Dert Bebesi 40.Bölüm

 40.BÖLÜM



- Nil

 

“Ayrılalım o zaman, bitsin. Bu ilişkinin devam etmesinin hiçbir anlamı yok.”

“Bitsin evet.”

Yaklaşık bir saattir izlemeye devam ettiğimiz filmdeki çift olabilecek en mantıksız sebeple ayrılmak üzereyken gözlerimi devirdim. Sonunu merak ettiğim için kapattırmamış olsam da artık benim de tahammülüm kalmamıştı.

Tekli koltuğa sığışmış olduğum için diğer tüm koltukları kolayca görebiliyordum.

Tuna zaten biz filmi başlatmadan önce Uras’ın kucağında sızmıştı. Uras da kafasını arkaya yaslamış ona eşlik ediyor haldeydi. Yanlarında oturan Mert abim telefonuna gömülmüştü.

Filmi benimle birlikte izlemeye devam eden tek isim Oktay abimdi. Sesimi çok yükseltmeden ona döndüm. “Abi?” Bakışları üzerime çevrildi. Aynı anda telefonuna bakan Mert abimin de bana baktığını gördüm. İkisi aynı anda cevapladığında sessizce güldüm. “Çok sıkıldım ben, izlemeyeceksen kapatabilirsin.”

“Yatarız birazdan zaten, sonunu görelim bari.”

“Ben dayanamıyorum. Demir abime bi’ bakayım uyuyabilmiş mi diye.” dedikten sonra ayaklandım. Salondan çıkmadan önce köşede duran örtüyü alıp Uras ve Tuna’yı rahatsız etmeden üstlerine örttüm.

Uras’ın artık eskisi kadar korkunç olmayan uyku düzeninden çokça memnundum. Tuna her seferinde onu peşinde sürüklediği için benim başaramadığımı başarmış ve Uras’ı normal saatlerde uyumaya alıştırmıştı.

Eğilip ikisini de öpmek istesem de hem uyanmalarından hem de arkamda oturuyor olan ikilinin Uras’ı öpmeme ne tepki vereceğini bilemediğimden vazgeçtim. Uras’ın varlığına -Demir abim de dahil- alışmış olsalar da kolum bile değse hepsinde bir diken üstünde oturma eğilimi gelişiyordu.

Salondan çıkıp önce mutfağa uğradım. Büyük bir bardağa su doldurup elimde tutarak Demir abimin odasına yöneldim.

İşten döndüğünde başının ağrıdığını söylemiş, yemekten sonra da direkt odasına geçmişti. Ağrısı varken kolay kolay uyuyamadığını biliyordum. Birkaç kere de odasının kapısının açılıp kapandığını duymuştum zaten.

Kapısını çalıp çalmamak arasında gidip gelsem de uyuyorsa uyanmasından çekinerek yavaşça kapıyı araladım. Kafamı açtığım boşluktan içeriye soktuğumda yatak başlığına sırtı dayalı halde olduğunu görmüştüm.

Bakışları bana çevrildiğinde konuştum. “Gelebilir miyim?”

“Hayır.” diyerek alayla konuşsa da kollarını arasına girebileyim diye iki yana açmasına gülümsedim. İçeri tamamen girip kapıyı kapattıktan sonra hızlıca yanına ulaşıp yatağa çıktım. Yanındaki boşluğa sığışıp, halen açık olan kollarının arasına yerleştim.

Yanağımı göğsüne yasladığımda kolları etrafımı sıkıca sardı. “Başının ağrısı geçti mi biraz?” diye sordum.

“İyiyim fıstığım, yok bir şey.” Çocuk kandırıyormuş gibi geçiştirdiğinde kaşlarımı çattım. Sonrasında da ifademi göremediğini fark edince yüzüne bakmak için başımı kaldırmaya çalıştım. Bir avucunu göğsüne yaslı olmayan yanağıma bastırarak bu hareketimi engellediğinde kendi kendime homurdandım. “Tuna mıyım ben? Niye kandırıyorsun beni?”

“Tuna’sın tabii, senin için Tuna neyse, benim için de sen osun. Unuttun mu Peri?” Biraz haklı bulduğum için bir şey söylemeden bekledim.

“Uyudu mu diğerleri?”

“Abimler oturuyor, Tuna’yla Uras sızdı salonda.” Anladığına dair onaylar bir ses çıkarttı. Bir süre sessizce kaldık. Ardından aklıma gelen, daha doğrusu dünden beri aklımdan pek de çıkmayan haberi abime de söylemek için dudaklarımı araladım. “Abi?”

“Söyle abicim.”

“Uras, Pazar günü Ankara’ya dönüyor.”

“Haberim var.” dediğinde bu kez beni engellemesine izin vermeden başımı yukarıya doğru kaldırdım. “Uras mı söyledi?” diyerek merakla gözlerinin içine içine baktım.

“Evet.”

“Ne zaman söyledi?”

“Ayaküstü sorguya mı çekiyorsun beni?” Konuyu değiştirdiğinde omuz silktim. “Merak ettim sadece. Bana dün söyledi.”

“Normalde yarın dönecekti. Ama Tuna’nın doğum günü olduğunu öğrenince bir gün daha erteledi.”

Yarın 5 Aralık’tı. Tuna’nın doğum günüydü yani.

“Bana bahsetmemişti.”

“Mantıklı olan buydu çünkü.” Duraksamadan cevap vermesine şaşırmıştım. “Neden?”

“Eğer bir hafta önce sana döneceği günü söyleseydi durmadan bunu düşünüp o haftayı kendine zehir edecektin, eminim dünden beri bunu düşünmüşsündür hatta. Her ne kadar bu durumdan memnun olmasam da o herif de seni tanıyor Peri.”

Söyledikleri doğruydu. Dünden beri Uras’a baktıkça gideceğini düşünüp istemsizce düşen modumu toparlamakta zorlanıyordum.

“Kadir amcayla hiç konuştun mu?” Konuyu tamamen farklı bir noktaya çektim. Aklımda dönüp duran bir başka soru da buydu. Soner halen dışarıda bir yerlerde geziniyordu ve ben evin dışındayken güvende hissetmekte zorlanıyordum.

Dün Tuna’ya alacağım hediye için Mert abim ve Uras’la dışarıya çıkmıştık ve ben belli etmemeyi denesem de o kadar tedirgin haldeydim ki ikisi de kolayca fark etmişlerdi. Bunu Demir abime anlatmamış olma ihtimalleri pek yoktu.

“Konuşmadım.” Bu cevaptan her ne kadar emin olamasam da üstelemedim. Bilmem gereken bir gelişme olsa benden saklamaya çalışacaklarını sanmıyordum.

“Masaj yapayım mı başına?” Kısık sesle sorduğum sorunun ardından abim sesli olarak cevap vermek yerine beni doğrultmuş, ardından başını kucağıma bırakmıştı. Parmaklarım alnını bulurken gözlerini hiç oyalanmadan kapattı.

Bir süre parmaklarım abimin alnında, şakaklarında gezinmeye devam etti. Ara sıra saçlarıyla oynayıp odaya girdiğimden beri kaskatı duran yüzünü rahatlatmaya çalışmayı sürdürdüm. İyi geldiğini umuyordum, çünkü yavaş yavaş ifadesi değişiyordu.

Onun gözleri halen kapalıydı. Ama benim gözlerim bir an yatağın boş kısmında duran telefonuna çevrildi. Ekran peş peşe aydınlandığında birkaç mesaj geldiğini fark ettim. Bu pek ilgimi çekmemiş olsa da saniyeler sonra ekran bu kez bir aramayla aydınlandı. Arayan kişinin ismini kolayca okuyabildiğimde ağzımı yavaşça aralayıp şaşkınlıktan öylece kalmaktan kendimi alıkoyamamıştım.

 


~

 

 

“Bence burası sarı olsun.” Tuna, hazırladığım renkli kremalarla pastasının üzerinde ilginç çalışmalar gerçekleştirirken hepimiz onu izleyelim istediği için beşimiz etrafında dizili halde ona bakıyorduk.

“Renk cümbüşü…” Mert abim kendi kendine mırıldanırken solumda durduğu için dirseğimle karnına vurdum. “Duyarsa bir hafta konuşmaz seninle.”

“Duysa anlayacak sanki, cümbüş dedik.”

“Anlamaması daha kötü. Anlayamayınca sövmüşüz gibi davranıyor.” Uras benim yerime doğru cevabı verdiğinde başımı sallayarak onayladım. İkisinin arasında duruyordum, onlar kendi aralarında bir şey konuşmaya başladıklarında bakışlarımı masada Tuna’nın yanına oturmuş olan büyük abilerime odakladım.

Oktay abim, Tuna her ne kadar bu yardımlardan memnun görünmese de arada onun elini tutarak yardımcı oluyordu. Demir abim ise şu an burada değilmiş gibi görünüyordu. Dalgınca tam karşısına bakıyordu ve karşısında duran tek şey buzdolabıydı. Yani belli ki düşüncelere dalmış, hatta belki de o düşüncelerde boğuluyordu.

Dün geceki arama aklıma geldiğinde gözlerim kısıldı. Dün aramayı görsem de hiçbir şey olmamış gibi ona masaj yapmaya devam etmiş ve konusunu bile açmamıştım.

“Nil!” diyen sesle yerimde zıpladığımda Uras’ın elini sırtımda hissettim.

Benimle birlikte Demir abim de irkilmişti. “Ne bağırıyorsun oğlum?” diyerek Mert abime çatık kaşlarıyla bakmaya başladı.

“Normal seslenince duymadı, asıl sen ne bağırıyorsun bana ya…” Ağlayacakmış gibi abartılı bir hüzne boğulduğunda Tuna her yerine bulaştırdığı kremalarla ilginç bir görüntü sunarken Mert abime eliyle ‘gel’ işareti yaptı. “Ağlama, pasta yap.”

Mert abim eliyle kendini işaret etti. “Bana mı diyorsun?”

“Senden başka ağlayan yok, kesinlikle sana diyor.” Uras, bir kolunu sırtımdan çekmeden diğeriyle Mert abimin sırtına pat pat vurup Tuna’ya doğru ittirdi.

Oktay abim görevini itirazsız bırakıp Tuna’nın yanından kalkıp Mert abime yer verdi. Ben de ortamdaki hareketliliğin tadını çıkartarak sırtımı Uras’ın bedenine doğru yaslamıştım. Bir kolu karnıma doğru sarıldığında ben de avuçlarımla kolunu sardım.

Yarın akşam bu halde olamayacağımız beynimin bir köşesinde ruhumu sömürürken ifademi sabit tutmaya devam ettim.

Tuna’nın doğum günü kutlamasından çok hazırlık sürecini seveceğine adım kadar emindim. Dolayısıyla hem salonu süslemeyi hem de pasta yapımını tamamen onun eşliğinde halletmiştik. Halinden gayet memnun görünüyordu.

Üzerimdeki bluzun yakamda yarattığı geniş boşluğu fırsat bilerek yüzünü boynuma doğru bastırdığında bir gözüm abimlerdeyken bir yandan da tenime yayılan karıncalanmayı zapt etmeye çalışıyordum.

Uras’ın sürekli temas halinde olmamızı isteyip, hareketleriyle de bunu gösterişi bedenimin tamamında büyük patlamalar yaratıyordu ve ben de aynı şekilde ona sokulma isteğiyle doluyordum.

Elimi geriye doğru uzatıp saçlarına dokunduğumda anlamsız birkaç homurtu çıkarttı. Ardından boynumda duran dudakları içimi titretecek derinlikte bir öpücüğü tenime damgalamıştı.

Arkamı dönüp dudaklarına yapışmamak için beni tutan sebeplere baktım. Halen kendi hallerindeydiler ama bu kadar da cesaretli olduğum söylenemezdi. “Uras…” diye mırıldandım.

“Hım?” Olduğu yerde hareket etmeden cevap verdiği için nefesi sertçe tenime çarpmıştı. İç çekerek, istemeye istemeye konuşmaya devam ettim. “Abim birazdan transtan çıkar. O böğürmeden biraz kaldırsan mı başını?” diye fısıldadım.

Birkaç saniye hareketsiz kalsa da söylediklerimin acı da olsa gerçekleri yansıttığını bildiğinden başını kaldırdı. Çenesini omuzuma yaslayıp temasımızı daha ‘normal’ düzeye indirdi. Belimdeki kolunu parmaklarımla turlarken bu kez o konuşmaya başladı. Sesi kısıktı.

“Demir abi iyi mi? Dünden beri dalıp duruyor, halen başı mı ağrıyor?” Cevabı hem biliyor hem bilmiyor olduğumdan omuz silkmekle yetinmek istedim. Ama omuzuma yaslı olan kafası nedeniyle çenesine omuzumu vurmuş gibi olmuştum. Dudaklarımı büküp kafamı çevirerek ona baktım. “Acıdı mı?”

Çenesine yumruk yemiş gibi bir ifadeyle bakıyordu. “Bak bakim acımış mı?” Dudaklarımı çenesine bastırıp minicik öptüm. “Geçmiştir inşallah.”

“Geçmedi sanki…”

“Aa!” dedim şaşırmış gibi. “Neyse ki evde doktor var. Oktay ab-…” diyecekken elini ağzıma kapattı. “Benim doktorum sensin.”

“Ne keko bir şey oldun sen ya? Hastanım kızım anlasana da diyecek misin?”

“Diyemem.” Ciddi bir şekilde konuşmaya devam etti. “Kızım deyince ağzıma sıçıyorsun Peri’m, nasıl derim?” Dayanamayıp sesli bir şekilde güldüğümde bu kez diğerlerinin dikkatini çekmiştik.

“Maşallah maşallah, yapışmışsınız yine tutkallanmış gibi.” Mert abime dil çıkarttığımda elindeki sıkma torbasını kafama atar gibi yaptığı için cırlayarak Uras’ın arkasına geçmeye çalıştım. “Ya üstüm mahvolacak, atmasın!”

“Abi pastamın malzemelerini atamazsın. Neden yaramazlık yapıyorsun hep?” Tuna’dan yediği uyarı nedeniyle sıkma torbasını yerine kuzu kuzu bırakmak zorunda kalan Mert abime sırıttım.

“Ulan bacak kadar kardeşin bile çözdü seni, halen elin ayağın durmuyor.” Oktay abim ensesine vurduğu için sarsılan Mert abim elini kalbine koyarak şaşırmış ifadesiyle bize baktı. “Hepiniz bir olup beni yıkmaya çalışıyorsunuz… Ama en büyük kozumu oyn-…”

En büyük kozunun Demir abim olduğu açıktı. Ama ona döndüğünde Demir abimin pastanın kenarlarını spatulayla düzeltiyor olduğunu ve bizi muhtemelen dinlemediğini görünce yarıda kesip sustu. “En büyük kozum başka diyarlarda. Abi?”

 Cevap alamadığında bu kez adını da ekleyerek seslendi. “Demir abi?”

Abim kafasını kaldırıp önce Mert abime ardından da bize baktı. Ben halen Uras’a yaslanıyor haldeydim ve belimdeki kol yerindeydi. Saniyeler içinde Uras’ın küfür yiyeceğini düşünerek kendimi hazırlamışken abim sanki bizi görmemiş gibi Mert abime baktı. “N’oldu?”

“Tövbe estağfurullah abi, bize bir şey olmadı da sana olmuş belli ki.”

“Ne diyorsun Mert?”

“Diyorum ki Uras var ya hani, damat bizim… Nil’i diyorum sarmış ahtapot gibi diyorum. Sen pasta süslemesi yapıyorsun köşede. Kıyamet mi kopacak diyorum?”

“Damat kısmını bir daha tekrar etsene, ağzına yakıştı he.” Uras tek derdimiz buymuş gibi araya girdiğinde güleyim mi kızayım mı bilemedim.

“Manyak mısın lan? Bana mı yürüyorsun şimdi de, ağzına yakıştı falan…”

Oktay abim yeniden Mert abimin kafasına bir tane patlattı. “Tuna’nın yanında ağzının ayarını düzelt biraz.”

“Sen de elinin ayarını düzelt be, kafam patladı. Şiddet yanlısı olacak çocuk.”

Konu dağıldığı için Demir abim yine bir şey anlatamamıştı. Buna canım sıkıldığı için araya girip yeniden konuyu buraya bağlayacakken zil sesi duyulduğunda duraksadım.

“Başka misafir de mi geldi?” Tuna heyecanla sandalyesinden inip kapıya koşarken ben de peşinden ilerlemeye başladım. Benim arkamdan birkaç adım sesi daha duymuştum. Kimseyi beklemiyor olduğumuz için herkes gelen kişiyi merak ediyordu sanırım.

Tuna kapıya benden önce ulaşmış olsa da daha önce defalarca kez bu konuyu konuştuğumuz için kapıyı açmadan benim de yanına gelmemi bekledi.

Zil evin kapısından değil apartmanın dışından çalınmıştı. Gözlerimi o kapıda kimin olduğunu gösteren ekrana çevirdiğimde birkaç saniye duraksadım. Gözlerimi kırpıştırarak arkama doğru baktığımda abimlerin ve Uras’ın merakla bana bakıyor olduğunu görmüştüm.

“Kim gelmiş?” diye soran Oktay abime cevap vermeden önce kapının açılması için tuşa bastım. Ardından cevabımı, soruyu soran kişiye bakarak değil konunun en ilgili olduğu kişiye bakarak vermiştim.

“Birce abla gelmiş.” dedim gözlerimi Demir abimden ayırmadan.

Söylediğim isim Uras ve Tuna hariç herkeste şok etkisi yaratırken bir elim evin kapısı aralarken Demir abime bakmaya devam ettim.

Dünkü aramanın sahibi ve muhtemelen abimin iki gündür etrafından bağımsız bir halde dalgın dalgın dolanıyor oluşunun sebebi saniyeler içinde yanımızda olacaktı.

Birazdan istese de istemese de bazı cevapları vermesi gerekecek olan abime bakmayı bırakıp tamamen kapıya döndüm. O sırada asansör bizim kata ulaşmış ve kapısı aralanmıştı.

Asansörden çıkan bedene baktığımda aradan geçen iki yılın ondan çok bir şey götürmediğini fark edebilmiştim. Aynı görünüyordu.

İkinci adımını attığında artık kapı eşiğindeydi ve karşı karşıya kalmıştık.

“Nilperi…” diyerek adımı mırıldandığında gülümsemeyi denedim. Tam olarak nasıl tepki vermem gerektiğinden emin değildim.

Kapıdan biraz çekilerek içerideki herkesi görebileceği bir boşluk yarattım. Uras ve Oktay abim zaten gerideydiler. Mert abim de Tuna’nın yanına doğru gelip Demir abimi tam ortada tek başına bıraktığında ikisi karşı karşıya kalmış oldular.

İkisinden birinin bir şey söylemesini kısa bir süre beklesem de sessizce birbirlerini izliyorlardı. Abim ifadesizliğine sığındığından o an için hislerini okumak biraz zor olsa da Birce ablanın gözlerinden yansıyan parıltılar artık çok daha tanıdıktı.

İki yıl önceki Nil’in yorumlamakta zorlanacağı o parıltılar, şimdi Uras’ın hissettirdikleri sayesinde gayet tanıdıktı.

Birce abla, abime halen aşkla bakıyordu. İki yıl geçmemiş, her şey tepetakla hale gelmemiş ve herkes farklı yönlere savrulmamış gibi; aynı aşkla.

Bu durumu algıladığımda ürperdiğimi hissederek yanımda duruyor olan Mert abime baktım. Onun dahi gergin olduğunu gördüğümde derin bir nefes almaya çalıştım.

Ben Birce ablayı içeri davet etmek üzereyken Tuna daha fazla dayanamamış olacak ki pantolonumu biraz çekiştirip ona bakmama sebep oldu. Ardından herkesin duyabileceği bir tondan konuşmaya başladı.

“Doğum günüm için mi gelmiş? İçeri girsin artık, ama ben tanıyamadım kim olduğunu.”

Ne diyeceğimi bilemeyerek Demir abime baktığımda o da Tuna’nın sesiyle bakışlarını bize çevirmişti. Bize dönen bir diğer isim de henüz içeriye girmemiş olan Birce ablaydı.

Tuna’yı daha önce hiç görmemişti, varlığından da haberi olup olmadığından emin değildim. Bizim Tuna’dan haberimizin olduğu dönem abim ve onun arası ne haldeydi ayrıntılı olarak bilmiyordum. O dönem kendi attığım adımlardan bile haberim yoktu zaten.

Tek bildiğim iki yıldır ortalarda olmadığı ve abimin de ona ulaşmayı denemediğiydi. Fakat bunların elle tutulur sebepleri neydi bir fikrim yoktu.

“İyi ki doğdun Tuna.” Birce ablanın bu cümleyi kurmasını beklemiyordum. Onun kim olduğunu geçtim, adını dahi biliyor olması şaşırtıcıydı.

“Teşekkür ederim.” Tuna biraz çekingence olsa da bedenini benim bacaklarıma yaslayarak cevap verdi. Birce abla bu haline gülümsediğinde Tuna da gülmüştü.

Tuna’nın kolay kolay insanlara alışıp rahat etmesi mümkün olmuyordu, etrafında çok fazla insan yoktu çünkü. Bu durumun ilk istisnası Uras’tı mesela. Henüz görmeden, telefonla konuşurken bile Uras’a güven duymaya ve onunlayken rahat hissetmeye başlamıştı.

Şimdi yine o girişken haline dönüp dönmeyeceğini merak ederek Tuna’yı göz hapsine aldım.

Tahmin ettiğim gibi olmuştu. Tuna kimsenin hareketlenmediğini fark ettiğinde bir adım öne çıkıp elini Birce ablaya uzattı. “İçeriye gelsene, orası soğuk. Gelirsen pastamdan da yiyebilirsin.”

Birce abla bu daveti beklemiyor olacak ki bariz bir şaşkınlıkla önce Tuna’ya hemen ardından abime baktı. En son bakışları bana çevrildiğinde sakince gülümsedim. “Tuna haklı, girmeyecek misin?”

Abimin nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Ama bu sahnede kapıdaki kadını kovup, sakince içeriye geçmemiz pek mümkün görünmüyordu.

Birce ablayı görmek beni iki hatta üç yıl öncesine götürmüştü.

Her şeyin daha sakin ve sıradan olduğu günlere…

Belki de onun gelişi artık o günlere geri dönebileceğimizin minik bir işaretiydi.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm