Aykırı Çiçek 7.Bölüm
7.BÖLÜM
“Hazır hissediyorum, inelim.”
Cümlem bittiği anda kendini arabadan hızla dışarıya atan
Koray’a bir süre şaşkınlıkla baktıktan sonra kapıyı açıp ben de indim.
“Bu kadar hızlı olmana gerek yoktu.” dediğimde beni pek
umursamadan arabanın önünden dolaşıp yanıma ulaştı. “Bir kez daha karar
değiştirseydin kalbim bunu kaldırmazdı.”
Abartarak konuşmasına gözlerimi devirdim.
Sadece dört kez geri dönmek istemiş, iki kez de nefes
alamıyormuş gibi davranarak hastaneye gitmemiz gerektiğinden bahsetmiştim.
Kolunu biraz büküp benim için araladığında beklemeden
koluna girdim. “Biraz gerginim.”
“Biraz mı? Adım atmayı unutmuş gibi duruyorsun İzgi.”
Dalgınlıkla bakışlarım ayaklarıma çevrildiğinde bu halime yüksek sesle güldü.
“Girelim içeriye, yoksa senin balatalar tamamen kopacak
Acar’ı göremeden.” Aniden başımı çevirip ona baktım. “Adını söylemesene,
etrafta bir yerdeyse duyacak şimdi.”
“Duysun işte kızım, işleri hızlandırmış oluruz. Evden
buraya gelmen bir asır sürdü, devamı gelene kadar yaşlanırım ben.”
“İçin yaşlı senin zaten.”
“Bu gece üstüme gelme bence, alıp eniştemin kucağına
atmayayım seni.”
“İşime gelirdi.” diye mırıldandığımda kolunda duran elime
uzanıp etimi sıkıştırdı. “Yavaş İzgi yavaş.”
Omuz silkerek yanıtsız bıraktığımda daha fazla uzatmadan
yürümeye başladı. Adımlarımı ona uydurmaya çalışırken bir yandan da içerisine
girmek üzere olduğumuz mekânı inceliyordum.
Daha önce gelmemiş olsam da adını Koray’dan duyuyor
olduğum popüler bir yerdi. Kalabalıkta olmaktan haz etmiyordum, dolayısıyla
birileri beni zorlamadıkça pek böyle yerlere uğradığım söylenemezdi.
Acar’ın da böyle ortamları sevmediğini, ama doğum gününü
doğal olarak ikiziyle paylaşıyor olduğu için bu duruma ses çıkartamadığını
biliyordum.
Acar konusunda istihbaratlarım gayet sağlamdı.
İçeri girdiğimizde ortam hafif loşlaşmış, hareketli fakat
aşırı yüksek olmayan bir melodi kulağıma dolmaya başlamıştı.
“Melih’in yanına mı uğrayacağız?” diye soran Koray’ı
onayladım. “Öyle yapalım.”
Koridorumsu bir alanı yürümeyi tamamladığımızda, mekânın
tam göbeğinde kalan geniş alana varmış olduk. İçerisi fazlaca kalabalıktı, ama
bu kalabalığın bir kısmının doğum günüyle bir ilgisi olmadığını biliyordum.
Kalabalık olunmayacağı için mekânı kapatmak gibi bir işe girişilmemişti.
Ben etrafa göz atarken Koray eliyle sol tarafımızı işaret
ederek bana doğru eğildi. “Şuradalar, locada.”
Bahsettiği yere baktığımda ilk gözüme çarpan beş altı
kişinin rahatlıkla oturabileceği uzunlukta bir koltukta oturan Melih oldu. O
hariç üç kişi daha vardı. Bu üç kişiden hiçbirinin Acar olmayışı, biraz
rahatlamama sebep olmuştu. Onunla karşılaşmadan önce Melih’i tek yakalamak
istiyordum.
Localara doğru ilerledikçe insan sayısı azalmış, daha
rahat yürüyebilir hale gelmiştik. Yanlarına varmamıza son birkaç adım kala
Melih ile göz göze gelmiştim.
Yüzünde görmeye alışık olduğum samimi gülümsemesiyle
ayaklandı. “İzgi!”
Son adımımda Koray’ın kolundan çıkıp, Melih’e uzandım.
Kollarımı sırtına dolayıp sarılırken, o da beni çepeçevre sarmıştı.
“İyi ki doğdun.” Heyecanla kulağına doğru mırıldandığımda
seslice güldü. “Teşekkür ederim, ama bu heyecan benim doğuşumun yirmi sekizinci
yıl dönümüne özel değil sanki…”
“Melih!” diyerek benimle uğraşmaya saniyesinde başlamış
olmasına yakınırken kollarımı açıp geriye adımladım.
Benim mızmızlanmamı umursamadan elini Koray’a uzattı.
Kısaca tokalaştıklarında zaten önceden tanışıyor oldukları için araya
girmemiştim.
Bakışlarım istemsizce Melih’in az önce kalktığı koltukta
oturuyor olan üçlüye çevrildi. Bu sayede onların da dikkatle bana baktıklarını
fark etmiş oldum. İfadesiz görünen iki kadının aksine erkek olan daha yumuşak
yüz hatlarıyla duruyordu.
Melih, bakıştığımızı görmüş olmalı ki tanıştırmak için
hareketlendi. Eliyle önce beni, ardından da Koray’ı işaret etti. “İzgi ve
Koray, arkadaşlarım.” Ardından kısaca bana baktı. “Caner ve Çağla’dan
bahsetmiştim, ajansın diğer ortakları. Şeyda da…” diyerek devam edeceği sırada
Melih’in bakışları arkamda bir yere takılır gibi olmuş, duraksamıştı.
Refleksle başımı arkaya çevirip baktığımda, bu kadar
yakınımda olmasını beklemediğim bir bedenle karşı karşıya kalmıştım. Bedenin
sahibinin kim olduğunu fark ettiğimde Melih’in yaşadığı duraksamayı sollayacak
bir halde öylece durdum.
Benim ani dönüşüm onu da afallatmış gibiydi. Geriye
adımlayıp benden uzaklaşmadan önce aldığı birkaç nefes yüzüme çarpmış, tenimi
okşamıştı.
Aramızdaki mesafeyi arttırıp geri çekilmesine oturup bir
köşede dakikalarca ağlayabilirdim. İlk kez bu kadar yakınımdaydı, onu ilk kez
bu kadar yakından hissetmiştim.
“Hallettin mi Acar?” diyerek garip sessizliği bölen
kişinin kim olduğunu anlayabilmek için yeniden önüme dönmem gerekiyordu. Bu
hoşuma gitmese de, Acar’ın benim bir manyak olduğumu düşünmemesi daha iyi
olurdu sanırım.
Konuşan kişinin Çağla ya da Şeyda olduğu zaten kesindi,
ama onlara baktığımda cevap bekler gibi bakanın Şeyda olduğunu görmüştüm.
“Hallettim.” Tek kelimelik cevabı sesini yakından
duyduğum için irkilmeme sebep olmuştu. Biraz daha zorlarsam az sonra herkes her
şeyi anlayacaktı galiba.
“Ne bu şifreli şifreli konuşuyorsunuz sabahtan beri?”
Caner, Acar’a bakarak konuştuğunda cevap alamamıştı.
Şaşırmamıştım da zaten.
Soğuk nevalenin tekine âşıktım, kabullenmek zordu ama
dikenine de katlanacaktım artık.
“Her neyse, tanışma faslı yarım kaldı. Şeyda, Acar’ın
arkadaşı. Acar da doğum günümün ortağı zaten bildiğiniz gibi.” İkizini tanıtma
şekline gerginliğimden ve Acar sarhoşluğumdan sıyrılabilsem muhtemelen
gülerdim. Ancak şu an cümleleri algılamakta dahi bir süre zaman harcıyordum.
Şeyda’nın adını daha önce hiç duymamıştım. Acar’ın Caner
ve Çağla dışında doğum gününe davet edebileceği yakınlıkta arkadaşı olduğundan
da haberim yoktu. Melih bahsetmeyi unutmuştu belki de.
“Oturalım artık, kaldık böyle.” Melih’in müdahalesiyle
hareketlendik. Ben Melih ve Koray’ın arasında kalmıştım. Melih’in diğer tarafında
ise Acar vardı.
Melih’in üzerinden uzanıp Acar’a yeniden az önceki kadar
yakın olma fikriyle savaşırken, bundan sıyrılmamı sağlayan Caner’in konuşması
oldu.
“Ben sizi bir yerden tanıyorum ama… Çıkartamadım da tam.”
Koray’a bakarak söylemişti.
“Beni mi?” diyerek kendisini gösteren Koray’ı onayladı.
“Evet, aşırı tanıdık geldi.”
“Soner’e benzetmişsindir muhtemelen, Soner Akdağ’a.”
Soner abinin Melih’le tanışıklığı olduğunu biliyordum.
Ama Caner’in de tanıyor olduğundan haberim yoktu.
“Abim.” dedi Koray kısaca.
“Acar ve Melih’ten daha çok benziyorsunuz.” Caner’in
söylediğinin fazlasıyla doğru olması hafifçe kıkırdamama sebep oldu.
İkiz olmalarına rağmen ne huyları ne de görünüşleri pek
benzemiyordu.
Çağla, konu ilgisini çekmiş gibi yerinde kıpırdandı. “Koray’la
Soner sayesinde tanıştınız o zaman.” dedi Melih’e.
Hayır, benim sayemde demek istesem de tepkisizce
bekledim.
“Hayır aslında, sonradan fark ettik hatta Soner kısmını.”
dedikten sonra bana baktı. “Önce İzgi ile tanıştık, Koray da yakın arkadaşı
zaten.”
“Yakışıyorsunuz bayağı.” Şeyda’nın araya girerek
konuşmasına anlamsızca baktım. Kime söylüyordu?
“Kim?” diyen Caner oldu.
“Melih’le İzgi işte, tatlı duruyorlar.” Konunun buraya
nasıl geldiğini bilmiyordum, ayrıca geldiği gibi geri giderse çok sevinirdim.
Acar’ın beni ikizinin sevgilisi olarak kodlaması son
isteyeceğim şey bile değildi. Böyle bir şey olursa ben üstüne atlasam bile
yanıma yaklaşmazdı.
“Aramızda bir şey yok Şeyda, yanlış anladın sanırım.”
Melih, her zamanki sakinliğiyle açıklama yaparken Şeyda’nın pek umuru gibi
değildi. Ama başka bir şey söylemedi.
“Siz nerede tanıştınız?”
“Sergide.” Cevabı aynı anda Melih ve benden çıkmıştı. Ona
bakarak gülümsedim.
“Bir resim sergisinde.” diyerek hafifçe ayrıntılandırdım.
Beni çoğu anlamda değiştiren, ikizleri hayatıma sokan katıldığım
bir resim sergisiydi.
~
“Tamam fıstığım, tamam canımın içi. Üzüldün çok, vallahi
anladım. Ama kurban olayım daha içme, kendi kendini ele vereceksin sonra bizim
ağzımıza sıçacaksın. Tanıyorum ben seni.”
Koray’ın kurduğu uzun cümlelerden yarım yamalak şeyler
anlayabilmiş olsam da bu parçaları zihnimde birleştirebilecek kadar ayık
değildim. Az önce peş peşe içtiğim, alkol oranı fazla olsun diye barmeni
darladığım kokteyller etkisini tamamen göstermiş, algılarımı büyük ölçüde
tıkamıştı.
“Ben görünmez birisi miyim Koraycım?” Cümlem biter bitmez
hıçkırdığım için bar taburesinde minik bir düşme tehlikesi yaşamış olsam da
Koray beni koluyla kavrayıp kendisine yaslayarak buna engel oldu. Oturduğum
sandalyenin hemen yanı başında ayakta duruyordu.
“Değilsin tabii ki İzgi’m, o nereden çıktı?”
“O beni neden hiç görmedi bu gece?”
Koray’ın üzerindeki gömleğin düğmeleri ilgimi çektiğinde
parmaklarımı uzatıp onları çevirmeye çabaladım.
“Görmediğini nereden çıkarttın? Melih hep demiyor mu
zaten Acar’ın tarzı bu diye, adam soğuk soğuk bakarak yaşamını sürdürüyor İzgi.
Âşık olacak daha eğlenceli bir tip bulsaydın kızım o zaman.”
Nereden baksanız bir dakikadan fazla süreyi Koray’ın
söylediklerini anlamakla harcamış sayılırdım. Kafamın içinde aynı anda hem
yüksek sesli müzik, hem düşüncelerim hem de bana söylenenler dönüp duruyordu.
“Ben seçmedim ki!” derken sesim kontrolsüzce yükseldi.
“Neyi seçmedin? Niye bağırıyorsun küçük ayyaş?” Koray’ın
dışında bir ses duyduğumu fark edince başımı diğer tarafa doğru çevirdim. Melih
ve Caner gelmişti. Konuşan Caner’di.
Zihnimdeki süzgeç tamamen işlevini yitirdiğinden hızla
bir şeyler anlatmak için ağzımı aralamıştım ki Koray’ın eli ağzıma örtüldü.
Bebek sever gibi ağzımı ve yanaklarımı tek eliyle sıkarak geri çekildi.
“Kokteyllerden bahsediyor, niye ağır şeyler içtin diyordum. Ben istemedim
diyor.”
“Yo,” derken hıçkırmış, yerimde hoplamıştım. “Ben seçtim
bunu, mordu çünkü. Mor çok severim ben.”
Caner kahkahaya yakın bir gülüşle bana baktığında
kaşlarım çatıldı. Parmağımı ona uzattım. “Bana mı gülüyor bu?”
“Hayır İzgi, sana niye gülsün güzelim?” Melih, sakince
konuştuğunda onun ılımlı tavrı bana da yansımış olmalı ki kaşlarım eski haline
döndü ve parmağımı indirdim. “Komik değilim ben zaten, açsın poposuna gülsün.”
Caner bu kez kendini yere doğru atıp gülerken yaslı olduğum bedenin de güler
gibi kıpırdanmasıyla Koray’a baktım.
Bakışlarımı gördüğünde dudaklarını birbirine bastırarak
duraksadı.
“Kalkalım mı artık? Herkes dağıldı zaten, sen de yoruldun.”
Koray’ı omuzlarımı silkerek cevapsız bırakırken kasıklarımda hissettiğim
baskıyla birlikte hareketlendim.
İçtiğim içecekler bir anda aşağıya inmiş gibiydi.
Benim başarısız ayağa kalkma çabam, Melih’in desteğiyle
sonuca ulaşmış oldu. “Tuvalete gideceğim.” diyerek tutuşundan kurtulmaya
çalıştım.
“Kapıya kadar eşlik edeyim, olur mu?”
Koray ve Caner’i ittirerek ilk adımımı attım. “Onlar
gelmesin ama.”
Caner işaret parmağını gözünden yanağına doğru kaydırarak
gözyaşı akıyormuş gibi yaptığında saçlarımı savurarak Melih’e yapıştım.
Sırtıma sardığı koluyla beni yönlendirirken ağırlığımın
büyük bir kısmını ona bırakarak yürümeye çalıştım. Alkol toleransım bu denli
düşük değildi, bu kadar kendimi bıraktığımı da hatırlamıyordum daha önce. Ama
bu geceyi hissetmemeye ihtiyacım vardı, yarın her ayrıntısı aklımdan silinip
gitmeliydi.
“Ben onu ilk gördüğümde bir daha gözlerimi hiç
çekemeyeceğim sanmıştım.” Daha çok kendi kendime konuşuyor gibiydim ama
Melih’in beni dinlediği açıktı. “Ama onun gece boyunca gözleri bana bir daha
hiç değmedi bile…” İç çekerek devam ettim. “Sonra da gitti zaten. Böyle
olmasını hayal etmemiştim hiç.”
Melih’in bir şey söylemesini beklesem de beni şaşırtarak
sessiz kaldı. Buna nedensizce sinirlenerek adımlarımı aniden kestim. Başımı
hızla Melih’e çevirip yüzüne bakmaya çalıştım. “Bana Acar’ı anlatırken o kızdan
hiç bahsetmedin, adını bile duymamıştım. Beni kandırdın mı?”
Acar’la paylaştığı kahverengi gözleri bir süre yüzümde
dolandı. “Kimden bahsediyorsun? Çağla z-…” Cümlesini bitirmeden araya girdim.
“Çağla’yı demiyorum, Şeyda’yı diyorum.”
“Ben de bu gece tanıştım İzgi, gerçekten.”
“Hep ona baktı, gördün değil mi?” Dudaklarım titrer gibi
olduğunda dişlerimi sertçe alt dudağıma geçirdim. “Sonra da evine bırakmak için
kalkıp gitti. Çağla kaç yıllık arkadaşı, ama o taksiyle döndü. Şeyda’yı çok mu
seviyor ki?”
“İzgi…” Ne diyeceğini bilemiyormuş gibi sadece adımı
mırıldandığında ‘boş ver’ anlamında elimi salladım. Sarhoşluğum -ya da belki de
sarhoş hissetme çabam- beni terk etmeye başlamıştı.
“Sen dönebilirsin, ben işimi halledip gelirim. Daha
iyiyim şimdi.” Emin olamıyormuş gibi baktığında güven vermek ister gibi ondan
ayrılıp tek başıma ayakta durdum. “Bak sallanmıyorum.” Ellerimi iki yana açarak
konuşunca gülümsedi. “Gördüm. İyi bakalım, git. On beş dakikadan fazla sürerse
kapıya dayanırım, ona göre.”
Geçiştirir gibi onayladıktan sonra gördüğüm tuvalet işaretine
doğru ilerlemeye başladım. Biraz önce yüzüme yerleştirdiğim tebessüm hızla
düşerken kadınlar tuvaletine girmeyi başarmıştım.
İçeride iki kişi vardı. Aynada kendilerini izlemeye ara
dahi vermediklerine bakılırsa gayet sarhoş duruyorlardı. Onları takmadan
kabinlerden birine girdim.
Ben işimi halledip çıktığımda kızlar yerlerinden
kıpırdamamıştı. Ellerimi yıkarken istemsizce aynadan onlara baktım. “İyi
misiniz?” diye sormadan edemedim.
“Ben iyiyim.” Benim yanımda olan değil, daha uzakta olan
cevaplamıştı. “Çünkü az önce çişimi yaptım.” demesiyle kendimi tutamayıp
kıkırdamam bir oldu. Elimi hızla ağzıma kapattım. İçimden gülüyorum sanmıştım.
Gülüşüm ikisinin dikkatini pek dağıtmışa benzemiyordu.
Buna sevinerek daha fazla şansımı zorlamadan ellerimi kurulayıp kapıya
yöneldim.
Tuvaletten çıkar çıkmaz müzik sesi yeniden
yoğunlaştığında yüzüm istemsizce buruştu. Başım ağrımaya başlamıştı.
Koridoru bitirip insanların yoğunlaştığı alana ilerledim.
Korayların halen bıraktığım yerde olup olmadığını göremiyordum ama muhtemelen
locaya dönmemişlerdir diye düşünerek oraya yöneldim. Oldukça kalabalık olan
alanda insanları ittire ittire ilerlemek tahmin ettiğimden daha yorucuydu.
Birkaç adım atmışken kolumda hissettiğim el aniden
duraksamam sebep oldu. İrkilmiştim. Bu da hareketlerime yansımış, hafifçe
titremiştim.
“İzgi?” Kolumu tutan kişinin beni tanıyor olması ilk
birkaç saniyeyi sakinleşerek geçirmemi sağlamıştı ama hemen sonrasında sesin
sahibini tanımış, küçük çaplı bir taşikardi atağının eşiğine gelmiştim.
Parmakları tenime değen kişi oydu, Acar’dı.
“Efendim?” derken sesimin yarıda kesilmemesi için biraz
-hatta birazdan daha çok- çabalamam gerekmişti. Hafifçe bana yakınlaşarak
yüksek sesle konuşmaya başladı.
“Caner ve Melih çıktılar mı? Locada bulamadım.”
“Hayır, en son bar masasındalardı.” Elini henüz kolumdan
çekmemişti. Bunun beni birazdan kalpten götürebilecek kadar kuvvetli şeyler
hissettirdiğinden muhtemelen haberi yoktu. Neyse ki birazdan somut olarak
deneyimleyebilecekti.
Çünkü bayılmak üzereydim, üstüne doğru.
“Geçelim o zam-…” demek üzereyken hissettiğim şeyle
gözlerim kocaman açıldı. Dudaklarım da hafifçe aralı kaldığında bu ifademin onu
duraksattığını anlamıştım. Ama şaşkınlığımın sebebi bizzat kendisiydi.
Acar az önce kalçamı mı sıkmıştı cidden?
“İzgi? İyi misin?” dediğinde ‘Hayır!’ diye haykırmak
istesem de kendimi sıkarak durdum. Bu adam yeni tanıştığı kadınları akşam
poposunu mu elliyordu cidden?
Elinin halen kalçamda olduğu gerçeğini kaldıramıyor hale
geldiğimde avuçlarımı göğsüne bastırarak onu ileri ittim. Gücüm buna normalde
muhtemelen yetersizdi fakat o da afallamış olmalıydı ki biraz geriledi.
Ellerini iki yana açarak sorgular gibi yüzüme bakarken
ağzımı aralayıp cırlamak için hazırlanmıştım. Bir sapığa âşık olmayı
kaldıramayabilirdim.
Fakat ellerini rahatça görebildiğim Acar’ın benden uzakta
olmasına rağmen bedenimde hissettiğim eller geri çekilmemişti. Acar’a kızmak
için aralanan dudaklarım olduğu gibi kaldığında hızla arkamı döndüm. Daha önce
görmediğim, tanımadığım bir adamla burun buruna geldiğimde telaşla geriye
çekildim. Acar, ben arkamı döndüğümde yeniden bana yaklaşmış olmalıydı ki
bedenini sırtımda hissetmiştim.
“Hoşuna mı gitti güzellik?” diyerek gevşek gevşek sırıtan
adamın her zerresinden sarhoşluk akıyordu. Midemin çalkalandığını, yukarıya
doğru tırmandığını hissederken adamdan uzaklaşmak ister gibi geriye çekilmek
istedim. Ama tek yapabildiğim sırtımı Acar’ın göğsüne daha sert bastırmak
olmuştu.
Saniyeler içinde ise Acar’ın sıcaklığını hissedemiyor
hale geçmiştim. Kendisi o sırada sırıtmaya devam eden adamı yere yapıştırmakla
meşguldü.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder