Aykırı Çiçek 21.Bölüm
21.BÖLÜM
11 Ağustos tarihinin, bu yıla kadar benim için hiçbir
anlamı yoktu. Sıradan bir gündü.
Bu yıl ise zorlukla ayakta tuttuğum dünyamı başıma
yıkacak bir güne dönüşmüştü. Henüz günü yarılamadan ailemin bir trafik kazası
geçirdiğini öğrenmiştim. Anne ve babamı beklediğim ameliyathane kapısında ise
annemin yoğun bakıma alındığına sevinecek kadar çaresizken babam için her şeyin
çoktan bitmiş olduğu haberini almıştım.
11 Ağustos’u unutmayacaktım. Bundan kötüsünü de
yaşayacağıma ihtimal vermiyordum.
Ta ki bir sonraki gün gelip çatana dek… Birkaç saat sonra
bitecek olan 12 Ağustos için değil konuşmak, düşünmekte dahi zorlanıyordum.
Çünkü 12 Ağustos belki de benim miladımdı.
- 8 saat önce
“En azından birkaç lokma yemeden odadan çıkartmayacağım
seni Feris, kendini boşuna yoruyorsun güzelim.” Acar, elindeki tostu ağzıma
doğru uzatırken bir yandan konuşuyordu.
Midemde bu lokmaları kabul edecek bir alan ve bende bir
parça bile iştah olmadığından çaresizce başımı yana çevirip ağzımı ondan
kaçırdım. Odanın ilerisinde bekleyen Koray kollarını göğsünde kavuşturmuş halde
karışmadan bizi izliyordu. Az önce beni buradan alması için attığım bakışları
görmezden geldiğinde ondan umudumu kesmiştim.
Dün gözlerimi araladığım ve Acar’la uyandığım odada her
saat farklı bir ruh haline bürünmüştüm. Zaman zaman hıçkırarak ağlıyor, bazen
hiç ses çıkartmadan bir yere dalıp gidiyordum. Bazen ise dün hiç yaşanmamış
gibi sakinleşip duruluyordum.
Gece hiç uyumamıştım. Acar kısa bir süre bile yanımdan
ayrılmamıştı. Söz vermişti, sözünü
tutuyordu. Yanımdaydı.
Yine o odadaydık, saat öğlen 1 civarıydı. Koray bir
görünüp bir kayboluyor, ama sık sık yanıma uğruyordu. Annemin yanına halen
gidememiştim. Koray, eğer izin verirlerse bana hemen söyleyeceğini, yoğun bakım
katına kimseyi almadıklarını söylemişti. Bu yüzden sürekli durumunu soruyor
olsam da oraya gitmeye çalışmamıştım.
Sabah Melih gelmişti. Bugünün ilk ve tek ağlama krizine o
sırada girmiştim. Babamın gitmiş olmasını yok sayarak mı atlatmaya çalışıyordum
bilmiyordum fakat birileri bundan bahsettiğinde, küçük bir ‘başınız sağ olsun’
dileği bile beni tetikleyebiliyordu.
O andan sonra sakin halime bürünmüştüm. Acar da bunu
fırsat bilip kantinden Koray’a aldırdığı tostu ağzıma tıkmaya çalışıyordu.
“Acıkmadım. Sonra yerim.” dedim yaklaşık dördüncü kez.
“Acıkmaman mümkün değil, dün evden çıkmadan kahvaltı bile
yapmamış olduğunu kendin ağzından kaçırdın. Ki hadi diyelim acıkmadın, inan
umurumda değil çünkü bu tostu yiyeceksin. Güçsüz düşüp bayılmak mı istiyorsun?”
Acar’ın üstelemelerine daha fazla maruz kalırsam bayılma
sebebim açlık değil, bu olacaktı. Ağzıma yapışık halde duran tosttan minik bir
ısırık aldığımda Koray, Acar’a başparmağını ‘onay’ verir gibi kaldırmıştı.
Üçüncü lokmamı çiğnerken daha fazlasını istemediğimi
belli eden bakışlarımı Acar’a diktim. Birkaç lokma demişti, üç uyuyordu bu
tanıma.
“Tamam, daha sonra başka bir şey buluruz. Canının
istediği bir yemekten yersin, şimdilik yeterli.” Tostu kâğıdına sarıp
kapatırken alnıma küçük bir öpücük bıraktı. Gözlerim istemsizce kapanır gibi
kısıldığında gülümsediğini gördüm.
Yatakta yan yana oturuyorduk. Koray da karşımızda duran
sandalyemsi koltukta oturuyordu. Boğazını temizler gibi öksürdü. “Abisi
sayılırım ben, insan biraz çekinir. Yalap şalap öptün gözümün önünde.” derken
ciddi olmadığını biliyordum. Umarım Acar da biliyordu…
Ayrıca bu öpücüğün şu ana kadar Acar’ın bana verdiği
öpücüklerin en masumlarından biri olduğunu da belirtmem gerekebilirdi.
Acar, kısa bir an Koray’a baktı. Ne diyecek diye
beklerken hiçbir şey demeden yeniden bana döndü. Koray, Acar tarafından bu
denli takılmamayı beklemiyor olacak ki ağzı yarı açık bakıyordu.
Gülecek gibi hissettiğimde bunu onlardan saklamak için
yüzümü Acar’ın koluna gömdüm.
“Saklan saklan, bilmiyorum sanki sırıttığını. Nefes
alışından tanıyorum kızım ben seni.” Koray’ın kurduğu cümleyle birlikte Acar’ın
bedeni yavaşça kasıldı. Yüzüm ona yaslı olduğu için bunu hissedebilmiştim.
Çenemi olduğum yere yaslayıp yüzümü kaldırdım. Acar’ın
zaten bana bakıyor olduğunu böylece görmüş oldum. “İyi misin?” dedim neye
gerildiğini anlamaya çalışarak.
“İyiyim güzelim.” diyerek yaslı olduğum kolunu sırtıma
sarıp beni göğsüne doğru çekti. İtiraz etmeden oraya yayılıp, yanağımı
yasladım.
Odanın kapısı birkaç kez tıklandığında Acar’ın göğsünden
ayrılıp oraya döndüm. Yavaşça açılan kapının arkasında Sedat amcayı gördüğümde
annemle ilgili bir durum olabileceğini düşünerek telaşla yataktan kalkıp ona
doğru gitmeye çalıştım. Uzun süredir burada oturuyor olmam, ağlama krizlerim ve
uykusuzluğum birleşip bu ayağa kalkışı zorlaştırdığında sendeledim. Acar,
kolumu sıkıca tutarak düşmemi engelledi.
“Annem iyi mi?” dedim hiç uzatmadan. Her an kötü bir
haber alabilirmişim gibi tetikteydim. Bunu düşünmemek çok zordu, anneme de bir
şey olacak korkusu içimde bir köşede duruyor, beni hem ruhsal hem de fiziksel
olarak güçsüz düşürüyordu.
Sedat amca ona doğru attığım ikinci adımda elimi tuttu.
“İyi… Yani bir gelişme yok, doktoru arada girip kontrol ediyor. Henüz yanına
girmen için izin çıkmadı.”
Omuzlarım düşerken başımı sallamakla yetindim. Kötüye
gitmesindense bu daha iyi bir haberdi, kötünün iyisiyle yetinmek zorundaydım.
Başka yolum yoktu.
“Yoğun bakımın önü yeterince kalabalıklaşınca ben de
senin yanına geleyim dedim, nasılsın güzel kızım?” demesiyle boynumu hızla
çevirip Koray’a baktım. “Yoğun bakımın önüne gitmeye izin veriyorlar yani…”
dedim sinirlendiğimi hissederek.
Koray ne diyeceğini bilemiyormuş gibi bana bakakalırken
ileriye adımladım. “Ben de gitmek istiyorum, hem kalabalık derken? Kim var ki?”
Kapıya yöneldiğimde arkamdan Koray ve Acar’ın da
hareketlendiğini duyumsadım.
“Annenin ve babanın aileleri geldiler bu sabah.” Sedat
amcanın açıklamasıyla adımlarım kapıya bir iki adım kala yavaşladı.
Onlara haber verilmesi gerektiği aklıma bile gelmemişti. Henüz
kendime bile gelememiştim zaten.
“Tamam, yanlarına gidelim o zaman.” dedim sakince.
“Gidelim.” Sedat amca kısa bir duraksamanın ardından beni
onayladı. Kapıyı açtığımda o da hemen arkamdaydı. Peşimizden de Acar ve Koray
geliyordu. Bakmasam da bunun farkındaydım.
Asansöre bindiğimizde hiç kimseden ses çıkmıyordu. Birkaç
kat yukarıya çıktıktan sonra duran asansörün kapıları açıldı. Önden ilerleyen
Sedat amca ve Koray’ı parmaklarından ikisini avucumun içinde sıkıca tuttuğum
Acar’ın hemen yanında takip ediyordum.
“Burada olmak sana iyi gelmeyecekse direkt odaya döneriz,
kötü hissettiğin anda bana bakman yeterli. Tamam mı güzelim?” Ondan güç almak
ister gibi eline tutunduğumda bunları söylemişti. Başımı sallayıp onayladım.
Koridor boyunca biraz ilerleyip en son sağa döndüğümüzde
küçük bir kalabalık gözüme çarptı. Tanıdık yüzler gördüğümde geldiğimizi
anladım.
Annem ve babam akrabaları ile sıkça vakit geçiren,
bağları kuvvetli kişiler değillerdi. Çocukluğumda daha sık gördüğüm bu insanlar,
ben ailemden uzaklaştıkça iyice silikleşmişti hafızamda. Halamla arada da olsa
telefonla konuşmak dışında kalan kimseyle bir iletişimim yoktu. Birçoğu zaten
şehir dışında yaşıyorlardı.
Bizi ilk fark eden dayım oldu. Annesinin omuzuna
dokunarak burayı işaret ettiğinde kalan herkesin ilgisi bize yönelmiş oldu.
Anneannem, dedem ve dayım bir taraftayken karşı
taraflarındaki koltuklarda babaannem ve halam vardı. Babaannem bize dönmeyen
tek kişiydi. Başı öne eğik halde ağlıyordu. Kimsenin canı onun kadar yanmıyor
olmalıydı.
Bir anne için, çocuğunu sevebilmeyi başarmış bir anne
için onun kaybından daha acı bir şey var mıydı bilmiyordum. Babamın babasını
tanımıyordum, ben doğmadan önce vefat etmişti. Babaannem için babamın büyük bir
dayanak olduğunu tahmin etmek zor değildi.
Çocukluğumla ilgili hatırlayabildiğim en eski anılar
ilkokul yıllarımdı. Öncesi aklımda bulanık anılardan ibaretti. O yıllarda
babaannem ve halam henüz Eskişehir’de yaşamaya başlamamışlardı, evleri bize çok
uzakta olmayan bir semtteydi. Annem ve babam yoğun çalışıp, çoğu zaman uyku
saatimden sonra eve geldikleri için okuldan sonra babaannemle kalırdım.
Sevgisini fazla belli eden bir kadın değildi. Halam ve
babamı da öyle delicesine bir sevgiye boğmazdı ama verdiği değeri hissederdim.
Bu, kendisini anne ve babasına kanıtlamakta zorlanan, değersiz hisseden İzgi
için bulunmaz bir nimetti. Babaannemle kalmayı severdim, eve gitmek istemezdim.
Ortaokula geçtiğim ikinci yıl halamın tayini çıkınca apar
topar Eskişehir’e taşınmışlardı. Çok ağladığımı hatırlıyordum. Annem bu
ağlayışlarıma tahammül edememeye başlayıp bana öfkelenirdi. Babam dayanamayıp
beni babaanneme götüreceğine söz vermişti.
Sözünü
tutmamıştı.
Belki de o sözünü tutabilseydi şimdi olduğu kadar yalnız
hissetmezdim. Halam ve babaannemden de uzaklaşmak zorunda kalmazdım.
Büyüdükçe bunun tek suçlusunun babam olmadığını
anlamıştım. Halam ya da babaannem beni görmek isteseydi, babamı ya da annemi
araya katmadan bunu yapabilirlerdi. Ama istememişlerdi.
Bu ailenin hiçbir üyesi için öncelik olmayı
başaramamıştım. Kimseye kendimi tam anlamıyla sevdirme şansına sahip
olamamıştım.
Babaanneme kilitlenen bakışlarımla daldığım düşünceler
biraz uzun sürmüş olmalı ki kendime geldiğimde herkes dikkatle beni izliyordu.
Babaannem de yaşlar akan gözleriyle bana bakıyordu.
Nedensiz bir üşümeyle ürpererek yakınımda duran boş
sandalyeye ilerleyip oturdum. Kimseye bir şey söyleyecek gücü kendimde
bulamamıştım.
Hiç kimse de bana bir şey söylemesin diye umarak
kollarımı kendime sardım. Sabah Koray’ın getirdiği siyah bir eşofman ve aynı
renk tişörtü üzerime geçirmiş, elbisemden kurtulmuştum. Tişört ince sayılmasa
da şu an üşüyormuşum gibiydi. Ağustos ayında olmamız üşümeme engel değildi.
Birkaç dakika sessizliğin hakim olduğu ortamda arada
babaannemin yükselen hıçkırıkları dışında bir ses duyulmadı. O her ağladığında
kendimi daha sıkı sardım. Odadayken gerçeklerden kaçabilmek daha kolaydı. Ama
şimdi o ağlarken her saniye babamı görüyormuş gibi hissediyordum.
Bencil bir istek miydi bilmiyorum, ama birinin bana
yaklaşıp sarılmasını bekledim. Arkamdaki üç adamdan başka birinin beni
sarmasını, acımı onunla paylaşabilmeyi…
Babamı kaybetmiştim. Annemi de kaybetmenin eşiğindeydim.
Nefes alamıyordum. Beni görmezden gelmeyi bir kere de olsa bırakamazlar mıydı?
Ben, kime ne yapmıştım?
Beni şaşırtmadılar. Kollarını bedenime dolayan yine Koray
oldu. Buruk bir gülümsemeyi ağırlayan dudaklarım gerildi.
“Abime mesaj attım, hırka bulacak sana. Hiçbirimizin
üstünde fazlalık bir şey yok, hava sıcak diye. Hırka gelene kadar ben ısıtayım
seni, olur mu?” Bir şey söylemeden sıcaklığına sığındım. Beni dikkatle izleyen
kalabalığa bakmamayı deneyerek bakışlarımı Koray’ın omuzunun üzerinden Acar’a
odakladım. O, kendisine neden baktığımı çözmeye çalışırken ben sakince her
ayrıntısını izliyordum. Aklımı dağıtmama yardım etmesi lazımdı, yoksa yeni bir
krizin eşiğinde olduğumu hissedebiliyordum.
“Anneni sormayacak mısın, nasıl olduğunu?” Sessizliği tok
sesiyle bölen kişi anneannem oldu. Annemin gözlerine benzeyen mavi gözlerini
üzerime dikmiş halde, hiçbir duygu barındırmayan sesiyle sormuştu. Babaannemin
aksine anneannem sevgisini de nefretini de fazlasıyla belli ederdi. Kendisi
dışında çoğu kişiyi sevmediğine dair de yeminler edebilirdim.
Sözünün çiğnenmesini, yok sayılma olarak görür, hayatı
herkese zinadan edebilecek kadar kinlenirdi. En büyük örneği annemdi sanırım.
Babam ile evlenmesi anneannemden onay alamamış, hem kendisi hem de babam
anneannemin nefretini fazlasıyla kazanmıştı. Bunun bana da sıçramış olmasını
yadırgayamıyordum.
Anneannemin bana sorduğuna emin olduğu sorunun muhatabı
sanki bir başkasıymış gibi sessiz kaldım.
“Kime söylüyorum?” Sesi yükselir gibi olduğunda irkildim.
Koray beni daha sıkı sardı.
“Kime ne söylüyorsanız daha sonra söylersiniz Emine
Hanım. Daha cenazesi kalkmayan oğluma saygınız yok biliyorum, fakat en azından
içeride canıyla uğraşan kızınıza saygınız olsun. Sesinizi kısın.” Gözlerinden
akan yaşlar dahi kurumamışken babaannemin konuşmaya başlamasını beklemiyordum.
Kimse beklemiyordu muhtemelen, çünkü üzerimdeki bakışlar hızla ona döndü.
“Benim herkese saygım var, fakat belli ki torununuzun
yok. Selam dahi vermeden, çekildi köşesine. Ne size ne bize… Onu mu
savunacaksınız?”
Torununuz… Beni
sanki sadece babaannemin torunuymuşumcasına ötekileştirmesine tepki vermedim.
Üzülmemiştim ya da kırılmamıştım. Anneannemin söylediği hiçbir şeyin benim için
önemi yoktu.
“Savunmayacağım.” dedi babaannem hiç duraksamadan.
Kasılmamı engelleyemedim. Ardından devam etti. “Savunmaya yüzüm olsa emin olun
savunurdum, fakat benim İzgi’ye bakacak yüzüm yok. Sizin de olmadığını
biliyorum, üste çıkmaya çalışmadan oturun, inanın daha az yorulacaksınız.”
Babaannemin bana karşı mahcup olmuş gibi takındığı
tavrına şaşkındım. Geri adım atmasına alışık değildim. Net çizgileri olan bir
kadındı, yaşının verdiği ağırlığı omuzlarına almış halde çoğu zaman
sessizliğiyle konuşurdu.
“Ne demeye çalışıyorsun sen bana?” Anneannemin hızla
sizli bizli cümlelerden sıyrılıp yükselmesini duysam da bakışlarımı
babaannemden çekmedim.
“Anladınız siz beni Emine Hanım, çok iyi anladınız.”
Babaannem ayağa kalkmak için hamle yapınca halam koluna girip destek çıktı.
“Reyhan ile ilgili bir gelişme olursa haber verirsiniz.” Dedeme bakıp bunu
söyledikten sonra yürümeye başladı.
Ben biraz uzaklarında oturuyordum. Asansöre doğru gitmek
için önümden geçmeleri gerekiyordu. Koray beni bırakmamıştı. Bıraksa
titremelerimin açığa çıkacağının farkındaydım.
“Siz de burada durmayın Sedat oğlum, kalabalığa lüzum
yok.” Babaannem Sedat amcaya bunu söylerken asıl kastettiğinin ben olduğumu
anlamıştım. Anneannemin yanında durmamı istemiyordu.
“Songül teyzem haklı, biz İzgi’nin odasında beklemeye
devam edelim. Hadi.”
Koray babasına dönüp yeniden bana çevirdiği bakışlarıyla
benden onay almak ister gibi baktı. Kalmak istersem babasını dinlemeyeceğini
biliyordum. Ama kalmamın ne anneme ne kendime bir yararı olmayacaktı.
Anneannemin sürekli beni iğnelemeye devam edeceğini bilecek kadar tanıyordum
onu.
Gözlerimi yavaşça bir kez kapatıp açtım. Onay vermek için
yaptığım bu hareketle birlikte Koray beni tutarken ayaklandık. Koray’ın
telefonu çalmaya başladığında ise o uzaklaşırken Acar yanıma gelmişti. Az
önceki diyalogları duymuş olmasından rahatsız olup olmadığımı düşündüm bir an.
Olmamıştım.
Gerçek İzgi böyle biriydi. Ona yansıttığım mutlu, enerjik
Feris benim zorla ayakta tuttuğum tarafımdı. Basit bir oyunculuktu.
Beni tanımak için bu halimi de görüp bilmesi zaten
gerekliydi. Hoşuna gitmezse yapabileceğim bir şey olmayacaktı.
Sırtımı sıkıca saran koluna yaslanıp asansöre ilerledim.
Asansör geldiğinde hepimizin binebileceği kadar geniş olduğu için sorun
yaşamadan altı kişi binebilmiştik. Asansör odamın olduğu katta durduğunda
babaannem ve halamın hareketlenmediğini gördüğüm için zar zor güç bularak
halamın koluna dokundum. “Babaannem odamdaki yatakta uzanabilir. Yorgun
görünüyor.” Babaannemle birebir diyalog kurmaktan kaçınarak araya halamı koymuştum.
“Gerek yok, sen kendi yorgunluğuna bak önce. Ayakta
duramıyorsun. Şu elektrik direği seni tutmasa yere düşeceksin.” Babaannem
eliyle Acar’ı gösterip homurdandığında bir an için gülecek gibi oldum. Beni
güldüren babaannemin Acar’a böyle seslenmesinden çok Acar’ın suratının aldığı
şekildi.
“Koltukta oturursun o zaman Songül teyzem, koca odada yer
mi yok?”
Sedat amcanın müdahalesiyle babaannem yeniden itiraz
etmedi. Odama doğru ilerledik. İçeriye girdiğimizde en önde ben ve Acar vardık.
Bu yüzden koltuğa ben oturdum. Babaannem içeriye girdiğinde benim koltukta
olduğumu gördü. Kaşlarını hafifçe çatıp konuşmaya başladı. “Geçsene yatağına.”
Omuz silktim. Odadaki tekli koltuğa Sedat amca, benim
yanıma Acar oturduğunda geriye kalan tek boşluk yataktı. Bana uyum sağlayıp
babaannemi çaresiz bırakmalarına sevinmiştim. Yatağa geçtiğinde halamın
yardımıyla uzandı.
Halam da ayakucuna oturduğunda Koray dışında hepimiz
oturuyor haldeydik. O da gelip benim oturduğum koltuğun kolçağına yaslandı.
Kimse bir şey söylemezken birkaç dakika geçip gitti.
Koray telefonuna bakıp ayaklandı. “Abim getirmiş hırkayı, koridorun başından
alıp geleyim.” dedikten sonra odadan çıktı.
O giderken saniyeler sonra aklıma gelen şeyle ben de
ayağa kalktım. “Soner abiye bir şey sormam lazım.”
“Geleyim mi ben de?” Acar’a olumsuz anlamda kafa
salladıktan sonra odadan çıktım.
Çıkışa doğru yönelirken henüz Koray’ı ve Soner abiyi
görememiştim. Görüş açıma sonunda girdiklerinde koridordaki hafif kalabalıktan
ve birbirlerine odaklanmalarından dolayı beni henüz fark etmemişlerdi.
Yanlarına yaklaştığımda seslerini duyabilir hale geldim.
“Abi, yemin ederim diken üstünde beklemekten kalp
krizinin eşiğindeyim. Emine teyze her an her şeyi söyleyebilecek bir kadın,
şimdi acısı da varken kimse önünü alamaz. İzgi’ye ya söylerse…” Duyduklarımı
anlamlandırmaya çalışırken istemsizce duvarın köşesine doğru çekildim. Beni
görmelerini istememiştim.
“Ben de korkuyorum koçum da yapacak ne var şu an? Kız
zaten daha babasının acısını yeni hissetmeye başladı, annesi desen durumu belli
değil. Dönüp biri dese ki, bu acıları
yaşadığın aile senin gerçek ailen değil… Nasıl toparlayabiliriz onu?”
Soner abinin söyledikleri zihnimde boş bir odada
yankılanır gibi defalarca tekrar ederken gözlerimi sıkıca kapattım.
Bu kadarı çok fazlaydı.
Bu kadarı benim taşıyabileceğimden çok fazlaydı.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder