Sen Başkasın 8.Bölüm

 8.BÖLÜM



7.bölümü okuduğunuzdan emin olmadan bu bölüme başlamayın, bölümler peş peşe geldi. 

Önce kontrolünüzü yapın lütfen <3

İyi okumalar!

 

~~~

 

- 10 gün sonra

 

“Güsel yaptım mı?”

Umay yarı çekinir bir tavırla parmaklarını yanındaki kadının koluna dokundurmuş, konuşurken aynı anda da parmaklarıyla onu dürtmüştü.

Yeliz daldığı bilgisayar ekranından başını anında çevirip solunda oturmakta olan Umay’a baktı. İşaret ettiği yerde duran kalemleri gördüğünde hafifçe gülümsemişti. “Çok güzel olmuş,” dedi Umay’a tebrik eder gibi bakarken.

Umay kızaran yanaklarının farkında değildi belki ama yanaklarını kızartan bu utangaçlık nedeniyle gözlerini Yeliz’den kaçıracak kadar algısı açıktı.

Yeliz, Umay’ın düzgün bir şekilde dizip masanın üzerine yaydığı kalemlere hiç dokunmadan önündeki ekrana döndü. İşine odaklandığında Umay da kalemlerin yeni bir düzende nasıl görüneceğini ölçmek adına kolları sıvamıştı.

Birkaç dakika sonra Yeliz’in masasına düşen gölge nedeniyle aynı anda Umay da Yeliz de kafalarını kaldırıp karşıya doğru baktılar. Karşılarında oldukça uzun bir beden bulunduğundan bakarken boyunlarını iyice germeleri gerekmişti.

“Piyens!” diyerek hevesle dudaklarını aralayan Umay’la aynı hisleri paylaşan biri daha vardı. Yeliz de en az onun kadar hevesliydi ancak ağzını açıp bir şey söyleyememişti tabii.

“Prensesim?” dedi Doğan hiç duraksamadan. “Sıkıldın mı?”

Umay başını iki yana salladı. “Yelis ile iş yapıyoyuz.”

Doğan göz ucuyla adı geçen kadına doğru baktıysa da bakışları onda pek oyalanmadı. Umay’a odaklandı tekrar. “Yoğunsunuz tabii…” dedi anlayışla. “Yardım gerekiyor mu?”

Umay dönen bir sandalyede oturduğunu unutarak yere inmek için hızlı hareket ettiğinde sandalye sallanmış ve biraz kaymıştı. Yeliz telaşla ona dönüp ellerini sandalyenin iki yanına yaslamışken aynı anda Doğan da masanın etrafından dolaşıp sandalyeye yapışmıştı hemen.

Yani amacı sandalyeyi dengelemekti en azından…

Doğan dokunduğu yerin sandalye olamayacak kadar sıcak ve yumuşak hissettirmesiyle afallamış bir şekilde ellerine doğru baktı. Sandalyeyi değil Yeliz’in ellerini tuttuğunu böylece fark edebilmişti.

“Pardon,” dedi direkt. “Sandalyeyi-…” Yeliz az önce ellerinin üstüne kapanan büyük avuçları görmezden gelmek için savaş verirken Doğan’ın açıklamasını yarıda kesti. “Önemli değil,” dedi başını usulca sallarken.

“Düşmüyoyum, koykmayın.” diyerek iki yanında ona duvar olmuş olan ikiliye teselli veren Umay ise kendinden emindi.

“Korkmayalım öyle mi?” diyerek dişlerini sıka sıka konuştu Doğan. Bazen ikizinin Umay’ı ısırma ısrarlarına empati yapabilir hale geliyordu, bu da öyle bir andı.

Umay’ı kollarının altından kavradığı gibi kucaklayıp göğsüne doğru çekti. Umay kucakta gezinme konusunda hiçbir itirazda bulunmamıştı her zamanki gibi.

“Babanın işi bitene kadar biraz gezelim mi seninle? Benim işim kalmadı.”

Umay gülümseyerek Doğan’ın omuzuna tutundu. “Şişekley?”

Gezmek denilince ilk aklına gelen şey nasıl çiçekler olabilir, diye düşündü Doğan. Bağımlı gibiydi.

“Buluruz belki yolda, gel bakalım.”

Umay, Doğan eşliğinde uzaklaştıklarını anladığında onun omuzunun üstünden hemen Yeliz’e bakmıştı. “Biz gidiyoyuz Yelis,” derken el sallamıştı uzun uzun.

“Güle güle Umaycım,” dedi Yeliz parmak uçlarına dudaklarını bastırıp ona öpücük atarken. Öpücüğü attığı sırada Doğan da arkasına doğru bakınca biraz garip bir hava oluşmuştu gerçi ama iş işten geçmişti.

Doğan koridorun diğer ucuna doğru ilerlemeye başladığında Umay’ın ağzını açmasıyla birlikte bir öksürük krizine tutulmuştu. “Yelis bizi öptü.”

“Bizi derken?” diye can havliyle konuştu öksürüklerinin arasında. “Seni öptü sadece, prenses.”

Umay düşünceli bir şekilde yanağını Doğan’ın omuzuna yasladı. “Seni öpmedi diye üsüldün mü o zaman?”

“Hayır,” dedi Doğan anında. “Niye üzüleyim?”

Umay şaşkın şaşkın baktı. “Bilmiyoyum,” dedi soruya cevap bulamadığında.

Doğan ilginç sohbeti eşliğinde Umay ile binada tur atmaya başlamışken dakikalar birbirini kovalamıştı. Denk geldikleri çalışanlardan bolca bakış topladıklarının farkındaydı, artık herkesin Ateş Karmen’in bir kızı olduğundan haberi vardı. Bu şirket ile sınırlı da değildi üstelik… Bol bol haber yapılmış, yazılıp çizilmişti.

Bebeğin annesi konusunda da tek bir farklı tahmin yoktu. Herkes Esila konusunda hemfikirdi. Böyle bir açıklama yapılmamıştı ancak düzeltmeye de gerek kalmamıştı zaten.

Umay hafta içleri rastgele günlerde Ateş’e eşlik ediyor, onunla birlikte işe geliyordu. Yeliz ile arası iyi olduğundan, Ateş odasında değilse veya yanında biri olursa Umay Yeliz ile vakit geçiriyor ve böylece denge sağlanıyordu.

İkizler ise bu aralar joker elemanı oynamaktaydılar. Bir yandan Esila’nın peşine yıllar önce yaptıkları gibi düşmüşken bir yandan da hem Ateş’i hem de Umay’ı yalnız bırakmamak adına yoğun bir programa sahip olmuşlardı.

“Piyens!” diyerek bir süredir Doğan’ın omuzuna yaslı duran başını aniden kaldırdı Umay. Doğan direkt bakışlarını ona çevirmişti. “Ne oldu?” diye sordu merakla. Birden neye bu kadar heyecanlanmıştı?

“Bak şişekley,” diyerek parmağıyla önünde durdukları camekanın arkasını işaret etti Umay. Doğan bahsettiği çiçekleri gördüğünde iç çeker gibi oldu. İçeride kimsenin olmadığı bir toplantı odasının önünden geçiyorlardı, uzun masanın üstünde duran rastgele bir vazodaki kuru çiçekleri gözden kaçırmamıştı tabii ki Umay.

“Dokunmak mı istiyorsun?”

“Evet, lüffen.” dedi Umay başını hevesle sallayıp.

Doğan cam kapıyı itip açtıktan sonra vazoya doğru ilerledi. Umay’ı masaya oturttu düzgünce ve vazoyu ona doğru yaklaştırdı.

Umay kurutulmuş çiçeklere merakla bakarken bir yandan da dokunup koklamaya başlamıştı. Doğan onun incelemesinin kısa sürmeyeceğini bildiğinden en yakınındaki sandalyeyi geriye doğru çekti, otursa iyi olurdu.

Henüz sandalyeye yerleşemeden birden bulundukları boş odaya kadar taşan sert bir gürültü koptuğunda Doğan kaşlarını çatarak sesin nedenini algılamaya çalıştı. Hemen sonrasında yalnız olmadığını hatırlamış ve direkt Umay’a yaklaşmıştı.

“Bir şey olmadı, korkma tamam mı prenses?”

Umay başını ağır ağır sallasa da sesten dolayı afallamıştı. “Bişi olmadı,” diye tekrarladı Doğan’ı.

Doğan, Umay’ın yanağını iki parmağı arasında canını hiç acıtmayacak şekilde sıkıştırıp sevdi. “Yeliz’in yanına gidelim mi?” diye sorarken bir an önce Umay’ı uzaklaştırmak ve dönüp katta neler olduğunu çözmek aklındaydı.

“Oluy,” dedi Umay itiraz etmeden.

Doğan onu yeniden kucağına alıp masadan kaldırdı. Koridora çıktıklarında Doğan aynı gürültünün devam etmeyeceğini düşünmüştü. Sonuçta bulundukları yer belliydi, böyle kıyamet kopuyor gibi sesler çıkmazdı kolay kolay.

“Mahvedeceğim seni!” diyen bir ses koridorda yankılandı. Bir kadına aitti, bağırır gibi yükselmişti. Doğan sesin tanıdık olup olmadığını düşünürken bir yandan da adımlamaya başlamıştı aslında ama tekrar bir gürültü koptuğunda derin bir nefes alarak yerinde kaldı.

“Umay,” dedi dudaklarını kızın şişkin yanağına bastırıp. “Çiçekli odada bekleyebilir misin beni? Kim bağırıyormuş diye bakıp hemen geleceğim yanına, olur mu?”

Umay tereddütle Doğan’a baktı ancak cevabı olumluydu. “Bekleyebiliyim.”

“Teşekkür ederim prensesim, kısa sürecek.”

Doğan toplantı odasına geri girip Umay’ı bu kez sandalyeye oturttu. Ardından vazodaki çiçekleri çıkartıp önüne doğru bıraktı. Vazonun düşmesi ihtimalini de Umay’ın masadan inmeye çalışıp incinmesi ihtimalini de ortadan kaldırmıştı.

Arkasında herhangi bir risk bırakmadığını düşünüyordu.

Odadan çıkıp sert ve hızlı adımlarla seslerin yükseldiği odaya doğru yürürken yüzünde az önce Umay’ın gördüğünden çok daha başka, çok daha öfkeli bir ifade vardı. Burayı mahallenin meydanı zanneden her kimse… Birazdan kendisini gördüğüne pek memnun olmayacaktı.

 

 

~

 

 

- Ateş

 

 

“Çalışılması bu denli zor biri olduğunuzu bilseydim teklifin size gelmesine kesinlikle engel olurdum Jülide Hanım.”

Karşımdaki kadının açılış cümlem olarak böyle bir şey beklemediği yüzünde anında hakimiyet kuran şaşkın ifadeden açıkça belliydi.

“Anlayamadım,” dedi yanlış duyduğunu düşünmek istiyormuş gibi.

“Herhangi bir sebep olmaksızın sözleşmeyi iptal ediyorsunuz, on gündür sizinle görüşmek için her yol denendiği halde asistanıma zorluk çıkartıyorsunuz ve şimdi de buradasınız… Anlamakta zorlanan taraf ben olmalıyım, nedir sorun?”

Masamın önündeki koltuklardan birinde bacaklarını çaprazlamış, sırtı dik bir biçimde oturuyordu. İçeriye girdiğinden beri duruşu bozulmamıştı. Kendinden emin bir görüntü çizmeye çalışıyordu.

“Ateş Bey,” dedi gülümsemek için kendisini zorlayarak. “Ben… Daha farklı bir konuşma yapacağınızı düşünerek buraya kadar geldim ancak bu şartlarda anlaşmamız mümkün görünmüyor.”

“Anlaşmayacağız zaten,” dedim sakin bir ifadeyle. Kaşları havalandı. Her cümlemden sonra şaşırmayı ne zaman kesecekti bilmiyordum.

“Pardon?” dedi dayanamayıp gülümsemeye zorladığı ifadesini bozup.

“Profesyonellikten uzak isimlerin arkasından koşturamayacak kadar yoğunuz Jülide Hanım,” dedim sandalyemde geriye doğru yaslanırken. “Haberi ilk alışımda bir umut elinizde mantıklı bir gerekçe olacağını düşünmüştüm ama size ulaşamadığımız on gün boyunca kesin kararımı verdim.”

“Nedir kararınız?” diye sorarken sesindeki sinir bozukluğunu fark edebilmiştim.

“Karmen markası ile herhangi bir ilişiğinizin şu anda da yakın ve uzak gelecekte de bulunamayacağı konusunda kararlıyım.”

“Beni buraya bunun için mi çağırdığınız yani?” derken sinirle doğruldu. “Dalga mı geçiyorsunuz benimle? Sektörde çalışabileceğiniz en popüler ismi böyle mi ağırlıyorsunuz?”

Derin bir nefes aldım. “Gayet ciddiyim.”

Histerik bir biçimde güldükten sonra bir hışımla ayaklandı. “Bu kadar rahat konuşabildiğinize göre güvendiğiniz başka bir isim olmalı,” dedi gözlerini kısmışken. “Ne o, kameralardan uzak tuttuğunuz sevgiliniz geri dönmeye mi karar verdi?”

Takındığım sakin tavır, bozmadığım ciddiyetim… Toz olup uçmaları birkaç saniyeden kısa sürmüştü. İfademin nasıl hızlı değiştiğini, ayaklanıp laflar savurduğu halde yüzüme baktığında geriye doğru adımlayan kadının tepkisinden anlamıştım.

“Korkuyor musunuz?” dedim başımı omuzuma doğru eğerken. “Terör estirdiğiniz popülerliğiniz tek bir geri dönüş ile sarsılacak kadar hassas mı Jülide Hanım?”

Sertçe yutkunduğunu gözümle görmüştüm. Başka bir şey söylemeden bekledim. Sindirmesi için zamana ihtiyacı olmamalıydı aslında, bu gerçeği çok iyi bildiğinden emindim.

“Podyuma çıkaracağınız tek bir model kalmayana dek bütün bağlantılarımı kullanacağımdan emin olabilirsiniz, bu tavrınıza göz yummayacağım.”

Başımı salladım usulca. “Lütfen göz yummayın, ben de az önce aynı yönde bir karar aldım zaten.”

Titrer gibi oldu. Savurduğu tehditlerden etkilenmemem hoşuna gitmiyordu sanırım.

“Kimle çalışırsam çalışayım yaptığım son defilenin üstüne çıkamayacağım, o defilenin yıldızından daha parlak bir manken bulma ihtimalim yok. Dilediğiniz kişileri benimle çalışmaktan alıkoyun, zira defile çoktan iptal aşamasında.”

Topukları üzerinde sertçe dönüp kapıya yönelmeden önce yüzüme dik bakışlar atmış, ben kıpırtısız kaldığımda ise bunu uzatmaya güç bulamadan yürümeye başlamıştı. Kapıya uzandığında sandalyemi hafifçe geriye itip dudaklarımı son kez araladım.

“Her an işten vazgeçebilen, güvenilmez bir isim olduğunuzdan da tüm markaları haberdar edeceğimden şüpheniz olmasın. Sizin kadar olmasa da bağlantılarım sağlamdır, merak etmeyin.”

Kapıyı öfkeyle açıp dışarı fırladığında acele etmeye gerek duymadan ayaklandım. Açık bıraktığı kapımı kapatmak için oraya doğru adımladım. Kapıyı kapatmadan önce koridora bir adım atmış ve asansörlere doğru uzanıp gittikçe azalan kaba topuk seslerini bir süre boyunca dinledikten sonra göz ucuyla masasından şaşkınca durumu izleyen Yeliz’e doğru bakmıştım.

“Olmadı mı?” diye sordu çekingen bir şekilde.

“Ne olmadı mı?” dedim anlamazlıktan gelerek.

“İkna olmadı mı?” diyerek açtı sorusunu.

“İkna etmek gibi bir planım yoktu,” dediğimde Yeliz şaşkınlığını gizleyemeden ayaklandı. “Plan neydi?”

Omuz silktim. “Yersiz büyüklükteki egosunu zedelemek.”

Yeliz bir an keyifle sırıttı. “İyi olmuş.” Birkaç saniye sonra karşısında benim durduğumu hatırlayarak hızla toparlanmayı denedi. “Yani-… Çok yazık demek istedim Ateş Bey.”

Başımı anlamış gibi salladım.

On gündür bu kadınla uğraşıyor olan kendisiydi, onun arkasına bile bakmadan sinirle binayı terk etmesine en çok sevinenin de Yeliz olması şaşırtıcı değildi.

Odama geri dönmek üzere hareketlendim. Kapımı kapatıp masama doğru yürürken birden odamın kapısı kabaca açılmıştı.

Kaşlarım çatık halde kapıya doğru döndüm. Kimin içeri daldığını görmek için sabırsızdım.

“Ateş!” diyerek nefes nefese odama girmiş olan Doğan’ı gördüğümde sırtımdan ince bir sızı tırmanmaya başlamıştı. Adımı resmiyeti elden bırakarak söylediyse, bir şeyler hiç yolunda değil demekti bu.

“Ne oluyor?” dedim yüzüm kaskatı kesilmişken.

“Umay,” diye sayıkladı birden.

Hissettiğim sızı yoğunlaştı. Yeliz’in yanında göremediğimde garipsemediğim çünkü Doğan ile olduğunu düşündüğüm kızımın adını duyduğumda onun Doğan’ın yanında da olmadığını idrak edebilmiştim.

“Umay ne?” dedim sertçe. “Nerede?”

Başını telaşla iki yana salladı. “Bulamıyorum,” dedi panikle. “İki dakika, yemin ederim iki dakikadan kısa sürdü yanına dönmem ama yoktu.”

Bir elim boynuma gitti. Kasılan ve ağrıyan noktayı parmaklarımla sökmek ister gibi eşelerken bakışlarım Doğan’ın yüzünde sabitti. “Kameralar,” dedim kontrolümü sağlamakta zorlanırken.

“Bakıyorlar, haber verdim. Koridorların bazılarında kamera yok ama… Ben belki burayı bulmuştur diye…”

“Üç yaşında!” diye gürledim öfkeyle. “Yalnız bıraktığında koca binada yolunu bulacağını sana düşündüren ne Doğan? Sadece üç yaşında, çıt çıksa ürken sessiz bir çocuğun yalnız bırakılabileceğini sana düşündüren ne?”

Başını suçlulukla eğdi. Suçlu hissetmesi de, bile isteye böyle bir şeye sebep olmayacağını adım gibi biliyor olmam da önemli değildi.

Elimle yüzümü ovuşturarak odadan çıkmak için kapıya yöneldim.

Yeliz’i telaşla telefonla konuşuyorken bulmuştum. Doğan içeri girmeden önce ona haber vermişti belli ki.

Karşısına dikilip ona baktığımda telefonu kulağından hafifçe uzaklaştırdı. “Görüntü alınan tüm kameralara bakıyorlar, güvenlikler de binayı dolaşmaya başladı. Tüm çalışanlara da haber yolluyorum, biri mutlaka denk gelecektir.”

Doğru söylüyordu. Binanın her yerinde birileri çalışıyordu, bir şekilde birine rastlardı. Herkes onun kim olduğunu biliyordu sonuçta. Sakin kalmaya çalıştım. Ancak sakin kalabilmem birkaç saniye bile sürmedi.

Doğan onu nerede bıraktığını ve iki dakika içinde ortadan kaybolduğunu dile getirdiğinde aklıma başka bir ihtimal gelmişti.

“Ya başka biri onu uzaklaştırdıysa?” dedim. “Bekle dediğin yerden kalkıp gitmez ki, sözünden çıkmaz.”

Doğan duraksadı. Haklı olduğumu biliyordu. Tek başına kalkıp etrafı karıştıracak, gezinecek bir çocuk değildi Umay.

Göğsümü parçalayacak kadar sert ve hızlı atmakta olan kalbimi göz ardı ederek yerimde sağa sola adımladım. Yeliz’in telefonunun çalmasını, haber gelmesini böyle hareketsizce beklemek aklımı oynattıracaktı bana.

“Biz de arayalım,” dedikten sonra bir şey söylemelerine fırsat vermeden asansöre yönelmiştim. Arkamdan gelen adım seslerini duyuyordum.

Ayrı katlarda inip dağıldık. Önüme çıkan çalışanların hepsi tetikte duruyorlardı, Yeliz’in herkesi ayaklandırdığından emin olmuştum böylece.

Bir köşede duruyorsa sesi bile çıkmazdı, ağlayışları bile sessizdi yardım istese onu kimsenin duymayacağını bildiğim için daha da delirecek gibi oluyordum.

Telefonum çalmaya başladığında aklımın son demlerini kullanarak direnmeye çalışıyordum. Hızla telefonumu çıkarttım. Ekranda Yeliz’in adını görür görmez açıp kulağıma yaslamıştım.

“Bulundu mu?” dedim beklemeden.

“Evet, evet yanımda Ateş Bey. Altıncı kattayız.”

Koşar adım asansöre yöneldim. “İyi mi?” dedim henüz içim tam anlamıyla rahatlamadığı için. “Bir şeyi var mı?”

“Bir yerinde bir şey yok, malzeme odasında buldum. Çok korkmuş sadece, sorularıma da cevap vermiyor ama sizi görünce rahatlar belki.”

Kafam karışmıştı. Doğan’ın onu bıraktığı kattan bir kat aşağı inmiş ve kimsenin -işi düşmezse- girmediği, kapalı kapılı bir odaya mı girmişti?

Olabilecek en hızlı şekilde altıncı kata vardım, koridorun diğer ucundaki odaya ulaştığımda kapı yarı açıktı.

Yeliz’in sesini duydum önce. “Her şey yolunda Umaycım, korkacak bir şey yok tamam mı? Baban geliyor şimdi. Doğan da burada, bak arkamda.”

Umay’dan gelen hiçbir tepki yoktu. Bu beni daha da hızlandırdı. Kapıyı iyice geriye itip odaya girdiğimde çıkarttığım ses nedeniyle Yeliz ve Doğan aynı anda bana dönmüşlerdi. Onlara doğru düzgün bakmaya bile gerek duymadan önünde bekledikleri, sırtını bir koliye yaslamış oturan Umay’ın önünde hızla diz çöktüm.

“Umay,” dedim sesimin can veriyormuşum gibi çıkmasına engel olamazken. Biraz daha bulamasaydık bu ihtimal gerçekleşebilirdi hatta, canımla cebelleşmiştim.

Sesi çıkmadı. Başını kaldırıp bana baktı ama. Yanakları nemli değildi, gözleri kızarmamıştı. Ağlamamıştı yani. Bu beni rahatlatmalıydı belki fakat daha da gerilmiştim aslında. Korkusu yüzünden okunuyordu ama ne ağlamıştı ne de ses çıkartıyordu.

“Ben geldim kızım,” dedim ona bir süredir seslenmeye alıştığım gibi. “Buradayım, yanındayım. Gel.”

Ona uzandım. Kollarının altından kavrayıp bedenini kaldırdıktan sonra hemen göğsüme çekmiştim. Kısa, kuvvetsiz kolları boynuma öyle sıkı dolandı ki duraksamam gerekti bir an için.

Boynuma can simidiymişim gibi tutunurken parmakları da ceketimin yakasına yapışmıştı. Avucunda böyle bir kuvvet sakladığından habersizdim. Elbette kendi boyutuna göre şaşırdığım bir kuvvetten bahsediyordum, biraz dokunsam onun tutuşunu gevşetebilirdim ama böyle bir çabam olmadı.

“Çok mu korktun?” diye sordum kulağına doğru usulca. Onu bırakmadan ayaklandığımda elimde kalan telefonumu Yeliz uzanıp aldı. Ellerim boş kaldığında bir elimi sırtına yaslayıp sıvazlarken diğeriyle poposunun altını destekledim.

“Geçti bebeğim,” diye fısıldadım o cevap vermese de konuşmayı kesmeden. “Eve gidelim, evimize gidelim tamam mı?”

Umay kollarımda kaskatı kesildi. Ne yapacağımı bilemez halde kapıdan çıkmak için yürüdüğümde ise çırpınmıştı. “Bekye,” dedi zar zor duyabileceğim bir kısıklıkta. “Buyda bekye.”

Etrafa bakındım. Bu odada beklemek mi istiyordu?

Doğan ile göz göze geldik. O da kafası karışmış görünüyordu. “Eve gitmek istemiyor musun prenses? Burada ne yapacağız ki?”

Umay hıçkırır gibi olduğunda onu hafifçe kendimden ayırıp yüzüne bakmayı denedim. Boynumdaki ve yakamdaki tutuşu gevşemedi ama başını biraz geri atmıştı. “Niden geymedin?” diye sordu Doğan’a bakmaya çalışıp.

Doğan’ı en son ne zaman bu kadar pişman gördüğüm hakkında bir fikrim yoktu. Belki de hiç görmemiştim.

“Özür dilerim,” dedi önce. “Geldim, ben yanına geldim hemen ama sen odada değildin Umay. Nereye gittin iki dakikada güzelim? Niye beklemedin beni?”

Umay’ın buna yanıt vermesini ben de istediğim için müdahale etmeden bekledim. Neden o odadan çıktığını öğrenmem lazımdı.

“Keyem göydüm. Saklandım.”

Olduğum yerde herhangi bir adım atmadan kaldım. Doğan’ın da duraksadığını görmüştüm.

Doğan dudaklarını kıpırdattı. “Keyem… Kerem mi yani?” dedi sessizce.

Yeliz’e döndüm hızla. “Kim bu? Öyle biri var mı?”

Biri bir şey mi yapmıştı Umay’a?

“Umay,” dedim sesimi yükseltmemeye çalışarak. “Kerem’den mi saklandın?” dedim ismi teyit etmek için.

Başını tereddütle salladı. “Keyem,” dedi tekrarlayıp. İsmini anarken bakışlarını etrafta gezdirmiş, sanki burada olmadığından emin olmak ister gibi bakınmıştı.

“Neden saklandın?” diye soran Doğan’dı. “Sana bir şey mi söyledi Kerem? Korkuttu mu seni prensesim?”

Umay’ın sırtını sıvazlamayı kesmedim. Güvende hissederse daha rahat konuşabileceğini düşünerek kasılmamaya ve aynı kalmaya çabalıyordum. Kendimi bırakırsam öfkeyle hareket edecek ve bahsi geçen ismi bulduğum yerde mahvedecektim.

“Gelmesin,” diye sayıkladı Umay. “Beni göymesin diye saklandım.”

Kaşlarım çatıldı. Anlamıyordum.

“Ateş Bey,” diyerek araya giren Yeliz’e baktım. “Bu isimde bir çalışanımız yok, listelerden kontrolümü yaptım.”

“Çalışanlardan birinin ismini nereden bilecek ki zaten Umay?” dedi Doğan. “Kerem her kimse, birini ona benzetmiş olabilir mi?”

Kendisini görmesin diye kaçıp saklanacağı biri vardı. Küçücük haliyle koşturup kaçmış, gizlenmişti. Görülmemek için…

Aynı anda hem çaresizlikten hem de öfkeden delirecek gibi hissetmeye başlamıştım.

“Umay,” dedim burnumu şakağına doğru bastırıp. “Neden saklandın? Saklanmasan kötü bir şey mi olurdu bebeğim?”

İç çekti. Dünyanın yükü omuzlarındaymış gibi zor bela iç çekmesine, içerlemesine kalbim dayanamayacaktı.

“Ben seni herkesten korurum, biliyorsun değil mi? Hiçbir şey olmayacak, korkmana gerek yok.”

Umay yakamı çekiştirdi bir an. Bakışlarımı gözlerine çevirdim. “Söyle kızım,” dedim cesaretlendirmek için.

“Annemi de koyuyabiliysin mi Ateş, lüffen? O da gelsin, noluy gelsin.”

Sırtını sıvazlamayı, onu sağlam bir şekilde desteklemeyi bir anda bıraktım; bırakmak zorunda kaldım. Tüm kontrol yetimi kaybetmiş gibi, boş bir kutuya dönmüş gibi duraksamıştım.

Ortada hiçbir tehlike olmasa… Umay annesini korumam için bana yalvarır mıydı?

 

 

~

 

 

“Yünaydın olunca da manyo yapıcaz mı?”

Yıkanmaya doyamayan, suda kırk saat kalsa sesi çıkmayacak kadar hevesli olan Umay’a baktım. Saçlarını köpürttüğüm halde gözlerini açık tutuyordu. Bu, Umay ile yaşadığım ilk banyo deneyiminden bu yana gerçekleşen en büyük değişimdi.

İlk seferde canının acıyacağını düşünerek sıkı sıkıya örttüğü gözleri, son zamanlarda hep açıktı. Elimi alnına siper ettiğimde gözlerine asla zarar gelmeyeceğinden artık emindi.

“Gece terlersen, yaparız.” dediğimde merakla gözlerime baktı. “Teylemek nasıl oluyoy, yaydım edebiliysin mi? Nasıl teylicem?”

Gülümsedim hafifçe. “Öyle bir şey değil,” dedim başımı iki yana sallarken. Saçını yeterince duruladığıma kanaat getirdiğimde vücudunu köpürtmek için pembe lifine uzandım. Vücut şampuanından döküp köpüklenmesini sağladığım lifi gördüğünde hevesle ellerini uzattı. Kucağına bırakıp biraz kendi kendine uğraşması için bekledim.

“Banyo yapmayı çok seviyorsun gerçekten,” dedim keyifle kıpırdanmasını izlerken.

“Seviyoyum,” dedi lifi avuçlarıyla sıkıp köpükleri kucağına yığarken. Sonra birden dikkati köpüklü kucağından ayrılıp benim üzerime toplandı. “Biliyoysun mu biz manyo yapayken şaykı söylüyoyduk?”

Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Annenle mi?”

Umay başını salladı tatlı tatlı. Gözlerimi bir iki saniyeliğine kapattım. Esila’nın bir şeylerle uğraşırken mırıldandığı melodiler kulağıma akın ediyormuş gibi zihnim onun sesiyle dolmuştu birden.

Gözlerimi yeniden aralamama neden olan, anlık bir farkındalıktı.

Seviyoyum ama hep manyo yapılmas, anne kısıyor dediğini hatırlamıştım Umay’ın. Onu ilk kez yıkayacağım zamandı, hep banyo yapabileceğini söylediğimde buna kızmayacağımdan emin olmaya çalışmıştı.

Banyoda şarkılar söyleyen kadın mı kızıyordu? Bu nasıl bir çelişkiydi? Umay banyo yapmayı onun sayesinde sevmiş gibi konuşup bir yandan da kızdığını söylüyordu.

“Banyo yapmak istediğinde annen kızıyor muydu Umay?” diye sordum kendimce bir cevap bulabilmek adına.

“Bilmiyoyum,” dediğinde aklım karışmıştı. “Ama bana demiştin ki, hep banyo yapmak istersen annen kızarmış.”

“Evet,” dedi bu sefer de. Kaşlarım havalandı. Devam ettiğinde ise birkaç taş yerini bulup yerleşmişti ama belki de yerleşmeseler daha iyiydi. “Ayça demişti ki hep manyo yapmak yok, anne kısıyoy. Kısaysa gidey, hiç gelmez.”

Yutkunarak kendime zaman tanıdım.

Kerem… Ayça…

Aynı gün içinde duyduğum isim sayısı birden fazlaydı. İkisiyle ilgili de iç açıcı tahminlerim yoktu.

“Ayça kim bebeğim?” dedim ılık suyu üstüne doğru tutarken. Üşümemesi içindi uğraşım.

Yüzü düştü biraz. Başını eğmesine izin vermeden çenesinden nazikçe tuttum. “Sen hep annenle mi banyo yapıyordun peki?”

Dudakları büküldü. “Basen Ayça ile manyo yaptım,” dedi sessiz sessiz. “Ama… Ama Ayça şaykı söylemiyoy.”

Yanağımın içini ısırdım sertçe.

Aptaldım.

Onun dokunuşuyla canı yanmayacak bir adam olmama rağmen benim tenime bile kırılacakmışım gibi dokunan kadının, kızının gözlerini yaka yaka banyo yaptırdığını düşünecek kadar aptaldım.

“Annen ile banyo yaparken gözlerin acıyor muydu Umay?” dedim sesimi toparlayabildiğimde.

“Hayıy,” dedi hiç beklemeden. “Annem acıtmas, hep öpüyoy.”

Başımı salladım ağır ağır. “Ayça… O varken acıyor muydu?” dedim şüpheyle. Annesinden tek farkı şarkı söylememesi olsa içim ferahlardı belki. Ama olmadı.

Umay bir şey hatırlamış gibi irkildi.

Cevap vermedi. Vermesine de gerek yoktu. Sessizliği üstü örtülü bir cevaptı ama o örtü şeffaftı, altında yatan gerçeği görebiliyordum.

Umay’a hiç susmadan Kerem ve Ayça hakkında sorular sormak istesem de onun korkularını tetiklemekten ve buradayken güvende hissetmesini baltalamaktan çekiniyordum. Dilime ket vurulmuş gibi susmam da bundandı.

Banyodaki işimiz bitene kadar konuyu tekrar açmadım. Umay’ın suyla ve köpüklerle ilgili sorularını, küvette oturan ördeklerle ilgili konuşmalarını dinledim. Arada yalnız hissetmemesi için bir şeyler söylemiştim fakat aklım öyle doluydu ki ne dediğimi bile hatırlamıyordum.

Bornozuna sardığım bedenini kucakladıktan sonra şapkalı kısmını da kafasına örtmüş ve banyodan çıkmıştım.

Pijamalarını giydirmeden önce rahatlaması için vücudunu biraz kremlerle ovdum. Bu kremlerden haberdar olmamı sağlayan Yeliz olmuştu. Birkaç gün önce elinde bir poşet dolusu kremle odama gelmiş ve Umay için aldığını söylemişti.

İkizlerin ve benim bebek cildiyle ilgili fikir sahibi olmadığımızı tahmin etmesi zor değildi.

Umay’ı kremlemem, giydirmem ve saçlarını da kurutmam derken bayağı bir süre geçmişti. Gözleri yarı kapalı halde onu yatağa götürmem için direnirken haline gülümsedim.

“Bitti tamam,” dedim kucaklarken. “Uyuma saati geldi.”

Odasını uyumak dışındaki işler için kullanıyorduk. Uyuduğu yer benim yanımdı. Birlikte uyuduğumuz ilk geceden beri, yani bu evdeki ikinci gecesinden beri hep benimle uyumuştu.

O erkenden sızsa da hiç aksatmadan yanına uzanmış ve gece uyanıp beni göremeyerek korkması ihtimalini riske etmemiştim.

“Kuzucum,” dedi bir eli havaya kalkıp kuzuyu çağırır gibi kapanıp açılırken. Kuzunun kendi ayaklarıyla geleceğini düşünmesi hoştu fakat benim zorlamam dışında kuzusunun odaya gelmeye pek niyeti olmuyordu.

Yatağının üstünde duran kuzusunu da alıp ikimizin arasına sıkıştırdım. “Kuzun da burada.”

Bu kuzu da başımızın belasıydı. Odada bir dolu hayvan vardı ama Umay bunu en yakını bellemişti. Tavşanı, kediyi boş vermiş ve kuzu ile bağ kurmuştu.

“Kuzucum da buyda,” dedi uyku sarhoşu bir sesle. Yüzünün yarısı kuzunun üstüne, diğer yarısı da benim omuzuma yapışmışken ben odaya yürüyene kadar uyuyacak gibi görünüyordu.

Odama girdiğimde yatağın örtülerini tek elimle kaldırmış ve Umay’ı kendi yastığa doğru dikkatlice bırakmıştım. Kuzuyu kendi üstüne yatırıp sardığında kısık bakışları benim yüzümdeydi.

“Sen de gel,” dedi kuzudan fırsat bulabildiğinde beni de davet edip.

“Banyo yapayım, ben de geleceğim. Sen uyuyabilirsin.”

Umay’ın dahil olduğu anlarda geri plana taşınan takıntılarım henüz tamamen göz ardı edebileceğim kadar hafiflememişlerdi. Bazı insanlara karşı sınırlarım daha az belirgindi sadece.

“Beklicem ben,” dedi hemen.

Kapıdan çıkmama kalmadan sızacağını bilsem de üstelemedim. “Sen bilirsin o zaman,” dedim uzatmadan.

“Beni bekleyeceksin aslında ama ben yine de uyuma öpücüğümü şimdi istiyorum, olur mu?”

Annesinden ‘şifa’ öpücüğünü öğrenmişti, ‘uyuma’ öpücüğü de benim eserimdi. Tamamen bana özeldi… Öyle herkese dağıtılmasına göz yumacak halim yoktu.

“Oluy,” dedi itiraz etmeden. Üstüne doğru eğilip yüzümü yüzüne yaklaştırdığımda yanağıma dudaklarını bastırıp narin bir öpücük bıraktı.

Tüm kaslarım gevşemiş, çektiğim ağrılar dinmişken nefeslendim. “Ben de öpebilir miyim?”

“Öpebiliysin.”

Onun narin öpücüğüne kıyasla benim yanağına bıraktığım öpücük sert ve sesliydi. Teni bir parça pamuk gibi hissettirdiğinden ona temas ettiğim anda yumuşaklığında kaybolasım geliyordu, kendimi yanağının içine gömesim vardı.

Parlak gözlerle yüzümü süzdü. Eşi olmayan, tapılası irislerine uzun uzun baktım. Her zerresiyle özeldi. Sol gözünde açık bir kahverengi bulaşmış mavi bir bilye taşıyordu, sağ gözü ise masmaviydi.

“Manyo yapman lajım,” dedi onu süzme sürem biraz uzayınca. Gülerek yanağını bir kere daha öptüm. “Haklısın,” dedim kabullenerek.

Yanından uzaklaştığım anda alarmlar başlatan zihninde biraz olsun güven yaratabilmiştim. Beni göremediği anda, gideceğim dediğim anda hemen krizin eşiğine gelmiyordu. Bu küçük aşamayı halletmek bile günler sürmüştü ama sabrım yeterliydi.

Odadaki banyoyu kullanıp ses yapmak yerine kattaki diğer banyoya yöneldim. Koridorda yürümeye başladıktan hemen sonra aklıma takılan şey yüzünden banyoya varamadan odaya geri dönmüştüm.

Telefonum odamdaydı. Sessizde de değildi. Çalarsa Umay’ı korkutarak uyandırırdı.

Kapıyı sessizce açıp içeri girdiğim sırada kapıdaki hareketliliği fark etmeyen Umay’ın yatakta yan dönmüş halde ne yaptığını görebilmek adına sessizliğimi korudum.

Bir adım daha attım. O adımdan sonrası gelmedi.

Umay parmaklarının arasında tuttuğu fotoğrafa oldukça yakından bakıyordu. Yanağı yastığa yaslı, bakışları elindeki fotoğraftaydı.

Günler önce onun önüne yığdığım fotoğrafları bir bir yerine koymuştum ama Umay birini kaldırmama izin vermemişti.

Uyku zamanı gelince bakıyoyduk hep dediği fotoğraf açıktaydı. Esila’nın yanımda gülümsediği, benim de karşıya bakmak yerine ona bakıyor olduğum o fotoğraf Umay’ın elindeydi.

Fotoğrafı kaldırmama izin vermemişti ama alıp nereye götürdüğünü de söylememişti. Günlerdir elinde görmemiştim. Bir kenara bıraktığını düşünmüştüm.

Dudakları kıpırdıyordu. Bir şeyler mırıldanıyordu ama duyamıyordum.

Bakışlarım fotoğrafı tutan ellerinden biraz aşağı kaydığında, günlerdir o fotoğrafın nerede olduğunu bulabilmem de kolaylaşmıştı. Kuzu…

Kuzunun sırtında fermuarlı bir bölme vardı. Umay’ın elinde fotoğraf da yamuk bir şekilde katlanmış ve açılmış gibiydi. Fotoğrafı kuzusunun sırtına yüklemiş, ona en yakın duran eşyaya fotoğrafı saklamıştı. Hep yanındaydı.

Gördüğü günden beri kuzuyu zaten yanından ayırmıyordu ama son zamanlarda daha dikkatliydi. Üstünde durmadığım, zaman geçtikçe daha çok benimsiyor diye sorup durduğunu sandığım kuzuyu aslında fotoğraf için mi gözünün önünden ayırmıyordu?

Kırmızı elbisenin altı… Bu fotoğraf her nedense Esila’nın saklı tutmasını gerektirmişti. Ve ben de aynı fotoğrafı kilitli bir çekmeceden çıkartmıştım.

Şimdi Umay da aynısını yapıyordu.

Genzimdeki yanmayı umursamadan yatağa doğru adımladım. Adım seslerim ona yakınlaştığında başını kaldırıp bana doğru dönmüş, ardından usulca elindeki fotoğrafa göz ucuyla bakmıştı.

“Biyasdan saklıycam,” dedi gözlerini kırpıştırıp. “Anneme de uyuma öpücükü veymek istedim.”

Başımı iki yana salladım. “Saklamana gerek yok,” dedim sesim cümlenin yarısında titrese de. “İstediğin kadar bak, istediğin zaman bak. Saklaman gerekmiyor.”

Emin olamadığını bakışlarından gördüm. Bir şey söylemedi ama tereddütlü bir şekilde de olsa başını salladı.

Bakışlarını fotoğrafa geri çevirdi. Birkaç dakika boyunca sessiz sessiz fotoğrafı izledi. Gözleri kapanmaya bir kala haldeydi ama hâlâ fotoğrafı sıkıca tutuyordu.

Uykuya tamamen yenik düştüğünü gevşeyen parmaklarından görüp emin olduğumda eğilip elinin üstünü öptüm yavaşça. Parmakları kıpırdamış, fotoğrafı tutmayı bırakmıştı böylece.

Fotoğrafı dikkatlice elinden aldıktan sonra yatağın ucuna Umay’ı sarsmayacak biçimde oturdum.

Bu dürtü Umay’dan mı geçmişti bana bilmiyordum ama parmaklarım usulca fotoğrafın üstünü buldu. Onun yaptığı gibi parmaklarımı Esila’nın gülümseyen yüzünde gezdirdim ve yine Umay gibi ona seslendim.

“Beni terk edip gittiğini düşünmek en zoru sanıyordum,” diye mırıldandım sessizce. “Ama artık başka bir şeyler seziyorum ve bunlar… Eğer bunlar doğru çıkarsa zor olanın ne olduğunu sanırım asıl o zaman göreceğim.”

 

~~~


Yorumlar

  1. İlk günden beri esilanın kötü bi anne olmadığına inandığım için kendimi tebrik ediyorum

    YanıtlaSil
  2. Offf harika bir bölümdü yine esila bulmamız lazım çok heyecanlıyım

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm