Aykırı Çiçek 46.Bölüm
46.BÖLÜM
“Küs müyüz?”
Acar’ın sesini duyduğumda irkilerek soluma döndüm. Yanıma
geldiğini fark edememiştim.
“Hı?” diyerek anlamsızca mırıldandım. Sorusunu
algılayamamıştım.
“Ben yokmuşum gibi sessiz sessiz oturuyorsun dakikalardır
zümrüt göz.”
Acar’ın evindeydim. İki gün önce öğrendiğim Şeyda olayı,
dün sanırım sonsuza kadar çözülmüştü.
İlk öğrendiğim gün, özellikle akşam annemle konuştuktan
sonraki saatleri zihnim fazlasıyla bulanıkken geçirmiştim. Bir yandan Şeyda,
bir yandan da nedensizce yoğunlaşan geçmişimin parçaları beni yormuştu. Ertesi
sabah babamın ağzından zar zor çıkarttığı haberden sonra ise daha kötüydüm.
Abisinin her şeyi öğrenmesi ve Acar’a anlatmasının
ardından, Şeyda bunları fark etmiş ve henüz polisler hatta abisi dahi ona
ulaşamadan önce intihar etmişti. Onun psikolojik olarak hiç iyi olmadığı bir
kez, hatta son kez yüzüme çarpmıştı.
“Fark etmemişim geldiğini.” dedim açıkça. Üzerime
sardığım Acar’a ait polar ile birlikte terastaki koltuklardan birine çökmüş
haldeydim. Kapının önünde durmayı bırakıp yanıma adımladı ve aramızda boşluk
kalmayacak şekilde o da koltuğa oturdu.
Acar’ı dün hiç görmemiştim. Babamdan Şeyda’nın intihar
ettiğini öğrendikten sonra odamda kalıp, kimseyle pek bir şey konuşmamıştım.
Selim’in beni konuşturtmaya çalışması dışında kimse yanıma gelip zorlamamıştı
da zaten. Acar’ın da benim kadar karmaşık bir ruh halinde olduğunu, bu sabah
erkenden beni evden almaya geldiğinde görebilmiştim ilk kez.
Yanıma oturur oturmaz bir kolunu sırtıma sararak beni
kendisine doğru yatırdı. Yaralı kolu diğer tarafta kaldığı için sorun etmeden
göğsüne başımı yasladım. Saçlarımın üzerine yüzünü bastırıp derin bir nefes
aldı.
Bir süre sessizce aynı halde kaldık. Saat akşam altıya
doğru yaklaştığından hava hafifçe kararmaya yüz tutmuştu. Ekim ayının son
haftasına girmek üzere olduğumuzu belli eden serin esinti üşütecek kadar soğuk
değildi, ama arada sırada ürperiyordum.
“Acıktın mı?” diye sorduğunu duyduğumda olumsuz bir ses
çıkartmakla yetindim.
Kahvaltıda zorla bir şeyler yememe sebep olmuştu, ama şu
an gerçekten lokmaları ağzıma da tıksa yiyecek halim yoktu.
“Meyve yemek ister misin peki?” diye sorduğunda iç
çektim. “İstemiyorum.”
“Feris…” Adımı yalvarır gibi seslendiğinde çenemi göğsüne
yaslayarak gözlerine bakmayı denedim. “Özür dilerim.” derken gözlerini yavaşça
kapatmıştı. Dudakları belli belirsiz alnıma sürtündü.
Kaşlarımın çatılmasına engel olamayarak sorgular bir
sesle sordum. “Ne için özür diliyorsun?”
“Hayatın yeni yeni düzlüğe çıkmışken, başka karmaşaları
sana ben getirdim. Gözlerindeki yorgunluğu her gördüğümde bununla karşı karşıya
kalıyorum.”
“Benim dışımdaki her konuda insanları zekâna hayran
bırakırken, böyle şeylerde aptal aptal konuşmana deliriyorum. Açar mısın
gözlerini?” Avuçlarımı göğsüne bastırıp tamamen doğruldum. Gözlerini
araladığında başımı çok az geriye atarak direkt gözlerine baktım.
“Sana şaka gibi mi geliyor Acar Bayazıt? Ben aylarca
seninle olabilmek için binlerce dilek dilemişken, her şey en kötü halde olsa da
sana tutunmuşken az önce söylediklerin mantıklı mı?”
Araya girecek gibi dudaklarını araladığında parmaklarımın
birkaçını dudaklarına bastırdım. “Ben iyi ya da kötü her ne varsa seninle
yaşamak istiyorum, geriye kalan ayrıntılar beni ilgilendirmiyor.”
Bakışları yüzümün her zerresinde gezinirken bekledim.
Parmaklarımı dudaklarından çekmek için hamle yaptığımda parmak uçlarımdaki
küçük öpücüğünü hissetmiştim. “O kadar eşsizsin ki, aniden ellerimden kayıp
gidecekmişsin gibi geliyor. Küçücük bir hata seni benden alıp götürecekmiş gibi
hissediyorum.”
Son zamanlarda yaşananların benim kadar, çevremdekileri
de etkilediğinin farkındaydım. Bunu bazen annemle babamın bakışlarında,
abimlerin sözlerinde, üçüzlerimin yanımdan ayrılmayışında şimdi ise Acar’ın
endişesinde kolayca görebiliyordum.
Bu sürecin benim için bir ilk olmadığını bilen sayılı
kişilerden biri Koray’dı mesela, bana zaman vermesi gerektiğini ve yavaşça bu
halden kendi kendime sıyrılacağımı da en iyi o biliyordu bu yüzden. Yıllardır
yanımda olan oydu, onun beni tanıma oranını diğerleriyle karşılaştırmam
mantıksızdı.
“Senden gitmeme izin verecek gibi bakmıyorsun, söylerken
kendin bile inanamadın ki.” dedim omuzlarım düşerken.
“Bensiz iyi hissedeceğine inansam, kendi canımın yanması
umurumda olmazdı. İzin verirdim, engel olmazdım zümrüt göz.” Beni yeniden
kendisine çekti. Bu kez boynuna gömülmüştüm.
Onsuz iyi hissedebilme ihtimalim söz konusu değildi. Ona
olan bağımlılığıma rağmen kalbimin kaldıramayacağı bir şey yapmadığı sürece,
benim onsuz olabilmem bu saatten sonra imkânsızdı.
~
- Bir hafta sonra
“Anne dediğim yerde olmadığına emin misin? Odaya bıraktığımdan
eminim ben.” Telefonu kulağımla omuzum arasında sıkıştırmış halde, anneme
kolyemi aratıyordum.
Koray’ın yıllar önce aldığı, kaybolmasın diye her zaman
takmadığım ama bazen deli gibi takasım gelen kolyemdi bu. Sabah ajansa gelmeden
önce takmak isteyip bulamamıştım. Öğlene kadar dayanamayınca da annemi arayıp
odamı talan ettirmiştim.
Yangında kaybetmediğim, o gün boynumda olmasına
şükrettiğim kolyeyi sonradan kaybettiysem çok üzülecektim.
“Pamir alıp bir yere mi attı acaba? Ben diğer odalara da bakarım
bugün, haber veririm sana. Merak etme bebeğim.” Kendi kendime oflayarak
sızlanırken aniden masama yaslanan elleri gördüğümde irkilerek başımı yukarı
kaldırdım.
Burak -içimden bey demeyi artık ona tahammül edemedikçe
bırakmıştım- anlamsız bir ifadeyle tepemde dikiliyordu. “Anne ben ararım seni
birazdan tekrar, tamam mı?” dedikten sonra telefonu kapattım.
“Buyurun Burak Bey?” dedim sorarcasına.
Herkes odadayken benim tepemde dikilmesinin belli ki
benimle ilgisi vardı.
“Sabah verdiğim işiniz tamamlandı sanırım İzgi Hanım,
rahatça telefonla görüştüğünüze göre.” İğneleyici cümlelerini olağan bir ses
tonuyla kurarken sinirlerime hâkim olmaya çalışarak nefeslendim.
“Gün sonunda teslim etmemi istemiştiniz, henüz
tamamlamadım.”
“Karar değiştirdim, öğleden sonra elimde olsun
incelemeleriniz.”
Karşı tarafı istediği gibi aşağılarken, ona cevap
verildiği anda üstümüz olmasını kullanma huyundan nefret ediyordum.
“Yetiştirmeye çalışırım.” dedim uzatmadan.
“Çalışmayın İzgi Hanım, yetiştirin.” dedikten sonra
sesini kıstı, ama odada başka hiçbir ses olmadığından Ömer, Polat ve Yağmur’un
bizi kolayca duyabildiğinden emindim. “Güvendiğiniz şeyler olduğunun
farkındayım, ama benim için hepiniz aynı konumdasınız. Bir önceliğiniz yok.”
Ömer’i kayırdığına gözümle şahit olmasam buna
inanabilirdim. Tam aksine gördüğüm en çıkarcı adamdı.
Benim cevap vermeme izin vermeden hızlıca odadan
çıktığında gözlerimi birkaç saniyeliğine kapattım. Geldiğimden beri bu adamda
bir bit yeniği olduğuna dair şüphelerim artarak devam ediyordu. Araya kendi
hayatımla ilgili kaoslar katılmasaydı çoktan bazı sonuçlara ulaşacağım kesindi
ama süreç uzamıştı.
“Ters tarafından kalktı herhalde.” Ömer’in karşımdaki
masadan verdiği tepkiye şaşırmamıştım. Burak’ın aksine, o Acar etkisinden
nasibini almış gibiydi birkaç gündür. Bana yapışmıyor, genellikle Burak’la olan
diyaloglarımda tarafsız kalıyordu.
“Ne zaman düz kalkmıştı ki?” Polat’ın homurdanmasını
duydum ama onlara dönmedim. Burak’ın çevirdiği oyunlarla ilgili birkaç mail
bekliyordum, biraz önceki sahneden sonra ise yetiştirmem gereken işi kenara
itip alacağım cevapları hızlandırmakla uğraşmaya karar vermiştim.
Öğlen Acar’ı buradakilerle yemeğe çıkacağımı söyleyerek
ekip, buradakilere de Acar’la olacağımı söyleyerek odada kalmıştım. Yaklaşık
iki buçuk saattir ulaşabileceğim herkese ulaşmış, onlarla konuşuyordum.
Elimde biriken isimlere, dosyalara bakılırsa gayet iyi
gidiyordum. Öğle arasından döndüklerinde, herkesin gerçekleri öğrenmesi için
gayet yeterli kanıta sahip olmuş olacaktım.
Elimdekileri direkt olarak Acar’a ya da Caner’e verip,
sessizce Burak’ın ajanstan kaybolmasını seçebilirdim, fakat ikiyüzlülüğün de
suyunu çıkartarak hem suçlu hem güçlü tavırlara sahip olması beni olaylı bir
vedaya zorluyordu.
Yemekten ilk dönenler Polat ve Yağmur oldular. “Erkencisin,”
diyerek henüz öğle arası bitmemişken masamda oturuyor olmamı eliyle gösteren
Yağmur’a baktım. Benden önce Polat konuştu.
“Öğleden sonraya yetiştir dedi diye telaşlandıysan, boş
ver. En fazla konuşup kafanı şişirir biraz. Dinlenseydin keşke.” Burak’tan
bahsederken yüzünde beliren sıkıntılı ifadeye istemsizce gülümsedim. Kısa bir
süre sonra buna gerek kalmayacaktı.
Onları çalışmadığıma kısaca ikna ettiğimde yerlerine
geçmişlerdi. Ömer de çok geçmeden gelip masasına yerleşti. Burak’ın az önce
odasına ilerlediğini cam kapımız sayesinde kolayca görebilmiştim. Daha fazla
oyalanmadan telefonuma uzandım.
“Söyle hem çalışanım hem yengem kadın,” Caner’in telefonu
açış şekline gözlerimi devirsem de gülmeden edememiştim. “Buraya uğrayabilir
misin, mümkünse ortaklarını da toplayarak. Müsaitlerse…”
Sesi hızla ciddileşti. “Bir sorun mu var İzgi?”
“Hayır, gelin siz. Anlatacağım ben durumu. Lütfen
ayaklandırma milleti, özellikle en gergin olanınızı…” Acar’ı kastettiğimi
anladığında güldü. “Tamam, geliyorum bizimkileri de alıp.”
“Müşteri mi geliyor?” Ömer masalarımız bitişik olduğundan
fısıldasam da beni duyuyordu zaten. “Hayır,” dedim normal bir sesle. “Caner Bey
gelecek.”
Yüzünde meraklı bir ifade belirdi. Ama üstelemek yerine
bilgisayarına döndü.
Aradan birkaç dakika geçtikten sonra içeriye giren
dörtlüyü fark ettiğimde ayaklandım. Küçük bir çocuk heyecanıyla ayaklanmam
herkesin dikkatini çekmiş gibiydi. Caner’in gerçekten herkesi toplamasına sonra
teşekkür edecektim.
“Hoş geldiniz.” dedim onlara dönmüşken.
“Yeni proje mi bitti, hayırdır?” Melih etrafta göz
gezdirirken sorunca kaşlarımı kaldırdım. “Hayır, projeden önce küçük bir işimiz
var. Bir dakika bekleyin beni.”
Hızlı sayılabilecek adımlarla yanlarından geçerek odadan
çıkacakken Acar’ın ‘ne çeviriyorsun’ bakışlarını görmezlikten gelmiştim. Zaten
birazdan öğrenecekti.
Birkaç adım ileride olan diğer odaya kapıya sertçe bir
kez vurup girdiğimde masasında oturuyor olan Burak’ın dikkati üzerime
çevrilmişti. “Evet?” dedi sorarcasına.
“Yanımıza bi’ uğrayabilir misiniz? Önemli bir konu var.”
Kaşları havalandı. Ama bir şey söylemeden ayaklanıp
kapıya doğru geldi. Ben bir adım önünde ilerleyerek içeri girmiştim tekrar.
Birlikte odaya girdiğimizde ortadaki toplantı masasına
yerleşmiş olan patron dörtlüsünü görünce Burak’taki gergin değişimi fark
etmemek imkânsızdı.
“Bir sorun mu var?” diyerek konuştuğunda herkes aynı soru
işaretleriyle birbirine bakıyordu.
“Onu birazdan anlayacağız Burak Bey.” Açık bir imayla
kurduğum cümleden sonra geldiğimden beri ilk kez Burak’ın yüzündeki kibirli
ifadenin saniyelik de olsa dağıldığına şahit oldum.
Elimle bizimkilerin yerleştiği masayı gösterdiğimde o da
boş bir sandalyeye yerleşti.
Polat, Yağmur ve Ömer üçlüsü de benim çaprazımda ayakta
duruyorlardı.
Masamdaki kâğıtlardan birkaçını alıp ortadaki uzun masaya
bıraktım. “Önümüzdeki projelerde tasarım ekibinden beklenen hedeflerin
hiçbirine ulaşamayacağız.” dedim çok normal bir şeyden bahseder gibi.
“Ne?” sorusu Çağla’dan, adımın sertçe söylenmesi ise
Burak’tan gelmişti.
Adımın dudaklarından dökülüşü bitmeden Acar’ın
bakışlarının ona çevrildiğini ve hemen yerine sindiğini göz ucuyla
görebilmiştim.
“Polat ve Yağmur dijital süreçle ilgileniyorlar. Ömer ise
çoğunlukla müşteri ajans bağlantılarından sorumlu.” derken kısaca onlara
baktım. “İşlerini olması gerektiği gibi devam ettiriyorlar. Geriye ise
tasarımların çıktığı ana kaynak, yani son ekip üyesi kalıyor. Kısa bir süredir
ben ilgileniyorum bununla.”
Gözlerimi Burak’ın üzerine diktim. “Diğer üç kişi
aylardır aynı kalmasına rağmen, benim yerimde çalışmış olan kişiler en fazla
bir buçuk ay içerisinde değişip durmuş. Kimi istifa etmiş, kimi projelerde
ortalamanın çok altında başarı elde edince işten çıkartılmış.”
“Nereye varacaksak, hızlı varalım.” diyen Acar’ın
sinirinin bana olmadığını anlamıştım. Bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı,
sonucu öğrenmek istiyordu.
“Bitmek üzere.” dedikten sonra nefeslendim. “Geldiğimde
eski proje taslaklarını incelemem istendi, incelerken dikkatimi çekenler
sebebiyle de benden önce çalışan kişilere tek tek ulaştım. Birkaçı konuşmak
istemedi, ne tesadüf ki konuşmak istemeyenler buradan çıkar çıkmaz aynı
şirkette işe başlamış olanlardı. Geriye kalan kişilerden ise pek hoşunuza
gitmeyecek bir şeyler öğrendim.”
Kâğıtların birkaç çıktısını aldığım için herkese birer
tane uzattım. “Adını duymamış olmanız imkânsız diyebileceğim, son zamanların
gözdesi bir reklam ajansı. Önceki sarsıntılı sürecine rağmen şu an bize oldukça
yakın bir üne ve bütçeye sahipler.” dedikten sonra aklıma yeni gelmiş gibi
hafifçe kafama vurdum.
“Ben niye anlatıyorsam, Burak Bey siz daha iyi
biliyorsunuz bu ajansın bilgilerini. Anlatmak istemez misiniz?”
Bakışlar ona dönerken, o dikkatle bana bakıyordu.
Gözlerinde gördüğüm saf öfke ve araya sıkışmış korku birbirine dolanmıştı.
Kuyruğunu kıstırdığımı biliyordu, buradan sonra döndüremeyecekti.
“Ne saçmalıyorsun?” diyerek aniden ayaklandığında başımı
omuzuma doğru eğdim. “Burada size verilen proje önerilerini o ajansa iletip,
teklif sunan çalışanlara çöp gibi hissettirerek saçma sapan projeleri
müşterilere sundurmanızdan bahsediyorum. Para karşılığında iş etiğinizi
satmanızdan falan…”
Bana doğru gelecek gibi hareketlendiğinde Acar’ın masaya
eliyle ne sert ne de yumuşak olacak şekilde vurması odada yankılandı. “Otur
oturduğun yere, savunman varsa anlat. Önümdeki maillere değil sana inanmamızı
sağla.”
Kâğıtlarda, Burak’ın istifa etmelerine gerek psikolojik
gerek maddi şekillerle zorladığı birkaç çalışanla mailleştiğim satırlar vardı.
Sus payı olarak bazılarını o bahsettiğim ajansta işe sokmuştu ama bazıları direkt
olarak susturulmuştu. Bir şekilde onlara ulaşmayı başarmıştım.
“Anlattıkları doğru değil, iftira atarak beni yerimden
etmeye çalışıyor. Yıllardır sizinle çalışıyorum, asla böyle bir olayda adım
geçmedi.”
“Seni yerinden etmek ona ne kazandıracak? Çok istese
gelir yukarıda benim odamda oturur, hiçbirimizin gıkı çıkmaz Burak. Sence
ihtiyacı var mı seni yerinden etmeye?” Caner’in tepkisinden sonra kısa bir
sessizlik oldu. Burak yüzündeki sinirden ve belki de pek sahip olduğuna
inanmasam da utançtan oluşan kızarıklıkla yerine sinmişti.
“Odama. Hemen.” Acar ayaklanarak Burak’a bakıp
konuştuktan sonra hızlıca dışarı çıktı. Arkasından Melih ve Çağla da muhtemelen
ilk anki sinirini biraz törpülemek için ilerlemişlerdi. Burak bana beni çok
sevdiğini (!) anlatan bakışlarının ardından ayağa kalkıp o da gitti.
Geriye Yağmur, Polat, Ömer, Caner ve ben kalmıştık.
“FBI mısın kızım sen? Neler araştırdın?” Caner elindeki
kâğıdı bana doğru ittirirken hayretle konuşunca Yağmur’un sessiz olmaya
çalışarak kıkırdadığını duydum. “Gelip burada bir hafta çalışsaydın aynısını
sen de yapardın, delirtti beni.”
“Doğru mu söylüyor?” diyerek arkamdaki üçlüye baktı. Ömer
hareketsiz kalırken diğer ikisi onaylamıştı. Ömer’in Burak’a olan yakın
tavırlarından onun da bu işin içinde olduğundan başta şüphelenmiş olsam da
aslında sadece patron yalakası olduğunu basitçe anlayabilmiştim. Şimdi de acaba
suç ona da sıçrayacak mı diye korkuyla bana bakıyordu zaten.
“Bir ilgin olmadığını biliyorum Ömer.” dedim sakince.
“Burak tamamen kendi çalıp kendi oynamış.”
Rahat bir nefes aldığını hareketlenen göğsünden
anlamıştım.
“Ben de çıkayım yukarı, Acar ilk enerjisini atmıştır
inşallah.” Caner söylene söylene dışarı çıkarken arkasından tekrarladım.
“Sanmıyorum ama âmin diyeyim.”
Caner odadan çıktığında Yağmur hızla üstüme atlayınca zar
zor dengede kalabilmiştim. “Ya sen melek misin?” diye cırlayarak beni sıkıca
sararken kıkırdayarak kollarımı ona doladım. “Öyle miyim?”
“Öylesin, şu saatten sonra benden isteyeceğin ve benim
yapmayacağım hiçbir şey yok.” Polat da arkadan ekleyince ona göz kırptım.
İlk geldiğim gün burada ekip ruhu olmadığını ve sorunun
bu olduğunu düşünmüştüm. Ekip ruhunun varlığına tek bir engel olduğunu ise kısa
sürede anlamıştım zaten. Şimdi geriye hiçbir problem kalmamıştı, Burak’ın yerine doğru düzgün biri seçilirse
her şey yoluna girecekti.
~
Acar fısıldayarak da olsa yaklaşık yüzüncü küfrünü ederek
sinirini kusarken ofladım. “Acarcım bi’ sus n’olur!”
“Nasıl susabilirim Feris? Aylarca piçin teki ayakta
uyutmuş herkesi, seni tasarıma almak gibi bir hamle yapmasak yıllarca da devam
edecek kadar iyiymiş tezgâhı.”
İşten atılma korkumun olmayışı bana rahatça araştırma
yapma ve konuşma özgürlüğü vermişti. Acar’ı bu yüzden haklı buluyordum, ama
artık sabahtan beri saydırdığı için içim bayılmıştı.
“Evet, anlıyorum ama geçti bitti artık. Kendini iyice
geriyorsun, damarların patlayacakmış gibi kaskatısın şu an. Biraz sakinleşsen…”
İş konusunda ne kadar mükemmeliyetçi olduğunu biliyordum,
hem kendim gözlemliyordum hem de birçok kişiden defalarca kez duymuştum. Şimdi,
böyle bir hatanın altında kalmış olmak onu fazlasıyla delirtmişti bu yüzden.
Önümüzdeki trafik yoğunluğu azalmak bilmezken sıkıntıyla
öne doğru eğilip alnımı torpidonun üzerine yasladım. “Ne oldu?” diye sorduğunda
omuzlarımı silktim. “Çok sıkıldım yol niye bitmiyor?”
“Kaza var muhtemelen, bu kadar sıkışmazdı normalde.”
Yeniden arkama yaslandım. Acar’ın sağ elini çekiştirip
kendi kucağıma aldıktan sonra avuç içine ve parmak boğumlarına masaj yapmaya
başladım. Elleriyle ilgilenmek hoşuma gidiyordu. “Eline yumak tutuşturulmuş
kediye dönüyorsun ellerime dokununca.”
Diğer eli direksiyona yaslıyken ben iki elimle tek elini
kavramıştım. “Seviyorum,” dedim devamında duraksayarak. “Ellerini.”
Kısık bir sesle güldü. “Ellerimi mi sadece?”
“Daha ne istiyorsun? Gayet yeterli Acarcım.”
“Yaklaşsana sen bana biraz.” dediğinde nazlanıyormuş gibi
geri çekildim. “Olmaz, çok ayıp.”
Bu hareket için biraz yanlış bir zamandı, çünkü araba bir
milim bile ilerlemediğinden Acar rahatça kemerini çözüp bana doğru eğilip
dudaklarımı sertçe öpebilmişti. Hoyrat ama kısa bir öpücüğün ardından geri
çekilip koltuğuna yaslandı.
“Bu da ayıp mıydı?” diye sorduğunda benimle dalga geçtiği
belliydi. Beni her öptüğünde gözüne far tutulmuş tavşan gibi donakalmamdan zevk
alıyordu. “Çok da değil,” dedim kısık bir sesle. Bu, neredeyse kahkaha atmasına
sebep olmuştu.
Arabaya bindiğimiz andan beri gergin olan halinin artık
daha normal durmasından memnundum. Acar’ı hamur misali yumuşatabilmeyi
seviyordum.
Yol biraz açıldığında Acar sapmamız gereken yoldan
gitmeyip düz devam edince merakla ona döndüm. “Eve götürüyorum seni demiştin.”
“Öyle yapıyorum zaten güzelim.” Babamlara gitmek için tam
ters yöne saptığına göre tek yaptığı kelime oyunuydu. “Kendi evinden mi
bahsediyordun?”
Sırıttı. Halen elini tutuyor olduğum elimi havalandırıp
dudaklarına yaklaştırdı, ardından yumuşakça öptü. “Anladığını düşünmüştüm.”
“Benim aklım senin gibi böyle oyunlara ermiyor Acarcım,
sinsi değilim.” dedim burnumu havaya dikerek.
“Bak sen,” derken gülüşü kaybolmamıştı. Ondan daha beter
olduğumu ikimiz de biliyorduk, ama bana uyum sağlamıştı.
Araba sitenin otoparkına girdiğinde kapımı açıp indim.
Arka koltuğa attığım ceketimi üzerime geçirmek yerine sıkıca tutarak çantamı
omuzuma astım. “Atölyeye geçsek olur mu?”
Bu haftayı atölyeyi kendi istediğim düzene sokarak vakit
öldürüp geçirmiştim. Aklımdaki düşüncelerden kaçmanın en kolay yolu bu gibi
gelmişti, işe de yaramıştı. Hem atölye içinde iyi hissedebileceğim kadar
samimileşmişti hem de eskiden beri en büyük sığınaklarımdan biri olan renklere
ve çizgilere yeniden kavuşmuştum.
“Olur, geçelim. Dışarıdan söyleriz yemeği zaten benim
evde de bir şey yoktu.”
Atölye diğer blokta olduğundan diğer asansöre ilerledik,
ardından kısa bir yolculuktan sonra kata ulaşmıştık. Çantamdaki anahtarı
çıkartıp kapıyı açtım. Acar, ben burayı tamamladıktan sonra uğramamıştı hiç, bu
yüzden tepkisini merak ediyordum.
İçeri girdiğimizde ayağımı acıtan topuklulardan
kurtularak kenara attım, ceketi de asıp salona -aslında çizim alanıma-
geçmiştim. Acar’ın da arkamdan geldiğini adım seslerinden anlayabiliyordum.
Kapının biraz ilerisinde duraksadım. Sırtıma yaslanan
sert göğsünden hemen sonra kollarını da belimden öne doğru uzattı. Yanağını
şakağıma doğru yaslamışken etrafı incelediğini hareket eden başından
anlayabiliyordum.
“Dokunuşların her şeyi bu kadar büyülü kılmak zorunda
mı?” diye mırıldandığında gözlerimi kırpıştırdım. Sesinden basit cümleler dahi
beni etkileyebiliyorken, bir de böyle konuştuğunda içimde büyük çalkantılar
yaratıyor, hislerimi tepetakla ediyordu.
“Güzel olmuş mu gerçekten?”
Onaylamak yerine iç çekerek şakağımı öptü. “Burada henüz
hiçbir tablo tamamlamadın değil mi?”
“Hayır,” dedim sessizce. Yangından beri fırçalara
dokunmamıştım. Her heveslendiğimde ya hayatımda bir şeyler rayından çıkmış ya
da aklıma yangında yitip giden emeklerim gelip beni engellemişlerdi.
“Bugün tamamlayacaksın o halde, ben de seni izleyeceğim.
O resim de benim olacak. Anlaştık mı zümrüt göz?”
“Acar-“ diyerek itiraz etmek ve henüz hazır olmadığımı
söylemek üzereyken beni yavaşça döndürdü. Çenemi hafifçe kavrayıp başımı
kaldırdığında göz gözeydik. “Şimdi söyle.”
Gözlerinde itiraz kabul etmeyeceğini belli eden, aynı
zamanda küçük bir çocuk hevesiyle parıldayan hisleri gördükten sonra sessiz
kalacağımı biliyordu. Bunun için beni kendisine çevirmişti.
Çenemi tutuşundan sıyrılarak yüzümü göğsüne yasladım.
“Bugün yeni başlangıcımız olsun Feris, şimdiye kadar iyi
olanlar kadar kötülerini de yaşadın, yaşadık biliyorum. Ama bugün hepsini
arkada bırakalım, gömülü kalsınlar. Olmaz mı?” Söyledikleri biter bitmez saçlarımın
içine saklanır gibi yüzünü bastırdı.
“Olur,” dedim fısıldayarak. “Sen varsan her şey olur.”
Birkaç dakika hareket etmeden öylece kaldık. Kokusunu
sakince soluyarak varlığını her zerremle hissetmeye çabalarken yüzümü yavaşça
göğsünden kaldırdım. Bu, onunda yüzünü saçlarımdan çekmesine sebep olmuştu.
Boynumu geriye doğru yatırıp parmak uçlarımda yükselerek
ona uzanmaya çalıştım. Ne yapmaya çalıştığımın farkında olsa da bana doğru
eğilmedi, ona ulaşmak için böyle uğraşmamı sevdiğini bildiğimden
garipsememiştim.
Dudaklarımı dudaklarına dokundurabilecek kadar
yükseldiğimde duraksamadan onu öptüm.
Alt dudağını emerek ağzımın içine yuvarladığımda kısık
bir inlemeyle tek kolu sıkıca belime dolandı. Parmak uçlarıma yüklenmeme gerek
kalmadan tutuşu boylarımızı yakınlaştırmak için yeterli hale gelmişti böylece.
Kollarımı boynuna sarıp üst bedenlerimi tamamen birbirine
yasladım. Saniyeler sonra belimden sıkıca kavrayıp bacaklarımı da ona sarmama
sebep olmuştu. Öpüşmemiz gittikçe derinleşirken çoktan kapanmış olan gözlerime
rağmen onu görebiliyormuşum gibi hissediyordum.
Yürümeye başladığında bunu umursamadan ellerimi
yanaklarına uzatıp sakallarının avuç içlerimi çizmesine izin verdim.
“Yeşillerini gözlerime diktiğin ilk andan beri sonum
olacağının farkındaydım, bunu kendime itiraf etmekte geciken aklımı sikeyim.
Sensiz kaybettiğim bir dakika bile artık o kadar fazla geliyor ki…”
Dudaklarımızı birbirlerinden bir nefes mesafesi kadar
ayırıp bunları mırıldandığında gözlerimi kısıkça araladım. Yatak odası olarak
kullanmayı planladığım odaya girdiğimizi o anda fark edebilmiştim.
“Bazen senin yanındayken rüyalarımdan birindeymişim gibi
geliyor, sana varlığımı bile hissettirememişken görüp durduğum ve gerçek
olamayacaklarına inandığım rüyalardan biri… Ama buradasın Merih,” dedim nefesim
öpüşünün etkisiyle kesikleşmişken. “İyi
ki buradasın.”
Dudaklarının geniş ve onda görmeye yeni yeni alıştığım
mutluluk saçan bir gülümsemeyle kıvrılmasını saniye saniye izledim, gözlerimi
oradan ayırmadım. Bana bu gülücüğü sıkça bahşediyor da olsa, benim için hep
özel kalacaktı. İlk anki kadar etkileyici olmaya devam edecekti.
Gülüşü sonlanmadan dudaklarımızı yeniden birleştirip onu
öptüğümde gülmeyi bırakmak yerine daha çok gülümsedi. Bu, bir aynaya
bakıyormuşum gibi benim dudaklarıma da yansıdığında dışarıdan delirmiş gibi
göründüğümüze emindim. Kocaman gülümseyerek, dudaklarını birbirine yaslamış iki
deliydik.
Belimde duran eli ani bir hareketle kalçama kayıp etimi
sertçe sıkıştırdığında, söylediklerimin onda mutluluk dışında biraz(!) farklı
bir etki daha bıraktığını anlamamam imkânsızdı. Homurdanarak dudaklarından su
içiyormuş gibi kana kana onu öperken karnının hemen altına, kemerinin üzerine
yaslanan kasıklarımda birkaç balon patlamak üzere şişmeye başlamıştı.
Altımdaki kumaş pantolonun büyük bir engel oluşu hoşuma
gitmediğinde nefes nefese dudaklarımı ondan çektim. Elimi birbirine yaslı
bedenlerimiz arasına sokup aşağıya ittiğimde benden çok ona sürtünmüştü avucum.
Ne yapmaya çalıştığımı görse de kalçamı sıkıca sarıp beni
kendisine bastırmak dışında hiçbir şey yapmadan, koyulaşan kahverengi
irisleriyle beni izlemeye devam ediyordu. Pantolonumun düğmesine uzandığımda
biraz zorlansam da düğmeyi ve ardından fermuarı açmayı başarmıştım.
Pantolon belimde bollaştığında Acar beni delirtmeye
çalışırcasına yavaş hareketlerle avucunu yukarıya itti. Elinin pantolonu
aşabileceği kadar bir boşluk vardı, saniyeler sonra kalçamı iç çamaşırımı da
umursamadan çıplak bir şekilde kavramış haldeydi.
Burnunu yanağıma doğru sürterken dudaklarından kopan
kısık küfür odaya yayılmadan önce kulağıma doldu.
Kalçamdaki tutuşu, normal bir anda canımı yakıp beni
sızlatacak kadar sertti ama şu anda beni delirtmekten başka bir şeye sebep
olmuyordu. Bacaklarımı gevşeterek kasıklarına doğru kaydığımda gözlerim geriye
doğru kayar gibi oldu. Sıcaklamaya ve sızlamaya başladığını hissettiğim
kadınlığımda daha sert bir baskı istiyordum, bu da tüm hücrelerimi
ayaklandırmıştı.
Acar beni yatağa sırtüstü yatırıp aniden doğrulduğunda
göğsüm aldığım nefeslerle inip kalkarken hemen önümde ayakta dikilen iri
bedenini gözlerimi kırpmadan izliyordum.
Gömleğinin düğmelerini acele etmeden, hantal hareketlerle
çözmeye başladığında benimle oynaması ve yavaşlığının siniri birleşerek
bedenime uyarılar yollamıştı. Onun aksine çok daha hızlı şekilde gömleğimin
üstten birkaç düğmesini çözüp yakamı genişlettim.
Sol avucumu boşluktan içeri itip, sütyenimin içinden
kendi göğsümü kavradığımda Acar’ın bakışları istediğim gibi tam oraya kaymıştı.
Sertleşen göğüs ucuma sürtünen avucum boğukça inlememe yol açtığında, henüz
yarısını dahi açmadığı düğmelerin birkaçını yere saçacak hızda üzerindekinden
kurtulmuştu.
Kemerini çözmesini, pantolonunu da üzerinden atmasını
dudağımın kenarını sertçe ısırarak izlerken yatakta onun için hazır olduğumu
belli eder halde uzanmam, Acar’ı daha önce olmadığı kadar delirtmiş gibi
duruyordu.
Üzerinde tek bir parça bile kalmayana dek soyunduğunda
bakışlarımı göğsünden yavaşça aşağıya doğru kaydırıp, koyu bir yeşile dönüp
parladıklarına emin olduğum gözlerimi kasıklarına diktim. Bu, sadece saniyeler sürebilmişti.
Acar bir dizini bacaklarımın arasına yaslayıp üzerime
doğru kapandığında boynumu geriye yatırarak dudaklarına uzanmaya çalıştım. Bu
çabamı karşılıksız bırakarak dudaklarını boynuma gömdüğünde tenimi yakan sıcak
ve ıslak öpücükleriyle kıvranır gibi hareketlenmiştim.
Adını mırıldanarak ihtiyaçla seslendiğimde dişlerini
derime büyük bir tehdidi dile getirir gibi sürttü. Göğsümde duran, aramızda
sıkışan elimi diğer elimle birleştirip başımın üzerinde çaprazladığında göğsüm
ona doğru istemsizce yükselmişti.
Çoktan açılan düğmelerim, sütyenimin yarısını örtebildiği
memelerimi belirgin halde ortaya çıkarttığında Acar duraksamadan boynumdaki
dudaklarını aşağıya yönlendirdi.
Bir eli, ellerimi tepemde sabitlerken diğeriyle
üzerimdekileri çıkartmak için bütün maharetini kullanıyordu. Önce gömleğim,
ardından biraz zorlansa da sütyenim bedenimden sıyrıldı. Odanın alakasız
uçlarına düşen kıyafetler ikimizin de umurunda değildi.
Üst bedenimde hiçbir şey kalmamışken, altımdaki
kıyafetlerim duruyordu. Buna rağmen Acar’ın gittikçe büyüyüp belirginleşen
varlığını bacak içimde aramızda kumaşlar yokmuşçasına hissedebiliyordum. Göğüs
ucumu dudaklarının arasına alıp özümü almak ister gibi emdiğinde hassas derim
ürpermeme sebep oldu. Refleksle kasıklarımı kaldırıp ona sürtündüğümde
göğsümdeki dudağının kıvrıldığını hissetmiştim.
“Merih,” diyerek iki hecede söyleyebildiğim adını nefesim
yetmezmiş gibi seslendiğimde dudaklarını meme ucumdan ayırmadan bakışlarını
yukarı dikip bana baktı. Alttan bu şekilde bana bakması yeterince yanmıyormuşum
gibi kasıklarımda bir alev topu daha oluşturmuştu.
Emerek şişirdiği, kızarıklığı artan ucumu serbest
bıraktı. “Söyle güzel bebeğim,”
“Lütfen,” dedim gözlerimi zar zor açık tutarken.
Kasıklarımı sertçe ona yaslı tutuyordum, ne istediğimi anladığını biliyordum
ama benimle oynamaya bayılıyordu.
“Beni mi özlemişsiniz?” Çoğullaştırdığı soruya ve sesinin
boğukluğuna küçük bir inlemeyle karşılık verdiğimde dudaklarının arasına
almadığı diğer göğüs ucumu aniden iki parmağının arasında sertçe sıkıştırdı.
Bedenime aynı anda hem acı hem zevk ikazları yollayıp sarsılmama yol açan
hareketinden sonra halen tepede tuttuğu ellerimi indirmek için kıvrandım.
Ona dokunmak istiyordum.
Bileklerimi serbest bıraktığında hızla ensesine uzanıp
saç diplerine yapıştım. Bedenimdeki dalgalanmaların acısını ondan çıkartmak
ister gibi saçlarını çekiştirdiğimde bu, onu sızlatmak yerine harlamıştı.
Beni tutmadığı için iki elini de serbestçe kullanarak
pantolonumu ve iç çamaşırımı aynı anda bacaklarımdan sıyırırken kalçalarımı
havalandırarak ona yardım ettim. Artık ikimiz de çırılçıplaktık.
Bedenlerimizden yayılan sıcaklık birbirimize bulaşıyor, her şeyimiz birbirine
karışıyordu.
Bacaklarımı ayırmam için dizlerimi iki yana iterken aynı
anda da dudaklarını yüzüme doğru uzatıp onu öpmem için bana fırsat tanıdı.
Dudaklarını sertçe kavrayıp ağzımın içine çekerken ensesinde tırnaklarımı bıçak
inceliğinde gezdirip teninde izler bırakıyordum.
Dudaklarıyla oyalanmam için birkaç saniye bekledikten
sonra başparmağıyla kadınlığımı boydan boya, büyük bir yavaşlıkla okşadı. Bu,
ağzımın açık kalarak büyük bir inlemeyi dudaklarımdan taşırmasına sebep
olmuştu. Dudakları dudaklarımdan birkaç santim uzaktı ama yeniden onlara
uzanacak kadar iyi değildim.
Islaklığımın parmağına bulaştığını görmesem de
hissedebiliyordum. “Parmağımı bile
içeri almak için deliriyorsun, sızlayan kuytun beni mi bekliyor Feris?” İkinci
kelimesine yaptığı baskıyı zar zor algılayabilirken kadınlığım onun daha sert
bir baskıyla orayı kavraması için deliriyordu.
Bir elimi bileğine uzatıp beni okşaması için avucunu
sıcaklığıma yaslamak istedim. Buna izin vermedi. Beni yatıştırmak ister gibi
dudaklarımı peş peşe ıslakça öptü. “Şşt, dokunursam akacak kadar hazırsın.
Elime gelmeni istemiyorum, bu kez özünü tatmak istiyorum.”
Kulaklarıma dolan cümlesini ben henüz algılamayı
tamamlayamadan, belimi iki yandan kavrayıp beni yatakta geriye doğru ilerletti.
“Onu bana sen ver, ağzıma kendini bastır isterdim ama bu, başka sefere kalsın
şimdilik. Ben de en az senin kadar sabırsızım güzelim.”
Yastıklara kafamı koymak yerine tam tersi yönde yastıklar
solumda kalacak şekilde uzanıyordum. Başım neredeyse yataktan düşecek kadar
gerideydi. Acar beni yukarı ittikten sonra kendisi de tamamen yatağın üzerine
çıkmıştı.
Birazdan neler olacağını biliyordum, ama ne hissedeceğimi
bilmiyordum ve bu beni sınıra sürüklüyordu. Avucuyla kadınlığımı tembel bir
hareketle ovuşturduğunda bacaklarımı birbirilerine bastırma isteğiyle kapatmaya
çalıştım. Acar aramızdaki güç dengesizliğinden faydalanarak tek hamlede buna
engel olmuştu.
“Uslu durmayacak mısın?” Eli hareket etmese de halen
kadınlığımda bekliyordu. Avucunu sırılsıklam yaptığımı hissediyordum. “Sana
karşı koymanın, içine gömülüp en derininde soluklanamamanın ne kadar zor
olduğundan haberin var mı zümrüt göz? Nasıl bir irade savaşı verdiğimi biliyor
musun?”
Hıçkırır gibi inledim. Boğazımdan çıkan sesleri kontrol
edemiyordum, bedenim titriyordu.
“Sikeyim,” dedi hırlar gibi. “Bir tanrıçadan farksız
halde önümde sere serpe yatarken ben siktiğimin iradesine nasıl sahip
çıkabilirim? Anlat bana bebeğim.”
Dudaklarımı anlamlı kelimeler çıkartmak için
aralayamadığı belli eder halde, çaresizce ona baktığımda kısa bir an gözlerini
yumup başını geriye attı. Bunun, onun için son radde olduğunu anlayabilmiştim.
Başını göğüs oluğuma yaklaştırdı. Dudakları düz bir
çizgiyi takip ederek karnıma doğru sayısız öpücüğü tenime damgalarken göbek
deliğimin altına ulaştığında, dudaklarının yerini dili aldı. Islak bir yol,
karnımın yarısından başlayıp kasık çizgime kadar indiğinde bedenimi ona doğru
havalandırmak istiyor fakat her seferinde belimi demirlenmişçesine sıkıca saran
ellerinin hapsinde kalıyordum.
Dili en son kasığımın üstündeki yerde gezinip orayı
ıslattığında bir adım sonrasının tepemdeki en hassas nokta olduğunu bildiğimden
delirmek üzereydim. Avucunu çoktan kadınlığımdan ayırmıştı. Bacaklarım iki yana
açık dururken, sıcaklığım bütün çıplaklığı ve hatlarıyla gözünün önündeydi.
Kısa bir an utancın kapanına kısılıp, yanaklarımın yandığı hissederek
sızlandım.
Bu, Acar’ın dudaklarını sulu bir öpücük bırakır gibi
kadınlığıma bastırdığı anda sönen yalancı bir utançtı. Şimdi tek derdim,
ağzının daha derine inip benimle buluşmasıydı.
Boynumu kırılacak gibi gerip arkaya atarken üst bedenim
havalandı. Acar dudaklarını deliğime bastırmışken burnuyla tepemi uyardığında
gözlerimden birkaç damla, yaşadığım hazzın yoğunluğuyla yanaklarıma
yuvarlanmıştı.
“Acar…” dedim ağlıyormuş gibi çıkan sesimle. “Lütfen!
Dayanamıyorum.”
Ona durmasını istercesine sızlanmama karşın, ellerim
saçlarına dolanmış yüzünü kendime daha derinime gömülmesini sağlayacakmış gibi
bastırıyordum.
Dili tepemi sağa sola iterek baskıladığında bacaklarımı
omuzlarına atıp başının orada sıkışmasına yol açtım. Bu, hırıldayarak
inlemesine ve az öncekinden çok daha hoyrat bir biçimde ıslaklığımı ağzıyla
talan etmeye başlamasını sağladı.
Bir eli sağ üst bacağımı sertçe sıkarak etimi
sıkıştırırken diğeri kasığımda dilinin, ağzının gezindiği yeri aralamakla
meşguldü.
Bir dağın zirvesine koşar adım tırmandığımı, defalarca
kez düşecek gibi olsam da düşmeyi bile başaramadığımı hissediyordum. Acar’ın
ağzından dökülen iştahlı sesler kulağıma doldukça bedenimdeki titremeler
artıyor, klitorisimi sertçe emdikçe içimden birçok parça aynı anda kopup
gidiyor gibi sarsılıyordum.
Dağın zirvesine ulaşmama hiç zaman kalmadığını fark
ettiğimde, bedenimin verdiği tepki Acar’ı da uyarmıştı. Dudaklarını birkaç
saniyeliğine oradan ayırıp bana yine alttan, oldukça tetikleyici bir şekilde
baktı. Başparmağı dudaklarının eksikliğini birkaç saniye de olsa hissetmemem
için görev almış gibi deliğimde gezinirken titrek bir nefes çektim.
“Gelmek üzeresin değil mi? Hassiktir, gözlerin… Her duygun
o yeşillere renk değişimi yaşatıyor, ama bu başka. Ağzıma akacağın için mi
böyle delirdin güzelliğim? Seni içmemi istiyorsun, içeceğim. Her zerreni
tadacağım.”
Benim adından başka kelime dökemememe rağmen ondan beni
daha da azdıran tonlarca cümle duyuyor olmak ağzını ve ellerini kullanmadan
beni boşaltmasına yetebilirdi. Bunun farkında mıydı emin değildim, farkında
olsa denemek isteyeceğini haykıran iç sesime hak veriyordum.
Gözlerim geriye kaydığında başımı sertçe yatağa vurdum.
Rahatlamama az kaldığı için en üst noktada, en yoğun hislerle sızlayan
kadınlığımdan parmağını çekmedi. Parmağı klitorisimi ovarken ağzını deliğime
yaslayıp duraksadığında çığlığa benzeyen, hatta çığlıktan farksız bir sesle
odanın duvarlarını sesimle boyamıştım.
Bana dakikalar gibi gelen ama saniyeler bile sürmediğine
emin olduğum süre geçtiğinde zirveden aşağıya yuvarlanıyor haldeydim. Bedenim
kaskatı kesilirken tüm gücümle Acar’ın ensesini ve sırtını tırnaklarımla
damgalıyordum.
Vücudumdaki rahatlama tüm hücrelerime yayılırken Acar
dudaklarını bir süre daha benden ayırmadan diliyle kadınlığımın her zerresini
temizledi. Sık alıp verdiğim nefeslerle göğsüm düzensizce inip kalkarken
gözlerim zevkle dolmuş haldeydi.
“Sana ait olan, tapmayacağım ve beni delirtmeyecek hiçbir
halt yok. Nasıl bir şeysin sen?”
Tek bir damlasını dahi bırakmadan içtiği zevk suyumla
ilgili konuşurken ses tonu ve bakışları beni saniyeler önce rahatlamamışım gibi
yeniden uyarmak üzereydi. Henüz onun rahatlamadığını ve bu akşamın böyle kısaca
sonlanmayacağını biliyordum, Acar’ın bakışları beni buradan saatlerce
kaldırmayacağının yemini eder gibi önümde duruyordu.
~
“Hemen çıkartırlar mı peki onu? Yani… Evet, başkası
tarafından teşvik edilmiş ama sonuçta beni öldürmek isteyecek kadar gözü
dönmüştü. O akşamda eğer Acar olmasa birimizi öldürecek derecede
yaralayabilirdi.”
Soner abinin anlattıkları bittiğinde aklıma takılan
soruları sormak istemiştim. Kalabalık bir grup halinde, benim isteğimle sahile
gelmiştik.
Bizim evde; Sedat amcalar, Tuğrul amcalar, amcamlar ve
dayımların da dahil olduğu eve zar zor sığabildiğimiz bir akşam geçirmiştik.
Yemekten sonra zaten hep birlikte salona sığmamız imkânsız olduğundan yaşı 30
yaş üstünü ve Pamir’i evde bırakarak dışarı çıkmıştık.
Hepimizin aynı anda konuşması mümkün değildi, zaten küçük
gruplar halinde dağılmıştık. Benim etrafımda Acar, Yekta ve Yaman abim, Soner
abi ve Selim vardı. Yani kısaca yaşı büyük olanları yanıma dizmiştim. Diğerleri
ilerimizde Koray ve Ufuk öncülüğünde eğleniyorlardı. Gülüş sesleri sahile
yankılandıkça onlara bakıp ben de gülümsüyordum arada. Sevdiklerimin bir arada
ve mutlu olmasından oldukça memnundum.
“Tabii ki çıkmayacak koca yanak, Şeyda tarafından suça
teşvik edilmiş evet; ama suçları fiilen işleyen oydu. Kundaklama ve adam
yaralama, ayrıca tehdit falan da katılırsa onlarca suçtan açılacak dosyası. İçini
ferah tut olur mu?”
Soner abimin ve Selim’in arasında oturuyordum. Acar ve
abimler de hemen önümüzde ayakta bekliyorlardı. Beni omuzumdan kavrayıp
kendisine doğru çektiğinde itirazsızca ona yaslandım.
“Korkmam gereken bir şey kalmadı ama sanki geçmemiş gibi
geliyor.” dedim dürüst olarak. “Sanki Şeyda dirilecek, Cem hapse girmeyecek ve
yeniden o korkuyla yaşayacakmışım gibi…”
Selim’in kolumu sıvazladığını hissettim. “Bunda garip bir
şey yok canım benim, bu yavaşça iyileşeceğin bir süreç. Biz yanındayız, güvende
olduğu hissettikçe geçecek söz veriyorum.”
Başımı olumlu anlamda salladım. Soner abim eğilip alnımı
öptüğünde kaşlarını çatarak geri çekildi. “Üşümüşsün kızım sen, niye
söylemiyorsun?”
Ben itiraz edene kadar Acar üzerindeki montu çıkartıp
beni sarma gibi sarmıştı. İç çekerek montu düzelttim. “Üşümedim, ama sizin
inadınızla uğraşmaktansa sıcaktan bayılmayı seçebilirim.”
Hepsi güldü, haklı olduğum açıktı zaten.
“Aferin damat, işe yara biraz.” Soner abi, Acar’ı eliyle
göstererek konuştuğunda Yaman abim ters ters önce Soner abiye sonra Acar’a
baktı. “Ne damadı lan?”
“Sizin damat işte oğlum, neyine şaşırdın? Bugün 1500 kişi
evdeyken kız istemeyi de halledebilirdik bu arada. Bu kadar insan bir daha eve
gelirse Pınar teyzecim baygınlık geçirecek.”
Ben kıkırdayarak omuzuna gömülürken abimin bize doğru
uzanışını Yekta abim durdurdu. “Deniz var yanında, ona gelir şimdi saldırırsan.
Dur bi’.” dedikten sonra Yekta abim beni kolumdan tutup hızla yanına çekti.
“Lan!” Soner abi telaşla benim -koruma kalkanının-
yanından alındığını gördüğünde koşarak Korayların yanına kaçmıştı.
“Şakaydı birader, ne Azrail gibi geliyorsun üzerime?”
Uzaktan da olsa bağırdığında abim sabır diler gibi başını yukarı kaldırdı. Ardından
bankta boşalan yere oturdu. “Sen üşürsen söyle tamam mı? Montu geri almazsın
biliyorum ama arabaya gideriz en azından.”
Acar’a bakarak konuştuğumda bana göz kırptı. Az önceki
kaostan etkilenmiş gibi durmuyordu. Yaman abimin ‘bıçaklanma’ olayından beri
Acar’a sözlü olarak hiç tepki vermediğinin farkındaydım. Minnet duyuyor ve laf
sokmaktan geri duruyordu. Bakışları aynı kalsa da hayatını kurtarması sanırım
Acar’ı gerçekten onun gözünde farklı bir konuma getirmişti.
“Üşümez üşümez, değil mi canım kardeşim?” Yekta abim
bastıra bastıra konuştuğunda Acar beni aralarından biraz geriye çekti.
Sırtımdaki elini çekmek yerine orada bırakmıştı.
“Abi deseydin keşke, malum bir yaş kadar büyüğüm senden.”
dediğinde Selim’in bıyık altından güldüğünü gördüm. Yekta abimin buna sinir
olduğunu hepimiz biliyorduk. Yaman abim gibi o da Acar’a yaş olarak da üstünlük
taslamak istiyordu çünkü.
“Babayım lan ben, sen bana abi diyeceksin asıl. Hayat
tecrübem fazla bi’ kere.” Garip savunmasının ardından zafer kazanmış gibi
Acar’a bakan abim, gelen cevaptan sonra ağzı aralı kalmış halde duraksamıştı.
“Bana abi demen için benim de baba olmam gerekiyor yani,”
dedi sorgular gibi. “İyi, en azından çok zamana ihtiyacın olmayacak.”
Öksürüklere boğularak kendimi öne doğru attığımda Yaman
abim kaskatı kesilmiş halde bana bakakalmıştı. “Siktir… Siktir hamile misin
sen?”
Konunun tamamen yanlış anlaşılması gözlerimin
yuvalarından çıkacakmış gibi irileşmesine yol açarken insanların bize dönüp
bakacağı kadar yükselen sesimle bağırdım. “Hayır! Değilim.”
Acar aramızdaki tek eğlenen isim olarak yarım ağız
sırıtırken abimlerin şoku atlatıp hamile olmadığımı anlamalarını bekledim.
Selim de gülmeyle ağlama arası bir noktada duruyordu.
“Ne oluyor? Olay mı çıktı?” İlerimizdeki ekibin dikkatini
de benim bağırışımla çekmiştik.
“Deniz ve Acar’ın bebeğinden bahsediyorduk da.” Selim
kendini tutamayıp delirmiş gibi gülmeden önce bunu söylediğinde önümde dizleri
kırılacakmış gibi diz çöken Koray ve Melih, aynı anda karnıma bir nevi kafa
atmışlardı. “Lan! Lan yeğenim mi oluyor?” ve “Hani nerede?” Cümleleri peş peşe
ikisinden dökülürken soluklandım.
Koray karnımı açmaya çalıştığında ellerini ittirdim.
Arkadaki kalabalık beş karış açılan ağızlarıyla beni ve karnımı sırasıyla
incelemekle meşgullerdi. Toprak’ın Acar’a doğru atılacağını fark ettiğimde
hızla araya girdim. “Ya manyak mısınız? Birbirlerinden gaza geliyorlar bir de…
Değilim hamile! Toprak yerinde durur musun canımın üçte birisi!”
Çoğunluk rahatlamış görünürken, üzgün bakışlarla
karnımdan beni geri ittiren Melih’e şaşkınlıkla baktım. “Ne oluyor size?”
“Hayallerimizle oynadın hain kadın, ne demek hamile
değilim?”
Melih bana gıcık gıcık bakıp ayaklandı. Koray ise yavru
köpek bakışlarıyla alttan bana bakıyordu. “O zaman en kısa zamanda yeğenimi
burada bekliyorum, tamam mı İzgi’m?”
“Ulan elimde kalacaksınız, delirtmesenize beni!” Yaman
abim hırlar gibi bağırdığında Koray panikle doğrulup sahil boyunca kaçmaya
başladı. Abim de sanırım Acar’ın da payını Koray’a katıp, sinir topuna dönmüş
halde dakikalarca peşinden koşmaya devam etmişti.
En son Koray gelip Acar’ın arkasına saklanıp sırtına
yapıştı. “Korur musun beni birader, tek ümidim sensin şu an.”
“Deniz’e saklan, Deniz’e.” Ufuk’un önerisinden sonra
Koray ağır bir küfür savurdu. “Bu soğukta denize mi atlayayım oğlum Yaman
abiden kaçıyorum diye zatürre olurum.”
Olayı Koray dışında herkes anladığından büyük bir kahkaha
koptu hepsinden.
“Gerizekalı o denize değil, insan olana. İzgi’yi diyor.”
Melih açıkladığında abim tam buraya gelmek üzereyken Koray beni omuzlarımdan tutarak
önüne çekti.
“Eyvallah hayat kurtaran tavsiye için arkadaşlar, umarım
işe yarar. Yoksa öncesinde sinirli değilse de koşmanın siniriyle üstümden
geçecek bu adam.”
Koray’ın ayı gücüyle zar zor ayakta durabildiğimde önünde
bir dağ gibi değil de daha çok bir tepecik gibi dikiliyordum. “Çekil lan
Deniz’in arkasından! Sadece biraz pataklayacağım Koray, öldürmeyeceğim söz
veriyorum.”
“Aa, içim rahatladı abi çok sağ ol. Kemiklerimi kır, ama
öldürmediysen sorun olmaz.” Koray beni daha sıkı tuttu. “Bırakmam asla,
kıyabiliyorsan kardeşini önümden al öyle saldır.”
Abim bana baktı. “Kenara geç denizkızım, hadi.”
“Bırakmıyor ki abi, omuzuma yapıştı vantuz gibi.” dedim
çaresizce.
“Sen var ya…” Koray hüzünle başladığı cümlesine tamamen
kırgın tuttuğu sesiyle devam etti. “Sen çok değiştin… Bıraksam beni bu canavara
teslim mi edecektin yani?”
Yüzünü göremiyordum. Sesinde de oyunculuk kalıntısı
bulamadığımda telaşlanarak şaka yaptığımı söylemek için ona dönmeye çalıştım.
Koray’ı kırmaktan korktuğum kadar birçok şeyden korkmadığımdan emindim.
“Koray…” dedim mırıldanır gibi.
“Şakana sıçarım senin, gözleri doldu kızın. Sırıtıyor
arkandan koca yanak, kanma şu salağa her seferinde.”
Beni kandırdığını öğrendiğimde abimden farksız bir
biçimde sinirlenerek Acar’a baktım. Gözlerimle yanını işaret ettiğimde ne demek
istediğimi anlayarak beni dirseğimden kavrayıp tek hamlede yanına çekti.
Koray dımdızlak ortada kaldığında birkaç saniye durumu
kavrayamamış, ardından ise abim hareket etmeden yine koşturmaya başlamıştı.
“Kovalamayacaktım aslında, ama koşsun kendi kendine deli
dana gibi. Arkasında olmadığımı fark edene kadar boku çıkar zaten.” Yaman abim
çok mantıklıymış gibi planını anlatırken ben Acar’a yaslanmıştım.
“Sen de gel benim göğsüme yaslan, bir tur da bu herifi
kovalatma bana şimdi!” Oyuncak bebek gibi bu kez abime yapışıp bana
sarılmasıyla sıkıştım.
“Allah aşkına kovalasana beni de.” Acar kolunun altından
alınmamdan büyük bir rahatsızlık duyduğu belli halde abimin damarına basınca
gözlerimi kıstım. “Sussana,” diyerek sesli olmayan, sadece dudaklarımı
kıpırdatır şekilde onu uyarırken beni takmamıştı.
Abimle aralarında keskin bir bakışma geçerken, Melih’in
bir adım ilerimde mırıldandığı şeye aniden büyük bir kahkaha patlatmıştım.
“Çağla tek çocuk, ama İzgi de öyleydi sonuçta… Ya benimkinin de abileri varsa
bir yerlerde…”
Koyun can, kasap et derdinde deyimini uygulamalı gösteren
ve ikizinin halini umursamadan kendi derdine düşen Melih’in koluna vurdum.
“Benimki falan… Hayırdır canım, inkâr evresini geçmişiz herhalde.”
Yakalandığını fark edince boğazını temizleyerek bana
baktı. “Yok, yani… Ne duydun sen?”
Gözlerimi devirdim. Ortam sessizdi, hepsi bizi
duyuyorlardı. “Bayazıt erkeklerinde genetik mi bu aşık olduklarını başta inkar
etme ama becerememe? Demet teyzeye soracağım, Tuğrul amca da öyle mi yapmış
acaba diye.”
“Ben niye laf yedim şimdi anasını satayım? Kaç ay geçti,
o sahneler bitmedi mi güzelim?” Acar’ın homurdanmasına omuz silktim.
Abim eğilip şakağımı öptü. “Aferin denizkızım, sok
lafları. Hiç durma, ben arkandayım.”
İçip gelsek bu halde olmazdık sanırım. İçmeden kafası
güzel bir grup olmamız hakkında ne hissetmem gerektiğinden emin değildim.
Herkes ayrı kafadaydı, ama iyi ki varlardı.
Artık herhangi biri olmadan hayatıma devam edebileceğimi
zannetmiyordum, bu aşamayı çoktan geride bırakmıştım.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder