Aykırı Çiçek 12.Bölüm
12.BÖLÜM
Kulağımda yankılanan müziği düşüncelerimi dağıtabilmek
için bir araç olarak kullanırken, bir yandan da yaklaşık iki saattir önünde oturduğum
ancak henüz bir çizgi dahi çizmediğim tuvalimi izliyordum.
Bomboştu.
Her seferinde elimi uzatıp başlayacakmış gibi niyetlensem
de son anda vazgeçip geriye çekiliyordum. Hislerimi çizgilere ve renklere
dökmek yıllardır kendi kendime uyguladığım terapimdi. Mutlu ya da mutsuz fark
etmeksizin kendimi ya bir kâğıdın ya da tuvalin başında buluyordum.
Yine aynısını yapmak istemiştim. O fotoğrafı Acar’a atar
atmaz kendimi bir süre yastıkla boğmaya çalışmış, ardından bunun yetmeyeceğini
fark ederek hızla atölyenin yolunu tutmuştum.
Atölye dediğim yer aslında 1+1 ve oldukça minik bir
daireydi. Salonunu tamamen resimle ilgili ıvır zıvırlar işgal etmiş, odasını
ise gerektiğinde kalabileceğim kadar ihtiyacımı karşılayacak şekilde
düzenlemiştim.
Annemin burayı bu hale getirdiğim sıralarda kıyametleri
koparttığını, babamın dahi onu durdurmakta zorlandığını net bir şekilde
hatırlıyordum.
Annem benim resimle uğraşıyor olmamdan hiçbir zaman
memnun olmamıştı. Asıl dileği babamı ve onu taklit ederek tıp okumam ve onların
ilerlediği yolun arkasında emin adımlarla yürümemdi. Böylece risksiz ve
başarılı bir hayat yaşayacak, onun deyimiyle ikisini de gururlandırmış
olacaktım.
Çocukluğumdan beri bana empoze ettiği bu düşünceler garip
bir şekilde hiç etkili olamamış, hatta beni bu isteğinden daha da
uzaklaştırmıştı. Babamın daha ılımlı tavrı ve anneme bir nebze de olsa geçen
nazı sayesinde tıp okumaktan kurtulup, gelişigüzel bir tercihle yerleştiğim
işletme bölümünü zar zor da olsa bitirmiştim.
İstemediğim bir bölümü bitirmiş olmak bir işkenceydi, ama
annemin bu kez de okuduğum bölümle ilgili bir şeyler yapmamı istemesi daha
büyük bir işkence olmuştu.
Bu süreçte kendisi farkında olmasa da beni tamamen
hayatından itmiş, kararlarımı özgürce vermeme izin veriyor gibi görünse de aslında
bir nevi annem olmaktan da geri çekilmeye başlamıştı.
Hayatında öncelik olmaktan çıktığımda babama daha çok
yaklaşacağımı, onunla aramdaki bağın kuvvetleneceğini düşünmüştüm. Daha doğrusu
buna ihtiyaç duymuştum.
Fakat bunu düşünürken babam ve annemin aşkının, evlat
sevgilerini geride bırakacak kadar yoğun ve belki biraz da hastalıklı olduğunu
hesaba katmayı unutmuştum.
Annem benden uzaklaşırken, babamı da buna dahil etmeyi
atlamamıştı.
Sonuç olarak rutin konuşmalar dışında ailesiyle iletişimi
bulunmayan, onların evini otel gibi kullanan, hatta gerekmedikçe atölyeden
ayrılmayan ve büyük bir sevgi açlığıyla kıvranan Feris İzgi kendini göstermeye
başlamıştı.
“Bu sefer olacak.” diye mırıldanırken gözlerimi kapatarak
tuvalde görmeyi istediğim şeyi canlandırmayı denedim.
Öylesine bir şey resmetmek istemiyordum. Neredeyse dört
gündür hiçbir şey çizmemiştim ve bu resim özel olmak zorundaydı. Hislerimi
yansıtması gerekiyordu.
Tuvalde bir şeyler belirmeye başlaması yarım saatimi daha
almış olsa da en azından taslağım oluşmaya başladığı için rahatlamış
sayılırdım.
Belimin ağrımaya başlayacağı kadar bir süre sonra beni
oturduğum yerden kaldıran zil sesi oldu.
Kaşlarım hafifçe çatılı halde ayaklandım.
Buraya kimseyi davet etmezdim. Zaten varlığından haberdar
olan kişi sayısı da oldukça azdı. Kapıdaki kişinin Koray olma ihtimali en
yüksek olandı, ama haber vermeden geleceğini de sanmıyordum.
Zil, ben kapıya ulaşana kadar peş peşe birkaç kez
çaldığında bir yandan telaş bir yandan öfkeyle adımlarım hızlandı. Alacaklı
gibi kapıyı çalan kişi bunun açıklamasını da yapabilirdi birazdan umarım.
Kapıyı sinirle kavrayıp açtığımda karşımda gördüğüm kişi
yüzünden, öfkeyle bağırmak için aralanan dudaklarım öylece kaldı.
“Acar?” diyerek fısıldamanın altında bir ses çıkarttım.
Yalnızca dudaklarım kıpırdamış, sesim muhtemelen ona ulaşmamıştı.
Yüzünde benden daha büyük bir şok ifadesine rastladığımda
afalladım. Buraya gelen oydu, kimi görmeyi bekliyordu?
“Sen…” dedikten sonra duraksadı. “Sen burada ne
arıyorsun?”
Oldukça komik bir şey duymuş gibi güldüm. “Dalga mı
geçiyorsun?”
“Önder Bey nerede?”
Yüzümü buruştururken sordum. “O kim ya?”
Dudakları yeniden aralandığında bir şey söyleyeceği
sırada olanları yeni fark ediyormuş gibi gözleri kısıldı. Kapıya dayadığım
omuzumla onu izliyordum. Şu anki durumumuz normalmiş gibi davransam da içimde
büyük kıpırtılar vardı.
“Ağzına sıçacağım senin Melih…” Kısık ve hırıltılı bir
halde ikizine söverken ben konunun nasıl buraya gelmiş olabileceğini
düşünüyordum.
“Burada seninle karşılaşacağımı bilmiyordum, Melih başka
bir iş kilitlemiş gibi yolladı.”
“Melih mi?” dedim şaşkınca.
“Neye şaşırıyorsun kızım? Ortağın değil mi senin? Haberin
yok mu beni buraya sürüklediğinden?”
Tabii ki yoktu. Hatta komik olan şuydu ki, buranın adresi
Melih’te zaten yoktu.
“Yok.” diyerek başımı iki yana salladım. “Zaten Melih
burayı bilmiyor, burada olduğumu nasıl öğrenmiş olabilir ki?”
“Evin mi burası?” Benim boş bıraktığım kısımdan içeriye
doğru baktı. “Sayılır.” dedim.
Anladım der gibi başını sallasa da bir şey anlamadığına
emindim. Garip bir sessizlikle baş başa kaldığımızda hareketlenir gibi oldu.
Gideceğini düşünerek onu tutup bunu engellemek istedim fakat bu kadar cesaretli
değildim.
Ona o fotoğrafı attıktan ve ‘İzgi?’ mesajını aldıktan biraz sonra panikleyip Acar’ı
engellemiştim. Birkaç gün önce tanıdığı İzgi’nin, kendisine mesaj atan Feris
ile aynı kişi çıkmasına vereceği tepkiden açıkçası çekiniyordum.
Bir buçuk gündür kendimi atölyeye kapatmış kimseyle
iletişime geçmeden şimdi ne yapmam gerektiğini düşünmüştüm. Acar’ı kapının
önünde bulmak hayal gücüm için bile fazlaydı.
“Karşılaşmamız için aptal bir plan yapmış olmalı Melih,
eğer senin de haberin yoksa kendi kendine bir işler çevirmiş.”
“Koray da işin içindedir mutlaka, burada olduğumu bilen
kişi oydu.” dedim sakince.
“Saçma olmuş.” demesini beklemiyordum. Yüzümdeki ifadenin
buruklaşmasına izin vermeden devam etti. “Benimle artık konuşmak istemediğini
onlara söylememişsin sanırım.”
“Ne?”
“Engeli diyorum, bastın ya hani hiç düşünmeden. Neredeyse
iki gündür de açasın gelmedi. Belli ki karar değiştirmişsin.” Bu kadar yanlış
anlamış olamazdı. Ona kendimi atıp, konuşmaktan o an sıkılmam mantıklı bile
değildi.
“Saçmalama istersen.”
“Saçmalayan ben miyim?”
Pekâlâ, onu engellemem çok iyi bir karar değildi. Ama
zaten fotoğrafı atmadan önce de çok üstüme gelmişti. Her şey ani gelişmişti
yani.
“Tepkini bilmezsem daha rahat olacağımı düşündüm. Ne
zaman nereden vuracağın belli olmuyor.” Suçu ona iteleme çabamın sonuçsuz
kalmamasını umuyordum.
“Korkağın tekiyim, kaçtım desene sen şuna.”
“Sensin korkak!” dedim kendimi savunur gibi. Ona adım
atan bendim.
“Feris… Feris gerçek adın mı?” dediğinde ona cevap vermem
gayet kolaydı. Ağzımı açıp onaylar bir şeyler söylemeliydim. Ama bunu sorarken
aynı anda da belime doladığı parmaklarıyla beni kendisine doğru çektiğinde
sesim içime kaçmış, hatta kaybolmuştu.
Göğsüne doğru yaslanan bedenimin titremeye başlamaması
mucizeydi. Beni öldürmeye mi çalışıyordu?
“Zor bir soru mu oldu?” dedi dalga geçer gibi.
Yakınlığımızdan etkilendiğimin farkındaydı, benimle oynuyordu.
“Feris İzgi adım.” diye mırıldandım. “Sana hiçbir konuda
yalan söylemedim.”
“Gizlediklerini yalandan saymıyorsun o halde.” İstemsizce
başımı omuzuna doğru götürdüğümden söyledikleri kulağımda yankılanmış, nefesini
çok yakınımda hissedebilmiştim. Sessiz kaldığımda bundan hoşlanmamış gibiydi.
Üzerimdeki kalın askılı, belimi açıkta bırakıyordu. Bunu
giydiğim için hem memnundum hem de değildim. Sıcak parmaklarını direkt olarak
tenimde hissedebilmek hoştu, çok hoştu. Ama birazdan yanaklarını kavrayıp
dudaklarına yapışmayacağımın garantisini vermekte zorlanıyordum.
Ondan bu kadar çok etkileniyor olmam korkutucuydu.
“Feris,” dediğinde ismimi boğukça söylediği için omuzuna
belli belirsiz yasladığım başım bulunduğu yere sertçe gömüldü. “Bedeninden beni
çarpacak, hayatımı yerle bir edecek kadar fazla elektrik yayılıyor. Biraz daha
hissedersem, aynısını hissetmek zorunda kalacaksın. Hissettirmek zorunda
kalacağım.”
Tehdit eder gibi konuştuğunda gülümsedim. Bundan
çekinmiyordum. Tam aksine bu çekimi hissetmiş olması hoşuma gitmişti.
“O gece de aynısını yaptın, o yeşillerin üzerime her
değdiğinde aynı şey oldu. Beni, senden kaçmak zorunda bıraktın. Yanlış
anladığımı düşündüm, seni rahatsız etmekten çekindim.” Kendi kendine anlatıyor
gibiydi. Halen kapı ağzındaydık, ama umurumda değildi. Omuzuna yanağımı
yaslamış, teninden burnuma çarpan kokusunu soluyor haldeydim.
“Siktir, Feris ve İzgi’nin aynı kişi olduğunu
düşünebilseydim durmazdım. Yemin ederim durmazdım Feris.”
“Öğrendin.” dedim. “Aynı kişilermiş.” Başımı hafifçe
kaldırıp gözlerine bakmaya çalıştım. Kahverengi irisleri yeşillerime çarptığı
anda; muhtemelen önümüzdeki günlerde sıkça zihnimde yeniden canlandıracağım
sahnenin ilk ışığını yaktı.
Gözleri biraz aşağıya kayıp dudaklarıma kısa bir bakış
attı. Ardından dudaklarını dudaklarımın üzerine bastırdı.
Anın şaşkınlığıyla zaten aralı kalan dudaklarıma hızla
sızıp, beni talan etmeye başlaması uzun sürmedi. Üst dudağımı sertçe kavrayıp
emdikten sonra başını geriye attı. Dudağım, dudaklarının arasında uzayıp
yeniden serbest kaldı. Belimi bırakmamıştı, tutuşu gevşemek yerine daha
kuvvetlendiğinde bana bile anlamsız gelen bir şeyler mırıldanarak ellerimi
ensesine sarıp onu içeriye çektim.
Bana uyum sağlayarak içeri adımladığında bir elimi kısa
bir süreliğine ondan ayırıp kapıyı ittirdim. Kapı kapanır kapanmaz sırtımın
sertçe kapıya yaslanması bir an afallamama sebep olsa da dudaklarını sanki buna
zaman tanımak istememiş gibi yeniden dudaklarıma bastırdığında minik bir
inlemeden başka bir ses çıkartamamıştım.
Dudaklarımı aralayarak karşılık vermeye başladığımda
gözleri kapanır gibi oldu.
Beni, tahmin ettiğimden çok daha yavaş öpüyordu. Acar’ın
tavrı ve tarzı benim için çok daha sert ve gergin bir öpüşme çağrıştırmıştı her
zaman. Bunun ilk öpüşmemizden beni korkutmamak için mi yoksa gerçekten böyle
olmasını istediği için mi olduğunu bilmiyordum.
Ensesine dökülen saçlarını onu kışkırtmak ister gibi
çekerek şansımı zorladığımda belimdeki eline diğer eli de eşlik etti.
Avuçlarıyla belimi neredeyse tamamen kaplamış olmasını kendi içimde
dizginlemeye çalışırken parmakları tenime sertçe gömüldüğünde ağzının içine
doğru inledim.
Az önce bahsettiğim yavaşlık, bu inlemeyle birlikte
kaybolurken öpüşü hoyratlaştı. Dudaklarımı yemek istiyormuş gibi emerken,
dişlerini hafifçe geçirip ısırdığında duraksamadan aynısını alt dudağına yapıp
bu kez onun inlemesine sebep oldum.
Gözlerini araladığında irislerinin parıldadığını
görebilmiştim. Beni delirmiş gibi öperken aynı anda da bakışıyor olmamızı
garipsediğimde gözlerimi yumdum.
Başımı hafifçe yana doğru eğip dudaklarına daha rahat
ulaşmaya çalışırken beni belimden sıkıca tutmuyor olsaydı dizlerimin üzerine
düşeceğime emindim. Dizlerim titriyor, ayakta kalmak için ondan destek almak
zorunda kalıyordum.
Belimi kavrayışı, dudaklarımı talan edişi şu an için çok
fazlaydı. Kaldırabileceğimden çoktu.
Düşüncelerimi okumuş gibi belimdeki elleriyle beni havaya
kaldırdığında duraksamadan bacaklarımı beline doğru sardım. Ajanstan çıkıp
buraya gelmiş olmalıydı, üzerinde siyah bir takım elbise vardı.
Onun üzerindeki kat kat kıyafetlerin aksine, ben ince bir
şort ve kalın askılıylaydım. Kucağına çıktığımda daha da kısalan şortun açıkta
bıraktığı tenimde hissettiğim ellerinin tutuşu sertti. Kendini kasıyordu.
Dudaklarından birkaç saniyeliğine ayrılmak için başımı
çekmeye çalıştım. Bunu fark ettiğinde dudaklarımı son kez sertçe ağzının içine
çekip emdikten sonra bana izin verdi.
“Hım?” dedi geri çekilme sebebimi anlamaya çalışır gibi.
Alnımı alnına yaslayarak az önce rahatça alamadığım nefesleri sakince içime
çekmeye başladım. Belimi belli belirsiz okşayan parmaklarını hissedebiliyordum.
“Nefesim bitti.” dediğimde dudakları kıvrıldı.
Gülümsemesinin fazla uzun sürmeyeceğinden korkarak gülüşünün üzerini yavaşça
öptüm. Geri çekilmek yerine dudaklarımızın birbirine yaslı kalmasına karar
vererek öylece bekledim.
“Bana bu kadar güzel bakmayı kesmelisin.” Gözlerimi
kırpıştırdım. Burnumla burnunu ittirip konuştum. “Bir şey yapmıyorum ki.”
dedim.
“O daha kötü.” dediğini zar zor anlamıştım. İçine içine
konuşmuştu.
“Burada mı kalalım?” diye holü kastederek saçma bir soru
sorduğumda omuz silkti. “Rahat değil misin?”
“Rahatım.” dedim açık açık. Yalan söylemek olmazdı
sonuçta. “Ama sen değilsin.”
“Sen olduğun yerde kal, ben kendime bir koltuk bulayım o
halde.” dediğinde kıkırdadım. Kucağından indirmek istememesi hoşuma gitmişti.
Hep kalabilirdim, benim için sorun yoktu.
“Salon…” dedim elimle ilerideki kapıyı işaret ederek.
Oraya doğru yürümeye başladığında ben de omuzuna doğru yatıp kısa yolculuğumuzu
boynundaki damarları inceleyerek değerlendirmiştim. Dudaklarımı bastırmak,
damarlarının üzerinden dilimle geçmek gibi bir fikre sahip olsam da bunu
kaldıracak bir kalbim yoktu.
Salona girdiğimizde Acar’ın duraksadığını adımlarından
anlayıp merakla kafamı kaldırdım. Her yere saçılmış olan tablolar, resim ıvır
zıvırları ilgisini çekmiş olmalıydı.
Camın hemen solunda duran ikili koltuğa ilerlemek yerine
tablolardan birinin yanına geldiğimizde heyecanla yerimde kıpırdandım. Karnına
doğru sürtündüğüm için kendi kendime şok olduğum sırada Acar’da belimi sıkıca
tutup yeniden kıpırdanmamı engellemişti.
Biraz daha aşağıda duruyor olsaydım, senaryo fazlasıyla
değişebilirdi. En azından karnıyla kurtulmuştuk.
“Bunları sen mi yapıyorsun? Hepsini…” dediğinde başımı
salladım. “Burası hem evim, hem de atölyem.”
“Güzel görünüyorlar, daha ayrıntılı incelemek isterim.”
Bu isteğinin benim için ne demek olduğunu bilmiyordu, bir süre de bilmemeye
devam edecekti. Uğruna ailemden uzaklaştığım, kendimi yalnızlaştırdığım
resimlerimin birileri tarafından görülmek, incelenmek istenmesi benim için
özeldi.
“Bu inceleme için kucağından inmem gerekecek mi?” dedim
konuyu biraz dalgaya alabilmek amacıyla. Yoksa gözlerim dolmaya başlayacak ve
Acar’ı bu denli hızlı değişebilen duygu geçişlerimle şok edecektim.
Benimle birlikte koltuğa doğru gitmeye başladığında
gülüşümü bastırmak için omuzuna kapandım. “Sonra inceleriz, tablolar kaçmıyor.”
Ben de
kaçmıyorum Acarcım, her zaman kucaklayabilirsin şeklinde
içimden geçenleri şimdilik içimde tutmaya devam ettim.
Birbirimize sormamız gereken, açığa kavuşması gereken bir
sürü şey vardı. Bunları bir kenara bırakıp ilk önce öpüşmüş, şimdi de hiçbir
şey olmamış gibi kucak kucağa koltukta oturuyorduk.
Acar’ın saatler, hatta dakikalar sonra eski haline dönüp
beni kırabileceğini, üzebileceğini bilen mantıklı tarafım çok fazla anın
büyüsüne kapılamamam için beni uyarsa da; ona âşık tarafım çoktan ipleri eline
almış, beni hayallerimin gerçekleşiyor olduğuna inandırmaya başlamıştı.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder