Dert Bebesi 35.Bölüm

 35.BÖLÜM



- Nil

 

Nefes aldığımız sürece yaptığımız seçimlerin sonuçlarına katlanmakla yükümlüydük. Bazı seçimlerimiz hatalı olurdu ve cezasını çekmek zorunda kalırdık. Benim son birkaç yılım da kendi seçimlerimden çok, hayatımdaki diğer insanların yanlış seçimlerinin cezalarıyla boğuşmakla geçmişti. Ve geçmeye de devam ediyordu.

Babasına âşık büyüyen kızlardan biri değildim, ama her şey mahvolana dek ondan nefret ettiğim de yoktu. Elime, kendisinden nefret etmem için birden fazla sebep tutuşturmak onun seçimiydi.

Onun için basit görünen tek bir seçim, tüm çocuklarının hayatını altüst etmişti. Hem bizim hem de Tuna’nın annesini hayattan koparan oydu. Birini hatalarıyla, diğerini ise bizzat elleriyle ölüme sürüklemişti.

Dilinden hiç pişman olduğuna dair bir şeyler dökülmemişti. Gerçi dökülse ona inanan olur muydu, bilmiyordum.

Daldığım düşüncelerden sıyrılıp kendime gelmeme sebep olan mırıltılar Tuna’ya aitti. Neredeyse iki gündür evden uzaktaydık ve normalde uykuya asla direnemeyen bedeni birkaç saat öncesine kadar benimle birlikte uyanık halde beklemişti.

Korkusunun ve güvende hissedememesinin buna sebep olduğunu biliyordum. Neden eve dönmediğimizi sorup, abimleri özlediğini her söylediğinde tüm gardımı indirip hıçkırarak ağlamaya başlamamak için zor dayanıyordum.

Odanın kapısından gelen anahtar sesiyle doğrularak yerimde kıpırdandım. Odanın içinde bulunan tek kişilik yatakta Tuna uzanıyorken ben de hemen yanında küçük bir kısımda oturuyor haldeydim. Zaten yatak dışında odanın içinde yer kaplayan herhangi bir eşya yoktu.

Anahtar iki kez çevrilip kilit açıldığında gergin bir şekilde kapıya bakmayı sürdürüyordum. Yavaşça açılan kapının ardından görünen bedeni gördüğümde yüzümü buruşturdum. Bakışlarımızın bile çarpışmasını istemediğimden kendi önüme döndüm.

“Halen acıkmadınız mı? Poşetleri açmamışsınız bile.” Sabah getirdikleri yemek poşetlerine dokunmamıştım.

Cevapsız bıraktığımda derin bir nefes aldığını işittim. “Kendi inadın yüzünden Tuna’yı da aç bırakıyorsun.”

Duyduklarım, zaten bozuk olan sinirlerimin iyice gerilmesine sebep olurken boynumu acıtacak bir hızla ona döndüm. “Senin kendi inadın yüzünden bizi bir deliğe tıkman gibi mi? Ne kadar midemi bulandırsa da babamsın işte, kan çekiyor demek ki.”

Bize doğru hareketlenir gibi olduğunda refleksle geriye doğru kayıp Tuna’nın önünü kapattım.

“Saçmalama! Size zarar vermeyeceğimi anlaman için ne yapmam gerekiyor Nilperi? Benden korumaya çalıştığın kişi, benim oğlum!”

“Evet, senin adını bile bilmeyen, annesini öldürdüğün ve şimdi de evinden çıkartıp alıkoyduğun kişi oğlun. Haklısın.” Onun yükselmeye başlayan sesine karşılık ben oldukça kısık bir tondan konuşuyordum. Tuna’nın uyanması son isteyeceğim şeydi.

“Kimseyi alıkoyduğum yok Nilperi. Kaç kere Demir’e hatta Oktay ve Mert’e de ulaştığımı sana söylemediler herhalde. Tuna’yı görmek benim hakkım, buna mecbur bıraktılar.”

Pişkin pişkin haklı olan kendisiymiş gibi açıklamasına delirmiş gibi güldüm. “Hadi ya? Üzüldüm bak, kardeşlerini bir katile emanet etmek istememişler. Manyaklar herhalde.”

“Nilperi!” Bu kez yüksek sesin de üstünde bir tondan adımı söylediğinde Tuna’nın irkilip hareketlendiğini duyumsadım. Normal tutmaya çalıştığım ifademle Tuna’ya doğru döndüm. Gözleri yarı açık şekilde uykusunun bölünmesinden rahatsız olduğu belli haldeydi. Beni gördüğünde bir şey söylemeden koluma iki avucuyla sarılıp gözlerini yeniden kapattı. Muhtemelen neden uyandığını hatta belki de uyanmış olduğunu bile anlayamamıştı.

“Ne oluyor burada?” Tuna’dan bakışlarımı henüz çekmemişken duyduğum sesle dişlerimi birbirine bastırarak hareketsizce bekledim.

“Bir şey olduğu yok.” diyen babamdı.

“Sesini kıs o halde.”

Tuna’nın yeniden uykuya daldığına emin olduğumda yavaşça kafamı çevirip kapıya döndüm. İkisinin de bakışları benim üzerimdeydi. Bu durumdan rahatsız olduğumu belli eden bir ifadeyle bakıyor olsam da ikisi de hareketlenmedi.

“Birkaç saate mekan değiştireceğiz, sen kapıdakilere bak sorun çıkmasın.” Babam bana son bir bakış atıp itiraz etmeden gözden kaybolduğunda sinirimi nasıl boşaltacağımı şaşırarak istemsizce güldüm.

Neye güldüğümü sorgulamasını bekliyorken hiçbir tepki alamadığımda biraz şaşırarak durdum. Sakince bana bakmaya devam ediyordu. Bu hali kaşlarımın havalanmasına sebep oldu. “Git artık.” dedim.

“Babanın bile ikiletmekten çekindiği birinden hiç mi korkmuyorsun sarışın?”

“Onun, oğlu yaşında birinden çekinmesi beni neden etkilesin? Eminim en az onun kadar değersiz birisindir, dikkate alma gereği duymadım.”

İki gün önce sözde polisler(!) ile birlikte bindiğimiz aracın emniyete gitmediğini fark ettiğimde çoktan geç kalmış sayılırdım. Ben neler olduğunu kavrayamadan şu an içinde bulunduğumuz eve getirilmiştik. Karşımda beliren ilk isim babam olduğunda taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor gibi olmuştu.

Daha ne kadar alçalabileceğini artık gerçekten kestiremesem de şu anki en alt seviye kendi çocuklarını kaçırmış hatta kaçırtmış olmasıydı.

Yalnızca adını öğrenebildiğim ve kendi tahminlerimle en fazla Oktay abimin yaşlarında olduğunu düşündüğüm bu adamın hikâyedeki rolünü anlamakta zorlanıyordum. Neden buraya getirilmemize yardım etmişti?

Tüm imkanları sağlayan kişi olduğunu iki günde anlamıştım ama imkanlarını babam için harcaması için bir sebep göremiyordum. İkisi de birbirinden haz ediyormuş gibi görünmüyordu, dolayısıyla bu bir minnet borcu gibi düşünülemezdi. Aklıma başka bir şey de gelmiyordu.

“Dişlerini geçirmeye halen devam edebilmen beni şaşırtıyor, baban çok daha sakin biri olduğundan bahsetmişti oysa.”

Daha fazla diyaloğa girmek istemediğim için sessiz kalarak boş bakışlarla bakmaya başladım.

“Pekala, konuşma havanda değilsin demek ki. Vaktimiz kısıtlı değil, daha sonra bir fırsatını bulmakta zorlanmayız.”

“Sonsuza kadar kaçak göçek planlarınızla bizi oradan oraya sürükleyebileceğinizi mi sanıyorsun?” diye sordum. Sesim alaylıydı.

Gülümser gibi oldu. Garip bir maviliğe ev sahipliği yapan gözlerine ulaşmayan gülümsemesi, birinin gülümseyişi ne kadar korkunç olabilirse o kadar korkunç görünüyordu. “Sanmıyorum sarışın, eminim. Emin olmak için senin de önünde bolca zaman olacak.” Ben bir şey söyleyemeden kendisi bir kez daha konuştuktan sonra hızla gözden kayboldu. “Yola çıkana kadar dinlenmene bak.”

Anlamsızca arkasından bakakalmıştım. Oflayarak başımı geriye attım.

Her geçen saatte karamsarlığım artıyordu. Birilerinin bizi gelip bulması ne kadar mümkündü hiçbir fikrim yoktu. Daha önce olduğu gibi Tuna’yı alıp evden kaçtığımı düşünüyor olabilirler miydi, emin değildim.

Halen İstanbul sınırlarındaydık ama bahsettikleri mekan değişikliğinin aynı zamanda şehir değişikliğini de kapsayıp kapsamadığını düşünmeden edememiştim. İstanbul’dan çıkarsak her şey daha da karmaşıklaşacaktı sanırım.

Beklemek dışında yapabileceğim bir şeyler düşünürken biraz da olsa sakinleşebilmek adına bakışlarımı Tuna’nın uyuyan bedenine çevirdim. Onun, babası olduğundan bile haberi yoktu.

Keşke benim de zihnimden onu tamamen silebilmek gibi bir şansım olsaydı.

 

~

 

“İlerideki benzinlikte duracağız. Aramızdaki tek kadın sensin, içeri giremem ama kapıya kadar sana eşlik etmem gerekecek.”

Bakışlarımı yoldan ayırmadan konuştum. “Arabada kalırım, bir şeye ihtiyacım yok.” Bir an duraksadığını hissettim. “Emin misin?”

Bir şey söylemedim. Derin bir nefes aldığını duydum. “Sabrımı zorluyorsun sarışın, ben sakin kaldıkça inatla sabrımı zorluyorsun.”

“Bana adım dışında bir şeyle hitap etme, hatta en iyisi sen bana hiç hitap etme. İşine bak.”

Arabanın hızlandığını hissettiğimde tepkisizliğimi korudum. Arabada yalnızca ikimiz vardık ve korkacak bir şeyim yoktu. Önümüze çıkan ilk virajı alamazsak şu ankinden belki de daha iyi hissederdim.

Dakikalar içinde bahsettiği benzinliğe vardık. Girişteki park alanı gibi görünen yerde durduğumuzda hemen arkamızda da içinde Tuna’nın da bulunduğu diğer araç durdu. Bakışlarımı dikiz aynasına dikip araçtaki hareketliliği izliyordum.

“İneceksen cama vur ya da kornaya bas. Adamlardan biri arabaların başında bekleyecek.” dedikten sonra arabadan inip kapıyı kapattı. Hemen ardından arabanın içinde kilitli kaldığımı belli eden bir ses duyuldu. Arkama yaslanıp Tuna’nın arabadan inip inmediğini görmeye çalıştım.

İnmemişti.

Onun yerine babam ve iki adam -ki bunlar bizi evden alan polis kıyafetlilerdi- arabadan inmiş ve biraz önce Soner denilen adamın söylediği gibi bir tanesi iki arabanın arasında kalacak şekilde beklemeye başlamıştı. Diğerleri benzinliğin içine doğru giderken kendi kendimi sakinleştirmek adını derince nefeslendim. Eğer bu şansı doğru kullanamazsam başka bir şans yaratmam belki de günlerimi alacaktı.

Titremeye başlayan dizimi sabit tutmayı başardıktan sonra dikiz aynasından halen görebiliyor olduğum adamı göz hapsinde tutmayı sürdürdüm. Benzinliğe doğru bakıyor olması iyiye işaretti.

Her ihtimale karşı çok fazla hareket etmemeye özen göstererek elimi üzerimdeki hırkanın iç kısmına uzattım. Tişörtümü de aşarak pantolonumun bel kısmına sıkıştırdığım telefonu tutup çıkarttım. Bel hizamda tutmaya devam ederken çok da yavaş olmam mantıklı değildi çünkü benzinliktekilerin işi kısa sürerse planım ve çabam boşa gidecekti.

Telefonu çok yukarı kaldırmadan açtığımda hiç oyalanmadan ezbere bildiğim numaralardan birini çevirdim. İki kez çaldığında zaten kulağıma götürmediğim telefonda bu kez bir diğer numarayı çevirmişken gerginliğim had safhadaydı. Bir an önce açmaları gerekiyordu artık, bekleyecek zamanım yoktu.

Bu telefona evdeyken şans eseri banyodan döndüğüm bir anda, kapısı yarı aralı bırakılmış bir odada ulaşmıştım. Telefonun yokluğunu fark etmeleri planımı direkt patlatabilirdi ama kimseden ses çıkmamıştı. Aldığım telefonun birinin kişisel telefonu olmadığı da içindeki uygulama sayısından ve rehberinden belliydi zaten.

Başka bir iş için kullanılıyordu sanırım ve bu yüzden telefona ihtiyaç olmadıkça yokluğu fark edilmemişti.

Telefon açıldığında ve kulağıma Mert abimin ‘Alo?’ diyen sesi dolduğunda heyecanla mırıldandım. “Abi?”

“Nil!” dediğinde aynı anda telefona kadar taşan büyük bir gürültü koptu. Uğultularla arka plandan kulağıma dolan sesleri ayırt edemiyordum.

Ama bir diğer sesi ayırt edebilmiştim.

Arabanın kilidi açılmıştı.

Bir umutla belki oldukça uzaktan açılmış olduğunu düşünerek göz ucuyla camdan dışarıya baktığımda bir adım ileride duran Soner’i görmek iki günün tüm acısını çıkartır gibi o an ağlamaya başlamama sebep oldu.

Eğer yolun ilerisinde değillerse abimlerin ya da haber verecekleri polislerin bile Soner’den önce bana ulaşma imkanları yoktu.

Telefonla konuştuğumu açıkça gören ve dümdüz bir ifadeyle buraya gelen adama bakarken iç çektim.

Geç kalmıştım.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm