Dert Bebesi 34.Bölüm
34.BÖLÜM
“Dosyaları bırakayım mı Demir Bey?”
Demir, bütün dikkati kulağındaki telefondan
gelecek cevapta olduğundan karşısında bir süredir bekleyen asistanını yeni fark
edebilmişti. Başıyla onayladığında masasına bırakılan dosyanın ardından
odasında yeniden yalnız kalmış oldu.
“Aç artık şu telefonu abicim, üç oldu.”
Kendi kendine söylenerek telesekretere bağlanan telefonu kapatıp sinirle iç
çekti.
Belli aralıklarla sabahtan beri üç kez
aramış olduğu Nilperi’nin meşgul olabileceğini, en basitinden duşa bile girmiş
olabileceğini biliyordu ama en azından Tuna atlayıp açardı diye düşünüyordu.
Bir yandan da sabahtan beri kendisini yoklayan sıkıntılı ruh hali aklını
karıştırmıştı.
Biraz önce mesaj attığı Oktay ve Mert’ten
cevap gelmesini beklemek yerine daha müsait olacağını düşünerek önce Mert’i
aradı.
Evdekilerden haberi olup olmadığını sorduğunda
elle tutulur bir cevap alamamıştı. Mert’in merakla sorduğu soruları geçiştirip
aynı konuşmayı Oktay’la da gerçekleştirdi.
“Yok konuşmadım hiç, en son ben çıktım
evden zaten. Tuna daha uyuyordu Peri yeni kalkmıştı.” Oktay biraz düşündükten
sonra devam etti. “Sessize falan aldıysa duymuyordur, dalmışlardır bir şeye.
Özlem gideriyor olabilirler.”
Demir, Oktay’ın mantıklı görünen
tahminiyle çok tatmin olmasa da onu da ayaklandırmamak için onaylayıp kapattı.
Oyalanmadan ayaklanıp ceketini üzerine
geçirdiği gibi odadan çıktı. Gözleriyle görmediği sürece içi rahatlamayacaktı.
“Acil bir işim çıktı, önemli bir durum
olursa ararsın.” Odadan çıkar çıkmaz asistanına bunları söyledikten sonra
beklemeden ilerledi. Arabasına ulaştığında eve doğru sürmeye başlarken gergindi.
Kapının önüne geldiğinde anahtarı olmasına
rağmen zile basıp sabırsızca beklemeye başladı. Hem anahtarla girip onları
korkutmak istememişti hem de sakince kapıyı açıp onu rahatlatmalarına ihtiyacı
vardı.
Ancak kapıda herhangi bir hareketlilik yoktu.
Demir, birkaç kez daha zile basıp aynı
anda da kapıya vurdu. Her geçen saniye gerginliği artıyordu.
Daha fazla beklemeden anahtarını çıkartıp
kapıyı hızla açtı. “Peri? Tuna?” Arka arkaya isimlerini yüksek sesle söylerken
çoktan salona kadar gelmişti. Hiçbir ses duymasa da bir umut ikisinin odasına
da baktı. Ama kimse yoktu.
“Tamam, dışarı çıkmış olabilirler.
Kalabalık bir yerdedir ve duymuyordur. Gayet mantıklı.” Kendi kendini
sakinleştirmeye çalışırken susadığını hissedip mutfağa geçti. İçeriye girdiğinde
bardaklara yönelmeden önce gözüne çarpan masayla duraksadı.
Kahvaltı masasının toplanmamış olmasıyla
çatılan kaşları Nilperi’ye ait olduğunu bildiği çay bardağının da kafasına
kadar dolu olduğunu gördüğünde iyice derinleşti.
Masanın bu halde bırakılması için evden
apar topar çıkmış olmaları gerekiyordu.
Olumlama yapmalık bir durum kalmadığını
anladığında kendini gösteren baş ağrısıyla birlikte Oktay ve Mert’e durumu
kısaca anlatan iki mesaj yazıp yolladı.
Ne yapacağını bilemeden ayakta öylece
dikildiği birkaç dakikanın ardından aklına gelen olasılıkla birlikte telefonunu
eline aldı.
Daha önce ikisi ortadan kaybolduğunda
onları bulan kişiyi atlayamazdı. Eğer Nilperi yine bir şeylere kızıp gitmişse
Uras’ın haberi olacağını düşünüyordu.
Nilperi’nin telefonundan, o Ankara’ya
gitmeden önce her ihtimale karşı aldığı numaraya şükrederek hızlıca aradı.
İkinci çalışta açılan telefondan az çok
aşina olmaya başladığı sesi duyduğunda boğazını hafifçe temizleyerek önce
kendini tanıttı. “Alo?”
“Uras, Demir ben. Peri’nin abisi.”
Demir, karşı taraftan birkaç saniye hiç
ses gelmediğinde tereddütle ekrana baktı. Kapanmamıştı. “Sesim geliyor mu?”
“Evet, evet geliyor. Şaşırdım sadece, bir
sorun yok değil mi?” Uras, kendisini neden aradığı hakkında hiçbir tahminde
bulunamadığı Demir’den cevap beklerken oldukça meraklıydı.
“Onu sen söyleyeceksin bana, Peri’nin
özellikle bugün aklına takılan bir şey canını sıkan bir durum oldu mu?”
Uras duyduklarıyla birlikte merakının
yanına eklenen gerginliğiyle konuştu. “Peri iyi mi? Neden böyle bir şey
sorduğunu anlamadım, morali mi bozuk?”
“Yeni soru sormayıp cevaplasan keşke,
acilen.” Demir son sabır taneleriyle konuşurken eğer Uras’tan bir cevap
alamazsa ne yapacağını düşünüyordu.
“Bilmiyorum, canını sıkan bir şey olduysa
da haberim yok. Sabah mesajlaştığımızda iyiydi, sonra konuşmadık tekrar. Arayıp
sorabilirim, size mi kızdı?”
“Ulaşabilirsen ara sor Uras. Birkaç
saattir açmıyor telefonunu, mesajlara bakmıyor.” Uras henüz bu kısmı
sindirememişken devam etti. “Evde de değiller, Tuna da o da yok.”
~
16 saat sonra
“Bakın açık konuşuyorum sizinle, bir
önceki olayın üzerinden daha bir ay geçti geçmedi. Tekrar aynısı yaşanmış
olabilir. Telaşlanmanızı anlıyorum ama henüz geniş çaplı arama başlatmamız için
yeterli bir durum oluşmadı.”
Oktay, kendileriyle yaklaşık üçüncü kez
aynı konuşmayı yapan polise doğru hareketlenen abisini fark ettiği an kolunu
tuttu. Sinirini henüz kimseden çıkartamamıştı ve patlama anının yakın olduğunu
biliyordu. Ancak burası yeri değildi.
“Abi, tamam. Kendi taraflarından
baktıklarında haklılar, başka bir yol düşünürüz. Zaten bir süre sonra aramaya
başlamak zorunda kalacaklar. Sakin olmaya çalış biraz gözünü seveyim.”
Demir, kolunu Oktay’dan tek hamlede çekip
kenarda duran sandalyelerden birine yerleşti. O sırada polis memuru da
yanlarından ayrılmış ve üç kardeş koridorda yalnız kalmışlardı.
“Sikerim tarafını Oktay, kaç saat oldu.
Telefonunu açmıyordu, artık ulaşılamıyor direkt. Bu kadar saat nerede olabilir.
Kaçıp gitmiş olsa bir eşya bile almaz mı yanına?”
Mert yavaşça kafasını salladı. “Ve
gitmeleri için hiçbir sebep yok, daha yeni gelmişti Ankara’dan zaten. Oraya da
geri gitm-…” Mert’in cümlelerini bölen Demir’in çalan telefonu oldu. Hepsinin
dikkati oraya çevrildi.
Demir beklemeden telefonunu çıkarttığında
ekranda gördüğü isimle duraksamadan cevapladı.
“Ulaştın mı Uras?”
Her ne kadar Uras’a karşı sinir oluyormuş
gibi davranıyorduysa da Nilperi ve Tuna’nın bir şekilde onun yanına kaçmış
olmasına bile şükredecek haldeydi. Güvende olduklarını öğrenmesi yeterliydi.
“Hayır.” Uras’ın yorgun çıkan sesini
duyduğunda bir anlığına filizlenen umudunu bir kenara bırakıp arkasına doğru
yaslandı. “Yoldayız onu haber vermek için aradım. Halen karakolda mısınız?”
Demir bir an algılayamadığı cümleyi
sorgularcasına sordu. “Tek geleceğini düşünmüştüm, kimlesin?”
En son konuştuklarında Uras, birkaç saat
daha haber alınamazsa arabaya atlayıp geleceğini söylemişti fakat yanında biri
olacağını düşünmemişti Demir.
“Babamlayım, iki saate gelmiş oluruz
sanırım. Konum atarsın bana.”
Demir, Uras’la ilk karşılaştıkları dönemin
hemen sonrasında onun nasıl Nilperi’ye ulaştığını öğrenmişti. Dolayısıyla
babasının neden geldiğini sormaya gerek duymadı, aksine biraz rahatlamıştı.
Onları dinlemeyi reddeden polislerin herhangi bir üstlerine çok daha detaylı cevap
vereceklerini tahmin ediyordu.
“Tamam, atarım. Haberleşiriz.” Telefonu
kapattıktan sonra ilk işi konumu unutmadan göndermek olurken daha sonra
kendisine merakla bakan kardeşlerine döndü. Onlara durumu açıklamaya başlarken
bir an önce bu işin sonlanmasını diliyordu. Aksi halde daha fazla sabırlı
olamayacaktı.
~
Uras, birkaç adım önünden ilerleyerek
çoktan binaya girmiş olan babasını takip ederken oldukça afallamış bir
haldeydi. İki gün önce yanında olan Nilperi’nin şu an nerede olduğunu
bilmeyişini kaldıramıyordu.
Aynı telaşı ikinci kez yaşıyordu fakat bu
seferki şüphesiz çok daha yoğundu.
Daha fazla geride kalmamak adına
adımlarını biraz hızlandırıp babasına yetişti. Demir’in tarif ettiği şekilde
bulundukları yere ulaştılar. Koridorda beklemelerine daha fazla izin
verilmediği için kafeteryaya inmişlerdi.
Uras, çok da dolu olmayan alanda tanıdık
yüzleri gördüğünde oraya doğru ilerledi. O sırada onlara doğru dönük olan Oktay
da ayaklanmıştı.
Uras, üçünün yüzlerine oturmuş olan ve
kendisinde de açıkça görülebilen yorgunluğu ve çaresizliği fark ettiğinde iç
çekti. Kısaca babasını tanıttığında bu kısmı çok uzatmamayı tercih ettiler.
Ardından Kadir Bey durumu ele aldı. “Ben yukarıda yetkili birileriyle
görüşeyim, tanıdığım birkaç kişi var. Duruma göre ararım gelirsiniz yanıma.”
Kadir Bey yanlarından ayrıldığında Uras da
masada boş kalan tek sandalyeyi çekip oturdu.
“Aklınızda bir şey var mı?” diyerek hafif
bir şekilde konuya girmeye çalıştı. Kendi aklında birçok şey vardı fakat bu
olasılıkların birçoğu onların aile hayatıyla ilgili olduğundan direkt atlamak
istememişti.
Mert kısa bir an abilerine bakıp onlardan
bir cevap gelmeyeceğini anladığında kendisi söze girdi. “Nil her şeyi
anlatmıştır sana eminim, senin aklındaki neyse bizdeki de o.”
Uras sıkıntıyla kıpırdandı. “Bab-…” diye
başlamışken muhtemelen rahatsız olacaklarını düşünüp devam etti. “O herifin
parmağı var değil mi?”
“Varsa da yoksa da başımıza gelen her
bokun suçlusu o, geberip gitseydi o delikten çıkamadan şu an burada olmazdık.”
Uras, Mert’in söylediklerine bir cevap
veremedi.
Uzun sayılabilecek bir süre sessizce
oturdular. Hepsinin içinde fırtınalar kopuyor olsa da dışarıdan bakıldığında
sakince bekleyen dört adamdan fazlası değillerdi.
Bu fiziksel sakinliklerinin sona ermesine
çok bir zaman kaldığı da söylenemezdi.
“Onlara zarar verme ihtimali yok değil mi?
En azından yanında istiyorsa da hakkı olmadığı halde babalık yapmaya
çalıştığından istiyor…” Uras dayanamayıp aklını kurcalayanları dile
getirdiğinde bakışları Demir’le kesişti. Onun yüzünde gördüğü ifadeyle ise
olduğu yerde kasılıp ağzının içinde kısık bir küfür mırıldandı.
Bir şeyler daha sormak üzereyken telefonu
çaldığında arayan kişi babası olduğundan beklemeden açtı. Bulunduğu odayı tarif
edip hep birlikte yanlarına gelmelerini söyleyen babasını onaylayıp telefonu
kapattıktan sonra ayaklandı. “Babam çağırıyor, üst kattaymış.”
Hepsi telaşla ayağa kalktılar. Hep
birlikte tarif edilen odaya ulaştıklarında önde Demir olmak üzere içeri
girmişlerdi.
Kadir Bey geldiklerini gördüğünde derin
bir nefes alıp onlara döndü. İçeride onun dışında masanın başında oturan bir
polis vardı yalnızca. Masada duran bilgisayarla uğraştıkları belliydi. Kadir
Bey de hemen yanı başında ayakta duruyordu.
“Bir şey mi buldunuz?” Uras heyecanla
sorsa da babasının yüzündeki ifadeyi en kolay çözümleyebilen o olduğundan
heyecanı kısa sürede yerini korkuya bırakmıştı.
Kadir Bey konuşmak yerine bilgisayar
ekranını onlara doğru çevirdi öncelikle. Şimdi dördü de görebiliyordu.
Ekranda beliren görüntünün evlerinin
sokağı olduğunu anlayan Oktay istemsizce mırıldandı. “Bizim sokak burası.”
“Aracın içine yaklaştırdığımızda bu araçla
sokaktan ayrıldıklarını fark ettik. Nilperi de Tuna da arabada.” Kadir Bey’in
eliyle işaret ettiği aracı gördükleri anda dördü de ona döndü. İlk tepki Demir’den
gelmişti.
“Polis aracı bu, ne yani saatlerdir
karakoldalar mı? Yeni mi fark edildi?”
“Her neyse, neredelerse oraya gidelim o
zaman. Polisle ne işleri var ki?” Mert de şaşkınca konuşup ekrandan ayırdığı
gözlerini Kadir Bey’e çevirdi.
“Polisle bir işleri yok.” Cevap masada
oturan polisten gelmişti. “Bu araç polis aracı falan değil, sadece öyle
gösterilmek istenmiş çalıntı bir araba.”
“Yani…” diyerek başladığı cümleyi
tamamlayamadı Uras. Sesli olarak dile getirirse delirecek ve etrafa
saldıracakmış gibi hissetmişti. Yeniden devam eden polis memuru oldu.
“Henüz kimliklerine ulaşamadığımız iki
kişi tarafından, polisiz yalanıyla alıkoyulduklarını düşünüyoruz. Soruşturma
başlatıldı.”
Kadir Bey, yılların vermiş olduğu
soğukkanlılıkla olduğu yerde düz bir ifadeyle beklese de karşısında dikilen
dört adamın da suratına yerleşen korku dolu ifadeleri gördüğünde tavrı bozulur
gibi oldu.
Birkaç gün önce resmi olarak tanışmış
olduğu, hikâyesini öğrendikçe fark etmeden koruma ihtiyacıyla dolduğu henüz 19
yaşında bir kızın ve küçücük bir çocuğun kaçırılmış olması mesleğinin verdiği
sabrı şimdiden zorlamıştı.
En kısa zamanda yerlerinin tespit
edilmesini umuyordu, aksi halde bu dört adamı ve hatta kendisini nasıl zapt
edebilirdi hiçbir fikri yoktu.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder