Günler Kısa Geceler Sonsuz 10.Bölüm

 10.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

- Tuna

 

“Özür dilerim yine ortadan kaybolduğum için.”

Güneş’in söyledikleri zihnimde yankılanırken başımı iki yana salladım. “Lal?” derken bir yandan da yanlış anlayıp anlamadığımdan emin olmaya çalışıyordum.

Güneş’in de afalladığını fark ettim. Benim tepkimden dolayı mıydı? Ne yapmamı bekliyordu ki?

Kısa bir süre sessizce birbirimize bakakaldığımızda ilk hamleyi yapan o oldu. “Bir şey söylemeyecek misin?”

“Şaşkınım.” diyebildim. En fazla okuldan biridir diye tahmin ettiğim kişinin Birkan abinin yeğeni çıkmış olmasına şaşkındım. Mesajlaşırken hissettiğim heyecanı şu anda bulunduramıyor oluşuma ise çok daha şaşkındım. Büyüyü yaratan mesajlar mıydı, kendi kendimi gaza mı getirmiştim anlayamıyordum.

“Çirkin miyim? Daha mı güzel birini hayal etmiştin?” diye sorduğunda kaşlarım çatıldı. “Dalga mı geçiyorsun? Güzelsin, bunun farkında olduğuna da eminim. Gayet özgüvenli duruyorsun.”

Aklımdaki en büyük çelişki de buydu, Güneş kendinden emin duruyordu. Yaşını bile zorla söylettiğim birine göre fazla özgüvenliydi karşıma çıktığı ilk an için.

“Senden duymak istedim sadece, neden öyle bakıyorsun?” Çatık kaşlarımı kastediyor olduğu belliydi. İfademi yumuşatmaya çalıştım. “Lal ikinci adın mı? Ya da adın yerine uydurduğun bir şey miydi?”

“Adım yerineydi.” dedi sakince. “Adım sadece Güneş.”

“Neden adını saklama ihtiyacı duydun? Güneş desen de seni tanımayacaktım.”

Gözleri dolar gibi oldu. “Erken olduğunu tahmin etmeliydim, karşına çıkmamalıydım hemen.” Uzaklaşmak için adım attığında nazikçe kolunu kavradım. “Güneş,” dediğimde beklentiyle yüzüme bakıyordu. “Tamam, üzgünüm böyle sorgular gibi konuştuğum için. Attığın adımın büyüklüğünün farkındayım. Bekle lütfen.”

Kollarını aniden sırtıma dolayıp göğsüme yaslandığında birkaç saniye havada tuttuğum kollarımı yavaşça indirip sırtına sardım. Çeneme sürtünen sarı saçlarını izlerken aklımdaki cevapsız sorularla başbaşa kalmıştım.

Bir süre öyle bekledik. Güneş’in kolları gevşemeye başladığında geriye çekilmesi için ona izin vererek sırtındaki ellerimi çektim. “Dayımlar merak etmiştir, dönelim.”

“Lavaboya girmeyecek misin?” dediğimde başını iki yana salladı. “Biraz hava almak için uydurmuştum, senin de gelmen tesadüf oldu. Dönebiliriz.”

Ablamın odasına döndüğümüzde Gülin, Birkan abinin kucağına geçmiş onunla oynarken ablam pencerenin önünde telefonla konuşuyordu.

“Danacım!” Gülin beni görür görmez Birkan abinin kucağından inip paytak adımlarıyla yanıma koştururken eğilip kucakladım. “Bebeğim?”

“Babam gelcek, biraz bekliyoruz şimdi.” Babasını benim de heyecanla beklediğimi düşünerek beni sakinleştiren Gülin’i yanağından öptüm. O yılları biraz geride bırakmıştık, tahtımı Gülin’e devredeli bayağı oluyordu.

“Bekleyelim bakalım dayıcım.” Gülin bana sokulup göz ucuyla Güneş’i keserken tanımadığı biri olduğu için merak ediyor olduğu belliydi. Gittikçe hüzünlü halinden sıyrıldığından şimdi daha ilgiyle etrafını inceleme fırsatı bulmuştu.

“Bugünkü son danışanımın randevusunu yarına erteledim, eve geçeriz direkt Uras gelince.”

Ablam yanımıza doğru gelirken konuşmuştu. “Biz Uras’ı görüp kaçalım, fazla bile oyalandık.”

“Saçmalama Birkan, acil bir şey yoksa siz de geliyorsunuz. İtiraz kabul etmiyorum.” Birkan abinin Güneş’e bakıp onay almaya çalıştığını görmüştüm. Güneş’in vereceği tepkiyi merak ederken beni şaşırtarak başıyla onayladı. Çekinebileceğinden, dip dibe olacağımız bir yerde bulunmak istemeyeceğinden şüphelenmiştim ama yanıltmıştı.

Gülin’i yeniden yere bırakıp annesine doğru ilerlemesini sağladıktan sonra boş kalan yerlerden birine oturdum. Hissettiğim kafa karışıklığından aklımı dağıtarak uzaklaşmayı düşünerek cebimdeki telefonumu çıkarttım.

Kerem’den gelen, Gülin ile ilgili bir sorun olup olmadığını soran mesajı yanıtladıktan sonra elim istemsizce Lal ile, yani Güneş ile olan konuşmama gitti. O an beni bunu yapmaya itenin tam olarak ne olduğunu bilmesem de elim çarpmış gibi yaparak rastgele bir harfi yazıp gönderdim.

Gülin ablamın telefonuyla oynadığından dolayı sessizleşen odada yankılanan bildirim sesi Güneş’in çantasından yükseldiğinde az önceki küçük oyunumun sonucu açıktı.

Güneş gerçekten Lal’di.

Uras abimin gelişi yaklaşık yirmi dakika sürmüştü. Bu yirmi dakika boyunca sık sık Güneş’e uğrayan bakışlarımla düşüncelerimde boğulurken Güneş de ara sıra bana bakıyor olduğundan göz göze gelip durmuştuk. Ablam ve Birkan abi kendi aralarında konuştuğundan bizden pek haberleri yoktu. Eğer olsaydı ablamın çoktan alttan alttan benimle uğraşan bakışlar atmaya başlayacağından emindim.

Az önce bizimkilerle olan gruba Lal’i bulduğuma dair bir mesaj yollamıştım. Henüz hiçbiri görmese de birazdan -özellikle Berke’den- mesaj yağmaya başlardı.

Odaya giren Uras abim hepimizin dikkatini dağıttığında Gülin elindeki telefonu bir nevi fırlatarak koltuktan zar zor indi. “Baba!”

“Söyle gül güzelim.” Gülin babası tarafından kucaklanıp ona sırnaşırken Uras abim Birkan abiyle selamlaşıp ablamın saçlarının üzerini öptükten sonra Güneş’e baktı. “Hem tanıyorum hem tanımıyorum gibi geldin bana, birine mi benzetiyorum acaba?”

“Ablama benzetiyorsundur, yeğenim Güneş.” Birkan abi onu tanıtırken Güneş Uras abime elini uzattı. Kısaca el sıkıştıklarında Gülin her zamanki kıskançlığıyla babasının kendisi dışında fazla oyalanmasına mızmızlanmaya başladı. “Baba…” Uzata uzata dertliymiş gibi seslendiğinde bu oyunculuğuna güldüm.

“Memnun oldum Güneş, Uras ben de. Dayın bahsetmediyse, Nilperi’nin eşiyim.”

“Bahsetti Uras abi, ben de memnun oldum.” Güneş gülümseyerek onaylarken Uras abim Gülin’e döndü. “Dinliyorum şimdi Gülin Hanım, nedir sorununuz?”

“Soyunlarım çok fazla.” Gülin iç çekerek konuştuğunda o hariç herkesin dayanamayıp gülmüş olmasıyla sinirlenip babasının kucağında debelendi. “Gülmeyin!”

“Gülmüyoruz babacım, gülmüyoruz. Benzeye benzeye bu özelliklerin benzedi Tuna dayına.”

“Kırıldım biraz şu an.” Yalancı bir dargınlıkla tepki verdiğimde tek inanan Gülin oldu. “Kıyılma danacım, babam şaka yaptı sana. Üsülme. Şaka yaptım de baba.”

“Şaka yaptım tabii, çok şakacı biriyimdir ben. Değil mi Birkan?” Birkan abi ve Uras abimin arasında genelde atışmalı, tartışmalı bir ilişki olsa da ikisinin de birbirlerine güveniyor olduğunu hepimiz bilirdik. Ablam tanıştıklarından beri böyle olduklarını söylüyordu, artık hepimiz alışmıştık.

“Tabii tabii, Cem Yılmaz bir Uras Kalyoncu iki. Baban şaka yapmak için doğmuş prensesim.”

“Nereden prensesin oluyor benim kızım senin? Karıma Pericim dersin kızıma prensesim… Tuna’yı vereyim kızları bırak.”

Birkan abi bana baktı. “Bir on yıl önce falan sorsan alırdım. Deve gibi oldu bu da.”

Uras abimin “Nah alırdın.” fısıltısı çok yakınımda olduğu için bana ulaşabilmişti ama diğerlerinin duymadığı belli oluyordu. Kısık bir sesle güldüm. Uras abim, Demir abime anlam veremiyor gibi davransa da yıllar geçtikçe ona dönüşüyordu.

“Nayh ne demek?” Gülin heyecanla sorduğunda kelimeyi tam telaffuz edemese de herkes anlamıştı. Elimi yüzüme kapatıp gülüşümü saklarken ablam Uras abimin üzerine atlayacakmış gibi çoktan ayaklanmıştı. “Uras!”

“Söyle Peri’m.” Yaklaşık 15 senedir ablamı tanıyor olması Uras abimin en büyük kozuydu. Ne zaman nasıl sakinleşeceğinden tutun da neye ne kadar sinirleneceğini bile ezbere biliyordu. Ablam her zamanki gibi ‘perim’ hitabına düşmekle meşgulken onları tebessümle izleyen Güneş’e kaydı bakışlarım.

Mesajlaşırken düşündüğüm gibi olacak mıydı? Güneş gerçekten benim için ‘o’ kadın mıydı, öğrenmek için sabırsızdım.

Eve geçmek için klinikten çıktık. Birkan abi ve Güneş, kendi arabalarındayken biz de Uras abinin arabasındaydık. Ablam Gülin’in yanında arkaya geçtiği için ön koltukta ben vardım. Yola çıkalı henüz birkaç dakika olmuşken ablam kafasını bizim koltuklarımızın arasından uzattı.

“Tuna…” Son harfi Gülin gibi uzatarak konuştuğunda Uras abim bu haline gülümserken benim kaşlarım havalanmıştı. Bir şey mi isteyecekti?

“Efendim abla.”

“Güneş çok tatlı birine benziyordu değil mi?” Ablamın ani çöpçatanlık başlangıcına sessiz kaldım. Benim günlerdir Güneş ile zaten konuşuyor olduğumu bilse ne düşünürdü acaba şu an? “Ben daha tatlıyım.” Gülin’in müdahalesi beni güldürürken ablam ona baktı.

“Onu biliyoruz annecim, sen en tatlı olansın. Ama Güneş abla da tatlıydı.”

“Ben sevmedim, tatlı değildi.” Gülin sanırım az önce annesinin övmüş oluşunu kıskanarak bunu söyleyip sustuğunda ablam ve Uras abimin de şaşırdığını fark ettim. Gülin kolay kolay kimse hakkında kötü bir şeyler söylemezdi.

“Daha tanımıyorsun Güneş ablanı, kimse hakkında böyle dememeliyiz Gülin. Üzücü bir şey bu, tamam mı?”

Gülin’in tavrı ablamın bendeki odağını kaydırdığından halimden memnundum. Uras abim bu memnuniyetimi fark etmiş olacak ki bana kısa bir bakış atıp ‘İyi kurtardın’ demişti dudaklarını kıpırdatarak.

“Bana ne! Yalan söylemek daha üzücüydü hani? Sevmedim işte.” Ablam bu savunmaya karşı ne diyeceğini bilemeyerek duraksadığında Uras abim araya girip Gülin’i ikna etmeye çalışmıştı. Yol boyunca kendi aralarında bunu konuşurlarken ben müdahale etmeden yolu izlemeye devam ettim.

Eve geldiğimizde hemen arkamızda duran Birkan abiler de bizimle birlikte indiler. Eve çıktığımızda ablamlar önden içeriye geçerken ben de yavaşça salona geçiyordum ki istemsizce Birkan abinin kısık da olsa söylediklerini duyarak duraksadım.

“Arabada konuştuk ve bu konu kapandı Güneş, baban olacak o itle bir daha görüşmeyeceksin bizim haberimiz olmadan. Ona güvenmiyorum. Tamam mı yavrum?”

Güneş’in kısık onaylamasını duydum. Ardından dikkat çekmemek için salona girdim. Lal’in babasıyla ilgili söylediği birkaç şey az önce duyduklarımla birleşip büyüdü. Tahmin ettiğimden daha garip bir babaya sahip olduğu belliydi, babanla görüşmeyeceksin dediğine göre anne ve babasının ayrı olduğu kanısına varmıştım. Ancak telefonunu ceza olarak alabildiğine göre babasıyla da kalıyor olmalıydı.

Düşündükçe dallanıp budaklanan konuyu şimdilik kenara bıraktım. Şarjı bitmek üzere olan telefonumu odama geçip şarja taktıktan sonra yeniden salona döndüm. Ablam, abimleri ve Baran abiyi de akşam yemeğine çağırmaya karar vermiş görünüyordu. Onlar bu telefon görüşmelerini yaparken oturduğum koltukta sessizce bekledim.

Güneş’in de benden farkı yoktu. Onunla konuşmak istiyordum fakat şu an yalnız kalabileceğimiz bir ortam yaratmam mümkün değildi.

Aradan geçen bir iki saatte değişen tek şey evdeki kişilerin artışı oldu. İşi biten kendini buraya atınca gittikçe kalabalıklaşmaya başlamıştık. Bu ortamda olmaya çocukluğumdan beri alışık olduğumdan evde kimse yokmuş gibi rahattım.

Gülin kucaktan kucağa gezip darlandığı için babası tarafından sakinleştirilirken ablamlar mutfaktaydı. Bu kez annesi yanımızda fakat babası henüz hastanede olan Anıl yanımda -muhtemelen Mert abimden arakladığı- telefonla oynuyorken hava alma ihtiyacıyla ayaklandım. Ben çıkarken içeri giriyor olan Baran abiyle selamlaşıp daha fazla kişiye denk gelmeden koridoru bitirip üst kata çıktım.

Bir apartmanda yaşıyor olsak da ev çatı katındaydı. Üst katta oda yoktu fakat tatlı bir teras vardı. Terasa çıkıp sallanan iki kişilik koltuğumsu şeye oturdum. Güneş batmak üzereydi, hava yine defazlasıyla sıcak sayılırdı.

Etrafı izlerken olduğum yerde yayıldım. Birkaç dakika geçip gittikten sonra sırtımın dönük olduğu teras kapısının açılıp kapandığını duydum. Kimin geldiğini yanıma ulaştığında görmeye karar verip arkamı dönmedim. Birkaç adım sesinin ardından yanıma oturan kişinin Güneş olmasını asla beklemiyordum.

“Eşlik edebilir miyim rahatsız olmayacaksan?”

Şaşkınlığımı bir kenara bırakıp başımı salladım. “Tabii.”

Yanıma oturup sırtını koltuğa yaslarken hafifçe sallanmaya başlayan koltuğu durdurmak için hamle yapmadım. Yavaş hareketlerle ileri geri hareket eden koltuktan gelen birkaç gıcırtı sesi dışında hiçbir ses yoktu. Güneş’i beklemek yerine ben konuşmaya başladım. Az önce onunla yalnız kalmak için fırsat yok diye yakınırken şimdi bu fırsatı kaçırmayacaktım.

“Ne zamandır tanıyorsun beni?” diye sordum başlangıç için hafif olduğunu umduğum bir soruyu seçerek.

“Çok olmadı aslında.” Tam tersini düşünmüştüm hep, uzun bir süredir tanıyıp yazmak için yeni güç bulabilmiş gibi geliyordu bana. Ama Güneş ile şu ana kadar konuşmalarımızdan ders çıkarmalıydım ki tahminlerimin büyük bir kısmı tutmuyordu.

“Bugün karşılaşmasaydık karşıma yine de çıkacak mıydın? Yoksa bunun bir işaret olduğuna mı inandın?” derken ikinci sorum bana attığı ilk mesajlara küçük bir göndermeydi. Dolunaydan işaret alıp mesaj atan biri için bence garip bir soru sormamıştım.

Güneş’in bakışları bende gezindiğinden ben de çekinmeden ona bakıyordum. Bakışları yüzümün farklı yerlerinde gezinip duruyor, gözlerime çok az uğruyordu. “Karşına çıkacaktım, daha fazla beklemeyecektim.”

“Aniden kararını değiştiren neydi? Karşıma çıkacak gibi değildin hiç, bu kararı neden verdin?”

“Vermese miydim?” Klinikteyken yaptığı gibi arada sorularımı cevaplamak yerine sorgulayıp üzülmüş gibi bakıyordu. Onu kırmak istemiyordum, gerçekten böyle bir amacım yoktu ama bazı cevapları almaya ihtiyacım vardı.

“Böyle bir şey söylemedim Güneş, sadece soru soruyorum. Seni merak ediyorum, mesajlaşırken sorduğum sorular gibi düşün.”

“Evet, mesajlaşırken olduğu gibi… Yani karşındayken pek mesajlaşırken olduğu gibi cevaplayamıyorum soruları galiba. Orada daha rahattım.” Değildi. Soru cevaplamak konusunda şimdi olduğu gibiydi, zorla birkaç cevap alabilmiştim sadece. Yine de bir şey söyleyip bozmadım.

“Zaman kaybetmek istemedim daha fazla, beni tanı istedim.” Başımı ağırca salladım. “Güzel.” diye mırıldandım. “Bence de böylesi daha iyi, tanışmak için yani.” Tepkime fazlasıyla sevinmiş gibi duruyordu.

“Mesajların arkasına saklanan bir korkak olmak istemedim.” Gözlerindeki parıltıyla kurduğu bu cümle bana fazlasıyla garip gelse de bir şey söylemedim. Düne kadar mesajlaşıyor olduğum kişinin böyle bir cümle kurmuş olmasına anlam verememiştim.

“Böyle düşünmüyorum, yani kendini tanıtmak istememene saygım vardı. Daha uzun sürse de beklerdim.” diye açıkladım kısaca.

“Bekler miydin?” Büyük bir şaşkınlıkla sorduğunda onayladım ikiletmeden. “Beklerdim.”

Bu tepkim nedenini bilemesem de Güneş’i sevindirmek yerine modunu düşürmüş gibi olunca afalladım. İyi bir şey söylediğimi sanıyorken tam tersi bir tepki almıştım.

“Ay burada mıydınız?” Terasın girişinden seslenen Eda yengeme baktım. “Yemek hazır sizi bekliyoruz çocuklar.”

Yengem ablamı aratmayan bakışlarıyla bizi incelerken onun dikkatini dağıtmak için hızla konuştum. “Kocan nerede senin? Onsuz mu yiyeceğiz?” dediğimde omuzlarını düşürdü. “İşi uzamış, beklemeyeceğiz o yüzden.” Yengemi kendi paçamı kurtarmak için üzmüş olmak biraz vicdanımı rahatsız etse de yapacak bir şey yoktu.

Güneş sessizce beni takip ederken ben de önden ilerleyip yengemin kısa boyundan faydalanarak kolumun altına aldım. “O da sen yokken böyle oluyor yengecim, meslek seçimini daha dikkatli yapsaydınız.”

Yengem yine ‘bir daha seçsem yine doktor olurdum’ temalı söyleşisine başlarken onu dinleyerek aşağıya inmeye başladım. Arkamı dönüp Güneş’e göz kırptığımda tebessüm etmişti. Az önceki küçük basılma sahnemiz çoktan gündemden kaybolmuştu.

Yengemin az sonra ablama yumurtlayacağını bilsem de en azından biraz zaman kazanmıştık diye avunuyordum.

Salonun cam tarafında duran büyük masa çoktan donatılmışken herkesin yerleşmiş olduğu masada tüm bakışlar bir anda bize döndü. “Neredesiniz oğlum? Açız burada, işten geldik yorgunuz.”

Mert abim taş taşımış gibi söylenirken yanında oturan Anıl ona baktı. “Az önce halamı ikna edip pilav yedin amca.”

“Babaya benzeme saatin mi geldi senin küçük Oktay? Bana çektiğin yönlerini göster biraz da herkes eğlensin. Ne bu büyümüş de küçülmüş hallerin?” Güneş, Birkan abinin yanında kalan boş yere oturdu. Diğer tarafında da ablam vardı. Ben de karşısının bir yanına denk gelen, Demir abim ve Baran abi arasındaki boşluğa yerleşmiştim.

Çoktan servisi yapılmış olan çorbalar, yengem de oturunca içilmeye başladığında sofrada eğlenceli bir sohbet dönüyordu.

Tabağımdaki yoğurt çorbasından birkaç yudum alırken aniden aklıma gelen detay çorbayla boğulmama yol açtı. Demir abim sırtıma vururken kendime zor da olsa geldiğimde ablamın uzattığı suyu almadan önce panikle sordum. “Abla bu çorbada nane var mı?”

Gördüğüm yeşil şeylerin nane olduğuna emin olsam da sormuştum. Lal’in mesajı zihnimde yankı bulurken cevap için sabırsızdım. Karşına çıkarsam ve benden kurtulmak istersen bir parça nane ile rahatça halledebilirsin.

“Var bebeğim, her zamanki gibi. Sevmedin mi?”

Bakışlarımı Güneş’e çevirdim. Çorbasından birkaç kaşık içtiğini görmüştüm az önce. Şimdi ise benim sorduğum soru ve ablamın cevabına rağmen hiç etkilenmiş gibi durmuyordu. Ağzım şaşkınlıkla aralı halde, masadaki kalabalığın ne düşüneceğini umursamadan ona sordum. “Nane alerjin yok mu senin? Bıraksana çorbayı.”

Güneş, ona söylüyor olduğumu dahi zar zor fark ettiğinde kendimi sorguladım. Yanlış mı hatırlıyordum? Alerjisi olan şey nane değil de başka bir şey miydi anlayamamıştım.

“Ne alerjisi Güneş?” Birkan abi benden daha şaşırmış halde Güneş’e baktı. “Güneş çok sever naneyi de bu çorbayı da, karıştırıyorsun herhalde Tuna. Ne zaman konuştunuz siz?”

Güneş bir bana bir dayısına bakıp duraksadığında merakla vereceği cevabı bekliyordum. Belli ki ortada alerji falan yoktu. Bana bu konuda neden yalan söyleme ihtiyacı hissetmişti ki? Üstelik yalanını kendi dahi unutmuştu.

“Bilmiyorum dayıcım, Tuna beni biriyle karıştırmış olmalı. Benim hiçbir şeye alerjim yok.” Güneş bakışlarını benden kaçırarak Birkan abiye bakıp onunla konuşurken masadaki herkesin şaşkınca bana bakıyor olduğunun farkındaydım.

Hafızam genellikle bir filden kuvvetliydi. Hatta bundan nefret ederdim, her şeyi hatırlamak hoşuma gitmezdi. Şimdi ise hafızamın beni yanıltmasıyla suçlanıyordum ve buna kimse inanmışa benzemiyordu. Birkan abi hariç…

Tam ağzımı açıp konuşmaya başlayacak ve Güneş’in bana bunu söylediğini savunacakken kapı zili beni böldü. Oktay abim ya da Simge ablaydı muhtemelen. Masadaki tek eksik onlardı.

“Ben bakayım.” Ablamın masadan kalkması daha zor olduğundan yengem ayaklandı. O salondan çıktığında ben bakışlarımı Güneş’ten çekmemiştim. O da inatla bana bakmamaya devam ediyordu.

“Tuna? Daha sonra konuşuruz, belli ki bir yanlış anlaşılma var.” Uras abim bana doğru eğilip kısık bir sesle konuştuğunda başımı iki yana salladım. “Yanlış anlaşılma falan yo-…”

“Tuna!” Duymayı hiç beklemediğim Sude’nin seslenişiyle ayaklanırken salonun girişinde nefes nefese duran arkadaşıma baktım. Bu hali beni fazlasıyla korkutmuştu. Birine bir şey olduğunu zannederek hızla yanına ulaşıp kolunu tuttum. “Ne oldu? İyi misin?”

“Telefonun… Açmadın, defalarca aradım.”

“Şarjdaydı, acil bir şey mi oldu ne oluyor?” Herkesin pür dikkat bizi dinlediği açıktı. Gerçekten ilginç bir gün oluyordu, delirmek üzereydim.

“Gruba yazdığın şey şaka mıydı? Lal’i buldum yazmışsın.” Kaşlarım çatıldı. Bu konuyla ilgili ne için nefesi kesilecek kadar yorularak yanıma gelmiş olabilirdi?

“Şaka değildi, buldum. Buldum da sorun ne? Sen neden dert edindin bunu?”

“Kimmiş?” Sude’yi tanıyordum, Kerem ile çıkmaya başlamadan önce de arkadaşımızdı ve ifadesinden onu çözmek benim için zor değildi. Şu anki tavrı tamamen iğneleyiciydi.

“Sude!” dedim sertleşmesine engel olamadığım sesimle. “Ne söyleyeceksen açıkça söyle, sinirlenmeye başlıyorum. Lal’i buldum evet, hatta şu an burada.” Elimle Güneş’i gösterdiğimde Sude donakalan ifadesiyle oraya döndü.

“Lal… Burada mı?”

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm