Aykırı Çiçek 69.Bölüm

 69.BÖLÜM



- Feris hamileliğini öğrendikten bir gün sonra

 

Önünde durduğum binaya ilk kez adım attığım gün, Deniz Göktürk olmayı kabullendiğim gündü.

Rüyalarımın ve uzun süren iç hesaplaşmalarımın sonunda kendimi burada, daha doğrusu babamın yanında bulmuştum. Odasına girdiğimde beni görmenin şaşkınlığını atlatamadan ona yepyeni ve daha da büyük bir şaşkınlık hediye etmiştim. Yirmi yılın sonunda Savaş Göktürk kızının baba deyişiyle karşı karşıya kalmıştı.

Bugün yine buradaydım ve bir kez daha ona şaşkınca afallayacağı bir şeyler söylemek üzereydim.

İlk gelişimde amcamla karşılaşmasaydım geçemeyeceğim turnikelerden geçerken, kısaca selamlaştığım güvenliği geride bırakarak asansöre yürüdüm. On sekizinci kata tırmanmasını beklediğim asansör dahi keyfimi kaçıramayacak kadar mutluydum. Sanırım bunda Acar’ın terası ile aşamasam da durulttuğum korkum etkiliydi. Ve belki biraz da aklımın tamamen karnımdaki varlıkta oluşuna kanmıştım.

Asansörün kapıları açılana dek avucumu karnıma yaslı tutmuştum. Dünden beri karnım asla boş kalmamıştı. Uykumda da bunun gerçekleşmediğinden emindim çünkü Acar da en az benim kadar ısrarcıydı karnımı sarma konusunda.

Gözümün önünde dünkü hali belirdiğinde asansör kameralarına yansıyacak delirmiş gülümsememle dudaklarım kıvrıldı. Hastanede doktoru duyduğumuz andan sonrası birkaç dakika içinde geceye bağlanmış gibiydi. Çıktığımızda eve birlikte dönmüştük. Salonda çöktüğümüz koltukta uzunca bir zaman harcamış ve bunun büyük çoğunluğunda sessiz kalmıştık.

Karnıma yaslı elimin üstüne kapattığı eli, benimkinden taşıp oraya temas ederken konuşmasak da birbirimizi dinliyorduk sanki.

Bu sabah işe gitmeyeceği ile ilgili kendi kendine ikna olmuş olsa da önümüzdeki sekiz ay boyunca çalışmaması mümkün değildi. Çalışmayacağı zamanları hamileliğimin sonuna saklamak daha mantıklı görünüyordu. Geç de olsa ajansa göndermeyi başarmıştım.

Evden çıkmadan önce Acar’la paylaştığım, yatmadan önce kendi kendime kurduğum planıma göre bebeğimizin varlığını herkes aynı anda öğrenecekti. Kimsenin alınıp gücenmesini istemiyordum, aslında alınmayacaklarını da biliyordum ama böylesi daha hoş olur diye düşünmüştüm.

Planımın - Yekta abim dışındaki- istisnası ise babalar ve annelerdi.

İlk etap için şirketteydim. Kalanı için ise Acar biraz erken işten çıkacak ve Demet teyzelere geçecektik. Yarın akşam ise ani bir kalabalık aile yemeği sırasında geriye kalanlar öğreneceklerdi.

Asansör durduğunda çıkar çıkmaz babamın odasının olduğu yöne saparak Barış Göktürk radarından kaçtım. Amcama yakalanırsam planım tehlikeye girebilirdi.

Kapının dışındaki masasında oturan Elif’e gülümsedim. “Günaydın Deniz Hanım,”

“Günaydın,” dedim sesim heyecanlı çıkarken. Ona anlamsız geldiğinden emindim ama bozuntuya vermedi. “İçeride Pınar Hanım var, haber vereyim mi yoksa…”

Başımı iki yana salladım. Annemin burada olduğunu biliyordum. Aslında bunu ben istemiştim. Annem sorgulamış ama sonunda beni kırmayıp babamla sabah şirkete gelmişti. Buradan bir yere gideceğimizi zırvalamıştım. İnandığını sanmıyordum ama bana kıyamıyor oluşu işimi kolaylaştırmıştı.

Odaya girdiğimde annemi babamın tepesinde dururken bulunca kıkırdadım. Babam önündeki işlerle uğraşırken annem omuzlarına avuçlarını yaslamış ofluyordu. Acar’ın işe odaklanıp beni delirttiği anlara ışınlanmama sebep olan hallerinden beni gördüklerinde sıyrıldılar.

“Deniz,” diyerek bana doğru adımlayan anneme sarıldım. “Hiç gelmeyeceksin sandım bebeğim, sıkıntıdan boğuldum burada.”

“Ben de seninle vakit geçirmeyi çok seviyorum hayatım, çok incesin.” Babamın homurdanması gülüşümü büyütürken annem benden ayrıldı. Yine de elimi tutuyordu.

“Benimle ilgilenmedin ki hiç, iğnelemeye hakkın yok.”

Annemin elini bırakmadan babamın masasının karşısındaki duvara yaslı geniş ikili koltuğa ilerledim. Yan yana oturduğumuzda solumda bıraktığım boşluğa vurdum elimle. “Baba sen de gelir misin?”

“Sen çağırırsan her yere gelirim ben meleğim.” Şımarık şımarık gülüp annemi omuzumla ittirdim. Bu sırada babam çoktan gelip yanıma yerleşmişti. “Kıskanmıyorsunuz umarım Pınar Hanım.” dediğimde annem gözlerini kıstı. “Al senin olsun ya, ben kimim ki zaten.”

Sırtımı babama doğru yaslayıp üzerine yükümü bıraktığımda babam bunu yapmama artık çokça alıştığından direkt bedenimi dengeleyebildi. Yanımda oturanların üstüne devrilmek gibi bir huy edinmiştim. Bu kişilerin en konforlularından biri kesinlikle Savaş Göktürk’tü.

“Bizi buraya birbirimize düşürmek için mi topladın Deniz?” diye sorduğunda babamı başımı iki yana sallayarak yanıtladım. Başımın arkası omuzuna yaslı olduğundan onu göremiyordum, annemle ise karşı karşıyaydım. İkisinin arasında sıkışmışken keyfim yerindeydi.

“Küçük bir haberim var size, birlikte öğrenin diye böyle bir plan yaptım.” Öylesine basit bir şeymiş gibi söylemiştim bunu. Annem merakla beni çekiştirdi. “Ne haberi annem?”

Yüz ifadesini görmezsem çok şey kaçıracağımı bildiğimden babamın omuzundan kalkıp ikisini de görebileceğim şekilde koltukta geriye yaslandım.

İkisinin ellerini iki ayrı elimle tuttuktan sonra derin bir nefes alıp bir anda karnıma yasladım. “Hamileymişim ben,” dedim sesim pürüzlenirken. “Anne olacağım.”

Annem tiz bir çığlık çıkan dudaklarını karnımda olmayan eliyle örterken gözleri iri iri açılmıştı. Kahve irislerinden bir anda yaşlar dökülmeye başlarken onların ne zaman birikip yağmaya başladıklarını takip edememiştim.

Onu ağlarken gördüğüm anda kopan direnç iplerim beni de yanaklarımı ıslatmaya ittiğinde iç çekerek babama baktım. Tepki vermemiş olmasına gözlerimi kırpıştırarak yüzüne bakakalmıştım. “Baba,” dedim kısık bir sesle. Karnımdaki elinin olduğu yerde sıkılaştığını hissettim.

“Kaç mucize daha sunacaksın sen bana?” diye sorduğunda yaşlarım hızlandı. “Gelin buraya,” deyişiyle birlikte aynı anda annemi ve beni kollarının arasına aldığında yüzümü boynuna yasladım. Kokusunu daha derinden almak ve bir yandan da akmaya başlayan burnumu rahatlatmak için sertçe burun çektiğimde annemin kıkırdadığını duydum.

“Sümüklü bir anne mi olacaksın sen?” Babam şakaya vuruyor olsa da sesi o kadar ince bir ipin üzerindeydi ki birkaç saniye sonra bize eşlik edip ağlayacakmış gibi duygu dolmuştu.

Bedenimi kaplayan paniğin ne zaman boğazıma kadar tırmandığını bilemeden bir anda geri çekildim. Annem sarsılsa da beni tutuyordu hâlâ, babamın eli de karnımdaydı.

“Anne!” dedim ona yardım dilenerek dönerken. “Ben nasıl anne olacağım? Ben anneliği öğrenemeyecek kadar çok annesiz kaldım, iyi bir anne olamayacağım.”

Annemin o ana kadar akan yaşları sevinçtendi belki ama cümlem sonlandıktan sonra inen damlaların acısını akıttığını biliyordum. Onu yakmak istememiştim, sadece dün kapıldığım büyüden bir anda onların yanında sıyrılmış ve anne-baba kavramlarına ne kadar uzak büyüdüğümü anımsamıştım.

Acar baba olmayı babasından bu kadar yıl boyunca öğrenebilmiş olmalıydı. Bense anneme kavuşalı bir buçuk yılı bile dolduramamıştım. İçimde bekleyen çocukluğum anne dendiğinde Reyhan Levendoğlu’nun bencilliğinden başka bir şey hatırlamıyordu.

Annem yanaklarıma avuçlarını yaslayıp bedenimi kendisine doğru çevirdi. Babamın göğsünü sırtımda hissediyordum. Güçsüz kaldığımı anlamış, gücünü benimle hiç gocunmadan paylaşıyor gibiydi.

“Sen tanıdığım en iyi anne olacaksın Deniz,” dediğinde itiraz etmek isteyerek başımı iki yana sallamaya çalıştım. “Şş, dinle beni biraz annecim. Anne olmayı herkesten çok sen biliyorsun bebeğim, bir çocuğun annesine nasıl ihtiyaç duyduğunu çok iyi biliyorsun.” Sesinin titreyişi bedenimde yankı bulup beni sarsmıştı.

“Çok şanslı bir bebek getireceksin dünyaya, eminim büyüdükçe sana hayran kalacak bir bebeğin olacak Deniz. Biliyorum bunu söylememizi sevmiyorsun hiç ama sen çok güçlü bir kadınsın, ömrünün her anında benim dokunuşum seninle olsa bugün ne halde olurduk bilmiyorum ama ben şimdiki senle gurur duyuyorum güzel kızım.”

Gözlerimi sıkıca kapatırken küçük bir çocukmuş gibi annemin göğsüne yaslandım. Geriye doğru gidip koltuktan destek alırken hiç duraksamadan kollarıyla beni sıkıca sardı. Bedenlerimizin boyut olarak birbirinden farkı yoktu ama beni kollarına aldığında zihnim bulanıp ruhumu küçültüyor, ondan ayrıldığım yaşlardaymışım gibi hissediyordum.

Babamın saçlarıma bıraktığı sayısız öpücük ve sırtımda duran annemin kollarına karışan elleriyle iç çeke çeke bir süre annemin koynunu nemlendirdim.

Uzun zamandır böylesine bir duygu boşalması yaşamamıştım. Yorgundum ama bir yandan da yenilenmiş gibiydim.

Annemin az önce anlattıklarını aklımdan tekrarlamayı bırakmadan gözlerimi açmayıp anne kokusu soludum.

Anne olmayı öğrenememiştim ama nasıl anne olunmayacağına ezberim tamdı. Zar zor kapanan, kabukları henüz düşmemiş ve belki de hiç düşmeyecek yaralarımın çoğu da bu ezberin kaynağıyla aynı yerdendi.

Annemin söylediği gibi ‘en iyi anne’ ben olmayacaktım belki ama annesi olduğum çocuk bendeki yaralardan hiçbirine ömrü boyunca sahip olmayacaktı. Buna izin vermezdim.

 

~

 

- Günümüz

 

“Acarcım?”

“Söyle Feris.” dediğini duyduğumda kollarımı karnım izin verdiğinde göğsümde birleştirdim.

“Feris ne Acar? Ben iş arkadaşın mıyım senin?”

Gözündeki güneş gözlüklerini çıkartıp göz göz gelmemizi sağladığında kendi gözümdekilerden çoktan kurtulduğum için gerçekten yeşillerim onun kahvelerine çarpmıştı. “Az önceki seslenişin eğer yanılmıyorsam on altıncıydı güzelim. Biraz yorulmaya hakkım var sanmıştım ama yokmuş. Söyle bebeğim?”

“Çok sıcak burası,” dedim bunaltımı sesime de yansıtmışken.

Mayıs ayı bu kadar sıcak oluyor muydu yoksa ben hamileliğimle birlikte sıcağa tahammülümün yaklaşık yarısını kayıp mı etmiştim bilmiyordum.

“Bunu baştan dördüncü seslenişinde de dile getirmiştin zümrüt göz, önerimi tekrarlayayım istersen. İçeri girelim o zaman.”

Yeterince rahatsız hissettiren şezlongda put gibi yatıyordum. Karnım sırtüstü yatmak dışındaki eylemlere izin vermeyecek kadar büyüktü. Yedinci aya girmiştim ve kızlarımız sanırım yirmişer kilo doğmayı planlıyorlardı.

Sonraki ay doğurma ihtimalim ve muhtemelen ters dönmüş kaplumbağa gibi hiç hareket edecek halimin olmayacak oluşu nedeniyle aslında birkaç ay sonra daha mantıklı olabilecek tatili bu aya çekmiştik. Acar yorulacağımı düşünse de ikna etmiştim bir şekilde.

Hayalimde insanlarında bulunduğu normal bir konumda olmak varken, Acar ne deniz ne de karma havuz riski alamayacağımızı itiraz istemeyen bir biçimde dile getirip bu evi kiralamıştı. Evin kendine ait geniş bir bahçesi ve küçük de olsa havuzu vardı.

Burada geçirdiğimiz ikinci gündeydik. İlk gün İstanbul’dan Antalya’ya gelişim -uçak izni çıkmayınca arabaya tıkıldığımdan- saatlerce uyuyacak kadar yorulmama sebep olmuştu. Yani bir nevi tatilin ilk günü bugündü.

“Ama eve girmek istemiyorum. Tatildeyiz.” derken düştüğüm ikilem de en az sıcak kadar darlatmıştı beni.

“Kremlerin yeterince emilmiştir, havuza girelim. Serinlersin biraz olur mu?” Sıkılmadan bana çözüm üretmesi hamile psikolojim için yeterli bir hüzün sebebiydi. Dudaklarımı büküp kollarımı açtım. “Gel bi’.”

Gülerek ayaklandı. Uzandığım yerden kıpırdamama gerek kalmadan bana doğru eğildiğinde kollarımı boynuna doladım. Ağırlığını üzerime asla vermese de karnım kocaman bir şişkinlikten ibaret olduğundan ona yaslanmıştı direkt.

Sabahtan beri hareketsiz olan kızlarımın yerlerinde kıvranmaya başlayışı da böylece gerçekleşmişti. Yolun yorgunluğunu benden daha uzun sürede atmış olsalar da babaları yakınımızdayken sensörlüymüş gibi kıpırdanmaktan geri durmuyorlardı.

Acar diz çökerek üzerimdeki bikini sayesinde tamamen açıkta olan karnıma dudaklarını bastırdı. Dokunduğu yere yediğim darbeyle kıkırdadım. Bakışları beni buldu. “Yediğin tekmelerin seni bu kadar eğlendiriyor olması inanılmaz.”

“Tekme atmıyorlar,” dedim elimi uzatıp yanağını kavrarken. “Babalarına dokunmak istiyorlar sadece, senden başka herhangi bir şeye bu kadar tepki vermiyorlar.”

Acar’ın güneşte rengi açılmış gözlerinde beliren parlamayı izlerken karnıma birkaç öpücük ve devamında birkaç vuruş daha almıştım. “İki ay kaldı,” derken benimle değil kızlarıyla konuştuğunu bildiğimden sessizce durdum. “Ben de sizin kadar sabırsızım ama annenizi tekmelemiyorum değil mi prenseslerim?”

Kendimi tutamayıp kahkaha atarken parmaklarımı Acar’ın saçlarından geçirdim. “Tekmeleseydin bir de hayatım?”

“Dalga geçilmez kocayla, kalk bakalım.” Karnıma son kez dudaklarını yasladıktan sonra ayaklanıp ellerini bana uzattı. İki eline tutunduğumda kalkmama yetecek kadar güç vererek beni -aslında bizi- doğrultmuştu.

“Yüzünce yorulur muyum?” diye sordum Acar beni havuza doğru yürütürken. “Yüzdüğünde öğreneceğiz. Biraz daha mızmızlanırsan da yarın eve dönüyoruz Feris. Tatil tatil diye beni ısrara boğup burada zorla gelmiş gibi davranamazsın.”

Çıplak göğsüne vurdum. “Yine Feris dedin, kızlarına her seferinde prenseslerin olduğunu hatırlatmayı unutmuyorsun ama.”

“Bebeğim adını söylemeyi seviyorum. Adının bana özel olduğunu biliyorsun.” Omuz silktim. “Bir de Rüya’ya özel.”

Belimi okşayarak beni kendine çekti. “Bir de Rüya’ya, evet.”

Yanağımı göğsüne yasladım. Karnımın aramızda yarattığı engele rağmen bunu başarabilmek için yan dönmem gerekmişti. Eminim ikizler babalarına sırnaşamayışımı keyifle takip ediyorlardı içeriden.

“Acarcım?” dediğimde gülerken titreyen bedeni beni de sarsmıştı. “On yedinci kez efendim zümrüt göz.”

“Ben biraz ağır olduğum için batar mıyım acaba havuzda?”

Kulaklarıma ve yandaki evde yaşayanlara da ulaşan kahkahasıyla beni sıkıca tuttu.

Dudaklarım aşağıya doğru ivme kazanırken iç çektim. “Şişmeme mi gülüyorsun?”

Başımın tepesine dudaklarını bastırdı. “Şişmedin, tapılası bedeninde bebeklerimizi taşıyorsun minik anne. Şişsen de umurumda olmaz, yine buna takılıp için içini yemesin olur mu?”

Geçen ay bolca tekrarlanan ‘şişip patlayacağım’ krizlerime tüm aile şahit olsa da en çok yükü tabii ki Acar sırtlanmıştı. Evde durmadan aynada kendimi inceleyip önce bebeklerimle konuşup şefkat doluyor ve ardından onları unutup bedenimdeki büyük değişimi görünce sızlanıyordum.

“Olur,” dedim mırıl mırıl.

“Şimdi seni yavaşça oturtmama izin ver, havuza girip seni alacağım.”

Söylediği şekilde oturmam, bacaklarımın bir kısmının havuzda olmasıyla sonuçlanırken havanın sıcaklığına rağmen serin sayılabilecek havuz ilk önce ürpermeme yol açmıştı. Birkaç saniye alışmama yeterken Acar suya girip bana yaklaştı.

Bacaklarımın arasında kaldığında ona tepeden bakıyorken parmaklarımla alnına düşen saçlarını geriye ittim. “Bu kadarı bana yetti, bence sadece bacaklarım havuzda kalsa olur.”

Yüzü karnıma denk geliyordu. Başını geriye doğru atarak bana baktığında beni onaylamayacağını ifadesinden anlamak mümkündü.

“Hamilelik seni uyuşuk birine çevirdi. Yüzmenin iyi geleceğini biliyorsun, doktorunla konuştuk.”

Kaşlarımı çattım hemen. “Karnına iki bebek koysak sen neye çevrilirdin acaba?”

“Hiçbir zaman bilemeyeceğiz.” derken sırıtıp üst bacağıma yüzünü yasladı. Suya soktuğum alt bacağımın aksine orası kuruydu. Acar’ın dudaklarıyla nemlenen kısım karıncalandığında saçlarını çekiştirerek kafasını kaldırmasını sağladım.

“Öpme beni!” diye yakınışım birkaç ay öncesine kadar ona söyleyeceğim son on şeyden biriyken özellikle son haftalarda sıkça tekrarladığım bir sitem haline gelmişti.

Hormonları hamile olmadan önce yeterince tavan yapmış bir kadındım. Üstüne eklenen hamileliğim ile birlikte meyve ve tatlı aşerdiğim kadar Acar’ı da aşerir hale gelmiştim. İkiz hamileliklerinin bir çoğunda olduğu gibi doğum öncesi yaşanabilecek istenmeyen durum riskim yüksekti. Aylar ilerledikçe de artıyordu. Bu, son üç aydır hiç olmadığım kadar Acarsız kaldığım anlamına geliyordu.

Beni dinlemeyip bu kez bacağımın daha içte kalan bir kısmını öptüğünde bacaklarımla bedenini itmeyi denemiştim. Onu bacaklarımla sıkıştırmamdan başka bir şeye yaramayan hamlem benim aleyhime sonuçlanınca ofladım.

“Çekil, yüzeceğim ben.”

Şifreyi duymuş gibi önümden çekildiğinde kaşlarım havalandı. Az önceki ısrarcı öpücüklerin pes edip havuza kaçmam için bir düzenek olduğunu anlamıştım böylece. “Çok ayıp gerçekten,” dedim kafamı iki yana sallarken. “Hamile karını kandıracak kadar kötü bir adam mı oldun sen?”

Belimden destekleyerek suyun içine girebilmem için rahat bir alan yarattı. Suya indiğimde ayaklarım yere belli belirsiz değiyordu. Benim aksime Acar uzun boyunun avantajıyla ayakta sapasağlam duruyordu.

“Hamile karım saftirik olmasaymış o zaman.” dediğinde alnımla çenesini ittim. “Bu kelimeyi sana kazandırdığım için çok pişmanım.”

Güldü. Geçirdiğimiz, çok yakında ikiye tamamlanacak olan, yılların gittikçe onu daha da çok gülen bir adama dönüştürmesine hayrandım. Dudaklarına dudaklarımı bastırmak için gülüşünün kaybolmaması telaşıyla hızlıydım.

Alt dudağını sertçe emdiğimde kısık bir homurtuyla öpücüğü derinleştirdi. Belimdeki eliyle orayı canımı yakmadan sıkıp başını yana eğerek onu daha rahat öpebilmem için hareket etti. Ciğerlerimin nefeslenebilmek için onun soluklarından başka kaynağı yokmuşçasına iştahla öptüğüm dudaklarından birkaç saniyeliğine çekildim.

Dudağımı ısırarak ona alttan alttan baktığımda gözlerini kapatıp açtı yavaşça. “Söyle güzelim.”

“Biz öpüştük ya hani,” dedim suda kıpırdanırken. “Benim aklıma bir şey geldi, sonra aklıma o şey gelince de kızlarımız biraz heyecanlandı.”

“Neye heyecanlanmış benim karım ve kızlarım?”

Dudaklarımı yaladım. “Çilek,” dedim ağzım sulanırken. “Çilek istiyoruz.”

Şaşırmış gibi baktı. “Nereden aklınıza geldi, hiç sevmezsin sen aslında.”

Dalga geçtiği için küsebilirdim ama küsersem çileklerimi almak için başka birini bulmam vakit alırdı.

“Senin evinde, çileklerimi yerken öpüştüğümüz anı hatırlayınca canım çekti.” dediğimde sırıttı. “Buna benzer tek bir anımız yok, hangisini hatırladın acaba?”

Gözlerimi kıstım. “İlk olan, Acar. İlk olan.”

Beni itti biraz. “Acar derken? Ben Feris dediğimde deliren biri için fazla iddialı.”

“Ben hamileyim,” dedim yüzüp biraz uzağına kaçarken. “İstediğimi söyleyebilirim.”

“İki ay sonra hamileyim ben kartını kullanamayacaksın biliyorsun değil mi? Gününün yarısı kendini böyle zeytinyağı gibi üste çıkartmakla geçiyor.”

Hem Acar’ı hem arkadaşlarımı hem de ailelerimizi aylardır hamileliğimi kullanarak kendi dünyamdaki oyuncak bebeklermiş gibi kullanıyordum. Bunun bir sonu yokmuş gibiydi ama az önce Acar’ın hatırlattığı gerçekle yüz yüze gelmiştim.

Yüzüp gittiğim diğer uçta mermer zemine tutundum. Gözlerimi peş peşe kırpıştırırken dudaklarım büzüldü. “Ben en fazla iki ay sonra hamile olmayacağım artık.” diye tekrarlarken son üç kelime zar zor çıkmıştı.

Acar’ın kısık bir küfür eşliğinde bana yüzüşünü izledim ıslak bakışlarımla. Yanıma geldiğinde çenemi parmakları arasına aldı. “Şaka yaptım yavrum, sen hamile olmasan da biz senin daimi kölelerin oluruz. Olmayanları ben yola getiririm, doldurma yeşillerini.”

Burnumu çektim. “Söz mü?”

“Söz zümrüt göz, söz.”

“Baba Acar sözü mü peki?”

Acar’ı hamileliğim boyunca izin vermediği çoğu şeye ikna edebilmek için kullanmaya başladığım ve bir süre sonra aramızda resmi bir anlam kazanan baba Acar sözü bayağı kuvvetliydi. Acar için fazlasıyla yeni ve adapte olması zor bir süreç olmasına rağmen baba oluşuna verdiği değeri günbegün izliyordum. Bu da söz verdirirken işime yarayan bir teminat oluyordu.

Yanağımı parmaklarıyla sıkıştırıp makas alırken onayladı. “Evet, baba Acar sözü.”

Zayıfken de şişi inmeyen yanaklarım, artık devasalaştıkları için etrafımdakilerin kavramaları kolaylaşmıştı. Aile geleneği haline gelen yanak sıkıştırmalarından köşe bucak kaçıyordum genellikle.

Darlanarak elini iterken konuyu kendi istediğim yere döndürdüm. “Çileklerimizi ne zaman alacağını soruyor prenseslerin. Acele edersen memnun kalırlarmış.”

“Kızlarımızı Çilek 1 ve Çilek 2 olarak isimlendirmek isteme olasılığının yüksek olması beni ürkütüyor biliyor musun?”

“Çilek Su ve Çilek Naz olabilir belki, 1 ve 2 ne Acarcım? Padişah mı doğuruyorum ben?”

Yüzü buruştu. “Çilek getirmem karşılığında bu isimleri unutacaksın, değil mi?”

“Biraz daha oyalanırsan Karpuz ve Kavun olacak isimleri hayatım. Şansını zorlama bence.”

Beni havuzdan çıkarttıktan sonra eve girmemi ve duşa girmemi zorla beklemişti. Kimse yokken duş almam konusunda herhangi bir konuda olduğundan çok daha katıydı. Düşme riskim onu çıldırtıyordu.

Çileklere hızlı kavuşmak için olabildiğince hızlı yıkanıp çıktığımda ben kurulanırken artık ısrarıma dayanamayıp çıkmıştı evden.

Üzerime karnıma rağmen bana bol gelmeyi başarabilen uçuş uçuş lila bir elbise giyip salona geçtim. Telefonumu bulduğumda yumuşaklığını beğendiğim ikili koltuğa yavaşça -ve bolca destekle- yerleştim. Temel insan yetilerini gitgide kaybediyor gibiydim ve zaman zaman sinirden kendimi yırtasım geliyordu.

Bir süre yerimden kıpırdamadan sıcağın yorgunluğunu atmayı ve serin salonun tadını çıkarmayı bekledim. dakikalar sonra telefonuma bakacak enerjiye sahip olunca koltuğa bıraktığım telefonu aldım.

Ekrandaki bildirimi gördüğümde cevapsız aramaya direkt dönmek yerine görüntülü arama kısmına dokundum. Telefon yanıtlanana dek kendimi inceleyerek vakit geçirmiştim.

Kendimi gördüğüm geniş kısımda annem belirdiğinde gülümsedim. “Nasılsın bebeğim?”

“İyiyim annecim, sıcak beklediğimden daha daraltıcı ama çok güzel burası.”

Sesimin karşı tarafa ulaşmasıyla bir anda ekranda annem dışında iki ayrı yüz daha görmeye başladım. Bugünün Pazar olduğunu hatırlamamı sağlamışlardı. Saat henüz altı olmamışken babamı ve abimi evde görmem ancak böyle mümkündü çünkü.

“Denizkızım, küçük denizkızlarım nerede?” Halimi hatrımı sormaya gerek duymadan kızlarımın peşine düşen abime kaşlarımı çattım. “Dışarı çıktılar abi, gezeceklermiş biraz.”

Annemin kıkırtısını duymuş ve babamın gülmemeye çalışırken kastığı yüzünü görmüştüm.

Abim saf saf suratıma bakarken dayanamayıp güldüm ben de. Telefonu karnıma çevirmek yerine kamerayı döndürüp arka kameraya geçtim. Kocaman tepeyi görmemeleri imkânsızdı böylece.

“Buradalar denizkızların, henüz benden ayrılmayı başaramıyorlar.”

Kamerayı yeniden kendime çevirdim. “Ben de buradayım işte, iyiyim sorduğun için de teşekkürler abi.”

Babam telefonu annemin elinden aldığında ona daha yakındı ekran artık. “Sen bu patavatsızı boş ver can suyum. Öğlen güneşinde kalmıyorsun değil mi?”

“Sence baba?” dedim başımı yana eğerken. “Acar’ın buna göz yumacağına inanıyor musun gerçekten?”

“Hamilelik seni biraz ikna gücü yüksek biri yaptı ya hani meleğim, Acar’ı kandırmış olabilir misin acaba diye sormak istedim.”

“Manipüle edici demek istedin galiba baba, ikna gücüyle tanımlanamayacak kadar yüce bir şey çünkü.”

Abimi duyduğumda yüzüm düştü. “Ben manipülatif bir deli miyim?”

Beni gördüğünde alaycı tavrından hızla sıyrılan abimi duydum tekrar. “Abisinin güzeli, şaka yapıyorum. Yemin ederim şaka yaptım, kurban olurum sana düşürme yüzünü.”

“Ailemizde tek deli var, o da abin babacım. Sen kendini üzme sakın, yakında tedavi ettireceğiz onu tamam mı?”

“Savaş!” diyen annem araya girdi. Abimi savunacağını sanarak beklerken kurduğu cümleyle kıkırdamıştım. “Tedavi falan yok, karşılayamayız o kadar ağır masrafı.”

Abimin ‘yazıklar olsun’ der gibi ikisini süzmesinin ardından telefonu babamdan alışıyla artık sadece onu görebiliyordum. Evin içinde yürümeye başladı. “Deli olduğum için kızınızı kaçırıyorum, oturun kendi kendinize beni neyin delirttiğini düşünün yılın ebeveynleri.”

Abimle çıktığım gezinti onun odasında sonlandı. “Küstün mü onlara?” diye sordum.

“Sen bana küstün mü? Vereceğin cevaba göre ya evet deyip kendimi acındıracağım ya da hayır diyeceğim.”

Açık sözlülükte sınır tanımamasına güldüm. “Küsmedim.”

“Ben de.” dedi keyifle yatak başlığına yaslanırken. “Kocan nerede kızım senin? Beş dakikadan fazla süredir yanında belirip sinirimi hoplatmadı, kıyamet mi kopuyor ne oluyor?”

“Denizkızların çilek istedi de biraz,” dedim ağzım anar anmaz sulanırken.

“Küçük olanları bu işe alet ediyormuşsun gibi geldi ama günlük hamile Deniz’i küstürme risk kotamı doldurdum. Susuyorum.”

“İyi yapıyorsun,” dedim. “Ayrıca neden kimse bebeklerimin çilek isteyebileceğine inanmıyor. Sonuçta annelerine çekmiş olabilirler.”

“Daha doğmadan?” diye sordu şaşkınca.

Haklısın abisinin güzeli de sadece, abi.”

Büyük bir kahkaha attı. “Bak sen, hem haklısın diyeceğim hem de abisinin güzeli… Öyle mi?”

“İkisini de çok iyi taşıyorum bence,” dedim şımararak. Abimi ikna etmek için saniyelik olsa da kamerayı değiştirip karnımı göstermiştim bu sırada.

“Dayısının güzelleri,” dediğinde cırladım. “Abi!”

Sırıttı. “E karnını gösterdin bana ama.”

“Dayı tartışmalarında artık senin tarafını tutmayacağım.”

Yüzü buruştu. “Zaten tutmuyordun.”

Mantıklı bir geri dönüş olduğu için bir an sustum. Kapı sesi duyduğumda onu aratmayacak bir şekilde sırıttım ben de. Yaman abime karşı en büyük kozum gelmişti. “Aa,” dedim. “Kocam geldi abi, kapatıyorum ben.”

Pat diye aramayı sonlandırdığımda kıkırdadım. Bu sırada Acar içeri girmiş ve benim boşluğa bakıp güldüğümü görmüştü. Aramadan haberi olmadığı için akıl sağlığımdan şüpheli görünüyordu.

“Güzelim?” diye seslendi. “İyi misin sen neye gülüyorsun öyle içten?”

Yanımdaki boşluğa pat pat vurup gelmesini işaret ettiğimde durumu kısaca özetlemeye başladım. Aksi takdirde babamın abime uygulamak istediği tedaviyi kocam bana uygulamak isteyecekti.

 

~

 

Zaman zaman havuzla, çoğunlukla da sızıp kaldığım için uykuyla geçen tatilimizin planlanan süresi son bulmuştu. İstanbul’a dönmeden önce bu kadar yakına gelmişken dedemi görmeden gitmek istemediğimden şu anda Muğla sınırına yaklaşmış haldeydik.

“Biraz uyu istersen, bir saat kadar daha var yolumuz. Dinlen, oraya gidince hemen uyumak istemeyeceksin biliyorum.”

Onaylamak istemesem de kendimle savaşmama gerek yoktu. Uykuya direnemiyordum. Yanağımı ona dönük olacağım şekilde araç koltuğuna yasladım.

Ne olduysa da o andan sonra oldu.

Gözlerimi uykudan aralamama yol açan güçlü bir sarsıntı ve üzerimde hissettiğim ağırlıktı. Kulağıma dolan sesleri ayırt edemezken, bilincim uykudan tam kopamadan bambaşka bir karanlığa gömüldü.

Düzenli ritimde ötüp duran rahatsız edici bir sesi algılamaya başladığımda az önceki yoğun karmaşadan itibaren ne kadar zaman geçtiğini çözemeyecek kadar bulanıktı her şey.

“Şş, kıpırdama balım. Güvendesin.”

Birinin kulağıma çok yakın bir yerde konuşmasıyla farkında bile olmadığım hareketlerim yavaşladı. Gözlerimin tutkallanmış gibi açılmaya direnmesini umursamadan denemeyi sürdürdüm. En sonunda başarmıştım.

Alışkın olmadığım kadar aydınlık bir beyaza aralanan gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak neden bulanık olduğunu anlayamadığım görüşümü düzeltmeye çalıştım.

Sol tarafımda bekleyen bedene dönmeden önce bir hastane odasında olduğumu anlayacak kadar çok ayrıntı görmüştüm. O bedenin üzerindeki doktor önlüğüyle bekleyen dayım oluşu ise son ve en güçlü kanıttı.

Aklımı zorlayarak neden burada olduğumu bulmak için çabaladım. Başımı ağrıtacak kadar zor olmasını beklemediğim bu çabam dayım tarafından fark edildiğinde elimi tuttu hemen. “İyisin balım, iyisin dayıcım. Bebeklerin de çok iyi sen de çok iyisin.”

Bir aptal gibi hamile olduğumu o söylemeden hatırlayamadığım için panikleyerek onun tutmadığı elimi karnıma uzattım. Şişkin karnıma avucumu yasladım.

“Dayı,” demeyi denedim. Sesim saatlerce bağırmışım gibi kısıktı. “Neden hastanedeyim?” diye sordum beni anlamasını umarak sesime aldırmadan. Aklım buraya gelişimden öncesini bana bir türlü sunmuyordu.

Yüzündeki değişimi görmemem mümkün değildi. “Kötü bir şey yok,” dedi. “Küçük bir kaza atlattınız.”

Çoğulluğun bebeklerim ve beni kapsadığını sanarak geçirdiğim ve onlar benimle olduğu için rahatladığım birkaç saniyenin sonunda gözlerimi sıkıca kapatmama sebep olan keskin bir ağrı başıma saplandı.

‘Biraz uyu istersen’ diyen Acar’ı duydum gözlerim kapalıyken. Arabadaydık. Hareket eden araçta ona dönüp gözlerimi yumdum. Sonra…

Sonrasına ait birkaç parça anıya kavuştuğumda birleşen detaylar boğuluyormuş gibi hissederek gözlerimi hızla açmama sebep oldu. “Acar!” diye soludum. Az önce sesi çıkmayan ben değilmişim gibi acıyla ve yüksekçe inlemiştim adını. “Acar nerede?”

Dayımın yüzünde bir saniyeliğine de olsa beliren telaş eşiğinde olduğum krizi kuvvetlendirdi. “İyi, Acar iyi Deniz. Sakin ol balım, sakinleş bebeklerin için tamam mı?”

“Sus,” dedim başımı iki yana sallayıp. “İyi olsa yanımda beklerdi, burada olurdu bizi bırakmazdı. Yalan söyleme!”

Kalkmaya çalıştım. Burada olmasam dahi kaldıramadığım bedenimi kaldırmaya çalıştım ama dünden bin kat ağırdım sanki. Dayım omuzlarımdan yavaşça tutup beni sabitledi. Gücüne karşı direnemediğim için öfke doluydum. Öfkem her yanıma dağıldığında dudaklarım aralandı. Sesimin ne kadar yüksek çıktığını ya da dilimden neler döküldüğünü düşünmeden bağırdım.

Canım çok yanıyordu. Uyandığım ilk anda hissedemediğim o korkunç siyah bulut etrafımı sarmıştı. Acar’ın iyi olup olmadığını bilemeyişimle güçlenen, ikinci ihtimalin fazla oluşuna inanmamla beni delirtecek düzeye gelen acımı kusmak için çok bağırdım.

Odanın kapısı aralandı. İçeriye tanımadığım yüzlere sahip doktor ya da hemşireler girip doluşmuştu. Bir şeyler konuşuyorlardı, tek kelimesini bile duyamıyordum. Kendi sesim de kulağıma uğultu olarak geliyordu. Oysa uğultudan çok daha fazlasına sebep olduğumdan emindim.

Dayımın bileğine tutundum. Kuvvetli olduğunu sandığım tutuş gerçekten öyle miydi yoksa tükenen gücümle ona yalnızca hafif temas mı edebiliyordum, bundan bihaberdim.

“Deniz!” diye yükselttiği sesi bana ulaşabildiğinde yutkunmaya çalıştım. “Sana sakinleştirici veremiyorum, bebeklerinin sağlığı için yapamam bunu. Yeterince ağrı kesici aldın şu ana dek.” Söyleyeceklerinin sonunda Acar ile ilgili bir şeyler duyabileceğimi sanarak biraz bekledim. “Sen kendini kontrol etmek zorundasın. Lütfen dur, kasma kendini birtanem.”

Boşuna beklediğimi anladığımda boğuk bir hıçkırık fırladı boğazımdan. Söylemiyordu hiçbir şey. İyi olsa böyle yapmazdı. Kötüydü işte.

Karnımdan ayırmadığım elimi daha sıkı bastırdım. Acar’ı hissettiklerinde olduğu gibi kıpırdamadılar. Babaları için benim gibi korkmuşlar mıydı?

“Nihan bırak, gelsinler. Ben işe yaramıyorum, onlar denesin.”

Dayımın kiminle konuştuğunu bilmiyordum. İçerideki tanımadığım kişilerden birine seslenmişti belli ki. Birkaç saniye geçmeden yanaklarımda iri eller hissettiğimde kızlarıma dokunurken kapattığım gözlerimi hızla araladım.

Acar mı gelmişti?

Gözlerimi açtığımda karşımda bulduğum kişi Acar değildi. Bu, bir an için sıyrıldığım karanlığı geri getirip düştüğüm umut boşluğundan beni çıkarttı.

“Deniz, iyisin. İyisin can suyum. Çok korkuttun meleğim beni.”

Yüzümü kavrayan ellerine tutundum. Onun beni üzmeyeceğini, bana cevap vereceğini ve doğruyu söyleyeceğini biliyordum. Güveniyordum. “Baba,” dedim fısıltıyla. Fısıldamam beni duymasına yetmişti, kimse konuşmuyordu içeride. Belki de dışarıya çıkmışlardı, bilmiyordum. Etrafa olan algım kapalıydı.

“Söyle babasının canı.”

“Acar nerede? Neden gelmiyor yanıma?”

Elmacık kemiklerimi okşadı incitmekten korkar gibi. “Uyuyor.” dediğinde kaşlarımı çattım hiddetle. “Ben uyandım, o neden uyanmıyor?”

Çocuk gibi peş peşe sorular soruyor aldığım cevaplarla yetinemiyordum. Mantığım normalden farklı işliyordu.

“Sana gerçekleri anlatmamı istiyorsun değil mi?” diye sorduğunda başımı salladım hemen. “Evet, istiyorum.”

“Bazen, can suyum; bazen babalar çocuklarıyla sınanır. Ben seninle sınandım yıllarca, biliyorsun bunu.”

“Biliyorum,” dedim yanaklarım babam tarafından hiç durmadan okşanırken.

“Benim bunu engellemek için elimden gelen hiçbir şey olmadı, geleceği göremezdim seni Bülent Göktürk’ten koruyamazdım.” Sesini duydukça durulduğumu anlamış gibi yavaş yavaş konuşuyordu. Gözlerimi gözlerinden hiç ayırmadım. Tıpa tıp aynı renge sahip irislerimiz birbirlerine odaklıydı.

“Ama senin bebeklerinin babası, onlarla sınanmaktan kaçınmak için bir yol bulmuş. Bulduğu yola hiç düşünmeden girmiş, güzel kızım.”

Yanağıma inen yaşlardan ilki babamın parmaklarına çarptı. Peş peşe inmeye başlayan yaşların hepsini babam avucuna sakladı.

Bencilce hatırlamamaya çalıştığım kaza anı bir kapı bulup zihnime sızdığında, uykudan sıyrıldığım anda Acar’ın bedeniyle bedenimi örttüğünü hissettim. İri bedeni her zerremi örtmüş, alacağım darbelerin tamamına kendisini hedef haline getirmişti.

Bizi korumak için o an ulaşabileceği tek yola, başka hiçbir şey düşünmeden sapmıştı.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm