Sen Başkasın 7.Bölüm
7.BÖLÜM
8.bölüm 20 Temmuz
Pazar akşamı gelmiş olacak, bildirimler peş peşe olacağı için kaçırmamanız
adına buradan da duyurmak istedim
İyi okumalar!
~~~
- 6 yıl önce, 21 Haziran
“Ateş Bey, buraya bakın lütfen!” sesi aynı
anda birden fazla ağızdan dökülüp yorucu uğultulara dönüşüyorken Ateş’in
herhangi bir sesi takip edip uyum sağladığı söylenemezdi.
Karşısında bir yığın halinde dizili duran, bir
kısmında kameralar ve fotoğraf makineleri, kalanlarda ise mikrofonlar bulunan
basın yoğunluğu Ateş’in beklentisinin çok üstündeydi. İçten içe bunu tatmin
edici bulsa da kalabalığın asıl sebebini biliyor olduğundan aldırmamayı
deniyordu.
“İzin verin arkadaşlar,” diyerek en yakındaki
kişilerden başlayarak kalabalığı ileriye doğru yönlendirmeye çalışan Doğan ve
Sinan’ın pek işe yaradığı söylenemezdi. Kimse doğru düzgün yerinden
kıpırdamıyordu.
“Bu defileyi bundan öncekilerden ayıran neydi
sizce?” diyerek sorusunu zorlukla kendisine duyurabilen muhabire doğru baktı
Ateş.
Sorunun alt metni açıktı. Bundan önceki defileleriniz sessiz sedasız olup biterken bu kez ne
kadar büyük bir yankı uyandırdınız farkında mısınız diye soruyordu aslında.
Ateş bu soruya tepkisiz kalmayı tercih etti.
Bugünün Karmen için bir devrim
olduğunun farkındaydı.
“Ateş Bey!” diyerek bir başka muhabir kendi
sorusunu sormak üzere sesini yükseltmişken onu sorusunu sormaktan alıkoyan bir
hareketlilik yaşandı tam o anda.
Ateş’in ikizler eşliğinde ayrıldığı ve birkaç
adım atar atmaz kameralara takıldığı kapıdan yeni biri daha çıkmıştı. Bu, Ateş
kamera karşısına geçtikten sonra kapının açıldığı ve birilerinin çıktığı ilk an
değildi. Daha önce de çıkanlar olmuştu ancak muhabirler hareketlenmeden Ateş
ile kalmaya devam etmişlerdi. Şimdiyse durum biraz farklıydı.
Doğan’ın ve Sinan’ın Ateş’e temas edilmemesi
için kollarıyla oluşturdukları yarım çember saniyeler içinde anlamını
kaybetmişti. Zira etraflarında herhangi bir muhabir de kameraman da kalmamıştı.
Doğan göz ucuyla Ateş’e doğru baktı.
“Kaçabiliriz,” dedi kalabalıktan kurtulduklarını bir tek kendisi görüyormuş
gibi.
“Kırıntı görmüş karınca sürüsü gibi üşüştüler
oraya, acele etmemize gerek yok bence.” diyen ise Sinan’dı.
Ateş ikisini de duymamıştı aslında. Bakışları
etraftaki kalabalıkla aynı anda onların ilerlediği yöne kaymış ve o andan beri
de oradan hiç ayrılmamıştı.
Biraz önce, kameralar kendi karşısındayken
flaşlardan kör olacak kadar rahatsız olmuştu. Hızlıca bu alandan ayrılmak için
zaman kollamaya başlamıştı. Ancak bakıyor olduğu yerde duran, kameraların
odağındaki yeni kişi hiç rahatsız görünmüyordu.
“Ya da rahatsız görünmemeyi çok iyi biliyor…”
diyerek farkında olmadan düşüncelerinin kalanını sesli olarak dile getirmişti
Ateş. Keyifle gülümseyen, başını belli aralıklarla etrafındaki tüm kameralara
çevirip herkesle göz teması kuran kadının ne hissettiğini bilebilmesi mümkün
değildi.
“Anlayamadım,” dedi Doğan, Ateş’e doğru
eğilip. Kendilerine bir şey söylediğini düşünmüştü.
Ateş bundan faydalanarak lafı çevirdi.
“Gidelim artık,” dedi az önce de bunu söylemiş gibi davranarak.
Doğan başıyla onaylamış ve eliyle arabanın
bulunduğu yönü işaret etmişti hemen. En önden adımlamaya başlayan da oydu.
Doğan yürümeye başladığında, Sinan da adımlamak için Ateş’in hareketlenmesini
bekledi. Ancak bu öyle hemen gerçekleşmemişti.
Dilinden ‘gidelim’ isteği dökülse de Ateş’in
bakışları bir an yine arkadaki kalabalığa çevrilmiş ve çevrildiği gibi de orada
oyalanmaya başlamıştı.
Sinan dudaklarını birbirine bastırarak biraz
bekledi. Ateş ile aynı açıdan aynı noktaya baktı. Kalabalığa rağmen bu açıdan
bakıldığında kalan bir boşluk vardı ve o boşluktan kalabalığın merkezindeki
bedeni görmek mümkündü. Sinan bunu fark ettiğinde başını eğerek birkaç saniye
kendisini kasıp sırıtmayacağından emin olduğu bir ifade aradı.
“Ateş Bey..?” dedi biraz sonra. “Gitmiyor
muyduk?”
“Gidiyoruz,” dedi Ateş. Başını ağır ağır
sallamış ve adımlayacak gibi olmuştu hemen.
Yürümeye başladıklarında Sinan gülmemek için kendine
hakim olmakla meşgulken Ateş de hafif dalgın sayılırdı. Ancak dalgınlığı
dikkatini tamamen parçalayamamıştı.
Birkaç adım sonra öylesine etrafta gezdirdiği
bakışları bir gölgeye rastladığında Ateş duraksadı. Baktığı şeyin bir gölge
değil, direkt olarak bir insanın kendisi olduğunu algıladığında başını omuzuna
doğru eğdi.
Giyimi bir yaz akşamı için fazla üst üste
parçalar içeren bedene doğru gözlerini kısıp daha dikkatli bakındı. Siyah bir
eşofman, kalın siyah bir hırka ve saçlarını gizleyen yine siyah renk bir bere
takıyordu.
Ateş yüzünü göremese de vücut yapısından
dolayı bu kişinin bir erkek olduğundan emindi. Sinan’ı adama doğru bakması için
uyaracakken birden siyahlara bürünmüş olan adam gecenin karanlığıyla bütün
olmuş gibi gözden kaybolmuştu.
Ateş afallayarak etrafa bakındı. Ne yöne
gittiğini görmek istedi fakat mümkün olamamıştı.
Birden bir uğultu başladı. Uğultunun geldiği
yöne doğru aynı anda dönmüşlerdi Sinan ile birlikte.
Magazin kalabalığını yararak adımlamaya
başlayan kişi nedeniyle başlamıştı uğultu. Daha fazla soru ve cevap için ısrarcı
olan kalabalık fiziksel olarak müdahale edemeseler de kadın ile birlikte
yürümektelerdi.
“Bize doğru mu geliyor o..?” dedi Sinan
gözlerini kısmışken.
Ateş onu duydu ancak yanıtlamadı. Yanıt
kendisini saniyeler sonra gösterecekti zaten.
Kadın adımladıkça arkasındaki kalabalık da
hızlanıyordu. Sinan ve -arkasından
gelmeyen ikili yüzünden çoktan geri dönmüş olan- Doğan aynı anda Ateş’in iki
yanına geçerek kalabalık için sınır çizmişlerdi.
“Ateş Bey,” diyerek etraftaki uğultuya rağmen
sesini kendisine duyurmuş olan kadına doğru döndü Ateş.
Birden fazla kez toplantı yapmış, yine birden
fazla kez provalarda yakınında bulunmuş ve bir iki saat kadar önce de podyumda
kendisini en önden izlemişti. Sesine de kendisine de ilk kez rastlıyor değildi
yani…
Bütün bunlara rağmen karşısında durup adını
seslendiğinde neden put kesildiğini anlaması çok zordu. Kadından sızan sihirli
bir duman olduğunu düşünmeye başlamıştı son zamanlarda. Sektörü de böyle
büyülemiş ve herkesin odağı olmayı başarmış olabilirdi; evet, Ateş’in bulabildiği
en mantıklı gerekçe şimdilik buydu.
“Dinliyorum Esila Hanım,” dedi Ateş tepki verme süresini olabildiğince
kısaltıp.
“Tebrik etmek istedim denk gelmişken,” dedi
Esila gülümseyerek. Bu sırada Sinan ve Doğan görüntü almaya ve konuşulanlara
şahit olmaya çalışan grubu bayağı geriye çekmiş ve uzaklaştırmışlardı.
“Benim sizi tebrik etmem gerekir asıl,” dedi
Ateş başını hafifçe sallarken. “Bu geceyi parlatanın kim olduğunun herkes
farkında.”
Ateş, kadının egosunun pohpohlanarak ifadesine
kibirle yansımasını ya da en azından keyifle sırıtmasını beklemişti.
Öyle olmadı.
Esila kulaklarının arkasına doğru ittiği sarı
saç tutamlarını serbest bırakmak için parmaklarını yüzüne doğru kaldırmıştı.
Ateş bunun sebebini görmekte hiç gecikmedi. Kadının beyaz teninde peydahlanan
kızarıklığa perde olmuştu o saç tutamları.
“Teşekkür ederim,” demişti Esila alelacele.
“İşimi yaptım sadece.”
Ateş bir an sessiz kaldı. Kadının tavrında
aradığı yapmacıklığa bir türlü ulaşamıyordu. İşimi yaptım diyerek geçiştirdiği
konumda çok fazla insan görmüştü. Hepsinde bitmek bilmeyen istekler ve kibir
yığınları görmeye öyle çok alışmıştı ki şimdi karşısındaki kadının da rol
yaptığını düşünmekteydi.
Adını kimsenin duymadığı bir dergiye herhangi
bir köşeden dahil oldu diye burnundan kıl aldırmayan, sürekli problem yaratıp
memnuniyetsizlik akıtarak gezen modellerin her biri ile yollarını ayırmıştı
Ateş. Markanın büyümesi, ismini duyurması için kimsenin aşağılanmasına göz
yumacak değildi. Çalışanlarıyla arasında bir okyanus mesafe var gibi görünse de
onlara karşı oldukça korumacıydı.
Karşısındaki kadın ise popüler dergilerin
kapaklarını süsleyen, bir sezon bitmeden diğer sezon için defile teklifleri
önünde dizilen bir modeldi. Nasıl Ateş’in önyargısını haksız çıkarabilmişti?
Asla sağlıklı ilerlemeyeceğini düşündüğü
sürecin en başından beri tek bir falsosu yoktu. Gökten inme melek gibi herkesle
iyi anlaşıyor, işini sessizce ama ses getirecek biçimde yapıyor ve bir de
teşekkür edildiğinde utanıyordu.
Ateş arkadaki kameralardan birinin herhangi
bir şaka programına ait olabileceğini düşündü. Bir kamera şakasına kurban olmuş
olabilirdi.
O gece, ikizlerin muhabirleri uzak tutma çabası fazlaca ters tepti. Esila ve
Ateş arasındaki konuşmayı kimse duymadı ancak elbette kameralar birkaç metre
uzaktalar diye görüntü almayı kesmemişlerdi.
Ertesi sabahı dahi beklemeden önce internete,
ardından hızlıca tüm her yere yayılan haberlerin içeriği birbiriyle benzerdi ve
özeti de şuydu: Podyumun ulaşılmaz prensesi
aşkı Ateş Karmen’de buldu.
Haberler yalandan ibaretti. Yani en azından o gece
yazıldıkları sırada ortada öyle bir şey yoktu.
Fakat çok kısa bir süre sonra o haberler
yeniden alevlenecek ve bu kez gerçek bir aşktan bahsedeceklerdi. Haber
başlıkları haklıydı. Esila gerçekten aşkı
Ateş’te bulmuştu.
~
- Günümüz
“Sıkı sıkı sarılıyor bir de,” derken Umay’ın
tatlılığından eriyecekmiş gibi kendisini zor tutuyordu Sinan.
Umay, ballı süt kazasından kurtulan
kâğıtlardan birini göğsüne bastırıp bir iki adım attığından beri tüm bakışlar
onun üzerindeydi.
“Çiçek gördü kesin,” dedi Doğan kollarını
göğsünde kavuşturarak. Sinan da onunla aynı fikirdeydi, gülerek başını salladı.
“Kesin.”
Ateş’in tahmini de benzerdi. Yeliz’in çiçekli
bir kumaş örneğini yanında getirdiğini düşünüyordu.
Yeliz ise üç adamdan ayrı, kendisini strese
sürükleyen bir tahminle baş başaydı. Kâğıtlarda çiçek falan yoktu, emindi.
Üç yaşında, Ateş Karmen’in kızı olan bir
bebeğin annesinin kim olduğunu bilebilecek kadar da bilgi sahibiydi. Asistanı
olması bir yana… Halkın herhangi bir parçası olarak da bunu doğru şekilde cevaplayabilirdi.
Kâğıtlarında çiçekler yoktu ancak Karmen’in
son defilesinin -ve ondan önceki birçok defilesinin- en önemli modelinin
fotoğrafları kesinlikle vardı.
“Umay?” diye seslendi Sinan. “Ne buldun sen
orada? Birlikte bakalım gel.”
Yeliz telaşla titredi. Onun yerinde
sallandığını fark eden tek isim Doğan olmuştu. Kadına doğru kaşları şaşkınlıkla
çatılı halde baktı. Yeliz’in de refleksle, yardım ister gibi kendisine
bakmasını beklemiyordu. Göz göze geldiklerinde Yeliz dudaklarını sessizce
araladı. “Esila,” diyebildi heceleyerek. Fısıltı bile değildi, sadece
dudaklarını oynatmıştı.
Doğan gözlerini iri iri açtı bu kez.
Çaktırmadan Ateş’e doğru baktı önce. Onun herhangi bir şekilde bu ismi duymaya
da görmeye de yıllardır tahammülsüz olduğunu biliyordu.
Umay kendisine seslenen Sinan’a doğru yürürken
kâğıdı hiç bırakmamıştı. Onun adımları eşliğinde Doğan ve Yeliz de yapılacak
bir şey olmadığını kabullenerek aynı anda arkalarına doğru yaslanmışlardı.
Doğan başını kadına doğru eğdi. “Neden onun
fotoğraflarıyla buraya geldin? Aklını mı oynattın?”
Yeliz stresten mi yoksa dibine girmiş olan
Doğan’dan mı kaynaklandığını bilmediği hızlanmış nefesleriyle yanıtladı.
Diğerlerinin dikkati Umay’da olduğundan onların konuşmaları fark etmemişlerdi.
“Son defile…” dedi Yeliz çaresizce.
“Karşılaştırma içindi, başarılı olan tüm defilelerin ortak noktası oydu. Diğer
modellerle nasıl dengelenebilir diye uğraşıyordum.”
“Aferin,” dedi Doğan hafif alayla. “Ateş Bey’e
de böyle anlatırsın o zaman.”
Yeliz iç çekerek önüne döndü. Bu sırada
Umay’ın küçük adımları da Sinan’ın yanına varabilmişti.
Kâğıdı öyle dikkatli bir biçimde göğsünden
ayırmıştı ki elinde her an kırılabilecek bir cam taşıyor gibiydi. Sinan’ın
oturduğu koltuğa kendisi çıkmaya yeltenmedi ama kâğıdı onun yanındaki boşluğa özenle
yerleştirdi.
“Bak Şinan,” dedi kısacık parmaklarıyla
kâğıdın üstünde bir yeri işaret ederken. “Benim annem,” demişti parmağı kâğıda
değer değmez.
Sinan kendisini sevimli bir an yaşamaya
hazırladığından gülmeye programlamıştı ancak duydukları ve gördüğü resim
eşliğinde donakalarak bekledi. Ne diyeceğini bulamamıştı.
Ateş’in ani ayaklanışı Yeliz’i koltuğa
gömülecekmiş gibi olduğu yere çökertmiş, Doğan’ın derin bir nefes almasına yol
açmış ve Sinan’ı da bir miktar germişti.
Umay ise bambaşka bir açıdan değerlendirmişti
bu durumu.
Ateş birden yanında belirdiğinde usulca
bedenini dizine doğru yaslamış ve başını geriye doğru atarak buruk bir hevesle
ona bakmıştı.
“Annem,” diye sayıkladı tekrar Umay. “Bak
buyda.”
Ateş’in görebilmesi için parmaklarıyla yine aynı
noktayı işaret ediyordu. Ateş, Umay’ın yüzünde sabitlemekte zorlandığı
bakışlarını iyice kontrol edememeye başladığında bakışlarının vardığı yer
kızının parmaklarının ucu oldu.
Yakından çekilmiş bir fotoğraf değildi.
Podyumun tam karşısından, geniş bir açıyla çekilmişti. Fotoğrafta bulanık başka
yüzler de vardı ama net bir şekilde görünen kısım tek bir kişiden ibaretti.
Yaşanan sessizliğin sebebini bulmak odadaki
yetişkinler için zor olmamıştı ama Umay bunu bulamayacak kadar küçüktü.
“Göyemedin mi Ateş?” diye mırıldandı üzgünce.
Kendi yaklaşırsa Ateş de daha iyi görürmüş
gibi kâğıdın dibine girmek üzere eğildi. “Annem gelince o da bakabiliy,” dedi
hevesle. “Ona da gösteyebiliyim.”
Ateş yutkundu. Yutkunurken bir avuç kırık cam
parçası boğazından inmiş gibi acı çekmişti.
Umay birden arkasına doğru döndü. “Yelis!”
diyerek yeni tanıştığı kadına doğru seslendi. “Yine vay mı bundan?”
Yeliz pişmanlıkla başını iki yana salladı.
“Başka yok,” dedi hemen. Bu, Ateş’e de yaptığı bir açıklamaydı aslında.
Umay’ın hevesle parıldayan gözleri yavaşça
sönmüş, önüne dönüp koltukta duran kâğıda doğru odaklanmıştı.
Doğan durumun gittikçe herkes için daha gergin
bir hal aldığını görünce boğazını temizler gibi öksürdü. Devamında bir şeyler
söylemeliydi gerçi, sadece öksürmekle iş bitmiyordu ama söyleyecek bir şey
bulamamıştı.
“Yukarıya çıkalım,” dedi Ateş.
Bunu aynı anda herkes üstüne alınmıştı.
Yeliz azarlanmak için ayrı bir yere
çağırıldığını düşünmüştü. İkizler de durum değerlendirmesi için Umay’ın
olmadığı bir yere gideceklerini düşünüyorlardı.
Oysa Ateş’in daveti kızınaydı. Elini ona doğru
uzattığında yanlış anlaşılmalara da yer kalmamıştı.
Umay görüş açısına giren eli gördüğünde
tereddüt etmedi. Küçük avucunu Ateş’in ona oranla kocaman olan eline yaslayıp
tutundu. Yürümeye başlamadan önce diğer eliyle de koltuktaki kâğıdı sıkıca
kavramıştı.
Salondan çıktılar. Merdivenlerin ucuna gelene
dek elleri ayrılmamıştı. İlk basamağın önüne vardıklarında Ateş, Umay’ın başını
kaldırıp kendisine bakmasına gerek bırakmadan uzanıp onu kucakladı.
Umay yükseldiği yeri hiç yadırgamamış, Ateş’in
omuzuna doğru sinmişti. Kendi göğsüne yasladığı kâğıdı da daha güvende
olacağını düşünerek Ateş’in soluna doğru bastırmıştı.
Üst kata çıktıklarında Ateş adımlarını ne
Umay’ın odasına ne de kendi odasına yöneltti. Hedefindeki oda belliydi.
Çalışma odası olarak düzenlenen odaya
girdiklerinde Umay etrafı yabancı bularak incelemeye başlamıştı. Bir şey
sormadı ya da söylemedi ama bakışlarındaki merak yoğundu.
Ateş, Umay’ı kucağından indirmeden odanın
ortasındaki masaya doğru adımladı. Sandalyesini çekip oturduğunda Umay da
dizinde oturur hale gelmişti.
Yüzü Ateş’e dönük şekilde oturduğu yerde,
kollarının altından tutulup tam tersi yöne döndürüldüğünde Umay hiç tepki
vermemişti. Sırtı Ateş’in göğsüne değerken önünü düzgünce görebildiği için yeni
durumdan memnundu hatta.
Masanın üzerindekilere, odanın geneline
bakarken ilgisini çeken yerlerde oyalanıyordu.
Ateş Umay’ı karnına sardığı koluyla sabit
tutarken masanın sağında kalan çekmecelere doğru uzandı. En üstteki çekmeceyi
açıp oradaki bir kutudan aldığı anahtarla birlikte bu kez bir alttaki çekmeceye
yönelmişti.
Kilitli olan çekmeceyi anahtarla açık hale
getirdikten sonra kulpu tutup yavaşça çekti. Çekmecede birden fazla şey vardı
ama Ateş neyi alması gerektiğini ve o şeyin yerini çok iyi biliyordu.
Oyalanmadan en alttaki zarfa uzanıp zarfı masaya bıraktı.
Umay bir eliyle annesine ait fotoğrafa, diğer
eliyle de karnına sarılı duran babasının koluna tutunuyorken bakışlarıyla
Ateş’in yaptıklarını takip ediyordu.
Ateş, kızına sardığı kolunu hiç oynatmadan tek
eliyle zarfın yarı açık duran üst kısmını araladı. Geniş zarfı altından tutup
biraz salladığında masaya peş peşe fotoğraflar dökülmeye başlamıştı.
Umay dökülenlere bakarken önce bu etkinliğe
heyecanlanıp mırıldanacak oldu, oyun gibi düşünmüştü bunu. Bir an sonra ise
dökülenlerin ne olduğunu gördü. Gördüğü gibi de dudakları şaşkınca aralanıp
kaldı.
Sağ elinde duran kâğıt parçasındaki küçük
fotoğraftan çok daha büyük ve çok daha fazla fotoğraf vardı masanın üzerinde.
Fotoğraflar birbirlerinden farklıydı ancak
ortak bir noktaları vardı. O ortak nokta için Umay’ın önüne sermişti zaten Ateş
bunları.
Her fotoğrafta Esila vardı. Kimisinde
yalnızdı, kimisinde yanında Ateş vardı. Bazılarında daha kalabalık anlar
yakalanmıştı. Ama öyle ya da böyle her birinde Esila kadrajdaydı.
“Anne?” diye seslendi Umay. Fotoğrafların
birden onunla konuşmaya başlamasını bekleyecek kadar özlem doluydu kalbi.
Öne doğru uzanmaya çalıştı. Ateş onu
bırakmadı, sırtının göğsünden ayrılmasına izin vermedi ama sandalyeyi ileri
doğru çekip masaya uzanabilmesine olanak sağlamıştı.
Umay fotoğraflara uzun uzun baktı. Dokundu. İç
çekti, kendi kendine bir şeyler mırıldandı.
Ateş doğru bir şey yapıp yapmadığını
bilmiyordu. Umay, Yeliz’e başka fotoğraf olup olmadığını sorup olumsuz cevap
alınca da hüzünlenmişti. Ateş’in bulduğu çözüm de bu olmuştu.
Aradan zaman geçtikçe Ateş de en az Umay kadar
fotoğraflara dalıp gitmişti. Çok uzun süredir anahtarına bile dokunmadığı
çekmeceyi açmak ve oradaki anılarla yüzleşmek sarsılmasına neden olmuştu.
“Bu…” diye sayıkladığını duydu Umay’ın.
Dikkatini anında toparlamış ve Umay’ın neye konuştuğunu görmek için bakışlarını
ona indirmişti.
Umay’ın masada kendisine doğru usulca çektiği
fotoğrafı gördüğünde Ateş gözlerini bir anlığına kapattı. Yeniden gözlerini
araladığında görüşü birkaç saniye bulanık kalmıştı.
Fotoğraf Esila’nın yalnız olmadığı fotoğraflardan
biriydi.
Ateş fotoğrafa bakar bakmaz o fotoğrafın
çekildiği anda bulmuştu kendisini. Karede iki kişi vardı ve ikinci kişi bizzat
kendisiydi çünkü.
“Bundan,” diye konuştu Umay şaşkın şaşkın.
“Annemin de vay bundan biliyoysun mu?”
Bir fotoğraftan iki tane olması Umay’ı şok
etmişti. “Ama ama… Küçükçük yıytık olmuş, buyası böyle.”
Fotoğrafın sağ alt köşesini işaret edip nasıl
yırtıldığını uzun uzun açıklasa da Ateş’in ilgisi yırtıktan ötedeydi. Umay tek
bir kez rastgele gördüğü bir fotoğrafı böyle hemen hatırlayabilir miydi?
“Neredeydi bu fotoğraf?” diye sordu Ateş
başını eğip Umay’ın yüzüne bakmaya çalışırken. “Hatırlıyor musun?”
Umay çekinerek parmaklarını kastı. Sol elinin
parmakları Ateş’in kolunda olduğundan bu kasılmayı o da hissetmişti. “Umay?”
dedi sesini düşürüp. “Cevap verebilirsin bana değil mi?”
“Kimşeye şöylemek yok..?” dedi beklentiyle
Umay. Söz verilmesini bekliyordu. Kalbi Ateş’e güvenmeye dünden razıydı artık
ama yine de annesinin sesini duyar gibi olmuş, bu bilgiyi öylece dile
getirememişti.
“Yok,” dedi Ateş hemen. “Kimseye söylemek yok,
sadece ben bileceğim.”
“Kırmısı elbişenin altında,” dedi Umay sessiz
sessiz. “Annemin kırmısı elbişesi…”
Ateş afallamıştı. Böyle bir cevap
beklemiyordu. “Kırmızı elbise mi?” diye sordu kendi kendine anlam vermeye
çalışarak.
Umay eliyle fotoğraflardan birini gösterdi.
“Bak buyda, kırmısı.”
Ateş bahsi geçen elbiseyi gördüğü anda
dudaklarını birbirine bastırarak susmuştu.
Esila, Ateş’in tasarladığı çok fazla elbiseyi
üstünde taşımıştı. Ancak bu kırmızı elbise… Bu elbise bizzat onun için
tasarlanan, Ateş’in zihninde de kalbinde de Esila varken kâğıda döktüğü
elbiseydi.
Üretime çıkmamıştı. Tek örneği Esila’daydı.
Bir kez podyumda sergilenmiş, tüm taleplere rağmen satışa sunulmamıştı.
“Sen gizlice mi baktın fotoğrafa?” diye sordu
Ateş biraz olsun toparlanabildiğinde. “Annenin haberi yok muydu? Ona söylemeden
mi bakıyordun?”
Umay başını hızlıca iki yana salladı.
“Biylikte,” dedi hemen. “Biylikte bakıyoyduk biz.” Ateş’i buza döndüren bu
kısım değildi, sondaki o eklentiydi. “Uyku zamanı gelince bakıyoyduk hep.”
Ateş birden kendisini Umay ile ilk
tanıştıkları andan bu yana yaşananları süzerken buldu.
Kendisini yabancılaması gerekirken dizinin
dibinden ayrılmayan, annesine gitmek için değil annesinin gelmesi için sızlanan
halini saniyelerce düşündü.
“Yüzüme aşinaydın,” dedi sancılı bir
kabullenişle.
Ateş bir an için yüzünü Umay’ın saçlarının
arasına gömdü. Kısa nefesler alıp kokusuyla durulmaya çalıştı. Hiç susmadan
soruları peş peşe sıralamak istiyordu ama onu korkutmaktan deli gibi
çekiniyordu.
“Umay…” dedi can çekişir gibi. Titremesine
engel olamadığı eliyle fotoğrafa uzandı. Esila ile hapsoldukları kareyi parmakları
arasında dengeleyip kaldırdı. “Kim bunlar?”
Umay elini kaldırıp incitmekten korkar gibi
önce Esila’nın yüzüne yaklaştırdı. “Annem,” dedi tanıtıp. Sonra parmağını
fotoğraftan ayırmadan annesinin yanında duran ikinci kişiye doğru uzattı. Dokunduğu
halde sesi çıkmayınca Ateş sorusunu yineledi. “O kim Umay?”
“Babam,”
demişti Umay bu kez soruyu yanıtsız bırakmadan.
“Adını biliyor musun?” diye sordu Ateş güç
bela. Tükenmiş gibi hissediyordu.
“Bilmiyoyum,” dedi Umay. “Annem adını şöylemedi.”
Ateş araya girip nedenini soracak oldu ama
Umay ondan daha hızlıydı. “Çünküsü… Çünküsü babam adını kendisi şöylicek bana.
Annem sös veydi.”
Ateş ‘o adam benim’ diye haykırmak istiyordu.
Psikolog ona ‘bu senin baban’ dediğinde neden hiç benimsemediğini, ikizlerin
çabasına rağmen kendisini asla baba olarak anmamasının nedenini şimdi
anlayabiliyordu.
Kendi dünyasında bir babaya sahipti.
Fotoğraftaki adamın gelmesini, adını söyleyip kendisini tanıtmasını bekliyordu.
Zihninde, en az dört yıllık bu fotoğraftaki
Ateş ile bugünkü Ateş’i tam anlamıyla eşleyememişti, çok küçüktü. Sadece içten
içe sürekli baktığı fotoğraftaki adamla Ateş arasında bir bağ kurmuş ve
başından beri ona daha ılımlı yaklaşmıştı.
Ateş göğsünden fırlayıp uzaklara gidecekmiş
gibi atan kalbini sakinleştirebilmek için burnunu tekrar Umay’ın saçlarına
yasladı. Sarı buklelerinin arasına gömülüp nefeslenirken bir yandan da farkında
bile olmadan Umay’ın karnını usulca sıvazlıyordu.
“Bu fotoğraf neden bende de var biliyor
musun?” diye sordu yüzünü saçlarından ayırabildiğinde.
“Niden?” diyerek yerinde kıpırdandı Umay
hemen. “Annemden mi aldın?”
Ateş, Umay’ı kucağında tam ters bir hale
getirdi çabucak. Yüz yüze gelebilmeleri için bu gerekliydi. Sırtı masaya dönük
halde onu tuttuğunda Umay başını kaldırmış ve kırpıştırdığı gözleriyle Ateş’in
yüzüne bakmaya başlamıştı.
Ateş başını iki yana salladı. “Annenden
almadım, bu hep benimdi.”
Umay aklı karışmış gibi baktı. Ardından yine
dudakları aynı soruya aralandı. “Niye?”
Ateş masada kalan fotoğrafa uzanıp aldıktan
sonra onu Umay ile aralarında kalacak şekilde düz tuttu. İkisi de görebiliyordu
şimdi.
“Annenin yanındaki adam benim,” dedi gözlerini
fotoğraftan zar zor ayırıp. Umay’a çevirmişti bakışlarını ama Umay başını eğmiş
fotoğrafa dikkat kesilmişken onu tam göremiyordu.
Umay birden çok kez başını kaldırıp Ateş’e
bakmış, sonra yine fotoğrafa dönmüştü. Bir karşısındaki adama bir de önünde
duran karedeki adama bakıyordu.
“Bu Umay’ın babası,” dedi fotoğrafa içli içli
bakarken. “Sonya gelcek, şimdi deyil.”
Ateş bedenini dik tutmakta zorlanarak öne
doğru eğildi. “Geldim,” dedi çaresizce. “Geç kaldım ama geldim, özür dilerim.”
Umay kucağında birden çırpınır gibi olduğunda
Ateş telaşla onu daha sıkı tutmaya çalışmıştı. Ancak çabası işe yaramamıştı
çünkü Umay’ın canını acıtmaktan korkarak onu doğru düzgün tutamamış ve kucağından
atlamamasına gücünü yettirememişti.
Umay ayakları yere basar basmaz sarsak
adımlarla kapıya yöneldiğinde Ateş bir an donup kalmış, hemen sonrasında ise
peşinden hızla takip etmeye başlamıştı.
Bir elinde aşağıdan beri bırakmadığı kâğıt
parçası, diğer elinde ise biraz önce tutunduğu anne ve babasına ait fotoğraf varken küçük adımlarıyla odadan
çıkmıştı. Ateş onu durdurmak için seslenmedi ama arkasından adımlamayı da
bırakmadı.
Umay kendi odasına girdiğinde odanın bir ucuna
kadar yürümüş, etrafa dizip yanlarına oturmayı sevdiği peluşlarının yakınındaki
köşeye sessizce sinmişti. Oturduğu yerde bacaklarını öne doğru uzatıp iki
bacağının arasına elinde tuttuğu kâğıdı ve fotoğrafı yan yana bırakmış, büktüğü
dudaklarıyla onlara doğru bakmaya başlamıştı.
Ateş kapının eşiğinde attığı son adımdan sonra
ilerleyemeden bekledi. Umay’ın yanaklarına dökülmeye başlayan gözyaşları onu
olduğu yere sabitlemişti.
Ateş dizleri yere vuracak şekilde kapının
kenarına çöküp kaldığında göğsü hastalıklı bir insana aitmiş gibi düzensiz ve
ağrılı şekilde şişip sönüyordu. Aldığı nefeslerden hiçbiri en ufak bir
rahatlama yaratamıyor, hepsi göğsünde sıkışıp kalıyordu.
‘Ateş
ben hamileyim,’ diyen Esila’nın sesi yankılandı bir
anda zihninde. En beklemediği anda gelmişti bu haber. Gerçi Ateş’in böyle bir
habere kendisini hazırlamış olma ihtimali de yoktu. Ne zaman olursa olsun
hazırlıksız yakalanacaktı.
İstemediğini, yapamayacağını, baba olabilecek
bir adam olmadığını haykırmıştı. Ateş’in, Esila’ya böylesi yüklendiği başka bir
an da yoktu zaten. İpler ilk kez bu kadar gerilmişti.
‘Biraz
zaman geçsin, tekrar konuşalım. Beklemiyordun biliyorum ama düşünürsen…
Düşünürsen bu kâbus gibi hissettirmeyecek sana, seni tanıyorum Ateş.’
Tanıyordu. Ateş’i belki de kendisinden daha iyi
tanıyordu. Bu söylediklerinin doğruluğu on gün kadar önce kanıtlanmıştı, Ateş
Umay’ı karşısında bulduğunda Esila’nın dediği gibi bunu kâbus olarak görmemişti
hiç.
Fakat o gün aklı böyle işlemiyordu. ‘Konuşacak bir şey yok. Aldır, en erken ne zaman
olursa o zaman. Hatta hemen. Umurumda değil.’ demişti bir an bile
düşünmeden. Esila’nın kendisine dolu dolu bakan gözlerine, hep cıvıl cıvıl
konuştuğundan renklenen yanaklarının bu kez solgunlaştığına dikkat etmeden
kusar gibi dökmüştü düşüncelerini.
‘Tekrar
konuşuruz,’ diyebilmişti Esila karşılık olarak. ‘Sen biraz sakinleşince… Geri geleceğim.’
Ateş hafızasından silebildiğini sandığı, neredeyse
dört yıllık bu anıyı her bir detayıyla hatırlıyordu. Bununla yüzleşmek sarsılmasına
neden olmuştu.
“Geri gelmedin,” diye mırıldandı başını kapının
pervazına doğru yaslarken. Bakışları Umay’daydı ama onu bir an için göremiyor
hale gelmişti, görüş açısı bulanıktı.
Esila ‘geri geleceğim’ demiş ama o günün
ardından bir kez olsun Ateş’in karşısına çıkmamıştı. Ateş’in arayışları, tüm
bulma çabası boşunaydı. Yer yarılmıştı ve Esila o yarıktan geçip kaybolmuştu
sanki.
Ne kameralara yakalanmış ne başka bir marka ile
çalışmış ne de herhangi bir şekilde iletişim kurmuştu. Esila hiç var olmamış
gibi ortadan kaybolduğunda Ateş ilk zamanlarını onu aramakla, sonrasını ise
bulunmak istemediğine kendisini inandırıp ona delice kızarak harcamıştı.
Bebeği aldırdığından da emindi, aldırmasa
mutlaka ona ulaşacağını düşünmüştü hep. Ama günler önce eline tutuşturulan
mektup sayesinde Umay ile yollarının kesişmesinin ardından tüm bu emin tavrı
sarsılmış ve taşlar yerinden oynamıştı.
Ateş kapının kenarında önünü göremeyecek kadar
dalgın bir haldeyken, Umay kucağına aldığı kuzusunun tepesine çenesini yaslamış
oturuyordu. Bakışları önündeki fotoğraftaydı. Sık sık parmakları annesinin yüzüne
ulaşıyor, onu usulca okşadıktan sonra bu kez babasına bakışlarını çeviriyor ve hemen ardından başını kaldırıp
kapıda oturmakta olan adama doğru bir şeyler teyit etmek ister gibi
bakınıyordu.
Son başını kaldırıp bakışında Ateş’in yüzünde
gördüğü şeyle birlikte hüzünle dudakları büzüldü.
Poposunu yerden güç bela kaldırıp ayaklandığında
Ateş onun kalktığını fark edemeyecek kadar kendi zihnine hapsolmuş haldeydi.
Umay başta kuzusu ile birlikte kapıya doğru giderken yerde bıraktığı
fotoğrafların güvende olduğundan emin olmak için son anda kuzusunu koruma gibi
orada bırakmıştı.
“Bunlayı koyuman lajım,” diyerek kuzuyu görevi
hakkında bilgilendirdikten sonra paytak adımlarla yoluna döndü.
Ateş’in yanına bir adım kala durdu, ellerini
geride birleştirip poposunun üstünde saklıyorken öne arkaya sallandı olduğu
yerde. Gözleri az önce bolca yaş döktüğü için biraz kaşınıyordu, burnundaki
ıslaklıktan da memnun değildi ama şimdilik hedefinde daha öncelikli bir iş
vardı.
“Üsülme,” diye fısıldadı Ateş’in yüzüne
bakışlarını dikmişken. Ateş yerde oturduğundan ve kendisi de hemen önünde
dikiliyor olduğundan başını çok kaldırmadan ona rahatça bakabiliyordu.
Ateş yakınından gelen kısık sesi duyduğunda
irkilir gibi olmuş ve hızla gözlerini kırpıştırıp görüşünü netleştirmeye
çalışmıştı. Umay’ın önüne kadar geldiğini gördüğünde şaşkınca bekledi.
Umay, Ateş gözlerini kırpıştırdığında yanaklarına
doğru süzülen iki damlayı dikkatle takip ederken içerlemişti biraz. Onu
oturduğu yerden kaldıran da buydu zaten. Ateş’in ağlıyor gibi durmasından
etkilenerek yerinden kalkmış ve yanına gelmişti.
“Ağlama Ateş,” diye mırıldandı başını olumsuz
anlamda sallarken.
Ateş bu uyarıyı alana dek yanaklarına doğru
düşmüş olan birkaç damlanın farkında değildi. Elinin tersiyle yanağını sertçe sildikten
sonra konuştu. “Ağlamıyorum,” dedi hemen.
Umay sözünün dinlenilmesine sevinmişti. Dudaklarını
kıvırdı. “Afeyin.”
Ateş kalbinin ısınıp eriyecek kadar çok sıcak
hissettirmesiyle birlikte nefeslendi. Aralarındaki bir Umay adımına denk gelen
mesafe oldukça kısaydı ama Ateş bunu pek sevmemişti.
Kollarını tereddütle de olsa iki yana açtı.
Biraz önce kucağından kaçıp bu odaya sığınan kızının şimdi bu davete ne tepki
vereceğini bilmiyordu.
Umay’ın duraksamadan kollarının arasına girmesiyle
dakikalardır rahatlayamayan ciğerleri sonunda o gerekli nefesi bulmuş gibiydi.
Umay boynuna doğru saklanıp kendisine sığındığında Ateş dudaklarını şakağına bastırdı
hemen.
“Özür dilerim,” diye sayıkladı sessizce. Umay’ın
duyup duymadığını bilmiyordu ama hiç susmadan ondan af dilemesi gerekiyormuş
gibi hissediyordu.
Birkaç dakika boyunca Ateş’in sessiz
özürlerinden başka bir şey duyulmadı odada. Ateş, Umay’ın konuşmayacağına ikna
olduğunda onun bitkinlikle uyuyakalma ihtimalini düşünerek bedenini daha sıkı
sarıp destekledi. Oturduğu yerde onu kucağına alır gibi kavramıştı.
“Ateş,” diye mırıldandığında Ateş yanıt
verecekti ki Umay onu beklemeden konuşmaya devam etmişti. Cümlenin devamı bunun
bir sesleniş olmadığını ele verdiğinde Ateş gözlerini sıkıca kapattı. “Umay’ın babasının adı Ateş.”
Ateş’in tek yapabildiği ona daha sıkı sarılmak
oldu. Öyle sıkı sarıldı ki geçen zamanı sarılışıyla telafi edebileceğine
inanıyor gibiydi sanki.
Olan bitenin Esila’nın kendisine olan kızgınlığının
eseri olamayacak kadar karmaşık hale gelişini nasıl karşılayacağını
bilememişti. Bulması gereken çok fazla cevap vardı ve tek bilgi kaynağı
kollarında duran bebeğiydi.
Umay’dan yanıt beklerken acele edemez, ısrarcı
olamaz ve hatta bazı sorularına ne yaparsa yapsın karşılık bulamazdı.
Dışarı taşmayan bir yemin etti tam o anda. Yeri de yarmış olsan bulacağım seni Esila,
geri geleceğim diyerek gittiğin o yer her neresiyse… Bulacağım.
~~~
Koruma olarak kuzuyu bırakması abi kesin biri kaçırdı Esila ve Umayı
YanıtlaSilBence o kat kat giyinen adam kaçırdı
SilYaa biliyordum abii,off kim bilir kadına ne oldu yaaa
YanıtlaSilHerşey belliydi zaten şimdiye kdr ki bölümlerde ,bu bölümde herşey yerine oturdu.o şerefsizlirler kim bilir ne yaptılar kadına
YanıtlaSilO gece ,neden italik yazılmış ki herşey o gecede mi başladı acaba
YanıtlaSil