Günler Kısa Geceler Sonsuz 10.Bölüm
10.BÖLÜM
İyi okumalar!
~~~
- Tuna
“Özür
dilerim yine ortadan kaybolduğum için.”
Güneş’in söyledikleri zihnimde
yankılanırken başımı iki yana salladım. “Lal?” derken bir yandan da yanlış
anlayıp anlamadığımdan emin olmaya çalışıyordum.
Güneş’in de afalladığını fark ettim. Benim
tepkimden dolayı mıydı? Ne yapmamı bekliyordu ki?
Kısa bir süre sessizce birbirimize
bakakaldığımızda ilk hamleyi yapan o oldu. “Bir şey söylemeyecek misin?”
“Şaşkınım.” diyebildim. En fazla okuldan
biridir diye tahmin ettiğim kişinin Birkan abinin yeğeni çıkmış olmasına
şaşkındım. Mesajlaşırken hissettiğim heyecanı şu anda bulunduramıyor oluşuma
ise çok daha şaşkındım. Büyüyü yaratan mesajlar mıydı, kendi kendimi gaza mı
getirmiştim anlayamıyordum.
“Çirkin miyim? Daha mı güzel birini hayal
etmiştin?” diye sorduğunda kaşlarım çatıldı. “Dalga mı geçiyorsun? Güzelsin,
bunun farkında olduğuna da eminim. Gayet özgüvenli duruyorsun.”
Aklımdaki en büyük çelişki de buydu, Güneş
kendinden emin duruyordu. Yaşını bile zorla söylettiğim birine göre fazla
özgüvenliydi karşıma çıktığı ilk an için.
“Senden duymak istedim sadece, neden öyle
bakıyorsun?” Çatık kaşlarımı kastediyor olduğu belliydi. İfademi yumuşatmaya
çalıştım. “Lal ikinci adın mı? Ya da adın yerine uydurduğun bir şey miydi?”
“Adım yerineydi.” dedi sakince. “Adım
sadece Güneş.”
“Neden adını saklama ihtiyacı duydun?
Güneş desen de seni tanımayacaktım.”
Gözleri dolar gibi oldu. “Erken olduğunu
tahmin etmeliydim, karşına çıkmamalıydım hemen.” Uzaklaşmak için adım attığında
nazikçe kolunu kavradım. “Güneş,” dediğimde beklentiyle yüzüme bakıyordu.
“Tamam, üzgünüm böyle sorgular gibi konuştuğum için. Attığın adımın
büyüklüğünün farkındayım. Bekle lütfen.”
Kollarını aniden sırtıma dolayıp göğsüme
yaslandığında birkaç saniye havada tuttuğum kollarımı yavaşça indirip sırtına
sardım. Çeneme sürtünen sarı saçlarını izlerken aklımdaki cevapsız sorularla
başbaşa kalmıştım.
Bir süre öyle bekledik. Güneş’in kolları
gevşemeye başladığında geriye çekilmesi için ona izin vererek sırtındaki
ellerimi çektim. “Dayımlar merak etmiştir, dönelim.”
“Lavaboya girmeyecek misin?” dediğimde
başını iki yana salladı. “Biraz hava almak için uydurmuştum, senin de gelmen
tesadüf oldu. Dönebiliriz.”
Ablamın odasına döndüğümüzde Gülin, Birkan
abinin kucağına geçmiş onunla oynarken ablam pencerenin önünde telefonla
konuşuyordu.
“Danacım!” Gülin beni görür görmez Birkan
abinin kucağından inip paytak adımlarıyla yanıma koştururken eğilip kucakladım.
“Bebeğim?”
“Babam gelcek, biraz bekliyoruz şimdi.”
Babasını benim de heyecanla beklediğimi düşünerek beni sakinleştiren Gülin’i
yanağından öptüm. O yılları biraz geride bırakmıştık, tahtımı Gülin’e devredeli
bayağı oluyordu.
“Bekleyelim bakalım dayıcım.” Gülin bana
sokulup göz ucuyla Güneş’i keserken tanımadığı biri olduğu için merak ediyor
olduğu belliydi. Gittikçe hüzünlü halinden sıyrıldığından şimdi daha ilgiyle
etrafını inceleme fırsatı bulmuştu.
“Bugünkü son danışanımın randevusunu
yarına erteledim, eve geçeriz direkt Uras gelince.”
Ablam yanımıza doğru gelirken konuşmuştu.
“Biz Uras’ı görüp kaçalım, fazla bile oyalandık.”
“Saçmalama Birkan, acil bir şey yoksa siz
de geliyorsunuz. İtiraz kabul etmiyorum.” Birkan abinin Güneş’e bakıp onay
almaya çalıştığını görmüştüm. Güneş’in vereceği tepkiyi merak ederken beni
şaşırtarak başıyla onayladı. Çekinebileceğinden, dip dibe olacağımız bir yerde
bulunmak istemeyeceğinden şüphelenmiştim ama yanıltmıştı.
Gülin’i yeniden yere bırakıp annesine
doğru ilerlemesini sağladıktan sonra boş kalan yerlerden birine oturdum.
Hissettiğim kafa karışıklığından aklımı dağıtarak uzaklaşmayı düşünerek
cebimdeki telefonumu çıkarttım.
Kerem’den gelen, Gülin ile ilgili bir
sorun olup olmadığını soran mesajı yanıtladıktan sonra elim istemsizce Lal ile,
yani Güneş ile olan konuşmama gitti. O an beni bunu yapmaya itenin tam olarak
ne olduğunu bilmesem de elim çarpmış gibi yaparak rastgele bir harfi yazıp
gönderdim.
Gülin ablamın telefonuyla oynadığından
dolayı sessizleşen odada yankılanan bildirim sesi Güneş’in çantasından
yükseldiğinde az önceki küçük oyunumun sonucu açıktı.
Güneş
gerçekten Lal’di.
Uras abimin gelişi yaklaşık yirmi dakika
sürmüştü. Bu yirmi dakika boyunca sık sık Güneş’e uğrayan bakışlarımla
düşüncelerimde boğulurken Güneş de ara sıra bana bakıyor olduğundan göz göze
gelip durmuştuk. Ablam ve Birkan abi kendi aralarında konuştuğundan bizden pek
haberleri yoktu. Eğer olsaydı ablamın çoktan alttan alttan benimle uğraşan
bakışlar atmaya başlayacağından emindim.
Az önce bizimkilerle olan gruba Lal’i
bulduğuma dair bir mesaj yollamıştım. Henüz hiçbiri görmese de birazdan
-özellikle Berke’den- mesaj yağmaya başlardı.
Odaya giren Uras abim hepimizin dikkatini
dağıttığında Gülin elindeki telefonu bir nevi fırlatarak koltuktan zar zor
indi. “Baba!”
“Söyle gül güzelim.” Gülin babası
tarafından kucaklanıp ona sırnaşırken Uras abim Birkan abiyle selamlaşıp
ablamın saçlarının üzerini öptükten sonra Güneş’e baktı. “Hem tanıyorum hem
tanımıyorum gibi geldin bana, birine mi benzetiyorum acaba?”
“Ablama benzetiyorsundur, yeğenim Güneş.”
Birkan abi onu tanıtırken Güneş Uras abime elini uzattı. Kısaca el
sıkıştıklarında Gülin her zamanki kıskançlığıyla babasının kendisi dışında
fazla oyalanmasına mızmızlanmaya başladı. “Baba…” Uzata uzata dertliymiş gibi
seslendiğinde bu oyunculuğuna güldüm.
“Memnun oldum Güneş, Uras ben de. Dayın
bahsetmediyse, Nilperi’nin eşiyim.”
“Bahsetti Uras abi, ben de memnun oldum.”
Güneş gülümseyerek onaylarken Uras abim Gülin’e döndü. “Dinliyorum şimdi Gülin
Hanım, nedir sorununuz?”
“Soyunlarım çok fazla.” Gülin iç çekerek
konuştuğunda o hariç herkesin dayanamayıp gülmüş olmasıyla sinirlenip babasının
kucağında debelendi. “Gülmeyin!”
“Gülmüyoruz babacım, gülmüyoruz. Benzeye
benzeye bu özelliklerin benzedi Tuna dayına.”
“Kırıldım biraz şu an.” Yalancı bir
dargınlıkla tepki verdiğimde tek inanan Gülin oldu. “Kıyılma danacım, babam
şaka yaptı sana. Üsülme. Şaka yaptım de baba.”
“Şaka yaptım tabii, çok şakacı biriyimdir
ben. Değil mi Birkan?” Birkan abi ve Uras abimin arasında genelde atışmalı, tartışmalı
bir ilişki olsa da ikisinin de birbirlerine güveniyor olduğunu hepimiz
bilirdik. Ablam tanıştıklarından beri böyle olduklarını söylüyordu, artık
hepimiz alışmıştık.
“Tabii tabii, Cem Yılmaz bir Uras Kalyoncu
iki. Baban şaka yapmak için doğmuş prensesim.”
“Nereden prensesin oluyor benim kızım
senin? Karıma Pericim dersin kızıma prensesim… Tuna’yı vereyim kızları bırak.”
Birkan abi bana baktı. “Bir on yıl önce
falan sorsan alırdım. Deve gibi oldu bu da.”
Uras abimin “Nah alırdın.” fısıltısı çok
yakınımda olduğu için bana ulaşabilmişti ama diğerlerinin duymadığı belli
oluyordu. Kısık bir sesle güldüm. Uras abim, Demir abime anlam veremiyor gibi
davransa da yıllar geçtikçe ona dönüşüyordu.
“Nayh ne demek?” Gülin heyecanla
sorduğunda kelimeyi tam telaffuz edemese de herkes anlamıştı. Elimi yüzüme
kapatıp gülüşümü saklarken ablam Uras abimin üzerine atlayacakmış gibi çoktan
ayaklanmıştı. “Uras!”
“Söyle Peri’m.” Yaklaşık 15 senedir ablamı
tanıyor olması Uras abimin en büyük kozuydu. Ne zaman nasıl sakinleşeceğinden
tutun da neye ne kadar sinirleneceğini bile ezbere biliyordu. Ablam her zamanki
gibi ‘perim’ hitabına düşmekle meşgulken onları tebessümle izleyen Güneş’e
kaydı bakışlarım.
Mesajlaşırken düşündüğüm gibi olacak
mıydı? Güneş gerçekten benim için ‘o’ kadın mıydı, öğrenmek için sabırsızdım.
Eve geçmek için klinikten çıktık. Birkan
abi ve Güneş, kendi arabalarındayken biz de Uras abinin arabasındaydık. Ablam
Gülin’in yanında arkaya geçtiği için ön koltukta ben vardım. Yola çıkalı henüz
birkaç dakika olmuşken ablam kafasını bizim koltuklarımızın arasından uzattı.
“Tuna…” Son harfi Gülin gibi uzatarak
konuştuğunda Uras abim bu haline gülümserken benim kaşlarım havalanmıştı. Bir
şey mi isteyecekti?
“Efendim abla.”
“Güneş çok tatlı birine benziyordu değil mi?”
Ablamın ani çöpçatanlık başlangıcına sessiz kaldım. Benim günlerdir Güneş ile
zaten konuşuyor olduğumu bilse ne düşünürdü acaba şu an? “Ben daha tatlıyım.”
Gülin’in müdahalesi beni güldürürken ablam ona baktı.
“Onu biliyoruz annecim, sen en tatlı olansın.
Ama Güneş abla da tatlıydı.”
“Ben sevmedim, tatlı değildi.” Gülin
sanırım az önce annesinin övmüş oluşunu kıskanarak bunu söyleyip sustuğunda
ablam ve Uras abimin de şaşırdığını fark ettim. Gülin kolay kolay kimse
hakkında kötü bir şeyler söylemezdi.
“Daha tanımıyorsun Güneş ablanı, kimse
hakkında böyle dememeliyiz Gülin. Üzücü bir şey bu, tamam mı?”
Gülin’in tavrı ablamın bendeki odağını
kaydırdığından halimden memnundum. Uras abim bu memnuniyetimi fark etmiş olacak
ki bana kısa bir bakış atıp ‘İyi kurtardın’ demişti dudaklarını kıpırdatarak.
“Bana ne! Yalan söylemek daha üzücüydü
hani? Sevmedim işte.” Ablam bu savunmaya karşı ne diyeceğini bilemeyerek
duraksadığında Uras abim araya girip Gülin’i ikna etmeye çalışmıştı. Yol
boyunca kendi aralarında bunu konuşurlarken ben müdahale etmeden yolu izlemeye
devam ettim.
Eve geldiğimizde hemen arkamızda duran
Birkan abiler de bizimle birlikte indiler. Eve çıktığımızda ablamlar önden
içeriye geçerken ben de yavaşça salona geçiyordum ki istemsizce Birkan abinin
kısık da olsa söylediklerini duyarak duraksadım.
“Arabada konuştuk ve bu konu kapandı
Güneş, baban olacak o itle bir daha görüşmeyeceksin bizim haberimiz olmadan.
Ona güvenmiyorum. Tamam mı yavrum?”
Güneş’in kısık onaylamasını duydum.
Ardından dikkat çekmemek için salona girdim. Lal’in babasıyla ilgili söylediği
birkaç şey az önce duyduklarımla birleşip büyüdü. Tahmin ettiğimden daha garip
bir babaya sahip olduğu belliydi, babanla görüşmeyeceksin dediğine göre anne ve
babasının ayrı olduğu kanısına varmıştım. Ancak telefonunu ceza olarak
alabildiğine göre babasıyla da kalıyor olmalıydı.
Düşündükçe dallanıp budaklanan konuyu
şimdilik kenara bıraktım. Şarjı bitmek üzere olan telefonumu odama geçip şarja
taktıktan sonra yeniden salona döndüm. Ablam, abimleri ve Baran abiyi de akşam
yemeğine çağırmaya karar vermiş görünüyordu. Onlar bu telefon görüşmelerini
yaparken oturduğum koltukta sessizce bekledim.
Güneş’in de benden farkı yoktu. Onunla
konuşmak istiyordum fakat şu an yalnız kalabileceğimiz bir ortam yaratmam
mümkün değildi.
Aradan geçen bir iki saatte değişen tek
şey evdeki kişilerin artışı oldu. İşi biten kendini buraya atınca gittikçe
kalabalıklaşmaya başlamıştık. Bu ortamda olmaya çocukluğumdan beri alışık
olduğumdan evde kimse yokmuş gibi rahattım.
Gülin kucaktan kucağa gezip darlandığı
için babası tarafından sakinleştirilirken ablamlar mutfaktaydı. Bu kez annesi
yanımızda fakat babası henüz hastanede olan Anıl yanımda -muhtemelen Mert
abimden arakladığı- telefonla oynuyorken hava alma ihtiyacıyla ayaklandım. Ben
çıkarken içeri giriyor olan Baran abiyle selamlaşıp daha fazla kişiye denk
gelmeden koridoru bitirip üst kata çıktım.
Bir apartmanda yaşıyor olsak da ev çatı
katındaydı. Üst katta oda yoktu fakat tatlı bir teras vardı. Terasa çıkıp
sallanan iki kişilik koltuğumsu şeye oturdum. Güneş batmak üzereydi, hava yine
defazlasıyla sıcak sayılırdı.
Etrafı izlerken olduğum yerde yayıldım.
Birkaç dakika geçip gittikten sonra sırtımın dönük olduğu teras kapısının
açılıp kapandığını duydum. Kimin geldiğini yanıma ulaştığında görmeye karar
verip arkamı dönmedim. Birkaç adım sesinin ardından yanıma oturan kişinin Güneş
olmasını asla beklemiyordum.
“Eşlik edebilir miyim rahatsız
olmayacaksan?”
Şaşkınlığımı bir kenara bırakıp başımı
salladım. “Tabii.”
Yanıma oturup sırtını koltuğa yaslarken
hafifçe sallanmaya başlayan koltuğu durdurmak için hamle yapmadım. Yavaş
hareketlerle ileri geri hareket eden koltuktan gelen birkaç gıcırtı sesi
dışında hiçbir ses yoktu. Güneş’i beklemek yerine ben konuşmaya başladım. Az
önce onunla yalnız kalmak için fırsat yok diye yakınırken şimdi bu fırsatı
kaçırmayacaktım.
“Ne zamandır tanıyorsun beni?” diye sordum
başlangıç için hafif olduğunu umduğum bir soruyu seçerek.
“Çok olmadı aslında.” Tam tersini
düşünmüştüm hep, uzun bir süredir tanıyıp yazmak için yeni güç bulabilmiş gibi
geliyordu bana. Ama Güneş ile şu ana kadar konuşmalarımızdan ders çıkarmalıydım
ki tahminlerimin büyük bir kısmı tutmuyordu.
“Bugün karşılaşmasaydık karşıma yine de
çıkacak mıydın? Yoksa bunun bir işaret olduğuna mı inandın?” derken ikinci
sorum bana attığı ilk mesajlara küçük bir göndermeydi. Dolunaydan işaret alıp
mesaj atan biri için bence garip bir soru sormamıştım.
Güneş’in bakışları bende gezindiğinden ben
de çekinmeden ona bakıyordum. Bakışları yüzümün farklı yerlerinde gezinip
duruyor, gözlerime çok az uğruyordu. “Karşına çıkacaktım, daha fazla
beklemeyecektim.”
“Aniden kararını değiştiren neydi? Karşıma
çıkacak gibi değildin hiç, bu kararı neden verdin?”
“Vermese miydim?” Klinikteyken yaptığı
gibi arada sorularımı cevaplamak yerine sorgulayıp üzülmüş gibi bakıyordu. Onu
kırmak istemiyordum, gerçekten böyle bir amacım yoktu ama bazı cevapları almaya
ihtiyacım vardı.
“Böyle bir şey söylemedim Güneş, sadece
soru soruyorum. Seni merak ediyorum, mesajlaşırken sorduğum sorular gibi
düşün.”
“Evet, mesajlaşırken olduğu gibi… Yani
karşındayken pek mesajlaşırken olduğu gibi cevaplayamıyorum soruları galiba.
Orada daha rahattım.” Değildi. Soru
cevaplamak konusunda şimdi olduğu gibiydi, zorla birkaç cevap alabilmiştim sadece.
Yine de bir şey söyleyip bozmadım.
“Zaman kaybetmek istemedim daha fazla,
beni tanı istedim.” Başımı ağırca salladım. “Güzel.” diye mırıldandım. “Bence
de böylesi daha iyi, tanışmak için yani.” Tepkime fazlasıyla sevinmiş gibi
duruyordu.
“Mesajların arkasına saklanan bir korkak
olmak istemedim.” Gözlerindeki parıltıyla kurduğu bu cümle bana fazlasıyla
garip gelse de bir şey söylemedim. Düne kadar mesajlaşıyor olduğum kişinin
böyle bir cümle kurmuş olmasına anlam verememiştim.
“Böyle düşünmüyorum, yani kendini tanıtmak
istememene saygım vardı. Daha uzun sürse de beklerdim.” diye açıkladım kısaca.
“Bekler miydin?” Büyük bir şaşkınlıkla
sorduğunda onayladım ikiletmeden. “Beklerdim.”
Bu tepkim nedenini bilemesem de Güneş’i
sevindirmek yerine modunu düşürmüş gibi olunca afalladım. İyi bir şey
söylediğimi sanıyorken tam tersi bir tepki almıştım.
“Ay burada mıydınız?” Terasın girişinden
seslenen Eda yengeme baktım. “Yemek hazır sizi bekliyoruz çocuklar.”
Yengem ablamı aratmayan bakışlarıyla bizi
incelerken onun dikkatini dağıtmak için hızla konuştum. “Kocan nerede senin?
Onsuz mu yiyeceğiz?” dediğimde omuzlarını düşürdü. “İşi uzamış, beklemeyeceğiz
o yüzden.” Yengemi kendi paçamı kurtarmak için üzmüş olmak biraz vicdanımı
rahatsız etse de yapacak bir şey yoktu.
Güneş sessizce beni takip ederken ben de
önden ilerleyip yengemin kısa boyundan faydalanarak kolumun altına aldım. “O da
sen yokken böyle oluyor yengecim, meslek seçimini daha dikkatli yapsaydınız.”
Yengem yine ‘bir daha seçsem yine doktor
olurdum’ temalı söyleşisine başlarken onu dinleyerek aşağıya inmeye başladım.
Arkamı dönüp Güneş’e göz kırptığımda tebessüm etmişti. Az önceki küçük basılma
sahnemiz çoktan gündemden kaybolmuştu.
Yengemin az sonra ablama yumurtlayacağını
bilsem de en azından biraz zaman kazanmıştık diye avunuyordum.
Salonun cam tarafında duran büyük masa
çoktan donatılmışken herkesin yerleşmiş olduğu masada tüm bakışlar bir anda
bize döndü. “Neredesiniz oğlum? Açız burada, işten geldik yorgunuz.”
Mert abim taş taşımış gibi söylenirken yanında
oturan Anıl ona baktı. “Az önce halamı ikna edip pilav yedin amca.”
“Babaya benzeme saatin mi geldi senin
küçük Oktay? Bana çektiğin yönlerini göster biraz da herkes eğlensin. Ne bu
büyümüş de küçülmüş hallerin?” Güneş, Birkan abinin yanında kalan boş yere
oturdu. Diğer tarafında da ablam vardı. Ben de karşısının bir yanına denk
gelen, Demir abim ve Baran abi arasındaki boşluğa yerleşmiştim.
Çoktan servisi yapılmış olan çorbalar,
yengem de oturunca içilmeye başladığında sofrada eğlenceli bir sohbet dönüyordu.
Tabağımdaki yoğurt çorbasından birkaç
yudum alırken aniden aklıma gelen detay çorbayla boğulmama yol açtı. Demir abim
sırtıma vururken kendime zor da olsa geldiğimde ablamın uzattığı suyu almadan
önce panikle sordum. “Abla bu çorbada nane var mı?”
Gördüğüm yeşil şeylerin nane olduğuna emin
olsam da sormuştum. Lal’in mesajı zihnimde yankı bulurken cevap için
sabırsızdım. Karşına çıkarsam ve benden
kurtulmak istersen bir parça nane ile rahatça halledebilirsin.
“Var bebeğim, her zamanki gibi. Sevmedin
mi?”
Bakışlarımı Güneş’e çevirdim. Çorbasından
birkaç kaşık içtiğini görmüştüm az önce. Şimdi ise benim sorduğum soru ve
ablamın cevabına rağmen hiç etkilenmiş gibi durmuyordu. Ağzım şaşkınlıkla aralı
halde, masadaki kalabalığın ne düşüneceğini umursamadan ona sordum. “Nane
alerjin yok mu senin? Bıraksana çorbayı.”
Güneş, ona söylüyor olduğumu dahi zar zor
fark ettiğinde kendimi sorguladım. Yanlış mı hatırlıyordum? Alerjisi olan şey
nane değil de başka bir şey miydi anlayamamıştım.
“Ne alerjisi Güneş?” Birkan abi benden
daha şaşırmış halde Güneş’e baktı. “Güneş çok sever naneyi de bu çorbayı da,
karıştırıyorsun herhalde Tuna. Ne zaman konuştunuz siz?”
Güneş bir bana bir dayısına bakıp
duraksadığında merakla vereceği cevabı bekliyordum. Belli ki ortada alerji
falan yoktu. Bana bu konuda neden yalan söyleme ihtiyacı hissetmişti ki?
Üstelik yalanını kendi dahi unutmuştu.
“Bilmiyorum dayıcım, Tuna beni biriyle
karıştırmış olmalı. Benim hiçbir şeye alerjim yok.” Güneş bakışlarını benden
kaçırarak Birkan abiye bakıp onunla konuşurken masadaki herkesin şaşkınca bana
bakıyor olduğunun farkındaydım.
Hafızam genellikle bir filden kuvvetliydi.
Hatta bundan nefret ederdim, her şeyi hatırlamak hoşuma gitmezdi. Şimdi ise
hafızamın beni yanıltmasıyla suçlanıyordum ve buna kimse inanmışa benzemiyordu.
Birkan abi hariç…
Tam ağzımı açıp konuşmaya başlayacak ve
Güneş’in bana bunu söylediğini savunacakken kapı zili beni böldü. Oktay abim ya
da Simge ablaydı muhtemelen. Masadaki tek eksik onlardı.
“Ben bakayım.” Ablamın masadan kalkması
daha zor olduğundan yengem ayaklandı. O salondan çıktığında ben bakışlarımı
Güneş’ten çekmemiştim. O da inatla bana bakmamaya devam ediyordu.
“Tuna? Daha sonra konuşuruz, belli ki bir
yanlış anlaşılma var.” Uras abim bana doğru eğilip kısık bir sesle konuştuğunda
başımı iki yana salladım. “Yanlış anlaşılma falan yo-…”
“Tuna!” Duymayı hiç beklemediğim Sude’nin
seslenişiyle ayaklanırken salonun girişinde nefes nefese duran arkadaşıma
baktım. Bu hali beni fazlasıyla korkutmuştu. Birine bir şey olduğunu zannederek
hızla yanına ulaşıp kolunu tuttum. “Ne oldu? İyi misin?”
“Telefonun… Açmadın, defalarca aradım.”
“Şarjdaydı, acil bir şey mi oldu ne
oluyor?” Herkesin pür dikkat bizi dinlediği açıktı. Gerçekten ilginç bir gün
oluyordu, delirmek üzereydim.
“Gruba yazdığın şey şaka mıydı? Lal’i
buldum yazmışsın.” Kaşlarım çatıldı. Bu konuyla ilgili ne için nefesi kesilecek
kadar yorularak yanıma gelmiş olabilirdi?
“Şaka değildi, buldum. Buldum da sorun ne?
Sen neden dert edindin bunu?”
“Kimmiş?” Sude’yi tanıyordum, Kerem ile
çıkmaya başlamadan önce de arkadaşımızdı ve ifadesinden onu çözmek benim için
zor değildi. Şu anki tavrı tamamen iğneleyiciydi.
“Sude!” dedim sertleşmesine engel
olamadığım sesimle. “Ne söyleyeceksen açıkça söyle, sinirlenmeye başlıyorum.
Lal’i buldum evet, hatta şu an burada.” Elimle Güneş’i gösterdiğimde Sude
donakalan ifadesiyle oraya döndü.
“Lal…
Burada mı?”
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder