Günler Kısa Geceler Sonsuz 24.Bölüm
24.BÖLÜM
İyi okumalar!
~~~
- Lal
‘Sana
iyi ya da kötü hissettiren şeyleri benimle paylaşman gerekiyor Lal, yoksa
burada bulunman anlamını yitirmiş oluyor. Sen ne kadarını anlatmak istersen o
kadarını anlat, sınırlarını zorlamayacağıma söz veriyorum.’
Bu odaya yaklaşık iki hafta önce ilk
gelişimde, karşımda oturan adamdan duyduğum ve kendime hatırlatmaya çalıştığım
cümlelerdi bunlar.
Ben hariç herkesin hemfikir olması
sonucunda, tüm itirazlarım geçerliliğini yitirmiş ve özellikle Demir Özkan’dan
kaçamayıp kendimi Nilperi ablanın önerdiği bir psikoloğun yanında bulmuştum.
Haftada iki kez olacak şekilde ayarlanan görüşmelerden dördüncüsü için
dakikalar önce odaya girmiştim.
Adının Eren olması ve kendi gözlemlerimle
ulaştığım otuzlarının sonlarında oluşu dışında hiçbir şekilde tanımadığım
birine; her şeyimi anlatmam gerekmesi gözüme halen korkutucu geliyordu. Kendi
kendime dahi anlatmaktan kaçtığım birçok konu -bunlar asıl problemlerimdi
zaten- varken rahatça içimi dökebilmem çok zordu.
“Lal?” diye seslendiğini duyduğumda
ellerime diktiğim bakışlarımı yukarı kaldırdım. Birkaç dakikadır sessizce
beklediğim için sanırım buna bir son vermek istemişti.
“Bugün diğer görüşmelerimize kıyasla daha
sessiz oluşunun bir sebebi var mı? Geçtiğimiz üç gün yaşanan, anlatmak
istediğin bir şeyler vardır belki.”
Başımı yavaşça iki yana salladım. “Hayır,
yok. Her şey aynıydı.”
Anlayışlı bir ifadeyle gözlerini kapatıp
açtı. “Pekâlâ, o zaman başka bir şeylerden bahsedelim.”
Burada oluş sebebim başlı başına babamdı, bu gerçeği herkes biliyorken
saklanmam imkânsızlaşıyordu. Eren Bey her konuşmaya başladığında, bir sonraki
cümlesinin babamla ilgili olacağını düşünerek kendimi sıkıyor ve gergince
bekliyordum. Şimdiye dek hiçbir şekilde bu konu açılmamıştı, o sormadıkça ben
de açmak istemiyordum.
Odanın bir köşesinde bulunan karşılıklı
tekli koltuklarda oturuyorduk. Düşüncelerim beni daraltmaya başladığında
koltukta kapladığım alanı küçültmek isteyerek dizlerimi kendime doğru çektim.
Nasıl rahat edersem öyle oturabileceğimi daha önce söylemişti.
“Gözün sürekli saate kayıyor, buradan
gitmek mi istiyorsun Lal?” Her hareketimi doğru şekilde yorumluyor olmasına
henüz alışamamıştım.
Çekingen bakışlarla ona döndüm. “Burada
güvende hissetmiyorum.” dedim ona karşı ilk kez tamamıyla dürüst olarak.
“Bunun sebebi nedir sence? Benim sana
zarar vereceğimi mi düşünüyorsun?”
Derin bir nefes almayı denedim. “Yanımda
güvende hissettirebilecek kimse yok, nerede olursam olayım korkardım.”
“Bu hep mi böyleydi, yoksa son zamanlarda
mı güvensiz hissetmeye başladın?”
Dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadan
devam ettim. “Hep güvensizdim, son zamanlarda güvenebileceğim birileriyle
tanıştım. Güvende hissetmenin nasıl bir şey olduğu yeni öğreniyorum.”
Başını hafifçe aşağı yukarı salladı. Yeni
bir soru soracağından emindim, sürekli soru soruyordu. Ne kadarını daha
cevaplayabileceğimden ise şüpheliydim.
Dakikalar sonra görüşmenin sonlandığını
söylediğinde oyalanmadan kendimi dışarıya atmıştım. Burada olmak, bana iyi
olmadığımı hatırlatıyordu ve bu hissi sevmiyordum. Halının altına süpürüp
düşüncelerimden kaçmak varken, hepsini tek tek bastıra bastıra dillendirmek
ürkütücüydü; hatta benim için büyük bir devrimdi.
“Nereye kara böcek, insan bir etrafa
bakınır beni bekleyen var mı diye.” Çıkışa yönelmişken, odanın ilerisindeki
bekleme koltuklarından gelen tanıdık ses adımlarımın hemen kesilmesine ve
aceleyle arkama dönmeme neden oldu.
Demir abiyi gördüğümde omuzlarım içerideki
gerginliğimin yok olmasıyla düşerken yanına doğru birkaç adım attım. Bu sırada
o da ayağa kalkmıştı.
Onun yürümesine izin vermeden kollarımı
kaldırıp sırtına doğru sıkıca sardım. İçeride dakikalarca anlatmaya çalıştığım
güvende olma hissini tüm hücrelerimde misafir ederken yüzümü de ondan
saklayarak göğsüne gömmüştüm.
Sarılmamı beklemediğini, afallayıp birkaç
saniye kasılan bedeninden anlamam zor olmadı. Biraz sonra tek kolu omuzlarımdan
dolanarak beni sarmıştı. “Lal?” diyerek kısıkça adımı mırıldandığında sessiz
kaldım. “Her şey yolunda mı fıstığım?”
“Evet,” diye cevaplasam da sesimin tam
tersini söyler gibi çıkmasına engel olamamıştım.
Saçlarımı kulaklarımın arkasına doğru
iterek yüzüme bakmaya çalıştığında yanağımı göğsüne yaslayıp ona yardım ettim.
“Annen de sen de yalan söyleyememek için yaratılmışsınız, zorlamasanız keşke
artık.”
Yanağımı büyük avucuyla kavrayıp
okşadıktan sonra alnımı öptü. “Yürü bakalım arabaya.” diyerek beni
yönlendirdiğinde itiraz etmeden uyum sağladım.
Şimdi üstelememiş olsa da evde, özellikle
de gece uyku sersemi hale geldiğimde beni konuşturacağını biliyordum.
~
“Sayısala geçmek istemiyor musun yani?
Bence en sevdiğin ders fiziktir senin, haberin yok.”
Tuna’nın geçtiğimiz hafta boyunca olduğu
gibi, az sonra derse girecek olmamıza rağmen sunmaya devam ettiği önerisini
dinlerken başımı geriye doğru attım.
“Oğlum Lal geçmezse, ben geçeceğim
sayısala yemin ederim beynimi patlattın kaç gündür.” Berke sabah sabah nasıl
yediğini anlayamadığım üçüncü çikolatasını ağzına tıkıştırırken dolu
yanaklarıyla konuşmuştu.
Kerem ve Tuna -bir de Çınar- sayısal
sınıftalarken, Sude ve Berke ile ben ayrı bir sınıftaydık. Tuna buna sinir
olduğunu günlerdir hiç(!) belli etmeyerek sürekli söylenirken diğerlerini de
delirtmişti.
“Derse kalmış on dakika, adam halen alan
değiştirtme derdinde. İnanılmaz bir çaba.” Kerem, kolunun altındaki sevgilisini
unutarak Tuna’ya laf attığında Sude kafasını kaldırıp ona baktı. “Sen
teneffüslerde bile götünü kaldırıp yanıma zor geliyorsun, çeneni kapat.”
Tuna ve Berke, Kerem’in yediği lafa
gülerken ben yüzümü eğerek gülüşümü sakladım.
“Bunlar daha cicim aylarındalar bebeğim,
ondan bu vıcıklık. Biz yıllandık artık.”
“Aşkımız bitti yani? Öyle mi?”
“Sıçtın sıvama bari.” Tuna, Kerem’in
kafasına vururken okul kapısından giren tek tük öğrenciler arasından Çınar’ı
gördüğümde bakışlarımı masaya çevirdim. Normal şartlar altında bu masada benim
yerimde onun bulunması gerektiğinin farkındaydım. Şimdi ise hiç uğramadan
binaya doğru ilerliyordu.
“Lal?”
“Efendim?” dedim Sude’nin seslendiğini son
anda fark ederek.
“Tuvalete gidelim mi bi’, oradan da sınıfa
geçeriz zaten. Derse beş dakika kalmış.”
“Olur,” diyerek ayaklanacakken Tuna ben
kalkmadan yanağımı sulu sulu öpünce irkilerek ona döndüm. “Okuldayız.”
“Hadi canım!” dedi inanamıyormuş gibi.
Umursamaz tavrına güldükten sonra saçlarını parmaklarımla çekiştirip ayağa
kalktım. “Sınıfta görüşürüz,” diyerek Berke’ye el salladım. “Görüşürüz
Tunanınki kadın, görüşürüz.”
Sude, Berke’ye söylenmeme izin vermeden
koluma girip beni çekiştirmeye başladığında ona uyum sağlamaya çalıştım.
Zil çaldığında tuvaletten yeni çıkıyorduk.
Sınıfa girdiğimizde çantalarımızı sabah oturacağımız yerlere bıraktığımız için
herhangi bir aceleye gerek duymamıştık. Cam kenarının orta sıralarından birinde
Sude ile oturuyordum, arka sıramızda ise Berke vardı ve tekti.
Önceki yıl Sude Berke ile oturuyordu,
benim yanımda ise 9.sınıftan beri aynı sınıfa denk geldiğim, bu sayede arkadaş
olduğum -ya da öyle sandığım- Ceren vardı.
Üzerinden çokça olay geçip gitmiş olsa da,
Tuna ile mesajlaşmaya başladığımız ilk dönemlerde onun sevgilisi olduğuna
inanmamı sağlayan oydu mesela. Ceren, Tuna ile mesajlaştığımı öğrendiğinde bunu
söyleyerek beni büyük bir yıkımla baş başa bırakmıştı.
Bu yalanı neden söylediğine dair hiçbir
fikrim yoktu. Sormak yerine, Ceren’i tamamen görmezden gelerek o günden beri
tek kelime konuşmamıştım. Bu sabah da bana bir şeyler söyleyecek gibi olduğunda
acelem varmış gibi sınıftan çıkıp Tunaların yanına inmiştim.
İlk ders muhtemelen serbest kalacaktık,
Sude’ye bu konuyu anlatmak için mantıklı bir fırsat olabilirdi. Benim aksime,
insanların neyi neden yapıyor olduğunu kolayca yorumlayabiliyordu çünkü.
Tahmin ettiğim gibi, hem son sınıf
olmamızın hem de ilk günün etkisiyle içeri giren tarih hocamız kısa bir
selamlaşmanın ardından bizi serbest bırakmıştı. Hatta bir işi olduğunu söyleyip
sınıftan da çıkmıştı. Çok kalabalık olmayan sınıfta herkes küçük gruplar
halinde konuşmaya başlarken sırtımı duvara doğru yaslayıp yan döndüm. Böylece
Berke’yi de görebiliyordum.
“Yoklama da almadı, bilsem uyanmazdım
sabahın köründe.” Berke homurdanırken sırasında duran su şişesini alıp
uğraşmaya başladım. “Gece işin neydi, uyusaydın.”
“Sen tavuk gibi on birde uyuyorsun diye
bunu benden de bekleyemezsin, manyak mıyım ben?” Sude gözlerini devirip bana
baktı. “Haklı olduğumu söyler misin şuna?”
Bakışlarımı iki arasında gezdirdim. Ne
diyeceğimi bilemeden duraksadığımda Berke gülerek yanağımı makas alır gibi
sıkıştırdı. “Tamam, kalma arada. Sustuk.”
“Berke! Bi’ baksana.” Arka köşedeki erkek
grubu yüksekçe seslendiğinde Berke ayaklanıp onların yanına ilerledi. Ben de
fırsattan yararlanarak az önceki konuyu direkt olarak açtım. “Sude, bir şey
anlatmam lazım sana.”
“Anlat canım, dinliyorum.”
Ceren’in sınıfın öteki ucunda olması, ve
herkesin konuşarak sınıfı kaplayan bir uğultu yaratmasından faydalanıyordum ama
yine de sesimi çok yüksek tutmadım. Kısaca durumu özetlediğimde Sude
anlattıklarımın yarısından itibaren çatılan kaşlarıyla oldukça gergin
duruyordu.
“Tuna’nın flörtü bile yoktu, götünden
uydurmuş resmen. Yanlış anlayabileceği bir durum ya da kişi olsa neyse
diyeceğim ama… Yoktu yani.” Başımı salladım. “Biliyorum, Tuna da öyle
söylemişti. Hatta bayağı kırılmıştı böyle bir ithamda bulunmama.”
Aklım o konuşmalara giderken, aynı anda da
arkadaşım olduğunu zannettiğim birinden yediğim bu saçma kazığı düşünüyordum.
Ceren’e hiçbir zaman kötü niyetle yaklaşmamış, onun hakkında kötü hiçbir şey
düşünmemiştim. Neden böyle bir yalan söyleme ihtiyacı duymuştu?
“Gidip saçına yapışarak çok güzel
konuştururum aslında, ama sen çok minnoş kalplisin; izin vermezsin kesin.” Sude
bana yüzünü buruşturarak baktığında istemsizce güldüm. Kollarımı kaldırıp
boynuna doladığımda o da gülerek bana sarılmıştı. “Ne? Minnoş dedim diye mutlu
mu oldun?”
Benim anlattıklarıma sorgulamadan inanması
ve bana destek olup yardımcı olmak istemesinin benim için ne demek olduğunu, ne
kadar önemli olduğunu asla bilmiyordu. Etrafı arkadaşlarla çevrili, onlarla
sıkı fıkı ilişkileri olan biri olmamıştım, daha doğrusu olamamıştım hiçbir
zaman. Şimdi ise, Tuna’yı hayatıma alabilmek bile imkânsız gelirken bir de onun
arkadaşlarının arasında bulunuyordum.
Uyumadığı geceleri yalnızlığına ağlayıp
sızlanarak geçiren Lal için bu her şey
demekti.
“Ooo bensiz sevgi yumağı olmuşsunuz, iki
dakika gittim yanınızdan ayıptır.” Berke sırasına yerleşirken bizi ayırmak için
çekiştiriyordu bir yandan da.
“Gitmeseydin paşam, bize ne?” Sude
saçlarını savurarak umursamazca ona bakarken Berke yavru köpek bakışlarıyla
bana döndü. “Bu cani neler diyor Lal? Duyuyor musun?”
“Sana da sarılırız ki, neden üzüldün?”
dedim dirseklerimi onun sırasına yaslayıp yüzümü avuçlarımla tutarken. “Buna
sarılma, bana sarıl sen bundan sonra.”
“Aynen, Tuna da öyle diyordu Berkecim.”
Sude kendince eğlenirken Berke de ona laf
yetiştirmekle meşguldü. Aralarındaki atışmayı dinlerken bir yandan da suyumu
yudumluyordum. Bu yıl, başlangıcına bakılırsa lisedeki hatta okul hayatımdaki
en güzel hatırlayacağım yıl olacak gibiydi.
Öğlene dek dersler yarı boş, yarı dolu
geçmişti. Teneffüslerde Tuna ve Kerem buraya geldikleri için biz yerimizden pek
kıpırdamamıştık. Tuna, Kerem, Sude ve Berke ekibini sıkça bir arada görmeye
herkes aşinaydı, ama aralarında benim bulunmam sınıftakilerin bayağı ilgisini
çekmişe benziyordu.
Tuna her gelişinde yanıma oturup beni
kolunun altına çekerek, birlikte olduğumuzu herkese açıkça belli ettikten sonra
üzerimde daha önce hiç hissetmediğim kadar çok bakış hissetmeye başlamıştım.
Bu, bir yandan gerilmeme sebep olurken bir yandan da Tuna’yı uzaktan gördükçe
hayalini kurduğum sahneleri gerçekleştirebiliyor olmanın büyüsüne kapılmadan edemiyordum.
Öğleden önceki son dersin bitiş zili
çaldığında kantinde buluşacağımızı konuştuğumuz için onların gelmesini
beklemeden sınıftan çıktık. Sude’nin sadece ismen tanıdığım, okuldan bir çift
hakkında ne ara öğrendiğini bilmediğim bir dedikoduyu hevesle anlatışını
dinliyordum. Bir yandan da Berke her yanından geçtiğimiz kişiye selam vererek
dikkatimi dağıtıyordu. Kerem, Tuna ve Çınar daha soğuk yapılı ve kendilerine
dönükken Sude ve Berke tam tersi kişiliktelerdi, aralarında kalmış olmak beni
afallatıyordu şimdilik.
Yemek için beklediğimiz sıra zar zor
sonlandığında, oturacak yer bulmamız da çok kolay olmamıştı ama bir şekilde
yerleşmiştik. Önümdeki sandviçin kenarını köşesini büküp dururken kulağıma
doğru eğilip konuşan Tuna’ya döndüm. “Sevmedin mi?”
“Daha yemedim ki,” dedim ısırmadığımı
gösterirken.
“Ye o zaman gece güzeli, Berke birazdan
kendi yemeğini bitirince elindekine sulanacak yoksa.” Kıkırdayarak Berke’ye
baktım.
“Dedikodumu mu yapıyorsun lan kıza?
Gülüyor kıkır kıkır.”
“Gerçekleri anlatıyorum kardeşim, rahat
ol.” Tuna, onu geçiştirdiğinde Berke bize ters ters bakıp Kerem’e anlattığı
konuya geri dönmüştü.
Sandviçin birazını yedikten sonra
bitiremeyeceğimi anladığımda Tuna’ya uzattım. “Bunu sen bitirsene.”
“Yarısını bile yememişsin, doydun mu?”
Kafamı salladığımda daha fazla üstelemedi.
Elimden aldığı sandviçi birkaç lokmada bitirdiğinde yanaklarının dolu haline
gülümsedim. Kantinin kalabalığında herhangi bir öğretmenin dikkatini çekmemeyi
umarak başımı omuzuna doğru bıraktım.
Dün, bu sabahın heyecanıyla pek
uyuyamamıştım. Odadan çıkarsam, alarm takılmış gibi beni fark eden Demir abiye
yakalanacağımı bildiğimden yatakta boş boş uzanarak telefonumla uğraşmıştım.
Şimdi ise uyku bastırmaya başlamıştı.
“Sınıfa çıkabiliriz, uyumak ister misin
bi’ yarım saat?” Sude beni fark edip sorduğunda olumsuz bir ses çıkarttım.
“Böyle iyiyim.”
Kantin gittikçe boşalmaya başlarken,
bizimkilerin sohbetini Tuna’nın omuzunda dinliyordum. Gözlerim arada kapanacak
gibi oluyor, kendimi sıkarak uyuyakalmamaya çalışıyordum.
“Lal?” diye seslenen kişinin masada
oturanlardan biri olmadığını anladığımda Tuna’nın omuzundan kaldırdığım başımı
sese doğru, soluma çevirdim.
Ceren’di. Masanın önünde bekliyordu,
sadece bana bakıyordu.
Sude’nin yerinde kıpırdandığını hissettim.
Müdahale etmemesi için direkt ben konuştum. “Evet?” dedim geçiştirir gibi.
“Konuşabilir miyiz biraz, sınıfta hiç yalnız yakalayamadım seni.”
“Şu anda da yalnız değil gördüğün gibi, ne
fark ediyor?” Sude, bu kez beni beklemeden konuşmuştu. Ceren, bakışlarını benden
ayırıp ona çevirdi. “Lal ile konuşuyorum, araya girmesen?”
“Ceren önemli bir şey yoksa konuşmak
istemiyorum.” dedim aralarındaki gergin bakışmayı bölerek.
Ceren, güler gibi oldu. “Tekrar yalnız
kaldığında konuşmak istersin ama değil mi, iki güne falan yani.” Bunu söylerken
masadakilere kısaca tek tek bakmış olması, neyi ima ettiğini gayet net belli
ediyordu.
Dişlerimi sertçe birbirine bastırıp çenemi
kasarak herhangi bir tepki vermeden bekledim. İnsanların bu kadar
iğrençleşebilmesinden çok sıkılmıştım, çok yorulmuştum.
“O sırıtışının bir kopyası masanın
yüzeyinde sonsuza kadar kalsın ister misin Ceren? Birkaç saniye daha burada
durursan, istemesen de umurumda olmayacak; uygulayacağım seve seve.”
Sude’nin ayağa kalkacak gibi
hareketlenmesinden hemen sonra Ceren son bir kez bana bakıp arkasını döndü,
uzaklaşmaya başladı.
“Bu kim anasını satayım? İlk defa gördüm
hayatımda.” Kerem hayretle konuşurken Berke cevapladı. “Bizim sınıftan biri,
ama olayını ben de çözemedim.”
Sandalyemi geriye iterek ayağa kalktım.
Kimseye bir şey söylemeden uzaklaşmak için adım attım. Sude’nin de kalkmak için
hareketlendiğini görmüştüm ama saniyeler içinde vazgeçerek yerine oturdu. Onu
engelleyenin Tuna olduğunu, biraz sonra yanımda belirdiğinde anlamıştım.
Giriş kattaki müzik sınıfı iki yıldır
boştu, dışarıda yapılan ek binadan sonra burası öylece kalmıştı. Benim için
kalabalıktan kaçıp saklanmaya oldukça uygun bir sığınaktı bu yüzden.
Tuna’nın beni hiçbir şey söylemeden takip
ediyor olması eşliğinde oraya girdiğimde arkamdan o da gelmişti. Kapıyı kapatıp
kenara atılmış eski sıralardan birine oturdum. Derin nefesler alarak
rahatlamaya çalışıyordum bir yandan da.
Masanın üzerinde ayaklarım havada
sallanacak şekilde oturuyordum. Tuna, bana doğru gelip tam önümde durduğunda
ellerini iki tarafımda kalacak şekilde sıraya yasladı. Bakışlarımı ayaklarımıza
doğru çevirmiştim, başım da hafif öne eğikti.
“Bana bakar mısın?” derken burnunu
saçlarımın başladığı çizgiye sürtüyordu. Omuz silkip reddettiğimde bir elini
kaldırıp çenemi kavradı. Yüzümü nazikçe kendisine doğru yükseltti. “Gece,”
dediğinde artık göz gözeydik.
“Kimdi o? Saçmaladığı şeyler seni neden bu
kadar üzdü güzelim?”
“Mesajlaşırken sana sevgilin var
zannederek tavır aldığım günü hatırlıyor musun?” dedim uzatmadan. Hatırladığını
biliyordum, sadece konuya böyle girmek istemiştim. Yüzü buruşur gibi oldu, ama
olumlu anlamda başını salladı. “Benim öyle zannetmeme sebep olan kişi oydu
işte.”
Birkaç saniye söylediklerimi zihninde
birleştirmesi için ona zaman tanıyarak bekledim. Ceren hakkında onun tek
arkadaşım olduğuna dair anlattığım birkaç detayı hatırlamış olacak ki yüzündeki
ifade anlayış dolu bir hal aldı.
“Gel buraya,” diyerek beni sırtımdan
sıkıca sarıp kendisine doğru çektiğinde avuçlarımı üzerindeki tişörte kapatıp
ona tutundum.
“Ben buradayım gece kuşu, hep buradayım.” Başka kimseye ihtiyacın yok demeye
çalıştığını sesindeki güven veren tavırdan hissedebilmiştim.
~
“Ben bakarım,” diyerek salona kadar sesim
ulaşacak şekilde bağırdıktan sonra kapıya doğru adımladım.
Kapıyı açtığımda karşımda normalden çok
daha yorgun gözüken Demir abiyi bulmuştum. “Hoş geldin.” dediğimde şakağımı
öpüp içeriye girdi. “Hoş buldum kara böcek.”
Normalde eve geliş saati hep sabitti,
bugün sanırım işi uzadığı için gecikmişti. Fazla çalıştığı halinden de belli
oluyordu.
Araba anahtarını portmantodaki küçük
tabağa attıktan sonra koridora doğru ilerledi. Ben de kapıyı kapatmıştım bu
sırada. “Nasıldı ilk günün?”
Okulla ilgili sorduğunu son anda anlayarak
cevapladım. “Güzeldi, aynı yani.”
“Tuna delisi alan değiştirmeye çalıştı
mı?” dediğinde güldüm. Cevap vermesem de anlamıştı zaten.
Peşinden salona girmek yerine az önce
bulunduğum yere, yani mutfağa ilerledim. Kapı çalmadan önce su içmekle
meşguldüm. Yarım kalan bardağımı kafama dikerken biraz sonra annem ve Demir abi
de mutfağa gelmişlerdi.
“Bensiz sıkıldınız mı?” dedim alaycı bir
tavırla. Annem gülüp buzdolabına yöneldi.
Tencereleri dışarı çıkarttığında Demir
abinin yemek yiyecek olduğunu anlamıştım. “Sen de ye biraz Lal, benimle de
yemedin acıkmışsındır.” Başımı iki yana salladım. “Acıkmadım.”
“Acıkmasan da bana eşlik edersin, bir şey
olmaz.”
Demir abi konuştuktan sonra anneme bana
yardım etmesi için baksam da bana ‘ben karışmam’ der gibi bakıp yemeklerle
uğraşma işine geri döndü. Mutfak masasındaki sandalyelerden birini çekip
oturdum. “Neden sana ‘hayır’ diye cevap verilmiyor? Çok saçma.” dedim sitemle
Demir abiye bakarken.
“Buna biraz katılıyorum.” Annem
eklediğinde Demir abinin kaşlarını havalandırarak ona bakmasına kıkırdadım.
“Duyamadım İnci’m.”
“Biraz mantıklı konuş diyorum Lal’e, öyle
bir şey yok annecim ne uyduruyorsun?”
Ayıplarcasına dilimi damağıma vurup ses
çıkarttım. “İnsan kızını böyle de satmaz gerçekten ya, çok ayıp.”
Yemekler ısınana kadar laf dalaşımız
sürerken annem bir benim, bir Demir abinin tarafını tutmaktan delirecek hale
gelmişti. Biz de bu haliyle fazlasıyla eğleniyorduk.
Tabağıma doldurdukları yemeklerden biraz
biraz yiyip doyduğuma herkesi ikna ettikten sonra odaya kaçmıştım. Şarja
bıraktığım telefonumu alıp yatağa uzandıktan sonra ekrana dokunup açılmasını
sağladım.
Hafta sonu almam gereken test kitaplarını
alıp, yazın gireceğim sınava tamamen odaklanmadan önce birkaç gün daha boş boş
takılmaya karar vermiştim. Önceki yıllarda ders çalışmak dışında pek yaptığım
bir işim olmaması nedeniyle notlarım ortalamanın üstündeydi, ayrıca temelimin
de sağlam olduğunu düşünüyordum. Hayatımdaki monotonluğun bana tek yararı
akademik başarıydı sanırım.
Tuna’dan ve Sude’den gelen mesaj
bildirimlerine bakmak üzereyken gözüm birkaç bildirim aşağıda kalan yazıya
takıldı.
Çınar: Yarın okula biraz
erken gelebilir misin Lal (20.32)
Çınar: Konuşmak
istediğim bir iki şey var
Çınar’dan bir saat kadar önce gelen iki
mesajı okuduğumda yerimde kıpırdanarak bakışlarımı tavana doğru diktim. Bu
sabah okulda yanımıza hiç uğramadığında kendimi -Tuna bilse beni pataklayacak
olsa da- suçlamıştım.
Lal: Bir tek benimle
mi? (21.29)
Asıl konuşması gerekenin Tuna ve diğerleri
olduğunu düşündüğüm için bunu sormak istemiştim.
Direkt çevrim içi oldu, hemen sonrasında
da cevap yazmaya başlamıştı.
Çınar: Bizimkilerle de
konuşacağım ama önce seninle görüşmek istedim (21.30)
Lal: Tamam konuşalım
Lal: 7 gibi okulda
olurum
Çınar: Olur görüşürüz o
zaman
Başka bir şey yazmadan sohbetten çıktım.
Derin bir nefes alarak kendime biraz zaman tanıdıktan sonra Tuna ve Sude’ye
cevap vermek için yeniden telefonuma döndüm.
Çınar ile konuşmak ya her şeyi çözecek ya
da her şeyi daha da düğümleyecekti. Risk almadan bunun sonucunu göremeyeceğim
için teklifini kabul edip onunla konuşmak istemiştim. Kaybedeceğim çok fazla
bir şeyim kalmamıştı, en fazla ne
olabilirdi ki?
~
- Tuna
“Abla geç kaldım yemin ederim ya, boğazıma
kadar dizildi yediklerim. Doydum Peri’m, doydum.”
Ağzımdaki son ekmek parçasını çiğnerken
bir yandan da ablamdan yeni bir atak gelmesini engellemeye çalışıyordum. Gülin
de kıkır kıkır benim halime gülerken peynirlerini mıncıklamakla uğraşıyordu tam
karşımda.
“Bu hafta izinliyim, ben yokken yeterince
kahvaltı atlıyorsun zaten. Ne kadar yedirsem o kadar kârdır, çok konuşma.”
Normalde Uras abi de ablam da ben okula
gitmeden çıkmış oluyorlardı, Gülin’in rutin doktor kontrolleri için ablam bu
hafta izin alınca olan bana olmuştu. Dün bir, bugün iki hiç yemediğim kadar
fazla kahvaltı yapmak zorunda kalmıştım. Sanırım ablam okulda yiyecek herhangi
bir şey satılmadığını zannediyordu.
Bir şekilde ablamı ikna edip masadan
kalkmayı başardığımda Gülin’i de onu da bolca öptükten sonra çantamı alıp evden
çıktım. Okul ve ev arasında çok mesafe yoktu, ama genelde yürümek yerine
otobüse binmeyi tercih ediyordum.
Otobüsten indiğimde derse on dakika
kalmıştı. Yoldayken Kerem’e geç kalabileceğimi söylemiştim ama yetişmiştim.
Bahçedeki çardaklardan birinde oturuyor olduklarını gördüğümde onlara doğru
ilerledim. Sude ve Kerem didişmekle meşgullerken Berke de telefonuyla
uğraşıyordu.
“Günaydın,” diyerek Berke’nin yanına
oturmadan önce konuştum. Hepsi bana döndüler. Günaydınlaşma seansı bittiğinde
Sude’ye baktım. “Lal nerede? Sınıfa mı çıktı?”
Sude’nin kaşları hafifçe çatıldı. “Hayır?”
dedi sorgular gibi. “Gelmedi ki daha, geç kalacak galiba. Yazdım ama cevap
vermedi.”
Cebimden telefonumu çıkarttım. Lal’den ne
bir arama ne de mesaj yoktu. Geç kalacak olsa haber vereceğini düşünüyordum, bu
yüzden yavaş yavaş aklıma doluşan saçma ama oldukça felaket içerikli senaryoları
defetmek zor oluyordu.
Rehberden adını bulup telefonu kulağıma
yasladım. Aradığınız kişiye şu anda
ulaşılamıyor… diyerek devam eden mekanik sesi duyduğumda başımı iki yana
salladım. “Kapalı telefonu, ulaşılamıyor.”
“Metrodadır belki, çekmiyor orada.”
“Abim bırakıyor sabahları, neden metroda
olsun ki?” dedim Kerem’in fikrini çürütürken. Okul saati ve abimin işe gidişi
çakışıyordu, Lal’i kapıya kadar o getirmişti dün, bu düzende devam edeceklerini
de söylemişti Lal hatta.
“Oğlum bi’ sakin olsana, Demir abi erken
çıkmıştır, araba bozulmuştur, bin tane seçenek var. Abini ara sor.” Berke’nin
söylediği seçeneklerden birinin doğru olmasını dileyerek abimi aradım.
“Günaydın abi,” diyerek telefon açılır
açılmaz konuştum. “Günaydın aslanım, hayırdır?”
“Abi sen evde misin?”
“Yok, şirketteyim yeni geldim sayılır. Bir
şey mi oldu?”
Şirkete yeni gittiyse evden erken falan
çıkmamıştı. Gözlerimi kısa bir an kapatıp açtım. “Lal’i okula bıraktın değil
mi?” diye sordum.
Abimin duraksadığını hissettim. “Hayır,
çok erken çıktı bugün. Yeni uyanmıştım, bıraktırtmadı.”
“Çok erken mi çıktı?” dedim kendi kendime
sessizce tekrarlayarak. Çok erken çıktıysa nasıl okula varamamıştı?
“Tuna? Karın ağrını anlatır mısın bana da,
sabah sabah sabrımı mı sınıyorsun oğlum?”
“Abi Lal okulda değil, telefonuna da
ulaşamayınca…”
Abimin yerinden kalktığını belli eden
patırtılar duydum. “Ne demek okulda değil? Bu kadar saatte değil okula gelmek,
karşıya geçerdi istese.”
“Bilmiyorum.” dedim kısık bir sesle.
Aklımdan nerede olabileceğine dair olasılıklar sıralamaya çalışırken kafam
karışmıştı.
“Kapat telefonu, tekrar ara Lal’i. Ben de
Müge’ye sorayım, telaş yapma hemen.” Telaş yapma dese de kendisi benden daha
telaşlıydı, soğukkanlılığını kolay kolay kaybeden biri değildi. Sık
rastlamazdık buna ama şu anda panik olduğunu hissedebiliyordum.
Telefonu kapatıp yeniden Lal’i ararken bir
yandan da sorarcasına bana bakan arkadaşlarıma açıklama yapmaya çalıştım.
“Evden erkenden çıkmış, abimle değilmiş.”
“Neden erken çıkmış olsun ki? Kaçta
buluşacağımızı da konuşmuştuk dün, erken gelip ne yapacaktı okulda?” Sude kendi
kendine sorup cevaplarken bir şey demeden ‘ulaşılamıyor’ cevabı almaya devam
etsem de peş peşe Lal’i arayıp durmayı sürdürdüm.
“Geldi de bizim mi haberimiz yok acaba,
sınıfa bakalım tekrar. Kerem sen de kantine bi’ bak.” Berke bunu söyledikten
sonra okulu kısaca dolaşsak da Lal kesinlikle okulda değildi.
Ders çoktan başlamıştı, bizimkileri zorla
derse yollasam da ben girmemiştim. Bir haber alırsam mesaj atacağımı söyleyip
ikna etmiştim bir şekilde üçünü.
Boşalan bahçede banklardan birine oturup
dizimi istemsizce sallayıp dururken telefonum çaldığında ekranda abimin adını
görür görmez hemen cevapladım. “Abi!” dedim heyecanla.
“Müge’nin haberi yok, erkenden okula gitme
sebebini de doğru düzgün açıklamamış.”
“Ne yapacağız şimdi? Abi benim aklıma hiç
iyi şeyler gelmiyor.” dedim boğazımdaki yumruyla zar zor konuşurken.
“Şş, tamam. Derse gir desem de
girmeyeceksin biliyorum, eve geçiyorum ben şimdi. Sen de gel bu tarafa, Müge’yi
de tamamen şüphelendirdim soru sordukça. Evde konuşalım, nereye gitmiş olabilir
düşünelim düzgünce.”
Abim telefonu kapattıktan sonra avuçlarımı
yüzüme kapatarak biraz bekledim. Zihnim hep en korkunç olan senaryoları önüme
koyup duruyordu. Herhangi bir zarar görmüş olma ihtimali, şu anda iyi olmama
ihtimali bütün enerjimi çekip beni sarsmıştı.
“Neredesin Gece?” diyerek kendi kendime
mırıldanırken cevap gelecekmiş gibi bekledim. Cevabı bulmaya ihtiyacım vardı,
iyi olduğunu öğrenmeye ise her şeyden çok ihtiyaç duyuyordum.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder