sırıtışı dudaklarını büyük bir açıyla yukarı kıvırmasıyla ortaya çıkmıştı.

Araba bahçenin kısa yolunu aşıp, evin girişine yakın bir noktada durdu. Bacağımın üzerinde birbirlerine sarılı olan ellerimizi oynattım. “Acar!” dedim merakla. “Ben bir şeyler anlıyorum… Ama doğru mu anlıyorum?”

Emniyet kemerinden tek hamlede kurtulduktan sonra hafifçe üzerime doğru eğilip dudağımın kenarına küçük bir öpücük bıraktı. “İn bakalım doğru mu anlıyormuşsun güzelim.”

Kalp atışlarım hızlanırken iç çektim. Kendi kemerimi açtığımda ben arabadan çıkana kadar o çoktan inip benim olduğum tarafa gelmişti. Kapımı açıp inmem için bana elini uzattığında sıkıca elini tuttum.

İndiğimde etrafı arabada olduğundan çok daha net görebilme şansım olmuştu. Büyük bir bahçede değildim ama küçük alan o kadar güzel dizayn edilmişti ki, koca bir bahçede olsam bundan iyi hissetmezdim. İlk iki kat normal ev katları boyutundayken, üçüncü kat daha basık duruyordu. çatı katı olduğunu dışarıdan bakınca anlamak mümkündü.

Kullanılan renkler, camların konumu gibi birçok şeyi izlerken hepsi ben seçmişim gibi hoşuma gitmişti. “Çok güzel,” diye mırıldandım istemsizce.

Acar elimi tutsa da beni çekiştirmek yerine incelemem için zaman tanıyarak sabırla yanımda bekliyordu.

“Evimizi sevdin,” diye fısıldarken burnunu alnımla saçlarımın kesiştiği yere yasladı. Benim hayran hayran etrafı izlememden büyük bir keyif aldığını anlayabiliyordum.

“Evimiz…” diye tekrarlarken yanaklarımı acıtacak kadar kocaman gülümsedim.

Şu ana kadar, iki hafta sonra gerçekleşecek olan evliliğimizle ilgili neredeyse her konuyu konuşmuş ve bir karara varmaya çalışmıştık. Ev konusu ise hiç açılmamıştı. Ben bunu, Acar’ın evinde kalabileceğimizi düşünerek dillendirmemiştim. Ama onun ses çıkartmamasının sebebi başkaymış.

“Bu kadar beğendiğini daha sonra göreceğin kişiye belli etmesen olur mu Feris?” diye sorduğunda kaşlarımı sorguyla çattım.

“Hı?” gibi bir şey söyleyebildim. “Evin, daha doğrusu tüm sokağın projesinin mimarı ile tanıştıracağım seni sonra. Fazla şımarmasın diye sen beğenmemiş gibi yap.”

Kıkırdadım. “Arkadaşın mı?” diye sordum ilk aklıma gelen detayla. Gülerken burnundan verdiği nefes yüzüme çarptı.

Cevaplamak yerine beni evin kapısına yönlendirdi. Cebinden çıkarttığı anahtarı bana uzattı. “Aç bakalım evimizin kapısını.”

Heyecandan titreyen parmaklarımla elindeki anahtara uzandım. Anahtarı kilide sokup bir kez çevirdiğimde kapı tok bir ses çıkartıp açıldı. “Kilitli değilmiş,” dedim Acar’a doğru bakıp.

“Nakliyeciler unutmuştur.” dediğinde cevabı o kadar hızlı vermişti ki tereddüt etmiştim.

“Eşya da mı geldi?” diye sorarken beni yavaşça içeri ittirdi. “Sorularını daha sonra tek tek cevaplayacağım güzelim ama artık girelim, salondan başlayabiliriz gezmeye. Sol tarafta.”

Girişte henüz eşya yoktu, görebildiğim tek şey tatlı bir kahveye boyalı duvarlardı. Açık bir kahveydi, içeriyi boğmamıştı. Etrafta kahverengi görmeyi sevmiştim. Acar’ın gözlerine benziyordu duvarlar.

Bahsettiği tarafa ilerlerken, parkeleri döven topuk seslerim dışında hiçbir ses yoktu.

Evin içinde ikimizden başka kimse olmadığını düşündüğümden, bu gayet normal gelmişti. En azından salona adımlayana dek…

İçeriye girdiğimde gözlerim irice açıldı.

Salon küçük değildi. Kesinlikle küçük değildi. Hem yüksek hem de genişti ama içerisi o kadar doluydu ki bu büyüklük kılpayı yetebilmişti.

Koltuk bulunmayan salonda, herkes ayaktaydı. Herkesten kastım, gerçekten herkesti.

“Biraz şaşırdı galiba…” diyerek bana el sallayan Koray’a baktım. Bir yanında kendi ailesi, diğer yanında ise Caner-Çağla ikilisi vardı. Çağla’nın yanında Melih duruyordu ve onun dibinde de Tuğrul amca ve Demet teyze bekliyordu.

Küçük bir boşluğun ardından Amcam ve yengemi, onlarla yakın duran Selim ve Ufuk’u gördüm. Her yeni kişide gözlerim irileşmeye devam ediyordu ve bir noktada gözlerim yuvalarından fırlamak zorunda kalacaktı galiba. Amcamlara bakmayı bitirdiğimde, gözüm çaprazında duran gruba takıldı. Dedem, dayım, teyzem ve eniştemden oluşan bu grup; en şaşkın olduğum gruptu. Muğla’dan bir hafta sonra geleceklerini, düğüne bir hafta kala burada olacaklarını sanıyorken karşımda bulunca donmuştum.

“Sıra bize geliyor çok şükür,” diye seslenen Toprak’ı duyduğumda oraya dönüşüm hızlandı. Babama yaslı duran annemi, onun yanında duran Yekta-Sinem-Pamir üçlüsünü; birbirlerinin dibinde bekleyen üçüzlerimi görmüştüm hemen sonra. Bakışlarım artık salonda kalan son üç kişiye çevrildi.

Abim, babamlardan biraz daha sağda, küçük bir mesafe açarak ayaktaydı. Açtığı mesafe ise kesinlikle boş değildi. Rüya bir elini Hayal’e bir elini abime uzatmış, o mesafeyi küçük bedeniyle doldurmuştu.

Neler olduğunu, neden herkesin burada olduğunu kavrayamayan bir halde ellerimle yanaklarımı kavradım. Bir adım geriye atmayı denediğimde sırtım, sıcaklığına aşina olduğum geniş göğse yaslandı.

“Evimize ve biraz aceleye gelmiş olan nişanımıza hoş geldin zümrüt göz.”

İlk şokun ardından küçük bir çığlıkla ona döndüm. “Ne?”

“Seçtiğin alyanslar iki gün önce hazır oldu. Öylesine bir hediyeymiş gibi eline tutuşturmak kulağa hoş gelmiyordu.” derken basit bir şeyden bahsediyormuş gibi omuz silkti. “Bir organizasyon daha istemediğini biliyordum, ben de yanımızda olması gereken herkesi evimize çağırdım.”

Kollarımı büyük bir hızda boynuna sararak ona sarıldığımda sırtımı kavrayarak dengede durmamı kolaylaştırdı.

Birkaç dakika sonra daha kendime gelemeden Çağla’nın çekiştirmesiyle kendimi boş salonun ortasında yanımda Acar’la dikilirken buldum.

“Yüzükleri alıp kaçsam ne yapabilirler ki?” diye homurdanan Rüzgar’ı duyduğumda afallamışlığıma rağmen kıkırdadım. Sözlerine rağmen, diğer herkes gibi onun da gayet keyifli göründüğünün farkındaydım.

“Rüya gel, tepsiyi tutacağız.” diye seslenen Çağla’yı duyduğumda, biz buraya gelene dek herkesin birbiriyle bolca kaynaştığını anlamıştım. Bu, şu an içinde bulunduğum sürprizden daha çok hoşuma giderken yerimde sallandım. Omuzum Acar’ın koluna sürtündüğünde bakışları beni buldu. Halimi gördüğünde güldü.

Rüya ve Çağla boy farkları sebebiyle biraz ilginç bir şekilde de olsa, bir kurdeleyle birbirine bağlı yüzükleri taşıyan tepsiyi benim yanımda tutuyorlardı.

“Savaş sen kes,” diyen Tuğrul amcayı duyduğumda hepimiz pür dikkat onların diyaloğunu dinliyordum. “Yok, sen kes.” diyen babamla birlikte kıkırdadım. ‘Aşkım önce sen kapat’ paradoksuna düşmek üzereydiler.

Dedeme baktım özellikle. Kafasını geriye doğru kaldırdı. “Bakma bana, iki kızımın kurdelesi kestim o bana yetti. Üçüncüye kalpten gideceğim artık.”

Toplu bir ‘Allah korusun’ dileğinden sonra babam ve Tuğrul amcanın kararsızlığını bir kenara bırakıp aslında aklımda olan teklifi sunmak için dudaklarımı araladım. “Sedat amca?”

Babamın beni elleriyle nişanlamak gibi bir isteği yoktu, Tuğrul amca da bu sorumluğunu başkasına yüklemeye çalışıyordu anladığım kadarıyla.

Hayatımın büyük bir çoğunluğunu, kendi babamın Sedat amca gibi olmasını dileyerek geçirmiştim. Etrafımdaki tek güzel baba örneği oydu, çoğu zaman hayran hayran peşinde dolanırdım. Büyüdükçe bunu kendime saklamayı öğrenmiştim ama yine de içimde hep Alpay Levendoğlu’ndan daha baba gibi hissettirişini saklı tutmuştum.

Ben ona seslenince, salonda küçük bir sessizlik oldu. Salonda geçmişime tam anlamıyla hâkim olmayan birden fazla kişi vardı. Ama çoğunluk neden ona seslendiğimi, seslenirken neden sesimin çatladığını algılamıştı; biliyordum.

Başımı omuzuma doğru yatırıp Sedat amcama baktım. “Sen kessene kurdeleyi.”

Babama ve Tuğrul amcaya dönüp baktığımda, ikisinde de herhangi bir alınmışlık görmediğim için mutluydum.

Sedat amca yüzünü ifadesiz tutmaya gayret ederek yanımıza yaklaştığında onun aksine ben burnumun ve gözlerimin kızarmaya başladığını hissediyordum.

Tepsiden yüzükleri alıp önce benim, ardından Acar’ın sağ eline yüzükleri geçirdi. Derin bir nefes aldıktan sonra makasa uzandı.

“Konuşma yapmayacak mısın baba, bu kadar insan boşa toplanmadık değil mi?” Koray’ın tepkisiyle birkaç gülüş yükseldi.

Sedat amcam kısa bir an ona baktıktan sonra hem bizi hem salondakileri görebilecek şekilde yan döndü.

“Konuşmaya başlarsam ne ben ne İzgi durulmayacağız, biliyorum. Böyle tatlı bir günde gözlerinden her ne olursa olsun yaş aksın istemem, yıllarca gözyaşlarına şahit olmuş bir adam olarak sadece, bu andan sonra gülüşlerinden başka bir şeye tanık olmayayım istiyorum. Sızılarına karşılık, yakın zamanlarda sana hem aşkı hem aileni hediye eden hayat kendini affettirmeye çalıştı belki de sana.”

Konuşmayacağım demişti ama bu söyledikleri bile benim dolup taşmama yetebilirdi. Yanak içlerimi ısırarak kendimi sıktım. Mutluydum, mutluluğumun geçmişimle gölgelenmesine izin vermeyecektim.

“Bundan sonra da hem aşkınla hem ailenle, hep birlikte ol. Hak ettiğin, bana kalırsa en çok senin yaşaman gereken o güzel hayata kavuş.” dedikten sonra makası yüzüklerin arasındaki kurdeleye sürtüp iki ayrı parça oluşmasını sağladı. “Mutluluğunuz daim olsun, yuvanızdan güzellikler eksilmesin.”

Kollarımı sıkıca bedenine doladığımda dudaklarımı ısırarak kendimi sıkıyordum. “Seni kötülüklerden koruyabilmek için biraz yetersizdik belki, şimdi bir dolu insan senin gözünün içine bakıyor İzgi. Ayağın taşa değmesin, saçından bir tel kopmasın diye canını yere serecek kaç kişi var aramızda görüyorsun değil mi?”

“Yetersiz değildiniz,” dedim fısıldayarak. “Ben bugün buradaysam, Koray sayesinde, sizin sayenizde buradayım. Sizin sevginiz olmasaydı nereye savrulacağım belirsizdi Sedat amca. Hayatımın en önemli parçalarısınız, sakın bendeki sizi olur mu?”

Bir süre daha kollarında kaldım. Hem onun hem de kendimin sakinleşebilmesi için zamana sığınmıştım. Ondan ayrıldıktan sonra oradan oraya herkesle sarıla sarıla dakikalar geçirdim. Kulağıma fısıldanan güzel dileklerle dolup taşmıştım. Ferahlamış hissediyordum.

Sona bırakmak istememiş olsam da, bile isteye kendisini sona bırakan babamın önünde durduğumda; salonda sarılmadığım kimse kalmamıştı.

“Baba,” diye mırıldandım bir adım önünde. “Söyle can suyum.”

Yüzümü boynuna gömerek herkesten saklandım. Sırtımı sıkıca saran güçlü kollarıyla güvenli limanıma varmıştım. “Kucağımdan indirmeye kıyamadığım, bana âşık bir bebektin. Gözümü açıp kapattım ve birden karşımda güçlü bir kadın buldum. Şimdi o kadının âşık olduğu bambaşka bir adam var, ne hissetmem gerektiğini şaşırtıyorsun bana babam.”

“Sana da aşığım ki,” dedim hiç duraksamadan. “Sadece ben büyürken kalbim de büyümüş, artık oraya birini daha sığdırabiliyorum.” Onun kullandığı dille cevap vermem hoşuna gitmiş olacak ki gülüşü saçlarımı havalandırdı.

“Hep çok mutlu ol demeyeceğim sana. Mutlu olman için ben gereken her şeyi yapacağım, herkesin yapması gerekenleri yaptığından da emin olacağım. Ama olur da tüm bunlara rağmen başarısız olduğumuz bir an gelirse, baban hep burada meleğim. Sen göremesen de hep bir adım arkanda…”

Hissettiğim güveni mümkünmüş gibi birkaç kat daha katlayan kokusunu derince içime çektim. Babama daha ne kadar sarılı kaldım bilmiyorum ama etraftakilerin kendi aralarında sohbetlere döndüğünü duyabiliyordum.

“Tip tip bakıyor arkandan, git şuna da sarıl da patlamasın.” Babamın kulağıma fısıldadıklarıyla başımı çevirip bahsettiği yere baktım. Acar’ın gerçekten tüm odağını bizde tuttuğunu gördüğümde kıkırdamıştım.

Babamı yanaklarını aşındıracak kadar çok kez öptükten sonra onun da bana bahşettiği öpücüklerin ardından küçük adımlarla beni bekleyen adama doğru ilerledim.

“Bana gelişinin bu kadar süreceğini bilseydim kişi sayısını daha sınırlı tutardım Feris.” Homurdanışına ve bunun sebebine dayanamayıp gülerken avuçlarımı göğsüne yasladım. “İki hafta sonra sana, bir daha hiç gitmemek üzere geleceğim sevgilim. Biraz daha dişini sıkamaz mısın?” Boynumu geriye doğru gerip çenemi göğsüne yaslayarak ona bakıyordum bir yandan.

“Hiç gitmemek üzere…” diye tekrarladığında, bunun ona nasıl keyif verdiğini anlamamak zordu. Birlikte kaldığımız gecelerin sabahında, bazen ajanstan çıkarken beni onunla gitmeye ikna edemediğinde nasıl modunun düştüğünü çok iyi biliyordum. Ondan farklı da değildim, ama Acar bunu ilginç bir boyuta taşıyordu zaman zaman.

Çenesine küçük bir öpücük bıraktım uzanıp. “Sevgiler gününde nişanlanma fikri, gelecek yıllarda iki tarih yerine tek tarih hatırlama isteğinden mi kaynaklanıyor?” diye sorduğumda kısa bir kahkaha attı.

“Bu açıdan bakmamıştım ama gayet kârlı görünüyor.” Gülüşüne eşlik ederken yüzümü göğsüne gömdüm.

“İzgi’m!” diye seslenen Koray’ı duyduğumda Acar’ın göğsünden doğruldum. “Efendim canımın içi?”

“Kurdeleden yutmamız gerekiyormuş, gelir misin buraya?” Etrafına dizili Caner-Toprak-Rüzgar-Ufuk dörtlüsü ile birlikte bana hevesle bakıyorken duyan birkaç kişiyle birlikte güldüm.

“Saçmalama Koray, kumaş mı yiyeceksiniz?”

“Kızım gel şuraya, istersek beton yeriz. İşe yarıyormuş, Çağla söyledi.” Ufuk’un açıklamasından sonra Çağla’ya baktım. Kıkır kıkır gülüyordu Melih’in koluna girmiş.

“Siz bu saflıkla iş batırmıyorsunuz neyse ki.” diye söylenirken yanlarına ilerledim. Makasla kestikleri parça parça kurdeleleri su yardımıyla -ağlaya sızlaya- yuttuklarında karşılarında kollarım göğsümde onları izliyordum.

“Selim ve Soner abi de yutsaydı bari, bi’ onlar kaldı.”

“Oldu koca yanak, başka işim yok kurdeleni yutacağım.” Soner abiye göz devirdim. “Kardeşin yuttu afiyetle abi.”

“Ben ailedeki zekâ genini fazla fazla tüketince buna bir şey kalmamış, ondan yapıyor.”

Gülerek Selim’e baktım. “Bak ruh ikizin, sen de Ufuk’a aynısını söyleyip duruyorsun.”

Ufuk ve Koray dışındakiler gülerken ben de sırıttım. Koray’ın yanağını sulu sulu öpüp yanlarından kaçıp kendime yeni bir hedef belirledim. Acar, Hayal ve Rüya’nın yanındaydı. Ben de koştur koştur yanlarına gittim hemen.

“Rüya!” diye seslendiğimde beni görür görmez bacaklarıma sarılan küçük kıza yardım edebilmek için diz çöktüm. Böylece düzgün bir sarılma gerçekleştirebildik. “Gelin olmana çok az kalmış, dev adam hiç mutlu değil Feris abla.”

Bana Feris diyen tek kişi Acar’ken, Rüya da buna eklenmişti. Acar’ın terslemeyeceği tek isim de oydu zaten.

Abime dev adam demesine her seferinde olduğu gibi yine sırıttım. “Dev adam kendi işine baksın bebeğim, yoksa yarın bir gün ben de onun yoluna taş koymak zorunda kalabilirim.”

Rüya için fazla komplike bir açıklamaydı, zaten derdim ayakta dikilen Yaman Göktürk’ün sesimi duymasıydı.

“Dev adam ikinizi de pataklamadan önce arkamdan konuşmayı bırakın.” Abimin tatlı uyarısıyla Rüya kıkırdayarak bana yaslandı. “Çok komik kızıyor değil mi?”

Rüya’ya ‘sadece bize öyle aslında’ demek yerine başımı sallayarak onay verdim. “Bence de Rüyacım.”

Dizlerim ağrımaya başlayınca yavaşça doğruldum. Sırtımı Acar’a yaslayacakken abim beni oyuncak bebek gibi göğsüne yapıştırdı. “Yavaş kardeşim, yavaş. Ben sarılmayayım diye ikiye ayırdın kızı.”

Acar’ın uyarısına hak vererek abime acılı bakışlar attım. “Kolum biraz acıdı gerçekten,” dedim yalancı sızlanmayla.

Abim yanağımı sertçe öptü. “Çok üzüldüm denizkızım, istersen salondaki doktorlardan birini çağıralım.” Bana kanmamasına bozularak ofladım. Zaman geçtikçe onu kandırabilme yeteneğim köreliyordu.

“İstemez abicim, ben iyileşirim kendim.”

Hayal’le göz göze geldiğimizde ona kocaman gülümsedim. Aynı şekilde karşılık vermişti. “Evi gezmediniz daha değil mi?” diye sorunca yerimde kıpırdandım hevesle. “Hayır, hadi gidelim.”

Acar’a baktım. Bakışları zaten bendeydi. “Gezelim Feris Hanım, herhangi bir ayrıntı kaçırmayalım isterseniz evin mimarı da bize eşlik etsin.”

Kafam karışmış bir halde soru soracakken, mimardan bahsettiği ilk andan beri bir türlü birleştiremediğim parça yerine oturdu. Gözlerimi kısarak göğsüne yaslı olduğum abime bakmak için kafamı kaldırdım. “Bu mimarın Yaman Göktürk olma ihtimali nedir?”

Abim sırıttı. “Böyle mükemmel bir işin başka bir mimardan çıkmasına küçük de olsa ihtimal vermene kırılırım.”

Elimin üstüyle omuzuna vurdum. “Şımarma… diyeceğim ama daha evin yarısını bile görmeden bayıldım. Büyüleyici burası abi.”

“Arkandaki herife en severek yaptığım işlerden birini teslim etmek biraz içimi yaktı tabii, ama evde sen de yaşayacaksın sonuçta değil mi?”

Abartısına gülerek burnumu göğsüne bastırdım. “Bu aralar can ciğer kuzu sarması oldunuz abi, ufak at da civcivler yesin.”

Hayal’den beri abim ve Acar’ın arası eskiye oranla bambaşka bir yere evrilmişti. Bundan kesinlikle memnundum, bir ara Hayal’e özel olarak teşekkür de etmeliydim hatta.

“Ayrıca burası bizim eve en fazla on beş dakika sürecek konumda. Bir gecekondu bile olsa, gayet mantıklı olurdu. Biz özledikçe kalkıp geleceksin sonuçta.”

“Siz özledikçe?” diye hayretle soran Acar’dı. “Karımın her Allah’ın günü yanımdan çıkıp sana geleceğini düşünemene sebep olan nedir Göktürk?”

“En azından seni ne kadar sık özleyeceğimizi bilecek kadar zeki…” diye homurdanan abim ve Acar bu konuda birbirlerine girerlerken onları rahat bırakıp gözlerimi salonda dolaştırdım.

Farklı farklı gruplar halinde keyifle sohbet eden ailemin tamamı gözümün önündeyken içim tatlı bir huzurla kaplıydı.

O huzuru söndürecek güçte bir şey yaşamaktan korkuyordum. Birkaç ay öncesine kadar hayatımda ‘bunun fazlası gerçekleşmez’ dediğim her olaydan sonra bir başkası peşi sıra önüme çıkmıştı. Şu ank düşüncelerimin içerdiği tedirginliği garipsemiyordum bu yüzden.

Tek dileğim bunların travmalarımdan kaynaklanan ağır hasarlar olduğu gerçeğine sığınmaktı. Bu andan sonra gelecek herhangi bir darbeyi taşıyacak gücüm yoktu.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm