Aykırı Çiçek 34.Bölüm
34.BÖLÜM
“Çok üşüyorum ben.” Çağla’nın mızmızlanışını duymamak
için ona daha sıkı sarıldığımda, onun aksine ben nedensizce sıcaktan bayılmak
üzere gibiydim.
Vücudumda gezinen alkolün bu sıcaklığı yarattığını
düşünüyordum. Çağla da ise tam tersi bir etki göstermişti sanırım. Sarhoş
değildim, bilincim gayet yerindeydi ama yine de bütün bedenim karman çorman
gibi hissediyordum.
Salondaki koltukta göğsüme yasladığı kafasıyla bana doğru
sarılmış olan Çağla uyuyacak gibi dursa da uyumuyordu. Üşüyor gibi hissettiği
için olabilirdi.
Acar ve Melih’in evde olmayışını hızlıca evde olan küçük
alkol stokunu tüketerek değerlendirmemiz mantıklı değildi belki de. Acar, evde
var olduğunu sansa da pek fazla bir şey yoktu. Hiç alkol almaya başlamadan
Melih ile birlikte birkaç şey almak için evden çıkmışlardı. Çağla’nın gazına gelerek
onları beklerken ortada duran ne varsa içtiğim için şu an açıkça pişman olmaya
başlamıştım.
“Ev çok sıcak Çağla, niye üşüyorsun ki bu kadar?” Hem
kendi kendime hem de Çağla’ya sorduğum bu soru cevapsız kalırken onun üzerine
örttüğüm, Acar’ın odasında dolapta bulduğum örtüyü iyice boynuna doğru
çekiştirdim. Onu ısıtırken ben birazdan alev alıp buharlaşacaktım.
“Ne içtik biz?” Çağla artık hafif kaymaya başlayan
konuşmasıyla mırıldanırken orta sehpada duran şişelere göz ucuyla baktım. Boş
birkaç şişe midemi çalkalanıyormuş gibi sarstığında yüzümü Çağla’nın saçlarına
koyup görüntüden kaçtım. “Bilmiyorum.”
“Miden bulanıyor mu?” diye sordum kendimden yola çıkarak.
Çağla benim aksime sarhoşluğa çok daha yakındı, mide bulantısını dile
getirmiyorsa ve aniden kusarsa hoş(!) olmayabilirdi. “Bulanmıyor, üşüyorum.”
Sabır çekerek başımı yukarı kaldırdım. Üç saniyede bir
üşüdüğünü söylüyordu. Ev hamam gibiydi, soyunmak için tek engelim birazdan
Melih’in de eve gelecek olmasıydı. Alnımdan sular akıyor gibi hissettiğimde
Çağla’nın sırtında olmayan elimi oraya uzattım. Elime yayılan ıslaklık
kaşlarımın çatılmasına sebep olurken alnımdan terler akacak kadar sıcaklamış
olmama oldukça şaşkındım.
Gözlerimi artmaya başlayan mide bulantımla kapattım.
Uyuyakalmayı diliyordum. Birazdan geleceklerdi ve Çağla iyice kendinden geçtiği
için bu halde oluşumuzun sebeplerini açıklama görevi bana kalacaktı. Tek kaçış
yolum uyumaktı.
Birkaç dakika geçtikten sonra kapıdan gelen anahtar
sesini duyduğumda bu sürede uyumayı başaramadığım için iç çekerek Çağla’ya
baktım. Yarı açık gözlerle etrafa bakıyordu.
Poşet hışırtıları ve kapı sesinin ardından salonun
girişinde hissettiğim hareketlilikle göz ucuyla oraya baktım. Acar kapıda
dikiliyordu. Hemen arkasında da Melih vardı.
“Çağla? Ne oldu?” Melih, tek kötü olanın üzerindeki
örtüye sıkıca sarılmış halde göğsümde yatan Çağla olduğunu düşünüyor gibiydi.
“Üşüyor biraz.” dedim kafamı yukarı kaldırarak. Melih bu
sırada yanımıza kadar gelmişti. “Biraz değil! Çok…” Çağla beni düzeltirken
kelimeleri tam olarak sarhoş olduğunu belli edecek şekilde kullandığından Melih
gülecek gibi oldu. Acar’ın keskin bakışlarını üzerimde hissediyordum ama ona
dönmeyi biraz erteledim.
“Bu şişeler biz çıkarken burada değillerdi sanki…” Melih
orta sehpada duran şişeleri gösterirken birkaç tanesini kaldırıp bana gösterdi.
“Beklerken biraz içtik.”
“Biraz deği-…” Çağla aynı cümleyi bir daha kuracakken
kafasını göğsüme bastırıp susturdum.
Melih şişeleri kenara itip kendisi açılan boşluğa oturdu.
Bize doğru dönük haldeydi, Çağla’ya daha yakındı. “Sarhoşken üşür genelde.”
diyerek bana küçük bir açıklama yaptığında başımı salladım.
Çağla’yı kolundan kavrayıp örtüyle birlikte doğrulttuktan
sonra yüzleri karşı karşıya olacak şekilde durdu. “Melih?” Çağla kedi gibi
mırlarcasına konuşurken Melih’in yarım ağız gülerek saçlarını yüzünden çekip
onu rahatlatmaya çalışmasını izliyordum. “Efendim?”
“Evime gitmek istiyorum.” Melih, Çağla’nın saçlarını
kulaklarının arkasına sıkıştırmayı bitirdikten sonra arkasını dönüp Acar’a
baktı. “Biz kalkalım o zaman, Çağla’yı eve bırakayım ben.”
“Yalnız bırakma.” Çağla’nın tek yaşıyor olduğunu bu gece
öğrenmiştim. Acar’ın söylediğini bu yüzden fazlasıyla mantıklı bulmuştum. Eğer
Melih onunla kalmayacaksa Çağla burada kalabilirdi, bu halde tek gönderemezdim.
“Bırakmam.” Melih tereddüt etmeden cevapladığında
Çağla’nın ellerini çırpıp ayaklanması ve dengesini kaybedip yalpalaması aynı
anda gerçekleşti. Melih refleksle ayağa kalkıp Çağla’yı tuttuğunda kendine
yaslamıştı.
Çağla, bırakmadığı örtüyle birlikte Melih eşliğinde evden
çıkarken Acar kapıyı daha arkalarından kapatamadan banyoya ilerledim. Midemdeki
bulantı kusacakmış kadar ağır hissettirmiyordu ama kusarsam rahatlayacağımı
biliyordum.
Kapıyı kapatıp soğuk suyla yüzümü birkaç kez yıkadıktan
sonra aynadaki yansımamı inceledim bir süre. Saçlarım halen Çağla’nın tokasıyla
tepede topuz halindeydi. Artık bunun başımı ağrıttığını hissederek tokayı
saçlarımın bir kısmını da sökerek saçlarımdan ayırdım. Omuzlarımdan aşağıya
dökülen saçlarım başımda büyük bir rahatlama yarattığında derin bir nefes
alarak kapıya uzandım. Tam o sırada kapı tek bir kez tıklanıp ardından
açıldığında bir adım gerileyerek kapının bana çarpmasına engel oldum.
Acar karşımdaydı. Kapı kolunu halen tutmaya devam ederken
bakışları benim üzerimde kısaca gezindi. “Gelmeyince bir şey oldu zannettim.”
Banyoda ne kadardır aynaya baktığım hakkında net bir fikrim yoktu. Acar’ın
bakışlarından anladığım kadarıyla çok kısa değildi.
“İyiyim.” diyerek boynumu hafifçe arkaya gererek ona
baktım. “Çağla kadar içmedim, sarhoş değilim.”
Beni omuzumdan kavrayıp kendisine doğru çektikten sonra
birlikte salona ilerlememizi sağlarken ben de ağırlığımı dünden razı şekilde
ona yüklemiştim. Orta sehpada duran boş şişeler ortadan kaybolmuştu. Yalnızca
bir şişe ortadaydı, bu benim merak edip tadına baktığım ve sevince bu hale
gelmeme sebep olan şişeydi.
Daha önce görmediğim, tatmadığım bu içkinin ne olduğu
hakkında bir fikrim yoktu üzerindeki dil Türkçe ya da İngilizce değildi. Ama
rengi o kadar tatlı bir sarıydı ki deneyeyim diye aldığım birkaç yudumun
ardından şişeyi yarılamıştım.
“Bunu mu içti Çağla?”
Kendimi koltuğa bırakırken başımı iki yana salladım.
“Yok, ben içtim bunu. Çağla diğerlerini içmişti.”
Halen hissettiğim sıcaklık geçmediği için yerimde
keyifsizce kıpırdandım. Acar’a karşı duvardaki klimayı gösterdim. “Açsak olmaz
mı? Çok sıcak burası.”
Acar’ın kaşları çatıldı. Yanıma oturduğu anda eli alnıma
yaslandı. “İçerisi çok sıcak değil Feris, serin hatta.” Dudaklarımı büküp
olduğum yerde küçülerek göğsüne yattım. Acar’ın kokusu, açlıktan ölüyormuşum ve
önümde bir tabak yemek duruyormuş gibi ağzımı sulandırmıştı. Burnumu tişörtünü
delmeye çalışır gibi bastırdım.
“Nereden aldın bu şişeyi? Rengi çok güzel ama dengemi
şaşırttı, ne ki bu?” Soruma cevap beklerken, bekleme süresi tahmin ettiğimden
uzun sürünce kaşlarım çatık halde çenemi göğsüne yaslayıp yüzüne baktım.
“Acar?”
“Bilmiyorum.” Dalga geçiyor gibi durmuyordu. “Bilmiyor
musun?”
“Hediyeydi, bir kenara atmışım doğum günümden sonra.”
Belimin alt kısımlarında gezinen parmaklarına takılmamaya
çalışarak merakla sordum. “Kim aldı?”
Acar sertçe yutkunduğunda şüpheyle göğsünden kalkmaya
çalıştım. Başımın arkasına bastırdığı eliyle buna engel olduğunda huysuzca bir
ses çıkartarak bileğini kavradım. “Ne karıştırıyorsun sen ya? Kim aldı bu
şişeyi?”
Gözleriyle karşıdaki duvarı işaret ettiğinde önce neyi
kastettiğini anlayamayıp boş boş baksam da saniyeler içinde anladığım gerçekle
Acar’ın beni kendisine sertçe bastıran gücüne rağmen hızla doğruldum. “Şeyda…”
diye mırıldanarak anladığım kişiyi sesli olarak dile getirdiğimde bir gözüm de
masada duran şişedeydi.
Midemde duran yarısını şu an kusmak ve bedenimden atmak
istiyordum ama dışarıdan pek bir şey belli etmemeye çalıştım.
“Bunun için tavır alacağını söyleme bana zümrüt göz, sen
bulup içmişsin. Ben koymuştum kenara öyle.” Kollarımı göğsümde birleştirerek
arkama yaslandım. “Ne söyledi verirken? Birlikte içeriz bir gün mü dedi?”
Acar gözlerini kaçırdığında elimi sertçe göğsüne vurdum.
“İnkar etsene aptal adam!”
“Güzelim yalan söyleyince daha çok kızacaksın, ama hiçbir
zaman Şeyda’yla bu şişeyi içmek gibi bir planım yoktu zaten.”
“Olsaydı bir de Acarcım, ben kalkayım istersen.”
Hangi ara kolu belime dolandı ve beni kucağına yüz yüze
geleceğimiz şekilde oturtmayı başardı tam olarak algılayamamıştım. Ani
hareketliliğim yüzünden çalkalanan midemi tutup yüzümü buruşturduğumda Acar
şakağımı öpüp beni boynuna doğru yatırdı. Sırtımı beni yatıştırmak ister gibi sıvazlıyordu.
“Nereye kalkıyorsun Feriscim? Yerin rahat değil mi?”
“Hiç rahat değil.” Kucağına bebek gibi yayılmışken bu
yalanı söylediğim için umarım çarpılmazdım. “Öyle mi?” Acar, ben bambaşka bir
şey söylemişim gibi umursamadan beni iyice mayışmama yol açacak şekilde sarmayı
sürdürdü.
Yakınlaştığımız için az önce göğsündeyken olduğu gibi,
hatta daha yoğun burnuma dolan kokusu bedenimde ikaz ışıklarının yanıp
sönmesine neden oluyordu. Alkolün etkisi olduğunu düşünmek istiyordum ama
sarhoş olmadığımdan gayet emindim.
Hissettiğim garip karıncalanmalardan kurtulmak için
anlamsızca yerimde kıpırdanıp oturduğum yere bir nevi sürtündüğümde Acar
çenesini sertçe saçlarıma bastırdı. “Rahat dur zümrüt göz, uyu hadi. Yoksa
gerçekten uyutmam.”
Dudaklarımı birbirine bastırıp hareketsiz kalmaya
çalıştım. Birkaç saniye dayanabildiğim bu hareketsizliğin ardından yüzümü
aniden boynundan kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağladım. Kucağında olduğum için
hafifçe yüksekten bakıyor olduğum yüzü dikkat dolu bir ifadeyle kaplıydı. Alnımı
alnına bastırdığımda sessizce benim hareketlerimi takip ediyordu.
“Merih,” diyerek nedensizce diğer adıyla seslenmeyi seçip
bir şey için yalvarıyormuş gibi uzatarak fısıldadım. Ne istediğim hakkında bir
fikrim yoktu, bedenimdeki bu saçma ayaklanmanın sebebini anlamak ve çözülmesini
sağlamak istiyordum yalnızca. “Söyle güzel bebeğim.” Duyduğum hitap gülümsememe
neden olurken gözlerimi kırpıştırdım. Dudaklarımı burnu ve dudakları arasındaki
boşluğa bastırırken üst dudağının bir kısmına da hafifçe dudaklarımla
dokunmuştum.
Dudaklarımı bulunduğu yerden çekmeden aynı yeri iki kez
üst üste öptüğümde üçüncü öpücük için niyetlenemeden Acar alt dudağımı
dudaklarının arasına alıp yavaşça emdi. Dudağımda onun sıcaklığını hissettiğim
anda, bedenimde zaten yanıyor olan ateş harlanırken onu taklit ederek üst
dudağına aynı şeyi yaptım. Küçük bir farkla… Onun aksine dudağını kopartmak
ister gibi hoyratça emmiştim üst dudağını.
Dudaklarımız birbirine yaslıyken anlayamadığım bir şey
mırıldanarak iki kolunu sıkıca belime sardı. Parmakları üzerimdeki ona ait
tişörtü delip geçecekmiş gibi bulundukları noktada sımsıkı duruyorken bütün
ağırlığımla üzerine kapandığım için aramızda mesafe sayılabilecek hiçbir şey
yoktu. Acar ellerinden birini tişörtün altına sokup çıplak belimi kavradığında
irkilerek kendimi göğsüne bastırdım. Dudaklarını yavaşça geriye çekti. İkimiz
de nefes nefeseydik, burunlarımız birbirine değebilecek kadar yakınken
duraksadı.
“Sarhoşsun.”
Değildim. Sarhoş olduğuma dair hiçbir belirti yoktu.
Sadece onu istiyordum, çoğu zaman böyle hissediyordum bunda garip bir şey yoktu
ama bu kez daha önce olduğundan çok daha yoğundu hislerim. “Değilim.”
Gözlerimi gözlerine dikerek ne kadar ayık olduğumu görsün
diye çabalarken sinsi bir dürtüyle kalçalarımı kıpırdattım. Hiçbir şey
yapmamışım gibi gözlerine bakmaya devam ederken kasıklarının üzerinde hareket
ettirdiğim kalçalarım Acar’ın tıslar gibi küçük bir küfür savurmasına sebep
oldu. Parmakları tenime gömülüyormuş gibi sıkıca belimi kavradığında üstten
üstten gözlerine bakmayı sürdürüyordum.
“Sarhoş değilim.” diye tekrarladım. Acı bir kahveye dönen
gözlerine dikkatle bakmayı bırakıp yüzümü yanağına sürttüm. Sakallarının
üzerini minik minik öpüp dururken kendi kendime kıkırdıyordum. Acar iradesini
geri toplamış olacak ki beni yeniden boynuna yatırdı. Uykumun gelmesini
sağlamaya çalışıyordu.
Fakat bu tehlikeli bir hamleydi.
Burnumu şah damarının üzerinden düzgünce kaydırıp en alt
kısımda durdum. Aynı yolu başlangıç noktasına dönerken bu kez dilimle
izlediğimde Acar başını geriye doğru yaslayarak boynunu gerdi. Soğukkanlılığı
ve iradesinin keskinliğiyle çoğu kişinin canına okuyan bir adamı küçük
oyunlarla köşeye sıkıştırma işini sevmiştim.
Tenindeki küçük pütürlerde dolaştırdığım dilimi geri
çekmek için niyetim olmadığında kendimi koltukta sırtüstü uzanıyor halde bulmam
gecikmedi. Acar, az önceki halimiz yüzünden bacaklarım onun belinde duruyorken
üzerimdeydi. Başımın yanındaki boşluktan koltuğa bastırdığı avucu sayesinde
ağırlığı üzerimde değildi ama öyleymiş gibi hissediyordum. Bütün boşlukları
doldurup üzerime kapanmış gibiydi.
Yüzünü yüzüme eşitlemek yerine kendisini hafifçe aşağıya
kaydırdığında kalkacağını zannederek mızmızlanmak üzereyken az önce yaptığımı
bana misliyle ödetmek istiyormuş gibi boynumdaki ince deriyi sertçe öptü. Aynı
yeri burnunu bastırarak derince kokladığını zar zor fark edebilmişken bir elimi
saçlarına uzattım. Saçlarını yavaş yavaş okşamaya başladığımda bunu bekliyormuş
gibi yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
Dudaklarımızı birleştirmeye çalıştığımda bana izin
vermeden burnumu öptü. “Devam edersek durmam Feris, sarhoşsun. Böyle bir anda
hiçbir şey yaşanmayacak.”
Bu kez gerçekten sinirlerim bozularak geriye doğru kayıp
doğruldum. Karnımın altında patlayacakmış gibi karıncalanan hislerim yerli
yerindeyken Acar’ın sürekli sarhoşsun deyip çekilmesi öfkemi tetikliyordu.
“Küçücük şişenin yarısını içtim Acar, sarhoş gibi bir halim var mı?”
“Kendinde olsaydın aniden bu halde olmazdık zümrüt göz,
sabrımı sınama.”
“Sadece sarhoşken mi seni isteyebilirim yani?” dedim yarı
güler halde. Sinir bozukluğuyla ortaya çıkmış bir gülüştü. Koltukta yeniden yan
yana oturuyor hale geldiğimizde öne uzanıp şişeyi kavradım. “Telefonunu aç.”
Acar anlamsızca yüzüme bakarken tekrarladım. “Telefonunu
aç Acar hadi.”
Acar cebinden çıkarttığı telefonu açıp elime uzattığında
şişeyi görsel arama ile arattıktan sonra önüme çıkan sonuçlarda dolaşmaya
başladım. İçindeki alkolün çeşidini ve oranını anlamak istiyordum.
Acar da çenesini omuzuma yaslamış halde ekrana bakmaya
çalışıyordu. “Kaçak mı getirtmiş bunu, ne bu ya?” Saçma sapan arama sonuçlarına
söylenerek ekranı kaydırmaya devam ederken sonunda düzgün bir site bulduğumda
üzerine dokundum. İngilizce bir blog sayfasıydı.
Çok da uzun olmayan yazının ilk paragrafından anladığım
kadarıyla bir nevi şişede kokteyl gibi bir şeydi. Alkol oranının az olduğunu
belirten cümleye basılı tutarak cümlenin vurgulanmasını sağlayıp ekranı Acar’ın
yüzüne doğru uzattım. “Bak ne yazıyor?”
Artık derdim Acar’ın beni sevmesi değil sarhoş olmadığımı kanıtlamaktı. Kanıtladıktan sonra
kalkıp eve bile gidebilirdim, sinirlerimi hoplatmıştı. Yazının devamına bakmayı
bırakacakken gözüme çarpan renkli ‘uyarı’ başlığıyla gözlerimi kısarak ekranı
kaydırdım.
Yazının en sonuna iliştirilmiş olan iki cümlelik kısmı
okuduktan sonra birkaç saniye duraksayarak ekrana bakmayı sürdürdüm. Acar az
önce ekranı ona uzattığımda omuzumdaki yerinden ayrılmıştı, benim okuduğum
kısmı görmemişti.
“Ben… Yanlış çeviriyorum, evet. İngilizceyi unuttum bence
bir anlığına sinirden.” Kendi kendime söylenerek cümleyi bir iki kez daha
okudum. Aynı sonuca ulaşmışken neredeyse çığlık atacak kadar sınıra gelmiştim.
“Ne oluyor?” Acar şaşkınca bana bakıyorken telefonu kafasına fırlatır gibi
sertçe uzattım. “Yazının sonunu oku.”
Şeyda Melih’e
takıntılı şekilde aşık diyen Acar’ın sesi zihnimde yankılanırken dayanamayıp
ayağa kalktım. Takıntılı olduğunuz adamın ikizine doğum günü için etrafa
yönelik cinsel algısını açacak, kaba tabirle azdıracak bir içecek hediye eder
miydiniz?
“Birlikte içelim demiş bir de, ruh hastasına bak. Üzerine
atlaman için iki aydır zaman kolluyordur doğum gününden beri.” Acar elindeki
telefona derinden çatılan kaşları ve telefonu sıkıca tuttuğu için beyazlamaya
başlayan elleriyle bakmaya devam ediyordu. “İşine gelince en zeki sensin.”
dedim gergince. “Ama bu konuda dünyadaki en aptal adam senmişsin gibi
davranmayı mı seçtin Acar?”
“Feris-…” diyerek başladığı cümlenin devamını getiremedi.
Yüzünde saf şaşkınlık vardı, Acar’ın bana yalan söylediğini bir an bile
düşünmemiştim. Şeyda’nın gerçekten kendisine değil Melih’e takıntılı olduğunu
düşünüyordu şu ana kadar belli ki.
Kendimi yüksekten direkt olarak koltuğa geri bıraktım.
Vücudumdaki kıvılcımlar öfkeyle karışıp alevlenmişken ayaklı bir bomba gibi
hissediyordum. “Ben, cidden böyle bir şey düşünmemiştim.” Telefonu kapatıp
kenara bıraktığında başımı yana çevirip ona baktım. “Fark ettim.” diye soludum
apaçık bir tavırla.
“Neyse ki içeriğini bilmeden hediye etmiştir demedin.”
dedim dalga geçerek. “Saftirik.”
“Saftirik mi?” Küfretmişim gibi baktığında ifademi
değiştirmedim. “Evet, saftiriksin. Aylardır hiç anlamamışsın, ben ilk andan
beri bir saçmalık olduğundan emindim.”
“Feris!” demesine aldırmadan mutfağa gitmek için ayağa
kalktım. Susamıştım. Mutfağa giderken Acar’ın da arkamdan geliyor oluşunu umursamadım.
Suyumu doldurup içmeye başladığım sırada kalçamı tezgâha yaslayıp kapıda duran
Acar’a bakıyordum. “Git kapılarını çal, planının suya düştüğünü anlat bence.
Hevesle bekliyor kız boşu boşuna.”
Omuzunu kapının kenarına yasladı. “Bu konuyu kısa bir
süre ertelesek daha iyi olacak gibi.”
“Keyfin bilir.” Bu konunun içine tamamen dahil olmak en
büyük dileğim değildi. Şeyda’nın gerçekten hastalıklı biri olduğu böyle bir
yalanı söyleyip devam ettirebilmesinden belli oluyordu zaten.
“İyi misin şu an?” diye sorduğunda sinirimi kastettiğini
düşünerek omuz silktim. Ama dudağının bir tarafı yukarı doğru kıvrılır gibi
olunca şaşkınca yüzüne bakakalmıştım. “Ne?”
“Şişenin yarısını içtin, uyarıyı dikkate alırsan bir
bardağının bile etkili olduğu yazıyordu.”
Üzüntüden ağlayacakmış gibi oyuncu bir tavırla dudak
büzdüm. “Cevabımın bir önemi yok, sonuçta sarhoşum.” Az önce beni delirtmesini
hemen silip üzerine atlayacak değildim.
Üzerime doğru gelirken attığı birkaç adım son bulduğunda
artık bir adım önümdeydi. “Kendimi affettirmeme izin verecek misin?” Sesindeki
boğukluk kısa bir an yutkunmama sebep oldu. Affettirmekten kastının ne olduğunu
birçok vaadi aynı anda bu kelimeye gizleyerek göstermiş olması yukarı çekmeye
çalıştığım duvarlarıma birkaç darbe indirmişti.
Elimdeki bardağa uzandığında alıp kenara koyacağını
düşünüyordum. Bardağı benim elimde dururken çevirerek içindeki suyun üzerimdeki
tişörtün önünü ıslatmasını beklediğim söylenemezdi.
Su soğuk olmasa da tişörtün göğüs kısmından tenime direkt
olarak temas ettiği için ürpermeme sebep olduğunda istemsizce üst bedenimi öne
doğru ittim. Acar, delirmeme sebep olabilecek bir yavaşlıkla bakışlarını suyun
dokunduğu yerlere indirirken bardağı saran parmaklarım tamamen işlevini
yitirmişti. Bardağın düşmesine engel olup arkamdaki tezgâha bırakırken yüzü
yüzüme yakınlaştığında nefesimi tutmaya gerek duymadan yüzüne doğru üfledim.
“Üstüm ıslandı.” derken bunu büyük bir sorunmuş gibi
mırıldandım.
“Değiştirelim o halde.” Tişörtün uçlarına uzanan
parmaklarını dikkatle izlerken hareketsizce bekledim. Acar tek bir hamleyle
tişörtü başımın üzerinden çekip yere attığında üzerimde kalan tek parça
lacivert sütyenimdi. Acar’ın bakışlarındaki yoğunluk bedenimde farklı dalgalar
oluşturup beni sarsıyorken dirseğinin biraz üzerini serçe tuttum. Hafif uzun
tırnaklarım tenine gömüldüğünde Acar dudaklarımı sertçe dudaklarının arasına
yuvarladı.
Duraksamadan dilini ağzıma ittiğinde saniyeler içinde
ıslaklığının ağzıma yayılmasına boğukça inledim. Çıkarttığım ses dudaklarımızın
arasından dışarıya çıkamazken kalçamı ayakta durabilmek için tezgâha daha sert
bastırmaya çalıştım. Acar ayakta durmakta zorlandığımı fark ederek beni
belimden tutarak havalandırdığında bacaklarımı sıkıca kalçasının üzerinde
çaprazladım. Dudaklarımı özümü almak ister gibi emip öperken gözlerim çoktan
kapanmış, Acar’ın kokusuna ve varlığına odaklanmıştım.
Kalçamı yoğurur gibi sıkan eli kasıklarıma ani bir ikaz
yolladığında kendimi karnına bastırmaya çalıştım. Biraz daha aşağıya kayarak ona yaslanmak istiyordum ama beni o
kadar sıkı sarmıştı ki kıpırdayabilecek halde değildim.
Dudaklarını geriye çektiğinde emziği alınmış bir bebek
gibi mızmızlanmak için hazırlanmışken Acar beni bırakmadan yürümeye
başladığında gözlerimi kısıkça araladım. Büyük adımlarla odaya yönelmişken
ensesindeki saçları çekiştirerek kendimi oyalamakla meşguldüm. Saçlarının
bitimine dudaklarımı bastırmak için boynuna doğru eğildiğimde kalçamı sıkıca
kavramış olan eli sabitken diğer eli sırtımı sütyenimin kopçasına kadar parmak
uçlarıyla gezindi.
“Delirtiyorsun beni biliyorsun değil mi? Aklına
gelebilecek her anlamda… Bendeki tanımın bu.”
Cümlesinin sonunda sırtım yatağın örtüsünün yumuşak
yüzeyiyle buluştuğunda bana bütün heybetiyle üstten bakıyor haldeydi. Ayakta
dikilmeye ne kadar süre devam edebileceğini merak ederek onu kendime çekmek
için hamle yapmadan yatağın ortasında sere serpe uzanmayı sürdürdüm. Nefesim
sıklaştığı için sürekli inip kalkan göğüslerim bakışlarının odağı olduğunda
dudağımı ısırdım. Göğüslerimi çıplak halde görmemişti, daha önce yakınlaşmıştık
ama buna yakın bir sahne kapıyla bölünmüştü.
Kapı ya da telefon çalma olasılıkları yerli yerindeydi,
Acar’ın beni aç bakışlarla izlemesi tenime dokunmasa da yanmama sebep oluyordu
ama bu olasılıkları görmezden gelemiyordum. İçkinin kasıklarıma yüklediği
ağırlık da bir diğer sorundu.
Ellerimi sırtıma doğru uzattığımda Acar ne yapacağımı
anladığı anda dirseğimi kavrayarak kolumu öne çekti. Tek dizini iki bacağımın
arasına yaslayıp üzerime doğru hafifçe eğilirken gözleri hem parlıyor hem de koyulaşıyor
gibiydi.
Sırtıma doğru ilerleyen eline izin vererek, hatta yardım
ederek hafifçe bedenimi yataktan havalandırdığımda sütyenin kopçasını küçük bir
uğraşın ardından açtı. Lastikler gevşeyip öne doğru çıkarken göğüslerimin
üzerinde iğreti bir şekilde duran sütyen göğüslerimin artık çok daha az bir
kısmını kapatıyordu.
İki göğsümün arasına işaret parmağıyla bir çizgi
çiziyormuş gibi davrandığında bedenim ona doğru yükselmek için fırsat
kolluyordu. Parmağının yerini, yüzünü göğüslerime yaklaştırarak burnuna
bıraktığında karnım içeriye gömüldü. Verdiği nefesler tenime çarpıyor,
ürpertici bir şekilde tüylerimi diken diken ediyordu. Burnuyla sütyeni yukarıya
doğru ittirdiğinde göğüs uçlarıma kadar açılan dolgunluklardan birini
avuçladığında kıvrandım. Sütyen straplez olduğu için tamamen üzerimden
düştüğünde Acar açıkça tüm detayıyla onları görebiliyor haldeydi.
Uçları büzüşen göğüslerim Acar’ın yakınlığıyla imkânı
varmış gibi iyice sertleşirken Acar dudağını sağ göğüs ucuma kapatmadan önce
adımı derinden bir sesle mırıldandı. Islaklığı göğüs ucumu kaplamaya
başladığında boynumu acıtacak bir hızla başımı geriye attım. Bedenimdeki tüm
noktalar bin kat hassaslaşmış gibiydi. Bunun tek sebebi içkinin etkisi değildi,
göğsümü ağzının içine yuvarlayan kişinin Acar oluşu beni delirtiyordu.
Boşta kalan göğsüm kıskançlıkla sızladığında elimi
göğsüme götürmek için hamle yaptım. Göğsüme ben dokunamadan Acar’ın büyük avucu
göğsümü avuçladı. Ağzını göğüs ucumdan kısa bir an çekti. Bu, başımı eğerek ona
bakmama sebep olduğunda dudaklarındaki ıslaklıkla göğüs ucumun dibinde bana
bakıyor olması delirmiş gibi inlememi sağladı. Diliyle göğüs ucuma bir fiske
vurup geri çekileceğini düşünmeme sebep olurken az öncekinden çok daha sert
şekilde diğer göğsümü emmeye başladı.
“Acar!” derken sesim fısıltıdan ibaretti ama çığlık
atacakmış gibi yoğun hissediyordum. Adını birkaç kez daha tekrarladım, ben
adını söyledikçe Acar tetiklenmiş gibi göğsümü daha sert emiyordu.
Ona dokunma ihtiyacıyla elimi saçlarında gezdirdiğimde bu
yeterli gelmeyince tişörtünü çekiştirdim. Acar, ona bir şey söylemeye
çalıştığımı sanarak dudaklarını benden ayırıp üzerimde yükseldiğinde elimi
karnına uzatıp tişörtünü yukarıya çektim. “Sana dokunmak istiyorum.” Büyük bir
cesaretle duraksamadan istediğimi dilimden döktüğümde Acar tişörtünden kurtulur
kurtulmaz dudaklarıma kapandı. “Dokun, bana istediğin kadar dokun ama sıranı
beklemek zorundasın sevgilim.”
Zihnimde eko yaparak yankılanan sözcük etrafımı çepeçevre
sararken dudaklarımı çölde bulduğu suymuş gibi içerek tüketen Acar’a kollarımı
sıkıca doladım. Çıplak teninin sıcacık oluşu heyecanla buz kesen avuç içlerimi
yakarken gözlerimi büyük bir hazla kapattım. Bu, dudaklarının beni sarışından
çok daha büyük bir hazdı. Acar’ın kelimeleri ve bakışlarıyla bana bu denli
büyük hisler hediye edebiliyor olmasına henüz alışamamıştım.
Öpüşmemiz devam ediyorken ben vedalaşıyormuşuz gibi
sıkıca boynuna sarılmış haldeydim. Acar’ın dudakları bu halime beni öperken
kıvrılıp hareketlendiğinde gözlerimi araladım. Bakışlarımız kesiştiğinde
gözlerimde gördüğü neydi bilmiyorum ama belimi kavrayıp beni kasıklarımız
birleşecek şekilde yükselttiğinde ağzım karnımın hemen altında hissettiğim
sertlikle aralandı. Dudaklarımızın bir nevi kopmasına sebep olan bu hareketim
Acar’ı boynuma yöneltmişti.
“Henüz çok erken, her şey için erken ama siktiğimin
iradesi senin dışında her şeye demirdenken şimdi ortada yok.” Boynuma bıraktığı
sayısız ıslak öpücüğün arasında cümlesini tamamladığında algılarım dış dünyaya
fazlasıyla kapalıydı. “Seni rahatlatmadan bırakmak istemiyorum, böyle
uyuyamazsın.” dediğinde bir şey söylemedim. Vücudumdaki tüm hücreler ayaklanmış
halde rahatlamayı beklerken buna itiraz edecek konumda değildim.
Acar’ın sırtındaki kasların yarattığı çizgileri ve
boğumları parmak uçlarımla gezerken yüzünü boynumdan çekmeden ellerinden biri
göğüslerimden itibaren aşağıya kaymaya başladı. Göğüs ucumu teğet geçen
parmakları kasılmaktan içeri gömülen karnıma tüy hafifliğinde dokunuşlar
bırakarak kasık çizgime doğru ilerlediğinde nefesim boğazımda takılı kalmış
gibi yutkundum. Altımdaki yine ona ait olan şortun lastiğini biraz aşağıya
doğru iterek kasık çizgimi açığa çıkarttığında üzerime doğru uzanmış olduğu
için ikimiz de orayı göremiyorduk.
Acar şortu çekiştirerek biraz daha aşağıya indirdiğinde
ortaya çıkan iç çamaşırımı bile isteye parmak uçlarıyla tenime gömmek ister
gibi bastırarak okşadı. Kasığımın üst kısmına yaptığı halde en kuytumda
hissetmişim gibi beni yakan dokunuşuna dayanamayarak kalçamı havaya kaldırmaya
çalıştım. Yeniden sertliğini sürtünüp kasıklarımızı birleştirmeme izin vermeden
kalçalarımı havaya kaldırışımı şortu tamamen çıkartmak için fırsat olarak
değerlendirdi.
Dizlerime kadar inen şortu ayaklarımı kullanarak
bedenimden tamamen söküp attığımda Acar kafasını boynumdan kaldırmış yüzümü
dikkatle izliyordu. “Elimi tut.” dediğinde afallamış halde bunu neden
istediğini anlamaya çalışırken tekrarladı. “Elimi tut zümrüt göz.”
Başparmağını sıkıca kavrayarak bir elini tuttuğumda
kulağıma doğru yaklaştı. Kulağımın hemen altına ıslak bir öpücük bıraktıktan
sonra hırıltılı çıkan sesiyle konuştu. “Elimi yönlendir, elim nerede olsun
istiyorsun Feris?”
Hıçkırır gibi çaresiz bir sesle titrediğimde göğüs
uçlarım onun çıplak göğsüne sertçe sürtündü. Bu hem canımı yakıp hem
kasıklarıma haz dolu bir uyarı yolladığında Acar’a titrediğine emin olduğum
gözbebeklerimi kaçırmadan baktım. Bakışlarımdan ne istediğimi anladığına yemin
edebilirdim.
Benimle oynuyordu, cesaretlenmemi ve istediğimi ondan
kendim almamı istiyordu.
İstemsizce gittikçe daha sıkı kavradığım elini hareket
ettirmeye başladığımda çenesini hafifçe kastı. Ne yapacağımı merakla izleyen
hali cesaret balonuma üfleyip büyümesine sebep olduğunda elini karnımdan
aşağıya doğru kaydırdım. Ağlayacak gibi hissediyorken bunun üzgün ya da rahatsız
hissetmemle hiçbir ilgisi yoktu.
Elini kadınlığıma benim yönlendirmemle yaklaştıkça bir
tepeyi tırmanıyormuş gibiydim. Daha fazla dayanamayarak avucunu tamamen orayı
kaplayacak şekilde kadınlığıma yerleştirdiğimde başımı sertçe geriye vurarak
inledim.
Uzun bir süredir orada bekleyen ve anbean artan
ıslaklığım külotun ince kumaşından direkt olarak Acar’ın eline bulaşmış gibi
hissettiğimde dudaklarımı dişledim. “Hassiktir,” Acar peş peşe küfürler
savururken ben başparmağını sıkıca sarmaya devam ediyordum. “Sırılsıklamsın
Feris, sırılsıklamsın güzelim.”
Tüm gücümü parmağını sıkmak için kullandığımı zannetsem
de gücümün çekildiğini, aslında elimin üstünkörü bir biçimde ona sarılı
olduğunu biliyordum. “Kimin için sırılsıklamsın güzel bebeğim?” Bu soruyu cevap
almak için değil bana hatırlatmak için soruyor gibi bastıra bastıra
dillendirdiğinde gözlerim kayar gibi kapandı.
Kadınlığımda hareket ettirmeye başladığı parmakları önce
fazlasıyla hantal ve yavaşken tam tepeme bastırdığında hareketleri sertleşti.
Dudaklarımdan dökülen kısık çığlığı susturmak ister gibi dudaklarımı kanatacak
kadar sert ısırdığımda Acar boşta duran elini çeneme sürttü. “Isırma, siktir
ısırma dudaklarını.”
Dudaklarımı serbest bıraktığımda ağzıma doğru ittiği
kalın başparmağını yeni dayanağım yaparak sertçe ısırdığımda tepeme orayı un
ufak edecekmiş gibi bastırdı. Eli hareket ettikçe külotumun şerit kısmı kenara
kayıp kadınlığımı görünür hale getiriyordu. Birkaç saniye sonra külotu tamamen
kenara itip beni çırılçıplak bıraktığında nabız gibi atan sıcaklığımı onun da
hissedebildiğinin farkındaydım. Farkındalığım ağzımdaki parmağını az önceki
ısırışımın sızısını geçirmek ister gibi emmeye başladığımda toz olup kayboldu.
Zevk noktamı bulan parmağı orayı bastırarak okşamaya bir
an olsun ara vermezken tırmanıyor gibi hissettiğim tepede düşmeden önce
ulaşacağım zirveye az kaldığını algılayabiliyordum. Alnımda biriken terleri
silmek için bir elimi alnıma uzatıp oraya yasladım. “Geleceksin, az kaldı.
Sikeyim böyle işi nasıl göründüğünün farkında mısın? Çizdiklerinden farksızsın
Feris, önümde sere serpe yatan bir sanat eserisin.”
Sesi ve söyledikleri tepeye çıkmamı hızlandırırken
ağzımdaki parmağını kavrayamayacak kadar kendimden geçerek tamamen gevşemeden
önce kaskatı kesildim. Acar hareketlerini yavaşlatmadan tamamen tükenmeme
yardım ederken gözlerim zevkten dolarak görüşümü bulanıklaştırdı. “Merih…” Son
hecesini inler gibi söylediğim adı odanın duvarlarına çarpıp bize dönerken alt
dudağımı sıyıran parmağının yerine dudaklarını koyup alt dudağımı emdi.
Kadınlığımdan yavaşça çektiği elinin yarattığı boşluğu
direkt olarak hissettiğimde dudağımı bırakmasına sebep olacak şekilde başımı
iki yana salladım.
Diğer elini yataktan destek alıp üzerime ağırlığını
vermeden durabilmek için kullanıyorken gözlerini gözlerimden ayırmadan az önce
sıcaklığımı talan eden parmaklarını ağzına ittiğinde yutkundum. Tatlısının bir
parçası parmaklarına bulaşmış gibi sakince parmaklarını temizlediğinde anın
yoğunluğuyla bayılacak gibi hissediyordum.
“Şaşırmadım,” diyerek parmaklarını aşağıya indirdi.
“Tadının da her şeyin gibi bağımlılık yapacak kadar yoğun hissettirişine
şaşırmadım zümrüt göz.”
~
Gözlerimi aralamama sebep olanın ne olduğunu
anlayamayarak ağzımın içerisinde boğukça bir şeyler mırıldanıp yeniden
uyuyabilmek için uyuma pozisyonumu değiştirmeye çalıştım. Yüzüstü dönmeye
çabalarken buna izin vermiyor olan bir çift kol tarafından sıkıca sarılmış
olduğumu algıladığımda tek gözümü aralayarak etrafa baktım.
Acar’ın kolları beni sıkıca sarmıştı, ikimiz de yan
dönmüş halde yatıyorduk ve birbirimize dönüktük. Yastıktan biraz aşağıda
olduğum için alnım çenesinin hizasındaydı. Üzerimizdeki ince örtü neredeyse
kafama kadar örtülüyken kendisi örtüden kurtulmuş tamamen açıkta duruyordu.
Üşüyor olabileceğini düşünerek örtüyü ona doğru uzatıp
kapatmaya çalıştığımda yüz ifadesi değişti. Uyandırdığım için çekinerek alt
dudağımı ağzımın içerisine yuvarladım. Beni yanıltarak uyanmayıp yeniden
uykusuna döndüğünde derin bir nefes verdim.
İdrar torbamın yeniden uykuya dalmama izin vermeyeceğini
anladığımda memnun olmasam da yataktan kalkmak için hareketlendim. Acar’ı
sarsmamaya çalışarak zor da olsa yataktan kalktıktan sonra üzerimde külotum ve
Acar’ın tişörtü dışında bir şey olmadan odadan çıktım. Kapıyı çıkınca tam
kapatmasam da sonuna kadar örttüm.
Banyoya girip işimi hallettikten sonra mutfağın ışığını
açık bırakıp odaya geçtiğimizi görünce ışığı söndürmek için mutfağa girdim. Güneş
doğalı çok olmamışken terasa çıkıp denize bakmak istiyordum ama tek başıma
çıkmaktan halen korkuyordum. Bu yüzden omuzlarımı üzgünce düşürerek paytak
adımlarla çıplak ayaklarımın çıkarttığı sesleri dinleyerek odaya dönmek için
yürümeye başladım.
Holden geçerken duyduğum uğultuya benzer konuşma sesleri
ilgimi çektiğinde merakıma tabii ki yenik düşerek dış kapıya yapıştım. Kapıdaki
delik Acar’ın sırık bedenine göre yapıldığından bakabilmek için parmak
uçlarımda yükselmem gerekmişti.
Koridordaki uğultunun sebebi Şeyda’ydı. Kulağına yaslı
telefonuyla konuşurken evinin kapısını kilitlemeye ya da belki de açmaya
çalışıyordu.
“Birazdan çıkar, işe gitmek için en geç on dakikaya
çıkmış olması gerekiyor. Vaktini geçirmez.” Kapıyı açmaya değil kilitlemeye
çalıştığını anahtarı çantasına atınca anlamıştım. “Arabayı abimin almasına bir
şey demedim dün, şimdi ondan beni de bırakmasını isteyeceğim kapıda
karşılaşmışız gibi işte.”
Gözlerimin büyümesine engel olamayarak parmak uçlarımda
dururken dengemi kaybedip ayaklarımı sağlamca yere bastım. Bu cümlelerin hedef
noktası içeride uyuyor olan adam olabilir miydi?
Uykudan tamamen ayılmama yardımcı olan bu sahne, dün
Çağla’nın dediklerini anımsamama sebep oldu. Acar manyak olduğu için sadece pazar günleri dinleniyor demişti.
Bugün cumartesiydi. Eğer ben burada olmasaydım Acar her zamanki saatinde işe
gidiyor olacaktı yani.
Şeyda’nın dün patlayan afrodizyaklı içki planına bu planı
da ekleme içgüdüsü zihnimi tırmalayarak beni dürttüğünde kenarda duran dünden
kalma pizza kutusunu kavradım. Çöpü kapıya bırakacakmış gibi kurduğum küçük
senaryomu kapı koluna uzanıp başlatırken yüzüm ifadesiz olsa da o ifadesizliğin
altında hem gülümseyen hem de sinirden gerim gerim gerilen bir ifade saklıydı.
Oyalanmadan kapıyı açtım.
Artık Şeyda’yla karşı karşıyaydık. Birçok anlamda…
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder