Günler Kısa Geceler Sonsuz 16.Bölüm
16.BÖLÜM
İyi okumalar!
~~~
- Lal
“Lal!” Kulağıma çok yakın bir noktada
duyduğum sesten irkilerek sağıma döndüm. İrkilmeme sebep olan sesin yüksek oluşu
değildi. Arabaya bindiğimizden beri cama bakarak öylesine dalmıştım ki fısıltı
duymuş olsam da bu şekilde tepki verecektim muhtemelen.
“Efendim?” diye mırıldandım normale
dönmeyi deneyerek.
“Birkaç kere seslendim ama duymadın
annecim, geldik. Araba durdu çoktan.” Camdan dışarıyı izlediğim halde bunu
nasıl fark etmediğimi fazla sorgulamadım. Hastanenin önünde durmuştuk. Sürücü
koltuğunda oturuyor olan Demir abi çoktan inmişti. Arabanın dışından hafif
çatık kaşlarıyla bana doğru bakıyordu. Kaşlarının çatılışı onu beklettiğimden
ya da sinirinden değil de bir şeyler anlamaya çalıştığındanmış gibiydi.
Yanağıma doğru dökülen saçlarımı kulağımın
arkasına sıkıştırdım. “Tamam, inelim.” Kapı koluna uzandığım sırada annem
yavaşça omuzuma dokundu. “İstersen arabada bekle biraz, orada olmak zorunda
değilsin Lal.”
Başımı iki yana sallayarak kapıyı açıp
dışarıya adımladım. Henüz öğlen olmamasına rağmen dışarısı fazlasıyla sıcaktı.
Gözlerimi aniden rahatsız eden aydınlık yüzünden biraz kısarak arabadan çıkıp
kapıyı kapattım.
Kaldırımda duruyor olan Demir abinin
yanında dikilmeye başladım. Parmaklarımı birbirlerine dolayıp çıtlattım.
Bedenimde gezinen gerginliğin kaybolması için çaresizce yaptığım bu hareket
direkt olarak Demir abi ve Tuna’nın dikkatini çektiğinde telaşla ellerimi
indirdim.
“Tuna’yla burada bekleyebilirsiniz Lal,
içeride senin yapman gereken bir şey yok. İfadesi alınacak, muhtemelen kimseyi
almazlar odasına zaten.” Demir abi bana bakarak ılımlı bir sesle konuştuğunda
gözlerim Tuna’yı buldu.
Az önce birbirlerinden ayırdığım
ellerimden birini kavrayıp parmaklarımızı birbirine doladığında kalbim ağzıma
doğru yükselmekte gecikmedi. Demir abinin buna şaşıracağını düşünerek
duraksadım ama bakışları ellerimize bile kaymadı. “Gelebilirim ben de, iyiyim
gerçekten.” İnandırıcılığı tartışılabilir olsa da daha fazla ısrar etmediler
ben bunu dedikten sonra.
Annem de çoktan arabadan inmiş ve bizi
dinliyordu bir adım ileride. Demir abi ve Tuna’nın ona baktıklarını gördüm.
Benim cevabımdan sonra yine de ondan onay almaya çalışıyorlardı. İçeride benim
bir patlama yaşamamdan endişeleniyor gibilerdi.
“Girelim o zaman, Kadir abi içeride zaten.
Girişte bekliyormuş.”
Demir abinin söylediklerinden sonra Tuna
elimi bırakmadan yürümeye başladığında parmaklarımı sıkıca kapatarak ona
tutundum. “Kadir abi dediği kişi dünkü polis adam mı?” Olabildiğince sessiz
sormaya çalışmıştım.
“Evet, Uras abimin babası aynı zamanda.”
Bu cevaptan sonra taşlar daha iyi yerine oturmuştu. “Anladım.” diye
mırıldandım.
Hastanenin bahçesi çok kalabalık
sayılmazdı. Kapıdan girdiğimizde de durum farklı olmadı. Danışmanın
ilerisindeki koltuklarda oturan adamı direkt olarak tanımıştım. Dünkü adamdı.
Bizim geldiğimizi gördüğünde ayaklandı.
Önümüzden ilerleyen Demir abi de ona doğru yönelmişti.
“Günaydın abi.” diyerek konuştuğunda adam
hafifçe gülümsedi. “Günaydın.”
Adamın bakışları bize çevrildiğinde Demir
abinin ifadesizliğinin aksine Tuna’yla birleşik olan ellerimize bakıp
gülümsemesini büyüttüğünde yanaklarımın ısındığını hissederek yerimde
kıpırdandım. “Gençleşmiş hissediyorum, 15 sene öncesine döndüm yanlışlıkla.”
Neyi kastettiğini anlayamadığım için
afalladım. Demir abi belli belirsiz tebessüm etti. “13 olmasın abi.”
“Ha 13 ha 15 lan, düzeltme yapma şurada
iki şaka yapıyoruz.”
Konuyu anlamasam da Demir abinin azar
yemesine istemsizce kıkırdadığımda panikle ağzımı kapattım.
“Lal?” Demir abi alınmış gibi bana baktı.
“Hoşuna mı gitti kara böcek?”
“Kara mı böcek?” dedim şaşkınca.
“Saçların sarı da ben mi yanlış görüyorum?
Kapkara saçların bak.” Demir abinin açıklamasına Tuna’nın yalnızca bana
ulaşabilen fısıltısı eşlik etti. “Gece
gibi yani.”
Ona bakıp gözlerimi kırpıştırırken Demir
abiye herhangi bir tepki vermeyi unutmuştum.
Annem koluma dokunduğunda iğneyle
dürtülmüş gibi zıplayarak ona döndüm. Yarım ağız gülüyordu. Dün gece hiç
uyuyamamıştım. Dolayısıyla anneme Tuna’yla olanları anlatabileceğim bolca zaman
olmuştu. Hatta birkaç kez baştan almış da olabilirdim, sonuçta maksat vakit
geçirmekti değil mi?
Annemle kısa süren bakışmamızı bölen Kadir
amcanın sesi oldu. “Polisler geldi, ifade için gelenler bunlardır muhtemelen.”
Bizim sırtımızın dönük olduğu kapıya doğru
bakarak konuşmuştu. Refleksle hepimiz oraya döndük. Hastaneye yeni giriyor olan
iki üniformalı polisi gördüğümde az önce çok kısa bir süre unuttuğum gerçekle
tekrar yüzleşmek zorunda kalmıştım.
Omuzlarım düşerken Tuna’nın elimin üstünü
hafifçe okşadığını hissettim. “Biz de çıkalım mı o zaman, ne yapsak daha
mantıklı olacak?” Demir abi, annem ya da benden gelmeyen ama düşündüğümüz
soruyu Kadir amcaya sordu.
“Lal burada kalsın, Tuna sen de kal
aslanım. Biz çıkalım sizinle.” Annem ve Demir abiyi gözleriyle işaret etti.
“Biz de gelsek olmaz mı?” Hem orada olmak
ve neler olacağını görmek isterken bir yandan da uzakta kalmak mantıklı
geliyordu ama yine de bunu sormadan edememiştim.
“Burada kalsanız daha iyi güzel kızım.
Gelmen gerekirse Tuna’yı ararız, gelirsiniz olur mu?”
Daha fazla ısrar etmedim. Anneme döndüm.
Onu yalnız bırakmak istemiyordum ama sorun çıkartmak için doğru an değildi.
Ayrıca yalnız da sayılmazdı. Yukarıda benden çok daha işe yarayacak iki kişi
yanında olacaktı.
Elimi yavaşça Tuna’dan çektim. Annemin
boynuna sardığım kollarımla ona dolandığımda sırtımı yavaşça okşadı. “Hiçbir
şey olmayacak annecim, korkacak bir şey yok.”
Annemin bu iki gün boyunca, yıllardır
üzerinde duran tüm korku dolu ve bastırılmış olan kimliğini bir kenara
bırakışına halen şaşırıyordum. Sebebinin annelik içgüdüsü olup olmadığından
emin değildim ama onu ilk kez böyle cesur görüyordum.
“Korkmuyorum.” diyerek mırıldansam da
sesimin titreyişinden tam aksi anlaşılıyordu. Babamın beni koruyacak bir ifade
vereceğine inanmakta zorlanıyordum. Sanki imse bana inanmayacak ve babam yine
kendini aklayıp ben araya girmesem annemi öldürmeye çalışmıyormuş gibi tüm suç
bana yüklenecekti.
Annem yanağımı peş peşe birkaç kez öptü.
“Şu arkanda duran tepkisiz adam bana dün bir söz verdi, gerçekleri anlatırsam
seni yanıma getireceğini söyledi. Birkaç saat sonra da tam olarak dediği oldu,
sözünü tuttu.” Bahsettiği kişinin Demir abi olduğunu anladığım için dikkatle
dinlemeye devam ettim. “Bu sabah bir tane daha söz aldım, yine kısa bir süre
sonra her şey normale dönmüş halde buradan çıkıp gideceğiz Lal.”
Annemin omuzunun üzerinden kaçamak
bakışlarla Demir abiye baktım. Ona baktığımı direkt fark ederek bana dikkat
kesildi. Kaşları hafifçe havalandığında buruk bir tebessümle ona bakmaya devam
ettim. Gözlerimi kaçırmadan ona odaklandığım için şaşırmış gibi duruyordu.
Başını ‘ne oldu’ dercesine yana eğdi.
Cevap niteliğinde ne bir cümle ne de harekette
bulunmadığımda pes ederek ona göre normalleşen -yani tepkisizleşen-
bakışlarıyla bizi izlemeye devam etti.
Anneme bir süre daha sarıldıktan sonra
kollarımı yavaşça çektim. Onlar daha fazla oyalanmadan asansörlere
ilerlediklerinde geride yalnızca Tuna ve ben kaldık. Dolan gözlerimle birlikte
arkamdaki koltuklardan birine oturduğumda Tuna da yanıma yerleşti. “Bakayım
gözlerine, yanlış gördüm galiba ama doldular sanki.”
Omuzumun üzerinden ona doğru döndüm.
Gözlerimi görüş alanına soktuğumda başını iki yana salladı. “Her ağladığında
gözyaşlarını nasıl durduracağımı anlatmıştım sanki dün, öpeyim diye mi
doldurdun gözlerini? Az uyanık değilsin sen de gece kuşu.”
Son kısımda muzipleşmeye çalışarak
söylendiği için dayanamayarak dudaklarımı kıvırdım. Yanağımı omuzuna yaslayarak
ona doğru eğildiğimde sırtını koltuğa bastırıp beni tamamen kendisine çekti.
Omuzlarıma yeni yeni ulaşabiliyor olan kısa saç tutamlarımın uçlarında dolaşan
parmaklarının varlığına odaklanmaya çalıştım.
Çok da zorlanmamıştım. Tuna etrafımdayken
diğer her şeye kör olmayı başarmak benim için kolaydı.
Aradan geçen dakikaları tam karşımda duran
büyük duvar saati sayesinde saniyesi saniyesine hesaplayabiliyordum. Ben
Tuna’nın omuzundan kalkmadan ve ikimiz de tek kelime etmeden geçirdiğimiz 19
dakikanın sonunda sık sık baktığım asansörlerden sonunda tanıdık kişiler çıktı.
“Geldiler.” diyerek telaşla doğrulduğumda
Tuna da kalktı. Annem ve hemen arkasında Demir abi asansörden inmişlerdi.
Annemin yüzündeki ifadeyi gördüğüm anda onlara doğru koşmaya başladım.
Kötü bir şey olmuştu.
Annemin ağladığını gördüğüm için daha ne
olduğunu öğrenemeden ona eşlik ederek dolan gözlerimle diplerine kadar girdim.
Tuna’nın arkamdan gelen adım seslerini duyuyordum.
“Ne oldu?” diyerek korkuyla sorduktan
sonra bir anneme bir de Demir abiye baktım. “Neden ağlıyorsun?”
“Yok bir şey annecim, bizim
anlattıklarımızın aynısını anlatmış.”
“O zaman neden ağlıyorsun?” diye
tekrarladım, söylediklerine inanmadığımı belli ederek.
“Arabada konuşursunuz, çıkalım buradan.
Hadi Lal.” Demir abi beni omuzumdan kavrayıp çıkışa doğru çevirmeye
çalıştığında ona direnerek kollarını tuttum. “Kötü bir şey olmasa ağlamazdı
Demir abi, neden beni oyalamaya çalışıyorsunuz?”
Asansörlerden birinin çıkarttığı sesi
duyduğumda dikkatim dağılarak oraya döndüm. Kapısı açılan asansörden inen
kişi-leri gördüğümde ise gözlerimin irileşerek açılmasına engel olamamıştım.
Kadir amcanın en arkada kaldığı dört
kişilik gruptan kalanlardan yalnızca ikisini tanıyordum. Güneş’i ve annesini…
Geriye kalan adamın kim olduğu hakkında
bir tahminim yoktu ama Güneş’i kendisine doğru yaslamış olduğuna göre çok da
bir seçenek kalmıyordu geriye.
Güneş’i gördüğümde aklıma dolan birden
fazla sorunun beni zorlaması hızla gerçekleşti. Dün Tuna’dan duyduklarım, bugün
burada olması ve geçmişten kalma bir sürü soru aklımda gün yüzüne çıkmayı
beklerken güçsüz bir nefesi ciğerlerime yolladım.
Benim aksime o, beni gördüğüne şaşırmamış
gibiydi. Annemi yukarıda gördüğü için burada olduğumu söylemeseler de anlamış
olmalıydı. Güneş sık gördüğüm biri değildi ama sıkça duyduğum biriydi. Babamın
bana masal yerine Güneş’e olan özleminden bahsettiği ve onu anlattığını onlarca
anım vardı ve Güneş’i belki de kendisinden daha iyi tanıyordum.
Bütün bunlar hem kalbime hem aklıma ağır
gelmeye başladığında az önce dinlemediğim Demir abiyi şimdi dinlemeye karar
vererek hızla arabaya doğru ilerlemek üzere arkamı dönerek hareketlendim.
İkinci adımımı atamadan arkamdan yükselen ses adımlarımın bıçak gibi
kesilmesine sebep oldu.
“Kaçacak mısın hiçbir şey konuşmadan?”
“Güneş!” Güneş’in cümlesinin ardından
birden fazla sesten yükselen ve hepsi uyarır tonda olan adını umursamayacağına
emindim. Öyle de oldu.
“Ne var? İnsan gibi konuşabiliriz diye
düşünmüştüm, korkaklığını bir kenara bırakamayacağını unutmuşum tabii.”
Çok komik bir şey duymuşum gibi oldukça
yüksek sesle kıkırdayarak arkama döndüm. Az önce attığım iki adımı geri alıp
eski olduğum yere döndüm. “İnsan gibi konuşabiliyorsun yani? Oyun oynamadan,
yalan söylemeden…”
Gözlerindeki zehirli ışığı bana püskürtür gibi
keskin bakışlarla yüzüme bakarken kim olduğunu bilmediğim adam tarafından
sıkıca tutulmuyor olsa üzerime atlayacağına emindim. “Kes sesini.” dedi bastıra
bastıra.
“Yeter bu kadar, hadi Güneş.” Annesinin
araya girmesini beklemiyordum ama asla kızından başka bir yere çevrilmeyen
bakışlarıyla birlikte onun kolundan tuttu. Yanındaki adama seslendi. “Çıkalım
Birkan.” Adamın adını böylece öğrenmiştim.
Babamın hastanede olduğunu nasıl
öğrendikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu. Onu yıllarca doğru düzgün görmek
istememelerine rağmen ziyaretine gelmiş olmalarını anlamsız bulmuştum.
Güneş’in bakışlarının nerede olduğunu
gördüğümde boğazıma dayanan yumruyu ittirmeye çalıştım. Tuna’ya bakıyordu.
Tuna’nın ona dönmemesine, benden ayırmadığı bakışlarına ve hemen yanımda bana
güven vermek ister gibi duruşuna tutunarak sakinleşmeyi denedim.
“Biz neden gidiyoruz? Babamı görmeye
geldik, gitmesi gereken o.”
Benim babam değilmiş gibi konuşmasının
beni rahatsız edeceğini sanıyordu, buna kahkahalarla gülebilirdim. Ben son yıllarımın
en büyük dileğini ‘babamdan kurtulmak’ yapmışken beni böyle üzebileceğini
zannetmesi komikti.
“Gör babanı, hasret gider bol bol.” dedim
sakince. Ona, onun gibi karşılık vermeyişime delirdiğini ifadesinden
anlayabiliyordum. Kavga etmek istiyordu, istediği karşılığı aldığı anda da
kurbanı oynayacaktı ve suçu bana atıp sıyrılacaktı olaydan.
Yıllarca annesinin ve kendisinin, babamın
suçunu anneme ve bana yükleyerek aynısını yapışından farkı yoktu. Onlara göre
babamın aklını çelen annemdi.
Daha fazla bu saçma ortamda kalmak
istemediğimin bilincinde anneme döndüm. “Gidebilir miyiz?”
Annemin de yanında duruyor olan Demir
abiye alttan alttan benimkilere benzer bakışlar attığını görebildim. “Gidelim,
halledilecek bir şey kalmadı burada.”
Demir abiyi duyduğum anda geri dönüp
çıkışa ilerlemeye başladım. Kollarımı sıkıca göğsümde kavuşturmuş kendimi
sararak yürüyordum.
Arabanın bulunduğu yeri hatırladığım için
kimseyi beklemeden en önden hızla ilerledim. Sinirle dolan bedenimin gevşemesi
için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Arabaya ulaştığımda henüz kilitler
açılmadığı için kalçamı bagaja yaslayıp başımı gökyüzüne doğru kaldırdım.
Fazlasıyla aydınlık olan gökyüzünü beni sakinleştirmek yerine daha da
gerdiğinde gözlerimi sıkıca yumdum.
“Gece!” diyerek nefes nefese seslenen
Tuna’yı duyduğumda gözlerimi araladım. O tarafa döndüğümde neredeyse bir adım
kadar uzağımda duran Tuna’yı görmüştüm.
“Ne koşturuyorsun kızım, yarım kadarsın
nasıl o kadar hızlı geldin buraya sen?”
Bacak boylarımızdaki farkı eliyle
gösterdiğinde omuz silktim. “Koşmadım ki.”
“Aynen ondan gece kuşu, görmedim sanki.”
Pes ederek sustuğumda benim yaslandığım şekilde arabaya yaslandı. Kollarımız
birbirine belli belirsiz temas ederken derin bir nefes aldım. “Annem onları
gördüğü için ağlıyordu, yukarıdayken kesin yine üstüne gitmişlerdir.” diyerek
kendi kendime konuşuyormuş gibi durum değerlendirmesi yaptığımda Tuna bir şey
söylemedi.
Söyleyecek pek bir şey de yoktu aslında.
“Onlarla sık sık karşılaşıyor muydunuz?”
Kısık bir sesle sorduğu sorunun gelişi biraz zaman aldı. “Hayır.” dedim açıkça.
Özellikle Güneş’in annesini sanırım
fotoğrafları dışında ikinci kez görüyor olabilirdim.
“Ama babam o kadar dilinden düşürmez ki
karşılaşmış kadar oluyorduk, fark etmiyor.” dedim hafifçe gülerek. Kendime acır
gibi gülmüştüm. Acıyordum da zaten.
Benim içeride annemleri beklerken
yaptığımı yaparak bu kez o benim omuzuma başını yasladı. Yanağımı saçlarının
üzerine yaslamak için küçük bir tereddüt etmiş olsam da artık üzerimde büyük
bir boş vermişlik vardı.
Sarı tutamlarının yanağımı gıdıklaması
huzurla gözlerimin kapanmasına sebep oldu. “Saçların yumuş yumuş.” dedim
tutamadığım çenemle. Tuna’nın güldüğünü işittim. “Teşekkür ederim Gece, senin
de saçların yumuş yumuş.” dedi ‘yumuş’ kısmını bastırıp gülercesine söyleyerek.
Birkaç dakika -belki de daha fazlası-
geçtikten sonra yakınımızda duyulan adım sesleriyle gözlerimi araladım.
Annemlerin bize doğru geldiğini gördüm.
“Anahtarı aldın benden, kızı ayakta niye
uyutuyorsun oğlum sen?” Demir abi Tuna’yı dürtüp sarstığında dudaklarımı
birbirine bastırdım.
“Kendisi böyle uygun gördü Demir Özkan,
kafama kafama ne vuruyorsun?”
“Başlarım Demir Özkan’ına, Uras’la o hem
kendi hem aklı küçük abin mi öğretiyor sana bu hareketleri? Abi diyeceksin
dümdüz.”
Tuna kafasını boynuma doğru bastırdı.
“Yumuş yumuş saçlarımın olduğu kafama vuruyor, müdahale etmeyecek misin gece
kuşu?”
“Ne yapabilirim ki?” dedim şaşkınca.
Gözlerimi Demir abinin üzerine çevirdim. “Kocaman birisi, nasıl koruyayım
seni?”
Herkes sesli bir şekilde güldüğünde
sinirlenerek kendimi geriye çektim. “Dalga mı geçiyorsunuz benimle?”
“Öyle yapıyorlar kara böcek, sinirlendin
mi?” Demir abiye başımı sallayarak onay verdiğimde omuz silkti. “Hiç belli
olmuyor.”
“Ama nasıl?” diye sorduğumda eliyle ‘gel’
işareti yaptı. “Gel bana sana nasıl sinirleneceğini öğreteceğim.” Küçük
adımlarla ona yaklaştığımda başını geriye atarak bir kahkaha patlattı. Şaşkınca
onu izlerken beni sırtımdan destekleyerek göğsüne çektiğinde dudaklarım ‘o’
şeklini almıştı.
“İnandın mı gerçekten böyle bir şey öğreteceğime
kara böcek?”
“Kandırdın mı yani?” dedim ona bakmaya
çalışırken. Çenemle göğsünü eşelemem gerekse de başarmıştım bir şekilde.
“Çok hevesliysen öğretirim, seni mi
kıracağım?”
“Bu kıyakları Nil ve Gülin’den başkasına
geçmez, iyi değerlendir teklifi.” Kadir amcanın bana seslenmesiyle şaşkınlığım
arttı. Ben kimdim ki onlarla aynı kefeye çıkmıştım bir anda.
Demir abinin itiraz edeceğini düşünerek
bekledim. Ancak aradan geçen birkaç saniye boyunca gülümsemek dışında hiçbir
şey yapmamıştı. Halen beni sırtımdan tutarak kendisine bastırıyor olduğunu da
atlayamazdım.
Gözlerimi hızlıca birkaç kez kırpıştırıp
anlamlandırmaya çalıştığım bu sahne yoldan geçen ve aşırı hızlı gittiği için
oldukça yüksek ses çıkartan araba yüzünden benim geri çekilmemle kesildi.
Annemin sesten irkileceğini düşünmüştüm
ama gözlerini ayırmadan bana, daha doğrusu bulunduğum yere bakıyordu. Sanırım
Demir abinin göğsündeki küçük misafirliğim benim kadar annemi de şaşkınlığa
uğratmıştı.
“Tabakhaneye bok yetiştiriyor sabah
sabah!” Kadir amcanın muhtemelen biz varız diye hafifleştirdiği homurdanmasıyla
ortam tamamen değişti.
“Biz de gidelim artık, güneş geçecek
başınıza.” Demir abi gözleriyle arabasını işaret etti.
Kadir amca biz arabaya binmek için
hareketlenmeden önce anneme baktı. “Müge, anlaştık değil mi kızım?”
Neyi kastettiğini bilmediğim için aval
aval bakarken annem göz ucuyla bana baktı. “Anlaştık Kadir abi, teşekkür ederim
her şey için tekrar.”
“Edersin edersin, sonra da edersin siz de
buralardasınız ben de buralardayım. Değil mi lan küçük sarı kafa?” Tuna’nın
kafasını kolunun altında sıkıştırdı. Boy farkları yüzünden biraz zor olmuştu.
“Akrabalık yok ama bizim yaban devesine
çekmiş boyun, eğil biraz. Yaşlı başlı adamım ben belimi ağrıttın.” Tuna
kurbanlık koyun gibi eğildiğinde kıkırdadım.
“Kadir amca sağ çaprazında asıl deve var,
ona çekmiş olabilir miyim sence?” Demir abi Tuna’nın Kadir amca tarafından
sıkıştırılan kafasına vurdu.
“Deve senin eniştendir, o da değilse onun
ruh eşidir.”
“Ablam mı?” Tuna şaşkınca sorduğunda Demir
abi olumsuz bir ses çıkarttı. “Yok, Mert.”
“Ama Uras abimin iki ruh eşi var, biri
ablam biri de sensin zaten.” dedikten sonra alacağı darbeden kaçmak için
koşturup annemin arkasına saklandı.
“Müge abla iki dakika kalkanım yapıyorum
seni, hakkını helal et.”
Annemi omuzlarından tutarak önünde
tuttuğunda Demir abi dişlerinin arasından bir şeyler söyledi ama
anlayamamıştım. Onlara yaklaşmadı, Tuna da planının işe yaramasına sırıttı.
“Çekiştirme kadını Tuna, boynunu
geriyorsun.” Bu kez anlaşılır bir biçimde konuştuğunda Tuna telaşla annemi
bırakmıştı ki annem omuzunda duran ellerinden birini tuttu. “Bir şey olmadı
Tuna, acıtsan söylerdim.”
“Acıtmadan uyarmak daha mantıklı değil
mi?” Demir abi gözlerini annemden ayırmadan sorduğunda aralarında oluşan ve
enerjisini çözümlemekte zorlandığım elektriğe bakarken gözlerim irileşti.
Tuna da benim aynım bir ifadeyle bana
döndü. ‘N’oluyor?’ gibi bir şey söyledi ama ses çıkartmadan yalnızca
dudaklarını kıpırdatmıştı.
Kadir amca Noel baba gibi güldüğünde ona
baktım. Benim dışımdaki üç çift bakış da ona dönmüştü. “Pardon, sesli mi
güldüm? Siz devam edin, içimden gülecektim.”
Bu garip an, dünün ve bu sabahın
gerginliğinin bir anda üzerimden sesli bir şekilde gülmeye başlayarak
sıyrılmasına yol açtı. Benim gülmemle Kadir amca da daha çok gülerken annem,
Tuna ve Demir abi şok içinde bize bakıyorlardı.
“Abi kızı bozdun, ne oldu şimdi?” Demir
abi beni göstererek delirmişim gibi söylenirken Tuna annemin omuzuna yasladığı
çenesiyle bana bakıyordu. “Bence güzel oldu, devam etsin.”
Gülüşüme gözleri parıldayarak baktığı için
dudaklarım hızla kapandı. Etrafımızda birileri varken kalbimi bu denli
hızlandıracak şeyler yapmaya devam ederse muhtemelen yakın bir zamanda kalpten
gidecektim ve tüm sorunlarım hızlıca çözülmüş olacaktı.
Kadir amca yanımızdan kısa bir
vedalaşmanın ardından kendi arabasıyla geldiği için ayrıldı. Arabaya sabahki
gibi yerleştiğimizde yanımda annem ve ön yolcu koltuğunda Tuna vardı.
Nereye gidiyoruz sorusunu sormak yerine
sessiz kalmayı seçtim. Kimse bir şey sormuyor ya da söylemiyordu, sanırım tek
merak eden bendim ya da benim dışımda herkes zaten biliyordu. Akışına bırakmayı
seçmiştim bu yüzden.
Araba bir süre sonra tanıdık sokaklara
girmeye başladığında omuzlarımın düşmesini ve kapıya doğru yaslanmamı
engellemedim. Eve gelmiştik.
Nedensizce -ya da dün hiç olmadığı kadar
güvende hissettiğim için- eve dönmeyeceğimizi düşünüyordum. Ancak beklediğimin
aksini yaşıyordum şu anda. Annem oraya dönmeyeceğiz demişti ama yine o
cehennemin ağzındaydık, bir türlü kurtulmayı beceremediğimiz ve yıllardır
yandığımız cehennemde geçireceğimiz günler sanırım sonlanmamıştı.
“Buradan nasıl devam edeceğim?” Demir abi
aynadan anneme doğru baktı. Sanırım semti annem söylemişti daha önceden fakat
tam adresi bilmiyordu.
“İlk soldan dönelim,” dedikten sonrasını
dinlememiş sayılırdım. Gözlerimi cama dikerek hiç kimseye bakmadan benim için
tanıdık ama çokça da yabancı görünen sokakları incelemeye başladım.
Evin önünde durduğumuzda sessizce kapıma
uzandım. “İçeriye gelelim mi Müge?” Demir abinin sorusunu duyduğumda elim kapı
kolunda kaldı.
“Nasıl rahat ederseniz, çok sürmez
toparlanmamız.”
Boynumdan kırılmışçasına ses çıkacak
şekilde anneme döndüm. “Toparlanmamız mı?”
“Evet toparlanmanız kara böcek, bir sorun
mu var?” Demir abi başını arkaya doğru uzattı. Ben Tuna’nın arkasında oturduğum
için rahatça göz göze gelmiştik. Başımı iki yana salladım istemsizce. Göz
kırptı. “Hadi o zaman.”
Nereye gideceğimizi, nasıl devam
edeceğimizi ve daha başka binlerce soruyu hiç var olmamışlar gibi bir kenara
iterek kapımı açtım. Burada kalmak istemiyordum, geriye kalanların şimdilik
bunun yanında bir değeri kalmıyordu zaten.
“Gelseniz daha iyi sanırım Demir, eve
girince kötü olursa…” Annem ben kapıyı açıp dışarı adımlarken az öncekinin
aksine emin bir şekilde konuştuğunda bu dönüşün benden kaynaklı olduğunu
anlamakta zorlanmadım.
Evde en son yaşadığım anı ve öncesinde de
buranın benim için bir yuva olmayışı kapıdan girdiğimde duygularımı tetikler
miydi bilmiyordum. Bir an önce almam gerekenleri alıp çıkıp gitmek istiyordum.
Bir daha dönmemek üzere…
Ben onları duymamış gibi kaldırımda
beklerken Tuna ve Demir abi de arabadan indiler annemle birlikte. Tuna yanıma
gelip elimi tuttu. Alışmaya başladım dersem yalandan ölebilirdim, elime
dokunduğu anda nefesim bir yerlerime kaçmış gibi tıkanıyordum.
Aylarca uzaktan izlediğim, okulda zar zor
görebildiğim ve delicesine hoşlandığım kişinin bu denli yakınımda olmasına ve
hayallerimin ötesinde biri oluşuna nasıl sakin kalabilirdim ki?
Apartmana girdiğimizde önde annem ve Demir
abi varken ben Tuna’nın elinden tuttuğu küçük bir bebek gibi oldukça dengesiz
ve ufak adımlar atıyordum. Buradan nasıl çıktığım, çıkarken neler düşünüp
hissettiğim zihnime dolarken yutkundum.
Annem asansör yerine merdivenlere yöneldi.
Zaten bir kat çıkacaktık.
Kapının önüne geldiğimizde merdivenin
üstteki son basamağında durdum. Annem anahtarı kapıya takmışken boş gözlerle
kilidi açmasını izledim. Tuna elimi sıkı sıkı tutmayı bir an bile bırakmamıştı.
Beni tutmuyor olsa pelte gibi yere yapışacakmış gibiydim.
Kapı açıldığında içerideki boğuk sessizlik
beni yutacakmış gibi gerildim. Annem ve Demir abi peş peşe içeri girdiklerinde
Tuna bana baktı. Bir şey sormasına ya da söylemesine gerek olmadığını belli
edercesine ileriye adımladım. Elini bütün gücümle sıkıyordum.
Annemin koridorun ilerisinde bize dönük
durduğunu gördüm. Aynı şekilde Demir abi de bana bakıyordu. Bütün dikkatlerin
üzerimde olması daha çok gerilmeme sebep olduğunda başımı iki yana salladım.
“Sen eşyalarını hazırlasana, bir şey yok işte bak iyiyim!” Anneme seslendiğimde
bana titrek kirpikleriyle bakıp ne yapacağını şaşırmış gibi duraksadı. Bir anda
yükselmemin sebebi duygularımla baş etmeye çalışmamdı, ama böyle bir çıkış
yapmayı beklemiyordum ben de.
Annem sonunda hareketlenir gibi oldu.
Koridorun sonuna gitmesi gerekiyordu odaya gidip kıyafetlerini almak için. O
yürümeye başladığında ben de eve girdim, hemen arkamdan Tuna da içeri girdi.
Kapı yavaşça Tuna tarafından kapandığında sanki buradan çıkamayacakmışım gibi
panikle kapıya döndüm. “Açık kalsın, açalım kapıyı.”
“Tamam, tamam güzelim açalım.” Kapıyı
tekrar açtı.
Tuna kapıyı açarken başka bir kapı kapanma
sesi duyuldu. Sesin geldiği yöne baktığımda annemin mutfak kapısını kapattığını
gördüm. Yavaşça da yapmış olsa sessizlikte duyulmuştu rahatça.
Neden kapattığını bildiğim için mutfağın
dış duvarlarına bile daha bakmadan dümdüz karşıya baktım.
Mutfağın içi temizlenmemişti. Halen
bıraktığım gibiydi. Her yerde kırmızı lekeler vardı, içeri girsem burnuma o
metalik koku dolacaktı.
İçimden istemsizce tekrarladığım bu
cümleler Tuna’nın tutmadığı elimin yumruk olmasına sebep olduğunda o yumruğu
göğsümde bir yere vurdum. Babamın kanamaya başladığı yere doğru vurdum.
“Tuna, Müge’yle kal. Lal’in eşyalarını da
toplayın hadi abim.” Demir abinin kurduğu cümleyi anlamlandırmaya vaktim
yetmeden yanaklarım kocaman eller tarafından kafeslendi. Yüzümün tamamını
kaplamaya yetecek avuçlarıyla küçücük hissetmeme sebep olan Demir abiye tek bir
yerde tutmakta zorlandığım bakışlarımla göz gezdirdim.
Gözlerim bana ihanet ederek mutfak
kapısına dönüp duruyordu, bunu yaptıkça da zihnimdeki uğultular çoğalıyordu.
“Biz de buradan çıkalım, bir daha hiç
dönmeyelim hem de. Olur mu kara böcek? Hım?” Küçük bir çocuk ikna eder gibi
tane tane anlattıklarını az öncekilerden daha hızlı kavradığımda başımı hemen
salladım. “Çıkalım, gelmeyelim bir daha.”
Yüzümü bu evden saklanmak ister gibi,
arabaya binmeden önce onun yaptığı gibi göğsüne bastırdım. “Bir daha getirme
bizi buraya.”
Araba tanıdık sokaklara girdiğinde
yaşadığım korkuyu dışarıya şu anda atıyordum diğer korkularımla birlikte.
“Getirmeyeceğim fıstığım.”
Tuna, tuttuğu elime bıraktığı öpücükten
sonra elimi yavaşça serbest bıraktı. Ardından sırtıma az önce yanaklarımda
duran eller sarıldı. O ellerin sahibi ile birlikte kapıdan çıktığımda kalbim
olması gerekenden çok hızlı ve düzensiz atıyordu.
Bunun bayılmayla sonlanacağını hissettiğim
için Demir abinin tişörtünü avuçlarımla sıkarken gücü çekilmiş bir sesle
mırıldandım. “Düşeceğim.” diyebildim.
“Düşmeyeceksin kara böcek, ben yanındayım,
tutuyorum seni.” Beni yanlış anladığını sandım ama bir anda dizlerimin altından
ve sırtımdan kavrayıp kucağına aldığı bedenim havalandığında neyi kastettiğimi
anlamış olduğunu algılayabildim.
Bilincim kapanmadan önce bir şeyler
mırıldandım ama zihin süzgecimden geçirmeden neyi dile getirdiğimi
anlayamamıştım. Söylediklerimin onu kısık bir sesle güldürdüğünü
duyumsayabildim sadece.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder