Günler Kısa Geceler Sonsuz 22.Bölüm

 22.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

- Tuna

 

Önümden geçerken bomboş yolda kornaya asılan sürücüye içimden saydırırken sırtımı yasladığım binaya biraz daha sindim. Bitmek üzere olan sigaradan son bir soluk daha alıp izmariti duvarda söndürdükten sonra öylece elimde tutmaya devam ettim.

Başımdaki ağrıyı kesmek için sanki işe yaracakmış gibi sigaraya sığınmıştım. Kaçıncı olduğunu saymadığım kadar çok içmiştim, eve girdiğimde tekrar çıkamayacağımı düşünerek binaya girmeden önce son bir tane daha yakmıştım.

Günü Lal ile geçirmiştim, bu da gün boyunca elim hiç sigara paketine gitmedi demek oluyordu. Müge ablanın doğum gününde fark ettiği bu durumu, araya giren farklı gündemler yüzünden çok fazla dile getirmemişti tekrar. Ben de hatırlatmamak için köşe bucak kaçıyordum zaten.

“Hayırdır sarı kafa, evin yolunu mu karıştırdın?”

Duyduğum sesle birlikte gözlerim irileşirken elimdeki izmariti daha sıkı tuttum. Bizim binanın değil, yan binanın önündeydim her ihtimale karşı. Fakat belli ki bu yeterli bir önlem değildi, beni nasıl fark ettiğini bilmediğim Uras abim birkaç adım öteden bana bakıyordu çünkü.

“Eve girmeden biraz daha nefes alayım dedim abi, sen nereden bu saatte?” Çevirebilmeyi umarak şüphe çekmeyecek şekilde konuyu değiştirmeyi denedim.

“Nefesi bundan sonra havadan almayı dene, o elindeki zıkkımdan zor oluyordur.”

Yanıma tamamen ulaştığında gözlerimi kaçırdım. Çoktan fark etmiş olması iyi miydi kötü müydü bilmiyordum. Ona yalan söylemek istemiyordum zaten, ama şimdi de ne tepki vereceğini kestiremediğim için gergindim.

“Abi…” dedim devamını getiremeden.

“Başlatma lan abine, ne halt ediyorsun Tuna sen? Ne sigarası oğlum daha 17 yaşındasın sen!”

Sessiz kaldığımda sert bir nefes aldı. Ardından sakinleşmeye çalışıyormuş gibi biraz bekledi.

“Ne zamandır içiyorsun?”

En fazla altı ay oluyordu, ama cevap vermeyip sessizce bekledim. Onu daha önce bana ciddi anlamda kızarken neredeyse hiç görmemiştim. Ne ablama ne de bana sesinin yükseldiğine denk gelmemiştim hatta ciddileştiğini bile nadiren görürdüm.

“Cevapla Tuna, cevap vermezsen ablana anlatırsın derdini ben aradan çekilirim.”

Bunu yapmayacağından emindim. Ablamın bu denli üzüleceği bir durumu, karşısına geçip aniden ona anlatmazdı. Karısına kıyamazdı.

“Altı ay falan oldu.” dedim yüksek çıkamayan sesimle. “Arada sırada içiyorum zaten, öyle her an her saniye değil.”

“Aferin mi bekliyorsun az içtiğin için?”

“Hayır.” dedim net bir şekilde.

“Bizimkilerden biri biliyor mu? Abilerinden biri…”

Başımı hızla iki yana salladım. Bilmiyorlardı. Sadece arkadaşlarım biliyorlardı, Lal de bir hafta önce eklenmişti listeye zaten.

Ofladı gergince. Ardından kolunu omuzuma sarıp beni kendisine çekti. “Ne yapacağız şimdi küçük Özkan?”

“Bilmiyorum abi.” dedim içe kapalı bir tavırla. “Ablama söylemesen daha iyi olur ama, üzülsün istemiyorum.”

“Üzülsün istemiyorsan bırakacaksın aslanım, böyle arada sırada dersin devam edersin sonra hiç bırakamayacak hale gelirsin. Çocuk oyuncağı değil bu, bağımlılık.”

“Abi yemin ederim ara sıra içiyordum, hatta geçen hafta Lal öğrenip bana kırgın kırgın baktığından beri doğru düzgün içmedim. Ama…”

Devamını getirmeden önce duraksadım. Başımı geriye doğru atmaya çalıştım. Kolu omuzumda olduğu için koluna yaslanmıştı başım.

“Ne ama? Lal için bırakmaya niyetlenmişsin işte, ne güzel. Ne oldu da yine içesin geldi? Lal’in üzerine çıkabilecek ne yaşandı?”

Aklımdan üç gün önce öğrendiğim, o günden beri de zihnimi meşgul eden olay geçmeye başladı. Çınar’ın bir iki güne aklını başına toplayacağını sanmıştım, ama tık yoktu. Ne aramış ne de dayanamayıp aradığımda telefonunu açmıştı. Berke’nin de aramasını açmadığını öğrenmiştim.

Bu yetmiyormuş gibi zar zor olayda suçu olmadığına ikna ettiğim Lal yeniden kendisini suçlamaya başlamıştı. Benim yanımdayken saklayabilse de, dün Demir abim arayıp ‘tartıştınız mı Lal’in neyi var’ diye sorduğunda açığa çıkmıştı.

“Çınar…” dedim konuya direkt girerken. Belki ne yapmam gerektiğini Uras abimden öğrenebilirdim. “Güneş ile birliktelermiş, bir haftadır. Üç gün önce de bize anlattı.”

Omuzumdaki kolu düşecek gibi oldu. Şaşırdığını fark etmemek imkânsızdı. “Ne?”

“Ben de ilk duyduğumda dalga geçiyor sanmıştım, ama gözü kör olmuş gibiydi abi. Karşıma geçip Güneş’i savundu, araya girmesem Lal’in üzerine gidecekti. Güneş ona ne anlattı bilmiyorum ama bambaşka bir yerden bakıyor olaya.”

Omuzumda olmayan kolunu kaldırıp alnını ovuşturdu. “Birkan’la konuşmak lazım, Güneş psikolojik olarak iyi değil, şu ana kadar anladığım kadarıyla. Olay karışmadan müdahale etsinler.”

Bunun iyi bir fikir olup olmadığından emin değildim, ama sessiz kalmakla yetindim.

“Yine konuşuruz, sen bütün gününü bunu düşünerek geçirmemeye bak. Eminim Lal’i de etkiliyordur gergin halin, ben halledeceğim tamam mı?”

“Tamam,” dedim tereddüt etmeden. Halledeceğim diyorsa edecekti, biliyordum. Kendimden daha çok güveniyordum ona.

Saçlarımı karıştırıp omuzumu bırakmadan binaya doğru yönlendirdi ikimizi. “Gidelim artık, karımla kızımı özledim.”

Duygusallaştığımı anlayıp direkt konuyu değiştirmesine hafifçe güldüm. “İyi ki varsın abi.”

“Asıl sen iyi ki varsın sarı kafa, akşam akşam duygusallaştırma ortamı. Peri başka bir şey oldu da ona mı üzüldünüz diye başımızın etini yiyecek yoksa.”

Ablamın hali gözümün önüne gelince gülüşüm arttı. “Gülme lan karıma, komik mi?”

“Biraz…” dedim yalandan korkmuş gibi yaparak.

Kendisi de gülerek kafasıyla kafamı ittirdi. “Ayıp oğlum, ayıp.”

Evin kapısına ulaştığımızda anahtarımı almadığım için onda var mı acaba diye soluma döndüm ama o da bana bakıyordu. “Sen de mi almadın anahtarını?”

Olumsuz bir ses çıkarttı. Aynı anda da zile basmıştı.

Kapıda adım seslerinden önce Gülin’in heyecanlı çığlıkları duyulurken aynı anda güldük. “Annecim yavaş!” Ablamın sesi de eklenmişti hemen ardından.

Kapı açıldığında annesinin kucağına hapsolmuş olan Gülin ellerini çırptı. “Herkes gelmiş!”

“Özledin mi babayı meleğim?” Gülin babası tarafından ilgi gördüğü anda dünyadan soyutlanırken ben de ayakkabılarımı çıkartıp içeri girmiştim.

“Uras?” diyen ablamın ses tonu sorgular bir biçimde olunca gergince ona baktım.

“Sigara kokuyorsun, kimin yanındaydın?”

Gözlerimin irileşmesine engel olmayı denedim. Uras abimin ne tepki vereceğini nefesimi tutmuş halde beklerken sakince cevapladı. “Sinmiştir üzerime, bilmiyorum yavrum. Duşa girerim şimdi.” Son cümlesini bastırarak söylemişti sadece benim anlayabileceğim şekilde.

Duşa gir uyarısını aldığımda ablama çok yanaşmadan odama ilerledim. Bir daha evin bu kadar yakınında sigara içip, üzerimdeki kokuyla içeri girmemeyi de aklıma not etmiştim.

“Baba!” Konu kendisi değil diye sinirlenen Gülin bağırırken çaktırmadan ortamdan sıvışmıştım ben de. Duşa girip çıktıktan sonra ablamın dikkatini çekmemek için odama kapanmak yerine salona geçtim.

Gülin, orta sehpada babasını esir almış boyama yaptırıyordu. Ablam ise oturduğu koltuktan gülerek onları izliyordu. Onun etrafa saçtığı dingin enerjiye ihtiyaç duyduğum için koltukta dibine girip oturdum. Yanağımı omuzuna bırakıp sırnaşırken hiç afallamadan kollarını açabildiği kadar açıp etrafıma dolamıştı.

Başımın üzerini öptü. “Yorgun musun bebeğim?”

Bu aralar kendi karmaşık düşüncelerim yüzünden ablamla yeterince vakit geçirmiyor olduğumu şu anda kokusunu alabiliyorken fark etmiştim. Bazen anlamsız anlarda ablamın birden yok olacağı hissine kapılıyordum, bu geceleri uykularımı bölüyor bazen başıma sancılar saplanmasına sebep oluyordu.

Kendimi bildim bileli hemen yanımda hep o vardı, sonsuza kadar da o olsun istiyordum. Herkes kaybolsa da Peri benimle kalsın diye diliyordum.

“Biraz.” dedim dürüstçe. Fiziksel olarak değil ama zihinsel olarak çok yorgundum.

“Yapabileceğim bir şey var mı?”

“Sarıl.” dediğimde kulağımı şenlendirecek tatlı bir kıkırtıyla güldü. Bakmasam da Uras Kalyoncu’yu mest edip bize döndürdüğünden adım gibi emindim.

Bana daha sıkı sarıldı. “Birlikte uyuyalım mı bugün?” Derdimi anlatmasam da iyi hissetmediğimin farkına tabii ki varmıştı. Beni, benden daha iyi tanıyordu.

“Uyuyalım, kocan canıma kast etmesin ama. Koru beni.”

“Kocam sana kıyamıyor, yeme beni.”

“Dedikodumu mu yapıyorsunuz siz orada, bekleyin sanat eserim bitsin geleceğim.” Uras abi eliyle bir saniye işareti yapıp Gülin’in kalemleriyle haşır neşir olmaya devam ettiğinde ablamın omuzuna kapanarak güldüm.

“Baba taşıymadan boya, iyyenç oluyo.” Gülin memnuniyetsiz bir tavırla babasını haşlarken, ablam ona destek çıkınca Uras abi sabır dilercesine başını havaya kaldırdı. “Yavrum ben finans uzmanıyım, oradan bakınca ressama mı benziyorum?”

“Ay sonu hesabı mı yapsın çocuk Uras, boya işte. Biraz büyüyünce matematik ödevlerini yaparsın, ne diyeyim?”

Gülin tenis maçı izler gibi bir annesine bir babasına bakarken sıkılmış olacak ki boyama kitabını ittirip masadan destek alarak ayaklandı. “Danacım ben su içcem.”

Bu, benimle gel ve su ver demekti Gülin dilinde. Ayaklanıp Gülin’in önden paytak paytak gidişini takip ettim mutfağa kadar.

 

 

~

 

 

“Uras…” Nilperi halen yerde oturuyor olan kocasına seslenirken kalemleri kutuya doldurmaya çalışan Uras başını çevirip ona baktı. “Söyle Peri’m.”

“Tuna seninle konuştu mu? O yüzden mi birlikte geldiniz akşam, benim bilmemi istemediği bir şey mi var?”

Nilperi, yıllardır Tuna’nın her hareketini ezbere biliyor olan kişilerden biri olarak, bu akşam ve öncesindeki halini fark etmekte zorlanmamıştı. Aklına taktığı bir şeyler olduğu belliydi. İlk aklına gelen Lal olmuştu bu durumda. Uras cevap vermediğinde ekledi bu yüzden. “Konu Lal mi?”

Uras birkaç saniye ne diyeceğini bilemeden duraksadı. Yerden yavaşça doğrulup karısının yanına ilerleyip oturduktan sonra göğsüne doğru yatırdı. “Sana yalan söylememeye yeminliyim, biliyorsun değil mi?”

Yaşadıkları, bir yalandan doğan, olay sebebiyle Uras kolay kolay Nilperi’den ne bir şey saklar ne de ona yalan söylerdi. Yıllardır böyle devam ediyordu bu durum.

“Biliyorum, ama yeminini Tuna’nın bir ricasıyla bozabilecek kadar ona değer verdiğini de biliyorum Uras. O isterse her şeyi yaparsın.”

“Haklı haklı konuşma benimle, köşeye sıkışıyorum.”

Nilperi gülerek yanağını göğsüne daha sert bastırdı.

“Bakim nasıl gülüyorsun.” Uras hemen başını kaldırmaya çalıştığında ise ona izin vermeden olduğu yere sinmişti.

“Konu hem Lal, hem Lal değil. Ben çözmeye çalışayım, elime yüzüme bulaştırırsam senden yardım isteyeceğim. O zamana kadar Tuna’yı sıkıştırma, yeterince canı sıkkın. Anlaştık mı Peri’m?”

“Anlaştık.” diye mırıldansa da ikna olmuşa benzemiyordu Nilperi. Uras, karısının bu halini bildiğinden derin bir nefes aldı. “Peri…” dedi uyarır gibi.

Nilperi avuçlarını onun göğsüne yaslayarak kendini hafifçe kaldırdı, yüzünü yüzüne yaklaştırdı. “Üzgün olmasına katlanamıyorum Uras, dudakları aşağı bir santim kıvrılsa benim canım yanıyor. Hep iyi hissetsin istiyorum. Elimde değil ki!”

Uras, sanki bunları bilmiyormuş gibi kendisine anlatan karısına hiçbir duygusunu saklamaya gerek duymadan saydam bakışlarla bakarken yanaklarını avuçladı. Büyük avuçlarının arasında kaybolan pürüzsüz yumuşaklıkları yavaşça okşarken gözlerini karşısındaki gözlerden ayırmadan konuştu. “Ben halledeceğim, bana güveniyor musun Peri?”

Nilperi sesli bir cevap vermeye gerek duymadı. Farazi bir soru olduğunu biliyordu, güvenmediği bir adamla on beş yıl geçirecek kadar delirmemişti. Bazen -hatta çoğu zaman- kendisinden daha çok kocasına güvendiği oluyordu.

Uras, dudaklarını hafifçe önce alnına ardından dudaklarına bastırdı. “Ben buradayım, aklındaki yüklerini paylaşabil diye ben hep buradayım yavrum.”

Nilperi, dolacağına emin olduğu gözlerini gizlemek için hızla Uras’ın boynuna saklanırken, Uras bu haline dudaklarını kıvırdı. Sırtını sıvazlayıp saçlarıyla oynayarak boynuna sinen karısını oyalarken salona koştur koştur giren Gülin bu sahneyi gördüğünde ellerini beline atmıştı.

“Anne!” diye yakınırken onu çağırmadan sarıldıkları için kırgın kırgın bakıyordu. Tuna arkasından yaklaşıp bedenini havalandırdı. “Biz de bu koltukta sarılalım bebeğim, boş ver bunları sen.”

Gülin birkaç saniye düşünse de Tuna’ya olan bağı ağır bastığında kollarını ona sarıp mayışmıştı. “Tamam, biz daha güsel sayılalım ama.”

“Olur dayıcım, sarılırız.”

Tuna göğsüne yatırdığı Gülin’i sararken Nilperi yüzünü onlara çevirdi. Gülin’i sinirlendirmek için sulu sulu Uras’ın yanağını öptüğünde derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışan Gülin dayısına aynısını yapmıştı. Gülin dışında herkes gülerken, kendisine gülündüğünü anladığı için küsüp burun kıvırmıştı hepsine.

Uras, benzer sahneleri onlara yıllar önce yaşatıyor olan Tuna’ya göz ucuyla bakarken, bir yandan da nasıl bir yol izlemesi gerektiğini düşünüyordu. Hem karısına hem de sarı kafasına söz vermiş sayılırdı; bu, Uras için yeminden farksızdı.

 

 

~

 

 

“Bir iki tane daha yiyeyim Müge abla, vallahi son.”

Kurabiye kutusuna yıllardır aç bırakılmışım gibi kendimi acındırarak uzanırken Müge abla izin verecek gibi baktıysa da ablam elime pat diye vurmuştu. “Bir tane de demiyor, bir iki taneymiş… Bitirdin hepsini Tuna, ayrıca yemekten önce karnını şişiriyorsun.”

Dün akşam ablamla birlikte uyumuştuk. Uzun süre uykuya dalamadığımız için, daha doğrusu ben uyuyamayınca ablam da beni oyalamak için konudan konuya atlayınca bu sabahki kalabalık kahvaltı planı ortaya çıkmıştı. Zaten cumartesi olduğu için herkes müsaitti, ablam da abimleri tek tek arayıp davet etmişti.

Sabah ilk beliren ekip Demir abimler olduğu için mutfakta karınca gibi çalışan Müge abla ve ablamı, Müge ablanın yanına getirdiği ve benim taptığım kurabiyelerini yemek için darlıyordum.

“Tamam son bir tane daha yesin, sonra yok.” Müge abla dayanamayıp bir kurabiyeyi ağzıma tıkınca dolu yanaklarımı umursamadan yanağını öptüm. Ablam başını iki yana sallasa da gülüyordu. Onu da öpüp yanlarından ayrıldım.

Gülin, Lal’i esir aldığı için odasında sabah sabah oyun oynamaya mahkûm etmişti. Onların yanına gidecekken kapı çalınca adımlarımı ters yöne çevirdim. “Ben baktım!” diye seslendim salona ve mutfağa ulaşacak bir tondan.

Kapıyı açtığımda karşımda Simge abla ve Mert abim vardı. “Günaydın Tunacım.” Simge abla alışık olduğum pozitif enerjisiyle konuşurken onu cevapladım. Kısaca sarıldıktan sonra içeri girmişti.

“Nasılsın abim?” Mert abim kafamı bir nevi koluyla sıkıştırıp beni çekiştirirken nefes alma ihtiyacıyla kıvrandım. “Az önceye kadar iyiydim abi, boğmazsan beni…”

“Çok konuşma, küçükken böyle sevebiliyorduk şimdi ne değişti?”

Kolunu ters bir hamleyle terse döndürdüğümde afallamıştı. “Değişmiş mi bir şeyler Mert Özkan?”

Kafama yavaşça vurdu. “Çok konuşma lan, Anıl’la Gülin nerede?” Gücünün yetebileceği isimleri sormasına gülerken ekledi. “Lal de olur.”

“Abi! Kızı bi’ sal ya.”

Lal kimseye hayır diyemediği için, özellikle Mert abim tarafından Berke’de olduğu gibi kandırılıp duruyordu.

“Salar mıyım oğlum? Nil’in daha saftirik versiyonu o, özlemişim yemin ediyorum o yılları.”

İçeri girerken arkasından göz devirdim. İnanılmaz bir enerjisi vardı, herkes yaş aldıkça dinginleşse de Mert Özkan asla durmuyordu.

Bir saat içerisinde Oktay abimler de gelmişti, en son Kadir amca, Yasemin teyze ve Baran abi de geldiğinde ev bolca insanı ağırlasa da herkes halinden memnun duruyordu.

Önceki buluşmalara oranla çok daha alışmış görünen Müge abla ve Lal onlara baktıkça benim de iyi hissetmeme yol açıyorlardı. Geçen gün öğrendikleri Demir-Müge cephesi herkes için başta sürpriz olmuş olsa da -sadece Kadir amca ben biliyordum ki bakışları atmıştı- alışıldıktan sonra yediden yetmişe hepimizi mutlu etmişti.

Herkes kendi hayatına, eşine sevgilisine odaklandığında çemberin dışında gibi duran Demir Özkan’ın, gözlerinin içine aşkla baktığı birine sahip olmasından rahatsız olmak için delirmemiz gerekiyordu. Kıskanabileceğinden şüphelendiğim ablam bile aralarındaki diyalogları sırıtarak izliyordu.

“Tabağındakileri sen bitir diye koydum kara böcek, oturmuşsun iki ayının arasına bir ona bir buna dağıtıyorsun.”

Demir abimin cümlesiyle Lal’in oturduğu yere baktım. Bu beni hafifçe güldürmüştü. Bir tarafında Baran abim, bir tarafında ise Mert abim vardı.

“Kızı rahat bıraksana, bizi besliyor o. Değil mi saftiriğim?”

Mert abim Lal’in kaşlarını çatıp kendisine bakmasına sebep olduğunda sırıttı. “Sinirlendin mi? Bakayım bi’.”

“Oğlum ne derdin var sürekli gıcık ediyorsun Lal’i? Manyak mısın?”

Gülin ve Anıl çoktan yemiş ve odada oyun oynuyor olduklarından konuşma şekilleri konusunda herkes rahattı. Uras abim Gülin varken asla kullanmayacağı basit de olsa argo kelimeleri bu yüzden kullanabiliyordu.

Lal kollarını göğsünde kavuşturup Uras abime baktı. “Sen de aynısını yapıyorsun ki!”

Masada gülüş sesleri yükseldiğinde Uras abim ellerini ‘ben masumum’ der gibi havalandırdı. “Kuru iftira, demesene güzelim öyle şeyler. Demir Özkan tip tip bakıyor sonra.”

“Çok mu korkuyorsunuz Demir abiden?”

Lal merakla sorduğunda Demir abim ona doğru yaklaştı aralarındaki birkaç kişiyi göz ardı edip eğilerek. “Sence?”

“Korkunç biri değilsin bence, abartıyorlar.”

Masadaki erkeklerden kısık ve hafif ironik gülüşler yükseldi. “Aynen aynen, ben mesela hep sevgi dolu gördüm tanıştığımdan beri.”

Uras abim, eliyle kalp yapıp Demir abime gösterirken ‘Demir Özkan bakışlarından’ nasibini almıştı hemen sonrasında.

“Sen de kalp yapsana, karşılık olarak.” Lal’in isteğine büyük bir kahkaha patlattığımda sesim yankılanmıştı çünkü neredeyse masadaki herkesten aynı anda aynı ses yükselmişti.

Kahvaltı bitene kadar goygoy devam etmişti. Masa el birliğiyle toplandığında herkes ayrı bir yere dağılmadan, terasa çıkmıştık. Terastaki oturma grubu yeterli gelmediğinde birkaç sandalyeyle herkese oturacak kadar yer ayarlanmıştı.

Sandalyelerden birinde oturan Lal’in yanına kendi sandalyemi çekip yerleştim. “Merhaba Gece Hanım, bugün pek pas vermiyorsunuz bana ama oturmamda sakınca yok herhalde?”

Alaycı bir tavırla konuştuğumda omuz silkti. “Gülin senden daha eğlenceli birisi, ne yapabilirim?”

“Bak sen…” dedim kaşlarım havalanırken. Dişlerini görebileceğim şekilde kocaman gülümsediğinde ben de güldüm.

“Okula iki hafta kalmış, yeni fark ettim biliyor musun?” Midesi bulanıyormuş gibi konuşmuştu. Başımı iki yana salladım. “Aynı okulda olduğumuzu bildiğim için çok umurumda değil açıkçası.”

“Aynı sınıfta değiliz ama.”

Kerem, Çınar ve ben sayısal sınıflardan birindeydik. Sude ve Berke ise eşit ağırlık seçmişlerdi. İlk iki yılı biz hep birlikte okumuştuk, fakat Lal diğer şubedeydi. Yani onun benden haberi hep olsa da benim asla varlığından haberim olmamıştı.

Lisede geçireceğim son yıla başlıyor olmak biraz garip gelse de üzerinde düşünmemeye çalışıyordum.

“Eşit ağırlığa geçebilirim istersen, bensiz yapamıyorsun değil mi gece kuşu?”

Omuzuma vurdu elinin tersiyle. “Sen yapabiliyor musun yani bensiz?”

Kolum acımış gibi yüzümü buruşturduğumda Mert abimin deyimiyle saftirik sevgilimin bana inanması uzun sürmedi. “Acıttım mı?”

Vurduğu yeri okşadığında tatlılığına dayanamayarak yanağını yumuşakça öptüm. “Acıtmadın, şaka yapıyorum güzelim. Nasıl acıtabilirsin iki gram gücün var zaten.”

Alınmış gibi baktı. “Güçsüz müyüm çok?”

Gözlerini doldurduğunda telaşla yerimde kıpırdandım. Üzmüş müydüm?

“Gece…” diyerek konuşmaya başladığımda gülmeye başladı. Ben şok içinde ona bakıyordum.

“Nasıl oluyormuş kandırılmak? Hoş mu?”

Ne yaptığını algıladığımda derin bir nefes verdim. Gözleri benim yüzümden dolup taşıyor diye ödümü patlatmıştı. Geçtiğimiz haftalarda onu yeterince üzgünken görmüştüm, hatta onu ilk kez gördüğümde de ağlıyor haldeydi zaten. Bu yüzden artık hep gülsün istiyordum.

Aktif olarak katılmasam da etrafta dönen sohbetleri dinlerken Lal’in parmaklarına parmaklarımı geçirmiş oynuyordum. Benim ellerimin aksine küçük ve ince elleri vardı, dokunduğumda elimin içinde kayboluyorlardı.

“Susadım.” derken elini elimden çekip ayaklandığında boş kalan elimi dizime yasladım. “Sana da getireyim mi?”

“Gerek yok güzelim, sağ ol.” Bana gülümseyip terastan çıktı. Aşağı indiğini merdiven seslerinden duyabilmiştim konuşmalara rağmen.

“Lal gelene kadarki beş dakikayı bizimle konuşarak geçir istersen, sonra pek vaktin olmuyor.” Uras abim dalga geçerek konuşunca aynı tavırla güldüm.

“Şu ortamda buna laf atacak son adam sensin, Peri’n duymasın.” dedim Peri kısmını bastırarak. Bizi dinleyen birkaç kişiden gülüş sesleri yükseldi.

“Duydum bile.” Ablam ayıplarcasına Uras abiyi süzerken az önceki cümlemi kanıtlarcasına karısına odaklanan haline güldüm.

“Böyle kalabalık toplanınca gözüm Birkan’ı arıyor ister istemez.” Muhtemelen Mert abimden başka kimsenin duymayacağını düşünerek, sessiz bir şekilde söylese de Simge ablayı kolayca duyabilmiştim. Benim duymam sorun değildi, Müge abla ya da Lal duymasın yeterliydi.

Lal zaten aşağıdaydı, Müge abla ise Eda yengemle hararetli bir şekilde konuşuyordu ve bizden uzaktaydı.

“Nil çağırdı mı bilmiyorum, ama gelse de biraz garip olur sanırım. Biliyorsun durumları.” Abimin cevabı, Simge abla için yeterli olmayabilirdi. Birkan abiyle en yakın olan Simge abla ve ablamdı çünkü. Üniversiteden beri ayrılmaz ekip olarak takılıyorlardı.

Daha fazla konuşmalarına kulak misafiri olmadan diğer tarafıma döndüm.

Bu sırada aradan bir iki dakika daha geçmişti. Lal’in neden geri gelmediğini düşünmeye başlayacağım sırada cam kapıda beliren bedeni gördüm. Rahatlayacağım an çok kısa sürmüştü, gözlerim önce yüzüne ardından havada tuttuğu ve diğer eliyle sıkıca kapattığı eline kayınca yerimden hızla kalktım.

Bir peçete yumağına sarılmış olsa da kırmızı lekeyi görebiliyordum.

“Ne oldu?” diyerek panikle yanına giderken herkesin dikkatini üzerimize çekmiştim.

“Şey… Nilperi abla?” diye seslendiğinde duraksadım. “Su bardaklarından birisi kırıldı.”

“Ne bardağı kızım ne anlatıyorsun? Elini mi kestin?” Ablam da elini görünce kalkmıştı.

“Bir şey olmadı, çok az kesildi.” dese de elini sıkıca tutmaya ve gizlemeye çalıştığı için güvenemiyordum.

“Elini kaldır, bir bakalım kesiğe.” Oktay abim sağlam olan elini tuttuğunda Lal itiraz edip geri çekilecek gibi hareketlendi. Araya girip tek hamleyle onu koltuklardan birine oturtan şu ana kadar sessiz kalması bile şaşırtıcı olan Demir abimdi.

“Hiç açma o ağzını mırın kırın etmek için, izin ver Oktay baksın eline. Hadi Lal.”

Lal, sıkıntıyla soluklanıp elini çektiğinde Oktay abim peçeteyi yavaşça kenara sıyırdı. Hemen tepelerinde dikiliyor olduğum için elini yakından görebilmiştim.

Müge ablanın iç çeker gibi bir ses çıkartmasına şaşırmamıştım, çünkü bu küçük bir kesik falan değildi.

“Tamam, geri çekilin toplanmayın etrafına. Uras pansuman için bulabildiğin ne varsa getirir misin?”

Oktay abim, yüksek ihtimalle bizim paniğimiz Lal’i korkutmasın diye sakindi. Demir abim Lal’in yanında oturuyordu, diğerleri biraz arkaya doğru geçmişti. Ben olduğum yerden kıpırdamadan koltuğun kol yaslama kısmına oturdum.

“Acıyor mu canın?” Demir abimin sorusunu Lal nedenini anlayamadığım bir biçimde duymamış gibiydi. Öylece dikkatli bakışlarla eline bakıyordu.

“Lal?” diye tekrarladığında irkilmiş gibi ona döndü.

“Kanıyor.” gibi bir şey mırıldanmıştı sadece. Demir abim, geriye kalan ekibin şaşkınlığının aksine afallamamış gibiydi. “Yok bir şey fıstığım, şimdi sileceğiz geçecek.”

Uras abi elindeki küçük çantayı Oktay abime verdiğinde Lal sessizce beklerken abim pansumanını yaptı. Elini sardığında avuç içindeki kesik ortadan kaybolmuştu.

“Çok sıkı oldu mu Lal? Canını yakıyor mu sargı abicim?” Oktay abimin sorusuna başını iki yana sallayarak cevap verdi. “Tamam, geçmiş olsun o zaman. Kısa bir sürede geçecek, tazeleriz pansumanını yarın.”

Bu andan sonra Lal hiçbir şey söylemedi. Bu hali bakışlarımı ondan ayırmadan incelememe sebep olmuştu. Demir abim onu göğsüne doğru yatırdığından beri sesi çıkmıyordu. Sargılı elini kucağına koymuş, uysal bir şekilde olduğu yere sinmişti.

Konu dağılsın, biraz gülsün diye gerek Baran abi gerek Mert abim hatta Uras abim de komik olabilecek bir şeylerden bahsettiler ama hiç tepki vermemişti.

Uykuya daldığını kaçırmam imkânsızdı, gözlerimi ondan hiç ayırmamıştım. Demir abimin görmediğini bildiğim için ona doğru kısıkça seslendim. “Abi, uyudu.”

Abim eğilip bakmaya gerek duymadı, boynunu daha rahat bir şekle getirdi sadece.

“Bilmediğimiz bir sorun mu var? Neden aniden değişti ruh hali?” Mert abimin sorusuna gelen cevap sanırım mesleki olarak çıkarım yapması en kolay kişiden gelmişti.

“Kan gördüğü için oldu muhtemelen, anılarını tetikliyor.” Ablam bunu söyleyip Müge ablaya baktı. “Daha önceden kan ile ilgili bir korkusu, fobisi var mıydı?”

“Hayır,” Cevabı aldığında anladım der gibi başını salladı.

“Seninle ya da Simge’yle görüşse, iyi gelmez mi?” Kadir amca öneri sunduğunda ablam ve Simge abla aynı anda olumsuz bir ses çıkarttılar.

“Çok iç içeyiz, ne etik olur ne de Lal’e bir yararı olur. Ama psikolojik destek alması gerekiyor, evet. Ben birkaç kişi önerebilirim.”

Ablamın cevabından sonra kısa bir sessizlik oldu. “İsteyeceğini sanmıyorum, hissettiklerini olağan duygular sanıyor.”

Müge abla, Demir abime bakarak konuştuğunda abim de onayladığını belli eder biçimde kafasını salladı. “Öyle, ama ikna ederim ben.”

“Tehditle falan değil inşallah.” Mert abim hafif alayla konuşunca ben araya girdim. “Hafife alma, aralarında garip bir iletişim var.”

“Almam almam, Nil’den alışığız zaten. O da abi kayırıyordu.”

“Aşk olsun,” diyen ablamı Oktay abim ve Mert abim baştan ayağa süzdü. “Yalan mı?”

“Rahat durun, mümkünse burnunuzu da benim bu ikiliyle olan ilişkimden çekin.” Demir abim umursamazca söylendiğinde abimler dışındaki ekip biraz güldüler.

“Müge’yi katmayı unuttun, benim Müge’nin abisi olma sözüm vardı kendime. Onu bir masaya yatırsak mı?” Uras abim hevesle Müge ablanın yanına gidip oturdu. “Bundan sonra kendimi senin abin ilan ediyorum, uygun mudur?”

“Uras, Müge senden büyük…” Ablam uyardığında hiçbir şey olmamış gibi düzeltti. “O zaman erkek kardeşin olayım, o da olur. Yeter ki şu herife karşı bir kozum olsun, Allah rızası için bana yardım et ya.”

Eliyle Demir abimi gösteriyorken Müge abla az önceki duygusal haline rağmen güler gibi oldu. “Ne yapacaksın ki kabul etsem?”

“İntikam almaya çalışıyor, abim ilişkimizin başlarında burnundan getiriyordu her şeyi genellikle.” Ablamın cevabıyla Müge abla kaşlarını havalandırarak Demir abime baktı. “Öyle mi?”

“Gaza gelip kabul edecek kadar delirmiş gibi bakıyorsun, bakma güzelim.”

Demir abimin yüzünü buruşturarak verdiği cevap bu kez herkesi güldürmüştü.

Müge abla elini Uras abime uzattı. Uras abim heyecanla eline yapışıp kurban pazarlığı varmış gibi sıkıp sallarken konuştu. “Evdeki Tuna dışında ablaya sahip ikinci insan ben oldum, not edilsin takvime.”

“Yıllarca beni kıskandın değil mi? Derdin Demir abimi sinir etmek değil, abla bulmaktı.” Yaptığım çıkarım etraftan onay alınca kollarımı göğsümde birleştirdim.

“İfşa olduk yine anasını satayım.” diyerek söylenirken omuzuyla Müge ablanın omuzunu ittirdi. “On beş yıldır öyle bir haldeyim ki utanmasam anamdan babamdan abla isteyecek hale geldim yemin ediyorum.”

Müge abla gülerek başını ona doğru eğdi. “Nilperi kadar başarılı olamayacağım kesin, ümitlenme çok.”

“Ben sana yapman gerekenleri anlatacağım, çok hakimim konuya.”

“Az ye de uşak tut lan, rahat bıraksana oğlum Müge’yi.”

Demir abim, Uras abime her zamanki gibi laf atmaya başlarken role girip yeni edindiği ablalık göreviyle onu koruyan Müge ablaya bakmayı kısa bir an sonra bıraktım.

Bakışlarımı ablama çevirdiğimde onun da bana baktığını görmüştüm. Göz kırptığımda kocaman gülümsedi.

İşin şakası, dalgası bir tarafa bırakıldığında Nilperi Özkan -evet, son haliyle Kalyoncu- bir insanın sahip olabileceği en mükemmel ablaydı. Hatta bence en mükemmel annelerden de biriydi.

Şanslı biri olduğuma inanmadığım anlarda ablamı düşünmem kafa karışıklığımın geçmesine yetiyordu. Ben, asıl o hayatımda olmasaydı şanssız olacaktım. O varken ise çoğu insandan katbekat daha şanslıydım.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm