Sen Başkasın 13.Bölüm
13.BÖLÜM
İyi okumalar!
~~~
- 3 yıl önce, 30
Mart
- Esila
“Kulakların daha yeni oluşmaya başlayacakmış,”
derken küçük bir iç çekişle birlikte telefonumu kapatmış ve üstümdeki ince
montun cebine geri koymuştum.
Sokağın ortasında durmama ve telefonumu
çıkartıp bir araştırmaya girişmeme neden olan konu biraz acildi.
Benimle birlikte olduğunu, karnımın içinde
bulunduğunu dün öğrenmiş olduğum bebeğin dışarıdaki sesleri duyup duymadığından
emin olmam gerekmişti. Çünkü eğer haklıysam… Ateş’in verdiği tepkinin
istememesinden değil, yetersiz hissetmesinden kaynaklandığı konusunda
yanılmıyorsam bu bebek dünyaya gelecekti ve onun babasından böyle şeyler duymuş
olmasını hiç ama hiç istemiyordum.
Kulaklarının daha yeni oluşmaya başladığını ve
sesleri duyabiliyor olması için haftalar geçmesi gerektiğini birkaç sitede
okuduktan sonra artık biraz daha rahattım.
“Duymaman daha iyi,” dedim kendi kendime. “Ben
babanı tanıdığım için pek üzülmedim ama sen kesin kırılırdın.”
Pekâlâ, kimi kandırıyordum?
Üzülmüştüm elbette. Hamile olduğumu
söyledikten sonra ‘Aldır, en erken ne
zaman olursa o zaman. Hatta hemen. Umurumda değil.’ tepkisi almak keyifle
karşılayamayacağım kadar sertti.
Tutunduğum tek umut parçası da Ateş’i ondan
iyi tanıyor oluşumdu. Beni hayatına almaya direnirken de böyle yapmıştı çünkü.
İstemediğinden değil, kendisini takıntıları yüzünden bir duvarın arkasında
gördüğünden…
Hiçbir takıntısı bugüne dek benim hayatımı
güçleştirmemişti aslında. Bana kalırsa sorun Ateş’in kendisini annesi gibi
görmesindeydi. Ondan miras kalan düşüncelerini onunkiler kadar ağır ve karşı
tarafa zarar verici görüyordu.
Öyle bir şey yoktu.
Takıldığı birçok şey vardı evet ama onları
aşabilmesi için karşısındaki kişiye biraz olsun değer vermesi yeterliydi. O
kişi için duvarları iniyordu. Tek sorun değer verdiği kişi sayısının bir elin
parmağını zor geçmesiydi…
Arabama binip Ateş’in evinin bulunduğu semtten
gittikçe uzaklaşırken aklım onda kalmıştı aslında. Geri dönüp onun yanında
kalmak istiyordum. İçim ondan uzaktayken pek rahat etmiyordu. Bugün -sanırım
hamileliğimi öğrenmenin bir etkisi de vardı- diğer günlerden daha fazla
rahatsızdım uzaklaşırken.
Telefonum çalmaya başladığında yola dikkat
ederek telefonu çıkartmış ve ismi gördükten sonra hoparlöre alıp kucağıma
bırakmıştım.
“Efendim Doğan?” diye mırıldandım sesimin
burnumu çekip durduğum halde boğuk çıkmaması bir mucizeyken.
“Bir sorun mu var?” diye sordu direkt. “Ateş
Bey fırtına gibi evden çıktı. Sen buradasın sanıyordum ama sen ondan da önce
çıkmışsın anladığım kadarıyla.”
Bir an duraksadım. Ateş’in nereye gittiğini
düşünerek oyalanmıştım. “Biraz yalnız
kalmaya ihtiyacımız var,” dedim düz bir sesle. “Sanırım…”
“Yapabileceğim bir şey var mı?” diye
sorduğunda dudaklarımda istemsizce bir gülümseme belirdi. Doğan ve Sinan’ın
varlığına geçtiğimiz yıllarda bolca alışmıştım fakat yine de her an yardım
etmeye hazır insanlarla çevrili olmak beni ansızın huzurlu kılıyordu.
“Teşekkür ederim,” dedim sadece. Daha fazla
bir şey söyleyemezdim. Ateş’in de onlara hamileliğimle ilgili bir şey
söyleyeceğini sanmıyordum. Önce biz çözüme kavuşmalıydık bu konuda.
Evime varmayı başardığımda arabadan inmiş ve
henüz kendini gösteremeyen baharın kışı aratmayan akşam serinliğinde binaya
girmiştim hızlıca.
Ara sıra bir şeyler için uğruyor olsam da
evimde uyumayalı, üst üste günler burada kalmayalı çok zaman olmuştu. Bir nevi
Ateş ile yaşıyor sayılırdım. Evimdeki eşyaları ve kıyafetlerimin çoğunu buradan
alıp götürmemiştim. Yeni aldığım kıyafetleri Ateş’in evindeki dolabıma yığdıkça
bu kıyafetlere olan ihtiyacım gittikçe azalmıştı zaten.
Evi biraz havalandırmak için birkaç pencereyi
açtıktan sonra salonda bir köşeye sinip biraz sessizlik içinde zihnimdeki
sesleri dinlemeye çalışmıştım. Bunun beni doğru yanıtlara ulaştırmak yerine
kafamda daha büyük bir karmaşa yaratıyor olduğunu fark ettiğimde ise yorgunca
ayaklanıp salondan ayrıldım.
Stresle her bir kasımı kaskatı kestiğim için
vücudum ağrıyordu. Ateş’in streslendiği anda başlayan boyun ağrılarına şahit
ola ola bu özelliğini kendime adapte etmiştim.
Ateş,
Ateş ve yine Ateş… Düşüncelerimin ondan biraz olsun
sıyrılabilmesinin hiçbir yolu yoktu. Çektiğim bir ağrıyı bile onu kullanarak
açıklıyordum.
Kendi kendime homurdanarak banyoya ilerledim.
Sıcak suyun kaslarıma iyi geleceğini umuyordum.
Uzun bir duşun ardından bornozuma sarınıp
odama dönmüş, rahat edeceğim bir şeyler giyip ıslak saçlarımı kurutmayı
erteleyerek odadan çıkmıştım. Salonda bıraktığım telefonumun çalmış olma
ihtimali içindi bu erteleme.
Ateş aramış olabilirdi.
Evet,
Esila. Sadece iki saatte tüm düşünceleri normal akışa dönmüştür ve seni
aramıştır mutlaka.
Mantıklı konuşuyor olan sesi pek umursamadan ayaklarımı
zeminde sürükleyerek salona vardım. Koridorun ışığı açıktı. Salonun ışığını
açmaya gerek duymayan koltuğa attığım telefonuma ilerledim. Koltuğa doğru
eğileceğim sırada sırtımda bir ürperti belirmişti.
Tanıdık olmayan, alışkın olmadığım bir his…
Kaşlarım çatılırken sırtımdaki hissin neyden
kaynaklandığını anlamak için refleksle olduğum yerde döndüm.
Koridordan sızan ışığın yarattığı loşlukta,
içerinin yarı karanlığında gördüğüm baştan aşağı siyaha bürünmüş bir siluet ile
karşı karşıya geldiğimde kalbim göğüs kafesimden çıkacakmış gibi hızlanmıştı.
Gördüğüm kişinin eve giren bir hırsız olduğunu
düşünerek dudaklarımı kulak yakacak bir çığlığa aralamışken yüzünü zar zor
seçebildiğim adamın eli sertçe ağzıma kapanarak canımı acıtacak şekilde sesimi
kesmişti.
“Şşt, sessiz olmalısın Esila. Sessiz olmalısın
tatlım.”
Panik ve korkunun etkisiyle gözlerimden hızla
yaşlar boşalmaya başlamıştı. Dibime kadar giren bedeninin yaydığı ürkünç
elektrik bütün bedenimi uyarmıştı. “Siktir,” diye soludu birden burnunu
yanağıma doğru sürtüp. “Yıllarca planladım bu anı. Çok fazla bekledim ama
değecek, değil mi? Artık benimlesin.”
Çırpınmam onun tutuşundan kurtulabilmem için
yeterli değildi. Uyguladığı kuvvete direnebilmem mümkün değildi. Kendi canımı
yakmakla kalıyordum.
Karşımdakinin bir hırsız olmadığını
anladığımda daha çok korkacağımı ilk anda hesaba katamamıştım. Cümleleri ve
sesindeki o tını hırsız olması ve her şeyi toplayıp alıp gitmesi için
yalvaracağım konuma gelmeme neden olmuştu.
Tenimde hissettiğim anlık bir sızlamanın
ardından, bir dakika bile sürmeyen bir süre sonra bilincim ellerimin arasından
kayıp giderken bedenimin kontrolü de benden uzaklaşmıştı.
Beni bayıltmıştı.
Gözlerimi araladığımda ne halde ve nerede
olacağımı şimdi bilmiyordum. Ama çok geçmeden öğrenecektim.
Buradan sonrası benim için sonsuza dek
sürecekmiş gibi hissettiren bir esaret olacaktı. Ben ve kızım için hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiren korkunç bir
esaret…
~
- Günümüz, 13 Kasım
- Ateş
Uyumamıştı.
Araba evin bahçesine girene dek gözlerini
açmayan Umay’ın aksine, Esila hiç uykuya dalmamıştı.
Bir yanım uyuyup dinlenmesi ve daha az yorgun
görünebilmesi için aceleci hissediyorken diğer yanım uyuyup uyandığında
yaşadığı gerçeklik karmaşasına şahit olmaktan çekiniyordu. Bu nedenle uyumamış
olmasına karşı düşüncelerim tek çeşit değildi.
Yol boyunca iki büklüm kalmayı umursamadan
Umay’ın koltuğuna doğru eğik kalmaya devam etmiş, onun elini tutmuştu. Ben de
en başında cesaret edip uzandığım elini hiç bırakmamış ve kıpırdarsam elini
çeker zannederek put kesilip öylece beklemiştim.
Arabanın durması Umay’da bir sensör tetiklemiş
gibi henüz kimse kapısını açmadan onun uyandığını duyuran kısık mırıldanışı
arabayı doldurmuştu.
Ona dikkat kesilerek bakışlarımı yüzüne
çevirdim. Umay’ın ilk gördüğü yüz, yanında durmakta olan Esila’ya aitti.
Annesini gördüğünde gözlerini kırpıştırıp dudaklarını kıvırdı uyku sersemi bir
ifadeyle. “Yünaydın.”
Esila ona cevap veremeden, çok çok kısa bir
sürede ise birden Umay’ın ifadesi annesini gördüğünde büründüğü huzurdan
sıyrılmış ve kaşları çatılmıştı. “Anne, Ateş?”
Esila, Umay’ın koltuğuna eğildiği için beni
onun görüş açısından silmişti. Umay’ın tereddütle beni sorması da bundandı.
Annesini görünce kendisini tekrar onunla ve
bensiz olduğu günlerde sanmıştı belli ki.
Bizi bir
arada görmeye alışkın değildi çünkü. Birimiz varsak
diğerimiz eksiktik. Bugüne dek onun dünyasında hep böyle ilerlemişti bu.
Sırtımı yaslı olduğum yerden ayırıp
doğrulduğum sırada Esila’nın sesi de duyuldu. “Burada Ateş,” demişti kısık bir
sesle.
Umay’ın beni görebilmesi için Esila’nın
omuzunun kenarından ona doğru bakındım. “Günaydın, bebeğim.” dedim günün
aydınlık saatleri geride kalmış olsa da. O günaydın diyorsa, günaydındı.
Umay sesimi duyduğu anda bakışlarını yüzüme
çevirdi. Beni birkaç saniye süzdükten sonra dudakları kıvrıldı, o kıvrım
bozulmadan bakışları Esila’nın yüzüne ulaştı. “Heykes buyda,” dedi bacaklarını
hafifçe sallayıp.
Bu sırada Doğan ve Sinan arabadan inmişlerdi.
Doğan, Umay’ın tarafından kapıyı açınca Umay sese doğru döndü merakla.
“İnmene yardım edeyim mi prenses?”
Umay kendisine ait sıfatı duyunca bir anlığına
bizden soyutlanmış ve başını sallamıştı hemen. “Oluy, piyens.”
Doğan onun bu cevabına hafifçe gülümsedikten
sonra kemerini çözmek için içeriye uzandı. Esila ona alan tanımak için Umay’ın
koltuğundan başını ayırıp doğrulduğunda sırtı koluma doğru sürtünmüştü.
Biz bir süre daha arabada kalmalıydık belki
de. İnmeye niyetlendiğimiz anda parmaklarımı elinden ayırmam gerekecekti çünkü.
Bunu istemiyordum.
Umay, Doğan’ın yardımı ile arabadan inip
ayaklarını yere bastığı gibi kapının dibinde dikilmişti. Bize bakıyordu, bize eğer inmezsek onu oradan sürükleseler de
gitmeyecekmiş gibi bakıyordu.
Esila’nın diğer taraftan inmesi imkânsız
değildi ama daha uğraştırıcıydı. Bu nedenle kapıma uzanıp açtıktan sonra kendimi
arabadan dışarı atmış ve tıpkı kızım gibi kapının dibinde beklemeye
başlamıştım.
Esila’ya acele ettirme niyetim yoktu. Eğer
hazır hissetmek için saatlere ihtiyacı varsa, saatlerce onu burada beklerdim.
Ama uzağımda olması konusunda aynı sabrı gösteremezdim. Şimdilik direnmediği bu
konu bir süre sonra çatışmaya dönecek miydi bilmiyordum fakat fikrim
değişmeyecekti.
Benim indiğim kapıyı kullanarak arabadan inmek
üzere hareketlendi. Üzerinde hastanedeki hemşireden Sinan aracılığı ile
edindiğimiz rastgele kıyafetler vardı. Temizlerdi fakat ona ait değillerdi,
kıyafetlerin birkaç beden büyük olduğu çok belliydi. Boyu uzundu ancak iyice
zayıflamıştı ve kumaşları boyuyla da taşıyamıyordu.
Esila indikten sonra Umay hemen paytak paytak
koşturmuş ve bizim yanımıza varmıştı.
Annesinin elini tuttuktan sonra heyecanla
yerinde kıpırdandı. “Bak şişekley vay, gökşuşakı gibi rengisileri vay. Bakalım
mı biylikte?”
Esila’nın bahçeyi gezecek kadar enerjiye sahip
olmadığını göremeyen tek isim Umay’dı. Bu nedenle araya girmeye karar veren sayısı
da fazlaydı.
“Sonra bakarsınız,” diyen sesime Doğan’ın,
“Önce eve, prenses.” diyen sesi karışmıştı.
Sinan, sessizlik yeminine sadıktı. Sesi
çıkmamıştı. Esila da ona uyum sağlamış gibi tepkisiz kalmıştı.
Umay sırayla bana ve Doğan’a baktıktan sonra
başını salladı. “Tamam,” dedi itiraz etmeden. “Eve gitmek lajım anne.”
Umay, elinden tuttuğu annesini kapıya doğru
yürümek için hareketlendirdiğinde bir adım arkalarındaydım. Yanlarında
değilsem, arkalarında olacaktım; arkalarında da değilsem diye başlayacağım
üçüncü bir ihtimal yoktu. Bu saatten sonra olmayacaktı.
Kapıyı en önden hızlıca ilerlemiş olan Sinan açmıştı.
Herkes içeriye girdiğinde girişte yaşanan bir anlık duraklamanın sonunu
getirmek için acele etmedim. Esila’nın evi yıllar
sonra ilk kez görüyor olduğunu, baktığı boş duvarın dahi ona yoğun
hissettirdiğini görüyordum.
Sinan ve Doğan göz önünden kaybolmuşlardı.
Umay ise farklı bir derdine derman arıyordu.
“Kuzucum neyedesin?” diyerek paldır küldür
içeri koşturduğunda Esila’nın tam yanında, kolum omuzunu teğet geçecek bir
yakınlıkta durmaktaydım.
“Duş almak istiyorum,” demişti Umay yanımızdan
uzaklaştığı anda. Yalnız kaldığımız andan kaçmak için bunu öne sürmediğine
kendimi ikna etmem güçtü. Yine de bu yönde bir şey söylemedim.
“Bana haber vermene gerek olmadığını
biliyorsun,” dedim başımı ona doğru çevirip.
“Kıyafetim yok,” dediğinde ise omuzlarım
kasılmıştı. Vardı. Kilitli bir kapının ardında, tıpkı çekmecemde ona ait
eşyalar gibi kapalı olsalar da bu çatının altından bir yere gittikleri yoktu.
“Dolabın aynı odada. Her şey içinde.”
Misafir odası olarak tasarlanan odalardan biri
onun kıyafetleriyle dolu olan dolaplarla döşenmişti. Aynı odada bir de yatak vardı
ama yatak onun değildi. Onun yeri bu evde kaldığı gecelerde hep benim yanım
olmuştu.
Esila’nın bakışları bir an için titrer gibi
oldu. O her ne kadar benim yüzüme bakmıyor olsa da ben dikkatle yüzünü
izliyordum, bu nedenle kaçırmamıştım.
“Tamam,” gibi bir şey mırıldandı. Aynı anda da
hızlı fakat küçük adım sesleri kulağımıza dolmaya başladı.
“Anne!” diyerek bir kolunun altına
sıkıştırdığı kuzusu ile birlikte gelmişti Umay.
Esila onunla aynı boya gelebilmek için
dizlerini bükerek eğildi. Umay kuzusunu gösterip tanıtmaya başlamakta hiç
gecikmemişti.
Biraz konuştuktan sonra kurduğu cümlesiyle
birlikte dikkat kesildim. “Ama… Ama bu kuzu konuşamıyoy anne. Bisim göydüğümüs
kuzu bağırıyoydu, hatıylıyoysun mu?”
Gördüğüm o dağlık, yeşillik arazide gerçek bir
kuzuyu görmüş olmasına artık şaşırmıyordum. Umay en başlarda kedi köpek yerine
kuzuyu tanıyınca şaşırmıştım ancak doğduğundan beri nerede yaşadığını gördükten
sonra şaşıracağım bir şey kalmamıştı.
“O canlı bir kuzuydu annecim,” dedi Esila, Umay’ın
elindeki kuzusunu usulca okşadı sonra. “Bu bir oyuncak.”
Umay pek ikna olmuş görünmese de aksini de
savunmadı.
Esila doğrulmadan önce tekrar konuştu. “Benim
banyo yapmam gerekiyor, sonra yanına geleceğim. Olur mu?”
“Oluy,” dedi Umay başını sallayıp. Esila tam
doğrulacakken birden omuzuna minik avucunu yasladı. “Ben de manyo yapabiliyim
mi? Şimdi.”
Ayça
demişti ki hep banyo yapmak yok, anne kızıyor. Kızarsa gider, hiç gelmez.
Umay’ın cümleleri aklımda yankılanırken
göğsüme batan ağrıyla birlikte bir nefes almaya çalıştım. Esila’nın bundan
haberi yoktu, olsa Umay’ın böyle düşünmesine izin vermeyeceği kesindi. Ayça her
kimse, Umay’ı bir şekilde annesinin gidişiyle korkutmuş ve bunu annesinden
gizlemesine neden olmuştu. Çıkarımım buydu.
“Yapabilirsin tabii,” dedi Esila beni zerre
yanıltmadan. “Ama biraz beklemen gerekecek, önce ben banyo yapayım sonra sana
yardım edeyim.”
“Ben hallederim,” dedim duraksamadan. “Sen
kendi duşunu al, acele etme ve yorulma.”
Esila’nın şaşkın bakışları üzerime çevrildi.
Diz çökmüş halde durmaya devam ettiği için bana oldukça aşağıdan bakıyordu,
boynunu geriye doğru atmıştı. “Sen..?” dedi sorar gibi.
Umay beni yormadan annesinin şaşkınlığını
dindirmek üzere konuştu. “Ateş manyo yapmayı biliyoy, anne. Bis manyo yapıyoyuz
biylikte.”
Esila bu durumun benim az önceki teklifimle
başlayacak bir ilk olmadığını, Umay’a benim banyo yaptırıyor olduğumu
duyduğunda az öncekinden daha şaşkın bir ifadeye büründü. Sesi çıkmadı.
“Şaykı söyleyemiyoy ama köpüşle oynuyoyuz.”
Umay, banyo yaparken Esila’nın onunla şarkı
söylediğini daha önce dile getirmişti. Şimdi de beni annesine şikâyet ediyordu.
“Köpüş?” dedi bu kez Esila yine sorar gibi.
“Köpük,” diye düzelttim Umay’ı ve böylece
dünden beri ilk kez Esila’nın dudaklarından bir gülüş dökülmüş oldu. Kısaydı,
kısıktı ama sonuçta var olmuştu işte.
Yukarıya çıkmak için yürümeye başladığımızda
Umay merdivenin ilk basamağı görünür görünmez bana doğru dönüp kollarını
kaldırdı. Başkalarının elinden tutup merdivenden inmeyi kabul ettiği oluyordu
ama benimleyken neredeyse her zaman bu şekilde kollarını kaldırıp kucaklanmayı
bekliyordu.
Onu bekletmeden kucağıma alıp merdivenleri
dikkatlice çıkmaya başladım. Esila henüz merdiveni tamamlayamadan Umay ile
birlikte çalışma odama girmiş ve Esila’nın eşyalarının olduğu odanın anahtarını
ezbere bildiğim yerinden almıştım.
“Bu ney?” diye sordu Umay odadan çıktığımız
anda. Koridorda duran Esila ile burun buruna gelmiştik.
Umay ile birlikte malum odanın kapısına
vardığımda anahtarı kilide taktım. “Bu kapının anahtarı, bebeğim. Burası
kilitliydi. Giremezdik anahtar olmadan.”
“Buyası neyesi?” diye sordu bu kez.
Esila bir adım ötemdeydi. Cevap vermek için
dudaklarını araladığını gördüğümde kapıyı açıp ileri ittikten sonra onu
engellemiş, ben konuşmuştum. “Burası annenin kıyafetlerinin odası, Umay.”
“Kıyafetisilerin odası,” diye mırıldanıp
tekrarladı beni hemen. Omuzuma tutunmuş, merakla içeriye bakınıyordu. “Meyaba
kıyafetley, bis odanıza geydik.” dedi kapının açıklığa doğru göz atıp.
Kendimi bir an için tutamayıp güler gibi bir
ses çıkarttım. Yüzümü Umay’ın yanağına doğru bastırıp saklamıştım.
Esila’ya hiçbir yönlendirmede bulunmamıştım.
Bulunmayı da planlamıyordum. Burayı yabancı bir yer gibi görmemeye ne kadar
hızlı geri dönerse, o kadar iyiydi. İhtiyacı olan her bir şeyi nerede
bulabileceğini zaten biliyordu.
“Biz banyo yapmaya gidiyoruz,” dedim Esila’ya
başımla Umay’ı işaret edip.
Dudaklarını birbirine bastırıp, dile
getirdiğim ‘bizi’ izledi öylece. Bir şeylere inanamıyormuş gibi bakıyordu. Yine
de hiçbir şey söylememişti.
Umay’ı onun eşyalarının olduğu banyoya
taşıdığımda artık daha bilerek ve daha özgüvenli şekilde yönetebildiğim banyo
saati başlamıştı.
Elinde tutup parmaklarıyla kafasının üstünü
sevdiği sarı ördek oyuncağı ile oyalanırken sessizdi. Ben de oyalanmadan onu
yıkamaya odaklanmıştım. Vücudunu durulamaya geçtiğim sırada birden başını
kaldırıp alnına yapışan ıslak bukleleri eşliğinde bana baktı. “Ateş?”
“Efendim?”
“Annem geydi,” dedi hem sorar hem hatırlatır
gibi.
“Evet, annen geldi.” dedim bekletmeden.
“Gitmiycek di mi?”
“Gitmeyecek kızım,” dedim nemli tenine yumuşak
bir öpücük bırakıp. Bebek şampuanı kokmaya başlayan yanağını öpüp hemen geri
çekilmek zor olmuştu. En az on öpücüklük daha iştahım vardı.
Umay dudaklarını büyükçe kıvırıp gülümsedi, başka
bir şey söylemedi ve ördeğiyle uğraşmaya geri döndü.
Birkaç dakika sonra onu pembe bornozuna
sarmış, şapkalı havlu kısmını saçlarına örtmüş ve rulo halindeki bedenini
kucağıma almıştım. Ben temiz olmadığım için onu kendime yaslamak yerine
olabildiğinde uzağında duruyordum.
Odasına vardığımızda bedenini kremlemiş ve
rahat edeceği kıyafetlerinden bir iki parçayı seçip üstüne dikkatlice
giydirmiştim. Lila çiçekleri olan beyaz tişörtü ve altına giydirdiğim yumuşak
eşofmanıyla bir parça pamuğa benziyordu.
Gözleri sarhoş gibi bakıyordu. Hem banyo hem
de kremlenmek bedenini mayıştırmış gibiydi. Haline gülümsedim. “Sen burada
beklerken ben banyo yapıp geleceğim, olur mu?”
Rutinimiz buydu. Ona banyo yaptırdıktan sonra
benim de mutlaka duşa girdiğimi biliyordu. Artık alışmıştı. “Oluy, ben
bekleyebiliyim.”
“Aferin benim bebeğime,” dedim çenesini
parmağımla hafifçe okşayıp.
“Afeyin bana,” diye tekrarladı başını
sallarken.
Umay’ı yatağında, yanında oyalanacağı bir
oyuncak olduğundan emin olduktan sonra, yalnız bırakmış ve kendi odama
adımlamıştım. Temiz hissetmeme yetecek fakat upuzun sürmeyecek bir duşun
ardından hızlıca giyinmiş ve odamdan tekrar çıkmıştım.
Umay’ın yanına geri dönmeden önce adımlarım
beni o odaya, Esila’nın olduğu yere götürmüştü.
Kapalı olan kapının önünde bir an durup
nefeslendikten sonra cesaretimi toplayarak kapıyı yavaşça çaldım.
Hâlâ odanın içindeki banyoda ise kapının
çaldığını duymasına imkân yoktu ve aslında banyodan çıkmadığından da emin
sayılırdım. Esila duşta neyin bu kadar sürdüğünü sorgulamama neden olacak kadar
uzun kalırdı. Bir süre sonra bu huyuna alışmıştım.
Parmaklarım kapıdan uzaklaşamadan içeriden
ince sesi yükseldiğinde ise Esila’nın alıştığım kadın ile aynı rutinlere sahip
olmayı bıraktığı gerçeği ile yüzleşmem gerekmişti. Onay veren sesinin ardından
kapıyı açtığımda onu giyinmiş ve saçlarını kurutmuş halde bulmuştum. Saçlarını
bile kuruttuğuna göre duşu çok kısa sürmüş olmalıydı.
İçeriye girdiğimde ben onu incelemekteyken o
da çoktan ayağa kalkmıştı. “Umay’ın yanına gidebilir miyim?”
Sorusuyla birlikte duraksadım. İzin mi
alıyordu?
“Sorman gerekmiyor,” dedim afallamış bir
şekilde. Bu kez duraksayan o oldu. Sorusuna gerek olmadığını yeni fark etmiş
gibiydi.
“Birlikte gidelim,” dedim bu anın dağılması
için. “Sana odasını göstersin.” dedikten hemen sonra ekledim. “Sızmadıysa
tabii.” Benimle aynı anda Esila da konuşmuştu, seslerimiz birbirine karışmıştı.
“Uyumadıysa tabii.”
Banyo yaptıktan sonra taş taşımış gibi yorulup
mayışan Umay, yeni bir Umay değildi belli ki.
Dudağımın kenarı kıvrılır gibi oldu. Umay ile
ilgili bir konuyu Esila kadar iyi biliyor olmayı sevmiştim. Göğsüm bir an için
kabarmıştı.
Umay’ın odasının önüne gelene dek yürüdüğümüz
yol kısaydı ancak o kısa yol boyunca kendimle kaç kez savaşmıştım
hatırlamıyordum. Savaşım, yanı başımda yürümekte olan kadını sıkıca kavrayıp
hiç bırakmamaya yönelikti. Bunun için beni zorlayan dürtüyü bastırmak o kadar
güçtü ki her yanım kasılmıştı.
Ona duyduğum özlem tek katmanlı değildi. Aklım
ayrı, kalbim ayrı, tenim ayrı özlemişti. Saymayı bitiremeyeceğim kadar çok yer daha
bulabilirdim hatta.
Umay’ın kapısını tam kapatmamıştım. Bu nedenle
içeri girerken kapıyı açmamız herhangi bir ses yaratmamıştı; Umay’ın yatağında
başı yastıktan daha aşağıda olduğu halde yatağın ucuna asla ulaşamayan
bacakları ile uzandığı manzara da hiç bölünmemişti yani. İçeriye girdiğimizi
fark etmesi, attığımız birkaç adımdan sonra gerçekleşmişti.
Uyuyakalmamıştı ama bakışları sersem gibiydi.
Başını bize doğru çevirip geldiğimizi görünce birden doğrulduğunda dengesini
sağlayamadan geri devrilir gibi sallanması da bundandı.
İmdadına yetişip sırtına avucumu yaslayarak
bedenini dik tutabilmesini sağladığımda bir elini kaldırıp annesine avucunu
açıp kapatarak çağrıda bulundu.
Ben yastığına doğru kalan boşluğa oturmuştum,
Esila da davet edildiğinde yavaş da olsa iki adım atmış ve Umay aramızda
kalacak şekilde oturmuştu yatağın ucuna doğru.
“Heykes manyo yapmış,” dedi Umay boynunu
çevirip sırayla bize baktıktan sonra.
“En güzel sen olmuşsun ama,” dedi Esila sır
verir gibi Umay’ın kulağına doğru eğilip. Umay kıkırdayarak başını omuzuna
doğru eğdi. “Geyçek mi?”
Esila başını sallayıp onayladığında kucağında
duran küçük avuçlarını birbirine yaslayıp bana doğru döndü Umay. “En güsel kim
oymuş Ateş?”
Gözlerimi kırpıştırdım. Bu kadar zor bir
soruyla başlamasak olmaz mıydı?
“Bilmiyorum,” dedim çaresizce. Bilmiyordum
cidden.
Yıllar geçmesine -ve o yılların hiç iyi
geçmemesine- rağmen gözümü alamayacağım kadar güzel olanı mı seçecektim,
dünyadaki başka hiçbir varlığa benzemeyen eşsizlikte güzel olanı mı?
“Bilince söyleyebiliysin o zaman,” dedi Umay.
Sanırım halime acımıştı.
“Olur,” dedim hemen. Önümüzdeki yüz yıl cevap
bulamayacağımdan emindim ama şimdilik kurtulmuş olmam yeterliydi.
Umay’a dikkat kesildiğim için göremediğim
Esila’ya göz ucuyla baktığımda onu sakin bir ifadeyle bize bakarken bulmuştum.
“Anne?” diye seslenen Umay ikimizin de
bakışlarını üstüne çektiğinde, kendi bakışları seslendiği kişideydi. Esila’ya
yoğun bir şekilde bakıyordu. Esila bakışlarına karşılık verdiği anda konuşmaya
devam etti, dudakları tekrar aralandı. “Acıktım.”
Acıktım.
Acıkmıştı.
Sırtıma birden fazla bıçak aynı anda saplanmış
gibi ağrıyla kasıldım.
Günlerce bu kelimenin dudaklarından dökülmesini
beklemiştim. Doktorun iştahı bir süre sonra düzelecek dediği günün gelmesini sabırsızlıkla
beklemiştim. Bu kadar sürmesi normal gelmemişti. Doktoru tekrar tekrar
aramıştım, başka doktorlara aynı soruyu sordurmuştum. Cevap aynıydı. Durumun
psikolojik olabileceğini söylemeye başlamışlardı.
Annesini beklemişti.
Acıktığını söyleyebilmek için, en temel
ihtiyacını dile getirebilmek için annesini bekliyordu.
“Acıktın..?” dedim inanamaz gibi. Başımı eğip
onunla göz göze gelmeye çalıştım. Parmaklarımla çenesini nazikçe tutup yüzünü
kendime doğru çevirdim.
“Hı hı,” gibi bir mırıldanma ile onayladı.
Bakışlarında tatlı bir çekingenlik vardı. Yanakları hafif hafif pembeleşmeye
başlamıştı.
“Ne yemek istersin?” dedim kontrol edemediğim
bir acele ile. Bir an önce öğrenmezsem acıkmaktan vazgeçecek gibi
hissediyordum.
Umay göz ucuyla annesine baktı. Esila müdahale
etmeden, sessizce izliyordu bizi. Sanki… Sanki ne kaçırdığını anlamaya çalışır
gibiydi.
“Pilaf,” dedi Umay bakışları bana geri
dönünce. “Şinan’ın yediği pilaf gibi.”
Bıkmadan usanmadan pirinç pilavı ile beslenen
Sinan’ın yanında vakit geçiren Umay’ın bu cevabına şaşırmamıştım elbette.
On beş dakika kadar sonra yemek masasındaydık.
Umay acıktım demese de sofra çoktan hazır
edilmişti zaten. Banyodan sonra onu ve Esila’yı yemek yemeleri için aşağı
indirecektim. Acıkma kısmı sürpriz olmuştu.
Umay kucağımdaydı. Sırtı göğsüme yaslı şekilde
tek bacağımda oturuyor, kendi bacaklarını dizimin iki yanından sarkıtıyordu.
Bir kolum karnına doğru sarılıyken diğeri önümde duran tabaktan küçük bir kaşık
yardımıyla pirinçleri Umay’ın ağzına taşımakla meşguldü.
Esila da Umay’ın görüş açısında, yıllar önce
oturduğu yer neresi ise tam oradaydı. Sol çaprazımda oturuyordu.
Umay’ın yoğurtla birlikte küçük küçük de olsa
iştahla yuttuğu kaşıkların aksine Esila masada duran kaşık çatalına dahi
dokunmamıştı. Dalgın bir şekilde Umay’ı izliyordu.
Umay doyana dek Esila’nın hiçbir şey yemiyor
olmasına herhangi bir tepki vermemeye karar vermiştim. Masada bize eşlik ediyor
olan ikizler de aynı sessizliği koruyorlardı. Pek bir şey yediklerini
söyleyemezdim ama başlarını tabaklarına indirmişlerdi.
“Şinan?” diye seslenen Umay, tabağına derin
bakışlarını daldırmış olan Sinan’ı bize bakmaya teşvik etmişti.
“Ben de pilaf yedim, göydün mü?”
“Gördüm çiçeğim,” dedi Sinan soluk bir
gülümseme ile. “Afiyet şeker olsun küçük göbeğine.”
Umay elini karnına yaslamaya çalıştı ancak
benim kolum oraya sarılı olduğu için biraz zorlanmıştı. “Göbeyim küçükçük.”
Umay ona uzattığım son kaşığı tutan elime
eliyle tutundu. “Daha yemicem,” dedi başını geriye atıp bana tersten bakarken.
Tabaktaki pilavın yarısını ve yoğurdunun
neredeyse tamamını bitirmişti. Bu, önceki yemek deneyimlerimizle
karşılaştırıldığında rekordu. Üstelemeyecektim.
“Tamam,” dedim başımı sallayıp. “Doyduysan
daha fazlasına gerek yok. İstersen kucağımda kalabilirsin, istemezsen de seni
indirebilirim.”
“Dışayıya bakıcam,” dedi bana bakmayı
bırakmadan. “Ama… Ama ben oyaya gidince heykes buyda duyacak di mi?”
Dışarıya bakacağım demek, Umay dilinde
salondaki pencerenin önünde duran koltuğa sinip etrafı inceleyeceğim demekti.
Bahçeye çıkıp çiçeklere bakacak kadar enerjisi olmadığında ya da bahçeye
çıkamayacağını söylediğimizde bunu yapıyordu.
“Herkes burada olacak,” dedim söz verir gibi.
Saçlarından öptüm. “Sen istediğini yapabilirsin, bizi aradığında herkes evde
olacak.”
Umay beni dinledikten sonra nefeslendi.
Ardından başını düzeltip annesine baktı. “Sayılabiliyiz mi?”
Esila uzanıp Umay’ı kucağımdan aldı, kendi
kucağına yüzü ona dönük şekilde oturttuğunda Umay direkt göğsüne gömülmüştü.
“Buradayım,” dedi Esila kısık bir sesle.
“Yanındayım annecim.” Umay’a onu görmenin yeterli gelmediğini anlamıştı,
sözleriyle de destek vermeye çalışıyordu. “Birlikte bakalım mı dışarıya?
Nereden bakıyorsun, gösterir misin bana?”
Umay başını gömüldüğü yerden kaldırıp ağır
ağır başını salladı. “Biylikte bakalım.”
Esila sandalyesini geri itmek için bir saniye
bile beklemedi. Umay’ı bacakları kendisine sarılı halde kucaklayıp onunla
birlikte bulunduğumuz odadan çıkarken ne bana ne de ikizlere bakışlarını
değdirdi. Öylece uzaklaştı.
“Konuşabildiniz mi?” Esila çıktıktan biraz
sonra konuşan Doğan’a doğru baktım.
“Hayır,” dedim sıkıntıyla iç çekerken. Hiçbir
şey konuştuğumuz yoktu.
“Kimle ve neyle uğraşıyor olduğumuzu bilmemiz
gerekiyor,” dedi Doğan. “Güvenlikleri için.”
Üçümüz de bir şey yiyor değildik ancak bir
süre daha oturduğumuz yerde kalmıştık. Herkes benzer konuyu, farklı açılardan, sessizce
düşünüyordu. İlk ayaklanan ben oldum. Ben kapıya doğru yöneldiğimde onlar da
kalkmışlardı.
Banyoya uğradıktan sonra oyalanmadan salona
geçtiğimde Umay’ı normalde tek başına oturup pencereden dışarıyı izlediği
koltukta, annesinin kucağındayken görmüştüm. Yan bir şekilde Esila’nın
kucağındaydı. Süt içmek üzere olan çok daha küçük bir bebek gibi yatıyordu. Bu
konumda dışarıyı görmesi mümkün değildi. Bir adım daha atıp yüzünü görebilecek
hale geldiğimde gözlerinin kapalı olduğunu fark etmiştim. Uyukluyordu.
Yanağı Esila’nın göğsünde, bedenine annesinin
kolları sarılı şekilde huzurlu bir uykuda görünüyordu.
Esila’yı ürkütmemek için adımlarımı daha da
yavaş atmaya çalıştım ancak hareket ettiğim anda boynunu hızla kapıya doğru
çevirmiş ve beni görmüştü. Hareketliliğe karşı yerinde doğrulur gibi olsa da
yüzümü gördüğünde yeniden arkasına yaslanmıştı.
“Uyudu mu?” diye sordum cevabı görüyor olsam
da.
“Uyudu,” diye mırıldandı.
Koltukta onlardan artakalan boşluğa otururken
nefesimi tutmuştum. Esila’yı sıkıştırıyor muyum, boğuyor muyum diye düşünerek
oturduğum yer konusunda kendimi sorgulamıştım ancak Esila güçlü bir mıknatıstı
ve ben küçük bir demir parçasıydım. Ona doğru çekiliyor olmaya direnmem mümkün
değildi.
Kapıda peş peşe adım sesleri duyulduğunda
içeri giriyor olduklarını bildiğim ikiliyi sessiz olmaları için uyarmak adına
dudaklarımı aralamıştım ancak onlar zaten içeri girip Umay’ı gördükleri anda
ağır çekimde ilerlemeye başlamışlardı.
Oturduğumuz koltuğun çaprazında kalan koltuğa
yan yana yerleştiklerinde ikisi de sessizlerdi. Esila onlara oturdukları sırada
bakmış, sonra tekrar kucağında uyumakta olan Umay’a odaklanmıştı. Bense koluma
değen Umay’ın sarı buklelerini ve Esila’dan sızan sıcaklığı aynı anda
hissettiğim için bir çeşit uyuşturucu maddenin etkisinde gibiydim.
“Ne zaman buldunuz Umay’ı?”
Esila’nın normal bir ses tonuyla sorduğu
sorusunun ardından salondaki sessizlik parçalanmıştı.
“20 Ekim.” dedim sadece.
Esila’nın titrek bir nefes çektiğini duydum. “Dört
gün…” diye soludu.
Hangi dört günden bahsettiğini anlayamadığım
için kaşlarım hafifçe çatılmış bir biçimde ona doğru döndüm. “Dört gün..?”
Esila’nın kahve irisleri nemlenmiş, taşacak
kadar çok dolmuştu. “O günden dört gün önce yanımdan aldı Umay’ı.” dedi kırık
bir sesle. “Öld-… Geri getirmeyeceğini söyledi. Alıp gitti.”
Kim diye soramadan önce gözümün önünde Esila’nın hastanedeyken Umay’ın
öldüğünü zannederek yaşadığı kriz anı belirmişti.
“Bana kızdığı için, benim yüzümden.” dedi
kabullenir gibi.
Az önce yanına otururken ya da ona dünden beri
temas ettiğim diğer anlarda olduğu gibi anlık bir duraksama dahi yaşamadan hızla
yanağını kavrayıp yüzünü kendime doğru çevirdim. “Kim Esila?” dedim bakışlarımı
gözlerine dikip. “Kimden bahsediyorsun bebeğim? Söyle bana.”
Gözlerinden aynı anda birer damla firar edip yanaklarına
doğru döküldü. Bir yanağından inen yaş benim parmağıma bulaşmış, diğeri boynuna
doğru süzülmüştü.
“Yanındayım,” dedim susmadan. “Evimizdeyiz,
artık bitti. Anlat bana. Anlat ki ne yapmam gerektiğini bulabileyim güzelim.”
Başını iki yana salladı hızlıca. Elim de
onunla birlikte savrulmuştu, yanağını kavramayı bırakmamıştım bir an bile. “Hayır,”
dedi telaşla. “Hiçbir şey yapma, yaklaşma. Anlattım polise. Her şeyi anlattım
ama sen gitme.”
Gözlerimi bir an için acıyla kapattım.
İfade verirken beni ve Sinan’ı odadan
çıkartması, bize bir şeyleri anlatacak kadar güvenmediğinden değildi. Onu bunca
zaman koruyamamış olmamız nedeniyle şimdi de koruyamayacak olduğumuzu
düşünmesinden değildi. Yıllarca yaşadığı kâbustan bizi korumaya çalışıyordu.
“Tamam,” dedim hemen. Gözlerindeki yangından
nasıl paniklediğini anlamıştım. “Sakinleş bebeğim, tamam. Gitmiyorum. Buradayım.
Hepimiz buradayız.” Umay’ın sessizce ağlarken yaptığı gibi yorgun bir şekilde
iç çektiğinde direnecek gücüm kalmamıştı.
“Umay burada ikizlerle kalsın, biz biraz konuşalım
yukarıda. Olur mu? Konuştuklarımızın onun aklına işlemesini istemiyorum.” dedim
gözleri bir nebze daha az panikle bana bakıyor hale gelince.
Esila bana birkaç saniye daha baktıktan sonra
bakışlarını yavaşça Sinan ve Doğan’ın oturduğu yere çevirdi. Bakışlarının bir
sonraki durağı ise hiçbirimiz değildik. Umay’a odaklanmıştı.
“Konuşmak istemiyorum,” dedi durgun bir
şekilde.
Ondan bu kadar net bir olumsuz cevap
beklemediğim için dudaklarım refleksle aralansa da sesim çıkmamıştı. Söyleyecek
bir şey bulamamıştım.
“Odaya çıkacağım,” dedi benim sessizliğimin
üstüne kendisi biraz daha konuşup. “Umay uyuyor, ben de uyuyacağım onunla.”
Bu haberle birlikte omuzlarım düşmüştü.
Günlerdir yalnız uyumuyordum. Günlerdir kızım
ile uyuyordum. Umay ile uyumaya ve güne onunla uyanmaya alışmıştım.
“Hangi odaya?” diye sordum yarı yüksek yarı
kısık bir sesle.
“Umay kendi odasında uyumaya alıştıysa, oraya
sığabilirim. Önemli değil.”
Gözlerimi yavaşça kapatıp açtım. “Umay benim yatağımda,
benimle uyuyordu.”
Esila bunu duymayı bekliyor gibi görünmüyordu.
Tıpkı eve girdiğimizde yaşanan banyo konusunda olduğu gibi şaşkınca
duraksamıştı.
Umay, benimle uyumaya başladığı gece, bu
evdeki ikinci gecesinde benimle uyumak için kuzusunu öne sürmüştü.
Kuzum seninle uyuyabilir mi demişti ve evet
dediğimde eklemişti hemen ‘ama ben kuzum
olmazsa uyuyamam’.
“Umay seninle uyumalı, seni çok özledi.” dedim
Esila’ya dikkatle bakarken. Başını salladı hafifçe ve ben de Umay gibi ekledim.
“Ama ben de Umay olmazsa uyuyamam.”
Bir başkası olsaydı ‘uyumazsan uyuma’ deme ihtimali
de açıkça ortada olurdu ancak karşımda Esila vardı.
“Ne yapacağız?” diye sordu gözlerini
kırpıştırırken.
“Dün gece üçümüz aynı odada kaldık,” dedim
hastanedeki geceyi hatırlatıp.
“Tamam,” demekte bir an bile tereddüt
etmemesini beklemiyordum. Evet, çok direteceğini düşünmemiştim ama bu da
fazlaydı. Kaşlarım anlamazlıkla çatıldığında konuşmaya devam etti.
“Uyanırsam ve nerede olduğumu anlayamazsam…
Müdahale edersin. Umay’ı korkutmak istemiyorum.”
Onay verme sebebini duymak beni birden fazla
açıdan yumruk yemişe çevirmişti.
Dudaklarımdan bir şey dökemeden önce Esila
kucağındaki Umay ile birlikte kalktı ve sessizce salondan çıkmak için yürümeye
başladı.
Arkasından bakakalmıştım. Donuk bir halde
öylece kalmıştım.
“Bir şeyler anlatması kolay olmayacak,” diyen
Doğan’dı. “… ve anlaşılan o ki bir sonraki hamlesini tahmin etmek de pek mümkün
değil.” İtiraz bile etmeden salondan çıkışını kastediyordu.
Parmaklarımla alnımı ovuştururken ayaklandım. Sinan’a
doğru baktım. “Duydun mu neden bizi odadan attığını?”
Sinan gergin bir şekilde başını salladı. “Haklı,”
dedi gözünü bile kırpmadan. “İsim verdiği anda ve o ismi nerede bulacağımızı
çözdüğümüz anda ne olacağını biliyor.”
“Polise kimin numarası verdin iletişim için?”
“Hem kendi numaramı hem de Doğan’ın numarasını
yazdım. Bir şey olursa arayacağız deyip durdu, sorularımı cevaplamadı. Kim
bilir ne zaman bir iz bulup arayacaklar?”
“Ateş!” diye birden aklına bir şey gelmiş gibi
konuştu Doğan. “… Bey.” diye ekledi sonra aceleyle.
“Ne oldu?”
“Bize anlatmıyor çünkü öğrenirsek zarar
göreceğimiz şekilde hareket edeceğimizi düşünüyor,” dediğinde başımı salladım
malumu ilam etmesine.
“Evet?”
“O zaman bu konuda şüphe duymayacağı birine
anlatmasını sağlayalım. Kalkıp o kişiyi aramaya çalışacağından şüphelenmeyeceği
biri…”
Başımı omuzuma doğru eğdim. Sırasıyla ikisine
de baktım.
Aynı ismi düşünüyorduk.
Doğan’ın kimi kastederek konuştuğu belliydi ve
o sustuğunda biz de aynı kişiyi düşünmüştük. Bir saniye sonra üçümüz aynı anda
aynı ismi söylediğimizde, bu kesinleşmişti.
~
Kolundan tuttuğum ve tepetakla yere sarkmasına
özen gösterdiğim kuzu ile birlikte odamın kapısından içeri girdiğimde
sessizdim.
Sinan ve Doğan’ın yanından ayrılıp yukarıya
çıkmakta gecikmemiştim. Esila’yı da Umay’ı da yalnız bırakmak istemiyordum. Nefes
aldığım her anı yanlarında geçirmem gerekiyordu. Yanlarında olamadığım zamanı
telafi etmem böyle kolay olamazdı ama şimdilik elimden gelen buydu.
Esila henüz uyumuyordu, odaya girdiğimde
kıpırdayan omuzlarından bunu anlamıştım. Umay ise derin bir uykudaydı. İkisi
Umay’ı yatırdığım taraftaki yastıkta, birbirlerine dönüklerdi. Umay’ın yüzü,
Esila’nın boynuna denk geliyordu.
İçeriye girip kapıyı kapattıktan sonra yatağa
doğru adımladım. Başucumdaki komodinde duran ışık açıktı, Esila açmış
olmalıydı.
Örtüyü kaldırdıktan sonra, kendimden önce
kuzuyu yatağa attım. Umay’ın bacaklarının aşağısında kalan büyük boşlukta
kaybolmuştu. Gece uyanıp kuzusu için mızmızlanırsa bir şekilde bulup yanına
iliştirirdim, hep böyle yapıyordum.
Esila benim hareketlerimi kısık bakışlarla
izliyordu. Kuzuyu bıraktıktan sonra yatağı olabildiğince az sarsarak yerime
geçtiğimde de bakışlarını benden çekmemişti.
Yastığa başımı koymadan önce uzanıp Umay’ın sarı
buklelerine dudaklarımı bastırdım. Öptüğümde üzerinde bir tuşa dokunmuşum gibi
sırtüstü dönmek için hareketlenmişti.
Aramızda düz bir şekilde uzanır hale
geldiğinde anlamlandıramayacağım kadar kısık bir şeyler mırıldandı. Dudaklarını
büzüp bir şeyler anlatmıştı.
Sırtüstü uzandığı için uzanabileceğim hale
gelen karnına avucumu uzattım. Örtünün altından karnını hafifçe sıvazladığımda
mırıldanışları da bitmişti.
“Babası olduğunu biliyor mu?” diyerek beni
beklemediğim anda sözleriyle vuran Esila’ya aniden bakışlarımı çevirdim. Kolumun
üstüne doğru yatarak ona döndüm.
“Fotoğraf…” dedim sessizce. “Ona gösterdiğin fotoğrafı
burada gördü. Fotoğraftaki adamın ben olduğumu söyledim.”
“Umudum yoktu,” dediğinde henüz konuyu
ayrıntılandırmamıştı ama bu kısım bile çenemi sıkmam için yeterliydi. “Tanışabileceğinize
dair umudum bitmişti. Fotoğraftan da olsa babasını görebilsin istemiştim.”
Sertçe yutkundum. Boğuluyor gibiydim.
“Adımla sesleniyor,” dedim güç bela. “Hiç baba
demedi.”
Dudakları kıvrıldı. “Onu babasıyla
tanıştıranın ben olacağımı ve sonra istediği kadar baba diye seslenebileceğini
söylemiştim. Olur da başka biri onu babası olduğuna ikna etmeye çalışırsa diye…
Önlemdi.”
Sessiz kaldım.
Sessiz kaldı.
Sessizliğin üstümüze kalın bir örtü gibi
örtüldüğünü hissettim.
Esila gözlerini kapattı. Bana kalırsa en az
bir saat daha uyuyamamıştı ama gözlerini bir kez olsun açmadı. Umay’ın elini
tutuyordu. Benim elim ise Umay’ın karnından ayrılmamıştı.
Belki on belki yirmi kez uyandığım bölük pörçük
uykuya dalabilmem, dün gece de uyumamış olduğum halde uzun zaman almıştı.
Gözlerim kapanıyor, biraz sonra geri açılıyordu. Esila’yı ve Umay’ı kontrol
edip gözlerimi bir süre sonra tekrar kapatıyordum ama döngü hep aynıydı.
Korkuyordum.
Umay annesinin gitmesinden, Esila yeniden
esarete yenik düşeceğinden korkuyorken ben de yanı başlarında en az onlar kadar
korku doluydum.
Tüm bu yaşananların sebebi her kimse ya da
kimlerse… Bu korkuların bin katı ile karşı karşıya kalmaları için her şeyimi
yere sermeye de hazırdım.
Ben önemli değildim ama ailemin kalan iki
parçasının kalbini ve aklını böyle ağır korkularla meşgul eden kimseye
acımayacaktım.
Bugüne dek hiç olmadığım bir adama dönüşmem de
gerekse, gözümü kırpmayacaktım. Bu gece onların duymadığı ama şahit oldukları
sessiz bir yemin etmiştim.
~~~
Çok güzel bir bölümdü.Eline,emeğine sağlık💓💓
YanıtlaSil