Sen Başkasın 6.Bölüm

 6.BÖLÜM



“Anlatıyoyum, bekle biyas.”

Doğan’ın tuttuğu çataldaki yumurtadan kaçabilmek adına iki elini birden kaldıran Umay’ın çabasına bakmak için gözlerimi önümdeki bilgisayar ekranından çektim.

“Bunu da bi’ ye, sonra yine konuş prenses. Soğudu yumurtan bak.”

“Benim yumuytam değil,” dedi Umay birden. Doğan kaşlarını kaldırdı. “Kiminmiş?”

Umay’ın iri gözleri sırayla sağında ve solunda gezindi. Sağındaki koltukta ben vardım. Kucağımda dizüstü bilgisayarım duruyor, son bir saattir yaptığım gibi olabildiğince yoğun odaklanarak işlerimi halletmeye çalışıyordum.

Pazartesi sabahı Umay uyanmadan yanından kalkıp işe gitmek gibi bir hata yapmıştım. İkizlerle birlikte, ağlamaktan kızaran gözleriyle birkaç saat bile geçmeden yanıma geldiğinde ise hatamı bir daha tekrarlamayacak kadar iyi bir ders almıştım.

Yıllardır diğer tüm çalışanların daha esnek saatleri olsa da kendime böyle bir alan tanımayıp sabit tuttuğum işe gidiş saatim birkaç gündür o kadar belirsizdi ki ben de şaşkındım.

Mesela herhangi bir Cuma sabahını evde kucağımda bilgisayar, yan koltuğumda yemek yememe savaşı veren bir bebek, o bebeğe güç bela kahvaltı yaptırmaya çalışan bir Doğan ve ikizinin çektiği zorluklardan inanılmaz keyif alan bir Sinan ile geçireceğimi bir hafta öncesine kadar tahmin edebilmem mümkün değildi.

Umay bana bakındıktan hemen sonra soluna, Sinan’a doğru dönmüştü. “Şinan’ın yumuytası.” dedi parmağıyla onu gösterip.

“Sinan yumurtasını yedi. Sen masadayken yemedin, o yüzden şimdi yemen lazım.”

Umay omuzlarını düşürdü. “Yemek lajım,” diye mırıl mırıl konuştuktan sonra durumu kabullenmiş bir imaj çizse de birkaç saniye içinde yemek yemeye olan nefreti yeniden doğmuş olacak ki oturduğu yerde kıpırdanmıştı.

“Ama… Ama ben şişekleyi anlatıyoydum, bitmedi ki.”

Doğan başını ağır ağır salladı. “Bitti, bitti.”

“Yok,” dedi Umay çaresizce. “Bitmedi, anlamıyoysun.”

Sinan’ın kendini tutamayarak güldüğünü duydum. Sonrasında da konuşmaya başladı. “Anlamaz o, çiçeğim. Doktor kendi haline bırakın dedi, anlayamıyor hiç.”

“Sinan.” Doğan, bastıra bastıra ama sesini yükseltmeden Sinan’a doğru konuştu ancak Umay zaten onu pek duymamış görünüyordu.

“Doktoy…” dedi sayıklar gibi. “Piyens sen hastalanmışsın mı?”

Sinan’ın söylediklerini kendince kısaltmış ve böyle yorumlamıştı belli ki. Dertlenmemesi için araya girip Doğan’ın turp gibi olduğunu belirtmek üzereydim ki Umay yerinden kalkar gibi olunca duraksamıştım.

Koltukta dizlerinin üstünde biraz öne doğru atıldı. Doğan ile yan yana oturuyorlardı. Ona yaklaştığında Doğan da şaşkınca Umay’a bakıyordu.

Umay bir eliyle Doğan’ın omuzuna doğru tutunup kendini yükselttikten sonra bir anda dudaklarını onun yanağına bastırıp hemen ardından hızla geri yerine oturdu.

Doğan hipnoz olmuş gibiydi. Ben de farklı sayılmazdım. Umay bir haftadır bizimleydi ve her geçen gün bir adım daha yakında gibi hissettiriyordu ama böyle bir hamle beklemiyordum.

Beni ve Doğan’ı saran şaşkınlık bulutu Sinan üzerinde etkisizdi.

Sinan koşar adım ayaklanmış ve kendisini Umay’ın yanına atmıştı. “Ben de!” dedi çocuk gibi hevesle. “Ben de hastayım Umay, her yerim ağrıyor. Çok fenayım bak.”

Dikkatle Umay’a bakındım. Gözlerini kırpıştırarak Sinan’a dönmüştü. Sinan’ın ölüm döşeğindeki hasta rolünü hiç garipsemedi, yine dizlerinin üstünde yükseldi ve bu kez Sinan’ın yanağından öptü hafifçe.

“Sen bal mısın?” diye sordu Sinan inanılmaz bir ciddiyetle. Dümdüz bir ifadeyle Umay’a baktığı için Umay da anlamsızca onu süzüyordu.

“Benim adım Umay,” dedi Umay, Sinan’ı aydınlatmak ister gibi. Biraz sonra kaçamak bakışları biraz yana kaymış, beni bulmuştu.

Kısa bir sessizlik oldu.

Sinan’ın yaptığı gibi dudaklarımı aralayabilir, hasta olduğumu söyleyip ondan bir öpücük de ben çalabilirdim.

Yapmadım. Bir yanım bunu ‘yalan söylememek’ için yapmadığımı savundu, diğer yanım ise daha dürüsttü. Derdim yine Umay için farklı olan olabilmekti.

Umay ikizlerin arasında kaldığı konumdan her zamanki gibi dağdan sarkarcasına indi. İner inmez koltukta yanında oturan kuzusunu da kucakladı.

Koltuktan benim yanıma gelmesi onun adım boyutuyla en az on adımdı. O on adım büyümüş ve bitmek bilmemişti.

“Ateş?” dedi dizimin dibine varır varmaz. Kucağımda duran bilgisayarı onun olmadığı tarafa bırakırken bakışlarım Umay’dan hiç ayrılmamıştı.

“Efendim?”

“Bişi yapcam,” dedi gözlerini yüzüme dikmişken. Sonra kuzusunu sarmayan, boşta kalan elini kaldırıp eliyle beni çağırır gibi parmaklarını kapatıp açtı.

Çağrısına tepkisiz kalmadım. Ona istediğini vererek sırtımı koltuktan ayırdım ve ona doğru uzandım. “Ne yapacaksın?”

“Herkesi öptüm,” dedi az önce izlediğim can sıkıcı manzarayı bir de sözleriyle özet geçip. “Hasta olmuşlar.”

“Öyle olmuş,” dedim itiraz etmeden.

“Sen üsgün oldun mu?” diye sordu merakla. “Üsüldün mü?”

Sesimi çıkartmadım. Umay bu sessizliğimi neye yordu bilmiyordum ama çözüm yolundan memnundum.

Parmak uçlarında yükselse de yanağıma ulaşamadığı için dudaklarını çenemin kenarına bastırmıştı. “Üsülme diye seni de öptüm,” dedi ayakları yere yeniden basar basmaz. Ancak bu uzun sürmedi çünkü kollarının altından kavradığım gibi bedenini kucağıma alıp bacaklarımın üstüne oturtmuştum onu.

“Teşekkür ederim,” dedim her bakışımda hayran kaldığım irislerini izlerken.

Üç öpücük dağıtmıştı ama utancı o anlarda değil, ben ona dikkatle bakıp teşekkür ettiğimde kendisini gösteriyordu. İnanılmaz bir bebekti, dayanamayacağım kadar tatlıydı ve her şeyiyle özeldi.

Yüzünü hızlıca göğsüme kapattı. Saklanmasına müdahale etmedim.

Sırtını hafifçe sıvazlamaya başladığımda bedeni gevşemişti.

Oturdukları yerden pür dikkat, heyecanlı bir filmin en önemli sahnesi karşılarındaymış gibi burayı izleyen ikizlere doğru göz ucuyla baktığımda bakışlarını kaçırmaya tenezzül bile etmemişlerdi.

“Umay,” diye seslendim kısa bir süre sonra. Aklım her ne kadar aldığım öpücükte, bana sarılıp sığınmasında olsa da bir yandan başka bir sorunun da cevabını merak ediyordum.

“Hasta olan birini iyileşsin diye mi öperiz?” dedim çenemi saçlarına doğru sürtüp. “Kimden öğrendin bunu sen?”

Küçük avucu havalanıp koluma vardı. Koluma parmaklarıyla güçsüzce tutundu, bir süre sesi çıkmadı.

“Annem,” dedi biraz sonra. Her onu andığında yaptığı gibi özlem dolu bir sesle, iç çeker gibi mırıldanmıştı.

“Annen,” diye tekrarladım. “Annen tabii...”

Sorduğuma pişman mıydım yoksa değil miydim, karar verememiştim.

Zira Umay’ın dakikalarca kucağımdan kalkmaması pişman olacağım son şeyken, dakikalar boyu sesini hiç çıkarmaması koca bir pişmanlık sebebiydi.

Sorduğum soruların cevabı ne zaman annesine çıksa, sonuç buydu. Bazen ben hiçbir şey yapmasam bile kendiliğinden dalgınlaşıyor ve neyin sebep olduğunu dahi anlayamadığım şekilde annesini anımsayıp bu hale geliyordu.

Kendimden başka kimseye ulaşmayan bir yakarışla, kendi içime soludum.

‘Nasıl bir lanet bu Esila? Birini kendine bağımlı kılıp, ondan kaçıp gitmek… Bu kadar mı keyifli? Ben bunu hak eden bir adamdım gözünde belki ama o… Böyle bir sancıyı hak etmiş olamaz.’

 

 

~

 

 

“Son dakika değişikliklerinden hoşlanmadığımı biliyorsun, Yeliz.”

Telefonun diğer ucundaki Yeliz, bu cümleyi kurarken Ateş’in yüzünün aldığı ifadeyi çok iyi biliyordu. Zaten onu aramadan önce de kendisini bu tepkiye hazırlamak için en az on beş dakika zaman harcamıştı.

“Elimden geleni yaptım, Ateş Bey.” dedi ölçülü bir sesle. “Defile için seçtiğiniz ve çoktan medyaya sızan isimlerin, özellikle de baş mankenin birkaç hafta kala değişmesi yararımıza olmayacak ama dediğim gibi… Jülide Hanım’ın iptal etmesi sanırım birkaç ismi daha etkilemiş, ikna etmeye çalıştım ama sonuç alamadım. Size yansıtmadan halledebilmeyi umuyordum.”

“Geldiğimde konuşuruz, bir saate gelmiş olurum.” dedi Ateş. “Ben gelene kadar Jülide Altun ile en erken ne zaman görüşebileceğimi de öğren. Bugün içerisinde, hafta sonu ya da en geç Pazartesi; daha fazla uzamasın.”

Yeliz derin bir nefes aldı fakat bunu karşıya duyurmadan yapmaya gayret etmişti. “Tabii Ateş Bey, ilgileniyorum.”

Telefon kapandığında Ateş görüşmeyi sessiz bir alanda yapabilmek için dakikalar önce adımladığı çalışma odasından ayrıldı. Koridora çıktığında hedefinde öncelikle aşağıya inmek değil de birkaç kapı yanda kalan odayı kontrol etmek vardı.

Umay, zor bela yarısından çoğunu bitirdiği yumurtasının ardından Sinan ile bahçede vakit geçirmiş ve dönüşte toza toprağa bulandığından Ateş tarafından köpük köpük yıkanmıştı. Banyo yaptıktan sonra genellikle uykuya yenik düşüyordu, bugün de farklı bir son yaşanmamıştı. Ateş onun saçlarını kurutana kadar kızı kucağında çoktan sızmıştı.

Ateş kızının odasına girdiğinde, koyu fon perdeler çekili olduğu için içeride gece karanlığına yakın bir karanlık hakimdi. Öğle uykularında kendi yatağını kullanıyordu ancak Ateş onu geceleri burada bırakırsa yine rastgele bir saatte merdiven köşesinde sessizce ağlarken bulacağından korktuğu için yanında uyutuyordu.

Tek nedenin Umay’ın yalnız uyuma korkusu olduğunu söylemek de hatırı sayılır bir yalandı gerçi. Zira Ateş onun küçük kollarını kendisine dolamaya çalışmasına, uyuyana kadar düzensizce boynuna doğru çarpan nefeslerine bir haftadan kısa sürede alışmıştı.

Ateş yatağa doğru yaklaştıktan sonra öylece ayakta dikilmek yerine Umay’dan arta kalan boşluğa yavaşça oturdu. Ona doğru döndü. Umay sırtüstü uzanmış, kapalı gözleriyle ve rahatça inip kalkan göğsüyle derince uyuyordu.

Ateş sıkıntıyla iç çekti. Onun uykusunu bölmek istemiyordu. Fakat daha da çok istemediği bir başka seçenek vardı ki o seçenek yüzünden Umay’ı uykusundan uyandırmak üzereydi.

Birazdan evden çıkacaktı. Umay uyurken evden çıkma hatasına dair kotayı Pazartesi doldurmuştu. Şimdi giderse ve bir iki saat sonra telefonu ikizlerden birinin ‘Umay çok ağlıyor ne yapalım’ sorusu ile çalarsa Ateş kendisiyle büyük bir savaşa tutuşurdu.

Bu hafta boyunca Ateş hep Umay uyandıktan sonra evden çıkmış, hatta Çarşamba günü işi biraz uzayacağından onu da yanında götürmüştü. Diğer günler ikizlerden öğrendiği kadarıyla Umay dalgın dalgın arada kendisini sormuş, her sorduğunda Doğan, Ateş’i arayıp ona sesini duyurduğu için mızmızlanmadan sabırla babasının dönmesini beklemişti.

Umay’ın her gidişin sonsuz bir terk ediş olmadığını kavraması için Ateş bu döngüyü sürdürmesi gerektiğini hissediyordu. İlk gün Umay’la birlikte deneyimledikleri çocuk terapisti ile telefon görüşmeleri yaparak vardığı sonuç da buydu. Umay’ın şimdilik oraya tekrar gitmek isteyeceğini düşünmüyordu ama kendisi sık sık arayıp attığı adımların doğruluğunu profesyonel birine de teyit ettiriyordu.

Ateş birkaç dakika sessiz ve hareketsiz kaldı olduğu yerde. Umay’ın huzurlu görünen uykusunu izlemek onu da uykuya davet edecek olmuştu ancak içindeki bir parça bunun için hevesliyse de diğer parça bir an önce işle ilgili alarm çaldıracak ölçüdeki sorunu halletmesini tekrarlayıp duruyordu.

Evin içi dengeli bir sıcaklıkta olduğundan üstüne fazla kalın bir şey giydirmemiş; kısa kollu, yumuşak kumaşlı, açık sarı bir tişört ile kalmasına göz yummuştu. O kısa kollu tişört sayesinde açıkta kalan, üzerine örtülü ince örtünün dışında duran koluna usulca uzandı Ateş.

Teninin tatlı sıcaklığını, dokununca bir yığın pamuğa temas ediyormuş gibi hissettiren yumuşaklığını duyumsadığında dudakları kıvrıldı belli belirsiz. Dirseğinden bileğine doğru Umay’ın kolunu hafifçe okşadı parmaklarıyla. Buna uyanmayacağından emindi çünkü bu bir ilk değildi.

Geceleri Ateş gözünü araladığı herhangi bir anda uykuya yeniden kapılmadan önce mutlaka Umay’ı bu şekilde okşuyor, tenini sıvazlıyordu. Bu dokunuşlarla uyanmadığını keşfettiğinden beri bu konuda daha serbestti.

Böyle yaparak uykusunu daha da derinleştirdiğini artık bildiğinden kolundaki dokunuşunu çok fazla devam ettirmedi. Elini yavaş yavaş önce Umay’ın omuzuna, oradan da yanağına doğru yaklaştırdı.

“Umay,” dedi bir yandan da kısıkça. Sesini bir anda yükseltip irkilmesine neden olmak istememişti. Birkaç kez daha ismini tekrarladı. Parmakları çenesi ve yanağı arasında usul usul turladı.

Umay’ın kirpikleri birbirine karışır gibi olup gözlerinin aralanacağını belli ederken Ateş nefesini tutmuş halde onun irislerini görebilmeyi bekledi. Uykudan sıyrıldığı ilk dakikalarda şişkin gözkapaklarının ardındaki eşsiz gözleri Ateş’i bir süre soluksuz bırakabiliyordu.

Gözleri yarı aralı hale geldiğinde Umay önce afallamış bir şekilde bakış açısında duran tavana doğru bakınmıştı. Hemen sonrasında bakışları oradan ayrılıp aceleyle etrafta gezindiğinde Ateş’in varlığını fark eder etmez gözleri kapanmaya yeniden yüz tuttu.

Ateş, onun kendisini gördükten sonra hızla mayışmasına ‘bir güven duvarı’ gibi hissetmesine neden olduğu için heveslenir gibi olmuştu ancak hemen uykuya geri dönmesine izin veremezdi. “Umay,” dedi bu yüzden hemen. “Uyanabilir misin biraz?”

“Yünaydın mı olmuş?” diye zar zor mırıldanan Umay odanın karanlığı nedeniyle bunu kabullenemiyor gibiydi.

“İşe gitmem gerekiyor,” dedi Ateş. “Kısa sürecek ama sana da söylemek istedim. Uykun bitmediyse uyumaya devam edebilirsin.”

Umay dinlediklerini tam anlamıyla algılayabilmek için henüz fazla sersemdi. Ancak aradan ‘gitmem gerekiyor’ kısmını cımbızla ayıklamış ve olduğu yerde paldır küldür doğrulmuştu.

Ateş onun fevri hareketini kontrol etmek için hızla atıldı. Sırtından desteklediği küçük bedenini kendisine doğru çekti. Umay bundan destek alıp kollarını kaldırmış ve Ateş’in boynuna sıkı sıkıya dolamıştı. Kendi gücünün sınırlarını zorluyordu, bunun Ateş’in iki parmağıyla aşabileceği zayıflıkta bir kuvvet olduğunun farkında değildi. Tıpkı Ateş’in artık asla kendisinden gitmeyeceğinin farkında olamadığı gibi…

“Ateş,” diye sayıkladı omuzuna yanağını yaslar yaslamaz. “Buradayım,” demişti Ateş de hemen. Onun neden telaşlandığını anlamakta gecikmemişti. Bildiği kadarıyla onu bu denli paniğe sürükleyen tek konu vardı: gitmesini istemediği birinin gidişi.

“Buradayım güzelim,” dedi Ateş tekrar. Başını biraz çevirip burnunu Umay’ın şakağına yasladı. “Yanındayım.”

Uykudan uyanır uyanmaz ona gitmekten bahsetmesi mantık dışıydı. Bunu fark etmekte biraz gecikmişti.

“Biylikte,” diye fısır fısır konuştu Umay. Bu ‘birlikte kalalım’ demekti.

“Uzağa gitmeyeceğim,” dedi Ateş onun sırtını sıvazlamaya başlamışken. Yataktan yavaşça kalktı. Umay’ın bedenini dengede tutarak odanın içinde adımlamaya başladı. “İşe gideceğim, hani anlaşmıştık seninle?”

Umay sıkıntıyla iç çeker gibi oldu. Hıçkırığa benzer bir ses çıkartmıştı.

“Anlaşmamış mıydık?” dedi Ateş şaşkınca. Bunu daha çok kendi kendisine sormuştu.

Bu sırada odanın kapısı olabildiğince sessiz bir şekilde aralandığında Ateş kapının tam karşısında olduğu için içeri giren Sinan’ı görebilmişti.

“Burada mıydınız?” dedi Sinan direkt. “Umay’a bi’ bakayım demiştim, siz çalışıyorsunuzdur belki diye.”

Ateş başını salladı sadece geçiştirir gibi. Odağı kızındaydı.

“Bir sorun mu var?” diye sordu Sinan bu kez.

“Jülide Altun defileye çıkmamaya karar vermiş,” dedi Ateş olaylara en baştan başlayarak. Bu aralıkta Sinan’ın uyuyan Umay’ı ısırarak uyandırmasından şüphelendiği için peşine takılan Doğan da odaya girmişti.

“Ne?” dedi şaşkınlıkla. A’dan z’ye her şeyi hazır hale gelmiş programın bu dar zamanda baş manken tarafından iptal edilmesi ne demekti?

Ateş devam etti. “Onunla birlikte birkaç kişi daha çekilmeye niyetliymiş. Yeliz’le konuştum az önce.”

Doğan gergince parmaklarını birbirine geçirip eklemlerinden sesler çıkmasına sebep oldu. “Ne yapacaksınız?”

“Yeliz’e Jülide Altun ile olabildiğince erken bir görüşme ayarlatmaya çalışıyorum, sebebi öğrendikten sonra duruma göre hareket ederiz.”

“Neredeyse üç yıldan fazladır defileler olmadan, ürünleri direkt satışa sunarak ilerlemedik mi? Yine öyle yaparız en kötü.”

Sinan’ın söylediklerini dinlerken Ateş ve Doğan aynı anda konuştular. “Yapamayız.” Ateş kendisini yormadı. Doğan devam etti. “Çoktan duyurulmuş bir programı iptal edemeyiz. Elimizde doğru düzgün bir sebep de yok. Uçuk kaçık dedikoduların önünü alamayız.”

“Her neyse,” dedi Ateş kaşlarını kaldırıp indirdikten sonra. “Şu an gündemim bu değil.”

“Gündeminiz bu mu değil?” dedi Sinan kafası karışmış bir halde.

Ateş gözleriyle omuzunda sessiz sessiz yatmakta olan Umay’ı işaret etti ikizlere. “Şirkete geçmem gerekiyor,” dedi bir yandan da. “Ama birileri benim eve döneceğime, onu bırakmayacağıma ikna olmadı.”

“Uyku sersemi gibi o biraz,” dedi Doğan sessizce. Sonra sesini daha duyulabilir bir yüksekliğe çekti. “Prenses?” dedi Umay’a doğru.

Ateş, Umay’ın uyumuyor olduğundan emindi ancak Doğan konuştuğunda ona hemen ‘piyens’ diyerek yanıt vermemesi ayık oluşuna dair şüpheye düşmesine neden olmuştu. “Umay?” dedi bu yüzden kızının kulağına doğru eğilip.

Umay dudaklarını aralamadan önce uyuşukça başını Ateş’in omuzundan kaldırdı. “Ney?” diye yanıtladığında Ateş bir eliyle onu belinden sarmayı bırakmadan diğer elini alnına dökülen sarı buklelerini geriye çekmek için kullandı. “Doğan’ı duymadın mı?”

Umay alnından çekilen saçların hissettirdiği rahatlama ve Ateş’in elini geri çekmek yerine şakağına hafif hafif sürttüğü parmaklarıyla pelte kıvamındaydı, kısık bakışlarla onun yüzünü süzüyordu.

“Tipe bak,” diye deliriyormuş gibi bağırırcasına fısıldadı Sinan. “Bir kere ısırsam ne olurdu yani? Hepsini bitirmezdim ki.”

“Aynen,” dedi Doğan ikizine ters ters bakınırken. “Babası da öyle diyordu, denesene hemen.” Konuştuktan sonra Ateş ve Umay’a doğru adımladı, yanlarına varıp Umay’ın görüş açısına doğrudan dahil olduğunda iri gözlerin dikkatini de çekebilmişti.

“Baban dün de işe gitmişti ya, Umay. Sonra biz yemek yerken hemen geldi. Hatırlıyor musun prenses?”

Doğan’ın amacı Umay’a babasının her şekilde geri dönüyor olduğunu hatırlatmak ve kabullendirmekti ancak Umay konuyu başka bir yerden algılamayı seçmişti. Dün Ateş yokken onu merak edip özlediği saatleri düşündüğü gibi sızlanarak kendisini yeniden Ateş’in omuzuna bıraktı.

“Gitme Ateş, lüffen.”

Doğan bir şey daha diyecek oldu, Sinan da araya girecek başka bir şeyler uydurmak için aklını zorluyordu ama Ateş ikisine de fırsat vermedi.

“Gitmiyorum,” dedi net bir sesle. Kollarının arasında ona yalvarır gibi kalmasını söyleyen sese karşı gelemezdi. “Buradayım, gitmeyeceğim.”

Umay’ı daha da sıkı tutmaya başlayarak ikizlerin arasında kalan boşluktan adımlayıp Umay’ın odasından çıktı. “Odamdayım, uykusu var hâlâ. Yeliz’e haber verin biriniz, o buraya gelsin.” demişti koridorda uzaklaşmaya başlamadan önce.

Sinan yarım ağız sırıttı. “Benim telefonumun şarjı bitik, odamda kaldı.” dedi cebinde duran ve bataryası fazlasıyla dolu olan telefonu hakkında ağır yalanlar savurarak. “Doğan sen ararsın.”

Sinan ıslık çalarak merdivenlerden inmeye başladı. Yeliz’in telefon ekranında Doğan’ın adını görünce gerileceğini, konuşurken hiç uzatmadan fazla net olmaya alışkın olan ikizi ona direkt olarak ‘eve gelmen lazım’ dediğinde ise nasıl aklını kaybedeceğini tahmin edebiliyordu.

Umay’ı ısırıp sevmek kadar olmasa da bu durum da Sinan’ı bolca keyiflendirmişti.

Ateş, Umay ile birlikte kendi odasına girmiş ve onunla birlikte yatağa uzanmışken etrafta kızı dışındaki hiçbir şeye algısı açık değildi.

Umay’ın kuzusunu bile sormadan göğsüne doğru gömülüp sessizce nefeslenmesine dikkat kesilmiş, eli dalgınca sırtını sıvazlarken tüm düşünceleri ona bulanmıştı.

Ona sormak istediği o kadar fazla sorusu vardı ki bu bir hafta boyunca zaman zaman o sorularda boğuluyor gibi hissetmişti.

Sorular sorabilirdi, belki kendisini biraz olsun aydınlatacak cevaplar da alabilirdi hatta ama ona küçük kalbini sızlatacak bir şeyler anımsatmaktan çok korkuyordu. Öğreneceklerinin Umay’ınkinden katbekat büyük kalbine bile ağır geleceğini fısıldayan sesi de susturamıyordu.

Birkaç dakika sonra Umay’ın kısık sesi Ateş’in göğsünde yankılandığında Ateş ona doğru bakabilmek için başını eğdi. “Ateş,” diye sayıklayan kızının sırtını daha sert okşadı.

“Efendim?”

“Biylikte,” diye seslendi Umay.

“Birlikteyiz, güzelim.” dedi Ateş sakince. “Buradayım. Uyuyabilirsin.”

Umay’ın onun sözlerini anlayıp kendisine kanıt bildiği söylenemezdi ama sesini duyunca varlığını hissediyor ve telaşlandığında hızlanan kalbi böylece biraz olsun durulabiliyordu.

Umay yeniden uykuya daldı. Ateş gözünü bile kırpmadı.

Umay irkilir gibi olup ellerini oynatarak yanındaki bedenin varlığını sorguladıkça Ateş kızının kulağına bir şeyler mırıldanıp onu sakinleştirdi.

Dakikalar birbirini kovalayıp ilerlediğinde ve Umay uyuyabileceği sürenin üst sınırına ulaşınca gözlerini son bir kez araladı. Olduğu yeri keşfetmek için hem ellerini kullanmış hem de başını kaldırıp etrafa bakınmıştı.

“Yünaydın,” diye mırıldandı başını kaldırıp Ateş’in çoktan ona odaklanan bakışlarına rastladığında.

“Günaydın,” dedi Ateş bu kalıbı akşamüzeri kullanmanın ne ölçüde doğru olduğunu bilemese de.

Umay’ın bir sonraki cümlesi ise gayet insaniydi. “Çişim geydi.”

Ateş sinirlerinin bozulduğunu ve buna bir dolu gülebileceğini hissetti ancak direndi ve yapmamayı başardı.

Yaşananlar ağır olsa da Umay bir bebekti ve Ateş’in onun hızlı değişen ihtiyaçlarına ve ruh hallerine alışması zorunluydu.

“Ne yapsak?” dedi Ateş çözümü bulamamış gibi.

“Tulavete gitmeliyis, Ateş.”

Ateş onu daha fazla bekletmeden kucakladı ve ayaklandı. Umay’ın tuvaletteki işinin bitmesi, uyanınca ısrarla yapmaya bayıldığı yüz yıkama seremonisinin gerçekleşmesi biraz sürmüştü.

Her şey tamamlandığında Ateş onu yine kucakladı ve birlikte merdivenlere yöneldiler. Ateş onu arada merdivenden elini tutarak yavaşça inmeye teşvik etse de Umay çoğu zaman kucağına gelmek için koca gözleriyle içli içli bakınıyor ve savaşı rahatça kazanıyordu.

Son merdiven basamağının ardından Ateş kucağındaki beden ile birlikte salona yöneldi. Evin günlük düzenini sağlayan ancak evde geçirdikleri vakit genelde kısıtlı olan yardımcılardan birine rastladığında adımları durakladı. “Umay için süt ısıtılsın, biraz bal da ekleyin.”

Uyandığı anda iştahı inanılmaz kapalı olan Umay için yemek yemeye ikna olana dek besin kaynağı ballı süttü. Bunu sevdiğini Sinan keşfetmişti, keşfettiği günden beri de -üç gündür- durmadan övünüyordu.

“Hemen hazırlıyorum Ateş Bey,” dedi orta yaşlı kadın mutfağa hızla dönmeden önce. Ateş de yeniden yürümeye başlamış ve burnuna dolan bebek kokusu eşliğinde salona girmişti.

Salon, Ateş’e içeri girene dek kimsenin olmadığını düşündürecek kadar sessizdi. Oysa Ateş girdiğinde içeride üç kişi olduğunu görmüştü.

Sinan tekli bir koltukta telefonuna dalmıştı. Doğan onun çaprazındaki geniş koltuğun bir ucunda kolları göğsünde kavuşmuş halde tek bir noktaya bakınıyordu. Ateş o geniş koltuğun diğer ucuna, aynı zamanda da Doğan’ın bakışlarının odağındaki noktaya döndüğünde ise üçüncü kişiyi görmüştü.

Yeliz ortadaki sehpaya yaydığı kâğıtların bir kısmını kucağına almış, elindeki kalemle bir şeyler işaretlemekteydi.

Ateş’in adım sesleri kapıdan geçtikten hemen sonra duyulur bir hale gelince hepsi aynı anda başını kaldırıp girişe döndüler.

“Kimler gelmiş?” dedi Sinan, Umay’a bakarak. Bu farazi bir soruydu ancak Umay onun cehaletine sessiz kalamamıştı tabii. “Benle Ateş,” dedi Sinan’ı aydınlatarak.

“Yok,” dedi Sinan inatla. “İnanmam, gel bi’ yaklaş. Öyle inanırım belki.”

Umay çaresizce babasına doğru baktı. “Ne diyoy?” dedi sessiz olduğunu düşünerek. Ancak herkes gayet net duyabilmişti onu.

“Keşke bilsek,” dedi Doğan hüzünle. “Dilimizi konuşamıyor.” Kendi kendine söylenmişti ancak ona en yakın konumda oturmakta olan bir kişiye daha sesi ulaşmıştı. Yeliz istemsizce kısık bir sesle güldüğünde Doğan kaşları havalanarak ona doğru baktı.

Genelde telaşlı ifadesine, işine odaklanmasına ya da en iyi ihtimalle sakin ve ölçülü bir gülümsemeyle durmasına aşinaydı ancak sesli bir gülüş… Yeniydi.

Ateş sırayla salondaki üçlüyü süzdü. Her biri başka bir alemde göründüğü için uzatmadan Doğan ve Yeliz’in karşısında kalan koltuğa yerleşti. Umay’ı kucağından indirmemişti.

Umay’ın sırtını göğsüne doğru yaslayıp rahatça oturuyor olduğundan emin olduktan sonra bakışlarını Yeliz’e çevirdi. “Dinliyorum, Yeliz.” dedi gergin çıkmaması için özen gösterdiği sesiyle.

Sesi gergin değildi ancak konu yeterince gergin olduğundan Yeliz omuzlarını kasarak dik bir konuma gelmiş ve konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes almıştı.

“Jülide Altun’un kendisiyle görüşemedim ama kişisel asistanına ulaştım. Doğru düzgün bilgi vermedi, sözleşme feshinden dolayı ödeyecekleri tazminatı da önemsemediklerini söyledi. Podyuma çıkmamakta kararlıymış.”

Ateş boynuna tırmanan ağrıyı hissederken sakin kalmaya çalıştı. Bir kolu kucağında oturmakta olan Umay’ın karnına doğru sarılıydı, onu çok sıkıyor olmasa da kuvvetlice tutuyordu.

“Sebep bile vermeden… Hem de son birkaç hafta kala…” dedi Sinan iğneler bir sesle. “Bayağı tesadüflük duruyor gerçekten, canı sıkılmış herhalde ondan feshediyor.”

“Sözleşmede bizimle olan işini iptal ettiği takdirde bu sezon başka bir defilede bulunmayacağına dair güvencemiz vardı. Yani daha yüksek bir teklif ya da daha ünlü bir markanın daveti değil konu.” diyen Yeliz’di.

“Geriye ne kalıyor ki?” diye sordu Sinan ona doğru dönüp. “Tonla para kazanacağı işi iptal ediyor, üstüne bir o kadar parayı kendisi ödemek zorunda kalacak ve bir de bu süreçte yeni bir iş alamayacak. Ne bu yani?”

Salonun kapısından adım sesleri duyulduğunda kısa bir sessizlik oldu. Ateş kapıdan girenin koridorda Umay için süt istemiş olduğu kadın olduğunu görünce başını olumlu anlamda eğdi. Kadın içeriye girmiş, Ateş’e doğru ilerlemişti.

“İçebileceği sıcaklıkta, ılınmasını beklemenize gerek yok. Afiyet olsun efendim.”

Süt dolu bardağı sehpaya bıraktıktan sonra kadın salondan çıkıp gitmişti. Ateş, Umay’ın sırtını göğsünden ayırmadan önce karnını hafifçe okşadı. “Sütün geldi.”

“Güsel süt mü?” diye sordu Umay. Salona girdiklerinden beri sessizdi. Hem biraz Yeliz’i yabancılamıştı hem de uykusunun izleri daha yeni yeni siliniyordu.

“Evet,” dedi Ateş. Soru sütün ballı olup olmadığına dairdi.

“Oyada içcem,” dedi Umay eliyle bardağın olduğu yeri gösterirken. Ateş onu bırakmaya pek hevesli görünmedi ancak diretmedi de. Umay’ı halının üstüne bıraktığı küçük bir yastığa düzgünce oturtup sehpaya uzanabileceği konuma getirdi.

Bardağın kulpuna tüm avucuyla sıkıca tutunup sütüne odaklanan Umay’ı birkaç saniye izlemiş, onun rahat olduğundan emin olduktan sonra da tekrar Yeliz’e bakmıştı. “Şüphelendiğin bir şey var mı? Diğer mankenlerin derdi neymiş peki?”

“Emin değilim,” dedi Yeliz tereddütle. “Ama üçüncü bir kişinin onları ikna etmiş olma olasılığı var bence. Sizi uğraştırmak, markaya zarar vermek isteyen biri belki…”

Ateş duraksadı. Yeliz’in bu varsayımları mantıksız değildi. Genelde de olmazdı, işle ilgili bir şey söylüyorsa etraflıca düşünüp söylerdi çünkü.

“Kim peki?” dedi Ateş kendi kendine. Böyle bir bilgiye sahip değildi. Özel olarak kanlı bıçaklı olduğu, böyle bel altı hamle yapacak kimse yoktu aklında.

Oluşan sessizlik, her birinin Ateş’in sorusuna cevap ararken susmalarından doğmuştu. Sessizliğin sonu ise cevap vermeye girişen birinden değil, tok bir ses çıkartarak herkesi sehpaya doğru bakmaya iten küçük kazayla gelmişti.

Umay’ın içmekle meşgul olduğu sütün yarısından fazlası sehpanın üzerine dökülmüş, yayılmaya başlamıştı. Yeliz’in getirdiği kâğıtların bir kısmı süte bulanmış, bardak da sertçe düştüğünden ve ince olduğundan olacak ki olduğu yerde birkaç parçaya ayrılmıştı.

Ateş sesi duyup başını sehpaya çevirdiği anda hızla ayaklandı. Kırık bardak parçalarına temas etmesinden delice korktuğu için Umay’ı biraz ani kucaklamış, kendisine doğru fevri bir şekilde çekmişti.

“Ösüy dileyim,” diyerek peş peşe kendini affettirmeye çalışan Umay stresten kasıldığı için sesi de çok kısık ve inceydi.

Ateş tamamen onun zarar görüp görmemesine odaklanmıştı, Umay’ı pek duymadı. Duymadığı için özür dilenecek bir şey olmadığını da dile getirmedi ve bu durum Umay’ın yanaklarına yaşlar yuvarlanmaya başlamasına neden oldu. Birbirlerini yanlış anlama döngüsüne kapılmışlardı. Ateş gözyaşlarını görünce telaşla onu koltuğa oturtup önünde diz çöktü. Ellerini, kollarını kontrol etmeye başladı.

“Bir şey mi oldu?” dedi sayıklar gibi. “Bir yerine bir şey mi oldu Umay?”

Sinan bulduğu peçete yığınıyla masadaki süt birikintisini kurulamıştı, Doğan da ıslanmayan kâğıtları ayıklayıp koltuğa bırakmakla meşguldü.

Kâğıtların sahibi olan Yeliz ise masaya bakmaya gerek bile duymamıştı. Ateş’in telaşını ve ağlayan bebeği görünce direkt onlara yöneldi.

“Korkmuştur,” dedi koltuğun onlara biraz uzak kalan kısmına yavaşça oturup. “Bir yerinde bir şey yok ama sesten korkmuştur. Siz biraz sakinleşin ki korkusu dinsin Ateş Bey.”

Ateş, Yeliz’i duysa da son bir kez Umay’ın küçük avuçlarını kontrol etti. Ufacık bir çizik bile yoktu.

Çöktüğü yerden kalkıp Umay’ı da kucakladı ve koltuğa onunla birlikte oturdu. Umay’ı kendisine dönük olacak şekilde dizlerine oturtmuştu. Onun göğsüne doğru kapanmasına izin vermedi, yüzüne baktı.

“Ösüy dileyim Ateş,” diye mırıldanışını bu kez duymuştu. Duyduğu gibi de kaşları derince çatıldı. Ne özrüydü şimdi bu? Canı yandı diye ödü kopmuştu.

“Canın acıdı mı?” diye sordu Ateş dikkatle ona bakarken.

Umay başını iki yana sallarken gözlerinde asılı duran yaşlar da peş peşe boynuna kadar akmıştı. Ateş onun yaşlarla parlayan gözlerine baktıkça geriliyordu.

“Acımadıysa sorun yok,” dedi Ateş. “Hiç sorun yok, bak Doğan ve Sinan temizlemiş bile. Geçti.”

Umay omuzunun üstünden geriye doğru bakındı. Masanın üstünde sütten iz kalmamıştı, Doğan sütle ıslanan kâğıtları da kenara aldığı için Umay onları göremiyordu.

“Temislenmiş,” dedi Umay sessiz sessiz. “Bişi yok ki,” derken kendi kendini telkin ediyor gibiydi.

“Aynen öyle,” dedi Ateş yanağındaki nemi parmaklarıyla kuruturken. “Bir şey yok ki.”

“İyi yaptın aslında,” dedi Yeliz, baba-kız sessizleştiğinde. “Çöpe atacaktım ben bunları zaten biliyor musun? Ben uğraşmadan Doğan ve Sinan topladı her şeyi, teşekkür ederim Umay.”

Umay sağ tarafında kalan kadına doğru baktı sesini duyduğunda. Bakışları çekingendi ama bir yandan da merak doluydu.

“Bunlay senin miydi?” diye sordu usulca.

Yeliz başını salladı hemen. “Evet, benimdi.”

“Çöpleyi neden buyaya getiydin?” diye sordu bu kez Umay.

Odadaki üç adam da Yeliz’in soruya hemen cevap bulamayacağını düşünmüşlerdi ancak hiç öyle olmadı.

“Benim evimdeki çöpte hiç yer kalmamıştı,” dedi omuz silkerek. “Babandan izin aldım, sizin çöpünüzü kullanacaktım.”

Umay anlayışla başını salladı. Nemli gözleri ve kızarık burnuyla bunu yaparken oldukça tatlı bir görüntü çizmişti. “Oluy o zaman,” dedi babasının iznini(!) onaylayarak.

Ateş onun sakinleşmesine ve normal bir şekilde konuşmaya dönmesine şaşkınca bakarken eli artık refleksle sırtında geziniyordu. Dayanamayarak hafifçe eğilip Umay’ın şakağına kısa, hissedilmesi zor bir öpücük bıraktı.

Umay’ın da ona sırnaşmasını ve göğsüne yatmasını bekledi ancak böyle ani olayların ardından durgunlaşmasına alıştığı kızı bir farklılık peşindeydi. Hâlâ Yeliz’e bakıyordu.

“Senin adın vay mı?” diye sordu cesaretini toplayabildiğinde. Kendisi ile iletişime geçen kadını merak etmişti.

Yeliz hevesle gülümsedi. “Var tabii,” dedi hemen. “Adım Yeliz, memnun oldum Umaycım.”

Yeliz dışında herkes gelecek olan tepkiyi biliyordu, bu yüzden hepsi gülmeye bir kala konumdalardı.

“Ben de meymun oldum, Yelis.”

Yeliz gözlerini bir iki saniye kapattı. Karşısındaki bebeğin tatlılık dozunu sindirebildiğinde gözlerini yeniden açmıştı.

Umay hissettiği olumlu sıcaklık nedeniyle susmaya pek gerek duymadı. Susmadan konuşmasının bir başka nedeni de kucağında durduğu adamdan aldığı güvendi. Güvende hissettiğinde konuşuyor, bıcır bıcır bir şeyler anlatıyordu.

Önce Ateş, sonra ikizler ve şimdi de Yeliz bunu yaşayabilmişlerdi.

“Şişekleyi seveysin mi Yelis?” diye sordu Umay gözlerini kırpıştırırken. “Dışayda şişekley vay bissürü, göydün mü?”

Yeliz ne diyeceğini bilememiş gibi göz ucuyla Ateş’e doğru baktı. Patronunun tüm dikkati kızındaydı, oldukça dingin görünüyordu. Bu nedenle kendisini kasmadı Yeliz de.

“Severim tabii çiçekleri, kim sevmez? Hatta bak,” diyerek ayağa kalktı Yeliz. Çantası az önce oturduğu koltuktaydı. Amacı anahtarlığındaki çiçekli süsü Umay’a göstermekti, ancak Umay onun dışarıdaki çiçeklere gideceğinden şüphelenerek babasının kucağından aşağıya atlamaya teşebbüs etmişti.

Ateş, Umay’ın neden inmek istediğini anladığı için onu tutmadı. Dengede durduğundan emin olduktan sonra ellerini üzerinden çekti.

Umay paytak paytak karşı koltuğa koşturduğunda Yeliz henüz anahtarını çantasından bulabilmiş değildi. Bu nedenle Umay’ın dikkati bir başka şeye çekilmiş oldu.

Yeliz’in çöp olduğu söylediği kâğıtların ıslanmayan kısmı koltukta duruyordu.

“Bunlay çöp mü Yelis?” diye sordu merakla tekrar. “Pişlenmiş çöp mü?”

“Pis değiller,” dedi Yeliz ona doğru dönüp. Koltuğa oturdu. “Bakabilirsin istersen, resimler var içinde.”

Ateş kaşlarını kaldırdı. “Önemli değil mi onlar?” dedi Umay’a pek çaktırmadan. Yeliz gözlerini kaçırdı. “Hepsinin ikişer yedeği daha var.”

Sinan sırıttı. “Niye ya? Patronun bayağı rahat birine benziyor aslında, yırtılsalar kaybolsalar falan sorun mu eder?”

Doğan da dayanamayıp başını hafifçe eğdi ve gülüşünü sakladı. Yeliz’in keyfinden müsveddeleri bile yedeklediğini sanmıyordu. Bu, Ateş Karmen ile çalışmanın getirisiydi belli ki.

Sinan’ın alayı etkisini kaybederken Umay, Yeliz tarafından izin verildiği için heyecanla kâğıtları inceliyordu. Bir şey anladığı söylenemezdi ancak renkler ve şekiller hoşuna gitmişti.

Onun hevesi sürerken herkes bir yere oturmuştu tekrar. Umay ayaktaydı sadece, koltuğun önünde duruyordu.

Bir bir geçtiği kâğıtları ayıklarken Umay rastgele bir sayfaya denk geldiğinde şaşkınca duraksadı. Bu sırada Sinan bir şeyler söylediği için onun duraksayışını kimse fark etmemişti.

Umay’da bir gariplik olduğunu fark etmeleri, Umay duraksamasına sebep olan kâğıt parçasını sıkıca tutup onunla birlikte koltuktan uzaklaştığında gerçekleşti. Kâğıdı göğsüne doğru bastırmış, sarılır gibi olmuştu.

Ateş’in ilk tahmini o sayfada bir çiçek resmi bulunması ihtimaline dairdi. Umay buna bayılıp kâğıdı kendisine yapıştırmış ve çöpe atılmasına engel olmak istiyor olabilirdi.

Yeliz’in toplantılardan tuttuğu, defilelere dair notlarında ne görüp de böylesi sahiplenecekti başka?

 

 

~~~


Yorumlar

  1. Annesi mi acaba ya da annesinin yanındayken ona iyi davranan biri

    YanıtlaSil
  2. Annesi gibi hissediyorum ama başka bir şey de çıkabilir. Yazar hanım pek sever sağ gösterip sol vurmayı 😂

    YanıtlaSil
  3. Annesi Ateşle çalışan bir mankendi bence, orda onun fotosunu görmüş olabilir. Ayrıca annesinin kötü biri olduğunu düşünmüyorum. Umayın burda olduğunu bile bilmiyor olabilir,o harabeye nasıl girdi o mektubu o mu yazdı emin değilim ama bununla ilgili onlarca senaryo oluşturulabilir ,ayrıca ateşle nasıl koptular çok merak ediyorum .Umay annesini seviyor ve gelmesini bekliyor sonuçta. Bide umayın başından beri Ateşten ayrılmaması var ki bu da annesinin önceden ateşten bahsettiğini düşündürtüyor bana

    YanıtlaSil
  4. Yazar Umaya güvenin dediğinden beri Umay ve annesini birinin kaçırmış olacağından şüpheleniyorum ama Ateşe gelen mektubun tamamını bilmiyoruz ve bildiğimiz kısım kafa karıştırıcı

    YanıtlaSil
  5. Bölüm gene çoook güzeldi. Kalemin mükemmel yazar. Ateş ve Umay arasındaki ilişkiyi çok seviyorum. Elisa hakkında hala biraz önyargıliyım. Galiba sadece Ateş ve Umay okumayı daha cok seviyorum. Ama senin elinden çikan her kitabın mukemmel olduğunu bildiğim için pek de endişelenmiyorum. İzssiz ve Eşsiz içinde cok heyecanlıyım. Sanki çok güclü bir kadın karakter geliyor gibi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm