Aykırı Çiçek 13.Bölüm

 13.BÖLÜM



Hayal kurmak bedavaydı. Hayallerin gerçeğe dönmesini ise nasıl paha biçebileceğimi bilmiyordum.

Atölyenin kapısının çalacağını ve bu kapının ardında Acar’ı bulacağımı daha önce hayal edip etmediğimi bile hatırlamıyordum.

İki yanından koltuğa sarkıttığım bacaklarımın hafifçe uyuşmaya başladığını hissediyordum. Çok uzun süredir bu halde olduğumuzu düşündürebilirdi bu belki, ama hayır öyle değildi. Acar, kucağında benimle birlikte salonumdaki koltuğa oturalı en fazla on dakika olmuştu.

Bacaklarımın, hatta ellerimin uyuştuğunu hissediyor oluşum hareketsizlikten değildi; heyecandandı, ne yapacağımı bilememezliktendi.

“Sızdın mı?” Yanağımı omuzuna yaslamış halde boynunu izlerken aniden konuştuğunda çığlık atmış gibi irkilerek bakışlarımı yukarı kaldırdım. O da kafasını eğip bana bakmaya çalıştığı için göz göze gelmiştik. “Sızmadım.” dedim biraz duraksadıktan sonra.

“Karar vermen uzun sürdü sızıp sızmadığına.” Dalga geçerek konuşmasına göz devirip yanağımı olduğu yerden kaldırdım. Sinir bozuculuk konusunda iki farklı yola sahipti. Bazen soğuk duvarlarla insanı delirtiyor, bazen de o soğuklar kendisine ait değilmiş gibi sözleriyle yapıyordu bunu.

Kucağından kayıp kendimi koltuktaki boşluğa bıraktım. Yerimden memnun olsam da halen garip bir durumun içerisindeydik sonuçta.

Yanına normal bir şekilde oturup bacaklarımı kendime çekerek bağdaş kurarak yerleştim. Dizim onun bacağına temas ediyordu. Az önceki temasımızın yanında bu hiçbir şey olsa da şimdilik idare edecektim, ne yapalım…

Öpüşmüş olduğumuz gerçeğini aşmakta zorlanıyordum. Bu öpüşmeyi başlatanın -her ne kadar biraz fitili ben ateşlemiş olsam da- Acar olmasını da sindirememiştim.

Aptal değildim, ilk gördüğü anda bana büyük bir aşk ve sevgiyle bağlanıp duygu dolu bir öpücük vermesi mantıklı değildi. Ama etkilenmiş olmasına sevinmeden duramazdım ki.

“Bir şey içmek ister misin?” Aramızdaki sessizliği bölmek ve mümkünse etki alanından uzaklaşabilmek için böyle bir soru sorduğumda, etraftaki resimlerde gezinen bakışları beni buldu. “Gerek yok.” Israr etme ihtiyacı duymadım.

Cebinden telefonunu çıkarttığında çaldığı için çıkarttığını düşünmüştüm ama öyle değildi. Kendisi rehbere girmiş ve Melih’in ismini bulmuştu.

Telefonu kulağına götürdü. Bir süre bekledi ama Melih açmamış olacak ki yüzünü kaplayan siniriyle telefonu kapattı. “Açmaz tabii, biliyor ağzına sıçacağımı. Nereye kadar kaçacaksa!” Siniri azalmadan bana döndü. “Buraya geleceğimden gerçekten haberin yok muydu?”

Birden değişen ve gerginleşen tavrıyla benim de kaşlarım çatıldı. “Yoktu dediysem yoktu Acar, seni buraya getirmekle neyi elde edebilirim? İstesem ben yanına gelirdim.”

Bu açıklamayı mantıklı bulmuş olacak ki üzerime gelmeyi kesti. Ama tadım çoktan kaçmıştı.

Eve gelir gelmez dudaklarıma yapışan kendisi değilmiş gibi şimdi taş atmış da kolu yorulmuş hale geçmişti. Geldiğine sinirli -ve belki de pişman- duruyordu.

Melih’in bu plandaki olası ortağı olan Koray’ı aramak aklıma geldiğinde ayağa kalktım. Acar, ben ayaklanıp telefonuma doğru giderken bakışlarını üzerimden hiç çekmemişti. Ne yaptığımı dikkatle izliyordu.

Telefon elimdeyken yanına geri dönüp oturdum. Bu kez bacaklarımı yukarıya toplamamış, dolayısıyla temasımızı sıfıra indirmiştim. Kendi kendimi cezalandırıyordum herhalde, Acar’ın çok umurundaydı zaten bacaklarımızın teması…

Koray’ı arayıp açmasını beklerken Acar da ne yaptığımı görmüş ve daha az inceler şekilde bakmaya başlamıştı. Koray telefonu açmadığında kendi kendime homurdandım.

Telefonu bırakmadan Koray’la olan sohbet ekranına girdim. ‘Çilek’ emojisini atıp sohbetten çıktım.

Bu aramızda bir çeşit kodlamaydı. Hiçbir şey yazmadan atılan ‘çilek’ kötü bir şeyler oluyor, sana ihtiyacım var demekti.

“Çileklerle ne derd-…” Acar mesajı gördüğünü belli eder şekilde konuşmaya başlamışken konuşmaya devam etmesini engelleyen telefonumun zil sesi oldu. Ekranda Koray’la belki de en eski fotoğraflarımızdan, onu sıkıca sardığım ve kendisinin pek memnun gözükmediği, benim 5 onun ise 7 yaşındaki hali göründü.

Acar’ın fotoğrafı çok fazla görmesine izin vermeden aramayı cevapladım.

“İzgi’m?” Koray’ın hafif telaşlı sesi kulağıma doldu. “İyisin değil mi?”

“Hayır.” dedim sakince. “Hiç iyi değilim.” Bunu söylerken Acar’la göz göze ihtimalimi sıfırlamış, dümdüz karşıya bakmıştım.

“Ne demek hiç iyi değilsin, atölyede misin? Geliyorum, bekle.” Telefonun diğer ucunda yaşanan hareketliliği görmesem de duyabiliyordum.

“N’olmuş?” diye araya karışan üçüncü kişinin sesi fazlasıyla tanıdık olunca hemen atladım. “Melih’i de getir, madem adresi verirken pek düşünmemişsin…”

“İzgi…”

“Ne İzgi, Koray?” dedim sesimi sabit tutmaya çalışarak. Onun yanında Melih, benim yanımda Acar varken bu konuyu iyice dallandırıp budaklandıramazdım.

“Yanına geldiğimde konuşalım, çıkıyorum şimdi tamam mı? Onu oraya yollatan aklımı sikeyim, çok mu üzdü seni?”

Bir şey söylemedim. Sessiz kalmamı muhtemelen tamamen yanlış anlayarak halimin çok kötü olduğunu düşünmüş olacak ki kendi kendine söylenip telefonu kapattı. Yarım saate kalmadan yanıma ulaşacağına emindim.

Telefonu kulağımdan çektim. “Koray gelecek, Melih de yanındaydı zaten. Ama o da gelir mi bilmiyorum.”

Başını hafifçe sallamakla yetindi.

Dakikalar sonra, sanki bir süredir içinde tutuyormuş gibi aniden soru sorduğunda istemsizce ona döndüm. “Fotoğraftakiler siz miydiniz?” Neyi kastettiğini anlamam kısa bir zaman alsa da Koray aradığında gördüğü fotoğraftan bahsettiğini algılayabildim.

“Evet.” dedim kısaca.

“İlkokul arkadaşı mısınız?” Daha fazla soru sormasını beklemiyordum ama Acar Merih Bayazıt beni şaşırtmaya itinayla devam ediyordu. Bir anı diğer anını tutmayan bir adamdı, artık hepimiz hemfikiriz değil mi?

“Ben doğduğumdan beri tanışıyoruz, gözümü açtığımdan beri yanımda.” Üçüncü bir soru gelmemesine sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim. Onunla konuşmak hoşuma gidiyordu, daha önce sohbet etme şansımın neredeyse olmadığı, ama âşık olduğum adamdı çünkü. Bir yandan da susmak ve ondan kaçmak, saklanmak istiyordum. Birkaç gündür yaptığım gibi…

Koray’ın gelişine kadar böyle oturacak mıydık acaba diye düşündüğüm sırada bu kez bana yabancı gelen bir zil sesi doldurdu içeriyi. Acar’ın telefonu çalıyordu. Elinde tuttuğu için arayan kişiyi o telefonu kulağına götürmeden önce başımı çevirir çevirmez görebilmiştim.

Şeyda arıyordu.

Bu ismi görmek beni hiç etkilememişçesine önüme döndüm. Aklım hızla o geceye, doğum günü gecesine dönmüş ve Şeyda’nın tam olarak Acar’la arasında nasıl bir bağ olduğunu anlayamayışım zihnimi boğmaya başlamıştı.

“Efendim Şeyda?” Acar’ın sesini duysam da telefonun diğer ucundaki Şeyda’nın söylediklerini tabii ki duyamıyordum.

“Ne?” Acar’ın garip bir şaşkınlıkla söylediği diğer cevap buydu. Şeyda’nın ne söylediğini deli gibi merak etmeye devam ediyordum.

Tekrar onu dinlemeye başladı. Çok kısa bir an sonra ise duraksamadan, bakışları beni hiç bulmadan “Tamam, geliyorum ben şimdi.” diyerek ayaklandı.

Oturduğum yerden kıpırdamadan yalnızca başımı kaldırarak Acar’a baktım. Telefonu kulağından çektiğinde bakışları nihayet beni bulabildi. “Benim acilen çıkmam gerekiyor, bu sorunu daha sonra halledelim.”

Buraya gelişini bir sorun olarak görmesine mi, yoksa Şeyda’nın aramasıyla yanımdan apar topar gidiyor oluşuna mı üzülmem gerektiğine henüz karar verebilmiş değildim. Dudaklarımı aralayıp bir şeyler söylemek için kendimi zorladım. Saçmalamak istemiyordum.

“Anladım,” diyebildim. “Çık sen acilse.”

Başını salladı. Salondan çıkmak için hareketlendiğinde ben de ifadesiz tutmaya çabaladığım yüzümle peşine takıldım. Kapıya ulaştığımızda kısa bir an bu kapıdan girişi gözümün önüne gelmiş olsa da bu görüntüyü aceleyle kovaladım. Kapıyı tamamen açıp elimi kapı kolundan çekmeden onun dışarıya adımlayışını izledim.

Kapı kolunu sıkıca tuttuğumu avucumun yanmaya başlamasından anlamıştım. Sakin kalmak için oradan güç almaya çalışıyordum.

“Görüşürüz.” dedikten sonra arkasını dönmeden önce cevap vermek yerine yalnızca küçük bir tebessümle yetindim. Asansörün bu katta oluşu nedeniyle saniyeler içinde gözden kaybolduğundaysa kendi kendime mırıldandım. “Umarım görüşürüz.

Kapıyı kapattıktan sonra kendimde salona gidecek enerjiyi bulamayınca kapıya yasladığım sırtıma dayanarak yere doğru kaydım. Yere oturup dizlerimi kendime çektim, çenemi de dizlerime yasladım.

Henüz bu beklentiye girmek için erken olduğunu bilsem de, Acar’ın ‘önceliği’ olamamak kalbimi kırmıştı. Aldığı telefonla birlikte apar topar yanımdan gitmişti, nasıl kırılmayabilirdim ki?

 

~

 

Koray: Ooo yeni grup (21.04)

Koray: Neden toplandık

Melih: Grupta sen ben ve İzgi olduğuna göre (21.05)

Melih: Tabii ki buradan beş çayı tariflerimizi paylaşmak için açtım grubu

Koray: Annemden kısır tarifini çalarım tamam

Koray: Sizin için bu suça da el atarım lan ne olacak

Melih: Eyvallah Koray eyvallah

Melih: Sen kısırın peşine yine düş

Melih: İzgi gelsin de bi

Melih: Sen çık kısırını yine ara

Koray: İzgi gelemez ya

Melih: Neden?

Koray: Kendini atölyeye tıktı

Koray: Beni de yarım saatten fazla tutmadı yanında gittiğimde zaten

Melih: LAN BU SAATE KADAR BU BİLGİLERİ NEDEN BANA VERMEDİN

Melih: Yanımdan gittin İzgi arayınca

Melih: Ben de halen birliktesiniz sanıyorum

Koray: O dengesiz ikizin versin bilgileri sana

Koray: Tam olarak ne döndü ben de anlamadım ki anasını satayım

Melih: Battı mı bizim plan yani?

Melih: Her şeyi daha beter hale mi getirdik

Koray: Sanırım öyle

Koray: İzgi kaçmakta haklıymış galiba

Koray: Yani fotoğrafı atıp ortadan kaybolma konusunda en azından

Melih: Saçmalama

Melih: Bir şekilde yüzleşeceklerdi sonuçta

Koray: Evet

Koray: İzgi kendisini hazır hissettiğinde

Koray: Daha normal bir yerde

Koray: Daha mantıklı bir halde

Koray: Şimdi bu plan yüzünden beni de listeden attı

Koray: Attığı adımda bastığı kaldırımdan bahseden kız doğru düzgün bir kelime etmedi bile

Melih: Atölyeyi bize anlattığın için mi?

Koray: Tam olarak evet

Melih: Mesajlar da iletiliyor aslında

Melih: Ama telefona bakmıyor sanırım

Koray: Atmıştır bir kenara

Koray: Üstteki mesajları silelim bu arada

Melih: Hallederim şimdi

Koray: Acar halen seni haşlamak için yanına gelmedi mi

Koray: Bu saate kadar

Melih: Yok

Melih: Ajansa zaten dönmedi

Melih: Evde de yok

Melih: Kendi evine geçtiyse de bilmiyorum

Koray: Arasan ondan bir şeyler öğrenemez miyiz

Melih: Önce bir saat çenesini çekmem lazım

Melih: Olanları anlatacağının bir garantisi de yok zaten

Melih: Ama yine de denerim

Koray: Dene dene

Koray: Bana da haber ver

Melih: Veririm

Koray: Şu mesajları da sil unutmadan (21.19)

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm