Günler Kısa Geceler Sonsuz 13.Bölüm

 13.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

“Yavrum ağlamadan konuş, korkutuyorsun beni. Neredesin anlayamıyorum, söyle ki geleyim hemen.” Kerem birkaç kez tekrarladığı cümlelerden hiçbir şey anlayamadığı sevgilisini sakinleştirip olan biteni algılamaya çalışırken panikle ayaklanmıştı.

Kerem’in kulağındaki telefonla ayaklanışı ve söyledikleri masada oturuyor olan Tuna ve Demir’in tüm odağını ona çevirmişken Kerem dikkatle telefonda konuşuyor olan Sude’yi dinliyordu.

“Ne hastanesi?” Kerem bağırırcasına yükselen sesiyle dış kapıya yönelirken Tuna sorgulamadan aynı hızla peşine takıldı. Demir, kaşları gergince çatılmış halde araba anahtarını aldığı gibi onların yanına ilerlerken Kerem’in söylediklerine kulak kesilmişti. “Geliyorum, tamam güzelim. Hemen geliyorum, nefes al sakinleşmeye çalış.”

Kerem telefonu kulağından çekmeden aceleyle ayakkabılarını ayağına geçirmişken arkasında onu tereddüt etmeden takip eden Tuna’ya baktı. Tuna’nın gözlerindeki soru işaretlerini görebiliyordu. “Kötü bir şey mi var? Hastane deyip durdun, iyi mi Sude?”

Tuna aklına ilk gelen ihtimali içten içe korkarak sorgularken Kerem başını iki yana salladı. “İyi… Yani iyi sanırım, bir sürü şey söyledi ama hiçbirini anlayamadım. Lal’den bahsetti, sadece onu anladım. Hastanenin adını zar zor söylettim.”

Tuna, Sude’nin iyi oluşuna dair bir rahatlama hissetmek isterken büyük bir baskıyla aklına doluşan senaryoları engellemeye çalıştı. Lal’e mi bir şey olmuştu?

“Tamam, gidelim bir an önce. Anlarız ne olduğunu, oyalanmayın.” Demir, Tuna’daki afallamayı fark ederek onu kendine getirmek için omuzuna yavaşça vurup ileriye gitmesini sağladı. Evden ayrılıp Demir’in arabasına binmeleri üçü de hızlıca hareket ettiğinden oldukça kısa sürerken Demir, Kerem’in adını söylediği hastanenin yakın oluşunu daha da yakınlaştırmayı hızlıca sürdüğü arabayla sağlamıştı.

Arabayı boş bir yere park edip içeriye ilerledikleri sırada Kerem yeniden Sude’yi aramakla meşguldü. Sude’nin açmadığı telefon endişelenmesine sebep olurken gözleri bahçenin ilerisindeki küçük kalabalığa takıldı. Telefon kulağında öylece dururken, büyük bir çoğunluğunu polislerin oluşturduğu kalabalığın arasından seçebildiği tanıdık beden koşar adım oraya yönelmesine yol açtı. “Sude!” diyerek yarı fısıltı yarı yüksek bir sesle kendi kendine seslenirken onun bu hareketi Tuna ve Demir’in de dikkatini aynı yere çekmişti.

Yakınlaştıkça yüzler ve sesler belirginleşirken Kerem, Sude’nin dibine kadar ilerleyip onu kendine çekti. Sude ağlayışlarının arasında kolunu kavrayan kişinin kim olduğunu anlayamayarak korkuyla başını çevirdiğinde Kerem’i görür görmez hızla ona tutundu. “Kerem bir şey yap!”

“Ben yaptım diyorum, halen onu karakola götürmeniz gerektiğini söylüyorsunuz. Beni götürmeniz gerekiyor.” Ayakta zor durduğu belli olan, yorgunluktan gibi görünse de korkuyla küçülen gözleriyle karşısındaki polislere derdini anlatmaya çalışan Müge onlara yaklaşan üçlüyü fark etmemişti. Eline küçük bir çocuk gibi tutunmuş olan kızının önünde duvar gibi dururken bugüne dek üzerinde kalın bir kabuk gibi taşıdığı korku dolu ruh hali bir anda toz olup uçmuştu.

“İkiniz de geleceksiniz hanımefendi, olay sırasında evde bulunan üç kişi varmış. Birisi içeride ameliyatta diğer ikisi sizsiniz, ifadelerinizi almamız gerekiyor. Basit bir kavga değil bu, bıçaklanmadan bahsediyoruz.” Polislerden biri bıkkınca karşısındaki kadına açıklama yaparken Müge çaresizce etraftaki diğer polislere bakındı. Lal’in halen korkudan tek kelime etmiyor oluşuyla ilgilenmek yerine onlara yalvarıyordu dakikalardır. Lal’i evde bırakmıştı, ama buradayken polislerin eve gidip olay yerini inceleme amacıyla Lal’i de tutup hastaneye getireceklerinden haberi yoktu.

Demir, Kerem’in yanında duran Sude’nin ağlayışından bakışlarını ayırdıktan sonra dikkati, arkasında sakladığı bir başka bedenle birlikte polislere dert yakınan kadına çevrildi. Saçlarını ve bedeninin yarısını görebiliyor olduğu arkadaki kızın Lal olduğunu az çok anlamıştı, ancak nasıl bir olayın içerisinde olduklarını ve öndeki kadının kim olduğunu bilmiyordu. Müdahale etmek kendinde bir hak bulamayarak beklemeyi sürdürdü.

“Kendi rızanızla araca geçmezseniz biz eşlik etmek zorunda kalacağız, lütfen daha fazla zorluk çıkartmayın.” Müge, karakolda Lal’den ayrı şekilde ifadelerini alacaklarından emindi. Lal’in donuk hali aniden çözülür ve olanları tüm çıplaklığıyla anlatırsa nasıl bir süreç gelişeceğini tahmin edebiliyordu. Bu denli direnmesinin sebebi buydu. Buradayken suçu üstlenebilir, olanları Lal’i tamamen uzakta tutarak anlatabilirdi.

Tuna, algılamaya çalıştığı olay örgüsünde kaybolmuş hissederken birkaç gündür peş peşe yaşadıklarının artık bardağı taşırmaya başladığının farkındaydı. Olup bitenlerin hızına yetişemiyor, artık gerçeklikten sıyrılmış gibi hissediyordu. “Lal iyi değil, onu götürmesinler. Kerem bir şey yapalım n’olur!” Sude’nin fısıltılı ama bağırır gibi çıkan sesi Tuna’ya da ulaşmıştı. Bu, Tuna için henüz tam olarak görüş açısında olmayan siyah bir tutam saçını ve kolunu görebiliyor olduğu küçük bedenin Lal oluşunu kanıtlayan andı.

Tuna’nın Lal’i görebilmek için başını çevirmeye çalıştığı sırada polislerden biri Müge’nin koluna uzanıp Lal ile birleşmiş olan ellerini ayırmak için hamle yapmıştı. Müge, dakikalardır yalvardığı cümlelerinin anlamını yitirdiğini kabullendiğinde gözünden akıp giden birkaç yaşla birlikte polisin çekiştirmesine zaman tanımadan elini geriye çekti. Lal’in yanağını peş peşe öpüp yüzünü avuçladı. “Korkacak bir şey yok annecim, hiçbir şey yok.”

Müge’nin yaşamı boyunca kimsesiz hissettiği yüzlerce an olmuştu. Tutunabileceği hiçbir dal yokken zamanla bunun kendisi için yazılmış olan kesin bir yazgı olduğunu düşünmeye başlamıştı. Lal’in elinden tutup yeni bir hayata başlayamamasının en büyük engeli de buydu. Şimdi o yazgıya uzun bir zaman sonra ilk kez isyan etmek, haykırıp yakınmak istiyordu. Gücünün şu anda bulundukları durumu düzlüğe çıkartmaya yetmemesine hem gururu hem umutları kırılmıştı.

Birkaç metre arkalarında duran polis aracına doğru iki yanlarında beliren iki polisle ilerliyorlarken Lal yine en başa, etrafı algılayamadığı ana dönmüş gibiydi. Boş bakışlarla önüne bakıyorken göz ucuyla annesinin de onunla birlikte geliyor oluşundan emin olmaya çalışıyordu.

Polis arabasının arka kapısı açıldığında arabaya ilk bindirilen Müge oldu. Lal hemen arkasından binip yanına oturduğunda kapı tok bir sesle kapandı.

Tuna, az önce araya giren polisten sonra tam anlamıyla görmüş olduğu Lal’in arabaya kadar her hareketini gözünü kırpmadan izlemişken onun yüzünü incelemeye, kim olduğunu anlamaya fırsat bulamadan nasıl bir durumun içerisinde oldukları algılamaya çalışıyordu. Arabaya doğru dönük halde birkaç metre ilerisinde duran camın arkasına bakıyorken polisler ön koltuklara yerleşip araba hareket etmeye başlamadan önce beklemediği bir şey oldu.

Bakışlarını ön koltuğun sırt kısmına dikmiş olan Lal sakince yana çevirdiği başı sayesinde ileride bekleyen dört kişiyi görüş açısına aldığında kimsenin üzerinde oyalanmayan gözleri en son Tuna’da durakladı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırırken orada duruyor olan kişinin Tuna olamayacağını haykıran zihni, o an için hayal zannettiği Tuna görüntüsüne takıldı.

Cam kadar berrak görünen yeşilleri saniyeler geçmeden dolup yanaklarına yaşlar yağdırırken gözlerini kırpmadan hayal zannettiği Tuna’ya bakmaya devam etti.

Araç hareket edip hastanenin bahçesinden hızla kaybolurken, Tuna gülüşünden önce gözyaşlarıyla tanıştığı Lal aynı yerde ona bakıyormuş gibi gözlerini o boşluktan bir süre ayıramadı.

“Sude!” Kerem hıçkırarak ağlamaya başlamış olan sevgilisini kollarıyla zar zor sarıp tutarken adını üst üste seslenerek dikkatini çekmeyi denedi. Sude hıçkırıklarına aldırmadan Kerem’i göğsünden itmeyi denedi. “Bir şey yapalım dedim sana! Yapmadık, hiçbir şey yapmadık.” Kafasını iki yana sallayarak sayıklarken Demir, Kerem’in şaşkınlığının mantığının önüne geçtiğini fark ederek araya girmek zorunda hissetti. Sude’ye yaklaşıp omuzlarını canını yakmayacak fakat hareket alanını kısıtlayacak şekilde tuttu.

“Abicim bak bi’ bana, bize ne olduğunu anlat ki yapabileceğimiz bir şey varsa yapalım. Bildiklerini anlat, söz veriyorum elimden gelen neyse yaparım. Anlaştık mı?”

Sude kesik kesik alabildiği nefeslerle Demir’e bakarken dudaklarını araladı. Olanları kendi bildiği kadarıyla hızla anlatmaya başlarken karşısındaki üç adamın şaşkınlığını, sinirini görmezden gelerek devam etmişti. Tek istediği bir an önce Lal’in iyi olduğundan emin olabilmekti.

 


~

 

- Tuna

 

Oturduğum sandalyede dizimi stresle titretiyor haldeyken gözlerim ilerideki kapıdaydı. Neredeyse iki saattir aynı yerde oturmayı sürdürüyordum. Karşımdaki sandalyede ise göğsünde yorgunca yatıyor olan Sude ile birlikte Kerem vardı.

“Arayalım mı Demir abiyi? Çok zaman geçti.” Sude, başını kaldırıp bana bunu yapmam için umutla bakarken Kerem araya girdi. “Aramamız bir işe yaramaz, açamaz zaten. İçerideler halen belli ki.”

“Niye uzun sürdü bu kadar? Lal bunu yapmasaydı Müge abla hastanede olurdu, hatta belki de…” Sude sonlara doğru kısılan sesiyle yeniden ağlayacakmış gibi Kerem’e yaslandığında avuçlarımla yüzümü örtüp sertçe ovuşturdum.

Yaklaşık iki saat önce hastane bahçesinde Sude’den dinlediğim olayı henüz sindirebilmiş değildim. Lal ile ilgili hayatımda gerçekleşen tüm olaylar büyük karmaşalardan ibaret olmaya başlamıştı. Önce Güneş’in yalanı ve şimdi de Lal’in içinde bulunduğu bu durum…

Hastanedeyken bahsedilen evdeki üçüncü kişinin Lal’in babası olduğunu ve o kişinin bıçakla yaralandığını söylemişti Sude. Babasını bıçaklayan kişinin Lal olduğunu eklemesi ise üçümüze buz kestirmişti. Annesini korumak için yapmıştı, o bunu yapmasa muhtemelen annesinin başında hastanede ya da belki de akşamüzeri cenazesinde olacaktı.

O sırada bunları biliyor olsaydım Lal’i ve annesini savunabilmek için elimden geleni yapardım. Abimin de benimle aynı şekilde düşünüyor olduğu açıktı. Sude bunları anlattığında hiçbir şey yapmadan gidişlerini izlediğimiz için fazlasıyla sinirlenmiş olduğunu görebilmiştim. Apar topar karakola gelişimiz ise bundan hemen sonrasında gerçekleşmişti.

Abim yolda direkt olarak hem Kadir amcayı hem de avukat bir arkadaşını arayıp neredeyse bizle aynı anda karakola gelmelerini sağlamıştı. Şimdi ise onlar içeride uğraşırken biz koridorda bekliyorduk.

Dakikalar geçmeye devam ederken koridorda boğulmaya başladığımı hissederek dışarı çıkmak için hareketlendiğim sırada bize doğru gelen tanıdık bedenle duraksadım. Abimin bize yaklaşmasına izin vermeden geri kalan adımların yarısını ben atıp yanına ulaştığımda arkamdan gelen adım sesleri Sude ve Kerem’e aitti.

“Abi!” diyerek biraz korku biraz da umutla seslendiğimde abimin yüzündeki yorgun ve halen öfke kalıntıları taşıyan ifadeye bakılırsa duyacaklarımız çok da iyi şeyler olmayacaktı.

“Kadir abi içeride halen, Tülin de Müge’nin yanında. Buraya gelecekler.” Tülin dediği kişi avukat olan arkadaşıydı. Cümlelerindeki eksikliği fark eden yalnızca ben değildim, Sude benden önce davranarak sordu. “Lal de gelecek değil mi?”

Abimin sessiz kalışı kocaman bir cevaptı. Ancak Sude öne doğru atıldı. “Niye konuşmuyorsun Demir abi? Lal de gelmeyecek mi Müge abla ile?”

“Hemen gelemeyecek, gelebilmesi için uğraşmaya devam ediyoruz. Kadir abi de Tülin de elinden geleni yapıyor. Şimdilik Müge gelebilecek yanımıza.” Abim, Gülin’e anlatır gibi tane tane ve ılımlı bir tavırla konuşurken Sude aniden bizden uzaklaşıp az önce oturduğumuz sandalyelere yöneldi. Sandalyelerden birine oturup dizlerini kendine çektikten sonra yüzünü de dizlerine yasladı.

“Ben Sude’ye bakayım.” Kerem de yanımızdan gittiğinde abime dikkatle bakmayı sürdürüyordum. “Bakma öyle, yemin ederim sizden daha öfkeliyim bu duruma Tuna. Ama yapabileceğimin en fazlası bu abicim, daha da fazlası için uğraşıyorum.”

Başımı hafifçe salladım. “Biliyorum abi, şüphem yok.” Abim beni kolunun altına çekip omuzumu sardı.

“Hastanedeki durumda bir gelişme var mı?” diye sorduğumda çenesinin kasıldığını görebildim. “Ameliyattan çıkmış, ciddi bir şey yok.”

Buna sevinmiş hissetmemin tek sebebi Lal için en iyisinin bu olacak olmasıydı. Hem buradan bir an çıkabilmesi hem de ruhunun daha az acı çekmesi için o herifin yaşaması gerekliydi.

“Demir!” diyen yabancı olduğum sesle birlikte arkamı dönerken abim kolunu omuzumdan indirdi. Bize doğru gelen iki kadından birini birkaç saat önce ilk kez görmüştüm, diğeri ise avukat olmalıydı. Sesini duyduğum kişi de avukattı.

Lal’in annesi iki saat öncesinde olduğundan çok daha yorgun ve gergin duruyordu. Etrafta dolaştırdığı gözleri bir şeyi arıyormuş gibi telaşlıydı. “Nerede Lal? Daha gelmedi mi?”

Direkt olarak abime bakarak sorduğu iki soru benim yutkunmama sebep olurken anladığım tek şey abimle bu iki saat içerisinde konuşmuş olduklarıydı. “Gelmedi.” Abim net bir şekilde cevapladığında Müge abla gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Bir şeylerden emin olmaya çalışır gibi bakıyordu. “Ne zaman gelecek?”

Gözlerim istemsizce Müge ablanın boynunda kendisini belli etmeye çoktan başlamış olan kızarıklık ve morluk arasındaki o ize kaydığında sinirlerimi kontrol edemeyeceğimi düşünerek bakışlarımı hızla çektim.

“Bilmiyorum ama en kısa zamanda burada olacak.” Abimin cümlesi bittiği anda Müge abla küçük bir adım atarak öne çıktı. Bu adım, abimle aralarındaki mesafeyi kısaltmıştı. Abimin boyu kendisinden fazlasıyla uzun olduğundan başını geriye doğru atarak doğrudan yüzüne baktığında abim ifadesiz görünüyordu. “Her şeyi anlatırsam Lal’in de benim de buradan ayrılabileceğimizi söyledin.” Çoğullaştırmadan abimi hedef alan konuşması beni biraz şaşırtmıştı.

Abim tahmin ettiğimden çok daha fazla bu konuya dahil olmuş gibiydi. Genellikle böyle bir durumla karşı karşıya kalmazdık, Demir Özkan soğukluğunu ve etliye sütlüye karışmayışını yıllardır devam ettiriyordu. Bu yüzden Müge ablanın hastanede olduğu gibi suçu üstlenmesine engel olanın avukat ya da Kadir amca olmasına şu anki kadar şaşıracağımı sanmıyordum.

“Söyledim.” Abim, Müge ablaya çok sıradan bir durumun içerisindeymişiz gibi sakince cevaplar verdiğinde onun bu tavrına alışık olmadığımdan afallamıştım. Abimin arkadaşı olan avukat da benden farklı halde değildi.

“Yalan söyledin yani.” Müge ablanın sesinin yükselmiyor oluşuna, sinirlenmiş görünse de mırıldanıyor gibi konuşuyor olmasına odaklanmışken Kerem ve Sude’nin de bizim buradaki uzayan konuşmamızı merak edip geldiklerini hissettim.

“Yalan söylemedim, Lal birazdan yanımıza gelecek. Sadece bu süre tahmin ettiğinden biraz uzun, beklemek zorundayız.” Müge ablanın siyaha çok yakın renkteki koyu gözleri buğulanırken ağlamaya başlayacağını zannetsem de bunu yapmadı. İç çekerek kollarını kendisine sardıktan sonra bakışlarını abimden çekti, bakışları hiçbirimizin üzerinde oyalanmadan duvara yaklaşıp sırtını yasladıktan sonra yere doğru kaydı.

Kendisine sarılıyor gibi görünüyordu, ağlayacak gibi bakıyor ama ağlamıyordu. Abimin az önce söylediklerine inanıp beklemek istediğinden miydi yoksa başka bir şey mi söz konusuydu bilmiyordum ama öylece yere çökmüş ve iç çekişleri dışında hiçbir ses çıkartmadan beklemeye başlamıştı.

“Yalnız mı kalmak istiyor?” diye mırıldandım. Beden dili dışarıya o kadar kapalıydı ki yanına yaklaşmamızı hiç istemiyor gibiydi.

“Tam tersi.” dediğinde abime baktım. “Yalnız kalmaktan korkuyor.” Abim bakışlarını Müge abladan çekmeden cümlesini tamamladı. Birkaç saniye süren bu anın ardından bakışlarını hızla bize çevirdi. Az önceki dalgınımsı hali hemen kaybolmuştu.

Yaklaşık kırk dakika sonra yerinden kıpırdamayan Müge abla ve tam karşısındaki duvara yaslanmış ayakta bekliyor olan ben dışında koridorda bizden kimse kalmamıştı. Sude, babası acil bir şekilde az önce arayınca Kerem ile yanımızdan ayrılmıştı. Babasının derdi her neyse halleder etmez geri geleceğine emindim. Abim ise avukat ile birlikte Kadir amcanın yanına dönmüştü.

Müge ablanın yanına yaklaşıp bir şey demek için birkaç kez niyetlensem de söyleyeceklerimi toparlayamamış ve sonuç olarak sessizce burada kalmaya devam etmiştim. Ara sıra bakışları beni buluyor, karşısında beklemeye devam ettiğimi gördüğünde yeniden önüne dönüyordu. Burada oluşumdan rahatsız olduğuna dair hiçbir hareketi ya da sözü olmamıştı.

“Dün adını duyduktan sonra bu kadar erken seninle tanışabileceğimi düşünmemiştim.” Dakikalardır ağzından tek kelime dökülmeyen oyken aniden uzunca bir cümle kurduğunda telaşla algılamaya çalıştım. Koridorda başka birileri olsa bana söylememiş olduğundan bile şüphelenebilirdim.

“Benim adımı mı?” diyerek saçma bir soru sordum. Telaşlanmış halime gözlerine ulaşmayı başaramayan küçücük bir gülümsemeyle baktı. “Tuna sen değil misin?”

“Benim.” dedim duraksamadan. “Benim evet.”

“Lal’in telefonu birkaç gündür onda değildi, sana bunu söylemek istediğinden bahsetti dün bana. Ama bir yolunu bulamadık.” Telefonun kimde olduğunu bildiğim için buna şaşırmamıştım. Güneş konusu şu an için ikinci plana düşmüş gibi dursa da peşini bırakacağım bir durum değildi.

“Biliyorum,” dedim başımı olumlu anlamda sallayarak. “Daha önce de böyle bir şey yaşanmıştı, telefonla ilgili bir sorun olduğunu düşündüm ben de.” Güneş’ten bahsetmek istemedim o an. Ablamın dün akşam anlattıkları, Güneş ve Lal’in arasındaki ilişki eminim Müge abla tarafından benden çok daha iyi biliniyordu ama yine de şu an bundan bahsederek onu daha fazla üzecek olmaktan korkmuştum.

Henüz tüm ayrıntıları, daha doğrusu Müge abla ve Lal’in bakış açısındaki ayrıntıları bilmiyordum. Ablam Birkan abiden dinlediği, üstünkörü bildiği kadarını bize anlatmıştı.

Güneş ve Lal, aynı babaya sahiplerdi.

Neredeyse yaşıt olmalarına rağmen anneleri aynı kişi değildi. Bu da ortada bir aldatma hikâyesinin var olduğunun kanıtı gibiydi. Bugün şahit olduğum, öğrendiğim şeyler olmasaydı kesin yargılar kullanıp bir şeyler düşünebilir ve düşündüklerime körü körüne inanabilirdim.

Ancak Müge ablanın karşımda boynundaki morluklarla, annesini kurtarabilmek için babasını yaralamış olan kızını bekliyor olması bu hikâyenin devamının ablamların bildiğinden çok daha farklı olduğunu haykırıyordu.

Bu haykırışları görmezden gelmem çok zordu.

O hikâyenin bir başka uyarlamasında Lal bendim. Güneş ise ablamdı.

Ablam tıpkı Güneş gibi bana nefret kusmayı seçmiş olsaydı, hayatın beni nereye sürükleyeceğini hayal etmekte zorlanıyordum.

Müge abla ona bakıyor ama düşüncelerime daldığımdan hiçbir şey söylemiyor oluşuma kaşları hafifçe çatılı halde anlamaya çalışır gibi bakıyordu. “Tuna?” diyerek seslendiğinde az önce kurduğum denklemde onun yerini düşündüm.

Müge abla ise annemdi. Babam tarafından öldürülen annemin bu kurguya göre Lal gibi bir kurtarıcısı olması gerekiyordu. İki değil on yedi yaşında olsaydım Lal’den farklı bir şey yapar mıydım diye saniyelik bir düşünce çukuruna düştüğümde cevabı bulmam çok kısa sürdü.

Çok daha fazlasını yapardım.

Annemi yaşatabilmek için bir şansım olsaydı, ikinci kez düşünmeme gerek kalmadan her şeyi göze alabilirdim.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm