Günler Kısa Geceler Sonsuz 12.Bölüm

 12.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

- Lal

 

“Bunu da sürelim koluna, inat etme annecim lütfen.”

Kolumu kendime doğru çekerek yatağın içinde küçülebildiğim kadar küçüldüm. Dilime alışkın olduğum ağır kilitlerden birini vurmuş, dakikalardır sessizce olduğum yerde uzanmayı sürdürüyordum. Annem benden bir tepki alamayacağını kabullenerek yataktan kalktığında hafifçe sarsılan yatakta kıpırtısızca uzanmaya devam ettim.

“Alacağım ben telefonunu, akşam geldiğinde konuşurum.”

Dirseğimin biraz üstündeki parmak izlerinin üzerinden kendi parmak uçlarımla geçerken annemi duymamış gibi yaptım. Beni bu şekilde kandırdığı, benim de tüm kalbimle ona inandığım yılları fazlasıyla geride bırakmıştık.

“Mutfağa gidiyorum, bir şey istersen seslenebilirsin.” dedikten sonra yüzüme dökülen saçlarımı arkaya doğru parmaklarıyla taradı. Ardından odadan çıkmış olduğunu belli eden kapı sesini duydum.

Annem içerideyken tuttuğum nefesim titrek bir şekilde dudaklarımdan dökülürken yanağımı yastığıma daha sert bastırdım. Kısacık bir süre önce yaşananlar gözümün önünden akıp giderken gözlerimi sıkıca kapattım.

Birkaç gün önce olanın aynısı olmuş, telefonum yine elimden alınmıştı. Daha öncesinde hiçbir zaman telefonumla ilgili bir ceza almamıştım. İlki geçen gün olandı.

Tuna’ya aynı gün içerisinde dönemediğimde onu zar zor telefonumun babamda olduğuna inandırabilmiştim. Şimdi ise aynısı tekrarlanmıştı. Daha aradan uzun bir süre bile geçmemişken yine onu cevapsız bırakmış olacaktım.

Telefonumu ne zaman geri alabileceğimi bilmiyordum. Babamın canı neye sıkılmıştı ve sonucunu ben çekmek zorunda kalmıştım bir fikrim yoktu fakat bir an önce telefonuma ulaşmam gerekliydi. Tuna’nın numarasını bir yere not almamış ya da ezberlememiş olmama lanetler okuyordum. Annemin telefonundan ona ulaşabilirdim eğer bunlardan birini yapmış olsaydım.

Yaz tatilinde olmayı okul hayatım boyunca hiç sevmemiştim. Okulda olmak benim için özgür olmak demekti. En azından tadabildiğim en büyük özgürlük okulda olduğum zaman aralığında gerçekleşiyordu.

Şu an evde bir yangın çıksa evden kaçamayacak oluşumuz gerçeğini hatırladığımda kendi kendime kıkırdadım. Bazen bir distopyanın içerisinde yaşadığıma inanıyordum. Sinirlendiğinde beni ve annemi eve kilitleyen bir babaya sahiptim.

Kolumdaki parmak izlerini sertçe ovuşturduğumda canımın yanmasını umursamadan bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Hava çok güzeldi, güneş tepeden yeni inmişti ama yine de etraf ışıl ışıldı.

Gündüzleri sevmezdim. Gündüzlerin ne kadar şaşalı göründüğü fark etmeksizin benim için en güzel olan hep geceydi. Ayın herhangi bir halini güneşe tercih ederdim.

Saatler boyunca aynı şekilde yatağımda uzanmaya devam ederken hava kararmaya başladığında ne kadar zaman geçtiğini yeni fark ediyor sayılırdım. Birkaç dakika geçmiş gibi uzandığım yatakta en az üç ya da dört saat geçirmiş olmalıydım ki hava kararmaya yüz tutmuştu.

Su içme ihtiyacıyla olduğum yerden doğrulduğumda başımın dönüyor olmasına aldırmadım. Üzerimdeki askılı tişörtün askılarını düzeltmek için anlamsız bir çaba harcayarak ayağa kalktım. Odamın havasızlaştığını hissederek çıkmadan önce camımı araladım.

Kapıyı açıp koridora çıktığımda eve hakim olan sessizliğe bakılırsa annem ya uyuyakalmıştı ya da balkondaydı. Gününün çoğunu balkonda etrafı izleyerek geçiriyordu. Bazen ona eşlik ederdim, ama çoğu zaman onun kadar çok dayanamayıp kendimi içeri atardım.

Aslında balkon meselesini hayatımızla bağdaştırabilirdim. Annem balkonda hiçbir şey yapmadan oturmaya katlanabiliyordu, ben dayanamıyordum. Annem babamın bizim üzerimizde her an sergilediği güç gösterisine de katlanabiliyordu, ama ben yapamıyordum.

Aklım erdiğinden beri anneme buradan kaçıp gitmemiz, babamı hayatımızdan çıkarmamız gerektiğiyle ilgili yalvarıp dururdum. Bir yıl kadar öncesinde ise artık bunu bırakmam gerektiğini başıma vura vura öğrendiğim bir olay yaşanmıştı. Ben de susmuştum.

İsmim, daha doğrusu isimlerimle yaşadığıma inanıyordum. Geceye aşık, sessiz biriydim. Lal Gece’ydim.

Mutfağa ilerleyip suyumu içerken ışığı yakmaya gerek duymadığım için içerisi loştu. Bardağımı kenara bırakıp arkamı dönmüşken dış kapıdan gelen anahtar sesi duraksamama sebep oldu. Annemin balkonda olduğunu bu sese rağmen ortaya çıkmamasından kesin olarak anlayabilmiştim.

Mutfaktan çıktığım sırada dış kapı açılıp kapanmıştı. Odama dönmek üzere ilerliyorken arkamdan yükselen ses adımlarımı mıh gibi kesmemi sağladı. “Gece.”

Cevap vermek yerine arkamı dönmekle yetindim. Üzerindeki takım elbisenin saklayamadığı, belki de bu evin dışında insanlardan saklamakta ustalaştığı o kötü enerjiyi görmezden geldim. “Annen nerede?”

Bir şey söylemeden yüzüne bakmaya devam ettim. Sırf beni konuşturabilmek, konuştukça sinirimi kusmamı sağlamak ve yeniden benimle tartışabilmek için soruyordu. Annemin salonda ya da odada olduğunu bilmediğinden değildi.

Kilitlenen bir kapıyı, yedek anahtarı yokken açıp evden mi kaçabileceğimizi sanıyordu?

“Gece dedim!” Sesi hızla yükseldiğinde annemin adım seslerini duydum. “Ne oluyor?” diyerek aramızda beliren anneme dönmedim. “Neredesin sen?” Babam, saatlerdir bulamamış gibi sinirle söylendiğinde güldüm. Gülüşümün sesli oluşu ikisinin de bana dönmesine neden oldu.

Komik bir şey varmış gibi gülmem annemin biraz sonra kıyamet kopacakmış gibi, babamınsa bir suç işliyormuşum gibi bakmasını sağlamıştı. “Delirdin değil mi sonunda? Ne gülüyorsun karşımda?” diyerek üzerime doğru gelen babama bakarken yerimden kıpırdamadım. “Delirdim.” dedim büyük bir sakinlikle. “Senin karşında başka türlü nasıl durulur Ümit Taşer?”

Elinin havalanışını ve bana doğru inmek için hareketlenişini anbean izledim. Umursamadan karşısında dikilirken annem aramıza girip beni arkaya doğru ittiğinde sarsıldım. Dengemi koruyarak ayakta kaldığımda annem bana sırtı dönük şekilde duruyordu. Babamın gözleri benim yüzümden ayrılmazken ben de bakışlarımı kaçırmadım. “Telefonum nerede?” dedim bastıra bastıra.

“Cehennemin dibinde, böyle davrandıkça orada kalacak.” dedikten sonra annemi sertçe aramızdan çektiğinde öne atıldım. “Çek elini ondan.”

“Doğru söylüyorsun, Müge bir şey yapmadı. Annen bir şekilde öğrendi nasıl davranacağını ama sana öğretemedi değil mi?”

“Ümit yeter.” Annem bayılacakmış gibi çıkan sesiyle duvara yaslanırken babama bakıp mırıldandı. “Sus n’olur.”

“Kızın çenesini kapalı tutmayı öğrensin Müge, sabrımı zorlamasın.” Babam omuzuma beni neredeyse düşürmeye yetecek bir hızla çarparak yanımdan geçip içeriye ilerlerken başımı geriye atıp gözlerimi tavana diktim.

Annemin kollarını kendine sarıp iç çekişleriyle birlikte salona girişini izlerken son kalan enerjimi odama girebilmek için kullandım. Kapıyı kapatıp kilitledikten sonra yatağa oturmak yerine kapının dibinde yere çöktüm. Başımı duvara gittikçe hızlanacak şekilde vururken hiç olmadığım kadar yorgun hissediyordum.

Babalar, çocukları saklanabilsin diye sığınak olmalıyken benim babam neden ondan kaçıp başka bir yere sığınma isteği duymama sebep oluyordu?

Ertesi sabah hiç uyumamış şekilde güne başlıyorken saatin kaç olduğunu bilmediğim bir anda kapımın tıklanmasıyla irkildim. “Lal? Gelebilir miyim?” Annemin naif sesini duyduğumda uyuşuk halde kalkıp kapıya ilerledim. Kilidi döndürüp kapıyı açtığımda annem karşımdaydı.

Benim berrak yeşil gözlerimin aksine kopkoyu, neredeyse siyah görünen gözlere sahipti. Göz rengimi babamdan almış olmaktan memnun değildim. Gözlerim dışında her şeyim anneme benziyordu, bunun da öyle olmasını dilerdim.

En az benim kadar uykusuz olduğunu belli eden kızarık gözlerine bakıyorken elindekileri bana uzattı. Uzattığı şeyin bir telefon olduğunu anladığımda heyecanla kıpırdadım. Fakat bu heyecan uzattığı telefonun benim telefonum olmadığını anlayana dek sürmüştü.

“Bu nereden çıktı?” diye sordum. Bir yere sakladığı fazlalık bir telefon olduğu düşüncesiyle kaşlarım havalanmıştı.

“Baban verdi, senin yeni telefonun.” demesiyle öfkenin bütün damarlarımı patlatacakmış gibi bedenimi ele geçirmeye başlayışını kontrol etmeye çalışıyordum. “Yeni bir telefon mu istedim ben ondan? Telefonum nerede anne?”

“Bilmiyorum Lal, bağırma annecim lütfen.” Annemin yüksek çıkan tüm seslerden canı yanıyormuş gibi korkması, senelerdir Ümit Taşer’le yaşıyor olmasıyla fazlasıyla çelişiyordu. Sürekli bağırıp çağıran bir adamla aynı evde yaşamak, buna alışmayı gerektirir gibi duruyordu ama annem ilk kez biri bağırıyormuş gibi yükselen her sesten korkardı.

“Özür dilerim.” derken sesim çoktan kısılmıştı. “Bağırmak istemedim.”

Annem elindeki telefonu bana uzatmayı bırakıp başını omuzuma bıraktığında yanağımı saçlarına yasladım. “Dileme Lal, asıl ben özür dilerim annecim. Çok özür dilerim Lal, her şey için çok özür dilerim kızım.” Annem buna benzer cümlelerle defalarca kez özür dilerken kollarımı ona sarmasam da onun bana sarılmasına izin vererek öylece bekledim.

Babamın telefonumla ne yapmaya çalıştığını düşünürken aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Bu sorularla aklım bulanmaya başlamışken annem, dün babamın parmak izlerini bıraktığı üst kolumu öptüğünde sol gözümden inen bir damla annemin saçlarının arasında kayboldu.

“Anne…” diye mırıldandım. “Onunla konuşmam lazım, yanlış anlamıştır belki beni. Onu görmezden geldiğimi sanmıştır belki.” Kendi kendime bir şeyler anlatırken annem şaşkınca başını kaldırdı. “Kim… Kimden bahsediyorsun?”

Dudaklarımı birbirine bastırırken gözümün önünde beliren yüz, gözlerimden yanaklarıma inmeye başlayan onlarca yaşın ateşleyicisi oldu. Annem merak dolu ifadesiyle benden gelecek olan cevabı beklerken benim tek yaptığım ağlayışımı hızlandırmaktı.

Küçücük bir umut parçasına tutunmuştum, onun mesajlarıma bile dönmeyeceğine kendimi inandırıp dolunaya güvenerek gecenin bir yarısı ilk kez mesaj atmıştım. Cevap vermişti, üstelik konuşmaya devam da etmişti. Beni görmemiş, tanımamış olmasına rağmen değerli hissettiriyor oluşuna adapte olmak çok zordu. Değerli hissetmeyi bilmeyen birine böyle bir şans vermenin ne demek olduğunu muhtemelen bilmiyordu.

Şimdi ise o şans ellerimden kayıp gidiyordu ve benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

 

 

~

 

 

“Ambulansı aradım.”

Lal, çöktüğü duvar dibinde avuçlarını merakla incelerken annesinin sesini duymuyordu. Müge titreyen ellerini kırmızıya boyanmış havluya bastırırken gözleri kızının üzerindeydi. “Lal?” diye seslenirken ondan cevap alamadığı her saniye titreyişi artıyordu.

“Lal bir şey olmadı, hiçbir şey olmadı annecim. Ben yaptım. Duydun beni değil mi? Ben yaptım Lal.”

Lal, avuçlarına diktiği bakışlarını odaksızca kaldırıp etrafta gezdirirken annesinin yüzüne rastladığında parmaklarını kapatıp yumruklarını sıkıca örttü. Boynuna tırmanmaya başlamış olan kızarıklığı gördüğünde dizlerinin parçalanmasına sebep olabilecek bir hızla yerde hareketlenerek annesinin yanına sürükledi bedenini. Elini annesinin boynundaki kızarıklığa yasladı. “Anne,” diyerek boğukça mırıldandığında Müge havluyu tutmayan elini onun omuzuna sararak kızını boynuna yasladı.

“Buradayım meleğim, buradayım kızım.”

Lal, hemen önlerinde boylu boyunca uzanıyor olan bedeni görmüyormuş gibi annesine odaklanmışken elini annesinin kalbine yasladı. Kalp atışlarını hissetmeye çabalarken kesik kesik alıp verdiği nefesler annesinin tenine çarpıyordu.

Müge, üzerindeki açık mavi tişörtün göğüs kısmında Lal dokunduğu anda beliren kırmızılığa bakmamaya çalışırken havluyu bastırdığı elini sıkılaştırdı. Dakikalar sonra zil sesi duyulduğunda Müge telaşla Lal’i doğrulttu. “Odana git Lal, odana git çıkma dışarıya annecim hadi. Ben de geleceğim yanına.”

Lal başını iki yana hızla sallarken Müge saniyeler içinde bir şekilde onu ikna edip odasına yollamıştı. Bundaki en büyük yardımcısı kızının şu anda etrafında olup bitenleri algılayamayacak kadar bilinçsiz oluşuydu.

Müge kalkıp kapıya ilerlerken hayatının en büyük dönüm noktasında bulunduğunun farkında değildi.

Lal, odasında bir köşeye sinmiş duvarı izlerken avuçlarında kurumaya başlayan kanın verdiği rahatsızlıkla tırnaklarını avuç içlerine batırdı. Ne kadar zamandır burada beklediğini bilmiyordu.

Annesi geleceğini söylemişti fakat kimsenin geldiği yoktu. Yaşananları yok sayan bilinci aynı görüntülerin zihninde dönüp durmasına sebep olurken aklındaki tek an annesinin nefes alamıyor gibi görünen haliydi.

Mutfağa girdiğinde gördüğü o anı, annesinin yarı kapalı gözlerini ve onun boynuna sarılmış elleri gözünün önünden silemiyordu. Devamında ne yaşandığı ise zihninde büyük bir bulanıklıktan ibaretti.

Bulunduğu yerden doğrulup odanın kapısına yöneldi. İçeriden hiçbir ses gelmiyordu. Koridoru yürüyüp kendisini önce salona ardından da balkona sürükledi. Annesi evde bir yerlerde değilse balkonda olmalıydı. Balkonda kendisini karşılayan büyük bir boşluk olduğunda sarsak adımlarla oradan çıktı.

“Anne,” diye seslenerek salondan da çıkarken adımları Lal’i mutfağa yönlendirdi. Mutfağın girişinde serili olan küçük halının katlanmış köşesini düzeltti. Bütün derdi buymuş gibi halının kenarıyla ilgilendikten sonra mutfağa girdi. Kenara itilmiş mutfak masasına tutunarak iki küçük adım attı.

Mutfağın ortasında, krem renkli halının üzerinde duran izler dizlerinin üzerine sertçe düşüp yere çakılmasına sebep olurken halının üzerine tırnaklarını bastırdı. Kısık bir inlemeyle öne doğru düşecekmiş gibi sızlanırken halıdaki kırmızı izlere baktıkça zihninde yanıp sönen görüntüler boğuluyormuş gibi hissetmesine sebep oluyordu.

“Anne!” Bu kez çok daha yüksek sesle haykırır gibi annesine seslenirken gözlerinden akmaya başlayan yaşlar hızlandı. Bir eliyle halıya tırnaklarını geçirip tutunmuşken diğer eli kalbinin üzerine kapandı. Aynı yere defalarca vurdu; oralarda bir yerin yandığını, çok acıdığını hissediyordu. Fiziksel bir acı vererek diğer acıyı gölgeleyebilecekmiş gibi, aynı yeri parçalamak ister gibi avucuyla acıtmaya devam etti.

İçinden canı sökülüyormuş gibi bağıra bağıra, hıçkırıkları bedenini sarsarken ağlıyordu. Avuçlarında halıdaki izlerin aynılarından varken ellerini ara sıra yüzüne uzattığı için yaşlar kurumuş kan lekelerini çözüp tenine bulaştırmıştı.

“Ne yaptım?” diyerek küçük bir çocuk gibi kendi kendine sorarken ellerini havaya kaldırdı. Yüzünün hizasında kaldırdığı ellerini yaşlardan bulanıklaşan gözleriyle izlerken bir kez daha hıçkırdı. “Ben ne yaptım? Annem yapmadı, ben yaptım.”

Lal, ağlayarak kendini tamamen bırakmışken duyduğu zil sesi önce kulağına fazla derinden ulaşmıştı. Dışarıdaki seslere kapattığı algısı yavaşça açılırken annesinin gelmiş olduğunu düşünerek, küçük bir düşme tehlikesi atlatmış olsa da doğruldu. Mutfaktan çıkarken önünü dahi zar zor görüyordu. Dış kapıya ulaştığında duraksamadan kapı kolunu indirdi.

Karşısında gördüğü kişinin annesi olmadığını anladığında dudakları aralandı. Kapıdaki kişinin kim olduğunu anladığında ise şaşkınca iç çekti. Onun da en az kendisi kadar şaşkın olduğunu o an için algılayamamıştı.

“Ben… Telefon…” Sude anlam bulamayan birkaç kelimeyi birleştirmeye çabalarken karşısında duran Lal’in yüzünden ayıramadığı bakışları irileşti. Gözyaşlarıyla ıslanmış, bembeyaz kesilen yüzünde yer yer belirgin duran kırmızı lekeleri nasıl yorumlaması gerektiğini anlayamamıştı. “Lal,” diyebildi en son.

Lal, geçirdiği bir saat içerisinde yaşananlardan dolayı yerinde olmayan aklıyla karşısındaki kişinin Sude olduğunu yeni fark ediyordu. Telaşla kapıyı kapatmaya çalıştığında Sude bunu yapacağını anladığı anda engel olarak kapıyı tuttu. “Bekle lütfen, iyi misin Lal?”

“İyiyim.” derken kelimeyi üç parçada söyleyebilmiş olması Sude için zaten inandırıcı olmayan bu cevabı tamamen geçersiz kılmıştı. “Bir yerin mi yaralandı, yüzün… Kan izleri var.”

Lal başını hızla iki yana salladı. Aynı anda ellerini yüzüne uzatıp sertçe ovuşturmaya başlamıştı. Sude’nin bahsettiği izleri söküp atabilmek için çabalıyordu. Sude, Lal’in halinden iyice şüphelenerek temkinli bir şekilde elini ona uzattı. Yüzüne örttüğü ellerinden birine dokunduğunda Lal irkilerek geri adımladı.

“Git.” Yüzünü saklayarak boğuk bir sesle bunu söyleyip yeniden kapıyı kapatmaya çalıştı. Sude ne yapacağını bilemeyerek elleri havada öylece kalakalmışken Lal geriye adımladığı için açılan boşluktan yararlanarak eve girdi. Çantasındaki telefonu çıkarttıktan sonra kenardaki komodine bıraktı. Lal telefonun çıkarttığı tok sesi duyduğunda dikkati oraya çevrilmişti.

Sude’nin bıraktığı telefonun kendisine ait olduğunu fark ettiğinde şaşkınlığı katbekat artmış haldeydi.

“Dün akşam getirmek istemiştim ama olmadı, sabah ilk iş getirdim. Anlatmam gereken bir sürü şey var ama… Sen… Sana ne oldu Lal?”

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm