Günler Kısa Geceler Sonsuz 15.Bölüm
15.BÖLÜM
İyi okumalar!
~~~
- Lal
Gözlerimi karşımdaki tabloya dikmiş,
sessizce oturuyordum. Nilperi abla bizi misafir odasına götürüp, üzerimizi
değiştirmemiz için kıyafet bırakalı sanırım on beş dakikayı çoktan geçmişti.
Yatağın bir tarafında ben, diğer tarafında
ise annem vardı. Sırtlarımız birbirine dönüktü, ikimizden de tek bir kelime
dahi çıkmamıştı. Bugün o kadar fazla şey yaşanmıştı ki peş peşe olan olaylardan
fırsat bulup hepsini düşünecek bir boşluk yaratamamıştık.
“Bugün… Bugün olanlardan sonra bizi yanında
istemez değil mi?” diye sordum. Bu soruyu saatlerdir kendi içimde cevaplamaya
çalışıyordum ama sonuca ulaşamamıştım.
“Bir daha o eve dönmeyeceğiz, Lal. Bunu
düşünme şimdilik annecim, söz veriyorum tamam mı?”
Ona dönmedim, avuçlarımı yatağa bastırdım.
Çarşafları buruşturup odağımı değiştirmeye çalıştım. “Önceki gibi olursa…”
diyerek cümlenin sonunu getiremeden sustum. Eve dönmeyeceğimizi söylüyordu ama
bunu ilk ve son kez gerçekleştirmeye annemi ikna edebildiğimde sonu kâbus
gibiydi. Yine öyle olmayacağının garantisi yoktu.
Odanın kapısı bir kez tıklandığında kapıya
dönük olan annem olduğu için arkama döndüm. “Gelebilirsiniz.” Annemin
seslenişinden sonra kapı açıldı. Odaya giren kişiyi gördüğümde ayaklanmak
yerine yatakta bacaklarımı kendime çektim.
“Müsait misiniz?” Demir abinin kendi evine
gitmiş olabileceğini düşünmüştüm ama belli ki buradaydı.
“Bir sorun mu var?” Annemin sorusuna
direkt olarak hakim olan korkuyu hissedebildiğimde omuzlarımı düşürdüm. “Hayır,
hayır sorun falan yok.” Duraksamadan cevap geldiği için annem daha sakin
duruyordu.
Demir abi elindeki ne olduğunu
anlayamadığım kutuyu anneme uzattı. “Lal, bunu annenin boynuna sürer misin?”
Elindeki kutunun morluklar için bir krem
olduğunu anlamakta gecikmedim. Yatakta dizlerimin üzerinde ilerleyip onların
olduğu tarafa geçtim. “Teşekkürler.” diyerek annemin halen kremi almayıp irice
açtığı gözleriyle Demir abiye bakışına bir son verdim ve kutuyu aldım.
“Bir sorun mu var?” Demir abi annemin
sorusunu onun bakışlarını kastederek tekrarladığında hafifçe güldüm.
“Bence ortada bir sorun yok gibi, ama bu
soruyu sevmiş görünüyorsunuz.” Beni pek takmadıkları için başka bir şey
söylemedim. O sırada odanın yarı açık kalan kapısından bizi izleyen biri
olduğunu gördüm. Onu fark ettiğimi anlamış olacak ki kapıyı biraz daha ittirip
içeriye girdi.
“Danacım!” diyerek Demir abinin bacağına
sıkıca sarıldığında annem de Demir abi de onu bu ana kadar fark etmedikleri
için şaşkın görünüyorlardı. “Gülin?” Demir abi, bebeği kucaklayıp kaldırdı.
Tuna’nın -dolayısıyla da Demir abinin-
yeğeni olduğunu anlamıştım. Dayı yerine kullandığı kelime biraz ilginç
duruyordu.
“Sen uyumuyor muydun dayıcım?”
“Uyumadım ki, babamı kandıydım.” Dürüstçe
itiraf ettikten sonra meraklı bakışlarıyla bize döndü. Demir abiye sıkıca
tutunuyordu ama bir yandan da gözleri üzerimizdeydi. Hem çekiniyor hem de deli
gibi kim olduğumuzu öğrenmek istiyordu belli ki.
“Merhaba,” diyerek konuştuğumda ona
söylediğimi fark ettiğinde yanakları kızardı. Nilperi ablanın küçük bir kopyası
gibiydi, saçları ve gözleri tamamen aynıydı. “Tanışabilir miyiz?” diye
sorduğumda göz ucuyla da Demir abiye bakıyordum. Soruyu Gülin’e sormuş görünsem
de Demir abinin onay vermesini istemiştim.
“Benim adım Gülin.” diyerek kısık sesle
mırıldandı. Beklenti dolu bakışlarla bana bakıyordu. Adımı söylemek için
oyalanmadım. “Ben de Lal.”
Muhtemelen daha önce hiç duymadığı bir
kelime olan ismim gözlerini kırpıştırarak bana bakmasına sebep oldu. “Layl mi?”
Fazladan eklediği harfle şirin bir şekilde telaffuz edişine biz gülerken o bu
durumdan çok memnun olmuş gibi değildi.
“Komiklik mi yaptım?”
“Yok meleğim, çok tatlı söyledin sadece.”
Demir abinin açıklaması yeterli gelmiş olacak ki Gülin bu kez anneme baktı.
“Senin adın ne?”
Annemden adını duyduktan sonra benimkinin
aksine bu kez çok şaşkın durmuyordu. “Mişafir olmak için mi geldiniz?”
Bunun aslında bir misafirlikten çok daha
tatsız bir sebebi olduğunu Gülin’e açıklayamayacağımız için herkes aynı anda
olumlu anlamda kafa salladı. “Hep kalın tamam mı? Oyun oynarız sizle,
sıkılmajsınız.”
Kısa bir sessizlik oldu. Ardından Gülin
yeniden konuştu. “Şimdi oynamaya başlayabiliriz, oyuncaklarımı getireyim.”
Demir abinin kucağından inmeye çalışırken başarılı olamadığında mızmızlandı.
“Danacım bırak!”
“Meleğim oyun oynamak için saat çok geç
oldu, uyku saatindeyiz artık.”
“Bana ne!” diye bir nevi cırlayan Gülin
sesiyle kulağının dibinde duran dayısını sağır olma tehlikesiyle karşı karşıya
bırakmışken mutsuz olduğunu fark ederek araya girdim. “Nilperi abla izin
verirse biraz oynayabiliriz, olmaz mı?” Demir abiye merakla baktığımda o da
bana döndü.
“Yorgunsun diye söyledim Lal, Peri izin
verir sorun yok.” Gülin’i yere bıraktığında ellerini çırparak benim bacaklarıma
tutunan küçük bedene gülümseyerek baktım. “Odama götürcem seni, orada
oyuncaklarım var.”
Minik avucuyla elimi sıkıca tuttuğunda
ayağa kalktım. “Kremi süremedim ama gelinc-…” diyerek kapıdan çıkarken anneme
doğru konuştuğum sırada Demir abi sözümü kesti. “Hallederiz, siz keyfinize
bakın.”
Annem yine şaşkın bakışlarla ona
döndüğünde gülüşümü gizlemek için Gülin’in beni çekiştirmesinden faydalanarak
odadan çıktım.
Benim varlığım dışında babama bağımlı
yaşıyor oluşunun hiçbir sebebi yoktu. Aralarında ne duygusal bir bağ vardı ne
de resmi olarak bağlanmışlardı. Belki de can simidi muamelesi yapıyordum ama
Demir abinin bugünkü tavrı aklıma birkaç başka şeyi getirmişti ve ortada hiçbir
engel yoktu.
Koridora çıktığımızda Gülin ile birlikte
adımlıyorduk. “Yine de annenden izin alalım mı Gülincim, öyle daha mutlu
olurum.”
Yeni tanışıyor olduğu biriydim ve bu
korkunç günün sonunda kızıyla öylece baş başa kalmadan önce Nilperi abla ya da
eşi haberdar olsa içim daha rahat edecekti.
“Tamam, üsülme. Mutlu ol diye izin
alabiliriz.” Gülin büyük bir fedakarlık sırtlanmışçasına yönümüzü değiştirirken
istemsizce kıkırdadım.
Girdiğimiz oda geniş bir salon oldu.
İçerideki üç kişinin de aynı anda dikkatleri bize çevrilmişti. Tuna’nın
üzerimde dolanan mavilerinden kaçınarak Nilperi ablaya bakmaya çalıştım. Aklım
her ne kadar bambaşka şeylerle dolu olsa da iki üç gün öncesine kadar
mesajlaşırken dahi utanıp çekindiğim kişiyle -ona olan hislerimi bilirken- yüz
yüze olmak fazlasıyla garip hissettiriyordu.
“Anne!” diyerek heyecanla bağıran Gülin
bakışları üzerinde topladığında rahat bir nefes aldım.
“Sen uyumuyor muydun Gül’üm?” Nilperi
ablanın arabadayken andığı şekilde doğru hatırlıyorsam konuşan Uras abiydi,
Gülin’in babası.
“Yok, kandırıkçılık yaptım.” Açık açık ne
yaptığını anlatan Gülin gayet sakindi. Tuna’nın hafifçe kulağıma ulaşan
gülüşünü duysam da ona dönemedim. “Çok ayıp babacım.”
“Baba başka bi’ şey dicem, biraz dur.”
Büyümüş de küçülmüş deyimini canlı olarak gözlemlememe izin veren Gülin halen
elimi sıkı sıkı tutuyordu. “Biz Layl ile oyun oynamak istiyoruz odamda,
oynayalım mı?”
İsmimi düzeltme gereği duymadım, çok tatlı
söylüyordu.
“Oynayın annecim, ama birazdan uyuman
gerekecek.” Nilperi abla bana bakarak son kısımda göz kırptığında bunun çok
uzatmadan Gülin’i uykuya hazırlamam konusunda bir istek olduğunu anlayabildim.
“Biraz oynarız, sonra ben de uyuyacağım zaten.”
Gülin dudaklarını bükerek bana baktı,
dizlerimi zar zor geçen boyuyla başını geriye atmış melül melül bakıyordu.
“Hemen uyumamalısın, oyun oynamamız lajım.”
“Oynadıktan sonra uyuyacağım merak etme.”
dediğimde gülümsedi. “Hadi o zaman.”
Beni yeniden elimden tutup çekiştirerek
salonun çıkışına yönlendirdi. “Danacım sen de gelsene.”
Demir abiye seslenmesini çaresizce dilesem
de asıl muhatabı arkamızda kalan Tuna’ydı. Yutkunup depar atmaya başlayan
kalbimi kontrol etmeyi denedim. “Hiç sormayacaksın sandım bebeğim.”
Tuna’nın da peşimize takıldığını bu
cümlesinden ve arkamızdaki ayak seslerinden anlarken ecel terleri dökmekle
meşguldüm. Gülin elimi bırakmadan bizi bir odanın önüne kadar ilerletti.
Ardından elini elimden çekip kapıyı açtı. “Odama geldik!”
Lila ve kırık beyazla oluşturulmuş tatlı
aurası olan bir odaydı. Bir kısmı daha temel ihtiyaç odaklı yatak ve dolap gibi
şeylerle düzenlenmişken diğer köşesinde oyuncaklarla çevrili, rahatça vakit
geçirilebilecek bir alan vardı.
Gülin koştur koştur oyuncakların olduğu
kısma gidip kutulardan oyuncaklar seçmeye dalmışken kapının birkaç adım
ilerisinde dikilmeyi sürdürüyordum. Ta ki sırtımda varla yok arası hissettiğim
dokunuşa kadar.
Tuna’nın elini ilerlememi ister gibi
yavaşça sırtıma dokundurmasıyla araba çarpmış gibi irkilerek ona döndüm.
“Dalmış gibiydin, korkuttum mu gece kuşu?”
Bana gece
kuşu diye seslenmesine mesajlarda okurken verdiğim aşırı tepkileri
karşısında canlandıramayacağım için sakin kalmak için kendimi telkin etmeye
çalıştım. İkinci adımın Gece olduğunu henüz bilmediğini düşünüyordum.
“Dalmışım, evet.” diye cevaplayabildim.
Sırtımdan çekmediği parmakları tenime elektrik akımı geçiyormuş gibi
hissettirirken gözlerimi kırpıştırarak boynuna diktim. Direkt olarak gözlerine
ya da gözlerine yakın bir yerlere değdirmek istememiştim bakışlarımı.
“Gelsenize!” Gülin heyecanla yanımıza
gelip elimi tuttuktan sonra küçük oyun masasına doğru sürükledi. “Benim boyuma
ve cüsseme çok sıkıntı yaratmasa da minik sandalyelere oturduğunda sandalyeyi
görünürden yok etmiş olan Tuna kendimi tutamayıp kıkırdamama neden oldu.
“Danacım sığmadın ki, sandalyemi kırma
tamam mı?”
Gülin’in tepkisi gülüşümü hızlandırdığında
gülümsememin yüzümde donakalmasına sebep olan Tuna’nın dikkatli bakışlarla
yüzümü izliyor oluşuydu. “Çok güzel gülüyorsun.”
Önümdeki plastik bardak çanak takımlarının
gerçek olmasını diliyordum, çünkü nefes alabilmek için koca bir bardak suya
ihtiyacım vardı. Tuna ‘iki gözün varmış’ demişçesine rahat duruyorken ben
sandalyemde hareket edebileceğim yer olmamasına rağmen kıpır kıpırmış gibiydim.
Sanırım içimdeki kıpırtıları somut olarak da yansıtabildiğimi düşünüyordum.
“Layl sen ne yiceksin?” Elindeki küçük
mavi tavayla bana bakan Gülin’e döndüğümde beklentiyle oyuna katılmamız için
iri yeşil gözlerini üzerime dikmişti. Tuna yokmuş gibi davranmayı deneyerek ona
odaklandım. Aklıma gelen birkaç yiyeceği sıraladığımda bu kez sipariş sırası
Tuna’ya geçmişti.
Gülin’in dur durak bilmeden oyundan oyuna
geçtiği yarım saati de geçen serüvenin ardından gözleri her ne kadar istemese
de yarı kapalı halde oynamaya çalışıyordu. Uykusunun geldiği her halinden
belliyken onun asla pes etmeyeceğini anlayarak yalancı bir esnemeyle açtığım
ağzıma elimi örttüm. Her ne kadar gerçek olmasa da Gülin bana baktığı anda
esnemeye başlamıştı.
“Biraz dinlenelim.” diyerek elindeki
oyuncak bebeği kenara bıraktıktan sonra yanımıza döndü. “Bizim uykumuz geldi
danacım.” Beni de ekibe katmasına tebessüm ettim. Az önceki yalancı esneme
yerinde olmuştu belli ki.
“Uyutalım o zaman sizi, gel bakalım.” Tuna
ilk beş dakika içerisinde sandalyede oturmaktan vazgeçip yere çökmüştü, ayağa
kalkıp Gülin’i kucakladı. Beşik ve yatak karışımı yere doğru ilerliyorlarken
Gülin eliyle bana ‘gel’ anlamlı bir işaret yaptı. “Layl de gelsin.”
İkiletmeden kalktım. Tuna, Gülin’i
yatağına yatırdıktan sonra kenardaki peluş tavşanı da kolunun altına bıraktı.
Eğilip alnını öptükten sonra doğruldu. “İyi uykular bebeğim.”
Yatağın kenarındaki korkuluğumsu çubuklara
avuçlarımı yaslayıp Gülin’in görüş açısına girdim. Kollarımız neredeyse
birbirine sürtünecekken kadar yakındı Tuna ile, ama ikimiz de Gülin’e dönüktük.
“Sabah olunca gitmiceksin di mi Layl?”
diye sorduğunda nasıl bir cevap vermem gerektiğini tam kestiremeyerek Tuna’ya
baktım yardım ister gibi. Ona döndüğümü anladığında başını çevirdi.
“Sabah erkenden bir işi var Lal ve
annesinin, ama sonra yine gelecekler. O zaman görürsün Lal’i, olur mu dayıcım?”
Gülin büktüğü dudaklarıyla üzgün bir halde
bana baktığında dayanamayarak avucumu tombul yanağına yasladım. “Ama böyle
bakarsan çok üzülürüm.”
“Üsülme, ama gitme.”
Gülin’in saf sevgisi içime sızarken oturup
buna ağlayabilecek bir ruh halinde olduğumu bildiğimden burnumu hafifçe çekerek
nefeslendim. Gözlerimin dolmasına engel olduktan sonra elimi yanağından küçük
avucuna kaydırdım. Gülin elimi sıkı sıkı tuttuktan sonra kısa bir sessizlik
oluştu.
Sessizlik Gülin uykuya yenik düşüp,
düzenli nefes alıp veriyor hale gelene dek sürdü. “Uyudu galiba.” diyerek ilk
konuşan ben oldum.
“Uyudu.” Tuna’nın onaylayan sesinin
ardından elimi yavaşça Gülin’in elinden çektim. Avuç içini hafifçe okşadıktan
sonra kollarımı yukarı kaldırıp, beşikten çektim. “Seni çok sevdi, sevgi dolu
bir çocuk ama kanı bu kadar kolay kaynamaz normalde.” Fısıltıyla konuşan
Tuna’nın söyledikleri kadar yüzünün ne denli yakınımda oluşu da dikkatimi
çekerken garip bir çabayla geri gidecekmiş gibi kıpırdandım.
“Lal,” diyerek adımı fısıldadı bu kez.
Kolumun dirseğime en yakın kısmını avucuyla yavaşça kavradığında hareketsiz
kaldım. “Kaçma benden.”
“Kaçmıyorum.” dedim fısıldamaya çalışmasam
da oldukça kısık çıkan sesimle.
“Yalancı.” diye mırıldanırken güler
gibiydi. Kollarımı göğsümde kavuşturup alınma pozisyonuma geçecekken avucunun
koluma yaslı olduğunu bir kez daha fark ederek duraksadım. “Yalancı değilim.”
Hemen yanımızda uyuyor olan Gülin sesimizi belirli bir yükseklikte tutmamız
için bir uyarıydı.
“Tamam, değilsin.” Kabullenmiş olmasına
inanamayarak gözlerine baktığımda muzip parıltılarla beni izliyor olduğunu
gördüm. Dalga geçiyordu.
“Çok ayıp.” diyerek gözlerimi kıstım. Gülerek
başını arkaya attı. Ardından ben ne olduğunu anlayamadan sırtımdan
destekleyerek bedenimi kendisine doğru çekti. Yüzüm omuzunun biraz altına
çarparken kollarım aramızda kalmıştı.
“Mesajlarını okurken aklımda ne
canlandıysa bire bir aynısısın Lal,” dedikten sonra bir şey daha söyleyecekmiş
gibi soluklandı. Ben ise ikinci kez sarılıyor oluşumuzun -ben kollarımı ona
henüz saramasam da- etkisindeydim. “Sadece hayal gücüm bu kadar göz alıcı
göründüğünü hesaplayacak kadar başarılı olamamış, o kadar.”
“Tuna…” diyebildim çaresizce adını
fısıldamaktan başka bir cevap bulamadığım için.
“Söyle gece kuşu.”
“Bugün çok mu korkunç çok mu güzel bir gün
ben anlayamıyorum hiç.” dedim boğazımdan kopan hıçkırığı olabildiğince sessiz
kılmayı deneyerek.
Sırtımı yavaşça sıvazladı. Avuç içlerimi
göğsüne bastırırken tişörtünün buruşur gibi oluşunu umursamadım. Ona sıkıca
tutunmazsam kaybolacak gibi hissediyordum. “Bugünü bilmiyorum ama bundan
sonraki günler çok güzel olacak Lal, söz veriyorum.”
Saçlarımın üzerinde hissettiğim küçük
öpücük bütün direncimi hızla kırdığında gözlerimden akmaya başlayan yaşlarla
sıkı sıkı bedenine sarıldım. “Karşına çıkabileceğimden bile emin değildim ama
böyle olmasını istemiyordum, çok kötü her şey Tuna.” dedim büyük bir sitemle.
Sesim ara ara çatlayıp anlamsızlaşsa da onun beni anladığını biliyordum.
“Şş, nasıl olduğuna odaklanmak zorunda
değiliz. Şu ana bak, şimdiye sarıl.”
“Şimdiye sarılmak istemiyorum,” diyerek
burnumu sertçe çektim. “Sana sarılayım.” Büyük bir cesaretle dudaklarımdan
dökülen bu sözcükler Tuna’nın önce şaşkınlıkla kaskatı kesilmesine ardından
kısık bir sesle kıkırdamasına sebep oldu.
“Bana sarıl tabii, hep sarıl gece kuşu.”
Kısa -hatta pek kısa da olmayan- bir an
boyunca bu halimizin tadını çıkartarak zihnimi sadece Tuna’ya ve kollarında
oluşuma odakladım. Bana eşlik ederek hiçbir şey söylemeden sırtımı yavaşça
okşamaya ve ara ara saçlarıma küçük öpücükler bırakmaya devam ettiği için
zihnimi bu anda kilitli tutmakta zorlandığım söylenemezdi.
Tuna’nın hayatıma dahil olduğu dönemler de
şu an da aslında benim için bir nevi mucizelerdi. Bana tutunacak, hayal kuracak
birçok şey verdiği için bugün burada kollarının arasında duruyordum ve bundan
tam anlamıyla haberi olduğunu sanmıyordum. Ondan hoşlandığımı biliyordu,
çekindiğimi anlıyordu ama bunların ne zamandır süregeldiğini bilmiyor ve
muhtemelen tahminlerinde de doğru olanı tutturamıyordu.
“Konuşmamız gereken bir sürü şey var.”
dedim istemeye istemeye. Bu halde, sessizce günler geçirsem gıkım
çıkmayabilirdi. Geride kalan her şeye kör olabilirdim.
“Konuşacak bir sürü de vaktimiz var, şimdi
olması gerekmiyor. Yarın ve sonrasındaki yüzlerce günden birini de
seçebiliriz.”
Yüzlerce
gün yanımda olacak mısın gibi bir soruyla hevesli
hevesli gözlerimi ona dikmek yerine onaylar bir mırıltı çıkarttım.
“Sude’ye haber verdin değil mi?” diye
sordum aniden aklıma düşen soruyla.
“Verdim eve gelirken, yarın yanına
gelecekmiş. İstersen ararsın birazdan.”
Sude olmasaydı şu anda annemle birlikte
karakolda oturuyor olacağımızı düşünmeden edemiyordum. Kerem’e ve dolayısıyla
Tunalara haber vermiş olan oydu. Demir abi ve tam olarak nereden tanıdıklarını
henüz bilmediğim emekli polis olmasaydı o kadar kolay eve dönemeyeceğimizi
anlayabiliyordum.
“Ararım.” diyerek onayladım.
Sude’den bahsetmek, polisler eve gelmeden
önce onun bana anlattığı daha doğrusu anlatmaya çalıştığı konuyu aklıma
getirirken sanırım düşüncelerim bedenimde de somut tepkiler yaratmıştı. Tuna
beni hafifçe kendinden uzaklaştırıp sırtımdaki dokunuşunu kesmeden yüz yüze
gelmemize yol açtı.
“Bir şey mi oldu?”
“Yok.” dedim sakince. “Buradan çıkalım mı?
Gülin’i rahatsız ediyoruz.”
Tuna ikna olmadığını haykıran bakışlarla
bana baktığı birkaç saniyenin ardından beni belime doğru kaydırdığı avucuyla
kapıya yönlendirdi. Odadan çıktığımızda kapıyı tam kapatmadan son raddeye kadar
çekip bıraktı.
“Şimdi dinliyorum.”
“Neyi?” dedim salağa yatarak.
“Lal.” Adımı pes etmeyeceğini belli eder
şekilde bastırarak söylediğinde gözlerimi kaçırdım. “Telefonum babamda
zannediyordum, ama Sude elinde telefonumla kapıda belirdi birkaç gün sonra. Bir
şeyler geveledi ama ben zaten öncesinde olanların şokundaydım, şoktan çıkamadan
da polisler geldi.” Açıkça aklımdaki her şeyi döktüğümde bu kez Tuna’nın
gözlerini kaçırdığını gördüğüm için kaşlarım hafifçe çatıldı.
“Sen… Bir şeyler biliyorsun.” dedim
afallayarak.
“Şimdi sırası olduğunu sanmıyorum Lal,
önceliğin bu karmaşa olmasın güzelim.”
Güzelim demesine daha sonra delirmeyi
aklıma küçük bir not şeklinde astıktan sonra bana bakmasını sağlamak için
parmaklarımla çenesine dokundum. Güç kullanmama gerek kalmadan parmaklarımın
hareketine uyup başını bana doğru eğdi.
“Tuna,” dedim sakince. “Lütfen söyler
misin bu konuyla ilgili ne biliyorsan.”
Birkaç saniye gözlerimiz birbirine
kenetlenmişken öylece durduk. Beklenti dolu bakışlarımı ondan ayırmazken
parmaklarımı çekmediğim için çenesini kastığını direkt olarak hissedebildim.
“Dün seni bulduğumu zannettim.” dediğinde
kaşlarım bu kez derince çatıldı. Neyi kastettiğini anlamaya çalışarak aklımdan
tahminler yürütmeyi denerek hiçbir sonuca ulaşamadım.
“Nasıl?” diye sordum.
“Lal olduğunu söyleyen biriyle
karşılaştığımda.” derken ben çoktan buz kesmiştim. Bu yetmemiş gibi devam etti.
“Telefonun da ondaydı.”
Üşümüşüm gibi titrediğimde beni yavaşça
kendi göğsüne yasladı. Ayakta durmak için almam gereken tüm gücü ondan alırken
gözlerimi asla gözlerinden ayıramıyordum. “Kim?” diye sordum üç harfli kelimeyi
zar zor seslendirebilirken.
Cevabı hemen almak ama bir o kadar da
duymamak istiyordum. Bu ikilem bütün dengemi şaşırtırken Tuna sonunda cevabı
verdi. “Güneş...”
Duyduğum isim omuzlarımın yavaşça aşağıya
doğru hareketlenmesine sebep olurken gülümsemeye çalıştım. “Anladım.” diyerek
Tuna’dan tamamen uzaklaşmaya çalıştım. Kollarında debelenmekten öteye
gidememişken az öncekinden daha sıkı şekilde beni tutup sardı. “Lal!”
“Bir şeylerin doğru olduğunu zaten
anlamıştım, garip davranıyordu yemin ederim. Sorguluyordum durumu, sonrasında
da nane alerjisi olmadığını fark ettim. En son Sude geldiğinde taşlar tamamen
yerine oturdu. Lütfen başka bir şey düşünme.”
Duyduklarımı ayıklayıp anlamlandırmakta şu
an hiç başarılı değildim.
“Küçükken Güneş olmayı çok isterdim
biliyor musun?” diye mırıldandım güler gibi. “Babam onu çok özlüyordu, özlediği
kadar da çok seviyordu. Beni de sevsin diye hep Güneş olmak istedim, çok
olmasına bile gerek yoktu. Küçücük sevsin diye gözlerinin içine bakarak
büyüdüm.”
Anlatmaya başladığım hikâyenin
başlangıcını bilmediğini fark ederek iç çektim. “Babalarımız aynı, yaşlarımız
da neredeyse aynı onunla. Ama kocaman bir farkımız var.” dedim gülüşüm
büyürken. Gözlerimden yine aşağıya yol çizmeye başlayan yaşları durdurmaya ya
da silmeye çalışmadım.
“Babam onu da annesini de çok seviyor,
bizi hiç sevemediği kalbi yıllardır onlar için atıyor.”
Tuna’nın saçlarımı, sırtımı okşaması bu
kez dikkatimi dağıtamazken bez bebek gibi cansızca kollarının arasında
duruyordum. Beni dinliyordu, bu benim kolay rastlayabileceğim bir fırsat
değildi. İçimi tamamen kusup boşaltana dek dökmek istiyordum.
“Karısını aldatan o değilmiş gibi yıllarca
bütün suçunu anneme yükledi. O da yetmedi, ben sırtlandım günahlarını. Annem
onun evli olduğunu bile bilmiyormuş ki Tuna, gerçekten bilmiyormuş.” Bana
inanmayacağına o kadar sıkı sıkıya odaklanmıştım ki aynı cümleleri tekrarlamak
ve onay almaktan başka çarem yokmuş gibi geliyordu.
Karısına ve kızına ulaşamadıkça acısını
bizden çıkartan bir canavarla büyümüştüm. O canavarı bugün annem yaşayabilsin
diye yenmek zorunda kalmıştım.
“Ben olmasaydım herkes çok daha mutlu
olurdu galiba. Güneş babasıyla büyürdü, annesi hiçbir zaman aldatıldığını
öğrenemezdi ve boşanmazlardı.” dedikten sonra yutkundum. “Annem… Annem çok
mutlu olurdu Tuna, en çok da onun hayatı şimdikinden farklı olurdu.”
“Sus, yapma kendine bunu n’olursun sus
gece kuşu. Yaranın bir küçüğü benim kalbimde güzelim, seninki kadar kanamıyor
ama yemin ederim biliyorum nasıl hissettiğini. Biliyorum Lal.”
“Bilme!” dedim sesim kontrolsüzce
yükselirken. “Bilmesene, kimse bilmesin bunu Tuna çok acıtıyor. Kimse acımasın
bu kadar, kimse buna dayanmak zorunda olmasın.”
Odağını şaşırmış bakışlarımı zar zor
yüzünde tutarken iki yanağımı avuçlarıyla sıkıca kavradı. Gözlerimden yağan
yaşlar onun parmaklarını, elinin üzerini ıslatırken alnını alnıma yasladı.
Gözleri o kadar yakınımdaydı ki onlardan başka hiçbir şey göremiyordum.
Dudaklarının tenime ne zaman bu denli
yakınlaştığını anlayamamışken dudaklarımın üzerinde saniyelik bir baskı
hissettiğimde nefesim kesilecekmişçesine hızlanan kalbimi düşünmedim.
Gözyaşlarım dudaklarımızın arasında sıkışıp kalmıştı.
Alnını alnımdan ayırmadan fısıldadı. “Bu
bir mühürdü.” Sessizce gözlerine bakıyorken devam etti. “Bundan sonra
gözyaşlarını hep burada durduracağım, her ağladığında en fazla bu kadar
uzağındayım artık Lal Gece.”
Bilmediğini sandığım ikinci adımı
dudaklarından dökmesine odaklanamadan geriye kalan sözcükler zihnimde dönüp
dolaşarak yoğunlaştılar.
İçinde bulunduğum şok gözyaşlarımı bıçak
gibi keserek sadece Tuna’yı ve fısıldadıklarını bana bırakmışken dudaklarımı
sudan çıkarılmış bir balık gibi can havliyle araladım. Kalbim ağzımda atıyordu,
bütün vücudum ikaz ışıkları yanıp söndürürken omuzlarına yasladığım avuçlarımı
yavaşça oldukları yere bastırdım.
Gerçekliğine tutunmaya ve inanmaya
çalıştığımı anlamış gibi yanaklarımdaki elleri kıpırdadı. Parmakları tenimi
sıyırıp geçerken gözlerimi kırpıştırdım. “Buradayım Gece.”
Babamın bana verdiği, Güneş’le eş olsun
diye üzerimde büyük bir yük gibi bıraktığı ve bir tek onun kullandığı ismi
tatlı bir melodiymiş gibi, en çok ona aitmiş gibi mırıldandığında halen dolu
gözlerime, yaşlarla ıslandığından gerim gerim gerilen tenime rağmen gülümsedim.
“Buradasın.” diye tekrarladım ondan çok
daha kısık bir sesle. Belki de sadece dudaklarımı kıpırdatabilmiştim
bilmiyordum.
Gülümseyişim, elimde bir ayna varmış gibi
onun yüzüne yansıdı. Kıvrılan dudaklarında dolaştırdığım bakışlarımı yeniden
gözlerine çıkarttığımda gülümsemem genişledi.
Dakikalar önce bana söylediği cümleler
zihnimde yankılandı.
‘Bugünü
bilmiyorum ama bundan sonraki günler çok güzel olacak Lal, söz veriyorum.’
Verdiği söze, daha önce hiçbir şeye
inanmadığım kadar çok inanıyordum. Sözünü tutacağını hissedebiliyordum.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder