Günler Kısa Geceler Sonsuz 13.Bölüm
13.BÖLÜM
İyi okumalar!
~~~
“Yavrum ağlamadan konuş, korkutuyorsun
beni. Neredesin anlayamıyorum, söyle ki geleyim hemen.” Kerem birkaç kez
tekrarladığı cümlelerden hiçbir şey anlayamadığı sevgilisini sakinleştirip olan
biteni algılamaya çalışırken panikle ayaklanmıştı.
Kerem’in kulağındaki telefonla ayaklanışı
ve söyledikleri masada oturuyor olan Tuna ve Demir’in tüm odağını ona
çevirmişken Kerem dikkatle telefonda konuşuyor olan Sude’yi dinliyordu.
“Ne hastanesi?” Kerem bağırırcasına
yükselen sesiyle dış kapıya yönelirken Tuna sorgulamadan aynı hızla peşine
takıldı. Demir, kaşları gergince çatılmış halde araba anahtarını aldığı gibi
onların yanına ilerlerken Kerem’in söylediklerine kulak kesilmişti. “Geliyorum,
tamam güzelim. Hemen geliyorum, nefes al sakinleşmeye çalış.”
Kerem telefonu kulağından çekmeden
aceleyle ayakkabılarını ayağına geçirmişken arkasında onu tereddüt etmeden
takip eden Tuna’ya baktı. Tuna’nın gözlerindeki soru işaretlerini
görebiliyordu. “Kötü bir şey mi var? Hastane deyip durdun, iyi mi Sude?”
Tuna aklına ilk gelen ihtimali içten içe
korkarak sorgularken Kerem başını iki yana salladı. “İyi… Yani iyi sanırım, bir
sürü şey söyledi ama hiçbirini anlayamadım. Lal’den bahsetti, sadece onu
anladım. Hastanenin adını zar zor söylettim.”
Tuna, Sude’nin iyi oluşuna dair bir
rahatlama hissetmek isterken büyük bir baskıyla aklına doluşan senaryoları
engellemeye çalıştı. Lal’e mi bir şey
olmuştu?
“Tamam, gidelim bir an önce. Anlarız ne
olduğunu, oyalanmayın.” Demir, Tuna’daki afallamayı fark ederek onu kendine
getirmek için omuzuna yavaşça vurup ileriye gitmesini sağladı. Evden ayrılıp
Demir’in arabasına binmeleri üçü de hızlıca hareket ettiğinden oldukça kısa
sürerken Demir, Kerem’in adını söylediği hastanenin yakın oluşunu daha da
yakınlaştırmayı hızlıca sürdüğü arabayla sağlamıştı.
Arabayı boş bir yere park edip içeriye
ilerledikleri sırada Kerem yeniden Sude’yi aramakla meşguldü. Sude’nin açmadığı
telefon endişelenmesine sebep olurken gözleri bahçenin ilerisindeki küçük
kalabalığa takıldı. Telefon kulağında öylece dururken, büyük bir çoğunluğunu
polislerin oluşturduğu kalabalığın arasından seçebildiği tanıdık beden koşar
adım oraya yönelmesine yol açtı. “Sude!” diyerek yarı fısıltı yarı yüksek bir
sesle kendi kendine seslenirken onun bu hareketi Tuna ve Demir’in de dikkatini
aynı yere çekmişti.
Yakınlaştıkça yüzler ve sesler
belirginleşirken Kerem, Sude’nin dibine kadar ilerleyip onu kendine çekti. Sude
ağlayışlarının arasında kolunu kavrayan kişinin kim olduğunu anlayamayarak
korkuyla başını çevirdiğinde Kerem’i görür görmez hızla ona tutundu. “Kerem bir
şey yap!”
“Ben yaptım diyorum, halen onu karakola
götürmeniz gerektiğini söylüyorsunuz. Beni götürmeniz gerekiyor.” Ayakta zor
durduğu belli olan, yorgunluktan gibi görünse de korkuyla küçülen gözleriyle
karşısındaki polislere derdini anlatmaya çalışan Müge onlara yaklaşan üçlüyü
fark etmemişti. Eline küçük bir çocuk gibi tutunmuş olan kızının önünde duvar
gibi dururken bugüne dek üzerinde kalın bir kabuk gibi taşıdığı korku dolu ruh
hali bir anda toz olup uçmuştu.
“İkiniz de geleceksiniz hanımefendi, olay
sırasında evde bulunan üç kişi varmış. Birisi içeride ameliyatta diğer ikisi
sizsiniz, ifadelerinizi almamız gerekiyor. Basit bir kavga değil bu,
bıçaklanmadan bahsediyoruz.” Polislerden biri bıkkınca karşısındaki kadına
açıklama yaparken Müge çaresizce etraftaki diğer polislere bakındı. Lal’in
halen korkudan tek kelime etmiyor oluşuyla ilgilenmek yerine onlara
yalvarıyordu dakikalardır. Lal’i evde bırakmıştı, ama buradayken polislerin eve
gidip olay yerini inceleme amacıyla Lal’i de tutup hastaneye getireceklerinden
haberi yoktu.
Demir, Kerem’in yanında duran Sude’nin
ağlayışından bakışlarını ayırdıktan sonra dikkati, arkasında sakladığı bir
başka bedenle birlikte polislere dert yakınan kadına çevrildi. Saçlarını ve bedeninin
yarısını görebiliyor olduğu arkadaki kızın Lal olduğunu az çok anlamıştı, ancak
nasıl bir olayın içerisinde olduklarını ve öndeki kadının kim olduğunu
bilmiyordu. Müdahale etmek kendinde bir hak bulamayarak beklemeyi sürdürdü.
“Kendi rızanızla araca geçmezseniz biz
eşlik etmek zorunda kalacağız, lütfen daha fazla zorluk çıkartmayın.” Müge,
karakolda Lal’den ayrı şekilde ifadelerini alacaklarından emindi. Lal’in donuk
hali aniden çözülür ve olanları tüm çıplaklığıyla anlatırsa nasıl bir süreç gelişeceğini
tahmin edebiliyordu. Bu denli direnmesinin sebebi buydu. Buradayken suçu
üstlenebilir, olanları Lal’i tamamen uzakta tutarak anlatabilirdi.
Tuna, algılamaya çalıştığı olay örgüsünde
kaybolmuş hissederken birkaç gündür peş peşe yaşadıklarının artık bardağı
taşırmaya başladığının farkındaydı. Olup bitenlerin hızına yetişemiyor, artık
gerçeklikten sıyrılmış gibi hissediyordu. “Lal iyi değil, onu götürmesinler.
Kerem bir şey yapalım n’olur!” Sude’nin fısıltılı ama bağırır gibi çıkan sesi
Tuna’ya da ulaşmıştı. Bu, Tuna için henüz tam olarak görüş açısında olmayan
siyah bir tutam saçını ve kolunu görebiliyor olduğu küçük bedenin Lal oluşunu
kanıtlayan andı.
Tuna’nın Lal’i görebilmek için başını
çevirmeye çalıştığı sırada polislerden biri Müge’nin koluna uzanıp Lal ile
birleşmiş olan ellerini ayırmak için hamle yapmıştı. Müge, dakikalardır
yalvardığı cümlelerinin anlamını yitirdiğini kabullendiğinde gözünden akıp
giden birkaç yaşla birlikte polisin çekiştirmesine zaman tanımadan elini geriye
çekti. Lal’in yanağını peş peşe öpüp yüzünü avuçladı. “Korkacak bir şey yok
annecim, hiçbir şey yok.”
Müge’nin yaşamı boyunca kimsesiz
hissettiği yüzlerce an olmuştu. Tutunabileceği hiçbir dal yokken zamanla bunun
kendisi için yazılmış olan kesin bir yazgı olduğunu düşünmeye başlamıştı.
Lal’in elinden tutup yeni bir hayata başlayamamasının en büyük engeli de buydu.
Şimdi o yazgıya uzun bir zaman sonra ilk kez isyan etmek, haykırıp yakınmak
istiyordu. Gücünün şu anda bulundukları durumu düzlüğe çıkartmaya yetmemesine
hem gururu hem umutları kırılmıştı.
Birkaç metre arkalarında duran polis
aracına doğru iki yanlarında beliren iki polisle ilerliyorlarken Lal yine en
başa, etrafı algılayamadığı ana dönmüş gibiydi. Boş bakışlarla önüne bakıyorken
göz ucuyla annesinin de onunla birlikte geliyor oluşundan emin olmaya
çalışıyordu.
Polis arabasının arka kapısı açıldığında
arabaya ilk bindirilen Müge oldu. Lal hemen arkasından binip yanına oturduğunda
kapı tok bir sesle kapandı.
Tuna, az önce araya giren polisten sonra
tam anlamıyla görmüş olduğu Lal’in arabaya kadar her hareketini gözünü
kırpmadan izlemişken onun yüzünü incelemeye, kim olduğunu anlamaya fırsat
bulamadan nasıl bir durumun içerisinde oldukları algılamaya çalışıyordu.
Arabaya doğru dönük halde birkaç metre ilerisinde duran camın arkasına
bakıyorken polisler ön koltuklara yerleşip araba hareket etmeye başlamadan önce
beklemediği bir şey oldu.
Bakışlarını ön koltuğun sırt kısmına
dikmiş olan Lal sakince yana çevirdiği başı sayesinde ileride bekleyen dört
kişiyi görüş açısına aldığında kimsenin üzerinde oyalanmayan gözleri en son
Tuna’da durakladı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırırken orada duruyor olan
kişinin Tuna olamayacağını haykıran zihni, o an için hayal zannettiği Tuna
görüntüsüne takıldı.
Cam kadar berrak görünen yeşilleri
saniyeler geçmeden dolup yanaklarına yaşlar yağdırırken gözlerini kırpmadan hayal zannettiği Tuna’ya bakmaya devam
etti.
Araç hareket edip hastanenin bahçesinden
hızla kaybolurken, Tuna gülüşünden önce gözyaşlarıyla tanıştığı Lal aynı yerde
ona bakıyormuş gibi gözlerini o boşluktan bir süre ayıramadı.
“Sude!” Kerem hıçkırarak ağlamaya başlamış
olan sevgilisini kollarıyla zar zor sarıp tutarken adını üst üste seslenerek
dikkatini çekmeyi denedi. Sude hıçkırıklarına aldırmadan Kerem’i göğsünden itmeyi
denedi. “Bir şey yapalım dedim sana! Yapmadık, hiçbir şey yapmadık.” Kafasını
iki yana sallayarak sayıklarken Demir, Kerem’in şaşkınlığının mantığının önüne
geçtiğini fark ederek araya girmek zorunda hissetti. Sude’ye yaklaşıp
omuzlarını canını yakmayacak fakat hareket alanını kısıtlayacak şekilde tuttu.
“Abicim bak bi’ bana, bize ne olduğunu
anlat ki yapabileceğimiz bir şey varsa yapalım. Bildiklerini anlat, söz
veriyorum elimden gelen neyse yaparım. Anlaştık mı?”
Sude kesik kesik alabildiği nefeslerle
Demir’e bakarken dudaklarını araladı. Olanları kendi bildiği kadarıyla hızla
anlatmaya başlarken karşısındaki üç adamın şaşkınlığını, sinirini görmezden
gelerek devam etmişti. Tek istediği bir an önce Lal’in iyi olduğundan emin
olabilmekti.
~
- Tuna
Oturduğum sandalyede dizimi stresle
titretiyor haldeyken gözlerim ilerideki kapıdaydı. Neredeyse iki saattir aynı
yerde oturmayı sürdürüyordum. Karşımdaki sandalyede ise göğsünde yorgunca
yatıyor olan Sude ile birlikte Kerem vardı.
“Arayalım mı Demir abiyi? Çok zaman
geçti.” Sude, başını kaldırıp bana bunu yapmam için umutla bakarken Kerem araya
girdi. “Aramamız bir işe yaramaz, açamaz zaten. İçerideler halen belli ki.”
“Niye uzun sürdü bu kadar? Lal bunu
yapmasaydı Müge abla hastanede olurdu, hatta belki de…” Sude sonlara doğru
kısılan sesiyle yeniden ağlayacakmış gibi Kerem’e yaslandığında avuçlarımla
yüzümü örtüp sertçe ovuşturdum.
Yaklaşık iki saat önce hastane bahçesinde
Sude’den dinlediğim olayı henüz sindirebilmiş değildim. Lal ile ilgili
hayatımda gerçekleşen tüm olaylar büyük karmaşalardan ibaret olmaya başlamıştı.
Önce Güneş’in yalanı ve şimdi de Lal’in içinde bulunduğu bu durum…
Hastanedeyken bahsedilen evdeki üçüncü
kişinin Lal’in babası olduğunu ve o kişinin bıçakla yaralandığını söylemişti
Sude. Babasını bıçaklayan kişinin Lal olduğunu eklemesi ise üçümüze buz
kestirmişti. Annesini korumak için yapmıştı, o bunu yapmasa muhtemelen
annesinin başında hastanede ya da belki de akşamüzeri cenazesinde olacaktı.
O sırada bunları biliyor olsaydım Lal’i ve
annesini savunabilmek için elimden geleni yapardım. Abimin de benimle aynı
şekilde düşünüyor olduğu açıktı. Sude bunları anlattığında hiçbir şey yapmadan
gidişlerini izlediğimiz için fazlasıyla sinirlenmiş olduğunu görebilmiştim.
Apar topar karakola gelişimiz ise bundan hemen sonrasında gerçekleşmişti.
Abim yolda direkt olarak hem Kadir amcayı
hem de avukat bir arkadaşını arayıp neredeyse bizle aynı anda karakola
gelmelerini sağlamıştı. Şimdi ise onlar içeride uğraşırken biz koridorda
bekliyorduk.
Dakikalar geçmeye devam ederken koridorda
boğulmaya başladığımı hissederek dışarı çıkmak için hareketlendiğim sırada bize
doğru gelen tanıdık bedenle duraksadım. Abimin bize yaklaşmasına izin vermeden
geri kalan adımların yarısını ben atıp yanına ulaştığımda arkamdan gelen adım
sesleri Sude ve Kerem’e aitti.
“Abi!” diyerek biraz korku biraz da umutla
seslendiğimde abimin yüzündeki yorgun ve halen öfke kalıntıları taşıyan ifadeye
bakılırsa duyacaklarımız çok da iyi şeyler olmayacaktı.
“Kadir abi içeride halen, Tülin de Müge’nin
yanında. Buraya gelecekler.” Tülin dediği kişi avukat olan arkadaşıydı.
Cümlelerindeki eksikliği fark eden yalnızca ben değildim, Sude benden önce
davranarak sordu. “Lal de gelecek değil mi?”
Abimin sessiz kalışı kocaman bir cevaptı.
Ancak Sude öne doğru atıldı. “Niye konuşmuyorsun Demir abi? Lal de gelmeyecek
mi Müge abla ile?”
“Hemen gelemeyecek, gelebilmesi için
uğraşmaya devam ediyoruz. Kadir abi de Tülin de elinden geleni yapıyor.
Şimdilik Müge gelebilecek yanımıza.” Abim, Gülin’e anlatır gibi tane tane ve
ılımlı bir tavırla konuşurken Sude aniden bizden uzaklaşıp az önce oturduğumuz
sandalyelere yöneldi. Sandalyelerden birine oturup dizlerini kendine çektikten
sonra yüzünü de dizlerine yasladı.
“Ben Sude’ye bakayım.” Kerem de yanımızdan
gittiğinde abime dikkatle bakmayı sürdürüyordum. “Bakma öyle, yemin ederim
sizden daha öfkeliyim bu duruma Tuna. Ama yapabileceğimin en fazlası bu abicim,
daha da fazlası için uğraşıyorum.”
Başımı hafifçe salladım. “Biliyorum abi,
şüphem yok.” Abim beni kolunun altına çekip omuzumu sardı.
“Hastanedeki durumda bir gelişme var mı?”
diye sorduğumda çenesinin kasıldığını görebildim. “Ameliyattan çıkmış, ciddi
bir şey yok.”
Buna sevinmiş hissetmemin tek sebebi Lal
için en iyisinin bu olacak olmasıydı. Hem buradan bir an çıkabilmesi hem de
ruhunun daha az acı çekmesi için o herifin yaşaması gerekliydi.
“Demir!” diyen yabancı olduğum sesle
birlikte arkamı dönerken abim kolunu omuzumdan indirdi. Bize doğru gelen iki
kadından birini birkaç saat önce ilk kez görmüştüm, diğeri ise avukat
olmalıydı. Sesini duyduğum kişi de avukattı.
Lal’in annesi iki saat öncesinde
olduğundan çok daha yorgun ve gergin duruyordu. Etrafta dolaştırdığı gözleri
bir şeyi arıyormuş gibi telaşlıydı. “Nerede Lal? Daha gelmedi mi?”
Direkt olarak abime bakarak sorduğu iki
soru benim yutkunmama sebep olurken anladığım tek şey abimle bu iki saat
içerisinde konuşmuş olduklarıydı. “Gelmedi.” Abim net bir şekilde
cevapladığında Müge abla gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Bir şeylerden emin
olmaya çalışır gibi bakıyordu. “Ne zaman gelecek?”
Gözlerim istemsizce Müge ablanın boynunda
kendisini belli etmeye çoktan başlamış olan kızarıklık ve morluk arasındaki o
ize kaydığında sinirlerimi kontrol edemeyeceğimi düşünerek bakışlarımı hızla
çektim.
“Bilmiyorum ama en kısa zamanda burada
olacak.” Abimin cümlesi bittiği anda Müge abla küçük bir adım atarak öne çıktı.
Bu adım, abimle aralarındaki mesafeyi kısaltmıştı. Abimin boyu kendisinden
fazlasıyla uzun olduğundan başını geriye doğru atarak doğrudan yüzüne
baktığında abim ifadesiz görünüyordu. “Her şeyi anlatırsam Lal’in de benim de
buradan ayrılabileceğimizi söyledin.” Çoğullaştırmadan abimi hedef alan
konuşması beni biraz şaşırtmıştı.
Abim tahmin ettiğimden çok daha fazla bu
konuya dahil olmuş gibiydi. Genellikle böyle bir durumla karşı karşıya
kalmazdık, Demir Özkan soğukluğunu ve etliye sütlüye karışmayışını yıllardır
devam ettiriyordu. Bu yüzden Müge ablanın hastanede olduğu gibi suçu
üstlenmesine engel olanın avukat ya da Kadir amca olmasına şu anki kadar
şaşıracağımı sanmıyordum.
“Söyledim.” Abim, Müge ablaya çok sıradan
bir durumun içerisindeymişiz gibi sakince cevaplar verdiğinde onun bu tavrına
alışık olmadığımdan afallamıştım. Abimin arkadaşı olan avukat da benden farklı
halde değildi.
“Yalan söyledin yani.” Müge ablanın
sesinin yükselmiyor oluşuna, sinirlenmiş görünse de mırıldanıyor gibi konuşuyor
olmasına odaklanmışken Kerem ve Sude’nin de bizim buradaki uzayan konuşmamızı
merak edip geldiklerini hissettim.
“Yalan söylemedim, Lal birazdan yanımıza
gelecek. Sadece bu süre tahmin ettiğinden biraz uzun, beklemek zorundayız.”
Müge ablanın siyaha çok yakın renkteki koyu gözleri buğulanırken ağlamaya
başlayacağını zannetsem de bunu yapmadı. İç çekerek kollarını kendisine
sardıktan sonra bakışlarını abimden çekti, bakışları hiçbirimizin üzerinde
oyalanmadan duvara yaklaşıp sırtını yasladıktan sonra yere doğru kaydı.
Kendisine sarılıyor gibi görünüyordu,
ağlayacak gibi bakıyor ama ağlamıyordu. Abimin az önce söylediklerine inanıp
beklemek istediğinden miydi yoksa başka bir şey mi söz konusuydu bilmiyordum
ama öylece yere çökmüş ve iç çekişleri dışında hiçbir ses çıkartmadan beklemeye
başlamıştı.
“Yalnız mı kalmak istiyor?” diye
mırıldandım. Beden dili dışarıya o kadar kapalıydı ki yanına yaklaşmamızı hiç
istemiyor gibiydi.
“Tam tersi.” dediğinde abime baktım.
“Yalnız kalmaktan korkuyor.” Abim bakışlarını Müge abladan çekmeden cümlesini
tamamladı. Birkaç saniye süren bu anın ardından bakışlarını hızla bize çevirdi.
Az önceki dalgınımsı hali hemen kaybolmuştu.
Yaklaşık kırk dakika sonra yerinden
kıpırdamayan Müge abla ve tam karşısındaki duvara yaslanmış ayakta bekliyor
olan ben dışında koridorda bizden kimse kalmamıştı. Sude, babası acil bir
şekilde az önce arayınca Kerem ile yanımızdan ayrılmıştı. Babasının derdi her
neyse halleder etmez geri geleceğine emindim. Abim ise avukat ile birlikte
Kadir amcanın yanına dönmüştü.
Müge ablanın yanına yaklaşıp bir şey demek
için birkaç kez niyetlensem de söyleyeceklerimi toparlayamamış ve sonuç olarak
sessizce burada kalmaya devam etmiştim. Ara sıra bakışları beni buluyor,
karşısında beklemeye devam ettiğimi gördüğünde yeniden önüne dönüyordu. Burada
oluşumdan rahatsız olduğuna dair hiçbir hareketi ya da sözü olmamıştı.
“Dün adını duyduktan sonra bu kadar erken
seninle tanışabileceğimi düşünmemiştim.” Dakikalardır ağzından tek kelime
dökülmeyen oyken aniden uzunca bir cümle kurduğunda telaşla algılamaya
çalıştım. Koridorda başka birileri olsa bana söylememiş olduğundan bile
şüphelenebilirdim.
“Benim adımı mı?” diyerek saçma bir soru
sordum. Telaşlanmış halime gözlerine ulaşmayı başaramayan küçücük bir
gülümsemeyle baktı. “Tuna sen değil misin?”
“Benim.” dedim duraksamadan. “Benim evet.”
“Lal’in telefonu birkaç gündür onda
değildi, sana bunu söylemek istediğinden bahsetti dün bana. Ama bir yolunu
bulamadık.” Telefonun kimde olduğunu bildiğim için buna şaşırmamıştım. Güneş
konusu şu an için ikinci plana düşmüş gibi dursa da peşini bırakacağım bir
durum değildi.
“Biliyorum,” dedim başımı olumlu anlamda
sallayarak. “Daha önce de böyle bir şey yaşanmıştı, telefonla ilgili bir sorun
olduğunu düşündüm ben de.” Güneş’ten bahsetmek istemedim o an. Ablamın dün
akşam anlattıkları, Güneş ve Lal’in arasındaki ilişki eminim Müge abla
tarafından benden çok daha iyi biliniyordu ama yine de şu an bundan bahsederek
onu daha fazla üzecek olmaktan korkmuştum.
Henüz tüm ayrıntıları, daha doğrusu Müge
abla ve Lal’in bakış açısındaki ayrıntıları bilmiyordum. Ablam Birkan abiden
dinlediği, üstünkörü bildiği kadarını bize anlatmıştı.
Güneş
ve Lal, aynı babaya sahiplerdi.
Neredeyse yaşıt olmalarına rağmen anneleri
aynı kişi değildi. Bu da ortada bir aldatma hikâyesinin var olduğunun kanıtı
gibiydi. Bugün şahit olduğum, öğrendiğim şeyler olmasaydı kesin yargılar
kullanıp bir şeyler düşünebilir ve düşündüklerime körü körüne inanabilirdim.
Ancak Müge ablanın karşımda boynundaki
morluklarla, annesini kurtarabilmek için babasını yaralamış olan kızını
bekliyor olması bu hikâyenin devamının ablamların bildiğinden çok daha farklı
olduğunu haykırıyordu.
Bu haykırışları görmezden gelmem çok
zordu.
O hikâyenin bir başka uyarlamasında Lal bendim. Güneş ise ablamdı.
Ablam tıpkı Güneş gibi bana nefret kusmayı
seçmiş olsaydı, hayatın beni nereye sürükleyeceğini hayal etmekte
zorlanıyordum.
Müge abla ona bakıyor ama düşüncelerime daldığımdan
hiçbir şey söylemiyor oluşuma kaşları hafifçe çatılı halde anlamaya çalışır
gibi bakıyordu. “Tuna?” diyerek seslendiğinde az önce kurduğum denklemde onun
yerini düşündüm.
Müge abla ise annemdi. Babam tarafından öldürülen annemin bu kurguya göre Lal
gibi bir kurtarıcısı olması gerekiyordu. İki değil on yedi yaşında olsaydım
Lal’den farklı bir şey yapar mıydım diye saniyelik bir düşünce çukuruna
düştüğümde cevabı bulmam çok kısa sürdü.
Çok daha fazlasını yapardım.
Annemi yaşatabilmek için bir şansım
olsaydı, ikinci kez düşünmeme gerek kalmadan her şeyi göze alabilirdim.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder