Aykırı Çiçek 19.Bölüm

19.BÖLÜM



“Saçmalıyorsun şu an, bırakır mısın çantanı? Otur şuraya.”

Ateş saçtığına şüphe duymadığım bakışlarla, yeşillerimi Acar’ın gözlerine diktim. Elimdeki çantayı tutup kendisine çekiyordu. Gücüne karşı koymam eğer o izin vermezse fiziken mümkün değildi.

“Saçmalayan sensin Acar, çek elini. Eve gideceğim.”

“Gidebiliyorsan git, bekliyorum o halde.” Kendinden emin tavrıyla tek kaşını havalandırarak beni izliyordu. Bedenimin her zerresinde gezinmeye başlayan öfke kalıntıları yerimde dahi durmamı zorlaştırırken samimiyetsiz bir gülümsemeyle dudaklarım gerildi.

Aramızdaki tek bağ ikimizin de tek elimizle tuttuğu omuz çantamdı. Acar’dan geri alamıyorsam, ben de çantamdan vazgeçerdim.

Çantayı aniden tutmayı bırakıp arkamı döndüğüm gibi salondan çıktım. Acar’ın yaşadığı kısa afallama ayakkabılarıma ulaşmama yetmişti. Hızla ayağıma geçirdiğim sandaletlerimi tam giyip giymemeyi umursamadan kapıya uzandım.

Onu şaşırtarak kazandığım zaman tam olarak burada sonlandı, “Feris!” diyerek dirseğimi yakaladı.

Başımı, boynumu ağrıtacak bir hızda ona döndürdüm. “Ne var, kahretsin ya ne var ne?”

“Gitme.” Benim deli gibi bağırmama karşılık sakince mırıldandığında bu kez afallayan ben oldum. Gözleri, isteğini onaylamak ister gibi bakıyordu. Kalmamı ister gibi bakıyordu.

Gözlerine dahi yansıyan bu isteğine rağmen dilinden kalmamı sağlayacak o basit cevaplar dökülmüyordu. Çelişkilerle dolu bir adamdı, Acar’ı anlamak, ona kendimi anlatmak tahmin ettiğimden çok daha zordu.

Çat kapı gelen Fatih’in ardından Acar’ın artık Şeyda’yla ilgili bir şeyler söylemesi, açıklama yapması için uzun sayılabilecek bir süre holde öylece beklemiştim. Bakışlarımdan neyi beklediğimi anladığı halde harekete geçmediğinde ise bu kez açık açık sormuş, sürekli bir şekilde adı önüme düşüp duran Şeyda’nın neyin nesi olduğunu anlatmasını istemiştim.

Doğum günü gecesi bunu bilmeye hakkım yoktu belki, hatta atölyeden çekip gittiğinde de her şey çok yeniydi ama artık bana bir açıklama borçluydu. Ben ondan bir cevap alamadıkça kafamda bambaşka şeyler kurmaya başlamıştım.

Arkadaşım, deyip geçebilirdi. Geçmiyordu.

Aralarında daha farklı bir bağ olmasından korkuyordum. Bu beni deli gibi korkutuyordu.

“Neden?” dedim omuzlarım istemsizce düşerken. Sesim az öncekine nazaran çok daha kısıktı. “Küçücük bir cevap bu kadar mı zor Acar? Gitme diyebiliyorsun ama asıl kalmamı sağlayacak şeyi söyleyemiyor musun?”

“Söylersem kalacaksın öyle mi?” derken sesi hafif alaylıydı. Sanki bunun olacağına hiç inanmıyormuş gibiydi.

Avuçlarımı göğsüne yaslayıp sertçe ittirdim. “Aptal mısın sen? Ne bu triplerin ya? Karın mı Şeyda, nişanlın falan mı? Neyi söyleyemiyorsun dengesiz herif neyi?”

Bakışları yoğunlaştı. Yüzümün her zerresinde gezinen kahverengi irisleri bir çıkış yolu arıyor gibiydi.

“Tamam, içeri geçip oturalım. İstediğin her soruyu cevaplayacağım, ama sorular bittiğinde gitmeyeceksin Feris. Anlaştık mı?” Hiçbir şey söylemeden salona ilerledim. Duyduklarıma bağlı olarak anlaşmaya uyup uymayacağıma karar verirdim, benimle pazarlık yapacak konumda değildi.

Yanıma oturma ihtimalini sıfırlamak için tekli koltuğa yerleştiğimde hemen arkamdan o da salona girdi. Uzağıma oturmasını dilesem de dibimdeki diğer tekli koltuğa gelmişti. Yaydığı ve bana tılsımlı gelen enerjiden etkilenmemeye çabalayarak odaklandım.

Hafifçe ona doğru döndüm. “Şeyda neyin?”

“Hiçbir şeyim.” Bekletmeden dümdüz bir şekilde cevapladığında kaşlarım havalandı. Oradan bakılınca bu bir açıklamaya benziyor muydu? Çünkü ben pek benzetememiştim.

“Doğum gününe hiçbir şeyini davet etmen, hiçbir şeyin seni aradı diye uçarak yanımdan ayrılman oldukça mantıklı.” dedim alaya alarak.

“Aklından neler geçtiğinin farkındayım Feris, ama… Amına koyayım bu kaldığım ikilemin ben… Söyleyeceklerim içini rahatlattıktan sonra duyduklarını sileceksin, başka kimseye anlatmak yok. Tamam mı güzelim?” Kendisine kızar gibi başladığı konuşmasının son kısmında bana seslenirken sesi bir bebekle konuşuyormuşçasına nazikleşti.

Meraktan ölmeme ramak kalmışken benden onay alamayacağını anlayarak devam etti. “Şeyda’nın, senin zannettiğinin aksine bana beslediği hiçbir duygu yok. Onun tüm duyguları tek bir kişiye yönelik, hastalıklı bir biçimde tek bir kişiden başkası umurunda değil.”

Başımı iki yana salladım. “Kim o kişi?”

“Melih.”

Dudaklarımı araladım. Bir şey söyleyecek gibi oldum fakat ne söyleyebileceğimi bilmiyordum. Aklımın ucundan dahi geçmeyen bir şeyden bahsediyordu. Ben aklımdaki bütün senaryoları Şeyda’nın, Acar’dan hoşlanıyor oluşuyla başlatırken şimdi bambaşka bir gerçeği öğrenmiştim.

“Melih… Hani ikizin olan, Ali olan Melih…” diyerek bir şeyler saçmaladım. Doğru anlıyor olduğumdan emin olamıyordum.

Acar, sıkıntılı bir iç çekerken aynı anda da başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. “Bu… Benim kafam çok karıştı.” dedim açık açık.

“Farkındayım, tahmin edebiliyorum. Ama öğrenmek için delirdin Feris, o aklından neler geçiyorduysa hepsi benim şerefsizin teki olduğum fikirlerdi belli ki. Neyim ben iki kadını elinde oynatıp yedekte tutan bir piç mi ?”

Bu konudan ben nasıl haksız çıkmıştım şimdi? Gözlerim şaşkınlıkla irileşti. “Ben mi suçluyum yani? İlk sorduğumda düzgünce anlatsaydın ben de aklımda bin türlü tilki gezdirmezdim.”

“Bu basitçe anlatabileceğim bir konu değildi Feris, Şeyda’nın hissettiklerini kendi hislerinle aynı kefeye koyma. Bak…” Derin bir nefes aldı. “Onun hissettikleri normal bir insanın deneyimleyeceği duygular değil, her şeyi uç noktalarda yaşıyor. Aşkını da nefretini de kontrol edemiyor, kendisi de dahil herkese zarar verme ihtimaliyle yaşıyor.”

Dinledikçe şaşkınlığım artıyor, kırpıştırdığım gözlerim ve aralı kalan dudaklarımla ona bakmayı sürdürüyordum. “Beni az ya da çok bir şekilde tanıyorsun, Melih için ya da bir başkası için çöpçatanlık yapacak biri değilim. Kimsenin ilişkisi, aşkı umurumda olmaz, karışmam. Başta karışmaya da niyetim yoktu zaten ama bir noktada zorunda kaldım Feris, anlıyor musun?”

Anlıyordum, yani en azından deniyordum.

Aklımda bir sürü soru vardı. Artık bu sorular Şeyda’nın kim olduğuyla ilgili olmaktan sıyrılmış, Şeyda ve Melih’in çevresinde dolanmaya başlamıştı. Sormak istesem de bunun beni ilgilendirmediğini ve Şeyda’nın özeli olduğunu fark ederek kendimi tuttum. Kısa bir an empati yaptığımda, Acar’ı atölyeye yollayan Melih ve Koray’a bile kızmışken ben de Şeyda’ya aynı şekilde hissettirmek istememiştim.

“İyi miyiz?” diye soran Acar’a baktım. Son tepkimi bekliyor gibi temkinliydi. Şimdiye kadar beni meraktan kudurtmuş olmasının az da olsa intikamını almak isteyerek yüzümü hiç yumuşatmadan ayaklandım.

“Gidiyorum ben.”

“Ne?” Şaşkınlıkla benimle birlikte ayağa kalktı. “Ne demek gidiyorum Feris, anlattıklarıma mı inanmadın? Yalan yok, tek bir kelimesinde bile yoktu yemin ederim.”

Acar’ın telaşa kapılmasını oturup izleyesim vardı ama kıyamamıştım. “Gidiyorum dedim.”

“Nereye?” derken bastıra bastıra konuştuğu ses tonu daha çok ‘gidebilirsen git’ modundaydı.

“İki tane çileğim kalmıştı onları yiyeceğim.” dedikten sonra ayağımda kaldığını fark ettiğim sandaletlerimi parkelere çarpa çarpa kapıya yöneldim. Acar şoku atlatıp çözülene kadar çoktan ayakkabılarımdan kurtulup çileklerime kavuşmuştum bile.

Bir yandan günlerdir aklımda dönüp duran soruların çoğundan kurtulmanın rahatlığını yaşarken, diğer yandan da yeni sorular doluşan zihnim karmakarışıktı.

 

~

 

Tabağımdaki pirinç tanelerini bir sağa bir sola iterek oyalanırken bakışlarımı da tabağıma dikmiştim.

Neden atölyeye gitmediğimi kendi kendime sorgulayıp, birkaç saat önce verdiğim karardan çoktan pişman olmaya başlamıştım.

Hiçbir zaman istediğim değeri ve ilgiyi hissedemeyeceğimi bildiğim bu eve, çocuksu bir umutla sık sık gelip duruyordum. Bir geceyi zar zor geçirdikten sonra ise omuzlarıma yüklenen pişmanlığımla birlikte yeniden atölyeye dönüyor, bir süre hiç buraya uğramıyordum.

Annemin ben buradan ayrılana dek üzerime dikmekten çekinmediği memnuniyetsiz bakışları, bunun farkında olmasına rağmen hiçbir şey söylemeyen babamın umursamazlığı beni yıllardır olduğu gibi köşeye sıkıştırıyordu. Kendimi bildim bileli annemi memnun etmek, onun beklentilerini karşılamak için yaşamıştım. Üniversiteye kadar, hatta devamında da bu sürmüştü.

Annem ve babam hakkında onları anlatmak için vermem gereken tek bilgi, sadece işlerine ve birbirlerine âşık olduklarıydı. Ben bu listede üçüncü bile olabilmiş miydim diye düşünüyordum bazen, ama genelde ulaştığım cevap fazlasıyla kırıcı oluyordu.

Hiçbir zaman kendi isteklerimin peşinde koşmayıp, hiç itiraz etmeden tıp okumaya başlamış olsaydım belki her şey farklı olurdu. Ancak benliğimin de değişeceğini, öyle olsaydı şimdiki gibi hissedemeyeceğimi biliyordum. Hiçbir zaman pişman olmamıştım.

“Hafta sonu şehir dışına çıkıyoruz, bir hafta İstanbul’da olmayacağız.” diyen babam sessizliği bölüp tok sesiyle konuşurken başımı yavaşça tabağımdan kaldırıp ona baktım.

Yarın cumaydı zaten. Muhtemelen buraya gelmemiş olsam şehir dışında olduklarından haberim olmayacaktı.

“Anladım.” dedim kısık bir sesle. “İş için mi?”

“Küçük bir seyahat. İzinlerimizi denk getirdik.” Buruk bir gülümseme dudaklarımda saniyelik konaklayıp kaybolurken başka bir şey söylemedim.

İlkokul çağlarındaki halimin böyle bir durumda onlarla gitmek için yalvarmaya başlayacağını, olumsuz cevap aldıkça üsteleyip en sonunda ceza alarak bir köşeye sineceğini anımsadım. Bunun birkaç kere yaşandığını net bir şekilde hatırlıyordum.

Bu yaşıma gelene dek hiçbir yere ait hissetmemiştim. Bu eksikliğin ne denli ağır olduğunu anlatmakta zorlanıyordum.

Yemek bitene -en azından onlar doyana- kadar masada kaldık. Keskin bir sessizlikle masayı toplamalarına yardım ederken kendimi misafir gibi hissediyordum.

O gecenin önceki gecelerden bir farkı olmadığını sanarak salonda öylesine seçilen bir filmin karşısında annem ve babamla gece yarısına kadar oturmayı sürdürdüm.

9 Ağustos gecesinin bu evde onlarla geçirebileceğim son gece olduğunu bilseydim, neyi farklı yapardım?

 

~

 

 

Az önce sandalyede oturmaktan sıkılarak onu bir kenara ittiğim için önünde ayakta dikiliyor olduğum şövaleye boş bakışlar atıyordum. Tuvalimin kaplandığı koyuluk canımı sıkarken elimdeki fırçayı sinirle kenardaki masaya bıraktım.

Cumartesi sabahına resim yaparak başlamak aniden verdiğim bir karardı. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmış, geri uyumaya çalışsam da başaramamıştım. Göğsümün üzerinde yoğun bir ağırlık varmışçasına nefes almakta güçlük çekerek güne başlamıştım. Aklımı ve bedenimi rahatlatabilmek umuduyla renklere sığınmayı seçsem de renkler bile bana küsmüş gibiydi.

Elim sürekli kopkoyu renklere gitmiş, tuvali baktıkça içinde kaybolur gibi hissettiğim bir karartıyla, gölgelerle kaplamıştım.

Üzerimde sıcaktan bayılmamama yardımcı olması için giydiğim, fazlasıyla bol beyaz askılı bir elbise vardı. Bembeyaz giyinmiş olsam da içimdeki koyuluğu dengeleyebildiğim söylenemezdi.

Sıkıntıyla bir nefes verip tuvali olduğu yerde ters çevirdim. Kendi çizdiklerime tahammül edememek daha önce deneyimlediğim bir durum değildi.

“Tamam,” diye mırıldandım kendi kendime. “Başka bir şeyler yap o zaman İzgi, daha farklı bir şeyler yap.” Kendimi ikna etmek ister gibi konuşurken atölyeden çıkıp biraz hava almanın mantıklı olacağını düşünerek hareketlendim.

Telefonumun ekranında gördüğüm saat neredeyse öğlen saatlerine yaklaşmıştı. Beş saattir tuvalin başındaydım, belki de iyice daralmama sebep olan buydu. Henüz kahvaltı bile yapmamıştım.

Evden ayrılmak için üzerimi değiştirmeye gerek duymayıp çantama atacağım birkaç şeyi düzeltirken telefonumun çalmaya başlamasıyla koştur koştur salona döndüm.

Soner abinin aramasını beklediğim söylenemezdi. Koray’ın abisiydi, onunla da samimiydim fakat telefonla konuştuğum anlar bir elin parmağını geçmezdi.

Oyalanmadan telefonu açıp kulağıma yasladım. “Efendim?” dedim harfleri hafif uzatarak.

“İzgi…” derken sesi alıştığım tonunun pek benzeri değildi. Sıkıntılı bir şekilde söylemişti sanki.

“Efendim Soner abi? Bir sorun mu var?”

Boğazını temizler gibi öksürdü. “Yok abicim, neredesin sen şu an?”

Atölyedeydim, ama burayı bilmiyordu. “Neden sordun?”

“Alayım seni, bir yere götüreceğim. Ondan sordum.” Hiçbir şekilde mantıklı gelmeyen açıklamasıyla birkaç saniye duraksadım. Ne oluyordu?

“Nereye gideceğimizi söyle, ben gelirim. Senin almana gerek yok ki.” dedim anlam veremeyerek. Ardından kulağıma hışırtılar doldu. Hemen sonrasında ise sesini duyduğum kişi Koray olmuştu.

“İzgi’m, atölyede misin?” Koray’ın sesini duymak beni rahatlatmalıydı. Sakinleşmeliydim. Ama olmadı, tam tersi oldu. Çünkü sesi titriyordu, ağlamak üzereyken böyle çıkardı sesi. Onu ağlatacak ne olmuştu?

“Evet…” dedim istemsizce. “Sen… Sen neye üzüldün? Ağlamasana!” derken benim sesim de ağlayacakmışım gibi titremişti. Sabahtan beri üzerimde dolaşan kara bulutlar Koray’ın sesini duyunca yağmur damlalarını bırakmaya çoktan hazırlardı.

“Ağlamıyorum İzgi’m, yeni uyandım. Sana öyle gelmiş.” Sesini biraz daha iyi çıkartmaya çalışıyordu, ama benim yıllardır onu ezbere bilecek kadar tanıyor olduğumu belli ki unutmuştu.

“Yalancı!” dedim yüksek sesle. “Kötü bir şey var, hissediyorum ben. Ne oldu?”

“Yok, yok kötü bir şey canımın içi. Geliyoruz biz abimle, bir yere ayrılma atölyeden. Tamam mı?” dedikten sonra benim başka bir şey söylememe izin vermeden telefon kapandı.

Gözlerimden birkaç damla yaş peş peşe inerken elimi alnıma yasladım. Kötü bir şey olmuştu, çok kötü bir şey olmuştu.

Yirmi dakikaya yakın bir süre salonun ortasında delirmiş gibi bekledim. Koray arayıp aşağıda olduklarını söylene dek aklımdan senaryolar uydurmamaya, kötü şeyler düşünmemeye çalışmıştım. Ne ölçüde başarılı olabildiğim tartışılırdı, çünkü az öncekinden daha iyi hissettiğim falan yoktu.

Kapıyı kilitleyip anahtarı çantama attıktan sonra koşar adımlarla apartmandan ayrıldım. Birkaç metre ilerde duran arabayı tanımıştım. Zaten Koray ben apartmandan çıkar çıkmaz ön yolcu koltuğundan inmişti.

Adımlarımı yavaşlatmadan yanına ulaştığımda yüzündeki ifadeyi görünce acıyla yüzümü buruşturdum. Neden böyle bakıyordu?

Kollarımı boynuna sarıp sıkıca sarıldığımda hiç beklemeden aynı şekilde kollarını bana sardı. Sırtımı yavaşça sıvazladığında yüzümü omuzundan kaldırıp ona bakmaya çalıştım. “İyi misin?”

“İyiyim İzgi’m. Binelim arabaya, beklemeyelim daha fazla. Gel.” dedikten sonra arka kapıyı açtı. Şoför koltuğunda oturan Soner abiyle göz göze geldiğimde yüzünden çok bir şey anlayamamıştım ama mutlu görünmediği kesindi.

Arka koltuğa oturduğumda Koray da yanıma yerleşti. Araba hareket etmeye başlarken ona baktım. “Nereye gidiyoruz?”

Koray’ın yutkunduğunu görünce kaşlarım çatıldı. “Konuşsanıza artık, nereye gidiyoruz diyorum?”

“Hastaneye.” Koray sessizliğini korurken Soner abinin dudaklarından dökülen tek bir kelimeyle bütün bedenim soğuk suya maruz kalmış gibi titredi.

Hastanelerden nefret ediyordum. Bu basite indirgenemeyecek bir nefretti. Doktor ebeveynlere sahip olan biri için ironik sayılsa da, öyleydi işte.

“Ne hastanesi? Ne işimiz var hastanede?” derken Koray’ın dolan gözlerine baktığımda aklıma gelen ihtimal bir an kalbimin sıkışmasına sebep oldu. Başımı iki yana salladım. Aklıma geleni sesli olarak dile getiremiyordum. Söylersem o ihtimali arttıracakmışım gibiydi sanki.

Yüzüm nasıl bir hal aldı bilmiyorum ama Koray’ın telaşla yanaklarımı kavradığını hissettim. Adımı peş peşe seslendi. Cevap vermedim.

Saniyeler sonra dilimden ağır bir soru döküldü. “Hangisi? Annem mi babam mı, hangisi için gidiyoruz?”

Onlara bir şey olmuştu. Sabahtan beri kalbime yüklenen ağırlığın sebebi buydu. Canım sıkılmamıştı, darlanmamıştım. Onların canı yanmıştı, ben hissetmiştim.

“Cevap versenize!” dedim boğazımı yırtarcasına bağırarak. Koray’ın yüzümde duran ellerini sıkıca kavradım. “Konuşsana Koray, kötü bir şey yok. Ciddi bir şey yok desene!”

Kendimi Koray’ın göğsüne yaslı halde buldum saniyeler içinde. “Kaza olmuş, yoldalarmış… Evden çıktıktan sonra çok geçmeden trafik kazası geçirmişler.”

Gözlerimi kırpıştırdım sakince.

Hafta sonu şehir dışına çıkıyoruz, bir hafta İstanbul’da olmayacağız diyen babamın sesi kulağıma çarptı. Birliktelerdi.

“İyiler ama, değil mi?” dedim kısılan sesimle. Koray’ın göğsüne yaslı başım sanki ağırlaşıyor, yerinde tutmakta zorlanıyordum. Başım patlayacak gibi ağrımaya başlamıştı.

“İyiler.” dedi Koray. Ama bu gözlerimden yaşların boşalmaya başladığı an oldu.

Çünkü biliyordum. Yalan söylüyordu.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm