Aykırı Çiçek 39.Bölüm

 39.BÖLÜM



“Kaç aydır aç bırakıyorlardı seni, bana niye haber vermiyorsun İzgi’m?”

Koray’ın alaylı sorusunu duysam da ağzıma tıktığım pasta parçası ona cevap yetiştirebilmeme büyük ölçüde engel oluyordu. Gözlerimi kısarak tehdit dolu olduğunu umduğum bakışlar attıktan sonra sakince pastamı çiğnemeye devam ettim.

Çileğe bayılmama rağmen çoğu çilekli pastayı beğenmezdim, yapay tatları olanların aksine şu an oturduğumuz kafenin pastası ise cennetten düşmüş gibiydi. Koray’ı konuşalım diye çağırdığım halde konuşmak yerine pastamla aşk yaşamakla meşguldüm.

“Ama çok güzel, bak!” Ağzımdakilerin çoğunu yuttuğumda az çok anlaşılabilir şekilde konuşup çatala batırdığım parçayı Koray’ın ağzına uzattım. İstemem yan cebime koy tavrıyla pastanın tadına baktığında gözleri irileşti.

“Bu ne lan?”

Kıkırdayarak tabağımı önüme doğru çektim. “Çok beğendiysen bir tane daha iste,” dedikten sonra üzüntüden ağlayacakmış gibi dudaklarımı büktüm. “Ama tüh, ben son dilimi yiyorum zaten…”

“Sen çok cani bir şey oldun, sevgilin olacak ruhsuz mu öğretiyor bunları?”

“Acar ruhsuz değil ki!” dedim omuz silkerek. Tek kaşını havalandırıp ‘öyle mi’ dercesine baktığında ofladım. “Yani bana ruhsuz değil, sizi de mi öpüp koklasın Koray ne istiyorsun adamdan?”

Söylediklerimi hayal etmiş gibi yüzü buruştu. “Mümkünse yapmasın öyle şeyler, hazır hissetmiyorum.”

“Naz yapıyormuşsun gibi geldi bana.” dedim otuz iki diş sırıtarak. Pastadan bir parça daha alıp ona uzattım.

“Kıyamadın bak, çilekli pastanın son dilimini paylaşacağın kadar canınım halen değil mi İzgi’m?”

Gözlerimin içine ulaştığına emin olduğum gülümsememle yüzüne baktım. “Canımsın tabii salak, o ne demek öyle?”

“Salak malak ayıp oluyor kızım, ben arkadaşlarımla planımı iptal edip senin için bu kadar yol gelmişken…”

Gözlerimi devirdim. “Burası evine on dakika mesafede Koray, yeme beni.” dedikten sonra çatalımı tabağın kenarına bırakıp kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Hem arkadaşlarım dediğin kimler ki?”

“Söyleyemem.”

“Ne?” diye sordum afallamış halde. “Nasıl söyleyemezsin?”

“Gizli bir bilgi, söyletmek için rüşvet teklif edersen belki düşünürüm.” Pis pis sırıttığı için pes etmeyeceğinden emin olarak başımı salladım. “Ne istiyorsun?”

Merakımı giderebilmek için çoğu şeyi onaylayabilirdim, elimde değildi.

“Babama şirinlik yapacaksın ve arabamı geri verecek, en geç yarın.”

Gözlerim irileşti. “Sedat amca asla ikna olmaz ki!”

“Onu da sen düşüneceksin artık, bul bir yolunu.”

Şimdi onaylasam, arkadaşlarını öğrendikten sonra Sedat amcayı ikna etmesem ne olurdu ki?..

“Eğer ikna olmazsa, benimle böyle bir anlaşma yaptığını direkt söylerim. Tribini çekersin iki ay.”

Evet. Bu olurmuş demek ki.

“Tamam be, tamam. Hallederim bir şekilde. Söyle hadi.”

Rahatça arkasına yaslandı. “Yabancı değiller zaten.”

“Liseden mi?” diye sordum.

“Yok geçen haftadan.”

Ağzım yarı açık kalırken elimi Koray’ı pataklamak için ileri uzattım. Sandalyesini geri iterek kaçtı. “Bana bu arkadaşlarının benimle birlikte anne karnında bulunmuş olmadıklarını söyle şimdi.”

Gülüşünü öksürüğüyle gizlemeye çalıştığında sinirle arkama yaslandım. Toprak ve Rüzgar’ın adını söylemeyip çok farklı bir şey varmış gibi resmen oyuna getirmişti beni.

Beni dışlayarak plan yapıp buluşma ayarlamalarından bahsetmek bile istemiyordum zaten.

Çatalımla pastanın kalan parçalarını bir o tarafa bir bu tarafa ittirip dururken Koray’ın sandalyesinden kalkıp yanımdaki sandalyeye oturmasını göz ucuyla gördüm. Sandalyeyi benim dibimde olacak şekilde çekip oturduğunda ona dönmeyip tabağıma bakmaya devam ettim.

“Bak bakayım bana bi’.” dediğinde küskünce diğer tarafa döndüm.

Çenesiyle omuzumu dürtüp huylanmama sebep olurken tepkisiz kalmakta zorlanıyordum. “Küstün mü?”

“Yok.” dedim sesimden trip akarken.

“Arayayım gelmesinler o zaman, küstün madem…” Boynumu acıtacak bir hızla ona döndüm. “Buraya mı geleceklerdi?”

Hafifçe güldü. “Evet, zaten dördümüz buluşacaktık ama sen benden önce davranıp beni aradın saftirik.”

“Barışayım diye kandırmıyorsun beni değil mi?” dedim kaşlarımı havalandırarak. Kolu omuzlarıma sarıp beni kendisine doğru çekti. “Üç dakika sonra barışacağımızı biliyorum, boşa niye yalan söyleyeyim yavrum?”

İkna olmam için bu açıklama yeterli geldiğinde yerimde kıpırdandım heyecanla. “Ne zaman gelecekler?”

“Toprak şirketten gelecek öğle arasında, Rüzgar gelir şimdi.”

Sedat amcalarda olduğumuz gün Koray’ın üçüzlerimle fazlasıyla yakınlaştığını fark etmiştim ama tahmin ettiğimden de fazlası varmış gibi duruyordu. Koray’ı mı onlardan yoksa onları mı Koray’dan kıskanmam gerektiğine karar veremediğimde ikisini de yapmaya karar verdim.

Tabağımda kalan son pasta parçasını ikiye bölüp yarısını kendi ağzına attıktan sonra kalanını da bana uzattığında ağzımı aralayıp pastamı çiğnedim. Aradan çok da uzun bir zaman geçmemişken Koray’ın telefonu çaldı.

Ekranda Rüzgar’ın ismini gördüğümde merakla kulağımı Koray’ın telefonunu yasladığı tarafa doğru yaklaştırdım. Koray benim bu çabama gülerek ona yapışmama izin verirken Rüzgar’ın sesini duydum.

“Babam evden bir dosya istedi, şirkete geçtim. Toprak’la birlikte geliyoruz bir on beş dakikaya.” dediğinde Koray onaylayan bir şeyler söyledi. Ardından telefonu kapattılar.

“Onlar gelene kadar lavaboya gidip geleyim.” diyerek ayaklandım. İşimi halledip döndüğümde Koray eski yerine geçtiği için ben de karşısına oturdum. Otururken de neden yanımdan kalktığını sormayı ihmal etmedim. “Neden kalktın buradan?”

“Geldiklerinde hangisi yanına oturacak diye birbirlerini yemelerini izleyeceğim.”

Başımı ‘sen iflah olmazsın’ der gibi iki yana sallarken dayanamayıp güldüm. “Yeni eğlencen bu mu?”

“Babanın Acar’ı gözleriyle dörde bölmesi kadar eğlendirmeyecek ama elimizde bugün bu var İzgi’m, idare edeceğiz artık.”

Avuçlarımı yüzüme kapattım. “Oyuncak bebek gibi çekiştirerek asıl beni dörde bölecekler.” derken buna hem bayılıyor hem de korkuyordum.

Koray’ın ufak çaplı kahkahasını duydum. “Korkma korkma, hiçbirinin senin değil dörde bölünmen saçının kopup yere düşmesine tahammülü var gibi durmuyor.”

Birkaç dakika daha Koray benimle dalga geçip dururken benim de ona karşı koymaya çalışmamla geçti. Ardından eliyle benim arkamda kalan giriş kısmını gösterdi. “Geldi seninkiler.”

Omuzumun üzerinden arkama baktığımda kafeye giren Toprak ve Rüzgar’ı gördüğüm anda ayaklandım. Onları gördüğümde hissettiğim farklı enerjiye halen alışamamıştım ama çok seviyordum.

Toprak bizim oturduğumuz masayı ilk gören olduğu için Rüzgar’ı sollayıp hızlı adımlarla ilk yanıma ulaşan oldu. Şirketten geldiğini söylemeseler de anlayabileceğim bir takım elbise vardı üzerinde. Kollarını açtığında gülerek sarıldım. “Deniz,” diye mırıldandı.

“Efendim?” diyerek yanıtladığımda bir şey söylemek yerine daha sıkı sarıldı.

Toprak’a sarılırken Rüzgar’ın ne yaptığını göz ucuyla gördüğümde gülüşüm arttı. Benim kalktığım sandalyenin yanındaki sandalyeyi çekip oturmuştu.

“Ee oturmayacak mısınız?” diye seslenince Toprak şüpheyle benden hafifçe ayrıldı. Sanırım Rüzgar’ın beni neden ondan çekip sarılmadığını sorguluyordu.

“Lan!” Rüzgar’ın yerleştiği yeri gördüğünde kafasına vurdu. “Kalk geç karşıya, Koray’ın yanında boş yer var bak.”

“Görüyorum kardeşim, sana ayırdım orayı işte. Deniz, sen yerine otursana fıstığım hadi.”

Toprak çaresizce bana baktığında yanağını sulu sulu öptüm. “Biraz burada oturayım, sonra Koray’la yer değiştiririm. Olur mu?”

“Bu taraftan da öp, düşüneceğim fikrini.” Diğer yanağını uzattığında beklemeden öptüm. Beni bırakmadan önce yanaklarımı benimkilerden birkaç kat daha sert şekilde koklayarak öpüp masanın diğer tarafına ilerledi.

“Yedin kızı anasını satayım, gel güzelim ben yanaklarını temizleyeyim salyalarını akıtmıştır o.” Sandalyeme oturduğumda Rüzgar yanaklarımı temizleme bahanesiyle okşayıp severek beni göğsüne çektiğinde itirazsızca oraya sindim.

Koray, Toprak’ın kolunu dürttü. “Sana da merhaba birader. Öldürücü bakışlarını Rüzgar’dan çek de selamlaşalım.” Sitemli konuşuyor gibi dursa da Koray halinden memnundu, az önce söylediği senaryonun yaşanmasına içten içe sırıttığına yemin edebilirdim.

Ben Rüzgar’ın göğsünde takılırken onların bir anda konuşmaya başladıkları konuya adapte olmayı deniyordum. Az önce verdikleri kahve siparişleri geldiğinde Toprak’ın istediği kahvenin yanında gelen kurabiyeyi gözüme kestirdim. Toprak hiç yiyecek gibi durmuyordu.

“Toprak.” dediğimde üçü de bana baktılar.

“Söyle canım.”

“Kurabiyeni yesene.” dedim. Direkt olarak ver diyemediğim için. Rüzgar’ın güldüğünü göğsü hareket ettiği için anlayabilmiştim.

“Yiyeyim.” Kurabiyeyi ağzına atıp tek lokmada yuttuğunda ağzım açık kalmış halde ona baktım. “Ama…” diyerek şaşkınlığımı dile getirecekken beni durdurdu. Garsonu masaya çağırdı.

“İçinde fındık olmayan kurabiyelerinizden birkaç çeşit getirir misiniz?” Garson onaylayıp gittiğinde bana döndü. “Canın bir şey istediyse direkt söyle Deniz, ayrıca tabağımdaki kurabiyede kafam kadar fındıklar vardı görmedin mi? Alerjini mi unuttun?”

“Unutmamıştır, ama manyak olduğu için görüntüsü güzelse fındıklı şeyleri de yiyor. Hastanelik olmak en büyük hobisi, değil mi İzgi’m?”

İki taraftan beni köşeye sıkıştırdıklarında son çareme döndüm. Çenemi göğsüne yaslayıp Rüzgar’a baktım. Bakışlarımı sevimli halde tutmaya çalışıyordum. “Hiç bakma öyle, haklılar.”

Ondan da ümidimi kesip doğruldum. Dirseklerimi masaya yaslayıp öne doğru eğildim. “Biriniz benim tarafımda olabilirdiniz.”

“Ağzın burnun kızarsın diye mi?” Koray’a cevap vermedim. Az önceki garson içinde değişik renklerde kurabiyeler olan bir tabağı masaya bıraktığında tabak Toprak tarafından bana doğru itildi. “İstediğin kadar ye şimdi, hatta bu biterse bir o kadar daha ye. Ama fındık yok.”

Kurabiyeler o kadar taze duruyordu ki tavrımı anında yıkarak kakaolu olduğunu tahmin ettiğim bir taneyi alıp ısırdım. “Güzel miymiş?” Rüzgar’a cevap vermek yerine bir parçasını koparıp ağzına uzattım.

“Güzelmiş.” Kendi sorusunu kendi cevaplamış olunca güldüm.

Yarım saat kadar havadan sudan devam eden konuşmanın sonunda dün aldığım kararı uygulamak için konuya girmek üzere öksürür gibi yaptım.

Ajansta çalışma fikrini kimlere sormam gerektiğini tam olarak süzememiştim, bu yüzden herkese soracak ve çoğunluğa ya da bana en mantıklı gelen cevaba uyacaktım sanırım.

“Balkon konuşması mı yapacaksın İzgi, dinliyoruz kızım konuşsana.” Öksürme kısmını yanlışlıkla uzun tuttuğum için direkt söylenmeye başlayan Koray’a gözlerimi kısarak baktım. “Bir şey sormam lazım size.”

“Sor güzelim.” Toprak ve Rüzgar’ın da meraklı bakışlarla beni izlediklerini gördüm. “Dün ben iş teklifi gibi bir şey aldım, kabul edip etmeyeceğime karar vermem gerekiyor.” dedim bir avazda konunun çoğunu özetlerken.

“Nasıl bir iş?” diye soran Rüzgar’a baktım. “Farklı şirketler için afiş, logo gibi bir şeyler çizmemi gerektiren bir iş.”

“Sana uygun duruyor, bir süre denersin uymuyorsa bırakırsın güzelim. Neden kararsız kaldın?”

Oflayarak yüzümü kapattım. “Çünkü torpille işe alınmış gibi hissetmekten ve kendimi yetersiz bulmaktan korkuyorum.”

“Torpil mi?” Üçü de aynı anda sorduğunda parmaklarımın arasında boşluk yaratarak onlara baktım. “İş teklifini yöneticileriyle fazlasıyla haşır neşir olduğum bir reklam ajansından, hatta bizzat onlardan aldım.”

İlk jetonu düşen Koray oldu. “Yöneticileriyle yakın olduğun reklam ajansı… Ulan Acar yine göz açıp kapayana kadar almış götürmüş seni.”

Toprak ve Rüzgar’ı da aydınlatan bu tepkisi hepsinin keskin gözlerle beni izlemelerine sebep olurken yüzümü açtım.

Melih, Çağla ve Caner’den de hafifçe bahsederek Toprak ve Rüzgar’ın da konuyu tamamen kavramasına yardım ettiğimde nasıl bir tepki vereceklerini merakla bekliyordum.

“Acar’ın nasıl bir mükemmeliyetçi olduğunu duymayan kalmadı, sırf senin gönlün olsun diye iş teklif edeceğine inanmamız saçma olur. Tam tersi, ajansı düşünmüş bence. Senin nasıl şeyler çizdiğinden haberin yok mu İzgi’m?”

Bilmiyorum der gibi omuz silktim. “Eğitimim bile yok, İşletme mezunu birini güzel resim yapıyor diye böyle bir ekibe dahil eder miydiniz?”

“Güzel resim yapıyor diye kestirip atamazsın, deli misin kızım? Yeteneğini küçümseme vallahi atlarım üstüne senin.” Koray benimle dalaşırken Rüzgar ve Toprak henüz hiçbir şey söylemedikleri için onlara döndüm.

“Siz de torpil gibi durduğunu düşünüyorsunuz değil mi? Söyleyebilirsiniz direkt.”

“Ben şahsen bizimkilerin neden Acar’dan önce akıl edip seni şirkete almadıklarını düşünüyorum şu an, hatta geç de değil. Toprak ara lan babamı.”

“Ne!” diyerek neredeyse bağırırken Toprak mantıklı bir şey duymuş gibi telefonunu çıkarttığında eline uzandım. “Ya bi’ durun, ben ne diyorum siz ne yapıyorsunuz?”

“Ufuk salağı da İşletme mezunu, onun yaptığının yüz katını yaparsın sen şirkette. Bak ne güzel iş işte, hem de okuduğun bölümden.” Rüzgar asla pes edecek gibi durmadığı için kendimi masaya bir nevi kafa atarak öne bıraktım.

“Al işte bayıldı kız, yapacağın teklife sıçayım senin. Ufuk’la çalışmayı niye istesin? Deniz, kalk güzelim. Tamam seni Yaman abimin yanına oturturuz olur mu?”

Sinir bozukluğuyla güldüm. “Ya sorun Ufuk mu sizce? Bu da torpil işte, hatta ajanstan daha kötüydü. Ben işletmeyi sürüne sürüne bitirdim, hiçbir şey bilmiyorum.”

Koray yanakları gülmemek için şişmiş halde bana baktı. “Kolay gelsin, sana önümüzdeki günlerde sabır diliyorum.”

Kafede bu konu asla çözüme ulaşamadan bir saat daha kaldık. Soruyu sormak için doğru kişilerden olmayan Toprak ve Rüzgar’ı şirkette çalışamayacağıma ikna etmem biraz zor olmuştu. Koray ise başta söylediği fikirden sapmamıştı. Acar’ın ajansa yaramayacak birini babası bile olsa işe almayacağını söylüyordu. Buna bir noktada katılmaktan kendimi alıkoyamıyordum.

Kafeden kalktığımızda Toprak şirkete, Koray da aldığı telefon sebebiyle aslında izinli olduğu iş yerine dönerken ben Rüzgar’ın peşine takılmış eve gidiyordum.

Evde annem ve Pamir varken bu teklifi reddetmek gibi bir saçmalık yapmamıştım. Muhtemelen akşamı da orada geçirecektim, eve gitmişken babamlar gelmeden gideceğimi sanmıyordum.

Rüzgar’ın kullandığı arabada kısa sayılamayacak bir yolcuğun ardından eve geldiğimizde kapımı açıp indim. Rüzgar’ı beklemeden kapıya ilerlerken o da bana yetişti.

“Pamir uyuyordur belki, zile basmasak mı?” diye sorduğumda Rüzgar da mantıklı bulmuş olacak ki cebinden anahtarını çıkarttı. Kapıyı açtığında önden geçmem için bana yol verdi.

Koridorda biraz ilerlediğimde ilk durağım salon oldu. Salondaki koltukta açık olan televizyonun karşısında oturan annemi gördüm. O, kapıya ters bir biçimde oturduğundan beni görmemişti.

Sessiz adımlarla yanına yaklaştım. Koltuğa ulaşmama bir iki adım kala içerideki varlığımı hissederek başını olduğum yöne çevirdi. Beni görür görmez heyecanla ayaklandığında kocaman gülümsedim. “Deniz, hoş geldin annecim.”

Kollarını bana sıkıca sardığında aynı şekilde karşılık verdim. “Hoş buldum.”

Koltuğa beni bırakmadan oturduğunda Rüzgar da nihayet gelebilmişti. Annemle yapışık ikizler gibi oturuyorken Rüzgar da çaprazımızdaki koltuğa yerleşti.

“Nezaketen bir yüzüme baksaydın anne, ben de geldim bak.”

Annem kırmamak için göz ucuyla Rüzgar’a bakıp yeniden bana dönünce küçük çaplı bir kahkaha dudaklarımdan firar etti. “Sağ ol anne, bu bana yeterli. Siz devam edin.”

“Haber verseydiniz ya bana, bir şeyler hazırlardım. Aç mısınız?”

Başımı iki yana salladım. “Aç değilim hiç.”

“İki tabak kurabiye yedi, önümüzdeki haftayı onlarla geçirebilir zorlarsak.”

“Dışarıda mı yediniz? Ben yapardım annecim kurabiyeyi sana, fındık falan yoktu değil mi içlerinde? Bak bakayım bana, kızarık mı bir yerlerin?”

Rüzgar, Toprak’la aramızda geçen fındık krizini anlatırken ben de annemin omuzunda yatıyordum. Annem duyduklarından sonra bana hafif kızgın bakışlar attığında sırnaşarak konuyu dağıttım. “Pamircim nerede?”

“Öğle uykusunda, gece uyumamış. Yekta zombi gibiydi sabah çıkarken, az önce uyutabildim.”

Abimin haline üzülsem de annemin benzetmesine Rüzgar’la birlikte gülmek zorunda kalmıştım.

 

~

 

Elimdeki salata tabağını masaya bırakıp mutfağa geri dönmek üzereyken zil sesi duyduğumda Pamir’le aynı anda koşturmaya başladım. Annemin bize güldüğünü duyuyordum.

“Halacım beklesene, düşeceksin.” Henüz dengesini tam sağlayamayan paytak adımlar attığından her an düşecekmiş gibiydi.

Yarı yolda yakalayıp elini tuttum. “Birlikte açalım kapıyı, gel.”

Omuzuma tutunup heyecanla nefeslenirken kapıya ulaştık. Zil biz gelene kadar bir kez daha çalmıştı. Daha fazla oyalanmadan kapıyı açtım.

En önde duran Toprak beni gördüğüne tek şaşırmayan isim olup önce Pamir’i sonra beni öptü. Ardından Pamir’i kucaklayıp havaya atıp tutarak içeriye geçti.

Geriye kalan babam ve Yaman abim hem şaşkın hem de mutlu duruyorlardı.

“Hoş geldiniz.” diyerek heyecanla konuştuğumda ilk kendine gelen abim oldu. “Hoş bulduk abicim, hoş bulduk.” İçeriye bir adım atıp beni kendine doğru çektiğinde parmak uçlarımda yükselip boynuna sarıldım.

“Bundan sonra bana kapıyı her gün sen açmazsan bir daha eve gelmeyeceğim denizkızım, ne güzel bir sürpriz bu.” Yanağını öperken kıkırdadım. “Pamir duymasın, o da iyi bir kapı açıcı bence.”

“İlerle artık 1 numara, çek o ahtapot kollarını da.” Babamın sesini duyduğumda abimin omuzundan ona baktım. Bana göz kırptığında dudaklarım iki yana kıvrıldı. Bana her seferinde o kadar güzel ve içli bakıyordu ki babamla göz göze geldiğimde gülmek ve ağlamak arasında bir yerlerde sıkışıyordum hep.

Abim memnuniyetsiz bir homurtuyla benden ayrılırken kendimi babamın üzerine doğru bir nevi fırlattım. Kısık sesle gülerek beni dengede tuttu. “Yavaş can suyum, düşeceksin.”

“Düşmem,” dedim kulağına fısıldayarak. “Sen varsın ya burada, düşmem ki.”

Saçlarımın üzerini öptü. Sarılmamızı bitiren içeriden gelen çığlık olurken panikle mutfağa ilerledim.

“Savaş!” diye bağıran annemdi.

Bizden önce çoktan içeriye girmiş olan Toprak ve Rüzgar’la birlikte içeride büyük bir kalabalık yaratmış olduk. “Ne oldu anne?” Toprak annemi yanaklarından tutup kendine doğru çekti.

Bir yerini kesmiş olduğunu düşünerek gözlerimi üzerinde gezdirirken bakışlarım yerdeki şeye çarptığında ikinci çığlık benden yükseldi.

“Ay!” diye bağırarak Yaman abimin sırtına tırmanmaya çalıştım. “Kocaman böcek var yerde.”

Babam kenardan peçete alıp böceği yakalarken ben koala gibi abime yapışmış haldeydim. “Ödüm koptu anne, böcek için mi çığlık atıyorsun?” Rüzgar söylenirken kendine su dolduruyordu.

Yaman abim kafasını çevirip bana bakmaya çalıştı. “Anasına bak kızını al, sen ne yapıyorsun abim? Sırtıma çıktın kendi çabanla kedi gibi.”

“Kocamandı ama!” Annemle aynı anda konuştuğumuzda hepsi gülerken bir tek biz eğlenmiyorduk. Babam bahçeye açılan kapıdan geri girdiğinde ona baktım. “Uzağa götürdün mü baba? Ya geri gelirse?”

“Gelmez meleğim, korkma. Pınar sen de sakin ol, su iç bir bardak. Rüzgar su versene annene.” Annem suyunu içerken ben de abimin sırtından indim.

Yekta abimin yarım saat sonra gelişiyle yemeğe oturduk. Abilerimin arasında oturuyordum, kucağımda ise Pamir vardı. Yekta abim ben rahat rahat yiyeyim diye almak istese de ne ben Pamir’i bırakmıştım ne de Pamir beni bırakmıştı.

Tabağımın yanında duran küçük tabaktan arada Pamir’e yedirerek ben de yemeğime devam ederken annemin anlattığı olayı, kahramanlarını pek tanımasam da dinliyordum. Yemeğin sonlarına doğru babamın sorduğu soruyla ağzımdaki lokmayı yutamayıp boğulurcasına öksürmeye başladım.

“Bu iki vasıfsıza sorup, bana sormadığın bir soru var mı ortada can suyum?”

Toprak’a tehdit dolu bakışlar atarken bir yandan da öksürmeye devam ettiğim için aynı anda sırtıma vuran abilerimin güçlerini deneyimliyordum. Az sonra ciğerlerim ağzımdan çıkacaktı.

Yekta abim Pamir’i benden aldı. Suyumdan yudumladım. “Sır tutma konusunda bu kadar iyi olmanı neye borçluyuz Toprakcım?” dedim fısıltıyla bağırarak. Gözlerimi belerterek konuştuğum için Toprak sandalyesinde geriye yaslanıp benden uzaklaşmaya çalıştı.

“Çek o yeşil şeyleri üzerimden, hem sır olduğunu söylememiştin. Söylesen saklardım Denizcim.”

“Deniz?” diyerek dikkatimi ona çevirmemi sağlayan babama çaresiz bir bakış attım. “Ama ispiyonlamış beni hemen baba, kızmayayım mı?”

“Kızarsın babacım, sen istersen ben de kızarım hatta yetmezse bir tur da evdekiler kızar. Ama sen önce bi’ anlat bakayım.”

Merakla bana bakan Rüzgar ve Toprak dışındaki gözleri daha fazla görmezden gelemedim. Kısaca anlattıktan sonra en sakin tepkiyi vereceğini bildiğim için anneme baktım. Bana gülümseyerek bakıyordu. “Babanın eve getirdiği çizimleri gördüm, Acar’ın neden böyle bir şey istediğini anlayabiliyorum o yüzden. Bana garip gelmedi.”

“Bana garip geldi, reddet denizkızım.” Annem sustuğu anda araya giren Yaman abime baktım. “Torpil olmuş gibi diye mi garip?” dedim omuzlarımı düşürerek.

“Yok, bana ne kızım torpilden. Ben yaparım sana torpil, yarın gel benim asistanım olarak başla. Kahve getirirsin bana bir iki kere, kalan zamanında da oda ayarlarız sana resim yaparsın orada. Tamam mı?”

Ağzımı açtım ama konuşamadan Toprak konuştu. “Bak ben ne dedim öğlen sana, Yaman abimle oturursun dedim işte.”

Bedenimi Yekta abime doğru bıraktım. “Yardım etsene bana.”

“Hastanede sana uygun bir pozisyon yok ki ayka, nasıl edeyim yardım.” dediğinde bayılıyormuşum gibi ağırlığımı ona bıraktım. Gülerek şakağımı öptü. “Dalga geçiyorum, ayılıp bayılma hemen.”

Masada oluşan uğultu büyürken babam boğazını temizler gibi kısaca öksürdüğünde herkes ona döndü. “Bitti mi analizleriniz ve önerileriniz?” Özellikle Toprak’a ve Yaman abime bakarak bunu söyledikten sonra cevap beklemeden bana odaklandı.

“Ajansta çalışmak sence seni mutlu edecek mi? Şu herifle çalışacak olmanı bir kenara bırakalım, iş olarak yani.” Acar’ın adını anmamasına daha az gergin bir anımda gülecektim.

“Bilmiyorum ki.” dedim kafam karışmış halde. “Nasıl anlayabilirim?”

“Deneyerek.” Annem araya girdi. “Bir süre dene, olmuyorsa vazgeçersin. Acar seni tutup zorla çalıştıracak değil ya.”

Aslında Acar’ın böyle bir potansiyeli var gibiydi ama şu an masa bunu paylaşmama uygun insanlarla çevrili sayılmazdı.

“İşi gerçekten yapamazsan da, ki hiç sanmıyorum, torpil konusunu bir daha düşünür konuşursun. Yapamıyorum dersin abicim.” Yekta abimin ekledikleri de mantıklı duruyordu.

Babama baktım göz ucuyla. “Sen kim gibi düşünüyorsun? 1 numara mı 2 numara mı?” Abilerimi onun dilinde isimlendirdiğimde güldü.

“Şeytan 1 demem için dürtüyor ama kıskançlıkla hayatına bu kadar büyük bir müdahalede bulunacak kadar delirmedim can suyum. Annenle Yekta haklı.”

Hayatımın 20 yılını o kadar çok müdahale ile dolu geçirmiş ve bundan dolayı öylesine darbeler yemiştim ki şu an bu cümle beni ağlatabilirdi. Babamın Yaman abimden daha da yoğun bir tepki vereceğini zannederken tamamen beni düşünüp verdiği bu cevabı beklemiyordum.

“Yani bana deli mi diyorsun Savaş Göktürk? Kıskançlıktan delirmiş olan ben miyim?” Yaman abim eliyle kendini göstererek sitemle konuşurken babam ona döndü. “Evet.”

Sakince verdiği cevap Yaman abim dışında bir kahkaha silsilesi kopmasına sebep olurken abim omuzuyla beni ittirdi. “Sen gülme, mahkeme duvarı suratlı sevgilin benden önce iş teklifi sunmakta akıllık etmiş olabilir ama benim de var kendime göre yöntemlerim.”

“Korkutmasana lan kızı.” Yekta abim araya girdiğinde Pamir ellerini çırptı.

“Layn!” diyerek heyecanla babasını taklit eden Pamir’le birlikte büyük bir sessizlik oldu. Yaman abim kahkahalarla gülmeye başlayıp sessizliği böldüğünde Pamir de iyi bir şey başardığını düşünerek peş peşe ‘lan’ demeyi sürdürdü.

Çaresizce oğlunun bu kelimeyi hafızasına kazıyışını izleyen Yekta abim en dertlimiz gibi duruyordu.

 

~

 

“Baba?”

“Söyle meleğim.”

“Gerçekten patronunla tanışmam lazım bahanesine sığınarak benimle ajansa geliyorsun şu an, ben yanlış anlamadım değil mi?” Emniyet kemerimi çekiştirerek babama dikkatle baktım. Yola çevirdiği bakışları kısa bir an bana döndü.

“Kızımın patronuyla tanışmayayım mı Deniz? Bence çok normal bir durum, işe gireceğini patronuna söylemeden önce bir bakacağım gözüm tutuyor mu diye.”

“Baba Acar’ı zaten tanıyorsun.” dedim gülerek. “Neyini tanıyacaksın?”

“O sevgilin olan Acar’dı, bu farklı.”

“Tabii, kesinlikle.” dedim abartı bir ifadeyle. Yolculuğumuz sürerken sıkılmamak için radyodan düzgün bir şarkı bulmaya çalıştım. İstediğim tarzda bir şey bulmayı denerken telefonum çaldığı için radyoyu kapatıp çantamı açtım.

Ekranda gördüğüm isim kaşlarımın çatılmasına sebep olduğunda beklemeden açtım. “Efendim?”

“İzgi Hanım, Zeynep ben. Üst komşunuz.” Kadının telaşlı gelen sesi beni de tedirgin ederken zaten kayıtlı olan numaradan anladığım için uzatmadım. “Biliyorum Zeynep Hanım, bir sorun mu var?”

“Binada yangın çıktı, sizin daireden başlamış. Şu an kontrol altına alındı ama gelmeniz gerekiyor bir an önce.”

Söylediklerinin ilk birkaç kelimesi buz kesmeme yeterken titremeye başlayan elimle telefonu zar zor tutarak kadına onaylayan bir ses çıkartıp telefonu hızla kapattım. “Deniz!” Babamın panikle bana seslenişini duyduğum halde ona dönemedim.

“Baba…” diye mırıldandım titreyen sesimle.

“Efendim babacım, ne oldu?” Arabayı yavaşlatıp biraz ileride sağa çekti. Yanaklarımı kavrayıp beni kendisine çevirdiğinde iç çekerek gözlerine baktım.

“Yangın,” dedim kesik bir şekilde. Babamın benden farksız bir hal alarak solgunlaştığını görebildim. “Ne yangını Deniz?” Sesini sabit tutmaya çalışarak sordu.

“Atölyem,” diyebildim. “Yangın çıkmış.” Gözlerimden dökülmeye başlayan yaşlarla birlikte babam beni kemerimden kurtararak boynuna yatırdı. “Baba orası benim her şeyim, bir sürü emeğim var içinde, bir sürü anım var. Hepsi kaybolacak!” Sesim yükselirken babamın üzerindeki gömleğe sıkı sıkı tutundum.

“Şş, tamam babacım. Gideceğiz şimdi oraya, belki de küçük çaplı bir şeydi. Gidip bakalım, kendimiz görelim olur mu? Canın sağ olsun senin birtanem.” dedikten sonra çok kısık bir sesle konuştu. Onu zar zor duyabildim. “Ya içeride olsaydın…”

Babam birkaç dakika daha beni boynunda sakinleştirmeye çalıştıktan sonra kemerimi yeniden taktı. Ben kontrol edemediğim hıçkırıklarımla ön camdan öylece dışarıya bakarken arabayı yeniden çalıştırdı.

Bana saatler geçmiş gibi gelen zamanın ardından atölyenin olduğu sokakta durduğumuzda binanın önündeki itfaiye aracını ve polis arabasını gördüğümde ağlayışım arttı. İleriyi kapattıkları için çok fazla arabayla gidememiştik. Hızla arabadan indim.

Binaya doğru giderken babam da bana yetişip elimi tuttu. “Sakin ol Deniz, hadi babacım n’olur.”

Polislerden birine yaklaştık. Sarı şeridi geçmeye çalıştığımız için onun da dikkati bize çevrildi. “Buraya giremezsiniz, geriye doğru açılın.”

“Bu binada yaşıyorum, 4 numarada.” dedim sesimi anlaşılır çıkması için zorlayarak. Polisin ifadesi değişti, arkasındaki kişilere döndü. “Amirim 4 numaradan birileri geldi.” Konuştuğumuz polisten yaşça daha büyük duran biri yanımızda belirdi.

“Feris İzgi Levendoğlu?” dedi sorar gibi.

“Benim.” diye onayladım. Babamın elini sıkı sıkı tutmayı sürdürüyordum.

“Geçmiş olsun öncelikle,” dedikten sonra bakışları ciddileşti. “Ön rapora göre yangının çıkış noktası sizin daireniz, oradan diğer taraflara sıçramış ama erken müdahale edildi. Ağır bir tahribat yok diğer dairelerde.”

Sadece diğer daireleri katarak konuştuğunda ağlayışım hızlandı. Tabloların mahvolması için oraya bir damla su püskürtmeleri bile yeterliydi zaten.

“Baba…” diyerek sanki her şeyi düzeltebilecekmiş gibi çaresizce ona döndüm. Beni göğsüne doğru çekti. “Buradayım can suyum, buradayım kızım.”

İçeri henüz giremeyeceğimizi söyledikleri için babam ben ne kadar engel olmaya çalışsam da beni arabaya götürüp bacaklarım dışarıda kalacak şekilde arka koltuğa oturttu.

Omuzumu ve yanağımı koltuğa doğru yasladım.

“Biraz iç bundan Deniz.” Elindeki su şişesini ağzıma doğru uzattığında şişeyi ittim. “İstemiyorum.”

Birkaç hıçkırık bedenimin peş peşe sarsılmasına sebep olurken kollarımı kendime sardım. Babam telefonla birilerini aradı, polislerle tekrar konuştu bense koltuktan bir milim bile kıpırdamadım. Gözlerimi kaldırıma dikmiş halde öylece bekledim.

Her şey yoluna girdi diye mutlu olduğum her anın yere sertçe düşüşümle sonlanmasından nefret ediyordum. Hayat sürekli karşıma bu döngüyle çıkıp duruyordu ama artık çok yorulmuştum.

Babamın kimleri aradığını zaman geçtikçe anlamıştım.

Bir anda etrafımda bulduğum kalabalık Yaman abim, amcam, Toprak ve Ufuk’tan oluşuyordu. Hepsi şirketteydi, babam birini aradıysa bile hepsi birbirinden haberdar olmuş olmalıydı.

“Abicim, iyisin canım benim.” Yaman abim hemen önümde diz çöküp yanaklarımı kavradı. Boş bakışlarla ona baktığımda yutkunduğunu fark ettim fakat sesimi çıkartmadan bekledim.

Ağlayışım durmuştu, şimdi ise hiçbir duyguya sahip değilmiş gibiydim.

Arkasında duran Toprak’ın bana bakışlarını gördüğümde burnumu sertçe çektim. Kollarımı ona doğru uzattığımda bana yaklaşmak yerine hızla arabanın diğer tarafına dolanıp diğer kapıdan bindi. Yanıma yaklaştığında ona döndüm.

Kollarımı boynuna sarıp yeniden ağlamaya başladığımda sırtımı sıvazladı. Hiçbir şey söylemeden sadece sarılıyordu.

“Toprak…” diye mırıldandım kısıkça.

“Söyle bebeğim.”

“Her şey kül olmuştur, hepsi mahvolmuştur değil mi?” dedim bunun gerçek olduğunu bilsem de ondan onay almaya ihtiyacım varmış gibi. “Yıllardır çizdiğim her şey oradaydı, bütün emeklerim orada duruyordu Toprak. Ama kayboldular şimdi.”

Beni saran kolları sıkılaştı. “Sana bir şey olmasın Deniz, yangın bizim için ne demek biliyorsun değil mi? Sana bir şey olmasın yeter ki güzelim.”

“Deniz?” diye seslenen babamı duyduğumda Toprak’tan çok fazla ayrılmadan kapıya döndüm. “Dairenin anahtarı senden başka kimde vardı?”

Koray’da olan yedek anahtarı geçen hafta aldığım ve geri vermediğim için anahtar benden başka hiç kimsede yoktu.

“Kimsede yok, bende vardı bir tek.” dedim boğuk çıkan sesimle.

Babam yanında duran amcamla kısa bir an anlamlandıramadığım bir bakışma yaşadı. “Dün bizde kaldın, buraya en son dün sabah uğradın değil mi?”

Başımı salladım. Babam alnını sertçe ovuşturdu. Bir şey söylemeden polislerin yanına ilerlerken panikle peşinden gitmeye çalıştım. Bir şey mi anlamıştı da gidiyordu?

Arabadan çıkmayı başarsam da amcam beni yakalayarak göğsüne bastırdı. “Yavaş güzel kızım, bekleyelim burada. Gelecek baban.”

“Neden gitti? Niye sordu o soruları?” dedim peş peşe.

“Bilmiyorum amcasının güzeli, gel oturtalım tekrar seni arabaya. Bak ayakta zor duruyorsun zaten.”

Amcamın arkasında duran Ufuk’a baktığımda en son gördüğüm haline göre çokça ciddi duruyordu. “Peçete bulalım sana.” Bakışlarını benden hemen kaçırıp arabaya yöneldi. Torpidodan bulduğu peçeteyi bana uzattığında ben alamadan abim aldı. Yanaklarımı hafifçe bastırarak sildi. “Su da verelim mi denizkızım?”

Başımı iki yana salladım. “İstemiyorum.”

Peçeteden bir tane daha alıp burnumu sileceğim sırada babamın yükselen sesini duyduğum için dikkatim oraya çevrildi. Amcamın hızla babama doğru ilerlediğini gördüm.

İyi bir şey olmasını beklemek aptallıktı. Yine peş peşe kötülükler beni bulacak ve birkaç hafta mutlu oldum diye acısını çıkartıp canımı fazlasıyla yakacaklardı. Hissediyordum.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm