Aykırı Çiçek Özel Bölüm II

 ÖZEL BÖLÜM II



“…sonsuza dek mutlu yaşamışlar.” diyerek dakikalardır nefesini tükettiği masalı sonlandıran Acar üzerinden bir kamyon yük kalkmış gibiydi.

“Sonya?” Kaşlarını çatmış halde devam etmesini buyuran Leyan gergin görünüyordu. Bu gece, ikizinin sıkça yakalandığı memnuniyetsizlik dalgasına kapılmıştı.

“Sonrası böyle işte prensesim, hep mutlu olmuşlar.”

Kucağımda uyuyan Leyla’nın saçlarının üzerine küçük öpücükler bıraktım. Masalın sonunu göremeden kendini uykuya bırakmıştı. “Hep mutlu olunmas baba, üsülmemişley mi hiç?”

Bize hayat dersi veren kızıma şaşkınca bakıyorken, Acar’ın da benden farkı yoktu.

“Nereden biliyorsun hep mutlu olunmayacağını sen annecim?” diye sorduğumda Leyan babasının göğsünde, küçük bedenine rağmen fazlasıyla alan kaplamasına yol açan yatışını bozup doğruldu. “Dayım öğretti, herkes üsülebilir bazen.”

Açıklayıcı bir cevap değildi. Denizde kum olduğu kadar, ikizlerde de dayı vardı.

Bacak kadar boyları ve bir ay sonra henüz dört yaşlarına yeni basacak olmalarına rağmen, kocamanlarmış gibi düzgünce bu gerçeği kabullenmesine hangi dayısı sebep olabilmişti acaba?

“Tam Yekta abimden çıkacak bir öğreti,” dedim kısık sesle Acar’a doğru. Kaşlarını havalandırdı. “Yekta değildir, Selim bence.”

Burnumu kırıştırıp yüzümü ona yaklaştırdım. “Var mısın iddiaya Acarcım?”

“Seninle her şeye varım, zümrüt göz.” Eriyerek ona bakma sürem birkaç saniyeyle kısıtlıydı. Leyan benim babasına yeteri kadar yaklaştığımı ve bundan sonrasının kıskançlık damarını patlattığını düşünerek Acar’ın yanaklarına küçük avuçlarını kapatmıştı çünkü. Babasını kendine doğru çevirmeyi, Acar’ın da yardımıyla, başardığında memnuniyetle sırıttı.

“Yemedik babanı ya, benim de var babam. Ne olmuş yani?” Homurdanarak Leyla’nın başına yanağımı yapıştırdım. Yatak başlığına yaslı halde oturuyordum, belim ağrımaya başlamıştı ama kucağımdaki bebeğimi bırakasım yoktu.

Acar gülerek Leyan’ın avuçlarının hapsinden ayrılırken, Leyan bana baktı. “Dedem?” diye mırıldandı içli içli. “Evet aşkım, deden. Senin deden benim babam.”

Leyan bu gerçeği çok iyi biliyor olsa da, uyku saati çoktan geçmişken uyuyamamanın verdiği huysuzlukla gözleri dolu dolu babasının göğsüne gömüldü. “Dedem,” diye sayıklarken gözlerimi kıstım. “Acar, kızın hayatımdaki her erkeğin tapusunu elimden alıp götürmek istiyor.”

Leyan bir şey anlamazken, Acar benim tepkime daha da gülmekle yetindi.

“Bazen sırf sen bu kadar eğleneme diye bir düzine erkek çocuğa sahip olalım istiyorum Acar,” dediğimde Acar’ın bakışları hızla beni buldu. Dudaklarım kıvrıldı. “Sonra hamileliğimi hatırlayınca hemen geçiyor.”

“Ne varmış hamileliğinde?” dese de yaşadığım krizleri aklı tek tek ona anımsatmış olacak ki, yüzünde ilginç bir ifade vardı. Cevap vermeye gerek duymadım. Bakışlarım Leyan’a çarptığında ağzı açık halde sızdığını görmüştüm.

Gülerek başımla onu işaret ettim. “Uyumuş, bir gece aksiyonunu daha atlatmayı başardık hayatım.”

Leyla’nın, Leyan’ın ya da bazen ikisinin de uyuyamadığı gecelerde genellikle kırmızı alarm veriyorduk. Acar’ın masalları, benim sıcak süt takviyelerim ve daha birçok şamatayla birlikte uyumaları için savaş veriyorduk. Uyku konusunda Rüzgar’a benzeselerdi bu dünyada bizden mutlusu olmazdı sanırım.

Acar sırayla Leyan’ı ve Leyla’yı odalarına bırakmak için turlarına başladığında Leyan’ı bırakıp Leyla’yı almak için yanıma geldiğinde benden ayrılırken biraz mızmızlansa da uykusunu bölmeyen kızını alıp odadan çıktı.

O dönene kadar uykuya dalmam imkânsız sayılmazdı. Gecenin köründe, günün yorgunluğunu atamamış bedenim uykuya kucak açmak için sabırsızdı. Mayıs ayında olsak da geceleri hafif serinleyen hava nedeniyle üzerime örtmüş olduğum ince örtüye sarınarak yanağımı yastığa yapıştırdım.

Gözlerimi sıkıca kapatmışken Acar’ın döndüğünü duyuran adım sesleri gelince dudaklarımı büktüm. O gelmeden uyuyamamıştım. Gerçi bunda normalde en az on dakika kızlarının tepesinde dikilip onları izleyen kocamın bu seferlik bir değişikliğe gitmiş olması da etkiliydi.

Yerine yatarken beni de sarsmasını atlattığımda, olduğum yerde dönerek yüzüm ona dönük olacak hale geldim. “Erken döndün,” dedim uzun yoldan gelmiş gibi.

“Gözün yollarda kalmasın diye güzelim.”

İtiraz etmeye gerek duymadım. Biraz ona doğru kayıp yüzümü boynuna gömdüm. “İyi geceler, Acarcım.”

Sırtüstü uzanıyor olduğu için oldukça rahattım. Bir kolumu üzerinden diğer tarafa sarkıtmıştım. Utanmadan bacağımı da kaldırıp bacaklarının üstüne attım. Kızlarıma laf atıyor olsam da en az onlar kadar Acar’a tutkalla yapıştırılmış gibi uyumaktan keyif alıyordum.

“Feris,” dediğinde yalnızca bir mırıltı çıkabildi dudaklarımdan. “Sen hamileliğinden bahsettin ya hani az önce…”

“Hı hım,” dedim yine mırıldanarak. Konu sabah konuşabileceğimiz bir şeyse erteleme taraftarıydım. Gözlerimi açık tutmaya direnemeden kapatmıştım, bilincim de aynı sona kavuşmak istiyordu bir an önce.

“Bende bazı çağrışımlar yaşandı sen öyle söyleyince.”

Huysuzlanarak başımı kıpırdattım boynunda. “Ee canım kocam, ee hayatım?”

Belimde duran eli olduğu yeri hafifçe sıvazlıyorken birden aşağıya doğru küçük bir kaçamak yaptığında anlamsız bir ses çıkarttım. Boynundan kalkıp çenemi göğsüne yaslamış halde yüzüne baktığımda kahvelerindeki parıltı, odadaki loşlukta gayet belirgindi. Geçirdiğimiz yıllar boyunca bakışlarında, mimiklerinde belirebilecek her ayrıntıya ezberim kuvvetlenmiş olduğundan derdini anlamam zor olmamıştı.

“Hamileliğimi hatırladığında, bir yandan da nasıl hamile kaldığımı mı hatırladın Acarcım? Bilinçaltın biraz pisleşmiş mi senin acaba?”

Cevaplamadı beni. Cevaplamaya yeltenmedi bile. Dudaklarımı ben nefes dahi alamadan dudaklarının arasına hapsettiğinde gözlerim kısılarak kapanmakta gecikmedi.

Uyku açlığı çekiyorken kapanmaya yüz tutan algım, bambaşka bir açlıkla tüm ışıkları yakıp alarma geçtiğinde ağzının içinde kaybolan kısık bir inleyişle birlikte bedenimi tamamen üzerine bıraktım.

Karnının biraz altına denk gelecek şekilde oturup üst bedenlerimizin birbirlerine yapışmasına yol açmıştım. Belimi avuçları arasında unufak edecekmiş gibi sıktığında üst dudağını dişlerimi geçirerek emdim.

Nefes nefese dudaklarından ayrıldım. Alnımı alnına yasladığımda alıp verdiğimiz nefesler birbirlerine karışmıştı. Kendi nefeslerimi onunkilerden ayırt edememeye bayılıyordum. Bana karışacak kadar yakınımda olmasına bayıldığım gibi…

“Pisleşen tek bilinçaltının benimki olduğundan emin miyiz Feris?”

Düşünüyormuşum gibi birkaç saniye duraksadım. Burnumla sus çizgisinde belirsiz şekiller oluştururken dudakları tatlı bir kıvrım kazanmıştı. “Değiliz Merih.” dediğimde ona Merih demeyi en çok arzulayanın kim olduğunu bildiğinden dudaklarındaki küçük kıvrım keyifli bir sırıtışa dönüştü.

İçimdeki arsızın ona Merih demeye bayıldığını biliyordu. Onu açığa çıkarttığı için de keyifliydi.

Dudaklarıma yeniden yapıştığında kasıklarımı reflekse ona ittim. Hırıltılı bir ses çıkartıp dudaklarımı acıtarak emmesine sebep olmuştum böylece.

Sabahın ilk ışıklarını uykumda değil, onunla karşılayacağımı kabullendiğimde omuzlarına tutunarak üzerimdekilerden kurtulmak için hareketlenmişken, her zaman aralı bıraktığımız odamızın kapısından içeriye tiz bir ses doldu.

Ağlamalarını bizden başka pek kimse ayırt edemiyordu. Ama sesin Leyla’ya ait olduğunu adım gibi biliyordum.

İçli içli ağlayışını duyduğumda Acar’ın üzerinden kendimi yere bir nevi fırlatmıştım. Düşen omuz askımı düzeltmeye bile uğraşmadan odadan çıktım. Acar’ın adımlarının beni takip ediyor olduğunu da duyuyordum.

Karşılıklı duvarlara yaslı duran yataklarıyla, aynı odada kalıyor olan ikizlerin odasına girdiğimde nefes nefeseydim. Odada gece lambalarının ışığı tek aydınlık kaynağıydı. Leyla’nın olduğu tarafa bakarken, yatakta doğrulmuş ama gözlerini açamıyor halde olduğunu gördüğümde hızla ağlıyor olması yerimde donmama sebep olmuştu.

Acar benden önce davranıp ona doğru ilerlerken sese uyanan Leyan’ın da mırıldanışlarını duyuyordum.

“Leyla,” diye seslendi Acar sakinliğini korumaya çalışarak. “Baban burada prensesim, ne oldu güzelim benim?”

Leyan’ın yanına adımladım beni görmesi için. Uykusundan ikizinin ağlayışlarıyla uyanmak onu da afallatmıştı. Yanına vardığımda küçük avucuyla bacağıma dokundu. Bakışlarım Leyla’dan henüz ayrılmamıştı.

Ağlamaya ara vermeden, içimi boğacak kadar yoğun ağlayışına devam ediyorken Acar kucağına almak için kollarının altından kavradı. “Gel bakalım, kötü bir rüya mı gördün?”

Acar’ın kucağına geçtiğinde sakinleyeceğini sanmıştım ama bu bir yanılgıydı. Gözleri kısıkça açılmışken dudakları ağlayışlarının arasından zar zor mırıldanabildiği hecelerle aralandı. “Anne,” diye seslenmişti yarım yamalak.

“Anne de burada, bak Leyan’ın yanında.” Acar, kucağındaki kızımızla birlikte bana doğru adımladı. Leyla beni gördüğünde, ona bir şey hatırlatmışım gibi sızlanmaya ve ağlamaya döndüğünde dudaklarım titremişti. Eşlik etmeye başlamak üzereydim.

Leyan’ın bacağımdaki eli beni daha sıkı tutuyorken Leyla’ya uzandım. Kollarımı açtığımda bir an bile duraksamadan kendisini bana doğru atmıştı babasının kucağından.

Kolumla poposundan destekleyerek bedenime yaslanmasını sağladığımda başını omuzuma doğru düşürdü. Sessizce yanağımı şakağına doğru yaslamakla yetindim. Bir şeyler söylememe değil de ona sarılmama ihtiyacı var gibi hissediyordum.

“Su içir biraz, Leyan tekrar uyusun geleceğim yanınıza güzelim.” Acar sırtımı büyük avucuyla sıvazlayarak Leyla’nın ensesinden öptükten sonra konuşmuştu. Henüz kendime gelemesem de söylediklerini onaylayıp, Leyan’ın bacağımdaki elini yavaşça okşadıktan sonra yatağına doğru bırakıp odadan dikkatli adımlarla ayrıldım.

Leyla’nın sırtını düzenli hareketlerle severek merdivenleri inip bitirdiğimde mutfağa yöneldim. Bir şeyler içmeye bayıldıkları, Çağla alıp getirdiğinden beri başka bardaklara önyargıyla yaklaştıkları pipetli bardaklardan Leyla’ya ait olana su doldururken onu kucağımdan indirmemiştim.

Tek elle olabildiğince hızlı ve düzgün şekilde halledip su dolu bardağı yüzüne doğru uzattım. “Su içelim mi biraz annecim?”

Omuzumdan ayrılmadan başını iki yana salladı. Zorlamadan bardağı kenara bıraktım. Mutfakta duran masanın etrafındaki sandalyelerden birini çekip oturduğumda, Leyla’yı da kucağımda rahat edeceği bir pozisyonda oturtmuştum.

Yanağımı saçlarına sürttüm. “Konuşmak ister misin benimle? Neden ağladın birtanem?”

Geçmiş zamanla konuşsam da ağlaması henüz dinmemişti tam anlamıyla. “I ıh,” diyerek olumsuz yanıtını verdiğinde dudaklarım büküldü. Yumuşak, bebek kokan saçlarına küçük bir öpücük bıraktım. “Tamam, sarılmak mı istiyorsun anneye?”

Yarasına dokunmuşum gibi sızlandı. “Anne…”

“Annem?” diye cevaplasam da sessizliğe gömülmüştü. Birkaç dakika hiç kıpırdamadan ve konuşmadan olduğumuz gibi kaldık. Mutfağa Acar girdiğinde ben görüyor olsam da Leyla onu görememişti. Bize doğru yaklaşıp tam önümde bir dizi yere yaslı olacak şekilde çöktü. Yüzünü Leyla’nın sırtına, bir kısmı benim elime denk gelecek şekilde yasladı.

“Neyi varmış benim kızımın, annesi?” Leyla’dan cevap bekleyerek bana soruyormuş gibi yapmıştı. Normalde bıcır bıcır bir şeyler anlatmaya meraklı olduklarından, gerekmese de cevaplar veriyorlardı ama şu an Leyla’nın gıkı bile çıkmıyordu.

Acar’a üzüntüyle baktım. Ben bir şey yapamıyordum ama onda sihirli değnek varmış gibi onun bir şeyler yapmasını bekliyordum.

“Leyla,” dedi şansını denemeye devam ederek. “Ben kucağıma almak istiyorum seni, alayım mı babam?”

Gideceği ihtimaline yüksek oran vermişken kollarımı gevşetir gibi oldum. Ancak bu ters tepmiş, kollarımı gevşetişim Leyla’yı iç çekişlere boğmuştu. “Anne bıyakma, gitme.”

İç çekişlerinin arasında kesik kesik mırıldandığında kollarımı sıkıca bedenine sardım. “Gitmiyorum, gitmiyorum ki bebeğim benim. Yanındayım.”

“Kâbus gördü sanırım, başka bir açıklaması yok.” Acar konuşurken yüzünde rahatsız bir ifade vardı. Bunun, Leyla’ya iyi gelememekten olduğunun farkındaydım. Değil ağlamalarına, yüzlerinin azıcık düşmesine bile tahammülü yoktu.

“Benim onu bıraktığım bir kâbus mu gördü?” diye sordum kısık sesle. “Neden ama? Öyle mi hissettirdim, üzdüm mü?”

“Şş,” derken Leyla’nın yaslanmadığı tarafımdan yanağımı kavradı avucuyla. “Senin yaptığın bir şey değil bu, kâbuslarımızı kontrol edebiliyor muyuz da kendini suçluyorsun hemen Feris?”

Burnumdan uzunca bir nefes vererek pes etsem de bir şey söylemedim. Leyla’nın saçlarına burnumu dayayıp kokusunu solurken gözlerim kapanmıştı.

Babamın birkaç ay önce söylediklerini anımsadım. Anımsamak da denemezdi gerçi, aklımdan pek çıktıkları yoktu.

‘Üç yaşları dolduğundan beri, her bakışımda torunlarımı değil; bu yaşlarından itibaren koca bir dönemini kaçırdığım kızımı görüyorum sanki. Onlara baktıkça, bizden çalınan zamanlar aklıma düşüyor Deniz.’

Babam benimle bunu paylaştığından beri, benzer düşüncelerin aklımda gezinmesini engelleyemiyordum. Leyla da Leyan da oldukça mutlu, ailemizden boylarını aşacak kadar bol aldıkları sevgiyle birlikte sağlıkla büyüyorlardı.

Sürekli kendimi buna şükrederken buluyordum.

Bir yandan da her gözyaşlarında, ufacık da olsa kırılıp küskün hale büründüklerinde onlara bakar bakmaz; evlat edinildiğim döneme denk gelen sürece dönmüş gibi oluyordum.

Birkaç dakikadan fazla sürmeyen, asla uzun süre kırgın kalmalarıyla sonuçlanmayan anlardı ama buna rağmen bir şekilde onlarda yara açacağım ve o yara hiç geçmeyecekmiş gibi diken üstündeydim.

Çünkü benim yaralarım hâlâ yerli yerindelerdi.

Yıllar geçtikçe kendime tüm bedenimi örtecek kadar büyük bir örtü yapabilmiştim. Ailemle, sevilmekle, değerli hissetmekle güç almış ve o örtüyü dikmiştim. Dışarıdan bakıldığında tek bir çizgi bile belli değildi. Fakat örtünün altındaki yaraların sızlamayı bırakmadığını sadece ben biliyordum.

İçimi acıtan, beklemediğim anlarda vuran sızılardan kaçamayacağımı artık kabullenmiştim. Acı eşiğim, maalesef, yüksekti. Kimse kaldıramayacağı yükün altına itilmiyordu. Benim şanssızlığım, bütün bunları kaldırabilecek gücü içimde barındırmamdı.

Güçlü olmak, bazen diğer insanların haberi dahi olmayan en büyük saldırılara göğüs germenizi gerektiren; göründüğü kadar etkileyici olmayan bir özellikten ibaretti.

 

~

 

“Leyan koşma!” diyerek panikle bağırdığımda uçsam da takılıp düşmek üzere olan kızımı yakalayabilecek konumda değildim. Sendelediğini geç fark etmiştim, düşüşünü izlemek zorunda kalacaktım.

“Nereye gidiyorsunuz acaba koştur koştur küçük hanım?” Babamın hızla yakalayıp havaya kaldırdığı anı gördüğümde derin bir nefes alarak omuzlarımı gevşettim. Kendimi tamamen kasmıştım.

“Uçan sandalyeye bincem dede!”

“Sandalye değil de sen uçuyordun sanki dedesinin canı.”

Leyan anlamsızca ona baktı. “Ben uçamam, kanadım evde dede.”

Kanattan kastı, Tuğrul amcanın aldığı peri kanatlarıydı. Akıllarına geldikçe takıp, gün boyunca bir an bile çıkartmadıkları oluyordu. Sanırım şu ana dek alınan en başarılı hediye, Tuğrul dedelerine aitti.

“Kanadın olunca uçuyorsun yani?” diyerek hafiften dalga geçtiğinde Leyan asla takmadan kafasını salladı. “Evet, bize gelince sana göstericem tamam mı?”

Babam bana bakınca gülümsedim. “Peri kanatlarını takınca Acar uzun süre ikisini de havada gezdiriyor. Babalarına uyguladıkları işkenceden bahsediyor yani.”

Babam keyifle sırıttı. “Canlı canlı izlemek de isterim, daha farklı işkence yöntemlerine ihtiyaçları olurs-…”

“Baba!” dedim yakınarak. Aman der gibi elini havada salladı. “Uçan sandalyeye gidelim o zaman, Leyla’yı da koltuğa yatırırsın. Uyuya mı kaldı yolda?”

Leyla dün geceki kâbuslu uykusundan sonra, benimle ayrılmaz bir bütün haline gelmişti. Kucağımdan indiğinde huysuzlanıyor, dudaklarını titretiyordu.

 “Uyumuyor,” derken babamın arkasından onun odasına doğru ilerledim. Odaya girdiğimizde kaşları çatılarak bana dönmüştü. “Uyumuyor mu?”

Leyan çoktan kendini onun kucağından atıp dönen sandalyesine koşturmuştu. Kendi kendine dönüp, birazdan başı dönünce mızmızlanacaktı. Babasını ve dedesini ziyaret ettiğinde rutinimiz buydu.

“Leyla?” diyerek bana yaklaştı babam. “Uyuyorsun diye küsmedim ama uyumuyormuşsun. Dedeye öpücük yok mu?”

Leyla boynumdan hafifçe kaldırdığı kafasını ona doğru çevirdi. “Sen öp,” diyerek oldukça mantıklı bir öneri sunduğunda kıkırdamıştım. Babam da gülüp yanağına sesli bir öpücük bıraktı. “Öptüm, sıra sende şimdi.”

Leyla nefes verip yeniden boynuma yattı. Arkamda duran koltuğa yerleşirken babam da yanımıza oturmuştu. “Hasta mı oluyor, onun kırgınlığı mı var üstünde?”

Başımı iki yana salladım. Kısaca dün geceden bahsettiğimde babamın yüzünü anlayış kaplamıştı.

“Kâbuslarına fazla bağlanma konusunda annesine çekmiş.” dediğinde başımı boştaki omuzuma doğru eğdim. Gördüğüm kötü her şeyden etkileniyordum, evet. Yine de sesli olarak dile getirilmesinden hoşlanmamıştım tabii.

“Yo,” dedim. “Babasına çekmiş.”

Babam kısa bir kahkaha attı. “Tamam can suyum, babasına çekmiş.”

Onay aldığımda memnun olarak arkama yaslandım. Babam Leyla’ya doğru yaklaşmıştı bu sırada. “Dedesinin güzeli, bir baksana bana. Çok önemli bir sır vermem lazım.”

Leyla beni bırakmasa da sırrın büyüsüyle başını biraz kaldırıp babama baktı. “Gel, annenin duymaması gerekiyor.” Elleriyle onu çağırınca Leyla tereddütle de olsa benim odadan kaybolmayacağımdan emin olunca dedesine doğru uzandı. Babam onu kucakladığında ayağa kalktı. Odanın karşı ucundaki cama doğru ilerlediler.

Leyan’ın evirip çevirdiği sandalyeye yaklaştım. “Annecim yeter, başın dönmedi mi?”

Sandalyeyi üst kısımdan tutup durdurduğumda, durana dek başındaki dönmeyi fark etmemiş olan Leyan gözlerini sık sık kırpıştırırken yüzü buruştu.

“Anne!” diyerek sanki başının dönmesine ben sebep olmuşum gibi sitemle seslendiğinde kollarımı göğsümde kavuşturup kalçamı masaya yasladım. “Anne sözü dinlemeyince böyle oluyor Leyancım, başın döndü değil mi?”

Oflarken bir yandan da yerinde hafif sallanıyordu. Başının fazlasıyla döndüğünü anladığımda güldüm istemsizce. “Tamam, hareket etme. Birazdan geçecek.”

Elimi alnına yaslayıp başını sabit tuttum. “Bak sihir yapıyorum hemen geçsin diye.” Heyecanla nefeslendi. Bir yerleri acıdığında elimi oraya yaslayıp acılarını dindirmek için sihir yaptığımı söylüyordum. Plasebo etkisi olsa da genellikle sakinleşiyorlardı bu şekilde.

Odanın kapısı pat diye açıldığında bakışlarım orayı buldu. İçeriye bu şekilde girebilecek birkaç kişi vardı şirkette. Bu birkaç kişinin, hep birlikte dalmasını beklememiştim ama.

En önde amcam, arkasında ise Yaman abim, Toprak ve Ufuk vardı. Odaya doluştuklarında babamın koltuğunda Leyan’ı gördüler önce.

“Gerçekmiş, aferin boş boş şakalarından biri sanmıştım son ana kadar.” Abim Ufuk’un sırtına pat pat vurup tebrik ederken bize doğru gelen ilk kişi oldu.

“Ne gerçekmiş?” diye sordum. “Ufuk sizi görmüş uzaktan içeri girerken, paldır küldür bizi topladı. Boş yapma ihtimali yüksekti.”

“Bana olan güveniniz gözlerimi yaşartıyor, canım ailem.”  Ufuk’un tripli tripli söylenmesine güldüm. Bu sırada abim Leyan’ın yanağından makas almıştı. “Misafirliğe mi geldin kız sen? İkizin nerede?”

Leyan yanağını ovuştururken parmağıyla babamı ve Leyla’yı gösterdi. Abimle birlikte herkesin bakışı onlara çevrilmişti.

“Leyla’yı alamayacağımız çok açık, Leyan için anlaşmaya gidilsin.”

“Ben alırım, bir saniye bekleyin.” Toprak kendinden emin adımlarla babamlara doğru ilerlemeye başladı. “Baba?” diye seslendiğinde derin bir konuşmada gibi görünen ikili ona dönmüştü.

Babamın bakışları odasına doluşan kalabalığı tek tek algıladığında sıkkın bir hal aldı. “Neden geldiniz siz?”

“Sana gelmedik abi, misafirlerine hoş geldin demeye geldik.” Amcam masanın önündeki tekli koltuğa oturdu.

“Dediyseniz dağılın, içerideki havayı boğuyorsunuz.” Babamın sevgi dolu(!) tepkisi kimseyi yerinden kıpırdatmamıştı. En azından Toprak dışında kimseyi…

Üçüzüm, babamın bakışları ve sözleri sonucu ‘açılın ben hallederim’ modunu kapatıp usulca geri adımlamıştı.

Savaş Göktürk’e karşı cesaretlenmesi de önemli bir adımdı gerçi. Bir gün başaracaktı, ben inanıyordum.

 

~

 

- Hayal


“Benden iyi olabilme ihtimali beni delirtmeyen tek mimar sensin, bunu biliyor muydun?”

Enseme bırakılan ıslak öpücüğün ardından kulağıma doğru söyledikleri başımı geriye doğru atıp ona dokunmak istememe sebep olmuştu. Çizim yapıyor olduğum masada tutulmak üzereydim.

“İyi olabilme ihtimali değil de, iyi oluşu mu desen açık açık?”

Oturduğum sandalyeyi tek hamlede kendisine doğru çevirip, tam önümde ayakta durduğu ve benim ona aşağıdan baktığım bir an yarattığında kaşlarım havalanmıştı. “Alındın mı yoksa?”

“Hayal,” dedi bastıra bastıra. “Hım?” diye mırıldandığımda gülmemek için zor duruyordum. En iyi olma isteğinin ucu bucağı yoktu. Özellikle mesleği konusunda çok belirgindi bu.

“Damarıma basmaktan zevk mi alıyorsun?”

“Ne kadar çok olduğunu bilsen, kafayı yerdin canım kocam.”

Damarına değil basmak, tutup koparsam da son iki kelimemin iyi gelmeyeceği bir durum oluşmazdı. Geçen ay evlenmişiz gibi, neredeyse dört yıla yaklaşmamıza rağmen ona böyle seslenmeme kilitlenip kalıyordu. Sık tekrarlamayarak kozumu korurken bazen cadı gibi hissediyor olsam da Yaman’la baş edebilmemin en etkili yolu buydu.

“Kocan kafayı çoktan yemiş, gerçekleşmesi mucizeyken gerçekleşen bir hayal uğruna.”

Gömleğinin yaka kısmından çekiştirip yüzünü kendime doğru yaklaştırdım. İki büklüm kalmıştı ama yapacak bir şey yoktu. Dudaklarına kısa bir öpücük bıraktım. “Romantik bir günündesin, bilsem işe gitmeyip evde kalmamızı önerirdim. Bu saate kadar boşa harcamışız.”

İşten yeni gelmişti. Ne yaptıysa da beni kendisiyle çalışmaya ikna edemediğinden, başka bir yerde çalışıyordum birkaç yıldır. Ne kız kardeşini ne de karısını yanında tutamadığına dair zaman zaman krizler geçirse de bize kıyamadığından sakinleşmesi uzun sürmüyordu.

“İstifa edip hemen yarın benimle çalışmaya başlaman için geç değil.”

Yanaklarını sevdim yavaşça. Birlikte çalışmanın bize iyi gelmeyeceğine dair yarattığım inancım sonlanmıyordu. Bir kez birlikte çalışmış, sonunda ayrı kalmıştık. Sanki yine aynı döngü başlayacakmış gibi geliyordu. Saçma ama benim için geçerli bir düşünceydi. Günün birinde fikrim değişirse, neden olmasındı.

Yüzümde birkaç yere öpücükler bırakıp gözlerim kısık halde hoşnut bir biçimde onu izlememe yardımcı olurken dudaklarımda kaybolmayan bir kıvrım vardı.

Yaman’ın dört nefreti, ondan gitmeden önce kurduğum son cümlenin dört kelimelik oluşu ve tam dört yıl boyunca ayrı kalışımızdandı. Şimdi ise yeniden başladığımız hayatımızda dört yıl çoktan dolup geçmiş, yakın bir zamanda evliliğimizin dördüncü yılını tamamlamaya yaklaşmıştık.

Öpücüklerinin sarhoşluğuyla mayışmışken kapı zili duyunca ben algımı açamadan Yaman çoktan alnıma son bir öpücük bırakıp, çalışma odasından çıkmıştı.

Bayılıyor olduğum günlük özet sohbetini kaçırmamak için ben de oyalanmadan odadan çıktım. Kapıyı açışına yetişemesem de sırt çantasını Yaman’ın yardımıyla çıkartıyor olan Rüya’yı yakalamıştım.

“Hoş geldin bebeğim,” diye seslendiğimde bakışları beni buldu. Gülümsedi kocaman. “Hoş buldum ablacım.”

Rüya’nın bana anne dediği zamanları özlüyor olsam da, içten içe sağlıklı olmadığını bildiğim bu alışkanlığını sorunsuzca atlatabilmiş olmamızdan hoşnuttum. Selim’in ve Deniz’in ortak çabasıyla, Rüya artık bana anne deme ihtiyacı hissetmiyor ve rahatça abla diyebiliyordu. İki kuzene, delice borçlu hissediyordum bu konuda. Biri mesleği gereği diğeri ise kendi hissettiklerini Rüya’ya benzettiğinden, benden çok daha fazla rol oynamışlardı süreçte.

Rutin haline gelen yemek öncesi konuşma için Rüya ellerini yıkamak üzere yanımızdan uzaklaştı. Salona geçerken kolunu omuzuma dolayan Yaman’a yaslanmıştım tüm ağırlığımla. Ben yokmuşum gibi rahat rahat ilerlemeye devam etti. Geniş ikili koltuğa yerleştiğimizde aramızda Rüya’nın sığacağı bir boşluk bırakmıştık her zamanki gibi.

“Geldim geldim!” diyerek heyecanla o boşluğa sığışan Rüya’da diğer günlerden farklı bir heyecan vardı. Yaman fark etmiş değildi ama ben bunu kaçırmayacak kadar iyi tanıyordum kardeşimi. Artık neredeyse on bir yaşındaydı ve bu on bir yaşın her gününü birlikte geçirmiştik.

“Fark ettik geldiğini kelebek,” diyen Yaman’a dönüp gülümsedi.

“Gününüz nasıl geçti?” Genellikle bizim ona sormamızı beklediği soruyu önce kendisi sorduğunda kaşlarım havalanmıştı şaşkınlık içinde. Bir iş vardı ama birazdan kokusunun çıkacağını tahmin ederek bir şey demedim.

Kısaca her zamanki gibi olan günümü anlattığımda, Rüya bu kez Yaman’a döndü. Yaman da benimkilerden farksız şeyler anlattığında sıkıcı iş hayatımız hakkındaki özet sonlanmıştı.

“Sıra sende, dökül bakalım neden kıpır kıpırsınız Rüya Hanım?” dedim daha fazla sabredemeyince.

Rüya arkasına yaslanıp başını geriye doğru attı. Bu sayede hem biz onu rahatça görüyorduk hem de o ikimize aynı anda bakabiliyordu. Ayrıca Yaman da ben de ona dönüktük hafiften.

“Bugün öğretmenimiz sınıftaki yerlerimizi düzenledi. Kimin kimle oturacağını seçti. Çok ses yapıyormuşuz çünkü.”

“Zümra ile oturuyordun, senin de yerini değiştirdi mi?” dedim üzgünce. Zümra’yı ne kadar sevdiğini biliyordum. Gerçi üzgün gibi bir hali de yoktu aslında.

“Evet,” dedi başını sallarken. Yaman, sabah okula gitmeden önce ördüğüm saçlarını okşadı hafifçe. “Zümra ile ses yapmayacağına söz verirsen, öğretmeninle konuşurum kelebek.”

“Yaa,” diyerek sevgi dolu halde gözlerini yanındaki bedene dikti Rüya. “Teşekkür ederim dev adam.”

Yaman aldığı bakışlar ve teşekkürle birlikte göğsünü kabartıp ‘her zaman’ dercesine göz kırptı.

“Ama istemiyorum,” dedi birden Rüya. Beklemediğim yanıtıyla şaşkınlıkla ona bakmıştım. “İstemiyorsun?” dedim sorar gibi.

“Hı hım,” dedi başını hızlı hızlı sallayıp. “İstemiyorum, yeni yerimi daha da çok sevdim.”

Merakla konuştum direkt. “Kimle oturuyorsun şimdi?” Sınıfta başka arkadaşları da vardı elbette, ancak samimi olduğu kimseden bahsetmemişti bana Zümra dışında.

“Furkan’la oturuyorum artık.”

Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Gözlerindeki parıltılar, Atlas’ın kim olduğunu belli ediyordu.

“Furkan…” diyen Yaman’ı duyduğumda birazdan ihtiyaç duyacağım nefesleri bol bol aldım. “Furkan üniseks bir isim, değil mi Hayal? Deniz gibi, Umut gibi falan hani…”

İkimiz de Furkan’ın asla üniseks bir isim olmadığını biliyorduk. Bu yüzden yanıtlamaya çalışmadım.

“Hayal,” dedi gözleri Rüya’da olsa da. “Bu çocuk pişmiş kelle gibi sırıtarak Furkan denen varlıkla oturmasına mı tepki veriyor?”

Rüya’yı dürttüm hafifçe. “Furkan çok çalışkan biri de kopya çekerim diye mi sevindin ablacım sen bu duruma?”

Kurtarabileceğim tek nokta buydu.

“Yok, ben aşığım Furkan’a. Ondan sevindim.”

Kurtaramamıştım.

“Âşıksın?” dedi Yaman gülerek. “Kelebeğim sen aşkın ne olduğunu bilmeden nasıl âşık olmuş olabilirsin?”

Rüya’nın seyrek kaşları çatıldı. “Biliyorum ben ne olduğunu!” dedi sinirle. “Sen anneme âşıksın, o sana âşık. Sonra; Feris Acar’a âşık, Acar da Feris’e âşık. Yekta d-…”

“Tamam!” diye patladı birden Yaman. “Ailemizdeki her aşkı örneklendirmene gerek yok, öğrenecek kadar bol örneğin olduğuna ikna oldum ben.”

Rüya onay aldığını düşünerek çatılmış kaşlarını gevşetti. “Öyle işte, ben de aşığım artık. Sence ne zaman evleniriz sizin gibi dev adam?”

Hülyalı bir halde, gülümseyerek sorduğu soru Yaman’ın gömleğinin düğmelerinden birkaçını aceleyle açmaya girişmesine sebep oldu. Panikle ben de el atıp iki düğme çözdüm. Dağ gibi adam gidiyordu göz göre göre.

“Hayal,” dedi Yaman bana göz ucuyla bakıp. “Söyle kocam, canım benim. Sakinsin değil mi?” Peş peşe mırıldandığımda Rüya koluma dokundu. “Galiba bayılacak.”

Önemsiz bir şeymiş gibi söylemesine şaşkınlıkla baktım. “Rüya?” dedim ‘ne oluyor sana’ der gibi.

“Ne?” dedi şaşkın şaşkın. “Feris uyarmıştı beni önceden, Furkan’dan ona bahsedince dev adamın öğrenirse bayılabileceğini söyledi bana.”

Deniz’in Furkan konusundan haberi olmasını bir köşede tutarak, alnında bir damar görünüyor olan kocama baktım.

“Gidip Deniz’e mi anlattın o it- çocuğu Rüya?” derken şok içindeydi.

“Evet,” dedi Rüya başını sallayarak. “Aşktan en iyi o anlıyor bence, Melih abi ve Çağla ablanın arasını yaptığından haberiniz var mıydı?”

Sinirlerimi kontrol edemeyip küçük bir kahkaha attım. Yaman ağzı açık Rüya’yı dinliyordu.

“Onların arasını yaptığı gibi, Furkan ve benim aramı da yapacak. Söz verdi.”

“Rüya,” dedi Yaman onu omuzlarından tutup kendisine çevirerek. “Sen daha küçücüksün bebeğim, böyle şeyler çocuklar için değil. Büyükler için.”

Rüya’nın omuzları düştü. Gözlerini kaçırıp, omuzlarında duran ellerden kaçmak için hareketlendi. Yaman istemedikçe tutuşundan kaçabilmesi mümkün değildi. İstemedi de zaten. Rüya’yı daha sıkı tutup kendisine doğru iyice çekti.

“Üzülecek bir şey yok, kelebek. Doğrular bunlar.” dedikten sonra çenesini saçlarının üzerine yasladı. “Hem zamanı gelince kime âşıksan ben hemen aranızı yaparım.”

Söze benzeyen cümlesinin ardından gözlerim kocaman açılarak Yaman’a baktım. Beyin sarsıntısı mı geçiriyordu şoktan kaynaklı?

‘Ölsem de yapmam,’ derken yalnızca dudaklarını kıpırdatmış, bunu bir tek ben görebilmiştim. Az önce söylediklerini ağzından temizlemek ister gibi yüzü buruşmuştu bir yandan da.

Pekâlâ, beyin sarsıntısı falan yoktu.

Yaman Göktürk kendindeydi, kıskançlığı da hemen yanında duruyor; her an bayılması için tetiklemek üzere onu hevesle bekliyordu.

Anladığım kadarıyla Rüya ve Furkan aşkı başlamadan son bulmuştu. Bu aşkın doğmadan gömülüşünden en az çocuklar kadar etkilenecek olan üçüncü isim ise muhtemelen Deniz olacaktı. Yaman’ın aklından geçen intikam planlarını öngörebiliyordum.

Gerisini görümcem düşünsündü, uyarı yapmayacaktım. Sonuçta gelindim, özümde kocamın tarafını tutma güdüsü besliyordum.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm