Aykırı Çiçek 65.Bölüm
65.BÖLÜM
“…bundan sonra da prens ve arkadaşları hep çok mutlu
olmuşlar.”
Dilimi damağımı ve bilincimdeki tüm yaratıcılığımı
kurutan masalı sonlandırdığımda uyumuş bir Pamir görmeyi beklerken, başımı
çevirdiğimde gördüğüm manzara bambaşkaydı.
Bacakları benim karnımda, başı annesinin göğsünde
duruyorken üçümüz yatakta ortası biraz eğri bir H harfi oluşturuyorduk. “Hani
uyuyacaktın aşkım?”
“Yuyuyamadım hala.” Dudaklarını büzerek konuştuğunda
ısıra ısıra sevme isteğimi bastırmak için dişlerimi sıktım.
“Yuyuyamamış halası, kızma.” Pamir’in saçlarını öperken
onu taklit ederek savunan Sinem’e güldüm.
Haftanın en az iki gününü bizimle kalarak geçiriyorlardı.
Geldikleri zamanlarda, hepimiz Pamir’e olan özlemimizi hızlıca gidermeye
çalıştığımızdan ilgiye boğularak deliren Pamir ise asla uyumak istemiyordu.
Amcalarının tepesinde, benim kucağımda ya da babaannesi ve dedesinin arasında
halinden memnunken uyumakta kaçıyordu.
Genellikle Sinem onu alıp buradaki odasında uyutmayı bir
şekilde deniyordu, bu gece ise Pamir özel olarak bana yapışmaya karar
verdiğinden ben de eşlik etmiştim. Yekta abimin odasındaydık, kocaman yatağın
küçük bir kısmını kaplayabilmiştik ama kalabalık sayılırdık bence.
Karnıma uzattığı ayıcıklı bir pijamayla kaplı
bacaklarından birini tutup ısıracakmışım gibi ağzıma götürdüğümde Pamir
cırlayarak yerinde debelendi. “Hala!”
“Hım?” dedim bir şey yapmıyormuş gibi.
“Lüdfen ıssırma meni.”
Tatlı tatlı konuştuğunda artık dayanamayarak kollarının
altından tutup bedenini havalandırdım. Göğsüme çekip yatırdığımda yüzümü
saçlarına gömmüştüm. “Öpeyim o zaman ben seni.”
Kıkır kıkır gülerek boynuma sokuldu. Sırtını sıvazlayıp
kafasına öpücükler bırakırken, bizi keyifle izleyen Sinem’le göz göze geldim. Pamir
gülmekten yorulmuş halde nefes nefese boynumda soluklanırken sıkıca bedenine
sarıldım. Birazdan sızacağını kendisi bilmese de biz biliyorduk.
Ben sırtıyla, Sinem de ara ara saçlarıyla uğraştı. Dakikalarca
sessizce bekledik, bekleyişimizin başarıyla sonuçlanması on dakikadan fazla
sürmüştü. Düzenli nefeslerle, gevşeyen bedeniyle üzerimde uyuyakalan Pamir’i
gözlerimle annesine gösterdim. “Sızdı.”
Sinem yanağını yasladığı yastığı düzeltirken güldü. “Küçük
bir savaş vermemiz gerekti ama sonuca bakalım.”
Çenemi Pamir’in başına yasladım. “Biraz daha uyumasaydı
ben uyuyacaktım.”
Sesimiz yüksek değildi. Pamir uyuduktan sonra kolay kolay
seslere tepki vermiyordu zaten, onu uyandırma endişemizin olmayışı bundandı.
“Deniz,” dediğinde sesindeki heyecanı algıladığım gibi
merakla gözlerimi yüzüne diktim. “İki hafta kaldı, nasıl hissediyorsun?”
Yanak içlerimi ısırırken, sanki o söylemese bu gerçeği
unutmuş haldeymişim gibi bir anda karnıma ağrı girmişti.
Acar’ın hiç durmadan yaptığı baskılar, ona kıyamayıp
destek veren Tuğrul amca ve Demet teyzenin de etkisiyle sonuç vermişti. Ben
arayı bulmak için ‘baharı bekleyelim’ demiştim bir süre önce Acar’a. Laflarımı
cımbızla ayıklayıp, 1 Mart’ın bahara dahil olduğunu savunarak tüm planı bu
tarihe yönelik yapmaya başlamıştı. İki hafta önce artık herkese duyurduğumuzda
ise paniğe kapılan kalabalık beni de ürkütmüştü.
Annem, yengem ve Yeliz teyze beni hiçbir şey yetişmez bir
ayda diyerek gerince, büyük bir krize girmiştim. Acar hiç afallamadan yetişmez
dedikleri ne varsa, bir bir hallolmasını sağlayıp beni sakinleştirmişti.
Sonuç itibarıyla bugün 13 Şubat sonlanıyordu, geriye
yalnızca iki haftamız kalmıştı.
Günlerim bolca evde, bizimkilerle geçiyordu. Belli
etmeseler de geçtiğimiz iki hafta boyunca hepsinin bana sıkı sıkıya sarıldığı
anlar önceye göre çok daha fazlaydı. Onları evlenmemin bir veda olmadığına
inandırmak güçtü. Çünkü ben de onlar gibi hissediyordum.
Şehir bile değiştirmeyecektim. En fazla yarım saat
sürecek bir mesafede yaşıyor olacaktım ve muhtemelen abimler gibi sıkça kendimi
buraya atacaktım ama yine de ‘geç kavuşulandan erken ayrılmak’ biraz garip bir
durumdu.
“Düşündükçe heyecandan boğuluyorum sanki, ama o kadar
tatlı bir heyecanmış ki bu boğulmak umurumda bile olmuyor hiç.” dedim kendimi
ifade etmeye çalışırken. Etrafımda duygularım konusunda bana en rahat yardımı
dokunabilecek kişilerden biri kesinlikle Sinem’di.
Kıkırdadı. Pamir’in sırtında duran elimi tuttu. “Biz
yıllarca sevgililik sürecini uzatmıştık, ama düğünümüz sizinki gibi küçük bir
süreye sıkışmıştı yine de. Yekta iki ayağımı bir pabuca sokmuştu, o zamana
dönmüş gibi oluyorum sana bakarken iki haftadır.”
“Abim?” dedim şaşkın şaşkın. Sakinliğiyle, planlarıyla
hepimizi sıraya dizebilecek olan Yekta abimden mi bahsediyordu?
Başını salladı. “Evlilik konusunda erkekler ya korkuyla
siniyor ya da sabırsızlıkla deliriyor Deniz. Bize denk gelenler ikinci gruba
dahil gördüğün gibi.” Burnumdan keskin bir nefes vererek güldüm. “Çok tatlılar
ama…”
Âşık âşık sırıttı. “Öyle.”
Bir süre boyunca aklımızdaki iki ayrı adama dalıp sessiz
kalarak gülümsemekle yetindik. Odanın kapısı ölüm sessizliğinde açılmasaydı
daha da devam edebilirdik muhtemelen.
Kapıdan yalnızca başını uzatan beden, odanın sahibiydi.
“Siz de sızdınız diye düşündüm aşağıya gelmeyince.” Yekta
abim içeri adımlarken kapıyı da yavaşça örttü.
“Yeni uyudu sayılır, süründürdü biraz bizi oğlunuz doktor
beycim.” Yanağımı Pamir’in bebek kokan saçlarına yasladım. Abim mızmızlanmama
sakince gülmekle yetindi. Yatağa yaklaştığında, Sinem’in olduğu taraftaydı.
Onun diz hizasına oturdu. Eğilip şakağını öpmesine keyifli bir romantik filmi
izler gibi şahitlik etsem de gözlerimi kıstım.
“Öyle sevimli duruşuma aldanmayın, günün sonunda ben de
görümceyim abi. Beni de öper misin, yoksa cazgırlaşayım mı?”
İlk tanıştığımız, ikimiz için de trajik olan dönemler
geride kaldığında Sinem’le aramızdaki ilişki farklı yerlere evrilmişti. Abim
üzerinden birbirimizle uğraşıyorduk, asla alınmıyor oluşundan memnundum. Böyle
anlarda, sanki ikimiz de hep bu evde var olmuşuz; abimin etrafında birbirimizle
uğraşmışız gibi geliyordu.
Sinem, abim henüz doğrulamadan boynuna sarılıp onu tuttu.
“Öpemez, beni öpecekmiş biraz daha. Sen de kocana söyle o öpsün seni canım
görümcem.”
Abim müdahale etmeden bizi izlerken gayet mutlu
görünüyordu. İki büklüm durmaktan yorulmuş olacak ki Sinem’in yanına uzandı.
“Oğlumuz kucağında, fazla sinirlendirme güzelim.”
Ağzımı şokla kapattım. “Karının tarafını tutuyorsun yani
açık açık Yekta Göktürk?”
Yanağını Sinem’in omuzuna yaslayıp bana doğru dönük halde
uzandı. “Ben tarafsız bölgeyim ayka, gelme üstüme.”
“Hiç belli olmuyor da neyse…” dedim gözlerimi kısıp
bakarken.
Aramızda hem oğlu hem karısı varken bana uzanması
imkânsızdı. Parmaklarını öpüp, aynı parmakları yanağıma yumuşakça
dokundurduğunda sıcak tavadaki bir parça tereyağından halliceydim. Hayran
hayran baktığımda güldü. Yanağımı biraz okşadıktan sonra kolunu indirdi.
“Affedildim mi?”
“Hı hım,” dedim onaylamakta bir sakınca görmeyerek.
Sinem’le aynı anda sesli bir şekilde güldüler. Sesimin fazla hevesli çıktığını
böylece anlamıştım.
Biraz daha bu şekilde kısık sesle konuşmaya devam ettik.
Ardından aklıma gelen konuyla Sinem’e döndüm. “İki gün sonraki prova, bir
sonraki güne alındı. Söylemeyi unutuyordum az kalsın.”
“Fark etmez benim için,” dediğinde rahatlamıştım.
Abim kaşları havada ikimizi inceledi sırayla. “Ne
provası?”
“Gelinlik.” diye cevaplayanın Sinem olmasına fırsat
verdim susarak.
Abim iç çekip yanaklarını şişirdi. Mızıkçı çocuklar gibi
görünmesine gülesim gelmişti. “Gerçekten evleniyorsun, ben arada şaka olduğunu
düşünüp kendimi teselli ediyordum.”
“Abi n’olur sen yapma bari, Yaman abim yeterince canıma
okuyor.”
Nasıl bir acıyla söylediysem, abim halime acıyarak bana
baktı. “Tamam, tamam. Git evlen, demiyorum bir şey.”
“Aslında abinin de önceden olacağı kadar çıkamıyor sesi,”
diyen Sinem’in sesi keyifliydi. “Biliyor çünkü sen evlenmesen de, yakın bir
zamanda kendisi evlenecek.”
Bu iki haftada, daha doğrusu geçen hafta, ortaya çıkan
gelişmelerden biri de Yaman abimin Hayal konusunu açık ve net bir şekilde
herkese açmasıydı. Bir yılı aşan bir ilişkileri olmuştu, dolayısıyla Hayal’i
herkes tanıyordu zaten. Tek sıkıntı gidişini açıklarken ortaya çıkmıştı. Abimin
o süreçte gerçekten kötü zamanlar geçirdiğini, özellikle annemin
tedirginliğinden anlayabilmiştim. Ama Rüya’yla tanıştıklarında, dinledikleri hikâye
doğrulanıp desteklenince kimsenin aklında bir soru işareti kalmışa
benzemiyordu.
Hayal buraya geldiğinde o kadar gergin ve çekingendi ki o
gün gözlerimin önünde düşecekmiş gibi beni de germişti. Yekta abimi dürtüp
bayılırsa hastaneye gitmemize gerek olup olmayacağını sorduğum anlar birden
fazlaydı. Neyse ki kimse ayılıp bayılmadan, herkesin içi rahat etmiş bir
şekilde gün sonlanmıştı.
“Onun derdi Deniz’in evlenmesi değil artık, Acar’a diş
biliyor deli gibi.” Abimin çıkarımına sırıttım. Bu konuda haklı buluyordum.
Bazen sırf birbirleriyle inatlaşmak için beyaza siyah dedikleri oluyordu. Hem
Yaman abim hem de Acar için geçerliydi bu.
Konuşma uzarken bir süre sonra çenemi acıtacak sıklıkta
esnemeye başladım. Kontrol edemediğim uykum beni burada yakalamasın diye daha
fazla mayışmadan hareketlendim. “Ben kaçıyorum, odalara dağılmadan ev halkını
yakalayıp öpeyim. Sonra da yatayım.”
Pamir’i yatağa bırakmadan bolca öpüp koklamıştım. Bu gece
odasına bırakmayıp aralarında uyutacakları belliydi. Ayağa kalktıktan sonra
yatağın diğer tarafına dolandım. Abimi öpecekmiş gibi eğilip Sinem’in yanağına
yapıştığımda kıkırdadı.
“İyi geceler yengecim.”
Kaçmak için hareketlensem de yeterince hızlı olamadım.
Abim sıkıca kolumu tutup yanağıma birkaç öpücük bıraktı. “İyi uykular ayka.”
Odadan çıkıp kapılarını yavaşça kapattıktan sonra derin
bir nefes alıp aşağıya yöneldim. Uyku bastırdığı için gözlerim yarı açıktı,
sarhoş gibi sarsak adımlar atıyordum.
Merdivenlerin sonunda, mutfak tarafından geliyor olan
Toprak’ı gördüğümde çölde vaha bulmuş gibi mutlulukla üzerine atladım. “Ben de
diyordum ki keşke buradan bir araba geçse de beni salona götürse.”
Üzerine uçmamı refleksle ucuz atlatarak belimden sıkıca
tuttu. “Araba da oluruz senin için, neden olmayalım?” Bedenimi
havalandırdığında bacaklarımı beline sarıp bebek gibi omuzuna yattım.
Salona konforlu bir yolculuk gerçekleştiriyorken uykum
açılmak yerine ağırlaşıyordu. Kapıdan geçtiğimizde koltuklara dağılmış olan
bedenlere baktım. Henüz kimse uyumamıştı. Babam her zamanki koltuğunda, annem
Yaman abimin göğsünde ve Rüzgar da telefonundaydı.
“Hayırdır gece turu mu atıyorsunuz abim?” diye soran
Yaman abimle bütün bakışlar bizi buldu. Toprak’ın omuzunun üzerinden ona el
salladım. “Yolda karşılaştık, ben yorulmayayım diye çok ısrar edince kıyamadım
abi.”
Toprak yalanıma gülerken belimden gıdıkladığında yerimde
çırpındım. Başımı geriye atarak gülerken beni babamın yanına düşürdüğünde
gülüşüm henüz sönmemişti. “Bir daha almayacağım seni bu arabaya, yalancı
çoban.”
Omuz silktim. “Rüzgar daha konforlu zaten.” Aralarında
hiçbir fark olmamasına rağmen salladığım bu ayrıntıyla Toprak pis pis yüzüme
bakmıştı.
Babama ahtapot gibi yapıştım. “Korkunç bakıyor baba,
rüyama girecek. Söyler misin bana öyle bakmasın?”
Babam sırtımı sıvazlayarak beni göğsünde daha rahat bir
hale getirdikten sonra çenesini başıma yasladı. “Duydun kızımı 4 numara.”
Toprak sinirini çıkarabileceği tek isme dönüp,
üçüncümüzün ensesine yapıştırdı. “Kaldırsana kafanı oğlum telefondan. Oyun
bağımlısı seni.”
Rüzgar -muhtemelen oynadığı oyunda bu darbeyle birlikte
sorun yaşayarak- kıstığı gözleriyle yavaşça sağına döndü. Toprak’la göz göze
geldiklerinde bir an sonra ne olacağını bildiğim için babamın bir elini tutup
gözlerime örttüm.
“Şiddet içerikli şeyler izlemeyi hiç sevmiyorum.”
Babamın kahkahasını duyduğumda çaktırmadan ona birazcık
bakmıştım parmaklarını aralayarak.
“Gerçekten bu üçü nasıl aynı karında dokuz ay yaşamış
olabilir? Anne itiraf et hadi, Toprak ve Rüzgar ikiz ama Deniz onlardan küçük
olan kardeşimiz değil mi?”
Yaman abimin inanılmaz sorusuyla üçümüzün bakışları
birden onu buldu. Kaşlarım çatılmıştı. Göz ucuyla üçüzlerime baktığımda onların
da benimle aynı halde olduklarını gördüm.
“Üçüzüz biz abi,” diye soludum. Benimle aynı anda iki
farklı sesten daha aynı sözcükler döküldüğünde yankılanarak yükselen cümle
duvarlara çarpmıştı.
“Bu sahneden sonra inanmıştır abiniz annem, kurban olurum
size ben. Üçüzsünüz tabii, ben taşıdım sizi aylarca hamal gibi çok eminim.”
Babam annem ve abim bu seferki kahkahayı bölüşürlerken
oflayıp yerimden kalktım. “Dalga geçiyorlar, bu ortamda daha fazla kalamayız.”
derken üçüzlerime yaklaştım. Ellerimi ikisine uzattığımda sol elimi Toprak ve
sağ elimi de Rüzgar tuttu.
Sınıftan teneffüs için bahçeye giden ilkokul çocukları
gibi, ben arada kalacak şekilde el eleydik ayağa kalktıklarında. “Biz uyumaya
gidiyoruz,” dedim sözcülüğünü üstlenerek. “Üçüz olduğumuz için birlikte
uyuyacağız.”
Toprak ve Rüzgar sırıtırken babamla abim memnuniyetsiz
bakışlarla onları süzdüler. “Benle uyuyabilirdin,” derken bu kez babam ve abim
aynı anda konuşmuşlardı.
“Siz de ikiz misiniz?” diye soran annem kendine yeni bir
alay konusu bulduğu için eğlenirken biz sallana sallana yanlarından ayrıldık.
“Kimin odasına?” diye soran Rüzgar’a omuz silkmekle
yetindim. “Fark etmez.”
Sonuç olarak ortak kararla Toprak’ın odasındaydık.
Üzerimi giyinip geldikten sonra onlar çoktan giyindikleri için uzanıyorlardı.
Aralarına pata küte daldığımda biraz Rüzgar’ın haşatını çıkartmıştım ama nefes
alıyordu, gayet iyiydi.
“Dalağım…” diye inlediğinde yorganı çekiştirmekle
meşguldüm. “Acıdı mı?” diye sordum.
“Yok, her zaman biri dalağıma dirsek atar ben alışkınım
üçüzüm.”
Toprak gülerek benim rahata erebilmeme yardım ederken,
kendimi affettirmek için Rüzgar’ın yanağını öptüm sulu sulu. “Özür dilerim,
acıtmak istemedim.”
Abartılı acısıyla buruşturduğu yüzü hızla aydınlandı.
Ensemden tutup beni boynuna yapıştırdı. “Yerim bak seni, istersen acıt canımın
içi. Gelecekse senden gelsin acı.”
Şımararak kollarımı ona doladım. “Yaa…” diyerek uzata
uzata mırıldandığımda sesim boynunda olduğum için boğuktu.
“Lan ben siz sırnaşın diye mi yatıyorum burada, Deniz
ortaya gelir misin? Atarım sizi odamdan bakın.”
“Atman işime gelirdi, atsana. Deniz’le ben uyurum.”
“Nah uyursun, Rüzgar. Nah uyursun canım üçüzüm.” dedikten
sonra beni tek hamlede Rüzgar’ın boynundan kaldıran Toprak’a sanırım deli
kuvveti gelmişti. Kendimi sırtüstü yatar halde bulmuştum hemen sonra.
İkisinden biriyle tek uyumuşluğum yoktu. Bu konuda
birbirlerini boğabilecek kadar kıskançlardı ve bu nedenle üçümüz uyuyorduk
böyle durumlarda. Hep olduğu gibi biri bir omuzuma diğeri öbür omuzuma yatınca
karnımın üzerinde ellerimizi birleştirdim. Parmaklarıyla uğraşarak oyalanırken
odada yalnızca sağ taraftaki komodinde duran gece lambasının verdiği ışık
vardı.
Rüzgar’ın çok geçmeden uykuya dalacağını bildiğimden,
aklımdaki düşünceleri dile getirmek için çok fazla oyalanmadım.
“Abimden, üçüzlerim olduğunu öğrendiğimde aklım
karmakarışıktı. Kısacık bir an önce babamla ve abimle tanışmıştım, doğru
bildiğim her şey yıkılmışken elime yeni doğrular verildi bir anda.” dedim
olağan bir sesle. Konuşmaya başladığımda ikisi de yüzlerini bana doğru
kaldırdılar ama ben karnımdaki ellerimize bakmaya devam ettim. “Buraya
geliyorduk, ilk gelişimdi.”
Gözlerimi kırptım birkaç kez. “Tüm karmaşama rağmen
aklımdan ilk geçenlerden biri şeydi; ben bu kadar zaman yokken onlar üçüz değil
de ikiz gibi olmuşlardır, yanlarında kocaman bir fazlalıktan başkası
olmayacağım.”
Toprak’ın elimi daha sıkı tuttuğunu hissettim. Rüzgar’ın
ise nefesleri sıklaşmıştı. “Sonra buraya geldin ve ben bir gerizekalı gibi
senin üzerine gelip saçmaladım. Düşüncelerinde haklı olduğunu sandın...”
diyerek kendi fikrince tamamladı söyleyeceklerimi.
Omuzuma yaslı olmasından faydalanarak saçlarından öptüm.
Konuşmaya dönmeden önce aynı öpücüğü Toprak’ın başına da kondurdum. “O gün
olması gereken neydiyse, o gerçekleşti Rüzgar. Sen o tepkiyi vermeseydin,
ertesi gün başka bir şeye patlayacaktım. Kaldırabileceğimden çok fazlasını
duymuştum senden önce zaten.”
“Saf saf evde duracağıma çıkıp bahçeye baksaydım ben de
keşke, seni görebilirdim o gün hemen.” İkisinin de derdi bambaşkaydı. Hallerine
gülümsedim dayanamayıp.
“Biz hiçbir zaman ikiz gibi hissetmedik Deniz. Algımız
yetmiyorken hislerimizle, aklımız ermeye başladığında ise hem zihnimiz hem
kalbimizle seni özledik. Annem de babam da sürekli ellerinde bizim üç yılımızı
ölümsüzleştiren fotoğraflarla seni anlattılar ikimize.”
Boğazım ve burnum yanmaya başlarken yutkunarak kendimi
kontrol etmeyi denedim. Nefes seslerimden çoktan kendimi ele vermiştim.
“Ağlarsan küseceğim, konuyu kendin açtın. Bak biz
ağlamı-… Toprak!” Rüzgar, cümlesinin yarısında Toprak’ın da benden farksız
olduğunu görünce sitemle ona seslendi.
Toprak yüzünü omuzuma saklayarak ondan kaçtığında ben de
saçlarının arasına gizlendim.
“İyi!” dedi Rüzgar. “Ben de ağlarım o zaman, eksik mi
kalacağımı düşündünüz?”
Kıskanç küçük bir çocuk gibi homurdandığında gözlerimdeki
yaşlara rağmen kıkırdadım. Toprak’ın da güldüğünü sarsılan bedeninden
hissetmiştim.
Rüzgar’ın göz ardı edilemeyecek katkılarıyla ben de
Toprak da ağlamanın kıyısından sıyrıldığımızda yeniden konuşmanın başındaki
halimize döndük. “Üçüz uyuması yapmamız gerektiğinde, kocanı bırakıp buraya
geleceğine dair söz vermen gerekiyor Deniz.”
Nefesim kesilecek kadar güldüm. Acar’ın suratında ‘ben
üçüzlerimle uyumaya gidiyorum’ dediğimde belirecek ifade gözümün önüne
gelmişti.
“Kızım sırıtmasana, şaka yapmıyorum.” Toprak beni
dürttüğünde derin derin nefesler aldım.
“Dördümüz uyusak?” diyerek sunduğum önerim beni
gıdıklamaya başladıklarında açıkça ret yemişti.
Kısacık bir hüzün arası vermiş olsak da uykuya dalana
kadar kahkahalarım kesilmedi. Beni seven, sevdikleri kadar da sevdiğim bir sürü
insan vardı. Yine de Toprak ve Rüzgar iki yanımdayken hissettiğim
tamamlanmışlık başka hiçbir yerde yoktu. Sanırım üçüz olmanın tatlı bir büyüsü
vardı ve ben bunu tadabilmiş olmaktan çok memnundum.
~
“Acar,” dedim sızlana sızlana. “Hediye almayacağımız
konusunda bana söz verdirtip, şimdi beni apar topar bir yere götürüyorsun.
Kandırdın mı?”
Bugün 14 Şubat’tı. Özel bir gündü ama resmi bir tatil
günü değildi, hafta sonuna da denk gelmediğinden bütün gün ajansta işlerle
boğuşmuştum. İlk sevgililer günümüzdü fakat geçtiğimiz iki hafta boyunca
gündemimiz düğün dernek işleriyle o kadar dolmuştu ki bu kutlama geri planda
kalmıştı. Acar’ın sunduğu ‘karşılıklı hediye vermeme’ anlaşmasını kabullenmem
de bundandı. İkimiz de bunun için zaman ve fikir ayıramayacak kadar yorgun ve
yoğunduk.
Ajanstan çıktığımızda beni eve bırakacağını ya da en
fazla yemeğe çıkartacağını düşünmüştüm tüm bunlar sonucunda. Ancak Acar’ı biraz
olsun tanıyorsam, başka bir şeyler karıştırıyordu. Sık görmediğim kadar
heyecanlı duruyordu. Beni her nereye götürüyorsa, orada göreceklerimle ilgili
tepkimi merak ettiğini tahmin ediyordum.
“Hediye almadım zümrüt göz.” derken gözleri yola odaklı
olsa da direksiyonda olmayan eliyle bacağımda duran elimi kavradı.
“Hiç öyle gözükmüyor ama inanmış gibi yapacağım Acarcım.”
Yarım ağız gülmekle yetindi. Oflayarak düşüncelerimde
boğulmaya başladım. Abartılı bir şey çıkarsa kendimi kötü hissedecektim çünkü
gerçekten bir şey almamıştım.
Yolu izlerken ilerlediğimiz yönün bizim eve doğru
olduğunu fark etmiştim. Kaşlarımın çatılmasına sebep olan bu durum, dönmemiz
gereken bir sapaktan dönmeyip düz devam ettiğimizde daha anlaşılır olmuştu.
Beni eve götürmüyordu.
On dakika geçmeden, araba yavaşlamaya başladı. Girdiğimiz
geniş sokak, herhangi bir restorana ya da dükkâna ev sahipliği yapmıyordu.
Belli aralıklarla dizili, kendilerine ait bahçeleri olan birkaç katlı villa
tarzı evlerden oluşan bir yerdi.
Sokağın ortalarına doğru, üç katlı olan evlerden birinin
önünde tamamen duracakmış gibi yavaşladık. Ardından Acar vitesin yanından küçük
bir kumanda çıkartıp önünde durduğumuz demir kapının açılmasını sağladı.
Dudaklarım şaşkınca aralanmış halde ona döndüm tüm bedenimle.
“Ne oluyor?”
“Bilmem,” diyerek omuz silkti. Sırıtışı dudaklarını büyük
bir açıyla yukarı kıvırmasıyla ortaya çıkmıştı.
Araba bahçenin kısa yolunu aşıp, evin girişine yakın bir
noktada durdu. Bacağımın üzerinde birbirlerine sarılı olan ellerimizi oynattım.
“Acar!” dedim merakla. “Ben bir şeyler anlıyorum… Ama doğru mu anlıyorum?”
Emniyet kemerinden tek hamlede kurtulduktan sonra hafifçe
üzerime doğru eğilip dudağımın kenarına küçük bir öpücük bıraktı. “İn bakalım
doğru mu anlıyormuşsun güzelim.”
Kalp atışlarım hızlanırken iç çektim. Kendi kemerimi
açtığımda ben arabadan çıkana kadar o çoktan inip benim olduğum tarafa
gelmişti. Kapımı açıp inmem için bana elini uzattığında sıkıca elini tuttum.
İndiğimde etrafı arabada olduğundan çok daha net
görebilme şansım olmuştu. Büyük bir bahçede değildim ama küçük alan o kadar
güzel dizayn edilmişti ki, koca bir bahçede olsam bundan iyi hissetmezdim. İlk
iki kat normal ev katları boyutundayken, üçüncü kat daha basık duruyordu. çatı
katı olduğunu dışarıdan bakınca anlamak mümkündü.
Kullanılan renkler, camların konumu gibi birçok şeyi
izlerken hepsi ben seçmişim gibi hoşuma gitmişti. “Çok güzel,” diye mırıldandım
istemsizce.
Acar elimi tutsa da beni çekiştirmek yerine incelemem
için zaman tanıyarak sabırla yanımda bekliyordu.
“Evimizi sevdin,” diye fısıldarken burnunu alnımla
saçlarımın kesiştiği yere yasladı. Benim hayran hayran etrafı izlememden büyük
bir keyif aldığını anlayabiliyordum.
“Evimiz…” diye tekrarlarken yanaklarımı acıtacak kadar
kocaman gülümsedim.
Şu ana kadar, iki hafta sonra gerçekleşecek olan
evliliğimizle ilgili neredeyse her konuyu konuşmuş ve bir karara varmaya
çalışmıştık. Ev konusu ise hiç açılmamıştı. Ben bunu, Acar’ın evinde
kalabileceğimizi düşünerek dillendirmemiştim. Ama onun ses çıkartmamasının
sebebi başkaymış.
“Bu kadar beğendiğini daha sonra göreceğin kişiye belli
etmesen olur mu Feris?” diye sorduğunda kaşlarımı sorguyla çattım.
“Hı?” gibi bir şey söyleyebildim. “Evin, daha doğrusu tüm
sokağın projesinin mimarı ile tanıştıracağım seni sonra. Fazla şımarmasın diye
sen beğenmemiş gibi yap.”
Kıkırdadım. “Arkadaşın mı?” diye sordum ilk aklıma gelen
detayla. Gülerken burnundan verdiği nefes yüzüme çarptı.
Cevaplamak yerine beni evin kapısına yönlendirdi. Cebinden
çıkarttığı anahtarı bana uzattı. “Aç bakalım evimizin kapısını.”
Heyecandan titreyen parmaklarımla elindeki anahtara uzandım.
Anahtarı kilide sokup bir kez çevirdiğimde kapı tok bir ses çıkartıp açıldı.
“Kilitli değilmiş,” dedim Acar’a doğru bakıp.
“Nakliyeciler unutmuştur.” dediğinde cevabı o kadar hızlı
vermişti ki tereddüt etmiştim.
“Eşya da mı geldi?” diye sorarken beni yavaşça içeri
ittirdi. “Sorularını daha sonra tek tek cevaplayacağım güzelim ama artık
girelim, salondan başlayabiliriz gezmeye. Sol tarafta.”
Girişte henüz eşya yoktu, görebildiğim tek şey tatlı bir
kahveye boyalı duvarlardı. Açık bir kahveydi, içeriyi boğmamıştı. Etrafta
kahverengi görmeyi sevmiştim. Acar’ın gözlerine benziyordu duvarlar.
Bahsettiği tarafa ilerlerken, parkeleri döven topuk
seslerim dışında hiçbir ses yoktu.
Evin içinde ikimizden başka kimse olmadığını
düşündüğümden, bu gayet normal gelmişti. En azından salona adımlayana dek…
İçeriye girdiğimde gözlerim irice açıldı.
Salon küçük değildi. Kesinlikle küçük değildi. Hem yüksek
hem de genişti ama içerisi o kadar doluydu ki bu büyüklük kılpayı yetebilmişti.
Koltuk bulunmayan salonda, herkes ayaktaydı. Herkesten
kastım, gerçekten herkesti.
“Biraz şaşırdı galiba…” diyerek bana el sallayan Koray’a
baktım. Bir yanında kendi ailesi, diğer yanında ise Caner-Çağla ikilisi vardı.
Çağla’nın yanında Melih duruyordu ve onun dibinde de Tuğrul amca ve Demet teyze
bekliyordu.
Küçük bir boşluğun ardından Amcam ve yengemi, onlarla
yakın duran Selim ve Ufuk’u gördüm. Her yeni kişide gözlerim irileşmeye devam
ediyordu ve bir noktada gözlerim yuvalarından fırlamak zorunda kalacaktı
galiba. Amcamlara bakmayı bitirdiğimde, gözüm çaprazında duran gruba takıldı.
Dedem, dayım, teyzem ve eniştemden oluşan bu grup; en şaşkın olduğum gruptu.
Muğla’dan bir hafta sonra geleceklerini, düğüne bir hafta kala burada
olacaklarını sanıyorken karşımda bulunca donmuştum.
“Sıra bize geliyor çok şükür,” diye seslenen Toprak’ı
duyduğumda oraya dönüşüm hızlandı. Babama yaslı duran annemi, onun yanında
duran Yekta-Sinem-Pamir üçlüsünü; birbirlerinin dibinde bekleyen üçüzlerimi
görmüştüm hemen sonra. Bakışlarım artık salonda kalan son üç kişiye çevrildi.
Abim, babamlardan biraz daha sağda, küçük bir mesafe
açarak ayaktaydı. Açtığı mesafe ise kesinlikle boş değildi. Rüya bir elini
Hayal’e bir elini abime uzatmış, o mesafeyi küçük bedeniyle doldurmuştu.
Neler olduğunu, neden herkesin burada olduğunu
kavrayamayan bir halde ellerimle yanaklarımı kavradım. Bir adım geriye atmayı
denediğimde sırtım, sıcaklığına aşina olduğum geniş göğse yaslandı.
“Evimize ve biraz aceleye gelmiş olan nişanımıza hoş
geldin zümrüt göz.”
İlk şokun ardından küçük bir çığlıkla ona döndüm. “Ne?”
“Seçtiğin alyanslar iki gün önce hazır oldu. Öylesine bir
hediyeymiş gibi eline tutuşturmak kulağa hoş gelmiyordu.” derken basit bir
şeyden bahsediyormuş gibi omuz silkti. “Bir organizasyon daha istemediğini
biliyordum, ben de yanımızda olması gereken herkesi evimize çağırdım.”
Kollarımı büyük bir hızda boynuna sararak ona
sarıldığımda sırtımı kavrayarak dengede durmamı kolaylaştırdı.
Birkaç dakika sonra daha kendime gelemeden Çağla’nın
çekiştirmesiyle kendimi boş salonun ortasında yanımda Acar’la dikilirken
buldum.
“Yüzükleri alıp kaçsam ne yapabilirler ki?” diye
homurdanan Rüzgar’ı duyduğumda afallamışlığıma rağmen kıkırdadım. Sözlerine
rağmen, diğer herkes gibi onun da gayet keyifli göründüğünün farkındaydım.
“Rüya gel, tepsiyi tutacağız.” diye seslenen Çağla’yı
duyduğumda, biz buraya gelene dek herkesin birbiriyle bolca kaynaştığını
anlamıştım. Bu, şu an içinde bulunduğum sürprizden daha çok hoşuma giderken
yerimde sallandım. Omuzum Acar’ın koluna sürtündüğünde bakışları beni buldu.
Halimi gördüğünde güldü.
Rüya ve Çağla boy farkları sebebiyle biraz ilginç bir
şekilde de olsa, bir kurdeleyle birbirine bağlı yüzükleri taşıyan tepsiyi benim
yanımda tutuyorlardı.
“Savaş sen kes,” diyen Tuğrul amcayı duyduğumda hepimiz
pür dikkat onların diyaloğunu dinliyordum. “Yok, sen kes.” diyen babamla
birlikte kıkırdadım. ‘Aşkım önce sen kapat’ paradoksuna düşmek üzereydiler.
Dedeme baktım özellikle. Kafasını geriye doğru kaldırdı.
“Bakma bana, iki kızımın kurdelesi kestim o bana yetti. Üçüncüye kalpten
gideceğim artık.”
Toplu bir ‘Allah korusun’ dileğinden sonra babam ve
Tuğrul amcanın kararsızlığını bir kenara bırakıp aslında aklımda olan teklifi
sunmak için dudaklarımı araladım. “Sedat amca?”
Babamın beni elleriyle nişanlamak gibi bir isteği yoktu,
Tuğrul amca da bu sorumluğunu başkasına yüklemeye çalışıyordu anladığım
kadarıyla.
Hayatımın büyük bir çoğunluğunu, kendi babamın Sedat amca
gibi olmasını dileyerek geçirmiştim. Etrafımdaki tek güzel baba örneği oydu,
çoğu zaman hayran hayran peşinde dolanırdım. Büyüdükçe bunu kendime saklamayı
öğrenmiştim ama yine de içimde hep Alpay Levendoğlu’ndan daha baba gibi
hissettirişini saklı tutmuştum.
Ben ona seslenince, salonda küçük bir sessizlik oldu.
Salonda geçmişime tam anlamıyla hâkim olmayan birden fazla kişi vardı. Ama
çoğunluk neden ona seslendiğimi, seslenirken neden sesimin çatladığını
algılamıştı; biliyordum.
Başımı omuzuma doğru yatırıp Sedat amcama baktım. “Sen
kessene kurdeleyi.”
Babama ve Tuğrul amcaya dönüp baktığımda, ikisinde de
herhangi bir alınmışlık görmediğim için mutluydum.
Sedat amca yüzünü ifadesiz tutmaya gayret ederek yanımıza
yaklaştığında onun aksine ben burnumun ve gözlerimin kızarmaya başladığını
hissediyordum.
Tepsiden yüzükleri alıp önce benim, ardından Acar’ın sağ
eline yüzükleri geçirdi. Derin bir nefes aldıktan sonra makasa uzandı.
“Konuşma yapmayacak mısın baba, bu kadar insan boşa
toplanmadık değil mi?” Koray’ın tepkisiyle birkaç gülüş yükseldi.
Sedat amcam kısa bir an ona baktıktan sonra hem bizi hem
salondakileri görebilecek şekilde yan döndü.
“Konuşmaya başlarsam ne ben ne İzgi durulmayacağız,
biliyorum. Böyle tatlı bir günde gözlerinden her ne olursa olsun yaş aksın
istemem, yıllarca gözyaşlarına şahit olmuş bir adam olarak sadece, bu andan
sonra gülüşlerinden başka bir şeye tanık olmayayım istiyorum. Sızılarına
karşılık, yakın zamanlarda sana hem aşkı hem aileni hediye eden hayat kendini
affettirmeye çalıştı belki de sana.”
Konuşmayacağım demişti ama bu söyledikleri bile benim
dolup taşmama yetebilirdi. Yanak içlerimi ısırarak kendimi sıktım. Mutluydum,
mutluluğumun geçmişimle gölgelenmesine izin vermeyecektim.
“Bundan sonra da hem aşkınla hem ailenle, hep birlikte
ol. Hak ettiğin, bana kalırsa en çok senin yaşaman gereken o güzel hayata
kavuş.” dedikten sonra makası yüzüklerin arasındaki kurdeleye sürtüp iki ayrı
parça oluşmasını sağladı. “Mutluluğunuz daim olsun, yuvanızdan güzellikler
eksilmesin.”
Kollarımı sıkıca bedenine doladığımda dudaklarımı
ısırarak kendimi sıkıyordum. “Seni kötülüklerden koruyabilmek için biraz
yetersizdik belki, şimdi bir dolu insan senin gözünün içine bakıyor İzgi.
Ayağın taşa değmesin, saçından bir tel kopmasın diye canını yere serecek kaç
kişi var aramızda görüyorsun değil mi?”
“Yetersiz değildiniz,” dedim fısıldayarak. “Ben bugün
buradaysam, Koray sayesinde, sizin sayenizde buradayım. Sizin sevginiz
olmasaydı nereye savrulacağım belirsizdi Sedat amca. Hayatımın en önemli parçalarısınız,
sakın bendeki sizi olur mu?”
Bir süre daha kollarında kaldım. Hem onun hem de kendimin
sakinleşebilmesi için zamana sığınmıştım. Ondan ayrıldıktan sonra oradan oraya
herkesle sarıla sarıla dakikalar geçirdim. Kulağıma fısıldanan güzel dileklerle
dolup taşmıştım. Ferahlamış hissediyordum.
Sona bırakmak istememiş olsam da, bile isteye kendisini
sona bırakan babamın önünde durduğumda; salonda sarılmadığım kimse kalmamıştı.
“Baba,” diye mırıldandım bir adım önünde. “Söyle can
suyum.”
Yüzümü boynuna gömerek herkesten saklandım. Sırtımı
sıkıca saran güçlü kollarıyla güvenli limanıma varmıştım. “Kucağımdan indirmeye
kıyamadığım, bana âşık bir bebektin. Gözümü açıp kapattım ve birden karşımda
güçlü bir kadın buldum. Şimdi o kadının âşık olduğu bambaşka bir adam var, ne
hissetmem gerektiğini şaşırtıyorsun bana babam.”
“Sana da aşığım ki,” dedim hiç duraksamadan. “Sadece ben
büyürken kalbim de büyümüş, artık oraya birini daha sığdırabiliyorum.” Onun
kullandığı dille cevap vermem hoşuna gitmiş olacak ki gülüşü saçlarımı
havalandırdı.
“Hep çok mutlu ol demeyeceğim sana. Mutlu olman için ben
gereken her şeyi yapacağım, herkesin yapması gerekenleri yaptığından da emin
olacağım. Ama olur da tüm bunlara rağmen başarısız olduğumuz bir an gelirse,
baban hep burada meleğim. Sen göremesen de hep bir adım arkanda…”
Hissettiğim güveni mümkünmüş gibi birkaç kat daha
katlayan kokusunu derince içime çektim. Babama daha ne kadar sarılı kaldım
bilmiyorum ama etraftakilerin kendi aralarında sohbetlere döndüğünü
duyabiliyordum.
“Tip tip bakıyor arkandan, git şuna da sarıl da
patlamasın.” Babamın kulağıma fısıldadıklarıyla başımı çevirip bahsettiği yere
baktım. Acar’ın gerçekten tüm odağını bizde tuttuğunu gördüğümde kıkırdamıştım.
Babamı yanaklarını aşındıracak kadar çok kez öptükten
sonra onun da bana bahşettiği öpücüklerin ardından küçük adımlarla beni
bekleyen adama doğru ilerledim.
“Bana gelişinin bu kadar süreceğini bilseydim kişi
sayısını daha sınırlı tutardım Feris.” Homurdanışına ve bunun sebebine
dayanamayıp gülerken avuçlarımı göğsüne yasladım. “İki hafta sonra sana, bir
daha hiç gitmemek üzere geleceğim sevgilim. Biraz daha dişini sıkamaz mısın?” Boynumu
geriye doğru gerip çenemi göğsüne yaslayarak ona bakıyordum bir yandan.
“Hiç gitmemek üzere…” diye tekrarladığında, bunun ona
nasıl keyif verdiğini anlamamak zordu. Birlikte kaldığımız gecelerin sabahında,
bazen ajanstan çıkarken beni onunla gitmeye ikna edemediğinde nasıl modunun
düştüğünü çok iyi biliyordum. Ondan farklı da değildim, ama Acar bunu ilginç
bir boyuta taşıyordu zaman zaman.
Çenesine küçük bir öpücük bıraktım uzanıp. “Sevgiler
gününde nişanlanma fikri, gelecek yıllarda iki tarih yerine tek tarih hatırlama
isteğinden mi kaynaklanıyor?” diye sorduğumda kısa bir kahkaha attı.
“Bu açıdan bakmamıştım ama gayet kârlı görünüyor.”
Gülüşüne eşlik ederken yüzümü göğsüne gömdüm.
“İzgi’m!” diye seslenen Koray’ı duyduğumda Acar’ın
göğsünden doğruldum. “Efendim canımın içi?”
“Kurdeleden yutmamız gerekiyormuş, gelir misin buraya?”
Etrafına dizili Caner-Toprak-Rüzgar-Ufuk dörtlüsü ile birlikte bana hevesle
bakıyorken duyan birkaç kişiyle birlikte güldüm.
“Saçmalama Koray, kumaş mı yiyeceksiniz?”
“Kızım gel şuraya, istersek beton yeriz. İşe yarıyormuş,
Çağla söyledi.” Ufuk’un açıklamasından sonra Çağla’ya baktım. Kıkır kıkır
gülüyordu Melih’in koluna girmiş.
“Siz bu saflıkla iş batırmıyorsunuz neyse ki.” diye
söylenirken yanlarına ilerledim. Makasla kestikleri parça parça kurdeleleri su
yardımıyla -ağlaya sızlaya- yuttuklarında karşılarında kollarım göğsümde onları
izliyordum.
“Selim ve Soner abi de yutsaydı bari, bi’ onlar kaldı.”
“Oldu koca yanak, başka işim yok kurdeleni yutacağım.” Soner
abiye göz devirdim. “Kardeşin yuttu afiyetle abi.”
“Ben ailedeki zekâ genini fazla fazla tüketince buna bir
şey kalmamış, ondan yapıyor.”
Gülerek Selim’e baktım. “Bak ruh ikizin, sen de Ufuk’a
aynısını söyleyip duruyorsun.”
Ufuk ve Koray dışındakiler gülerken ben de sırıttım.
Koray’ın yanağını sulu sulu öpüp yanlarından kaçıp kendime yeni bir hedef
belirledim. Acar, Hayal ve Rüya’nın yanındaydı. Ben de koştur koştur yanlarına
gittim hemen.
“Rüya!” diye seslendiğimde beni görür görmez bacaklarıma
sarılan küçük kıza yardım edebilmek için diz çöktüm. Böylece düzgün bir sarılma
gerçekleştirebildik. “Gelin olmana çok az kalmış, dev adam hiç mutlu değil
Feris abla.”
Bana Feris diyen tek kişi Acar’ken, Rüya da buna
eklenmişti. Acar’ın terslemeyeceği tek isim de oydu zaten.
Abime dev adam demesine her seferinde olduğu gibi yine
sırıttım. “Dev adam kendi işine baksın bebeğim, yoksa yarın bir gün ben de onun
yoluna taş koymak zorunda kalabilirim.”
Rüya için fazla komplike bir açıklamaydı, zaten derdim
ayakta dikilen Yaman Göktürk’ün sesimi duymasıydı.
“Dev adam ikinizi de pataklamadan önce arkamdan konuşmayı
bırakın.” Abimin tatlı uyarısıyla Rüya kıkırdayarak bana yaslandı. “Çok komik
kızıyor değil mi?”
Rüya’ya ‘sadece bize öyle aslında’ demek yerine başımı
sallayarak onay verdim. “Bence de Rüyacım.”
Dizlerim ağrımaya başlayınca yavaşça doğruldum. Sırtımı
Acar’a yaslayacakken abim beni oyuncak bebek gibi göğsüne yapıştırdı. “Yavaş
kardeşim, yavaş. Ben sarılmayayım diye ikiye ayırdın kızı.”
Acar’ın uyarısına hak vererek abime acılı bakışlar attım.
“Kolum biraz acıdı gerçekten,” dedim yalancı sızlanmayla.
Abim yanağımı sertçe öptü. “Çok üzüldüm denizkızım,
istersen salondaki doktorlardan birini çağıralım.” Bana kanmamasına bozularak
ofladım. Zaman geçtikçe onu kandırabilme yeteneğim köreliyordu.
“İstemez abicim, ben iyileşirim kendim.”
Hayal’le göz göze geldiğimizde ona kocaman gülümsedim.
Aynı şekilde karşılık vermişti. “Evi gezmediniz daha değil mi?” diye sorunca
yerimde kıpırdandım hevesle. “Hayır, hadi gidelim.”
Acar’a baktım. Bakışları zaten bendeydi. “Gezelim Feris
Hanım, herhangi bir ayrıntı kaçırmayalım isterseniz evin mimarı da bize eşlik
etsin.”
Kafam karışmış bir halde soru soracakken, mimardan
bahsettiği ilk andan beri bir türlü birleştiremediğim parça yerine oturdu.
Gözlerimi kısarak göğsüne yaslı olduğum abime bakmak için kafamı kaldırdım. “Bu
mimarın Yaman Göktürk olma ihtimali nedir?”
Abim sırıttı. “Böyle mükemmel bir işin başka bir mimardan
çıkmasına küçük de olsa ihtimal vermene kırılırım.”
Elimin üstüyle omuzuna vurdum. “Şımarma… diyeceğim ama
daha evin yarısını bile görmeden bayıldım. Büyüleyici burası abi.”
“Arkandaki herife en severek yaptığım işlerden birini
teslim etmek biraz içimi yaktı tabii, ama evde sen de yaşayacaksın sonuçta
değil mi?”
Abartısına gülerek burnumu göğsüne bastırdım. “Bu aralar
can ciğer kuzu sarması oldunuz abi, ufak at da civcivler yesin.”
Hayal’den beri abim ve Acar’ın arası eskiye oranla
bambaşka bir yere evrilmişti. Bundan kesinlikle memnundum, bir ara Hayal’e özel
olarak teşekkür de etmeliydim hatta.
“Ayrıca burası bizim eve en fazla on beş dakika sürecek
konumda. Bir gecekondu bile olsa, gayet mantıklı olurdu. Biz özledikçe kalkıp
geleceksin sonuçta.”
“Siz özledikçe?” diye hayretle soran Acar’dı. “Karımın
her Allah’ın günü yanımdan çıkıp sana geleceğini düşünemene sebep olan nedir
Göktürk?”
“En azından seni ne kadar sık özleyeceğimizi bilecek
kadar zeki…” diye homurdanan abim ve Acar bu konuda birbirlerine girerlerken
onları rahat bırakıp gözlerimi salonda dolaştırdım.
Farklı farklı gruplar halinde keyifle sohbet eden ailemin
tamamı gözümün önündeyken içim tatlı bir huzurla kaplıydı.
O huzuru söndürecek güçte bir şey yaşamaktan korkuyordum.
Birkaç ay öncesine kadar hayatımda ‘bunun fazlası gerçekleşmez’ dediğim her
olaydan sonra bir başkası peşi sıra önüme çıkmıştı. Şu ank düşüncelerimin
içerdiği tedirginliği garipsemiyordum bu yüzden.
Tek dileğim bunların travmalarımdan kaynaklanan ağır
hasarlar olduğu gerçeğine sığınmaktı. Bu
andan sonra gelecek herhangi bir darbeyi taşıyacak gücüm yoktu.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder