Dert Bebesi 50.Bölüm
50.BÖLÜM
- 5,5 ay sonra
- Uras
“Doğum günü kutlamalarına hangi sınıfta
devam edelim?” Baran’ın alayla sorduğu soruya ona boş boş bakarak tepki
vermekle yetindim.
Yaklaşık üç saat sürmüş olan, bu dönemin
son final sınavından az önce çıkmıştık. Beynimdeki çoğu kısım şu an işlevini
yerine getiremiyordu.
“Eve geçiyorum ben direkt.” Üniversitenin
otoparkında her zamanki gibi yerini unuttuğum arabamı bulmak için sağa sola
bakarken bir yandan konuşmuştum.
“Ne evi lan? Doğum günün zaten sınava denk
geldi, bir şeyler yapsaydık bari akşam.”
“Sen çık benim yerime de kutla kardeşim,
sağ ol.” Baran, memnuniyetsiz bakışlarla beni süzerken sonunda arabamı
gördüğümde adımlarımı oraya yönelttim.
“Bedenen 21 oldun ama ruhun hep 78 anasını
satayım. Ben de geliyorum o zaman eve, yürü.”
Bir şey söylemeden adımlarımı
hızlandırdım. Arabaya bindiğimizde güneşin altında kaldığı için fazlasıyla
sıcak olan ortamı klimayla soğutmaya çalıştım.
Mayıs ayının 17’sindeydik. Olması
gerekenden çok daha sıcak bir gündü.
Arabayı eve doğru hareketlendirip sessizce
sürmeye başlasam da Baran tabii ki sessiz kalmaya niyetli değildi.
“İstanbul yolculuğu ne zaman? Dönem de
bitti, engelin kalmadı gibi.”
Duraksamadan yanıtladım. “Yakın bir
zamanda değil.”
Baran’ın beklediği cevabın bu olmadığı
belliydi, şaşırdığını bakmasam da hissetmiştim. “Neden? Yine aramız limoni de
de şuraya bayılayım, Uras.”
Hafifçe güldüm. Bunu demem gerekseydi
bayılan tek isim kendisi olmazdı, ben çoktan yerde olurdum zaten.
“İyiyiz, bir sıkıntı yok. Ama sınavına çok
az kaldı, en odaklanması gereken dönemde günlerini çalmak istemiyorum. Sınav
bittikten sonra tüm yaz bizim zaten.”
Bu açıklamayı yaparken Baran’dan çok
kendimle konuşuyor sayılırdım. Peri’yi en son, yılın ilk günlerinde Ankara’ya
dönmeden önce -görüntülü konuşmaları saymazsak- görmüştüm. Mayısın ortasında
olduğumuzu düşünürsek beş ayı geçkin bir süredir aramızdaki mesafe hiç
kısalmamıştı.
Haziran ayında yapılacak olan üniversite
sınavı için bu süre boyunca nefes almadan çalıştığını biliyordum, bunu göz
önünde bulundurarak elimden geldiğince işleri onun açısından yolunda tutmaya
çabalamıştım.
Elinde olmayan sebeplerle ertelemek
zorunda kaldığı, kendi dışında herkesi öncelik haline getirdiği için bir
kenarda bekleyen bir sınavdı bu Peri için. Şimdi hayatındaki taşlar tamamen
yerli yerindeydi, geriye kalan tüm enerjisini istediği bölümü kazanmak için
harcıyordu.
Ne benim ne abilerinin hatta Tuna’nın bile
bu konuda gıkı çıkmamıştı. Ben uzaktaydım, ama onlar aynı evdeydiler. Buna
rağmen onların bile Peri’yi özlüyor olduğunu Mert’ten ve Tuna’dan dinliyordum.
Geçen zamanın açığını kapatabilmek için bu altı ay kısıtlı bir süreydi.
“Yok mu peki tercih listesine Ankara’daki
üniversiteleri yazması?”
Baran’ın heyecanla söylediklerine yarım
ağız güldüm. Benim de aklımda olan, gerçekleşmesi için çoğu şeyi gözden
çıkarabileceğim bir hayaldi bu.
Ama adı üstünde, hayaldi. En azından
şimdilik…
Bu konuyu Peri’ye hiç açmamıştım, sınava
kadar açmayı da düşünmüyordum. Onun aklını karıştırıp abilerini ve kardeşini
bırakıp en az dört yıl evden ayrılmasını aklına sokmam şu an mantıksızdı.
“Demir Özkan da öyle diyordu Baran,
arayalım sen fikir sun istersen?”
“Yüzünü görmek nasip olmadı şu adamın da,
ama ismini anamdan babamdan çok duyuyorum. Biraz cesaret kardeşim, ne bu ya?”
Demir abinin özellikle tanımadığı
insanlara bolca bahşettiği soğuk duvar suratı ve birazdan ağzınızı burnunuzu
yamultacağını düşündürten ses tonuna maruz kalmış olsa titreyerek kaçacağına
emin olduğum Baran’a yan bir bakış atmakla yetindim.
Baran yeniden konuşmak için araya giren
telefon zil sesim arabayı doldurdu. Cebimdeki telefonu gözlerimi yoldan
ayırmadan çıkarttığımda ekrana kısaca baktım. Açıp kulağıma yasladım.
“Efendim anne?”
“Sınavdan çıktın değil mi Uras?”
“Çıktım, eve geçiyoruz şimdi. Bir şey yok
değil mi?”
“Yok annecim, bir şey yok. Ama eve değil
buraya gelsenize, Baran da gelsin hatta.” Kaşlarım hafifçe çatıldı. “Bir sorun
olmadığına emin misin?”
“Eminim oğlum, ama doğum gününü benimle
geçir istiyorum. Kuru kuruya kutladım sabah, öyle kaldı.”
“Anne beş yaşında mıyım Allah aşkına,
gayet yeterliydi sabahki arama merak etme. Akşam yemeğe geliriz, babam da eve
dönmüş olur.”
“Olmaz!” Aniden sesi yükseldiği için
yüzümün buruşmasına engel olamadım, kulak zarım muhtemelen hasar almıştı.
“Şimdi gelin, çay yaptım ben. Kim içecek bu koca demliği?”
Annemin bu abartı telaşının altında bir
şeyler yattığı fazlasıyla belliydi. Eve gittiğimde saçma sapan akrabalarla
doldurulmuş bir ortamda küçük çocuk gibi pasta üfletilme ihtimalim yavaş yavaş
artıyordu.
Bu saatten sonra telefonu annemin yüzüne
de kapatsam bir şekilde yanına gitmem gerekecekti, onu onaylamazsam direkt
araya babamı sokacağına ve bunun beni iyice gereceğine emindim.
“Tamam annecim, geliyoruz. Baran hepsini
içer demliğin, merak etme.”
“Aferin aferin, gelin tabii.” dedikten
sonra telefon aniden kapandı. Yasemin Kalyoncu bazen beni ürkütüyordu.
“Bize gidiyoruz.” dedim Baran’a az önceki
konuşmayı özetleyerek. Ardından ilk bulduğum sapaktan dönüp anneme doğru yola
koyuldum.
Anlamlı anlamsız bir şeyler konuşarak
geçirdiğimiz yarım saatin ardından arabayı zar zor bulduğum bir boşluğa park
edip durdurdum. Binaya birkaç blok uzakta da olsa burayı bulmak bile nimetti.
Apartmana benden önce ulaşan Baran zile
çoktan basmıştı. Asansörden indiğimizde annem kapıyı aralamış halde bizi
bekliyordu.
“Hoş geldiniz!”
“Hoş bulduk anamdan sonraki favori anne
kadınım.” Baran yıllardır görmüyormuş gibi anneme yapışıp sarılırken ikisinin
hasret(!) dolu kavuşmasını umursamadan ayakkabılarımdan kurtulup içeriye
girdim.
Beklediğimin aksine içeride annem dışında
kimse yoktu, sürpriz parti falan da yoktu dolayısıyla. İçim rahatlamış bir
halde mutfağa yöneldim. Acıkmıştım.
Ben mutfak kapısından giremeden annem
seslendi. “Uras!”
“Efendim?”
“Mutfağa dalma hemen, sofra hazırlarım ben
size birazdan. Hediyene bak önce, odana bıraktım.”
“Hediyeye gerek yoktu, anne. Uğraşmasaydın
keşke.” der demez Baran konuştu. “İstemiyorsan ben alırım, beleş hediye
sonuç-…”
“Hediyeni görünce fikrin değişir bence
oğluşum, Baran ben sana başka hediye alırım paşam bu işine yaramaz senin.”
Oğluşum demeyi bıraktıramadığıma yanmayı
erteleyerek odama yöneldim. Arkamdan Baran’ın merakla hediyeyi sorduğunu ve
annemin fısır fısır bir şeyler söylediğini duyabilmiştim.
Koridorun sonundaki odamın kapısına
ulaştığımda kapıyı açıp içeriye adım attığım anda etrafı göremeden önce
çektiğim ilk nefeste burnuma hem tanıdık hem de yabancı bir koku doldu.
Yabancıydı,
çünkü bu oda ben taşındığımdan beri hep temizlik kokardı.
Tanıdıktı,
çünkü bu kokuyu nerede alırsam alayım bedenimdeki hisler beni hep aynı sonuca
götürüyordu.
İkinci nefesi içime çekerken gözlerimi
odanın içine çevirdiğim an, saniyeler boyunca kalakalacağım anın başlangıcıydı.
“Peri’m?” Çoğu zaman olduğu gibi, yine
dilimden ilk önce adı döküldü. Kendime gelebildiğimde ilk tepkim bu oldu, ben
konuşacak kadar şaşkınlığımdan kurtulmaya çalışırken o sakin bir gülümsemeyle
beni izlemişti.
Bu hali bana gerçekten burada olup
olmadığını sorgulattı. Onu çok fazla özlediğimden, kokusu, yüzü, saçları
burnumda tüttüğünden delirmiş olabilir miydim? Uyumadan rüya görüyor, başka bir
alemde geziniyor olabilir miydim?
“İyi ki doğdun sevgilim.” Omuzlarını
narince silkip ellerini iki yana açarak konuştuğunda telaşla ona doğru
adımladım.
Aniden kaybolmasından korkarak beline
sardığım kollarımla bedenini göğsüme çektim. Rüyaysa da uyanana kadar yakınımda
kalmalıydı.
Üzerindeki elbisenin ince kumaşı
avuçlarımın tenine çok daha yakından temas edebilmesine imkân sunarken Peri de
kollarını kaldırıp omuzlarıma bıraktı. Ardından bir kolu ensemden dolanıp
boynumu sardı. Odaya ilk girdiğimde beni karşılayan koku, şimdi çepeçevre
etrafımı kuşatmıştı.
“Gerçekten geldin…” dedim kendimi ikna
etmek ister gibi. “Buradasın.”
“Buradayım tabii, doğum günü çocuğunu
yalnız bırakamazdım sonuçta.” Bilmiş bilmiş konuştuğunda kamaşan dişlerimi
burnuna geçirmek için eğildim. Fakat birkaç santim aşağıda duran dudakları
aklımı çeldiğinde dudaklarımı yavaşça onunkilerle birleştirmeden edememiştim.
Fazla istekli olmasam da yavaşça
dudaklarından ayrıldım. “Hediyem sendin.” dedim. Annemin telefondaki ısrarı, az
önceki git hediyene bak demesi… Şu an daha anlamlıydı.
“Umarım beğenmişsinizdir hediyenizi Uras
Bey, çünkü iade ve değişim yapamıyoruz.” Yalandan üzgün suratıyla konuşurken
dudaklarım kıvrıldı. “Benim olanı bana hediye etmeniz çok ince olmuş
gerçekten.”
“Senin olan? Sen gizli bir kekocuk musun
acaba?” dediğinde sert bir nefes vererek güldüm. “Acaba… Beni bir bıraksalar
daha ne kekoluklar yapardım da işte…” (
-sorry not sorry Urascım, bu istek için yanlış kurgu yanlış yazar
IRUOEFVHWCRPŞEQ )
Kıkırdayarak alnını omuzuma yasladığında
duraksamadan yüzümü saçlarının içine gömdüm. Kıvırcık sarı tutamların arasında
kaybolan yüzüm sonsuza kadar burada dursa gıkım çıkmazdı.
“Ne zaman geldin?” Sesim saçlarının
arasında duran dudaklarım yüzünden boğuk çıksa da umurumda değildi. “Sabah
geldim, finalin bitene kadar kapınızın önünde dikilemeyeceğim için de Yasemin
teyzeyle iş birliği yapmam gerekti. Zaten hem onu hem de Kadir amcayı da görmek
istiyordum. Direkt sana gelsem zaman geçiyor diye asla beni buraya
getirmezdin.”
Söylediklerine itiraz etme gereği
duymadım. Kesinlikle öyle yapardım çünkü.
“Hoş geldin.”
“Bayağı hoş buldum.” dedikten sonra
omuzumdaki kafasını kıpırdatıp yüzünü açıkta duran boynuma doğru itti. Oraya
ulaşabilmek için parmak uçlarında yükseliyor olduğunu fark ettiğimde yatağa
oturmak ve Peri’yi kucağıma çekmek için hareketlenmiştim ki beni durdurdu.
“İçeriye geçelim artık.”
“Ne yapalım ne yapalım?” dedim dünyanın en
saçma cümlesini duymuşum gibi.
“İçeri geçelim, annen ve Baran içerideyken
odaya mı kapanacağız Uras?”
“Ben bu senaryoda bir sıkıntı görmüyorum,
oturabilir miyiz şu yatağa hemen?” Boynuma ufak bir öpücük bırakıp kafasını
kaldırdı. Başını hafifçe geriye atarak yüz yüze gelmemizi sağladığında
saçlarının tenimden ayrılmasından fazlasıyla rahatsızdım.
“Sen beni çok mu özlemişsin acaba?” diye
şımarık küçük bir kız çocuğu gibi sorduğunda yanaklarını ısırma isteğimi göz
ardı ederek önce başımla ardından sözlerimle onayladım. “Aklının alamayacağı
bir özlem hem de…”
“Alır alır, çünkü ben senden daha çok
özledim.” Oldukça komik bir şey duymuş gibi güldüm. “Uçakta mı çalıştın bu
şakaya?”
“Evde düşündüm asl-…” diyerek alayımı
devam ettirecekken ahıra dalınmışçasına açılan kapı nedeniyle irkilerek sustu.
Sabaha karşı fuhuş baskını yapmaya aday
girişiyle odaya dalan kişi tabii ki annem değildi.
“Hediyeni açamadın mı daha?” dedikten
sonra sakince Peri’ye bakıp devam etti. “Merhaba Nilp-… Lan!” Cümlesinin
sonunda haykırırcasına şok olmasına bakılırsa annem Peri’nin burada olduğunu
ben yanlarından ayrıldığımda söylememişti.
Peri sırıtarak Baran’a el salladıktan
sonra ikisinin odamın ortasında büyük bir sevgi yumağına dönüşmesini göz ucuyla
izledim. Peri’ye Tuna dışında dolanan her kol beni fazlasıyla darlatıyordu.
Tuna’yı düşündüğümde, onu da fazlasıyla
özlediğimi fark etmiştim.
Ayrılmayı başarmış fakat aralarındaki
mesafeyi açmamış olan ikiliyi sağıma ve soluma çekip aralarına girdiğimde Baran
bu kıskançlığıma pis pis sırıtırken Peri elinin tersiyle karnıma vurdu.
“Aramıza somut olarak girsen de soyut olarak giremezsin, ayrık otu seni.”
Aklıma getirmek bile istemediğim, ama
ilişkimizin bir nevi dönüm noktası olan kriz döneminde Baran’ın tamamen Peri
yancısı olması -ki bunu yadırgamıyordum, haklı olan ben değildim- ikisini
fazlasıyla yakın hale getirmişti. Devamında da çoğunlukla benim dedikodumu yapmak
üzerine de olsa kurdukları dostluk bağının güçlendiğinin farkındaydım.
“Ben miyim ayrık otu? Bu herif odaya
baskına gelir gibi girdi, belki müsait değ-…”
“Uras!” diye cırlayarak beni bölen Peri’ye
göz kırptım. Kısa bir an etkime kapılıyormuş gibi olurken anında toparlandı.
Kaşlarını çatmış alttan alttan tehdit içerikli bakışlar atıyordu.
“Lan ben Nil’in geldiğini nereden bileyim,
annen peri aldım hediye olarak dedi kulağıma sen odaya gidince. Ben de Nil
yokken dertlenme diye oyuncak peri aldı sanmıştım.”
“Sen mümkünse bir daha bir şeyler sanma
kardeşim, belli ki iyi gelmiyor sana.” dediğimde Peri kendini tutamayıp
kahkahalara boğulmuştu.
Baran’ın saçma yanılgısına mı yoksa benim
bakışlarıma mı güldüğünü tam çözememiştim. Bir ona bir bana bakıp gülüyordu.
Üzerinde düşünmeyi boş verip gülüşünü
izlemeye dalarken enseme çarpan avuçla sarsıldım. “Ağzını kapat da sinek
kaçmasın kardeşim, doya doya bak sevgilin zaten. Ne bu platoniğini izleyen
liseli tripleri?”
Aynı -belki birkaç kat daha sert olanı-
ölçüde bir tokadı ensesine iade ettiğim Baran gaza gelip üzerime çöktüğünde
afalladığım için yatağa doğru düşmem kaçınılmaz son oldu.
Baran’ın zaferinin sevincini yaşamasına
izin vermeden bacağımla dizine vurup yatağın ilerisine düşmesini sağladım.
Peri artık katıla katıla gülmeye
başlamıştı. Baran ters bir şekilde düştüğü için sırt üstü kalmış böcek gibi
kıvranırken odaya bu kez annem girdi.
“Uras!” diyerek açılışı bana bağırarak
yaptıktan sonra devam etti. “Yatağa ata ata Baran’ı atma konusunda çok düşündün
mü annecim?”
“Ne demek istiyorsun Yasemin teyze ya ayıp
oluyor.” Baran’ın mantıklı bir tepki vermesine büyük bir şokla bakakaldım. İyi
miydi? “Ben dururken Nil’e mi bakacaktı bir de?” İyiydi, iyiydi.
“Bir şey demeyecek misin canımın içi?” Bu
cümleyi bu odada duymak istediğim son kişiden duyduğum için yüzüm buruşurken
Baran’ı tekmeledim. “Canını aldırtma bana, canımın içi.” dedim son iki kelimeyi
dişlerimin arasından tıslayarak.
“Öfke problemlerin varken bu ilişki
yürümüyor artık, Nil alabilirsin bunu, benim işim bitti.”
Peri’nin zar zor duran gülüşleri yeniden
baş gösterirken annem de ona da katıldı. Gülerek birbirlerine tutunup odadan
çıktıklarında bir süre sesleri buraya gelmeye devam ettiği için onları
dinleyerek sakince durdum.
“İkisinin gülüşleri kulağıma gelmeyi
bırakmadan yok ol Baran! Uç!” dediğim anda yataktan atlayıp odadan kaçan
Baran’ın arkasından yarım ağız sırıttım.
Geçirdiğim en değişik doğum günlerinden
biriydi, ama tek bir şikâyetim bile yoktu.
Bu andan sonraki birkaç saat annemin bizi
kıtlıktan çıkmışız gibi yedirmesiyle geçmişti.
Baran zaten ayı gibi yiyordu, ben annemi
nasıl bloklayacağımı biliyordum ama benim masum sevgilimin anneme karşı bir
savunma mekanizması maalesef yoktu.
Sessiz yardım çığlıklarıyla bana sık sık
bakıyor olsa da onu fark etmemiş gibi davranarak patlayana kadar yemeye devam
etmesine yardım ve yataklık etmiştim. Pişman mıydım?
Asla.
Bu kadar çok yemeye alışık olmadığından
darlanıyormuş gibi görünse de bir yandan annemin onunla ‘annesi’ gibi
ilgileniyor oluşundan mutlu olduğunun farkındaydım. Annemi, babamdan dahi
kıskanan bir deli olsam da bu sahneye karşı hissettiğim her şey olumluydu.
Annem bana annelik yapmayı bırakıp tamamen
Peri’yle bile takılabilirdi. İkisi mutlu göründükten sonra hiçbir sorun yoktu.
Yemek faslı bittiğinde ise annemin
bahsettiği koca demlik ortaya çıkmış ve salona geçip çay içmeye başlamıştık.
Genelde Baran ve annemin doldurduğu bir sohbetti. Ben konuşmak yerine Peri’yi
sanki sevgilim değilmişçesine kesmekle meşguldüm, o da annemi işaret edip bunu
yapmamamı anlatmaya çalışıyordu bu sırada.
Annemin anlattığı ve tam olarak
kavrayamamış olduğum bir konu zil sesiyle bölündü. Gözüm saate takılınca
babamın gelme saatine henüz olduğunu fark etmiştim ama annem erken çıkmasını
söylemiş olabilirdi belki de.
“Babandır, Uras sen açsana.”
“Erken değil mi?” derken ayaklandım.
“İşte değildi ki.” dediğinde bir soru daha
sormak yerine ayrıntısını babamdan öğrenmek üzere kapıya ilerledim. Babam kolay
kolay resmi tatiller dışında emniyette bulunmamazlık yapmazdı.
Kapıya ulaştığımda beklemeden açtım. Babam
karşımdaydı.
“Hoş geldin baba.” diyerek geçmesi için
kenara çekileceğim sırada bacaklarıma yapışan bedenle bakışlarım hızla oraya
indi.
“Tuna!” Duraksamadan eğilip küçük bedenini
kucaklayıp ayağa kalktım. “Ben de hoş geldim mi?”
Kendisini selvi(!) boyu nedeniyle
göremediğim için ilk bakışta yalnızca babama 2hoş geldin’ dememe mutlu
olmamıştı belli ki.
“En çok sen hoş geldin ufaklık,
geleceğinden haberim yoktu. Şaşırdım biraz.”
Yanağını öpüp sıkıca sarıldığımda
kollarını boynuma dolayıp omuzuma yattı. “Ablam beni de getirdi, Demir abim
beni koruması olmam için yolladı.”
Babamla göz göze geldiğimizde bıyık
altından sırıtıyor haldeydi. Onu takmadan Tuna’yı sarmaya devam ederek salona
yöneldim. “Kimden koruyacakmışsın ablanı bakalım?”
“Yanına fazla yaklaşan herkesten
korumalıymışım.”
Demir Özkan, zeki bir adamdı. Ama Tuna’da
benim kredim tahmin ettiğinden daha çoktu.
“Ben de sana yardım ederim o zaman,
birlikte daha güçlü oluruz. Ablanın yanına ikimizden başka kimse yaklaşamaz.”
Tuna heyecanla kafasını kaldırıp bana
baktı. “Birlikte savaşacağız yani öyle mi?”
“Öyle tabi aslanım, ablan bizimleyken
güvende. Merak etme sen.”
Salona girdiğimizde Tuna içeriye bakıp
bana daha sıkı sarıldığında bunu tanımadığı birilerini gördüğü için yaptığını
kavrayabilmiştim.
“Anne? Tuna’yla tanış mıydınız?” dedim
sakin bir sesle.
Annem gülümseyerek ayaklanırken başını iki
yana salladı. Bizim arkamızdan babam da içeriye girmişti.
“Fırsatımız olmadı, Kadir amcası yukarıya
Nilperi’yi yollayıp Tuna’yı kaçırdı havaalanından aldıktan sonra.”
“Gezdik biraz, kenarda kıskanabilirsiniz.
Şimdi de Nilperi’yle hasret gidereceğim, sonradan birilerinin kalbine inmesin
diye haber vereyim baştan.” Babam bana göz kırpıp Peri’ye adımladıktan sonra
yanına oturduğu gibi kolunun altına çekti. Peri hiç yabancılamadan göğsüne
gömüldüğünde ayıplar gibi baktım.
Benim göğsüm daha rahattı, gerek var mıydı
bu tabloya?
“Sen Uras’ın annesi misin yani?” Tuna
şaşkın bakışlarla annemi incelerken sormuştu bunu. “Evet Tunacım, adım da
Yasemin. Yasemin teyze diyebilirsin istersen. Memnun oldum seninle
tanıştığıma.”
“Hı hım.” Gibi bir mırıltıyla onaylayan
Tuna’nın çok mutlu görünmediğini hissettiğimde kaşlarımın hafifçe çatılmasını
engelleyemedim. Başımı iyice Tuna’ya çevirdiğimde anneme bakmayı çoktan
bırakmıştı. Bu tavrını henüz yeni tanışmış ve güvenmeye başlamamış olmasına
vermeye çalıştım.
“O kim?” Bu kez Baran’ı işaret etti.
“Bir an hiç sormayacaksın sandım sarı
kafa, ben sona bırakılacak adam mıyım? Teessüf ederim.”
“Tefessüs etmek ne demek? Ne dedin bana?”
Tuna yine sülalesine sövülmüşçesine gerilirken elimi alnıma vurdum. Bu çocuğun
bilmediği kelimelere küfür muamelesi yapıyor oluşunu aşamıyordum.
“Kötü bir şey demedi abicim, Baran onun
adı. Benim arkadaşım, aynı evde kalıyoruz hatta biliyor musun?”
Konuyu değiştirip dikkatini dağıtmaya
çabaladığımda işe yaramış görünüyordu. “Senin evin burası değil mi?”
“Değil, yani ben birkaç yıldır başka bir
evde kalıyorum Baran’la. Önceden bu evdeydim ama.”
Tuna anlamış gibi başını salladı. Daha
fazla soru sormasını beklemiştim ama beni şaşırtarak sessizleşti. Başını
omuzuma geri bıraktı. Babam fazla yormuştu belki ya da uykusunu alamamıştı
gece. Mayışmış gibiydi.
Annemin yanındaki boşluğa yerleşip
kucağımda Tuna ile oturdum. Çaprazımızda babam ve Peri, diğer taraftaki tekli
koltukta da Baran vardı.
Annem az önceki tanışmalarını ilerletmek
ister gibi bize döndü. Tuna, annem ona baktığında başını ters yöne çevirip
diğer yanağını omuzuma yaslamıştı. Bu tepkisine şaşkınca baktım. Annem de
şaşırmış gibi görünüyordu.
Bu yetmemiş gibi Tuna benim tutuşumdan
apar topar kurtulup Peri’nin yanına ulaştı. Salonda küçük bir sessizlik
oluşmuştu. Herkesin Tuna’daki garip tavrı fark ettiği açıktı.
“Kucağına alır mısın beni?” Tuna,
dizlerinin dibinde dikildiği ablasına kollarını uzattığında Peri babamın
göğsünden hızla ayrılıp ona uzandı. Tuna ona sıkıca sarılıp boynuna
gömüldüğünde yüzü bizden tamamen saklanmıştı.
Peri’ye baktığımda onun da afallamış
olduğunu gördüm. Tuna’nın sırtını sıvazlarken dalgınlaşmıştı. Tuna’nın modunun
düşük olduğunu anların sayılı olduğunu biliyordum, yakından da deneyimlemiştim.
Olağanüstü bir hal yoksa Tuna hep mutlu, heyecanlı bir çocuktu.
“İyi misin bebeğim?” Peri, kulağına
eğilerek sorduğunda Tuna’dan bir cevap gelmedi. “Uras bize odasını göstersin
mi? İster misin?”
Peri de benim gibi, Tuna’nın yeni
tanıştığı için annem ve Baran’dan çekiniyor olduğunu düşünerek bu teklifi
sunmuştu muhtemelen. Bir derdi varsa burada söylemeyeceği belliydi.
“Tamam.” Tuna’nın kulaklarıma zar zor
ulaşan sesini duyduğumda hemen ayaklandım.
Peri de kucağındaki Tuna ile birlikte
ayağa kalktı. Önden geçmelerini sağlayıp bir adım arkalarından peşlerine
takıldım. Tuna, Peri’nin boynuna gömdüğü yüzünü biraz kaldırıp göz ucuyla bana
bakınca gülümseyerek eğilip saçlarının üzerini öptüm. Minik de olsa tebessüm
etmesine sevinmiştim.
Odama girdiğimizde kapıyı kapattım.
“Geldik! Bak bakalım ne varmış odada, Uras
anlatsın sana. Hani sen kendi odanı anlatmıştın ya Uras bize geldiğinde…”
Aklıma gelen anıyla hafifçe güldüm. Yaklaşık
birkaç saat süren bir oda tanıtımına konuk olmuştum, evet. Her eşyayı ve o
eşyanın anısını bana ayrıntılarıyla anlatan Tuna gezi programı sunup Anadolu
dolaşsa kimse yadırgamazdı bence.
“Uyuyalım.” Tuna’nın heyecanla bu fikre
atlamasını bekleyen Peri de ben de afallayarak birbirimize baktık. Ardından
Peri yatağa geçip oturdu. Yanlarına ilerleyip yerleştim.
Tuna kafasını olduğu yerden kaldırmamıştı.
Peri saçlarına dokunarak sevdi. “Tuna… Ablacım bana bir bakar mısın? Kaldır
bakayım kafanı.”
Kısa bir süre öylece bekledik ama Tuna
sonunda ablasını dinlememeye kıyamamış olmalı ki başını kaldırdı. Peri ile yan
yana oturduğumuz için ben de net olarak yüzünü görüyordum.
Yorgun ve kafası karışmış duruyor olması
içimi çoktan sıkmaya başlamıştı. Neyi vardı?
“Konuşalım mı bebeğim? Neyin var, anlatmak
ister misin bize?”
Dudakları hafifçe büküldü. Cevap
vermediğinde biraz cesaretlendirmek adına araya girdim. “Gitmek mi istiyorsun
ufaklık? Burayı sevmediysen üçümüz benim asıl evime gideriz, daha iyi
hissedeceksen hemen gidebiliriz abicim. Hı?”
Kapıdayken gayet neşeliydi, ne olduysa
salona girdikten sonra olmuştu. Bu da aklıma tek bir seçenek getiriyordu,
yabancı birilerini görmek istemiyor diye düşünmüştüm.
“Soru soracağım.” dedi birden.
“Sor birtanem, ne soracaksın?” Peri pür
dikkat Tuna’yı izlerken konuştu.
“Benden başka herkesin annesi var mı?”
Soru soracağım dediğinde, aklımdan onlarca
soru geçmiş, bir sürü garip soru düşünmüştüm. Ama düşündüğüm hiçbir soru bu
kadar ağır değildi.
Peri’nin titrediğini hissettiğimde aynı
tepkiyi vermemek için kendimi sıktım. Daha bundan daha ağır bir soru duymamış,
bir cevap bulmak için hiç bu kadar yorgun hissetmemiştim.
Ben Peri’deki ‘anne’ eksikliğine yanıp,
kendi annemi onunla gördüğümde mutlu olurken bu ayrıntıyı atlamıştım. Peri’nin
bir annesi vardı, hayatının 17 yılında var olmuştu, onunla tonlarca anısı
vardı. Belki resimleri, belki videoları belki de bambaşka hatıraları…
Tuna ise henüz dünyadaki varlığının dahi
farkında değilken annesinden koparılmıştı.
Dört yaşını doldurmamış bir çocuk için
bunun ne demek olduğunu aklım almakta güçlük çekiyordu.
“Zor bir soru mu sordum, kızdınız mı?”
“Kızmadık abim, neden kızalım sana?” dedim
sesimin buruk çıkmamasına çabalayarak. Tuna’ya bir cevap verebilmeyi istedim,
daha önce istediğim bir sürü şeyden daha yoğun bir istekti bu. Ama dilimden bir
şeyler dökülmedi.
Peri’nin haline bakmaktan çekiniyordum.
İki yıldır Tuna’ya çoğu anneden daha fazla anne olduğunu biliyordum, çok kez
görmüş kalan zamanlarda da dinlemiştim. Ama bir noktada ablasıydı işte,
Tuna’nın çocuk aklı bunu çözmeye uygun değildi.
“Herkesin annesi var Tuna, bizim de
annemiz var.” Peri’nin birden konuşmaya başlamasıyla nefesimi tutarak durdum.
Tuna dikkatle ablasına bakıyordu. Dudakları hızla aralandı. “Nerede o zaman?
Uras’ın annesi buradaymış, Aras’ın da annesi hep yanında duruyor, işe gidiyor
ama sonra geliyor Aras’a sarılıp onu götürüyor.”
Bu ‘anne’ sorusunun yeni ortaya
çıkmadığını, Tuna’nın zaten aklında olduğunu böylece anlamıştım. Hayatında çok
az insan vardı, henüz okula gitmediği için gördüğü anne örnekleri sınırlıydı.
Ama arkadaşının annesinin ona farklı hissettiriyor olması kaçınılmazdı. Şimdi
ise annemi görmüştü.
“Herkesin annesi olur ama her anne
çocuklarının yanında olmayabilir.” Peri’nin büyük bir soğukkanlılıkla konuşmaya
devam etmesi şu an için doğru olandı belki. Ancak Tuna görmediği anda
duygularının patlayacağına emindim.
“Neden olmaz peki? Kötü çocukların mı
annesi gider?” Tuna, dinlediklerini anlamlandırmak istiyormuş gibi sormaya
devam ediyordu.
“Nedenini ben de pek bilmiyorum aslında.”
Peri’nin sesi kesilir gibi kısıldı. Ardından toparlanıp devam etti. “Ama kötü
çocukların annesi gider diye bir kural yok, hem sen kötü bir çocuk değilsin ki
ablacım. Sen benim tanıdığım en iyi çocuksun biliyor musun?”
“Sen de benim tanıdığım en iyi ablasın.”
Tuna’nın tanıdığı başka abla olmadığını bilsem de bu cevabına gülümsedim.
“Annemiz olsa ne olurdu ki?” Tuna bu
soruyu bize değil, kendisine sormuş gibiydi. Kısıkça konuşup yeniden ablasının
boynuna yattı. Bu soruya cevap aradığına, hayal ettiğine şüphe yoktu.
Tuna öylece Peri’nin boynunda uzanırken
Peri bakışlarını karşımızda duran kapıya dikmiş boş bakışlarla izliyordu. Eli
programlanmış gibi Tuna’nın sırtında ve saçlarında gezinirken sessizce onları
izledim.
İkisini en son bu kırgınlıkta gördüğüm an,
onları ilk kez yüz yüze gördüğüm andı. O otel odasında Tuna ve Peri’nin
hikâyesini ilk kez dinlemiş, ilk kez ruhum onlarla birlikte sıkışmaya, kalbim
onlarla atmaya başlamıştı.
Farkında olmadan onları abilerine
kavuşturarak önlerindeki en büyük engellerden birini kaldırmış, Demir, Oktay ve
Mert üçlüsünü bir şekilde özlerine döndürmüştük. Bu aslında bir nevi mucizeydi,
özellikle Tuna için hayatına onu koşulsuz seven üç kişinin, üç abinin eklenişi
özeldi.
Bunda bir şekilde parmağım olduğu için
gururluydum.
Ama bu kez yapabileceğim bir şey olmaması
elimi kolumu bağlamıştı.
“Uyudu.” Peri’nin kısık mırıltısını
yaklaşık on dakika kadar sonra duymuştum.
“Yatıralım mı, rahat etsin.” dedim sesimi
yükseltmemeye çalışarak. Peri başını iki yana salladı beklemeden. “Kalsın,
bırakmak istemiyorum.”
“Peri…” dedim çaresizce. “Böyle soruları
er ya da geç soracaktı, en geç ihtimalle okula gittiğinde bunu sorgulardı
zaten. Bunu hiçbirimiz engelleyemeyiz, biliyorsun değil mi?”
Başını hafifçe bana çevirdi. Mavimsi
irisleri dolu doluydu. “Anne eksikliği ne demek biliyorum, bildiğim için
hissetmesin diye her şeyi yaptım Uras. Her şeyi göze aldım, almaya da devam
edeceğim. Ama az önceki kırgın bakışlarını nasıl unutabilirim bilmiyorum.”
Elimi yanağına uzattım. Başparmağımla
gözaltlarını okşarken dudaklarım aralanmadı. Söyleyecek bir şeyim yoktu.
İkisi için de göze alamayacağım risk,
zorlayamayacağım sınır yoktu fakat bu konu öylesine kilitliydi ki. Tek
yapabildiğim Peri’nin ağlamaması için yanağını severken eğilip Tuna’ya
sarılabilmek oldu.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder