Günler Kısa Geceler Sonsuz 18.Bölüm

 18.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

- Lal

 

Bulunduğum yerde biraz daha dönüp durmaya devam edersem muhtemelen yanımda uyuyor olan annemi de uyandıracaktım.

Tuna ile birlikte Sudelerin yanından ayrılıp eve geri geldiğimizde saat çok erken sayılamazdı. Tuna’nın da burada, Demir abinin evinde, kalacağını zannettiğim için beni bıraktıktan sonra ablasına gitmesi biraz dengemi şaşırtmıştı.

Ben gündüz biraz uyumuş olsam da annem tamamen uykusuzdu, erkenden odaya geçmemizin sebebi de buydu zaten. Annem çok uzun sürmeden uykuya dalmışken ben asla gelmeyen uykumu bekliyordum. Uyuyamadığımı fark ettiğim ilk anda odadan çıkmayı düşünmüştüm ama bu kez de Demir abiyi rahatsız edebileceğimden korkup yatakta boş boş uzanmaya karar vermiştim.

Hem şu ana dek olanlar hem de önümüzdeki günlerde olabilecek şeyler aklımı kurcalıyorken uykuya dalmam gittikçe zorlaşıyordu.

Yataktaki daraltımın yanı sıra bir de susuzluk hissetmeye başladığımda daha fazla dayanamayacağımı anlayarak yavaşça yerimde doğruldum. Annemin sarsılmamasına ve karanlıkta yere yapışmamaya özen göstererek odanın kapısına kadar gitmeyi başardım. Sessizce açtığım kapıyı çıkar çıkmaz aynı şekilde kapattıktan sonra mutfağa doğru yürüdüm.

Her yerin ışığı kapalıydı, bu da yolumun devamını biraz zorlaştırmıştı.

Sonunda mutfağa girdiğimde ışığı açıp tezgâha yöneldim. Bardak ararken aniden duyduğum sesle bardağı düşürmemek için büyük bir savaş vermiş, sonuç olarak bardağı sıkıca göğsüme bastırıp zorlukla tutabilmiştim.

“Lal?” diye seslenen ve mutfakta varlığını yeni fark ettiğim balkondan çıkan Demir abiye korkuyla irileşen gözlerimi aça aça baktım. Hissettiğim korku muhtemelen açıkça yüzümden ve bedenimden okunuyordu. “Korkutmak istemedim, iyi misin?”

Bardağımı kenara koydum. “İyiyim, her yer karanlık olunca sen de uyudun sanmıştım.”

Bana doğru yaklaşıp bıraktığım bardağa sürahiden su doldurup önüme itti. “İç suyunu.”

Demir abinin kaba biri mi yoksa tam tersi çok ince biri mi olduğunu henüz keşfedememiştim. İnce düşüncelerini kaba bir tavırla dile getirme alışkanlığı olduğundandı belki de.

Suyu iki yudumda tamamen bitirip bardağı kenara bıraktım. “Susadığın için mi uyandın? Odaya da bir bardak götür, yine susarsan kalkmana gerek kalmasın.”

Yalan söyleme gereği duymadım. “Uyumamıştım, yatakta çok sıkıldım. Rahatsız olmayacaksan balkonda ya da salonda otursam olur mu?”

Kaşları çatıldığında nasıl bir cevap duyacağımı kestiremeden yüzüne bakmayı sürdürdüm. “Neden uyumadın? Bir sorun mu var?”

Başımı hızla iki yana salladım. Bizim için olması gerekenden çok daha fazla işi halledip fazlasıyla yardımda bulunurken bir de uykumun derdine düşmesine gerek yoktu. “Gündüz uyudum ya, uykum gelmedi.”

“Gündüz uyuduğun dün uyumadığın saatlerin yerineydi, yeme beni.” Dün uyumadığımı annem mi yumurtlamıştı?

Şirin olduğunu umduğum bir gülümsemeyle paçayı sıyırmaya çalıştım ama Demir abi gayet ciddi duruyordu. “Yürü salona, geliyorum birazdan.”

“Sen niye uyumuyorsun peki?” diyerek anlık cesaretimle diklendiğimde burnumu nefes almama bir süre engel olabilecek şekilde sıkıp bıraktı. “Acıdı.” diye homurdanarak burnumu ovuşturdum.

“Salona kara böcek, hadi.” İnadıyla başa çıkmayacağımı artık anladığım için arkamı dönüp sessizce salona ilerledim. Üçlü koltuğun ortasına kurulup bacaklarımı kendime çektim. Birkaç dakika sonra kapıdan görünen koca bedenle birlikte aynı pozisyonda oturmayı sürdürdüm.

Elinde tuttuğu koyu renk kahve kupasının içinde ne olduğunu yanıma oturana dek görememiştim. Kendisine kahve yaptığını düşünmüştüm ama büyük bir yanılgıydı. Orta sehpaya bıraktığı kupanın içinde süt vardı. Üzerinden çıkan dumana bakılırsa fazlasıyla sıcaktı.

“Süt mü içeceksin?” diye sordum merakla. Böyle bir alışkanlığı mı vardı acaba?

Kısık sesle güldü ardından arkasına yaslandı. “Sen içeceksin Lal, uykunu getirsin diye.”

Yüzümü buruşturdum. Süt sevmezdim, sıcakken daha da sevmezdim. İtiraz etmek için ağzımı araladığım sırada beni böldü. “İçinde sadece süt yok, tadını sevmezsen içmezsin.”

Kendinden bu denli emin konuşması ilgimi çektiği için istemem yan cebime koy tavrımla kupaya uzandım. Önce koklayıp içinde sütten başka ne olabileceğini anlamaya çalıştım ama kokular tanıdık değildi.

Küçücük bir yudum alıp bardağı hemen geri bıraktım. Ağzımdaki daha yutamadan, sevmeyeceğime emin halde bunu yapmıştım. Pişman olmam ise çok kısa sürmüştü.

Gözlerimi şaşkınca kırpıştırarak ona baktım. “Ne var o sütün içinde? Tadı neden güzel?”

Omuz silkti. “Gizli bir bilgi bu, bedavaya satmam.”

“Para mı vereyim?” dedim şaşkınlığım artarken. Bu kez sesli bir şekilde gülerek başını geriye attı. Fırsattan istifade ederek sütten biraz daha içip yine masaya koydum. “Sen her şeyi niye ciddiye alıyorsun kara böcek?”

Bunun net bir cevabı var mıydı bilmiyordum ama insanlarla bugüne dek o kadar az iletişim kurmuştum ki, onların ne zaman neyi kastediyor olduğunu anlamakta bazen zorluk yaşıyordum. Çoğunlukla annemden başka insanların dahil olmadığı, eğer dahillerse de bunun zorunlu diyaloglardan oluştuğu konuşmalarla geçmişti hayatım.

Sorduğu soruyu ciddi olarak düşündüğümü gördüğünde yüzündeki gülümseme yerini alışkın olduğum nötr ifadeye bıraktı.

“Ortada olanlardan çok daha fazlası var değil mi, kendi kendine bile anlatmadığın bir sürü şey var.” Açık kitap gibi beni okumasına karşı nasıl hissetmem gerektiğini bilemeyerek saklanma ihtiyacıyla başımı diğer tarafa çevirmek istedim.

Buna engel olup beni bugün birkaç defa daha yaptığı gibi göğsüne doğru çekti. Saklanma işime burada da devam edebileceğim için sesimi çıkartmadan yanağımın göğsüne yaslı durmasına izin verdim.

“Yarın olunca her şey geçecek demeyi isterdim ama seni kandırmaktan başka bir şey olmaz bu. Yine de yarın kadar erken olmasa da bunların yavaş yavaş geçip gideceğini, her şeyin çok daha güzel olacağını kendine hep hatırlatmanı istiyorum.”

“Belki de geçmeyecek,” dedim istemsizce kısık çıkan sesimle. O kadar çok yaram vardı ki kanamayı bıraksalar da izleri hep bende kalacaktı sanki.

“Geçecek,” diye tekrarladı. “Söz veriyorum geçecek fıstığım.”

O an, ona inanmamı söyleyen dürtüyü görmezden gelemedim. Sessiz bir onayla sözüne güvendiğimi belli ettiğimde omuzumu yavaşça sıvazladı. “Sütünü bitir soğumadan.”

Bulunduğum yerin rahatlığı ve tadına bayıldığım süt arasında bir tercih yapmaya çalışırken biraz zorlanmıştım. Kararımı verdiğimde mırıldandım. “Soğuyunca da içilir o, bir şey olmaz.”

Göğsüne kedi gibi sindiğim için gülüşünün titreşimini hissedebildim. “Yenisini yaparım, kal böyle tamam.”

Yatakta saatlerce dönen ben değilmişim gibi uyku bastırdığında bun fark edip sordu. “Parfümümüm mü bayıltıyor seni, üç olacak bu?”

Alışkın olmadığım yoğunlukta bir kokuyla sarmalandığım doğruydu ama bunun parfümüyle pek de ilgisi yoktu. Güvenli bir yerde olduğumu bütün vücuduma anlatan bir aurası vardı ve gözlerimin kapanışına engel olamayışımın en büyük sebebi de buydu.

 


~

 


Kapı zilini duyar duymaz masadan kalkıp koşturduğumu yarı yolda fark edebilmiştim.

Tuna’nın geleceğini bildiğim için bütün odağım sabahtan beri kapının çalacak oluşuydu. Bu yüzden annemi ve Demir abiyi kahvaltı masasında bırakmış aceleyle kapıya koşmuştum.

Kapıyı açıp yüzümdeki kocaman sırıtışı yok edemeden karşıya bakarken gördüğüm bedenin Tuna olmayışı şaşkınca geri adımlamama sebep oldu. Karşımdaki kişi de en az benim kadar şaşkın duruyordu.

Kendime biraz gelebildiğimde Demir abiye seslenmek için ağzımı açmıştım ki karşımda duran kadın benden önce davrandı.

Çiğ bir sarıya boyanmış olan saçları özenle dalgalandırılmıştı, üzerindeki giysilere bakılırsa buradan ayrıldığında bir kutlamaya katılacak gibiydi.

“Demir yok mu?” diye sorduğunda ona bir şey demeden içeriye seslendim. “Demir abi?” diyerek sesimi duyurabileceğim kadar yükselttikten saniyeler sonra arkamdan adım sesleri duyuldu. Bağırışım biraz panik yaratmıştı sanırım, çünkü annemle birlikte hızlıca koridorda belirmişlerdi.

“Ne oldu? İyi misin Lal?”

“İyiyim,” dedim telaşlarını bitirebilme umuduyla. “Tuna değilmiş gelen.” Kapının önünden çekildim. Demir abi zaten dibime kadar gelmişti. Annem de bir adım arkasında duruyordu.

Demir abi iyi olduğuma ikna olmuş halde kapıya döndü, kapıdaki kadının kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama Demir abinin gözlerindeki siniri ilk kez bu kadar net görüyordum. Mizaç olarak hep sert görünüyordu evet, fakat bu başka bir boyuttu.

Tutmaya devam ettiğim kapı kolunu elimden çekip kapıyı kapatmak için hareketlendiğinde şaşkınlıkla duraksadım. Hiçbir şey söylemeden kapıyı kadının yüzüne kapatacaktı.

“Demir! Yalvarırım dinle, burayı zar zor buldum. Lütfen konuşalım.” Kadının ifadesi direkt olarak hüzünle dolduğunda Demir abi bundan pek etkilenmişe benzemiyordu.

Kapıyı yine kapatmayı denedi. Bu kez kadın kendini aniden içeriye sokup kapı kapandığında içeride olmayı başarmıştı. “Oturup konuşmadan gitmeyeceğim.”

Bu konuşmaya şahit olmamız sanırım doğru değildi. Annemi de beraberimde götürüp odaya geçme planları yaparken kadının bakışları aniden anneme çevrildiğinde kaşlarım havalandı.

Ardından tekrar Demir abiye döndü. Gözleri dolu dolu bakıyordu. “Sen gerçekten bizden vaz mı geçtin? Gelmeyeyim diye Nilperi bana yalan söyledi sanıyordum, ama…” derken yine anneme baktı.

Ortalığın tamamen birbirine girmesine bir adım kalmıştı. Kadın belli ki bir şeyleri, hatta bayağı bir şeyi yanlış anlamıştı. Demir abinin düzeltmesini bekledim, ancak kılını kıpırdatmadan öylece bekliyordu.

“Yüzüğünüz bile yok ki!” diyerek aniden yükselince annem irkildi. Yüksek seslere olan duyarlılığı kendini göstermişti. Demir abi bunu arkası yarı dönükken nasıl görebildi bilmiyorum ama hızla anneme baktı. “Bir şey yok, sakin ol. Gidiyor şimdi.” dedi ve kapıyı tekrar açtı. Kadına dışarıyı gösterirken ona hiç temas etmeden konuştu. “Evimden bir daha gelmemek üzere çık Birce, hemen.”

İsmini şimdi öğrenebildiğim kadın az önceki hüzünlü halinden sıyrılmış, yalnızca öfkeyle kaplanmış gibi duruyordu. “Pişman olduğunda tıpkı benim sana yaptığım gibi kapıma geleceksin Demir, er ya da geç.”

Arkasını dönüp topuklularının çıkarttığı tıkırtılarla birlikte önce kapıdan sonra da görebileceğimiz tüm açılardan çıktı. Gidişinin ardından küçük bir sessizlik yaşandı. Demir abi büyük bir sinir topuna dönüşmüş haldeydi. Sinirini kapıyı sertçe kapatarak çıkartacağını düşünsem de beni şaşırtarak kapıyı oldukça yavaş şekilde örttü.

Bize bir açıklama borçlu değildi, bir şey sormaya çalışmadan az önce olanlar yaşanmamış gibi mutfağa ilerledim.

Annemin ve Demir abinin de hemen arkamdan geleceklerini düşünmüştüm ama sandalyeme oturduktan bir süre sonra ortalıkta görünmediklerinde yerimde kıpırdandım. Gidip bakmak ya da hiç araya girmemek arasında kalmıştım.

Annemin ve onun arasında nasıl bir durumun varolduğunu henüz anlayabilmiş değildim. Demir abi bazen kartlarını açık oynuyor, bazen saman altından su yürütüyordu. Annem ise çoğunlukla beni şaşırtacak tepkiler veriyor ama yine de geri planda duruyordu.

Bazen daha önceden tanışıyorlarmış gibi garip hissetsem de böyle bir şey olsa saklamayacaklarını düşündüğümden bu ihtimali bir kenara kaldırmıştım.

Geliş süreleri biraz daha uzayınca ayaklanıp onlara bakacaktım ki kapıda annemle karşı karşıya geldim. Az önce bıraktığım halden bin kat daha farklı duruyordu. Şok olacağı bir şey duymuş ya da görmüş gibiydi. Merakla soru soracakken arkasından Demir abi de geldi.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yerime dönüp oturdum, ardından büyük bir salatalık dilimini ağzıma tıkıştırdım. Bu, kendimi susturmak için küçük bir bahaneydi.

Aradan en fazla on dakika geçmişti ki zil sesi yeniden duyuldu.

Bakışlarım istemsizce Demir abiyi buldu. Bana göz kıpıp kapıyı gösterdi. “Koş, biz bakmıyoruz.”

Annemin de gülüşünü saklamak için ağzına benim gibi yiyecek bir şeyler attığını gördüğümde kızmış gibi gözlerimi kısarak onları süzdüm. Hemen ardından da az önceki gibi koşturarak kapıya yönelmiştim.

Koşmasam da gülüyorlardı, koşsam da… Bari boşa gitmesin değil mi?

Koridoru bitirip kapıya ulaştığımda solumdaki portmantonun aynasından saçlarıma ve yüzüme üstünkörü bir bakış attım.

Her ne kadar gündem çok yoğun olsa da aylardır hoşlandığım kişiyi artık sıkça görüyor oluşum ve onun da benim duygularımı biliyor oluşu atlayabileceğim detaylar değillerdi.

Kapıyı açtığımda karşımda bu kez tanımadığım biri yerine Tuna’yı bulduğum için yukarıya doğru kıvrılan dudaklarıma engel olmayı denemedim. Gülümseyişimin tamamen büyümesine zaman tanımadan, “Hoş geldin.” diye mırıldandım.

“Hoş buldum Gece.”

Bana Gece diye seslenmesine önceki seferlerden farksız şekilde içim kıpır kıpır olduğunda, bu hislerim sanırım gözlerime de yansıdı. Tuna’nın gülerek yanağımı kavrayıp avucunun içinde narince tutuşunu buna bağlamıştım.

Kapının açık ve bizim de halen tam eşikte duruyor olduğumuzu fark edince kendime gelmeye çalışır gibi başımı salladım. Bu hareketim Tuna’nın avucunun yanağıma sürtünmesine yol açmıştı. Bir taşla iki kuş vurmakta bir sakınca görmeyerek kapıyı kapattım.

“Nasılsın?” diye sorarak aramızdaki sessizliği böldüğümde yüzü hızla düştüğü için panikledim. Kötü bir şey mi olmuştu?

“Dünün aksine bugün aynı çatı altında uyanmadığımız için iyiyim diyemem, gece kuşu.” derken düşen yüzü hızla yerini muzip bir ifadeye bıraktı. Göğsüne yasladığım avuçlarımla onu ileriye itmeye çalıştım.

Ödümü patlatmıştı.

“Neden kandırıyorsun beni? Çok ayıp.”

“Çok mu ayıp?” diye tekrarladığında kafamı sallayarak onayladım. Yanağımdaki elini kullanıp yüzümü kendisine doğru çekti, aynı anda o da yüzünü bana yaklaştırmıştı. Bir sonraki hamlesinin ne olacağı hakkındaki tüm tahminlerim az çok aynı kapıya çıkıyordu, bu da kalbimin saniyeler içinde fazla mesai yapmaya başlaması demekti.

Yanağımın dudağıma çok da mesafe kalmayan bir noktasına dudaklarını bastırıp geri çekildiğinde ben afallamışken bu kez yanağıma dişlerini geçirdi. Hissettiğim sızıyla gözlerim irice açıldı. “N’oluyor ya?”

“Kahvaltı yapmadan çıkmıştım evden, bir lokma bir şey aldık yanağından güzelim hemen niye kızıyorsun?”

Kendini ciddi ciddi savunuyor oluşuna kaşlarımı çatıp baktım. “Koparttın yanağımı, içeride hazır sofra var. Onlardan yersin.”

“Bu kadar tatlı olacaklarının garantisini veriyorsan… Olur, deneriz.” Isırdığı yeri parmaklarıyla okşarken konuştuğu için algılarım yine bir süreliğine beni terk etmişlerdi.

Ben bolca Tuna etkisindeyken içeriden yükselen ses araya girdi. “Tuna! Kızı rahat bırak artık, gelin mutfağa.”

Demir abinin tok sesi koridoru aşıp bize ulaştığında Tuna homurdandı. “Baş başa oturun işte, kesin yine kadının damarına basmıştır gerçi.”

Annemden bahsettiğini anlamam zor olmadığı için dudaklarımı birbirine bastırarak gülüşümü durdurdum. Tuna da tepkimi görmek ister gibi bana bakıyordu bu sırada. “Sen de hissediyorsun değil mi?” Gözleriyle mutfağı işaret ederek sorduğu soruya net bir cevap vermesem de yüzümdeki ifadeden çoğu düşüncem açıkça okunabilirdi.

“Az önce biraz garip şeyler oldu, o yüzden tek kalınca gerilmiş olabilirler.” dedim kısık bir sesle. Tuna’nın kaşları havalandı. “Ne gibi şeyler?”

Tuna’ya gelen kadından bahsedip bahsetmemek konusunda kararsız kaldığım bir iki saniyenin ardından direkt döküldüm. Şimdi söylemesem de on dakika sonra kesin söylerdim zaten.

“On beş dakika önce falan bir kadın geldi, Birce’ydi sanırım adı.” dediğim anda gözleri kocaman açıldı. “Ne?” diye şokla mırıldandığında konunun benim düşündüğümden de karışık oluşuna ne tepki vermem gerektiğini bilemez haldeydim.

“Ay çok şok oldun, söylemese miydim acaba?” diye kendi kendime konuşurken mutfak kapısından duyulan adım sesleriyle sesimi hızla kestim. Tuna’nın yanaklarımdaki ellerini düşürecek bir hızla arkamı dönüp sırtım Tuna’ya, yüzüm mutfağa dönük halde durdum.

Demir abi bütün heybetiyle bize bakıyordu. Arkasından konuşmuş gibi hissettiğim için telaşla yerimde sallandım. “Biz de tam geliyorduk içeri, Tuna açlıktan ölüyormuş.” dedikten sonra Tuna’yı kolumla dürttüm. “Değil mi?”

“Aynen aynen, açlık başıma vurdu. Düşüp bayılacağım şimdi hatta.” Abartı görünse de Demir abi Tuna’nın gerçekten bayılacak gibi durmasından etkilenmiş ve bu sayede bize inanmış duruyordu. Bayılacak gibi durma nedeni şaşkınlık olsa da açlık diyerek güzel kıvırmıştık bence.

Tuna’nın hali Birce’nin kim olduğunu iyice merak etmeme sebep olurken şu an öğrenemeyeceğimi bildiğimden oyalanmadan mutfağa ilerledim. Yerime oturup ağzıma sessiz kalabilmek için büyük bir peynir parçası tıkıştırdım.

Tuna’da masada boş kalan sandalyeye oturduğunda anneme ‘günaydın’ der demez beni taklit ederek salatalık dilimlerinden üç tanesini ağzına attı.

Annem ve Demir abi bizim kıtlıktan çıkmış halimize kısa bir an bakakaldılar. “Yavaş annecim, boğuldun.” Annem bana çay bardağımı uzatıp ağzımdakini yutabilmem için yardım etmeye çalışırken yanaklarım dolu dolu sırıtmayı denedim.

“İyiyim.” Daha çok ‘oyoyom’ gibi çıkan kelimeyi anladıklarını umuyordum.

Demir abi burnundan sert bir nefes vererek güldü, ardından halen şiş olan yanağımı parmağıyla içeri ittirmek ister gibi dürttü. “Senin etin ne budun ne de o kadar şeyi ağzına tıktın?”

Tuna benim aksime çoktan salatalıkları yutabildiği için rezil olan ben olmuştum. Üzgün bakışlarla üçünü süzüp ağzımdaki peynir yığınını bir kere daha çevirmeye çalıştım.

“Başarabilirsin, ben inanıyorum.” Tuna da az önceki şokundan sıyrılmış benim halime sırıtıyordu. Ona ters ters bakmayı denedim. Ne geldiyse onun yüzünden gelmişti başıma zaten. Ne diye şoktan şoka sürüklemişti kendini?

Kahvaltıdan sonra yine gayet açık olan ama benim görmezden geldiğim bir gerçekle karşı karşıya kalmıştım.

Demir abi, bugüne dek olanlar ve özellikle birkaç gün önce yaşanan olay nedeniyle babama dava açabileceğimizden bahsetmişti. Annemin benden önce bu konudan haberdar olduğu çok açıktı tepkilerinden. Hepsi ben ne tepki vereceğim diye gözümün içine bakıyorlardı çünkü.

Hayır, sessiz kalalım diyecek kadar delirmemiştim tabii ki ama bu sürecin beni deli gibi korkuttuğunu da gizleyememiştim. Babamın nasıl bir canavara dönüştüğünü çok yakından görmüş, etkisinde de çokça kalmıştım. Bizi, hatta bizi de geçtim olayın içine saplanmış olan Tuna’yı ve ailesini de tehlikeye atıyor gibi hissediyordum.

Bunları sesli olarak dile getirsem Tuna kabul etmeyecek, Demir abi söylememişim gibi davranacaktı muhtemelen ama gerçekler ortada duruyordu işte.

“Lal?” diye seslenen anneme çevirdim bakışlarımı. “Efendim,” diyebildim biraz kısık bir sesle. Düşüncelerimin zihnimdeki sesi o kadar yoğundu ki kendi sesim bunun etkisinde kalmış, bastırılmıştı.

“İstemiyor musun annecim? Ben senin olumlu bakacağını düşünmüştüm ama istemiyorsan da…” Devam ederken duraksadı bir noktada.

Bu kez bakışlarımı hiçbirine odaklamadım, salonda kalan boş noktalarda göz gezdirdim. “Bu, onu daha da kışkırtıp sinirlendirmemiz demek değil mi? Ya her şey daha kötü olursa?” dedim yarı açık yarı gizli bir tavırla. Kendim için korkuyormuş gibi davransam da asıl odağım oldukça başkaydı aslında.

“Artık onunla aynı evde yaşamıyorsunuz ki gece kuşu, biliyorum aniden bu duruma adapte olabilmen zor ama onunla aynı kapanda kısılı değilsiniz artık. Uzaklaştırma kararı çıkartılabilir hatta, olmaz mı abi?” Tuna ilk kısımlarda bana, son kısımlarda ise abisine yönelik konuşmuştu. Sessiz kalırken Demir abinin vereceği cevabı bekledim.

“Kadir abiyle konuşuruz tekrar, nasıl bir süreç izlememiz gerektiğini anlatır.” dedikten sonra aynı koltuğun iki ayrı ucundayken bir anda yan yana gelmemize sebep olacak şekilde hareketlendi.

“Uzaklaştırma kararı çıkartabiliriz ya da belki de yapamayız bilmiyorum, ama buna rağmen bir daha ne senin ne de annenin saçının teline zarar gelmeyecek kara böcek.” Demir abinin artık alıştığım kendinden emin ve bolca güven kokan tavrı ortaya çıktığında omuzlarımı düşürdüm.

Duvardaki bakışlarımı yavaşça ona doğru yönelttiğimde hemen yanıbaşımda oturuyor olduğu için zorlanmamıştım. “Size?” diye mırıldandım, derdimi anlamasını istiyordum ama uzunca açıklayacak enerjiye sahip değildim.

“Kimseye fıstığım, hiç kimseye bir zarar veremeyecek.” Bana sıklıkla ‘kara böcek’ diyor ya da adımı söylüyordu ama bir elin parmağını geçmeyecek çoklukta kullandığı ‘fıstığım’ hitabına gözlerim her seferinde dolacakmış gibi oluyordu.

Niye böyle hissettirdiğini bilmiyordum ama sürekli söylese belki bu kadar üstünde durmayabilirdim de. Doğru zamanı o kadar iyi seçiyordu ki, beni iki gün önce değil de yıllar önce tanıyormuş gibiydi sanki.

O günün devamında olağandışı başka bir şey yaşanmadı. Annem, Tuna’nın ağzından kaçırdığı, canının çok çektiğini söylediği kurabiyeyi -her ne kadar Tuna itiraz etse de- yapmaya koyulmuştu. Demir abi sanırım işyerine uğrayamadığı birkaç günün acısını evden çalışmak zorunda kalarak çıkartıyordu.

Bense sessizce mutfakta annemi izliyordum. Tuna sanırım anneme zahmet verme konusunda çok endişeliydi ki her yardıma koşmaya çalışıyordu. Bana pek iş bırakmadığı için boş boş oturmakla yetinmiştim.

Aklımda bazı sorular vardı, evet. Ancak bunları şimdilik rafa kaldırmayı deniyordum. Günlerdir çok yoğun bir döngüdeydim, bedenimin de zihnimin de biraz ara vermeye kesinlikle ihtiyacı vardı.

Kurabiyeler fırına girdiğinde artık mutfakta durmak yerine salona döndük. Çok kısa bir süre sonra zil sesi duyuldu.

Demir abinin evi her zaman böyle bol misafirli miydi yoksa biz ayağımızı sürüyerek mi gelmiştik acaba diye düşünmeden edemedim.

Ev sahibi odasındaydı, geriye en mantıklı seçenek Tuna kalmıştı. O ayaklanıp salondan çıkarken ben de oturduğum yerde bacaklarımı altıma alarak toparlandım.

Bir dakika geçmeden salona kucağında Gülin ile birlikte Nilperi abla girdiğinde gülümsedim. Gülin’in enerjisini özlediğimi şu an fark ediyordum.

“Merhaba,” diyerek Gülin’i koltuğa bıraktı. “Nasılsınız?”

“İyiyiz, teşekkürler. Sen?” Annem onu yanıtlarken benim odağım Gülin’deydi. Yandan yandan beni kesişine sırıttım. El salladığımda kıkırdayarak koltuktan inip yanıma geldi.

Nilperi abla annemin yanına otururken Tuna Gülin ve benim yanımıza gelmişti. “Bebeğim? Yüzüme baksaydın bari, attın kendini Lal’in koynuna.”

“Seni sabah gördüm ya danacım, kışkandın mı?”

Gülin’in bedenini sıkıca kendi bedenime bastırırken tatlı tatlı konuştuğunu duydukça ısırarak sevmemek için zor dayanıyordum.

“Çok kıskandım hem de.” Tuna üzgün üzgün söylenince Gülin elini uzatıp onun yanağını sevdi. “Ama üsülme.”

Tuna, Gülin’in avuç içini peş peşe öptü. “Yerim seni.”

Bugün Tuna’nın iştahı yemekler dışında her şeye açıktı belli ki.

Sesimiz sanırım odaya kadar gitmiş olmalıydı ki Demir abinin kapıda gözükmesi uzun sürmedi. “Peri?” diye seslenerek hafif şaşkın bir biçimde salona girdiğinde Nilperi abla ayaklanıp sıkıca ona sarıldı. “Biz geldik.”

“Hoş geldiniz güzelim, ne güzel bir sürpriz bu.” Gülin’e göz kırptığında kucağımdaki minik beden kıkır kıkır güldü.

“Senin sürprizinle yarışamaz ama olsun abi.”

Neyi kastettiğini tek anlamayan biz değildik, Demir abi de şaşkın duruyordu. “Ne sürprizi?”

Nilperi abla az önceki tatlı halinden sıyrılıp kaşları çatılı halde Demir abiye baktı. Elleri belindeydi, boyu her ne kadar abisiyle yüz yüze gelmeye yetmese de başını geriye doğru atıp gözlerini ona doğru dikmişti.

“Gittikçe takıntılı hale bürünen eski sevgiline Müge’yi karım diye mi tanıştırdın gerçekten Demir Özkan? Mert mi kaçtı içine, Uras mı dadandı ruhuna ne oldu sana canım adam ya?”

Tuna boğazını yırtacakmış gibi öksürürken annemin gözlerinin kocaman açıldığını, siyah irislerinin genişlediğini gördüm. Bense sabahki durumu bununla bağdaştırmayı deniyordum.

“Karın mı?” Tuna öksürükleri dindiğinde bağırır gibi seslendi.

“Kimseye böyle bir şey söylemedim ben Peri, kendi kafasında her ne kurduysa ilgi alanımda değil. İstediğini zannetsin.” Demir abi salonda Gülin’in bile sessizleşmesine sebep olan şoka rağmen çok sakindi.

“İnkâr etmek senin elindeydi, doğruyu söylemek yerine evden kovdun.” Annemin araya girmesini beklemiyordum. Bu tepkisi Nilperi ablanın kendisini koltuğa atmasına neden oldu. “Eve gelip sizi gördü bir de, öyle mi?”

“Doğruları bilip bilmemesi umurumda bile değil, kendi dünyasında senaryo yazmaya devam etsin.”

“Aynen, karınla aranızı bozmak için plan kurup senaryolarını renklendirebilir. Çok hoş.”

Nilperi abla ‘karın’ derken anneme bakıp sonrasında tekrar yine abisine döndü. “Abi yeterince karmaşık olan duruma bir Birce’yi eklemediğimiz kalmıştı. Eskisi gibi normal biri değil o, farkındasın değil mi?”

“Arayıp sabah yanlış anladığını söyleseniz, olmaz mı?” dedim aklıma gelen en basit yöntemi sunarken. Birce’nin bir manyak oluşunu açık açık haykıran Nilperi abla beni biraz korkutmuştu. Başımızda bir manyak zaten vardı, ikincisine hiç gerek yoktu.

“Deneyebiliriz en azından, tabii onu kandırmadığımıza inandırabilirsek.” Nilperi abla bana bakarak umutsuzca konuştuğunda Demir abiye döndüm. Dünyayı sel basmış ama kendisi bir ördekmiş gibi tasasız duruyordu.

“Peri o kadar abartıyorsun ki ikisini de boşu boşuna telaşlandırmaktan başka bir şey yaptığın yok şu an. Birce beni evli sansın ya da sanmasın aynı düşüncelere sahip olmayı sürdürecek, senden daha iyi tanıyorum. Konuyu kapatın artık.”

“En kötü evlenirsiniz ya, yalancı çıkmamak için yani…” Tuna fısır fısır konuştuğunda aynı anda kafasına annemden ve Demir abiden iki ayrı yastık yedi. Canı acımış gibi inleyip Gülin’e ve bana sarıldı. “Saldırıya uğradım, burada saklanabilir miyim?”

“Oluy, şaklan danacım. Biz seni koruruz.” Gülin ciddi ciddi onayladığında kendimi tutamayıp güldüm. Nilperi abla da benimle aynı haldeydi.

Konuyu Demir abinin dediği gibi kapatmıştık kapatmasına ama içimden bir ses bu konunun bu kadar kolay kapanmayacağını, ortalığın karışacağını söyleyerek beni iğne batırırcasına dürtmeye başlamıştı bile.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm