Aykırı Çiçek 37.Bölüm

37.BÖLÜM



- 20 Aralık 2002, Mardin

 

“Ağam biz de kalsaydık, bir ihtiyacınız olur belki.” Bülent Göktürk, karşısındaki kadına baktıktan sonra eliyle ‘hadi’ dercesine bir hareket yaptı.

“Bacak kadar çocuğa bakamayacak mıyım bir iki saat, haydi dağılın.”

Göktürk ailesine ait olan çiftlik fazlasıyla büyük olduğundan çalışanları da boldu. Bülent Göktürk’ün emriyle hepsi dağılmaya başlasa da etrafın tamamen boşalması dakikalar aldı.

Bülent, geriye bıraktığı tek mutfak çalışanını bulmak için mutfağa girdiğinde onun yerine masada oturmuş geniş kâsedeki çilekleri yiyen küçük bedenle karşılaştı.

İçeriye birinin girdiğini bile fark etmemiş halde çileklerini yemekle meşgul olan Deniz, duyduğu öksürük sesiyle telaşlanıp ağzında kalan çileği çiğnemeyi bırakarak şişkin yanaklarıyla kapıya döndü. “Buradaki teyze nerede?” Bülent, sorduğu soruya cevap beklese de kendisine irice açtığı yeşil gözleriyle bakan çocuktan hiçbir cevap alamadı.

“Fatma!” diyerek yüksek sesle bağırdığında içeriden adım sesleri duyuldu. Bu sırada Deniz de ne olduğunu anlayamadığı için korkuyla dolan gözlerini masaya dikmişti.

“Korkma, sana kızmadım. Ye çileklerini sen.” Bülent, dakikalar sonra evde kopacak olan kıyametin getirdiği dinginliği üzerine giyinmişti. Uzun süredir sakince, sevgiyle yaklaşmaya çalıştığı her kim varsa bugün hepsine korkunç bir kâbus yaşatacağı kesindi.

“Buyur ağam, dediğin işleri hallediyordum.”

Mutfağa giren kadına cevap vermek yerine Bülent, masadan bir sandalye çekip torununun yanına oturdu. “Birazdan seninle bir oyun oynayacağız Deniz, baban gelene kadar vakit de geçmiş olur. Tamam mı?”

Deniz aynı anda hem heyecanla hem hüzünle baktı. Babasının bir an önce gelmesini, eve gitmeyi istiyordu ama bir yandan da oyun fikri aklını çelmişti.

“Nasıl oyun? Yakalamacılık mı? Ama Topyak ve Rüsgar yok, onlar da oynamak ister.”

Bülent, kısa bir an duraksadı. Uzun zamandır düşündüğü, aylardır hatta yıllardır ha oldu ha olacak diyerek planladığı tüm olayları gerçekleştirmeye başlamasına dakikalar varken dikkatinin dağılmasına izin vermemeliydi.

“Onlarla da başka zaman oynarız.” dedi. Bunun büyük ve acı bir yalan olduğunu biliyordu, fakat Deniz’in saf kalbi tereddüt etmeden inanarak gülümsedi. “Tamam, baybam gelene kadar oynayalım o zaman.”

Yaklaşık yarım saat sonra Deniz, dedesinin onu bıraktığı arabada babasına götürüleceğine inandırılmış halde yolculuk ediyordu. Bülent ise planladığı kıyametin kalan tüm adımlarını tamamlamış halde haberin oğluna ulaşmasını beklemekteydi.

Savaş Göktürk, birkaç saat sonra çiftliğe ulaştığında neredeyse kül olmuş bir yapı, kocaman bir kalabalık ve babasının kucağında tanınmaz hale gelmiş bir bebek bedeninden başka hiçbir şey bulamayacaktı.

Mardin’e, üçüzler doğduktan sonra babasının yavaş yavaş ılımlı hale gelen tavrı sayesinde aradaki buzlar tamamen erisin diye geldikleri birkaç günlük tatil, annesi ve kardeşleriyle konağa dönmek yerine babasını beklemek için huysuzlanan Deniz’in çiftlikte kalmasıyla -aslında dedesi tarafından buna teşvik edilmesiyle- korkunç bir anıya dönüşmüştü.

 

~

 

Yanağımın içini ne denli sert ısırıyor olduğumu ağzıma kanın metalik tadı dolduğunda yeni fark etmiş sayılırdım. İçime gömmeye çalıştığım her ne varsa dışarıya çıkabilmek için beni ölesiye zorluyordu.

Neşeyle geçirdiğim akşam yemeğinin biraz sonrasında, salonda herkesle birlikte öğrendiğim her ne varsa zihnimden silmek istiyordum. Babamın, amcamın ve Yaman abimin bildiği ama geriye kalan herkeste en az benim kadar büyük etkiler yaratmış olan şeyleri dinlerken gerçek olduklarına inanmak istememiştim.

Bize bunu yapanın babamın babası olduğunu kabullenmekten o kadar rahatsızdım ki içimin çalkalandığını hissedebiliyordum. Kimsenin bir şey söylemesine izin vermeden ilk önüme gelen odaya girmiş ve titreyen bedenimi yatağa bırakmıştım.

Yanıma önce babam gelmek istemişti, onu odada gördüğüm anda delirmiş gibi ağlamaya başladığımda sanırım o an için doğru kişi olmadığını anlamıştı. Babam odadan çıktıktan saniyeler sonra ise içeriye Toprak ve Rüzgar girmişti.

Kapıyı kapatıp, bana hiçbir şey söylemeden iki yanıma uzandıklarında aralarında küçücük kalmamı fırsat bilerek onları kendime güvenli duvarlar olarak seçmiş ve uzun bir süre içimi ağlayarak dökmeye çalışmıştım. Toprak pes etmeden yanaklarımı okşayarak yaşları temizlemeyi sürdürürken Rüzgar ise omuzuma yaslıydı ve sıkıca elimi tutuyordu. Varlıklarını hissedebilmem için bunları yaptıklarını anlayabiliyordum.

İşe yaraması bayağı zaman almış olsa da ağlayışım dinmişti, daha doğrusu kendimi sıkmaya başlayarak ağlamayı bırakmıştım. Rüzgar’ın tutmadığı elim sıkıca kapanmış haldeydi, tırnaklarımın avuç içimde bıraktığı izleri bakmasam da hissedebiliyordum. Ağlayışımın dinmesi Toprak’ın da yanaklarımdaki elini indirip yumruk yaptığım elimi tutmasını sağladı.

İkisi de omuzumda yatıyor, ellerimi tutuyorlardı.

“Küçükken de böyle yatıyormuşuz, Yaman abim söylemişti.” dedim titremesine engel olamadığım sesimle. Rüzgar omuzumu öptü, aynı yere çenesini yaslayıp gözlerini yukarıya dikti. Bana bakmaya çalıştığını fark etmiştim ama gözlerimi tavandan ayırmadım. İç çekerek başımı yastığa daha sert bastırdım.

“Keşke çiftlikte kalan ben olsaydım, senin yerine…” Toprak’ın mırıltı halindeki sesi zar zor kulağıma ulaştığında hızla başımı eğdim. “Sus.” diyebildim sadece. Yandıklarını hissettiğim gözlerimi yüzünde dolaştırırken boynuma doğru yanaşıp saklandı. Rüzgar’a baktığımda, bakışlarından anlayacağımı anlamıştım. Toprak’la aynı şeyi düşünüyordu, o da kendisinin çiftlikte kalan kişi olmasını diliyor gibi bakıyordu.

Ona da aynı şekilde baktığımda bunu sesli olarak dile getirmekten vazgeçmiş gibi göründü, Toprak’ı taklit ederek boynuma doğru yattı. Karnımın üzerinde duran ellerimi ikisi kavramışken eğilip sırayla saçlarının üzerini öptüm. Aynı anda hem küçük kız kardeşleri hem de ablaları gibi hissediyordum. Üçüz oluşumuzun verdiği garip bir ikilemdi sanırım. Aynısını onların da hissediyor olduğundan nedense hiçbir şüphe duymuyordum.

Dakikalar geçip giderken konuşmadan sessizce bekledik. Nefesleri düzensizdi, uyuyakalmadıklarını biliyordum ama üçümüz de uyuyormuşçasına sessizliğe gömülmüştük.

Odanın asıl ışığı kapalıydı, yatağın bir tarafındaki masa lambası dışında içeriyi aydınlatan hiçbir şey yoktu. Dakikalar sonra kapı açıldığında giren kişiyi ilk anda göremeyişim sebebi de buydu.

Kapı açıldığında Toprak ve Rüzgar aynı anda kafalarını kaldırıp oraya döndüler. Bu sırada kapıdaki beden içeriye tam olarak girmişti. Gelen kişinin Yekta abim olduğunu gördüğümde kırpıştırdığım gözlerimle ona kısa bir an baktıktan sonra tavana geri döndüm.

“Deniz’le biraz yalnız bırakır mısınız beni?” Bize doğru yaklaşırken bunu söylemişti. “Yanında kalalım.” Toprak direkt olarak itiraz etse de abim geri adım atmayacağını belli eden bir tavırla yatağın yanında beklemeyi sürdürünce üçüzlerim bana döndü.

Gitmeyin dersem asla gitmeyeceklerini biliyordum, abimin yalnız kalma isteğinin sebebini anlayamasam da sorun çıkartmadım. Gözlerimi onlara onay verir gibi kapatıp açtığımda aynı anda iki yanağımda öpücüklerini hissettim. “Abim çıkınca geliriz.” Rüzgar’ın cümlesinin ardından yataktan kalktılar, ardından odadan çıkıp kapıyı da örttüler.

Olduğum yerden doğrulmak için hareketlenmedim. Yekta abim de bunda bir sıkıntı görmemiş olacak ki az önce Rüzgar’ın yattığı tarafa uzandı. “Gel bakalım ayka.”

Beni göğsüne çekip yatırdığında yanağım kalbinin üzerine yaslanmışken cümlesindeki anlayamadığım kelime yüzünden ona bakmaya çalıştım. “Ayka mı?”

“Hı hım,” dedi onaylar gibi. “Ayka.”

“Ne demek ki o?” Merakımı gizleyemeden sorduğumda dikkatimin dağılmasından keyif almış gibiydi. Çenemi göğsüne bastırıp yüzüne baktım.

“Abim seni denizkızım diye seviyor, küçükken bunu hiç anlayamamıştım. Adın vardı, adınla seslenmek yeterli geliyordu. Büyüdükçe seni daha özel, hatta sadece bana özel bir kelimeyle özdeşleştirmenin neden gerekli olduğunu anladım. Bu yüzden sana hiçbir zaman duyuramayacağımı sansam da bu ismi buldum.” Açıklama uzunca devam ederken halen kelimenin anlamı için merakla bekliyor olduğumu gördüğünde gülümsedi. Sırtımı yavaşça sıvazladı. “Ayka, hem deniz kenarı hem de bir evin en ortası yani merkezi demek.”

Sessizce durduğumda devam etti. “Bu evin merkezi, kalbi sensin Deniz. Sen bizimle değilken burası hiçbir zaman ev olmayı başaramadı. Seni yeniden burada gördükten sonra daha iyi anlıyorum bunu, senin için bu ismi seçmekte çok haklıymışım.”

Yüzümü tamamen göğsüne bastırdım. Burnumu sertçe çekerken yeniden ağlamaya başlamamak için savaşıyordum. “Ama bir konuda yanılmışım, sana bunu hiç söyleyemeyeceğimi sanıyordum. Bunun için bir mucize gerekiyordu ve benim gözümde o mucizenin hiçbir ihtimali yoktu.”

“Mucize gerçekleşti.” diye mırıldandım sesim dudaklarım ona yapışık olduğu için boğuk çıkarken.

“Gerçekleşti, ayka. Biliyorum kaybolan yirmi yıl hepimizde izi hiç silinmeyecek yara izleri olarak kalacak ama mucize gerçekleşti. Ben buna tutunmayı seçiyorum, kollarımda oluşunu boş verip acıya odaklanmak gibi bir hata yapmayacağım.” Yüzüm göğsündeyken bir nevi kendimi onun üzerine tamamıyla atarak sıkıca sarıldım.

“Abi,” diyerek bir süre sonra konuşmak için başımı kaldırdım. “Söyle abicim.”

“Ben… Aslında sana sormayı düşündüm ama yanlış bir şey söylemekten korktuğum için Toprak’a sordum.” dedikten sonra derin bir nefes aldım. “Pamir’in annesini…” diyerek tamamladım.

Abimin yüzünde beliren gülümsemeye aynı şekilde karşılık verdim. Toprak’tan cevap aldığımda yeterince ağlamıştım, abimin yanında tekrarlayıp onu üzmek istemiyordum.

Bir yıl önce, Pamir henüz 9 aylıkken annesinin trafik kazası nedeniyle vefat ettiğini ilk öğrendiğimde kendime gelmekte zorlanmıştım. Abimin parmağında duran yüzük, eşinin sadece uzakta olduğunu zannetmeme sebep olmuşken öldüğünü öğrenmek fazlasıyla üzücüydü.

“İkinizin de hayatımda olmayışınızı daha fazla kaldıramayacağım fark edildi sanırım, evren birinizin bana dönebileceği bir mucizeyi bana vermekte çok gecikmedi.” Boynuna koyduğum kafamı aynı yere bastırdım. “Pamir var.” diye mırıldandım.

“Pamir var.” diye tekrarladı. “O olmasa, ben de olmazdım Deniz.”

Bu replik, bugün Korayların bahçesinde babama kurduğum cümlenin çok benzeriydi. Koray ve ailesi olmasa çoktan intihar etmiş olacağımı kastetmiştim, abim de aynısını yapıyordu. Kalbim panikle atmaya başladığında bunu hissedebildiğinden emindim. Sırtımdaki eli sakinleşmemi ister gibi bir aşağı bir yukarı hareketlendi.

“Mucize keşke ben değil o olsaydı.” diyebildim. Pamir’in annesini yanında hissedebilmesi için gözümü kırpmadan böyle bir şeyi kabul edebilirdim. Gerçek annem yasımı tutarken, gerçek olduğunu sandığım annem beni kendisinden mahrum bırakarak büyütmüştü.

“Ne söylediğini duymadım, bir daha da duymayacağım. Anlaştık mı ayka?”

Onaylamadım ama üstelemedim de. Abimin az önce ondan bahseder etmez gözlerinde beliren hislerden halen karısına âşık olduğunu okuyabilmiştim. Oğlunu ve ona bu denli âşık bir adamı erkenden geride bırakmak zorunda kaldığı için hiç tanışamadığım ve böyle bir şansım kalmayan yengem adına üzgündüm.

Abime sıkıca sarılmış haldeyken normalde dakikalar içinde geleceğinden emin olduğum uykum hiç ortalarda değildi. Sesimi çıkartmadan olduğum gibi kaldım. Abim saçlarımı ve sırtımı sevip okşarken onun söylediklerine odaklanmaya çalışıyordum.

Kollarımda oluşunu boş verip acıya odaklanmak gibi bir hata yapmayacağım, demişti. Haklıydı da. Yaşananlar ve sebepleri korkunçtu, aklım almıyordu fakat yanlarındaydım. Onlara sarılabiliyordum, sevgileriyle ve şefkatleriyle çevrelenmiştim.

“Uyuyor musun?” Yüzümü görmeyen abimin dakikalar sonra sorduğu soru çok kısık bir fısıltı olsa da duymuştum. “Hayır.” diye mırıldandım.

“Kalp atışların düzenli, aynı aralıklarla nefes alıyorsun. Uyuyor olduğundan emin gibiydim.”

Doktor olduğunu aklımdan çıkartmayarak bunları kafadan hesaplayabilmesine şaşırmamayı denedim. “Uykum yok ki hiç.”

Saçlarıma küçük bir öpücük bıraktı. “Senin uykun var mı?” diye sordum.

“Yok birtanem, saat daha 11 bile olmamış zaten.”

“Burası kimin odası? Ben ilk önüme gelen odaya daldım.” dedim hem konuyu değiştirmek hem de merakımı gidermek için.

“Etrafı inceleyip tahmin et bakalım.” dediğinde üzerinden yuvarlanıp yatağa düştüm. Ardından doğrulup bağdaş kurarak oturdum. Oda fazlasıyla sadeydi, birine ait izlenimi veren doğru düzgün eşya yoktu. Dudaklarımı bükmüş halde etrafa göz atmaya devam ettim. Abim hemen cevap verememiş olmamdan keyif almış gibi duruyordu.

“Bulamadın mı?”

“Buluyorum, biraz bekle.” Gözlerimi kısıp incelemeye devam ettim. Son anda gözüme çarpan şeyle birlikte yerimde neredeyse zıplayarak bağırdım. “Yaman abimin!”

Odanın kapısı baskın yemişiz gibi açılırken Yekta abim de hızla doğruldu. “Nasıl buldun?”

Odaya giren kişi ise Yaman abimdi. Adını bağırdığım için panikle kendini içeriye atmış gibi duruyordu. “Ne oluyor?”

“Burası senin odan!” dedim heyecanla. Yaman abim durumdan hiçbir şey anlayamamış halde yatağa yaklaşıp diğer tarafıma oturdu. “Evet yavrum, benim odam.”

Yekta abime dönüp ‘gördün mü’ dercesine kafa salladım. “Buranın kimin odası olduğunu anlamaya çalışıyordum.” dedim küçük bir açıklama yaparak.

“Ve bulamaman gerekiyordu, bu herif odasını misafir odası gibi kullanıyor etrafta doğru düzgün özel eşyası bile yok.” Yekta abim gerçekten bulamayacağıma kendini inandırmış gibi görünüyordu.

Sırıttım. “Konsolun önünde parfüm şişesi var.”

“Evet, evdeki diğer 4 erkeğin de kullanabileceği bir parfüm.” Yaman abime doğru yaslanıp, Yekta abime baktım. “Bu parfümü kullananın Yaman abim olduğunu biliyordum ama.”

“Nereden biliyordun?” Çenesini saçlarımın üzerine yaslayan abime iyice sokuldum. “Acar’la aynı parfümü kullanıyorsunuz.”

Hızla modlarını birbirleriyle değiştirdiler. Şimdi memnuniyetsiz bakan Yaman abim, eğleniyor gibi duran Yekta abimdi.

“Ne güzel bir tesadüf, çok tatlısınız damat-kayınço.” Yaman abim beni sarmayı bırakıp ittirdiğinde ağzım açık halde Yekta abimin üzerine düştüm. Abim gülerek beni destekleyip düşüşümü engelledi. “Kıskandı biraz seninki.”

“Neyini kıskanacağım lan ben onun? O beni kıskansın.” Yaman abim çocuk gibi homurdanarak ayaklandı. Parfüm şişesini alıp kapıya yöneldi. “Nereye?” diye sordum çıkamadan.

“Bu iğrenç şeyi çöpe atmaya.” Odadan çıktığında tutamadığım kahkaham dudaklarımdan fırlarken Yekta abim de bana eşlik ediyordu.

Biz gülmeyi bitirmek üzereyken Yaman abim yeniden odaya girdi. “Ben niye çöpe atıyorum ki? O herif başka parfüm bulsun kendine.” Parfümü yeniden komodine bırakmadan önce sinirle üzerine defalarca kez sıktığı için yoğunlaşan kokuyla birlikte öksürdüm.

“Ne yapıyorsun lan?” Yekta abim tepkisini bu şekilde verirken ben uzun zamandır bayıldığım koku beni bu kez mecazen değil de direkt bayıltmasın diye koşturarak odadan çıktım.

Odada kapalı kalarak hiçbir şeyi çözemeyeceğim kesinken boş bir çabayla kendimi iyice yormak istemiyordum. Banyoya girip yüzümü birkaç kez soğuk suyla ıslattım. Gözlerimin kızarıklığı ve şişkinliği hakkında yapabileceğim bir şey yoktu ama az öncekinden biraz daha iyi göründüğümü söyleyebilirdim.

Banyodan çıkıp salona ilerlediğimde içeride sadece Toprak ve Rüzgar vardı. Beni gördüklerinde konuşmayı bıraktılar. “Annemle babam yok mu?” diye sordum.

“Annem Pamir’i uyutuyor, babam kış bahçesinde.”

“Kış bahçesi nerede?” dediğimde aldığım cevaptan sonra salondan çıktım. Babamın yanına gideceğimi anladıkları için başka bir şey sormadılar.

Rüzgar’ın tarif ettiği şekilde ilerleyerek bulduğum kış bahçesine girmeden önce derin bir nefes aldım. Tamamen camla kaplı bir kapısı vardı, kapıyı açıp içeriye girdim. Kapı ben ittirmesem de girer girmez kendiliğinden kapanmıştı.

Çıkarttığım seslerle buraya döneceğini zannettiğim babam, oturduğu koltuktan kıpırdamadığında küçük adımlarla yanına ilerledim. Gelenin ben değil de bir başkası olduğunu düşünüyordu muhtemelen.

Sıcağı sıcağına verdiğim tepkinin onu yıktığının farkına yeni varabiliyordum. Odaya o geldiğinde krize girmiş gibi ağlarken üçüzlerimin gelişine hiçbir şey söylememiştim. Ama bunun sebebi babama kırgın oluşum değildi, babamın benden daha kırgın oluşuydu.

Bütün olan bitenin babama, babası tarafından yaşatıldığını öğrenmek ağır gelmişti. Sevgisini hissedemediğim bir baba modeliyle büyümüştüm ama hiçbir zaman bu kadar korkunç bir şey yaşamamıştım. Alpay Levendoğlu, karısına olan hastalıklı sevgisi olmasaydı eminim iyi bir baba olmayı da başarabilirdi.

“Geleyim mi yanına?” diye seslendim içime kaçmış gibi çıkan sesimle. Sesimi duyar duymaz boynu kopacakmış gibi aniden bana döndü. Henüz yarısını ilerlemiş olduğum mesafeyi birkaç adım daha atıp tamamladım. “Deniz?” Dudakları kıpırdasa da hiç ses çıkmamıştı. Adımı dudaklarını okuyarak anlayabilmiştim.

Yanına oturmadan önce gözlerinin benimkilerden hiçbir farkı olmadığını gördüğüm için yanak içimi sertçe ısırdım. En az benimkiler kadar kızarmış olan yeşil gözleri çok yorgun bakıyordu. İkili koltuk gibi duran fakat sallanan koltukta bıraktığı boşluğa oturdum. Koltuk ağırlığımla arkaya doğru gidip geri gelirken umursamadan kollarımı sıkıca boynuna sardım.

“Baba,” diye mırıldandım devamında hiçbir şey söylemeyeceğim halde. Benden bunu duymayı sevdiğini biliyordum ki zaten ben de ona böyle seslenmeyi çok seviyordum. “Söyle babasının canı, söyle meleğim.”

Sesinin titreyişi kollarımı daha sıkı sarmama yol açarken bir eli başımın arkasına ulaştı. Büyük avucuyla saçlarımın üzerinden kavradığı başımı tutup göğsüne bastırdı. “Seni çok seviyorum.” dedim yanağım göğsüne yaslıyken. Burnunu saç diplerime bastırıp derin bir nefes aldı. “Ben de seni çok seviyorum babacım.”

Sessizce kokusunu solumakla meşgulken işime fazlasıyla odaklanmıştım. Saçlarımı okşadığı için mayışmış haldeydim. Odadayken gelmeyen uykum babam sarıldığı anda belirginleşmişti. Bu da onun verdiği şefkatin etkisiydi sanırım.

“Özür dilerim Deniz, özür dilerim can suyum.” Yüzünü göremesem de elimi uzatıp dudaklarının üzerine avucumu bastırdım. “Özür dilenecek bir şey yapsaydın dilerdin, ama yapmadın baba.” dedikten sonra göğsünü öptüm.

“Kendi başıma buyruk olup hayallerimin peşinde koşmak yerine babamı dinleseydim… Bunların hiçbiri yaşanmazdı.” dediğinde burnumdan güler gibi bir ses çıkarttım. “Eğer öyle yapsaydın biz olmazdık hayatında, ne annem ne de çocukların yanında olmazdı.”

Babamın, babasını dinleyip Mardin’de kalarak onun izinden yürüdüğü bir senaryoda yaşamış olmak istemezdim. İyi ki İstanbul’a gelip hayallerinin peşinden koşabilecek cesareti bulabilmişti, iyi ki annemle tanışmıştı.

Bütün şehre kurabildiği otoritesi oğullarına işlemedi diye deliren ve kalbi kötülükle kaplanıp taş kesilmiş bir adamın yanında kalması çok korkunç olurdu.

“Yekta abim bana bir şey söyledi, ben de sana söyleyeyim.” dedim başımı hafifçe kaldırıp yüzüne bakarak. “Ben artık sizinleyim, geride kalan yirmi yılı didiklemek yerine şimdiye ve geleceğe bakalım. Acıya değil mucizeye odaklanalım baba, olmaz mı?”

Alnımı yumuşakça öptükten sonra birbirinin eşi olan gözlerimizin karşı karşıya gelmesine sebep oldu. Hiçbir şey söylemedi ama bakışlarındaki minneti ve onaylar pırıltıları görebiliyordum.

Yeniden göğsüne yattım. Bacaklarımı diğer tarafa uzatıp iyice yayılırken babam da kollarını tüm bedenimi sıkıca tutacak şekilde sarmıştı.

“İddiayı unutmadın değil mi?”

Birkaç dakika sonra duyduğum soruyla kıkırdadım. “Unutmadım baba, seninle uyuyacağım.”

“Çok şükür,” mırıltısını iddiayı unutmamama mı, kollarında olmamama mı yoksa ona kırılmamama mı söylemişti bilmiyordum.

Hiçbir zaman da tam olarak bilemeyecektim.

Kış bahçesinde babamın göğsünde uyuyakaldığımı sabah yine onun göğsünde ama bu kez koltuk değil de bir yatakta uyandığımda anlamıştım.

Deliksiz uyuduğum için gözlerimi aralamam zor olmazken gerinmek için kollarımı hareketlendirdim. “Günaydın can suyum.”

Babamın çoktan uyanmış olduğu gayet dinç çıkan sesinden belli olurken başımı kaldırıp ona baktım. “Günaydın.” dedim gülümseyerek.

Odada saat arayan gözlerim bir sonuca ulaşamayınca ona sordum. “Saat kaç? Çok mu uyudum?”

Kolunu komodine uzatıp telefonunu kavradı. Ekranı bana gösterdiğinde daha 10 olduğunu gördüğümde yeniden uyuma pozisyonuna geçmek için babama sırnaşmak üzereyken saatin altındaki bildirimler istemsizce gözüme takıldı.

“Amcam aramış.” dedim 9 kez aradığı için biraz telaşlanarak.

“Biliyorum.” Gayet rahat cevapladığında ağzım açık kaldı. “Ama açmamışsın, kaç kere aramış bak.”

“Uyandığımı anlarsa eve damlar hemen, dün seni göremeden gittikleri için aramıştır.”

Tebessüm ederek telefonu elinden aldım. “Arayalım o zaman.”

“Sırıtışa bak, çok sevindin sanki sen babacım.”

“Hı hım,” diyerek onaylamışken bildirimin üzerine dokundum. Şifreyi girmesi için babama uzattığımda ekrana birkaç kez dokundu. “Kahvaltıya onlar da gelsin mi? Pazar ya bugün, herkes evdedir.”

“Sormana gerek yok meleğim, burası senin evin. Kimi istersen çağır.”

Acar’ı da çağırma şakası yaparak babamı sabah sabah şok etme isteğimi bastırarak telefonu kulağıma yasladım. Amcamla küçük bir görüşmenin ardından birazdan geleceklerini öğrendikten sonra telefonu kapatıp doğruldum. “Kahvaltı hazırlamamız lazım o zaman, ben gideyim.”

“Gitmesen de olur sanki.” diyerek beni yeniden yanına çekip yatıran babama sarıldım. “Ama gitmem lazım.”

Yüzümün birkaç yerini sulu sulu öpünce huylanarak güldüm. Beni sonunda serbest bıraktığında odadan çıkıp banyoya uğradıktan sonra aşağıya indim.

Kahvaltıyı hazırlama süreci de, amcamlar geldikten sonra yeme süreci de oldukça normal geçip gitti. Herkes dün akşam olmamış gibi bu anı yaşıyordu. En doğru olanı yaptığımızı böylece daha iyi anlamıştım.

Mutlu olabilecek şansımız varken acıya odaklanıp üzülmenin hiçbir anlamı yoktu.

 

~

 

Ağzımın tamamen kurumasına yol açan susuzluk hissiyle saatlerdir başından ayrılmadığım tuvali yalnız bırakarak ayaklandım. Elimdeki fırçayı kenara koyarken elime bulaşan ve henüz kurumamış olan boyları etrafa bulaştırmamak için kenardan bir ıslak mendil alıp kabasını sildim.

Kocaman bir mataraya koyduğum suyumu kafama dikerken gözlerim tuvalin üzerindeydi. Bitmek üzereydi ama tamamlanmış hissettirmediği için eklemeler yapıp duruyordum.

Camı açtığımda çok fazla estiği için her yeri kapatmıştım ama bu kez de sıcak basıyordu. Üzerimdeki tişörtü çıkartıp yarım sporcu atletiyle kaldım. Altımdaki boş eşofmanı da şortla değiştirip değiştirmeme planları yaparken zil sesi duyduğumda suyumu bırakarak tişörtüm de elimdeyken kapıya ilerledim. Gelen kişiye göre tişörtümü geri giyebilirdim.

Gereksiz yükseklikte olan kapı deliğine parmak uçlarımda yükselerek baktıktan sonra gelenin kim olduğu görür görmez kapıyı hızlıca açtım.

Kendimi karşımdaki bedene bir nevi fırlattığımda güçlü kollar direkt belime sarılıp dengesini korudu. Bacaklarımı beline sarmışken içeri girdi ve kapıyı kapattı.

“Güzel bir karşılama oldu.” diyen Acar susar susmaz dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Dudaklarını ağzımın içine çekip emdiğimde Acar ben kucağında değilmişim gibi normal adımlarla salona ilerledi. Alnımı alnına yaslayıp dudaklarımızı ayırdım. “Hoş geldin.”

“Çok hoş buldum güzelim, bayağı hoş buldum.” Kıkırdayarak yanağını öptüm. Sakalları dudaklarımı çizerken avuçlarım omuzlarına yaslıydı.

“Beni mi özledin?” dedim şımarık bir tavırla. Gözlerimi iri iri açarak sorduğum soruyu cevaplamadan önce başını geriye atarak güldü. Dalmış bir halde gülüşünü izlediğim sırada belimdeki ellerinden biri orayı sertçe okşadığı için dikkatim dağıldı. “Çok özledim hem de, senin aksine…” Yediğim lafla birlikte elimi çok şaşırmışım gibi ağzıma kapattım.

“Çok ayıp, benim özlemediğimi nereden biliyorsun ki?”

“Sabah sana ajansa gel diye mesaj attım Feris, bana gelmek yerine kendini atölyeye atmışsın. Akşam olmasını zar zor bekledim gelebilmek için.”

Acar’la olan ilişkimde yaşanan bu radikal değişimler beni halen şaşırtıyordu. Mesajlaşırken dahi cevap vermeye erinen bir adamı özleminden kapıma dayanacak hale getirmiştim.

“Sen biraz yanıyor musun sanki bana olan aşkından acaba?”

Sessiz kalsa da gözlerindeki koyulaşmaya bakılırsa doğru noktaya parmak basmıştım. “Utanma Merihcim, şurada biz bizeyiz.” Hafif alayla konuştuğumda alt dudağımın sertçe dudakları arasında esir oluşu gecikmedi.

Küçük bir inlemeyle tepki verirken aynısını üst dudağına yaptım. Öpüşmemiz hoyratlaştıkça odanın içi daha da sıcaklaşıyormuş gibi gelmeye başlamıştı. Omuzuna sıkıca tutunduğum ellerimden birini yanağına uzatıp sakalları avucuma batarken sıkı sıkı kavradım.

Başını hafifçe yana eğip dudaklarımızın hareketini kolaylaştırırken çoktan kapanmış olan gözlerime rağmen büyük bir aydınlıktaymış gibi hissediyordum. Başımı döndürecek yoğunluktaki öpüşmeyi aniden kestiğinde nefes nefese gözlerimi araladım. Aramızda bir nefeslik mesafeden fazlası yoktu.

Bacaklarımın belinden biraz daha aşağıya kaydığını yeni fark ediyordum, kasıklarım da bu nedenle karnından aşağıya, kasık çizgisine doğru yaslanmıştı. “Mola mı verdik?” dedim az önceki halimden dolayı saçmalayarak.

Acar dudağımın kenarına minik bir öpücük bırakıp güldü. “Mola verdik zümrüt göz, molamızda da bana gelmek yerine ilgilenmeyi seçtiğin tuvallerini inceleyeceğiz.”

“Ama daha bitmedi ki!” dedim itirazla. Tuvali tamamlamadan incelemesine gerek yoktu. İşimize dönebilirdik.

İçimde kendini yırtan heyecanlı -ve çokça ateşler içerisindeki- Feris’i susturmayı başararak kendimi yere bıraktım. Ayaklarım yere bastığında Acar belimi hemen bırakmayarak dengemi sağladığımdan emin olmuştu.

Yere düşürdüğüm tişörtü eğilip aldıktan sonra koltuğa doğru attım. Üzerimdeki sporcu atletinin askılarını düzelterek tuvale doğru ilerledim. “Bak burada, sabahtan beri bununla uğraşıyorum.”

“Tek bir tane mi?” diye şaşkınca sorduğunda başımı salladım. “Günde on tane falan mı yaptığımı düşünüyordun?”

“En azından bir taneyi bitirmişsindir diye düşünmüştüm, daha bir tanesi bile bitmemiş. Boşuna atölyede kalmışsın.” Tek derdi yanına gitmeyişim olduğundan anlattıklarını takmayarak kenardan aldığım fırçayı Acar’a uzattım.

“Bir türlü sonu gelmedi, bitmemiş gibi hissediyorum. Sen tamamlamak ister misin?”

“Ben mi?” dedi fırçayı almadan kendisini işaret ederek. “Ben ne anlarım yavrum?”

“Anlaman gerekmiyor Merihcim, soyut çalışıyordum. Hissettiğin renkler ve çizgilerle tamamlayabilirsin.”

Halen tereddüt ettiğini gördüğümde fırçayı kenara koydum. “Çıkar ceketini, birlikte yapacağız.”

Ceketinden kurtulduğunda dudaklarımı büzdüm. “Bence gömlek de fazlalık gibi.”

“Beni soymaya çalıştığını fark etmediğimi mi sanıyorsun Feris?”

Otuz iki diş gülümseyerek yakasını çekiştirdim. “Fark etmen umurumda mı sanıyorsun Merih?” Erkeksi bir şekilde gülerek gömleğinin düğmelerini açmaya başladığında başparmağımı kaldırıp onay işareti yaptım. Boyaları kolay kullanabileceği hale getirip birkaç fırça daha çıkarttıktan sonra yeniden arkamı döndüğümde Acar’ı yarı çıplak halde oldukça yakınımda bulmuştum.

“Otur bakalım.” Resim yaparken kullandığım bar sandalyemsi sandalyeme oturmasını sağladığımda tam arkasına geçtim. Sırt kaslarını kısaca(!) süzdükten sonra boyaları işaret ettim. Nasıl yapması gerektiğini kısaca anlattıktan sonra geri çekildim.

Dikkatle ellerini izlerken tuvale farkında olmadan gayet uyumlu renklerle çalıştığını söylemeden çenemi tuttum. Biraz ilerledikten ve alıştığından emin olduktan sonra arkasındayken kollarımı boynuna doğru sardım. Çenemi saçlarının üzerine yaslayarak çizdiklerine bakıyordum.

Başını eğerek boynuna sardığım kollarımdan birini öptü. Burnunu tenime sürttüğünde iç çektim. “İşinize devam eder misiniz Acar Bey, dikkatiniz çok hızlı dağılıyor.” Damarına bastığımdan adım kadar emindim. Acar odaklandığı iş ne olursa olsun aşırı dikkatli ve hırslıydı her zaman. Bu özelliğine laf yediğinde delireceğini biliyordum.

“Dikkatimin dağıldığını kim söyledi? İstesen de dağıtamazsın dikkatimi Feris, bitirmek üzereyim zaten.”

“Ne yaparsam yapayım dikkatin dağılmaz yani? Devam edip bitirirsin tuvali.” dedim oyuncu bir tavırla.

“Aynen öyle.” dediğinde beni görmediği için rahatça sırıttım. “İyi, devam et o zaman Merih.”

Derin bir nefes alıp işine döndüğünde biraz bekledim. Kollarım halen boynunda, çenem başının üzerindeydi. Saçlarının üzerini birkaç kez öptüm. Ardından boynundaki kollarımı yavaşça açarak omuzlarına kaydırdım.

Göz ucuyla fırçayı tuttuğu eline bakıyordum. Herhangi bir sorun varmış gibi değildi.

Dudaklarımı sarkıttıktan sonra saçlarının üzerinden ayrılarak şakaklarından aşağıya doğru ıslak dudaklarımı sürterek yanağına doğru indim. Yanağına öpücüklerle kısa bir yol çizdikten sonra beni hiç takmadığı için gözlerimi kısarak dudaklarımı hızla boynuna gömdüm.

Bedeninin kasıldığını üst tarafım ona yaslı olduğundan direkt olarak hissedebilmiştim. Boynuna bastırdığım dudaklarımı ne öpmek için ne de geri çekilmek için kıpırdatmadım. Öpmemdense beklentide kalmanın onu daha çok delirteceğini düşünüyordum.

Yanılmadığımı belirten bedeninin daha da kasılması oldu. Omuzunu parmak uçlarımla yavaşça okşarken dudaklarımı oldukları yerde büzerek öpüyormuşum gibi hareketlendirdim. “Feris.” Dişlerinin arasından tıslar gibi konuştuğunda yaramazlık yaparken yakalanmışım gibi panikle yüzümü kaldırdım. “Efendim sevgilim? Dikkatini mi dağıttım?”

“Dağıtmadın.” Bastıra bastıra cevapladığında sanki bu cevap beni rahatlatmış gibi soluklandım. Boyalarla uğraşmaya devam etmesini bekledikten sonra oyunumu hızlandırarak sırtına ağırlığımı vererek yaslandım. Göğüslerimin aramızda ezilişini hissedebildiğinin farkındaydım. Ortalamadan büyük oluşları Acar’ın bu kez işine yaramış gibi durmuyordu.

Yavaş yavaş uğraşmaktan sıkılarak ve sabırsızlanarak sırtına yaslanmayı kesmeden boynundaki ince deriyi emercesine ağzımın içine çektim. Kokusunun burada yoğun oluşu bana da oyunu unutturacak gibi ciğerlerime dolarken dudaklarımı ondan çekmeden elimi karnına doğru kaydırdım.

Acar’ın elindeki fırçayı fırlatırcasına attıktan sonra aniden ayaklanmasını ve bana dönmesini beklemediğimden afallarken çenemi sertçe tutup dudaklarıma yapışmasına bir süre tepkisiz kaldım.

Karşılık vermem için öpüşünü derinleştirirken dudaklarımı araladığımda dili hızla ağzımın içine daldı. Çenemdeki eli boynuma kayıp neredeyse boynumun tamamını sarmışken gözlerim kayarcasına kapandı.

Dizlerimin titreyişini engellemek için bir avucumu ona yasladım. Karnının üzerine tırnaklarımı geçirmiş halde tutunurken bu hareketim Acar’ın ağzımın içinde inlemesine sebep oldu. Yumuşak ve tatlı hareketlerin insanı olmadığını biliyordum, bana her dokunuşunda bunu hissediyordum ama kendisinin de böyle bir tavır beklediğini anlamam bugüne kadar beklemek zorunda kalmıştı.

Tırnaklarımı aynı yere daha sert bastırıp sürttüğümde karnını içeriye doğru çekti. Onda bıraktığım bu etki damarlarımdaki kanın bambaşka bir baskıyla akmasına sebep olduğunda elimi aşağıya doğru kaydırdım. Boy farkımız yüzünden boynum kırılacak gibi geriye yaslıydı, boğazımı sıkmadan ama parmaklarını tamamen sarmış halde tutuyordu. Kasık çizgisine inen parmaklarım boğazımdaki parmaklarının kasılmasına neden olduğunda dudaklarımızı ayırdı.

Konuştukça ıslak dudakları benimkilere temas ediyorken kısık bir sesle mırıldandı. “Sınırda geziniyor o tapılası parmakların.”

Bütün ıslaklığını bana bulaştırmamış gibi ağzım kurumuşçasına dudaklarımı yaladığımda gözlerini dudaklarıma dikti. Geri adım atmayacağımı bilip bilmediğinden emin değildim ama bunu ona göstermek için kemerini kendime doğru çekerek yerinden oynattım.

Beni öpmüyordu ama dudaklarıma az sonra doyasıya yiyeceği bir tatlıymış gibi iştahla bakıyordu. Kemerinin tokasını gözlerimi yüzünden ayırmadan bulup açmak için çekiştirdim. Bir elimin yetmediğini anladığımda diğer elimden de yardım alarak kemerin tokasını çözdüm. Kemeri iki yana açıldığında parmaklarımın tersini farkında olmadan kabartısı belirginleşen erkekliğine sürttüm.

Bu, Acar’ın dudaklarımı delirmişçesine ağzına yuvarladığı anın başlangıcıydı.

Parmak uçlarımda yükselerek dudaklarımı ona doğru ittiğimde bir yandan pantolonunun düğmesini açmıştım. Fermuarını aşağıya indirmeden önce gözlerine bakma ihtiyacıyla kavrularak bakışlarımı yukarı diktim.

“Bir adım daha atarsan durmam Feris, durmak istesem de duramam güzelim.”

Tereddüt etmeden fermuarını açtıktan sonra avucumu bu kez bilerek sertliğine bastırdım. Avucuma baskı yapan kabarıklık dudaklarımın aralı kalmasına sebep olurken Acar boynumu sıkıca tutmaya devam ederek başını geriye attı. Kısık sesle ağır bir küfür savurduğunda belirginleşen âdemelmasına gözlerimi diktim. Dudaklarımı oraya bastırmak için öne doğru uzandığımda boğazıma sarılı avucu bana engel oldu.

Burnunu sertçe burnuma çarparak odağımı gözlerine çıkarttığında kısık bakan yeşillerimde büyük bir yangın olduğunun farkındaydım. “Seni istiyorum Feris, her hücremle seni istiyorum ama erken olduğunu düşünüyorsan duru-…” Cümlesini bitirmesine izin vermeyen dudaklarımdı.

Onu istiyordum, her hücremle onu istiyordum.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm