Günler Kısa Geceler Sonsuz 17.Bölüm

 17.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

- Tuna

 

Eğer biraz daha hareketsizce uyumaya devam ederse telaşlanmaya başlayacağım Lal, tam bu sırada göz kapaklarını kırpıştırarak uyanmanın eşiğinde olduğunu belli ettiğinde hafifçe doğruldum.

Müge abla kendisinin ve Lal’in gerekli olan eşyalarını topladığında valizlerle birlikte evden çıkıp arabaya ilerlemiştik. Lal’i arka koltukta uyku ve baygınlık arasında bir noktada bulmak ikimizi birden panikletse de abim stres ve yorgunluktan uykuya yenik düştüğünü kabullenmemize yardımcı olmuştu.

Henüz Lal’in bilmediği, benim ise buraya gelirken öğrendiğim ‘dava’ olayı nedeniyle bir süre abimin misafiri olacaklardı. Lal’in babasının yıllarca Müge ablaya ve Lal’e uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddetle ilgili direkt olarak dava açılacaktı. Abim ve Kadir amca, o adamın rahat durmayacağını ve mutlaka bir şekilde karşılık vereceğini düşünüyorlardı. Haksız da değillerdi, ben de duyduğum anda bunu düşünmüştüm.

Müge abla her ne kadar yol boyunca dahi ev konusundan tam emin görünmese de abim Lal’in güvenliğiyle ilgili bir şey söylediği anda sessizleşmişti.

Şimdi ise evdeki misafir odasında, yani Lal ve Müge ablanın kalacağı odada Lal’in uyanmasını bekliyordum. Abimler içerideydi, Lal uyandığı anda yalnız kalmasın bahanesiyle burada nöbet tutmayı istemiştim. Bahane diyordum, çünkü en büyük derdim uyurken sessizce onu izlemekti geçen dakikalarda.

Gözleri kısık da olsa aralandığında bedeni de yerinde hareketlendi. Bir şey söylemeden bulunduğu yeri kavramasını bekledim. Tavanda gezinen bakışları, hemen yanında oturur halde yatak başlığına dayanmış olan beni bulduğunda gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Yeniden ayılmaya çalışıyor gibiydi. Bu haline hafifçe gülümsemekle yetindim.

“Günaydın, gece kuşu. Gündüzleri uyuyorum geceleri değil derken şaka yapmıyormuşsun.”

Sesimi duyduğunda gözlerini kırpıştırmayı aniden kesip cama benzettiğim yeşil gözlerini irice açtı. “Gerçek misin ki sen?”

“Gerçek olamayacak kadar yakışıklı mıyım? Bunu mu kastediyorsun?” dedim muzipçe. Biraz ona doğru eğildiğimde elini gözlerine örtüp parmak aralarında bıraktığı boşluktan bana baktı. “Çok yakınımda durunca şey oluyor.”

“Ne oluyor?”

Gözlerinde tuttuğu elini aniden göğsümün sol tarafına yasladığında bunu beklemediğim için afallamıştım. Şaşkınlıktan ya da belki de bambaşka bir sebepten avucunun hemen altında kalp atışlarım hızlanıp belirginleştiğinde dudakları kıvrıldı. “Böyle oluyor, hatta daha da beteri.”

Yüzündeki elini yavaşça kavrayıp yatağa doğru indirdim. Elini orada bırakmak yerine kendi elimle kafes gibi örttüğümde itirazsızca bekledi. Ben oturuyor, o da uzanıyor halde olduğumuzdan aramızda fazlasıyla uzun bir mesafe vardı. Yatakta kayıp başımı yastığa bıraktığımda Lal’in nefesini tuttuğunu fark ettim.

Burnunu işaret parmağımla yukarıya doğru ittirir gibi dürttüm. “Nefes al Gece.” Huylanarak burnunu kırıştırdı, başını geriye doğru çektiğinde yüzünün aldığı sevimli hale dikkatle baktım. “Nasıl hissediyorsun?” diye sordum kendimi tutamayarak.

O eve girdiğimiz anda bir anda ruh hali öylesine değişmişti ki tüm bu değişim yüzünden ve hareketlerinden dahi okunabiliyordu. Abim Lal’i evden çıkartmasaydı daha fazlası da olacaktı sanırım.

“İyiyim,” diye mırıldandığında tek kaşımı havalandırarak ona baktım. İkimiz de yanaklarımız farklı yastıklara yaslı halde birbirimize dönüktük. Yastığa dağılan gece karası saçlarının açık renkli çarşaflarla yarattığı tezat dikkatimi sıkça dağıtsa da ‘iyiyim’ cevabının öylesine verilmiş olduğunun farkındaydım.

“İyi değil miyim?” Gülin’den farksız soruş şekli içimden bir parçanın erimesine sebep olurken yanağını avucumun içine aldım. “İyi olacaksın gece kuşu, şimdikinden çok daha iyi hissettiğinde az önce verdiğin cevabın doğru olmadığını kendin anlayacaksın.”

Sessizleşti, yanağını bırakmadan onu izlemeye devam ettim. Yeniden uyuyacak gibi bakıyordu, Müge ablanın söylediğine göre dün gece hiç uyumamışlardı bu yüzden telaşlanmadım.

“Neredeyiz şimdi?” Aklına yeni gelmiş gibi sorarken bir yandan da başını kıpırdatmadan gözlerini odada ne kadar gezdirebilirse o kadar gezdirmekle meşguldü. “Abimin evindeyiz.”

“Ben bayıldım diye mi buraya geldik?” derken aklında bambaşka bir şeyler dönüyor olduğunu hissedebilmem zor değildi. Annesinin direkt olarak burada kalmalarını kabul etmeyeceğini bildiğinden birazdan gitmesi gerekecekmiş gibi telaşlanmıştı. Telaşının büyük bir kısmı da nereye gidebileceğini bilememesindendi.

“Zaten buraya gelecektik Gece, rahat rahat uyu güzelim. Düşünmen gereken hiçbir şey yok şu anda.”

Lal’in dolan gözlerini saklamak için onları hızla örtüşünü kaşlarım çatık halde izledim. Gözlerini kapatmadan önce çoktan görmüştüm dolduklarını. Yanağındaki elimi biraz yukarı çıkartıp başparmağımı göz altlarına yavaşça bastırdım. “Bakabilir miyim gözlerine?”

Olumsuz bir ses çıkarttıktan sonra gözlerini daha da sıkarak kapalı tutmaya devam etti. “Gidelim biz.” diyerek kısık sesle konuştuğunda yüzündeki elim kasıldı. “Neden? Burada güvende hissetmeyecek misin?”

“Abin bunu yapmak zorunda değil, kocaman bir yük sırtlanmak zorunda değil. Daha bizi tanıyalı iki gün olmuşken bu kadar büyük bir iyilik yapmak zorunda değil Tuna.” Gözlerini açmadan peş peşe konuşurken derdini tamamen anlayarak derin bir nefes verdim.

Sorun burada kalmak istememesi değildi, abimin bundan rahatsız olabileceğini düşünmesiydi.

Demir Özkan’a istemediği bir şeyi yaptırabilme gücü ablam dışında kimsede mevcut değildi. Bu konuda ablamın bir payı olmadığını düşünürsek de olanlar gayet kendi istekleri ve planlarıydı.

Benim söyleyeceklerimin Lal’i ikna etmek için yeterli olmayacağını az çok tahmin ettiğim için yatakta hafifçe doğruldum. “Tamam, abime söyleyelim gel. Madem gitmeniz gerekiyor…” Flash tv oyunculuğumla yataktan kalktığımda Lal afallamış halde bana bakıyordu. Israr edeceğimi ve bu kadar kolay kabullenmeyeceğimi düşünüyordu belli ki. Aslında haklıydı da. Ancak kısa ve basit bir çözüm varken dil dökmeye gerek yoktu diye düşünmüştüm.

Lal yataktan kalktı. Saçlarını kulaklarının arkasına iterek yüzünü açığa çıkarttığında şaşkın bir balık gibi görünen ifadesiyle kapıya ilerledi. Arkasından adımlarken çoktan odadan çıkmıştık.

Ne tarafa gideceğini bilememiş halde bana baktığında elimle salonun olduğu tarafı gösterdim. Hemen arkasından onu takip ediyordum, salona girdiğimizde abim elindeki tablette bir şeyle uğraşıyorken Müge abla su içmekle meşguldü.

Önce Lal ve ardından ben olacak şekilde salona girdiğimizde ikisi de aynı anda bunu fark ederek dikkat kesildiler. Müge abla bardağını hızla orta sehpaya bırakıp bize doğru adımladı.

Lal’in yanaklarını kavrayıp iyi olup olmadığını anlamak ister gibi süzdükten sonra sanırım fiziksel olarak bir sorun olmadığından emin olmuştu. Yanağını öptü. “Uyanmışsın annecim, iyisin değil mi?”

Lal, onu cevapsız bırakarak kaçamak bakışlarla abimi süzdüğünde bu süreci daha konforlu izlemek için koltuklardan birine yerleştim. Yerleşmeden önce Müge ablayı da nazikçe tutup yanıma oturmayı unutmamıştım.

“Gel Müge abla, Lal abime bir şey söyleyecekmiş biz oturalım.”

Yıllardır gölgesinde takılıyor olduğum Demir Özkan’ı biraz olsun tanıyorsam bu karmaşada ne Lal’i ne de Müge ablayı buradan göndermezdi. Bir ilk yapıp beni şaşırtmamasını umuyordum. Yarım saattir boşuna havalandıysam rezillikti gerçekten.

“Dinliyorum kara böcek, söyle bakalım.” Abim elindeki tableti çoktan bırakmıştı, oturduğu koltukta yanında kalan boşluğa dokundu Lal’e otur der gibi.

“Buradan söyleyebilirim.” Lal olduğu yerden seslendiğinde abim kısa bir an bana baktı. Konunun ne olduğunu anlamış gibi durmuyordu doğal olarak.

“Oradan söyle o zaman, neymiş?”

“Bizim gitmemiz lazım.” dediğinde abimin nasıl bir tepki vereceğini merakla izliyordum.

“Nereye gitmeniz lazım?” Sakince sorduğunda Lal yardım ister gibi annesine baktı ama Müge abla da şaşkındı.

“Abimin zorunluluktan sizi misafir ettiğini düşünüyor, kendine geldiğinde afalladı az önce.” Müge ablanın kulağına diğerlerinin duyamayacağı kadar kısık bir sesle fısıldadığımda yüzü anlayışla gevşedi. “Israr edenin Demir olduğunu bilmiyor diyedir.” Aynı şekilde bana geri fısıldayarak cevap verince başımı onaylar anlamda salladım.

Abim ise halen Lal’den cevap bekliyor gibi duruyordu. “Lal?” diye seslendi.

“Burada kalmamıza gerek yok, senin de düzenin bozulmasın. Biz başka bir yere gidelim tamam mı?” Bir nefeste iki cümleyi art arda sıraladıktan sonra üzerinden yük kalkmış gibi iç çekti.

“Tamam değil.” Abimden gelen iki kelimelik basit cevabı beklemediği sudan çıkmış balık gibi açık kalan ağzından belli oluyordu.

“Ne?” diye mırıldandı. Abim her gün bu konuşmayı yapıyor gibi rahattı. “Soru sordun, ben de cevapladım kara böcek. Tamam mı diye sormadın mı az önce?”

Lal gözlerini kısarak abime doğru yürüdü. “Soru değildi.”

“O zaman soru olmayan şekilde dile getirseydin, ben olanı duyuyorum.”

Lal abimin önünde dikilirken neredeyse oturur haliyle aynı boyda olmasına gülecek gibi oldum. Abim diğer kardeşlerinden de tanıdığım birçok kişiden de daha uzun ve yapılıydı. Lal ise cebime sığacak gibi bir bedene sahipti.

“Biz gitm-…”

“Geçti artık, yeni konu varsa dinliyorum. Diğerini az önce kapattık.” Lal’in boyundan büyük bir sinirle gerildiğini gördüğümde dudağımı ısırdım. Abimin üzerine atlayacak gibi bakıyordu.

“Dövecek misin beni kara böcek? Daha birkaç saat önce sinirlenmeyi benden öğrenmek istiyordun, hayırdır?”

Kendimi tutamayıp nefes verir gibi güldüğümde Müge abla ağzımı kapatarak benim çıkarttığım sesi aza indirmeye çalışmıştı. “Gülersen küser, gülme gülme.” dese de kendi de gülecek gibi Lal’e bakıyordu.

Lal arkasını dönüp ilerlemek için hareketlendiğinde abim çabasız bir hareketle onu yanına oturttu, daha doğrusu yanına düşürdü. “Sinirini kaçarak değil, ait olduğu kişiye direkt göstererek içinden at. Bu ilk kural.”

Lal başını geriye atarak koltuğa yasladı. Kollarını göğsünde birleştirdi, tavana bakıyor halde öylece durdu.

“Anneni bir şekilde ikna etmeyi başardım, sıra sana mı geçti Lal?”

Lal, abimin sorusuyla annesine döndüğünde aralarında geçen bakışmayı anlamlandırmam imkânsızdı ama karşılıklı bir şeyler konuşuyormuş gibi görünüyorlardı gözleriyle. Ses çıkartmadan bu kadar iyi anlaşabilmelerinin asıl sebebinin şu an hastanede yatıyor olan adam temelli olduğunu fısıldayan iç sesime kulak vermemeye çalıştım.

“Burada kalmamızdan hiç rahatsız olmayacak mısın?” Sonunda bakışları bizim olduğumuz taraftan çekilip abime döndü. Yanağını koltuğun sırt kısmına yaslayıp abime dönük durduğu için yüz ifadesini çok net göremiyordum.

“Olmayacağım Lal, aksine içim çok daha rahat olacak fıstığım.” Abim bunu söyledikten sonra Lal’de ne gördü bilmiyorum ama hızla göğsüne doğru çekip yüzünü sinesinde sakladı. Muhtemelen yine gözleri dolu dolu bakmıştı etrafa.

Müge abla ile paylaştıkları simsiyah saçlarına rağmen Lal’in cam yeşili gözleri parıl parıldı, annesi ise baktığınızda simsiyah bir taş gibi gözüken koyu irislere sahipti. Bu iki gün boyunca her ikisinin de gözlerini -hiç memnun olmasam da- sıkça dolmuş ya da ağlıyor halde görmüştüm.

Bir süre boyunca kimse konuşmadı. Lal’in odadaki uykulu halini bildiğim için birazdan uyuyakalacağını tahmin ediyordum. Yanılmadığımı abim dakikalar sonra şaşkınca eğilip Lal’in yüzüne bakmaya çalıştığında anladım.

“Uyudu mu?” diyerek sesimi kısık tutup sorduğumda abim göz ucuyla bana baktı. Başını olumlu anlamda sallarken bakışları yine tamamen göğsündeki bedene döndü.

“Dün hiç uyumamıştı, bugün de kendini çok zorladı.” Müge abla açıklamaya çalışırken abim Lal’in boynunu biraz daha rahat bir hale getirmeye çalıştığı sırada ona kısa bir bakış attı. “Sen uyudun mu dün?”

Müge ablanın cevap vermeden önce bana bakmasına bıyık altından güldüm. Abimin soruş şekli o kadar ciddiydi ki vereceği cevabın sonuçlarından emin değilmiş gibi duruyordu Müge abla.

“Sen de beni yatak olarak kullanabilirsin Müge abla, tabii kızınınki kadar rahat olur muyum bilmiyorum ama.” dedim abimleri göstererek. Gülümsedi ardından kolumu yavaşça sıvazladı. “Eminim daha rahattır, teşekkür ederim Tunacım.”

Abimin az önceki sorusu havada kaldığından memnun gibi duruyordu. Bana yaslanmadığında durumu tersine çevirerek ben omuzuna yattım.

Müge abladan, nedeninden emin olamasam da, ablama benzer şekilde çoğu pozitif olan bir enerji alıyordum. Bunun yaşadıklarıyla ya da şu ana kadarki tepkileriyle ne kadar ilgisi vardı tartışılırdı ama duygularını saf bir yansımayla gözlerinde taşımasının payı kesinlikle daha büyüktü.

Abim onu görmezden gelmemize fazla kafa yormadan boynunu geriye atıp kendisi de daha rahat bir hale geçti. Lal’in sırtını sıkıca destekliyordu, Lal de avucunu üzerindeki tişörtün bir parçasına yaslamıştı.

Hayatımdaki en çok gözlemleyebildiğim kadın olan ablamın güven duyma ihtiyacı, ben bildim bileli Uras abim ve abilerim arasında bölüştürüldüğünden bu konuda kimseye bir bağımlılığı yoktu. Hepsinden alabildiği şefkat ve güven doğal olarak yeterliydi. Buna rağmen onu sıkça şu an Lal’in yaptığı gibi kocasının ya da abimlerden birinin göğsünde huzurla dinlenirken bulurdum. Bunu genellikle kötü ya da yorgun hissettiğinde tekrarlardı.

Lal’in abime güveniyor oluşunu görmeyip kör davranmam anlamsız olacaktı, ablamın o haliyle şu anki Lal’i bağdaştırmamın en büyük nedeni de buydu. Lal’e aniden kocaman bir dağ hediye edip buraya sırtını yaslayabileceğini söylemiştik, tam anlamıyla alışması zaman alacaktı belki ama en doğru zamanda bu hediyeyi aldığını düşünüyordum.

“Sen de mi uyudun?” Sessiz kalıp düşüncelerimde boğuluşum Müge ablanın omuzunda yattığım için beni göremeyip kısık sesle sorgulamasına sebep olmuştu. Olumsuz bir ses çıkarttım uyumadığımı belli etmek için.

“Lal’i biraz kıpırdatırsam uyanır mı? Beli çok ters duruyor.” Abimin Müge ablaya yönelik olduğu açık olan sorusu araya girdi.

“Uyanmaz, daldıktan sonra yüksek ses dışında uyanmaz.”

Abim Lal’i sırtından destekleyerek koltukta bacakları ileriye uzanacak şekilde yatırdı. Saçları yüzüne dağıldığında onları da yavaşça kulaklarının arkasına sıkıştırdığında şimdi gerçekten çok daha rahat duruyordu.

“Kahvaltı yapmadan çıktık sabah, Tuna bir şeyler ayarlasana dolaptan.” Abimi onaylayarak kalkacağım sırada Müge abla elimi tutup kalkmamı engelledi. “Ben hiç aç değilim, boş ver.”

“Ben çok açım.” Abimin bastıra bastıra konuşmasıyla ağzım yarı açık kaldım. Kahvaltı yapmaktan hiç hoşlanmazdı, ablamın ya da Eda yengemin ayarladığı toplu Pazar kahvaltıları dışında oturup özenli bir kahvaltı yaptığını görmemiştim hiç.

Müge abla yerinde hafifçe kıpırdandı. “Öyle mi?”

“Evet, hatta Tuna pek anlamaz yeme içme işinden. O sana malzemeleri göstersin, yardımcı ol.” Müge ablanın eve alışıp biraz daha rahat hareket etmesi için geldiğine emin olduğum teklifin ret yeme ihtimalini hesaplarken Müge abla bana kısa bir an bakıp kalktı.

“Olayım.” diyerek hızlıca salondan ayrıldığında arkasından şaşkınlıkla baktım. Ardından abime döndüm. “Senden kaçtığının farkında mısın?”

“Farkındayım.” demesini beklemiyordum. Bu ikili beni şaşırtmak için özel bir çaba harcasa bu kadarını başarabileceklerini sanmıyordum.

Müge ablayı daha fazla tek bırakmadan salondan çıkmadan önce abimi ayağa kalkamayacağını bildiğim için sinir etmekte bir sakınca görmedim.

“Yalnız böyle düşmeyebilir, bence çok da kaçırmamaya çalış abi.” dedikten sonra adımı ölüm fermanımı okur gibi seslenmesini düşünmemeyi deneyerek mutfağa koşturdum.

Lal’in önümüzdeki 36 saat uyuması hayatımı kurtarabilecek tek şeydi.

 


~

 


Bardağımı sağa sola ittirerek vakit geçirirken sonunda kapıdan giren kişiler tanıdık olunca bardakla uğraşmayı bıraktım.

Kerem ve Sude dışında joker eleman olarak peşlerinden gelen Berke ve Çınar’ı beklediğim söylenemezdi. Sude en önde olduğundan ve attığı hızlı adımlardan ilk yanıma ulaşan oldu. Yanımdaki sandalyeye otururken merakla bana baktı. “Hani Lal nerede?”

“Lütfen yine kızı kaybettiğini söyleme, yemin ederim bu hafta duyduğum kadar çok olayı yaşadığım 17 yılda duymamıştım.” Berke de masadaki sandalyelerden birine yerleşirken hepsinin oturmasını bekledim.

“Siz nereden çıktınız?” diye sorduğumda Berke ve Çınar’ı kastettiğim belliydi.

“Sude seninle konuşurken yanımızdaydılar, söyleyince de şu herif peşimize takıldı.” Kerem, Berke’yi gösterdiğinde Berke kırılmış gibi dudaklarını büktü. “Çınar ısrar etti, sanki görmedin.”

“Yalanını si-,” diyerek başladığı cümleyi Sude’ye baktıktan sonra “Siyanürle yaktırtma.” Şeklinde dönüştüren Çınar’a anlamsızca baktım. “Kendi tek gelirse senin boğazlayacağından korktu beni de sürükledi.”

Bunun gerçekleşmesi oldukça yüksek bir ihtimal oluşundan dolayı şaşırmadan başımı salladım.

Lal abimin göğsünde daldığı uykudan uyandıktan sonra yani neredeyse akşam olmuşken Sude beni aramıştı. Lal’i görmek istediğini söylediğinde bunun için erken olup olmadığını bilmediğimden direkt Lal’e sormuştum. Duraksamadan onayladığı için içim rahat bir şekilde bu görüşmeyi ayarlamıştım.

Abimin evinin oldukça yakınlarında bir kafedeydik. Lal, bizimkilerin gelişi uzayınca lavaboya gideceğini söylemişti. Kerem’in geleceğini tahmin edip söylemiştim ama Berke ve Çınar’ı masada gördüğünde rahatsız olup olmayacağı hakkında bir fikrim yoktu. Rahatsız olduğunu hissedersem acilen eve gitmemiz gerektiği sallayıp Lal’i buradan uzaklaştırabilirdim.

“Ya bi’ susun, Lal nerede Tuna? Gelmek mi istemedi?” Sude hafif üzgün bir tavırla sorduğunda ileriden bize doğru geliyor olan Lal’i görüp gözlerimle orayı işaret ettim. “Geldi.”

Lal masaya yaklaşmadan Berke’ye baktım. “Lal varken çenene sahip çık, çıkmazsan bir daha böyle bir sorunun kalmaz çünkü çeneni işlevsiz hale getireceğim.” dedim sakince.

Berke çenesini parmaklarıyla okşayıp bana baktı. “En sevdiğim uzvum hakkında düzgün konuşur musun?” Sabır dileyerek başımı hafifçe yukarı kaldırdım.

Lal bize yaklaştığında Sude direkt ayaklandı. En son hastanedeki o karmaşa anında Lal’i görmüştü, şu anki halinin o andan çok çok daha iyi olduğunu kolayca herkes anlayabilirdi.

Kollarını hemen Lal’e sardığında Lal’in gülümseyişini gördüğüm için dudaklarım onu taklit ederek kıvrıldı. O da kollarını Sude’nin sırtına doladı. Bir şeyler fısıldaştılar ama kafedeki uğultu ve birbirlerinin kulaklarının dibinde olduklarından cidden kısık konuşmuş olmaları bizim tek bir kelime bile duyamamamıza sebep oldu.

Ayrıldıklarında Sude benim yanımdaki yerine Lal’i ittirip kendisi yeni bir sandalyeyi yan masadan alıp Lal aramızda kalacak şekilde yerleştirip oturdu. Lal’in masadakilere henüz tepki vermeyişini merakla izliyordum. Elini Lal’e doğru uzatan ilk kişi Kerem oldu.

“Kerem,” diyerek önce ismini söylediğinde Lal elini sıkarken hafifçe gülümsedi. “Hanginiz hanginizsiniz bilmiyorum ama aslında tanıyor sayılabilirim sizi, Sude bahsetmişti.”

Daha önce yaşadığımız Çınar vakasından bunu biliyordum. Hatta Lal’i tanıyan kişinin Sude değil de Çınar oluşundan şüphelendiğim bir süreç de gelişmişti o dönemde.

“En çok hangimizden bahsetti? Benden değil mi?” Berke masada öne doğru eğilip hevesle Lal’ baktığında Lal’in onun telaşına gözlerini irice açarak baktığını görebildim. “Berke?” diyerek tahmin ettiğinde tekte tutturmasına güldüm.

“Doğru anlatmışsın Sude, hiç zorlanmadı.” Sude’yi tebrik eder gibi başımı salladığımda Berke bana göz devirirken diğerleri de gülüyordu.

Lal, Berke’ye eşlik ederek gülmediğinde nedenini anlamaya çalıştım. Konuşmaya başladığında beni aydınlatmıştı zaten.

“Yanlış anladın, kötü bahsetmedi senden. Üzülmene gerek yok, zaten yarı yarıya şansım vardı tahmin ettim ben. Daha dışadönük olduğunu söylemişti Çınar’a göre.” Berke’nin muhtemelen hayatında aldığı en tatlı telkini veren Lal’in çabasına Kerem güldü. “Lal onun doğal hali bu, yorma kendini. Üzülmedi.”

“Karışmasana oğlum sen,” Berke, Kerem’in yüzünü avucuyla ittirip geri çekti. Lal’e döndü. “Sen ‘o’sun.” diyerek ilahi bir güçle tanışmış gibi heyecanla konuştuğunda hepimiz anlamsızca ona bakıyorduk.

“Kimim…” Lal merakla masaya yaslanarak Berke’den cevap beklerken suratının aldığı ifade fazla hoştu.

“Beni bu ayılardan koruyabilecek, hep benim tarafımı tutacak olan seçilmiş yenge sensin.”

Lal boğuluyormuş gibi öksürmeye başladığında telaşla sırtına yavaşça vurmaya başladım. Çınar masadaki kahve bardağımı içmesi için uzatırken Sude havaya bakmasını işaret ediyordu.

“Lan kızı bırakın, yenge dedi diye oldu. Değil mi Lal?” Kerem’in sorusu Lal’in öksürüğünü bitirmek yerine arttırırken sırtına vuran kolumu tuttu.

“Rahatsız olduysan demem, sorun yok.” Berke’nin ciddiyetle söyledikleri bizim dikkatimizi ona çekerken Lal de öksürüğünü kesmiş Berke’nin haline bakıyordu. “Yenge yaşlı hissettiriyor bazılarına, Tunanınki diyeyim mi?”

Lal bu kez öksürüklere değil sessizliğe boğularak Berke’ye bakakaldı. -yn: krixe girdi sanki biraz-

“Kızı beş dakikada duygudan duyguya soktun, bozuldu galiba.” Çınar elini Lal’in önünde sağa sola salladığında elini ittim. “İyi misin güzelim?” Lal’e doğru dönüp merakla sorduğumda gözlerini kırpıştırarak bana baktı.

Yeşillerindeki duygularını tam olarak çözümleyemediğimde cevap vermesi için beklemeye devam ettim. “İyiyim.” gibi bir şey mırıldandı. Ardından Berke’ye baktı.

“Ben söylediklerinin ikisi de değilim ki.” diyerek masumca konuştuğunda araya girmedim. Berke çenesini asla durdurmadan istediğim cevabı tabii ki verecekti.

“Hayır öylesin, araştırmanı öneririm.”

Sude’nin kendini tutamayıp yüksek sesle gülerek bedenini masaya doğru eğdiğini gördüm. Kerem ve Çınar da her an ona eşlik edebilirmiş gibi eşikte görünüyorlardı.

“Nereden araştıracağım?” Berke, Lal’in onu asla susturmadan sohbet ediyor oluşuna önce bir şaşıracak gibi olduysa da ciddi anlamda hazine bulmuş gibiydi. “Kaynak dibinde duruyor, soralım.”

İkisi aynı anda bana döndüklerinde Berke’ye ‘iflah olmazsın’ bakışı atıp Lal’e döndüm. Omuzundan tutup kendime doğru yasladım. “Bunu sanırım hayatımda ilk kez söyleyeceğim, ama Berke doğru söylüyor gece kuşu.”

“Kalas mısın oğlum sen? Arada bana laf sokmadan cevaplasana romantik romantik, vazgeçtim Lal, sal sen bunu. Biz sana daha romantiğini bul-…”

Lal’in omuzunda duran elim kasıldığında Berke’ye nasıl baktım bilmiyorum ama Çınar’a annesini bulmuş bebek gibi sokuldu. “Gözlerinden çıkan şey alev miydi? Ben yanlış gördüm değil mi Çınar ağacım?”

“O ağaca asacak şimdi seni tersten, çekil lan üstümden.” Çınar, Berke’yi ittirdi.

“Berke ikinci kez haklıydı Tuna, çocuk Lal’i görünce zihinsel gelişimini beşe katladı. Güzel güzel söylesene, hatta biz yokken söyle bu ne böyle milli duyuru gibi.” Sude de sessizliğini bozup bana tip tip baktığında Berke ellerini dua eder gibi havalandırdı.

“Allahım geç oldu, hatta biraz güç de oldu ama o istediğim yenilmez ikiliyi bana verdin çok sağ ol. Kerem’in ve Tuna’nın zaaflarını benim tarafıma yolladığın için bu hafta hiç yalan söylemeyeceğim, söz.”

Lal’in kıkırdadığını duyduğumda Berke’ye sövmek için araladığım dudaklarım kapanarak odağım Lal olurken burnumu saçlarına sürttüm.

“Çınar ağacım bak! Uygulamalı da oldu işte, Tuna tek hareketle etkisiz hale geldi.” Berke define bulmuşçasına Çınar’a bizi gösterirken Kerem nereden bulduğunu anlamadığım bir cesaretle konuştu.

“Ben bu kadar değilim ya, Tuna iyice gitmiş.”

“Anlamadım hayatım, Tuna nereye gitmiş?” Sude tek kaşını havalandırarak sorduğunda Kerem masada sevgilisinin de oturuyor olduğunu yeni hatırlamış gibi yerinde bir nevi zıpladı.

“Yani ben bundan daha beterim, Tuna daha yeni adapte oluyor bu hayata demek istedim güzelim.”

Berke kahkahalarla gülerken kesik kesik konuştu. “R yapmadı, çıktı masaya mezdeke oynadı anasını satayım. Bu ne çeşit bir kıvırma?”

Lal’in gülüşü kulağımın hemen yakınında yükselirken gözlerimi kıstım. Berke ve Çınar’ın gelişini yabancılayacağını düşünürken tam tersi olmuş, Berke sayesinde bu iki gün boyunca gördüğüm en neşeli haline bürünmüştü.

Bir gün Berke’nin bu kadar çok işe yaracağını bilseydim kafasına vurduğum darbeleri biraz daha kısardım, ama maalesef az önceye kadar haberim yoktu.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm