Aykırı Çiçek 38.Bölüm
38.BÖLÜM
Acar’ı tanımaya başladığım ve onun benim varlığımdan dahi
haberinin olmadığı dönemlerde ilk ilgimi çekenin ruhu olduğunu söylemem kocaman
bir yalan olurdu.
Ondan düpedüz etkilenmiştim ve bu etkilenmenin öyle basit
bir durum olmadığını anlamaya başlarken üzerine binlerce duygu daha katarak
bendeki Acar’ı büyütmüştüm. Ara sıra -belki de daha sık- ortaya çıkan ilkel
tavırlı isteklerim ise en eskiden kalma olanlardı.
Ona âşık olmak ve hayatımda kocaman bir yer vermek gibi
bir planım yoktu en başında. Onunla olmak ve sonrasında sakince hayatıma devam
etmeyi planlıyordum.
Şu anda ise hayat, tüm planlarımın boşa çıktığını
kanıtlamak ister gibi bir sahnenin içerisinde bulunmamdan dolayı muhtemelen
fazlasıyla mutluydu.
Acar’a
âşıktım, onunla olacaktım ve sonrasında hayatıma sakince devam edemeyeceğime
adım gibi emindim.
Dikkatimin anlık dağılmasından faydalanmakta gecikmeyen
Acar tarafından hızla çıkartılan sporcu atletim yeri boyladığında durumumuz
eşit sayılırdı. Çıplak olan üst bedenlerimizin arasında küçücük bir boşluktan
fazlası yoktu.
Havayla temas ettiklerinde, şu ana kadarki hislerimle
çoktan kabarmış olan göğüs uçlarım iyice belirginleşerek sertleştiğinde kendimi
öne doğru iterek bedenlerimizin çarpışmasına yol açtım. Dudaklarımız birbirlerine
dolanmışken Acar bu hareketimle birlikte beni çok daha hoyrat bir şekilde
öpmeye başladı.
Belimi ve kalçalarımı destekleyerek beni hafifçe havaya
kaldırdığında duraksamadan bacaklarımı ona doladım. Ensesinde tenini çizer gibi
dolaştırdığım tırnaklarımı onunla bütünleşmek ister gibi bastırdığımda yürümeye
başladı.
“Siktiğimin yerinde bir yatak olduğunu söyle Feris, eve
gitmemize gerek olmadığını söyle.” Dudaklarımı çekiştirerek serbest bıraktıktan
sonra duyduklarıma istemsizce kıkırdadım. “Seni delirtmek için hayır demek
istiyorum ama.” dedim Acar boynuma gömülüp oradaki ince deriyi diliyle
keşfederken.
“Delirtmek istiyorsun beni, öyle mi?” Sırtımın salonun
boş bir duvarına yaslandığını ani soğukluğun verdiği ürpertiyle hissediyorken
şaşkınca inledim. Bacaklarım halen ona sarılıydı ama aramızda küçük bir mesafe
yarattıktan sonra gözlerini gözlerimden ayırmadan bir eli karnıma ulaştı.
Büyük avucunun sıcaklığını tenimde hissederek başımı
geriye doğru attım. Duvara yaslanan başımın gidebileceği son nokta buydu.
Acar’ın eli karnımdan aşağıya doğru bir yol çizdiğinde belimi ona doğru
kavislendirmemek için dişlerimi sertçe birbirine bastırdım.
Altımdaki eşofmanın lastiğini aşağıya doğru çekiştirdi,
eşofmanın kalçalarımın yarısına kadar indiğinin farkındaydım. Parmakları önünde
başka bir engel istemezmiş gibi külotumu da hiç beklemeden aşıp kadınlığıma
sızdığında ağzımı daha fazla nefese ihtiyaç duyuyormuş gibi araladım. “Merih,”
diyerek hıçkırır gibi adını soluduğumda avucu sıcaklığımı tamamen kaplamış haldeydi.
Avucunun içinde bütün benliğim sızlıyordu.
Hırıltılı bir inlemeyle elini oraya sürttü. “Deliren kim
zümrüt göz? Benim için sırılsıklamken yalan söyleyebilecek misin?”
Karnımdayken sıcak zannettiğim eli şimdi bir torba buzmuş
gibi hissediyordum. Kasıklarımda bir yangın çıktığının en büyük işareti buydu.
Onun için yanıyordum ve onu da yakmak için deliriyordum.
“Avucunun altındaki yangını söndürmek için delirmediğini
mi söylüyorsun bana?” dedim gardımı indirmeden. Kendimi eline bastırıp daha
yoğun hissetmeye çalışmam belki sorumun önüne geçiyordu ama umursamadım.
Acar gülümsedi. Normalde hayran hayran bakacağım
gülümsemelerinden biri değildi bu, altındaki onlarca vaadi saklayan hırslı bir
gülümsemeydi ve bendeki tek etkisi ıslaklığımın yetmezmiş gibi daha da
artmasıydı.
Hissettiğim boşluğu nasıl kapatacağımı şaşırarak ağzımı
sertçe ağzına yasladım. Dudaklarını daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir
istekle ağzımın içine yuvarladığımda Acar ne için kıvrandığımı anlayarak
parmaklarından birini hafifçe tepeme sürttü.
“Odaya!” diye inledim hıçkırır gibi. Dudaklarımı
saniyelik ayırdığım dudaklarına yeniden bastırırken Acar öpüşmemizin
hâkimiyetini yeniden ele geçirerek aynı anda da benimle birlikte ilerlemeye
başladı.
Banyo ve mutfak dışında başka bir kapı yoktu, odayı ben
göstermeden bulduğunda kapıyı büyük bir kuvvetle iterek geriye çarpmasına sebep
oldu. Odanın ortasındaki geniş yatağa doğru yürüyüp beni bırakmadan sırtımı
yatağın yüzeyiyle buluşturdu. Üzerimdeki ağırlığı hoş bir tatminle dolmamı
sağlarken saçlarını parmaklarıma doladım.
Dudaklarımızı ayırdığında bebek gibi mızmızlanacak
kıvamdaydım ama çenemden aşağıya doğru dümdüz bir yol çizip göğüs oluğuma kadar
ıslak öpücükler bıraktığında alt dudağıma dişlerimi geçirdim. Göğüslerimin
arasına dudaklarını ve burnunu sürterek bana saatler gelen gibi gelen süreyi
geçirdiğinde yavaşça soluma uzandı.
Sol göğsümü dudaklarını belli belirsiz değdirerek
uyardığında beklentiyle bozulan sinirlerim bedenime uyarılar yollamaya başladı.
Göğsümü kavrayıp ucunu ağzına doğru ittiğimde Acar nefesi beni teğet geçerken
ağır bir küfür savurup dudaklarının önünde duran ucumu emdi.
Islaklığını kabarmış göğüs ucumda hissettiğimde
rahatlamak yerine daha da kasıldım. Boşta kalan göğsüme uzanmak isteyen avucum
Acar tarafından tek bir hamleyle yatağa sabitlenirken elimi bıraktığı anda sağ
göğsümü sertçe avuçladı.
Avucuna sığdırmakta zorlandığı göğüslerim ağzı ve eli
tarafından talan edilirken oyalandıkça beni delirten sıcaklığımı kalçalarımı
havalandırarak Acar’ın kasıklarına sürttüm. Düğmesini ve fermuarını açtığım
halde halen üzerinde olan pantolonu aramızda koca bir engel gibi duruyorken
bacaklarımla pantolonunu aşağıya çekme çabamı görmezden gelmedi.
Göğsümdeki elini bırakmaya tenezzül etmeden diğer elini
kullanarak pantolonunu dizlerine doğru sıyırdığında az önce yaptığım hareketi
tekrarladım. Kadınlığımda istediğim o sert baskıyı kendi çabamla Acar’dan
almaya çalışırken iki kez kasıklarımızın birbirine çarpmasını sağladım.
Üçüncüsü yoktu.
Acar gözlerinde daha önce görmediğim derin bir koyulukla
göğüslerimi serbest bırakıp yükselerek alnını alnıma dayadı. “Hazır olman için
kendimi zor tutuyorken o ıslak ve sıcak kuytuyu bana bir kez daha çarparsan…
Nefes bile almana zaman tanımadan içine gömülürüm Feris, en derininde bulursun
beni.”
Bu bir tehdit miydi? Eğer öyleydiyse oldukça mantıksızdı
çünkü şu an her hücrem Acar’ı tamamıyla hissedebilmek için ayaklanmış
durumdaydı.
Gözlerimi cesaretim bir nebze olsun kırılmadan koyu
kahvelerine diktim. “Hazırım, senin için hep hazırdım Merih.” Kısık ama net
çıkan sesimle nefes nefese konuştuğumda Acar gözlerini kapatarak başını arkaya
doğru attı. Boğazındaki belirginleşen çıkıntıya iştahla bakarken dudaklarımı
oraya doğru uzatmak için sırtımı yataktan ayırdım.
Kollarımı sıkıca boynuna sarmış halde dudaklarımı
âdemelmasının etrafına kapatıp orayı emdiğimde Acar’ın yutkunuşu dudaklarımın
arasında anbean hissedilebilir haldeydi.
Pantolonunun yere düştüğünü anlamıştım ama tek odağım
dudaklarımın arasındaki sertlikti. Gözlerim hazla kısılırken Acar’ın
bacaklarımdan çekip çıkarttığı ve odanın bir köşesine uçan eşofmanıma bakma
gereği duymadım.
Altımda kadınlığımı zar zor kapatan bir külottan başka
bir şey kalmamıştı, Acar’ın da aynı şekilde boxerı ile kaldığını düşünüyordum
fakat ben âdemelmasıyla uğraşırken onun da çoktan aramızdan çıktığını gözlerim
aşağıya doğru kısa bir an kaydığında fark ettim.
Dudaklarım gözümün takıldığı sertliğiyle birlikte
boğazından koptuğunda yavaşça geriye doğru yaslandım. Sırtım yeniden yatakla
buluşurken bacaklarım kontrolsüzce iki yana doğru ayrıldı. Acar’ı orada
istediğimi belli edercesine yarattığım boşluğun dolması saniyeler bile sürmedi.
Dizleriyle bacaklarımı iyice iki yana itip alan
yaratmadan önce iç çamaşırımı avucunda parçalanacakmış gibi büyük bir kuvvetle
benden ayırıp yere attı.
Çırılçıplak oluşumuzun bana şu anda hissettirmesi gereken
neydi bilmiyordum ama bütün hislerim kocaman bir yangının ardında, alevlere
teslim olmuş gibiydi. Bakışlarımı yüzünden aşağıya doğru kaydırıp kasıklarına
yeniden kaçamak bir bakış attığımda dudaklarımı araladım. Bir şeyler söylemek
istiyordum ama bir yandan da dilim lal olmuşçasına sessizdim.
Acar bu duygu karmaşamı anlamış gibi bedenlerimizi
birbirine yaklaştırdı, yatağa uzanmış olan vücudum Acar’ı bir örtü gibi üzerine
aldığında üst bacağımın iç kısmında hissettiğim sertlikle kasıldım. “Şş,
serbest bırak kendini.”
Acar’ın bu konuda ilkim olmayışının karşılıklı olduğunu
biliyordum. Ne ben onun ne de o benim ilkimdi. Fakat üniversitede yaşadığım ve
tensel çekim olduğuna inandığım şeylerin aslında ne denli basit olduğunu şu
anda anlıyordum. Tamamlanmış hissedebilmek için her zerremin karşımdaki kişiden
emin olması gerektiğini de yeni anlıyordum.
Rahatlamaya çalışsam da gözlerimi az önce üzerine dikmiş
olduğum erkekliğinin aklımda canlanandan çok daha büyük oluşu kendimi kasmama
sebep oluyordu. İlkim olmamasına rağmen canım yanacak gibi hissettiğim için
kaslarımı gevşetemiyordum.
“Feris,” diyerek kulağımın hemen yakınında duran
dudakları adımı mırıldandığında ensesini okşadım. “İyi misin güzelim?”
“İyiyim.” deyip duraksamadan cevapladım. “Biraz
gerildim.”
Kulağımın altına küçük ıslak bir öpücük bıraktı. “Neden?”
Vereceğim cevabın Acar’ı gayet memnun edeceği kesindi.
İnadımı tetikleyen bu denklem, cevabı dile getirmek yerine işe yaramasını
umarak elimi Acar’ın karnından aşağıya doğru indirmeme neden oldu. Kasıklarında
oyalanmadan erkekliğinin en alt kısmından parmaklarımı ona sararak kavradığımda
Acar kulağımın yanından ayırmadığı dudaklarını aralayarak keskin bir nefes
aldı.
“Sikeyim!” Bağırır gibi inledi. “O küçük avucunu…”
devamını getiremeyişinin en büyük etkeni parmaklarımın birbirine değmesini
zorlaştıran sertliğini sıvazlar gibi avucumu hareket ettirişimdi.
Erkekliğine alışmak ve birazdan içimde hissedecek oluşumu
daha acısız hale getirme yolunda gevşemeye çalışmak için bu yöntemi seçmem ne
kadar doğruydu tartışılırdı. Çünkü avucuma sığmayan, ucuna kadar sıvazlarken
dahi uzunluğunu rahatça algılayabildiğim erkekliği anbean daha da büyüyor
gibiydi.
“Daha sert,” Tıslarcasına kulağıma fısıldadıktan sonra
kulak mememi dişlerini geçirerek emdiğinde kasıklarımda patlayan bu hareketi,
avucumu ona itaat ederek sıkılaştırmama sebep oldu.
Bir iki kez daha avucumu hareket ettirdikten sonra Acar,
karşı koyamadığım kuvvetiyle bileklerimi başımın yukarısında birleştirerek tek
eline sıkıştırdı. Gerilen bedenim kıvranarak hareketlenirken kalçalarımın
havalanmaması için hiçbir engelim yoktu.
“Bana attığın fotoğrafı hatırlıyor musun?” diye
sorduğunda neyden bahsettiğini anlayamayarak odaksız bakışlarımla yüzüne
baktım. “Sana elimi attıktan sonra bana yolladığın fotoğraf…” diye devam
ettiğinde aklımda canlanan sahneyle dudaklarım kıvrıldı. (göz atmak isterseniz 6.bölümdeydi)
“Bundan sonraki hayallerin daha sınır tanımaz olursa
ikimizin de işine gelir zümrüt göz.” Elini attığında ona yolladığım fotoğrafı
şu anda cidden canlandırıyor oluşumuz o günkü Feris için ciddi anlamda hayalden
ibaretti.
“Anlaştık Merihcim.” dedim gülerek. Aklımı dağıttığı bu
konuşma kasıklarımda hissettiğim baskısıyla toz olup uçarken yeniden kasılmamak
için kendimi zorladım. Özellikle konuyu dağıtıp beni rahatlatmak istediğini
anlamıştım. Dudaklarına kısa bir öpücük bırakarak minik bir teşekkür etmeyi
denedim.
Bileklerim tek eliyle yukarıda sabitlenmişken ona
dokunamıyor olduğum için hem deliriyor hem de vücuduma pompalanan adrenalin
tavan yaptığından heyecanla bekliyordum.
Bakışlarımı aşağıya doğru kaydırdım. Erkekliğini kökünden
kavrayarak kadınlığıma boydan boya sürttüğünde ıslaklığımın ona bulaştığını
hissettiğim anda çığlığımsı bir inlemeyle yay gibi gerildim. Kollarım ve başım
yataktayken sırtım yükselmiş, göğüslerim yukarıya uzanmıştı.
“Feris…” diyerek sabırsızca adımı söylediğinde zevkle
kayan gözlerimi açık tutmaya çalışarak ona baktım. Bileklerimi yavaşça serbest
bıraktığında kollarımı sıkı sıkı boynuna doladım. “Yavaş olmam gerekiyor mu?”
Bunun üstü kapalı bir ‘bakire misin’ sorusu olduğunun farkındaydım ve bunu
rahatsız edici bir sebeple değil de beni düşünerek sormasına gelecek saatlerde
mutlaka delirecek ve bolca öpecektim.
Büyüklüğü beni korkutsa da Acar’ın tüm sert tavırlarının
bir yandan beni nasıl etkilediğini biliyordum ve yavaş olmasını istemeyecektim.
Sesli olarak bir cevap veremesem de başımı iki yana sallayarak yanıtladım.
Acar’ın gözlerindeki karartı yoğunlaşırken saniyeler
sonra içimde hissettiğim ve dakikalardır doldurulması için kıvrandığım boşluğu
dolduran erkekliği boğuk bir inlemeyle dudaklarımın aralanmasına sebep oldu.
Acar’ı sıkıca saran ve ilerlemesini güçleştiren duvarlarım ondan da odada
yankılanan bir inleme kopartırken içimde biraz daha derine sızdı.
“Hassiktir, beni nasıl kavradığının farkında mısın sen?
Bunun beni nasıl delirttiğinin farkında mısın?” Tekrarladığı sorulara tek bir
hece dahi çıkartamadan zevkten ağlamaya dönmek üzere olan bir sesle inledim.
Adını tek bildiğim kelime oymuş gibi mırıldanırken sesim kontrolsüzce yükseldi.
İçimde ilerleyebileceği en uç noktada durduğunda
kollarımla boynuna tutunmaya ve ona sarılarak güç almaya devam ediyordum.
Dudaklarımı nefessizce saçlarının arasına gömüp beklerken hareketlenerek git
gel yapmaya başladığında bağırmamak için yüzümü tamamen başına bastırdım.
Belimin kenarından beni tutarken somut olarak olmasa da
içimdeki hareketleri bütün bedenimi sarsıyor, yerden yere vuruluyormuşum gibi
hissettiriyordu.
Acar hareket ettikçe ona alışarak gevşemeye başlayan
duvarlarım hareket alanını genişletirken hızlandı. Bir anda bu kadar
hızlanmasını beklemediğim için afallayarak kesik bir nefes aldım. “Merih!”
Derinden bir sesle inlediğim adı bedenimi yatağa mıhlar gibi arttırdığı hızını
ikiye katlarken omuzlarına tutunuyordum.
Dudaklarına kavuşma isteğiyle yüzümü aşağıya çevirdim.
Acar ben ona uzanamadan direkt olarak dudaklarımı ağzının içine çekmişti bile. Islak
ve fazlasıyla hoyrat bir biçimde öperken kasıklarımızın uyum içinde birbiriyle
bütünleşiyor oluşu bütün dengemi bozmuştu.
Alnımda biriken ter damlalarını hissedebiliyordum.
Gözlerimi açık tutabildiğim saniyeler kısıtlıyken arada bakabildiğim Acar’ın da
benden hiçbir farkı yoktu.
Acar içime çarptıkça tepeye olan tırmanışım hız
kazanıyor, zirveyi görmeye yakınlaşıyordum. İçimden taşacak çok fazla şey
olduğunu sızlayarak hissedebilir haldeydim. “Kendimi içine gömeceğim o kadar
fazla farklı an düşledim ki, bunun ilkimiz olduğuna ve bana alışmanı
bekleyeceğime sevinsen yeridir yavrum.”
Aklımda canlanan bambaşka fotoğraflar zihnimde dönerek tiz
bir sesle inlememe sebep oldu. Acar’ın içimden çıktığını algıladığımda
gözlerimi hızla açarak ne olduğunu anlamak için zar zor odağını bulan
bakışlarımı ona diktim.
Doğrulup yatağın önünde ayakta duruyor hale geçti.
Belimin iki tarafını kavrayıp beni de kaldırdığında yine kucağındaydım. Soru
sormak yerine uyum sağlamayı seçerek dudaklarına kapandığımda kalçamda
hissettiğim küçük bir sızıdan başka bir şey bırakmayan şaplakla yerimde
zıplarcasına hareketlendim. Bu, kasıklarımı Acar’ın karnındaki kas yığınına
sürtüp ıslaklığımı oraya bulaştırmama neden olurken Acar alt dudağımı sertçe
ısırıp çekiştirerek geriye doğru uzattı.
Yatağımın karşısında duran tekli koltuğa oturur oturmaz kucağındaki
bedenimi hizalayarak tek hamlede içime gömüldüğünde ağzım ‘o’ şeklinde açık
kalırken dudaklarım ondan kopmuştu. Az önceki halimizde onu en derinimde
hissettiğimi sanıyorken şu an bambaşka bir bulutun tepesindeydim.
Köküne kadar içime aldığım erkekliğinin seyirişini
kadınlığımın içinde algılayabilirken daha fazla dayanamayarak kalçalarımı
kıpırdattım. Oval bir hareketle çevirdiğim kalçalarım Acar’ı içimde
oynattığında başını geriye atarak kalçalarıma az öncekine benzer bir tokat
attı.
Bunun beni az önce nasıl tetiklediğini ve delirttiğini
anlamış olduğu için kullanmaktan çekinmiyordu.
Tepeye tamamen tırmanabilmek ve artık zirveyi görüp
aşağıya atlayabilmek için sabrım kalmadığından kalçalarımı Acar’ın omuzlarından
destek alarak yavaşça havaya kaldırıp yeniden oturdum.
Anbean içimde kayan erkekliği yeniden en derinime
gömüldüğünde dişlerimi omuzuna geçirip güç almaya çalıştım. Aynı hareketi
birkaç kez yavaşça tekrarladığımda Acar hızımın bu denli az oluşuna
sabredemiyormuş gibi homurdanarak belimi destekledi. Hızımı ben değil o kontrol
eder hale gelirken hiçbir şikâyetim olmayan bu durumu inleyerek karşıladım.
Pilim bitmiş gibi hissetmeye başladığım o an gelirken
Acar’a haber vermek ister gibi alnımı alnına yasladım. Acar, bakışlarımdan ne
halde olduğumu görebilirken çenesini kastığını hissettim. “İçinden çıkmam
lazım, sen etrafıma akarken dayanabileceğimi sanmıyorum.”
Başımı iki yana salladım. Kalçalarımı Acar beni
yönlendirmeyi kesse de tembel bir hareketle kıpırdattım. “Umurumda değil, hap
alabilirim.” diyerek hızlıca çözüm sunduğumda Acar kısa bir an emin olup
olmadığımı kontrol etmek ister gibi gözlerini gözlerime dikti. Emin olduğumu
söylemek yerine yerimde oturup kalkarak gösterdiğimde haykırışı andıran bir
sesle inleyerek belimi tek koluyla sıkıca sardı.
Kucağında oluşumu değerlendirerek göğüs ucumu ağzına
çekti, sertçe emerek sızlamasına sebep olduğu göğüs ucum kasıklarımdaki
hareketliliğin son vuruşunu yaptığında zirveyi görmüş ve hızla aşağıya
atlamıştım.
Kasıklarımdan akıp giden yoğunluk hissedilebilir bir
biçimde rahatlayan bedenimin pelte gibi Acar’a doğru yaslanmasına yol açarken
içimde son kez gidip geldikten sonra onun da içime akarak rahatladığını
anladım.
Başını yukarıya kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağlarken
yüzümde beliren yorgun gülüşle burnumu yanağına yasladım. Sakallarının sertçe
çizdiği tenimi umursamadan ona yaslıyken içimden çıkmadan beni sıkıca sararak
boynuna yatıran Acar pozisyonumun değişmesine sebep oldu.
Sırtımı ve saçlarımı sıvazlayarak sevdiğini hissederken
boynundaki kuytuya gömülü halde olan yüzümü kıpırdatmadım.
“Her zerren bu kadar tapılası olmamalıydı, her zerreni
benim yapmaktan başka bir yol bırakmadın bana.”
Kulağıma ninni gibi gelen sözleri olduğum yerde mayışmamı
sağlarken boynunu öptüm. “Benim olduğun kadar seninim.” diye mırıldanabildim
kısıkça.
“Aşığım Feris, üstü kapalı anlatmaktan çok sıkıldım. Sana
aşığım, duygularımı belli etmekten çekinerek aptallık yapmak istemiyorum.”
Kıpırdamadan ona yaslı ve sarılı halde öylece
kalakaldığımda gözlerimi kırpıştırdım. Yüzümü boynundan çekmek ve gözlerinin
içine bakmak istiyordum ama nedensizce bunun büyüyü bozacağından çekinerek
olduğum gibi kaldım.
“İlk ben âşık oldum, beni geçmek yok tamam mı Acarcım?”
diyerek mızmızlandığımda gülüşü kulaklarıma dolup içimde tatlı kıpırtılar
yarattı. Sırtımda tüy hafifliğinde gezinen parmakları bedenime morfin verilmiş
gibi uyuşmama yol açıyordu.
“Bu konuda söz veremem Feriscim, üzgünüm.”
Neyse ki ben
söz verememesine hiç üzülmemiştim. İçimdeki sevgi arsızı Feris ayağa
kalkıp küçük bir zafer dansı ile hareketlenirken kollarımı Acar’a daha sıkı
sardım.
~
Alnımdan yanaklarıma, yanaklarımdan çeneme taşan
öpücükler çoktan uykumu aldığım için bilincimin hızla yerine gelmesine sebep
olurken gözlerimi aralamaya çalıştım.
Uykum yoktu ama bedenim dinlenmiş değil de saatlerdir
koşuyormuşum gibi yorgundu. Bunun nedenini çok aramama gerek yoktu, dün akşam
olan her şey zihnimde tazeydi. “Günaydın zümrüt göz.” Acar’ın uykudan uyanalı
çok zaman geçmediğini belli eden boğuk sesi kulağıma dolduğunda yarı açık
gözlerimle gülümsedim.
“Günaydın Acarcım.” Ben sırtüstü uzanıyorken, o bana
dönük halde kolunun üzerinde yatıyordu. Yüzüme düşmüş olan birkaç tutam saçımı
kulağımın arkasına iterken dikkatle beni izliyordu. “Saçların nasıl halen ıslak
olabilir? Bütün gece kurumamışlar.”
Duş alıp yatmıştık ve Acar saçımı kurutmam gerektiğiyle
ilgili nutuk çekerken ben gözlerimi kapattığım anda sızmıştım. Uyusam da
makineyi bulup saçlarımı kurutacağına dair şüphelerim vardı ama ya uyandırmaya
kıyamamıştı ya da o da uyuyakalmıştı. Birinci seçenek daha romantik olduğu için
aklımdan onu seçecektim. Gerçekleri bilmeme gerek yoktu sonuçta.
“Yatarken kurumuyor kolay kolay.” diyerek açıkladığımda
Acar çok memnun durmuyordu. Saçlarımın diplerini parmaklarıyla yoklarken onu takmadan
yatakta kayıp kollarımı bedenine sardım. “Ne zaman uyandın?”
“Çok olmadı, erken yattığımız için sen de uykunu
almışsındır diye düşündüm.”
Aslında haklıydı ama yine de Acar’a sarılıp birkaç saat
daha uyumamak için kendimi ikna etmekte zorlanıyordum. “Aldım ama bence biraz
daha uyuyalım.”
“Ajansa gitmek için iki saatim var, o iki saati uyuyarak
değil kahvaltı yaparak geçireceğiz. Kalk bakalım.” Sırtımdan destekleyerek beni
doğrulturken tutulmuş gibi ağrıyan kaslarım sızladı. “Ağrın mı var?”
“Azıcık.” diyerek yalan söylemekten kaçındım. Acar’ın
kaşları çatıldığında ise yalan söylemediğime hemen pişman olmuştum. “Yataktan
kalkıp biraz hareket edince geçecek, düzeltir misin kaşlarını?” İşaret
parmağımı kaşlarının arasına bastırdım. “Erken kırışırsın böyle yaparsan,
şurada kalmış 30’a iki yılın.”
En büyük eğlencelerimden biri olan Acar’ın yaşıyla
uğraşma işimi hallettikten sonra beni yatağa gömecekmiş gibi baktığı için
ağrımı falan umursamadan yataktan kalkıp kapıya kaçtım. Uzaktan öpücük atarak
banyoya koşturdum.
Ben banyodan çıktığımda Acar çoktan dün giydiği takımını
üzerine geçirmiş halde salon kapısında dikiliyor haldeydi. “Hazırlan, çıkalım
hemen.” dediğinde onaylayıp odaya geçtim.
Ne giyeceğimi çok düşünmeme gerek kalmamıştı çünkü Acar
yanımda takım elbiseyle gezerken ben de aynısını yaparak uyumlu olmamızı
sağlamak istiyordum.
Ceketi üzerime geçirdikten sonra saçlarımı olabildiğince
şekle sokarak makyaj yaptığım küçük masamın başına geçtim. Göz altlarımı
kapatmış rimel sürmekle uğraşırken odanın yarı kapalı duran kapısı açıldı.
“Hazır mısın güzelim?”
Acar içeriye girip sorarken benim giyinmiş olduğumu fark
ettiğinde oturduğum halde baştan ayağa bedenimi incelediğini görebildim.
Aynadan onu görebiliyordum, birkaç adım arkamda merakla beni izliyordu.
Yanıma adımlayıp aramızdaki mesafeyi tamamen kısalttı.
“Bitti sayılır.” derken dudaklarıma sürdüğüm soluk pembe rujun kapağını kapatıp
masaya bıraktım. Masada duran takı kutusundan birkaç şey ayıklamaya çalışırken
Acar kutuya uzandı. "Ben seçeceğim.”
İtiraz etmeden elimi çektim. “Bu ne lan?” diyerek havaya
kaldırdığı uzun zincire yabancı madde gibi baktığında kıkırdadım. “Kaç kat
doluyorsun bu kolyeyi?”
“O kolye değil, bel zinciri sevgilim.”
Bakışlarıma belime kaydı. Zincir ve belim arasında gidip
gelen bakışları henüz bir sonuca varamamış olacak ki onu kenara bırakıp bana
bir yüzük ve bir çift küpe uzattı. “Tamam bunlar yeter, hadi gidelim.”
Apar topar taktığım takılardan sonra ayaklandım. Acar’ı
dolabımın kapısına yapışık olan boy aynasına doğru çekiştirdim. “Bak!” dedim
heyecanla.
Belimden tutup sırtımı göğsüne yasladı. “Fazla yakıştı.”
dediğinde başımı geriye doğru attım. “Sana da yakışıyor ceket, üzülme Acarcım.”
Şakağımı sertçe öptü. “Üzülmem yavrum, çıkalım artık
hadi.”
Çantamı da bulduktan sonra atölyeden çıktık. Üzerimdeki
takımı sporlaştırmaya kıyamadığım için ince topuklularımı giymiştim ve
merdivenleri bitirir bitirmez bu kararımdan yarı yarıya pişman oldum
sayılabilirdi. Sesimi çıkartmadan yolun karşısında duran arabaya Acar’ın eline
yapışmış halde yürümeye devam ettim.
Ön koltuğa kurulup Acar’ın arabayı çalıştırmasını
beklerken telefonumu kontrol ettim. Sabahın körü olduğu için arayan soran kimse
yoktu, kargalar kahvaltısını yapmadan biz kahvaltıya gidiyorduk çünkü.
“Eczaneye uğrayalım.” dedim yola koyulduktan birkaç
dakika sonra. “Bir alt sokakta var iki tane.”
Acar’ın bakışları birkaç saniye üzerime çevrildi.
Bakışlarındaki anlamı çözemeden yola döndü. “Uğrarız.”
Araba eczanenin önünde durduğunda kapıma uzandım. “Ben
alıp geley-…”
“Ben alırım, otur sen. Sürekli hareket edersen ağrın
geçmez belki. Başka bir şey istiyor musun?” Benden daha hızlı hareket edip
kapısını açtığında başımı iki yana salladım. “İstemiyorum.”
Birkaç dakika içerisinde eczaneye gidip gelen Acar
elindeki ilaç kutusunu kucağıma bırakıp arabayı yeniden hareketlendirdi.
Acar’ın arabada su bulundurduğunu bildiğimden arka koltuğa uzanıp bir şişeyi
kavradım.
İlaç kutusundan bir tanesini çıkartıp ağzıma attıktan
sonra suyla birlikte yuttum. Kalan ilaçları çantama koydum.
“Bu şey yüzde yüz koruma sağlayacak mı?” diyerek çantamı
işaret etti gözleriyle.
“Hiçbir şey yüzde yüz korunma sağlamaz Acar, ama oranı
gayet yüksek. Korkmana gerek yok.” dedim çantamı arka koltuğa atarken.
“Korktuğumu söyledim mi Feris?”
“Söylemedin, bay ‘ben bebekleri sevmem’. Bana öyle
gelmiş.” dedim alayla. Bir şey demeden arabayı sürmeye devam etti. Hafifçe
hızlanan araçta dizime bıraktığı elini tutarak camdan dışarıyı izleyerek vakit
geçirmeye başladım.
Kahvaltı için bu saatte çok fazla seçeneğimiz
olmadığından ilk açık bulduğumuz yerlerden birinde oturmuştuk. Reçellere
gömüldüğüm kahvaltıyı Acar’ın zoruyla biraz tuzlu şeylerden de yiyerek
tamamladığımda Acar zaten çoktan bitirdiğinden hesabı isteyip ayaklandık.
“Geç kalacak gibiysen ben taksiyle döneyim, sen direkt
ajansa geç.” dedim kapıdan çıktığımız sırada.
“Bugün halletmen gereken bir şey var mı önceden
planlanan?” Benim cümlemden bağımsız sorduğu soruya başımı iki yana sallayarak
cevap verdim. “O zaman ajansa geliyorsun.”
Arabaya ilerlerken arkasından hızlı hızlı adımlamak
zorunda kalmıştım. Kocaman kocaman adımlarına yetişmek beni zorluyordu. “Ajansa
mı geliyorum?”
“Evet.”
“Sen çalışırken biraz şey oluyormuşsun ama…” dedim kısık
sesimle. Arabanın yanına ulaşmıştık bile.
“Ne oluyormuşum? Melih gereksizi neler anlattı sana kızım
delirtiyorsunuz beni ikiniz de!” Sinirlendiği için topuklularımın verdiği boy
avantajını kullanıp dudağının kenarını öptüm hafifçe.
Çenemi parmaklarının arasına alıp tam aynı yerden beni
öperek karşılık verdiğinde sırıttım. “Hemen barıştık, oh ne güzel.”
Dayanamayıp güldüğünde arabanın kapısına uzanıp açtım.
Yerime geçerken Acar arkamdan bir şeyler homurdanıp sürücü koltuğunun olduğu
tarafa dolandı.
Ajansa ulaşmamız trafik dolayısıyla uzarken telefonumu
Acar’ın arabasına bağlayıp şarkı listelerimle boğduğum sevgilim halinden
şikâyetçi durmuyordu.
Şarkılarla ilgili sorular sorup ayrıntılar öğrenmek
istemesine hevesle karşılık verirken sonuç olarak ajansın otoparkına girmiştik.
Arabadan indiğimde çantamı arka koltuktan alıp o kapıyı
da kapattıktan sonra bakışlarım istemsizce etrafta gezindi. Bolca araba ve
kolondan başka bir şey yoktu.
Gözlerim, bizim bayağı uzağımızda olan ama hareket ettiği
için dikkatimi çeken gölgeye takıldığında bir çalışan olabileceği için
umursamamıştım. Gölgenin kendisini gördüğümde ise bu kişiyi nereden tanıyor
olduğumu anlamam biraz zamanımı almıştı.
Kolonların arkasında saklanıyor gibi duruyordu, zar zor
görebildiğim sarı saçlar ve o gün fazlasıyla sinirimi bozduğundan aklımda kalan
yüzüyle ilerideki kişi yine ajansta karşılaşmış olduğum hödük adamdı. Sürekli
buralarda mıydı yoksa bana özel mi denk geliyordu emin değildim.
“Acar?” diye mırıldandım gözlerimi adamdan ayırmadan.
Acar arabayı kilitleyip anahtarı cebine atarken bana baktı. “Söyle güzelim.”
“Şuraya bir baksana, B6 yazan kolonun arkasına.” Acar
kısık sesle söylediğim şeyi afallayarak da olsa yaptığında arabaya doğru
yanaştım.
“Çalışanlardan biri vardı sanırım, çıkışa ilerliyor. Onu
mu söylüyorsun?”
Panikle aynı yere baktım. Hödük kaybolmuştu.
“Ben…” diye mırıldanırken zaman kazanmaya çalıştım. Boşu
boşuna mı evham yapıyordum anlayamamıştım.
Sırtıma yasladığı eliyle beni kendine doğru çekti. “İyi
misin sen Feris? Bak bi’ bana.”
Gözlerimi gözlerine dikip baktım. “İyiyim.” dedim
sakince. Bu hödük konusunu belki de Acar’a değil de daha sakin olan
ortaklarından herhangi birine sormalıydım.
Melih, Çağla hatta Caner de olabilirdi ama Acar bu
konuşma için fazla gergin bir karar olacaktı sanırım.
“Çıkalım mı yukarıya, otopark kokusu çok rahatsız etti
midemi.”
Acar’a yalan söylemiş sayılmazdım çünkü gerçekten bu
kokudan nefret ediyordum. Buruşturduğum yüzümle ona bakarken beni asansörlerin
olduğu tarafa yönlendirdi. Otopark asansörünün üst katlara erişimi olmadığından
önce girişe çıktık. Acar’ın alıp verdiği bolca baş selamının ardından yeniden
bir asansöre bindik.
Daha önce Melih’in odası dışında herhangi bir yerinde
bulunmamıştım üst katların.
Fazlasıyla yükseğe çıkıyor olduğumuz için kasılan
bedenimi Acar’a yaslayıp ona odaklanmaya çalıştım. Asansörün kapıları açıldığında
kendimi direkt dışarıya attım. Karşımda kimse oturmuyor olsa da iki kişilik bir
masa vardı, bunun asistanlarının masaları olduğunu biliyordum. Katta dört
yöneticinin de odası vardı, en ortada ise asistanları oturuyordu.
“Sol taraftan,” diyerek yönlendirdiğinde oraya ilerledim.
Önünden geçtiğimiz ilk kapıda Caner’in adı vardı.
Koridorun sonunda duran tek bir kapı kalmıştı. Sağ tarafta Melih ve Çağla’nın
odaları vardı zaten.
Koridorun sonundaki kapıya geldiğimizde başımı kaldırıp
isim yazan küçük tabelaya baktım. Okuduğum gibi gülüp Acar’a döndüm.
“İnanılmazsın gerçekten.”
Odasının kapısını açarken anlamamış gibi yüzüme baktı.
“Ne için?”
“Kapıya Merih’i ekletmemişsin, sadece Acar Bayazıt
yazıyor.”
Odaya girmeden önce eliyle önden geçmem için işaret yaptı.
“Şaka yaptığımı söylemedim bu konu hakkında hiçbir zaman.”
Kıkırdadım. “Herkes mi karıştırıp Melih diyordu? Nasıl bu
kadar travma yarattı sende bu?” Bir yandan odasını incelerken bir yandan da ona
laf yetiştirmekle meşguldüm. İçerisi koyu ahşap ağırlıklı dizayn edilmişti.
Evinde alışık olduğum tatlı kahve ve bej tonlar burada yoktu.
Kapıyı kapattıktan sonra üzerindeki ceketi çıkartıp
masanın arkasında duran askıya bıraktı. Ben de masanın önündeki tekli
koltuklardan birine yerleştim. Bacaklarımı birbirinin üzerine atıp masasının
üzerinde göz gezdirdim.
Şaşırtmayan bir düzen hâkimdi. Kağıtlar, dosyalar hatta
kalemler bile düzgünce sıralıydı.
İlgimi çeken kalemlerden birini alıp öylesine uğraşırken
Acar sandalyesine geçti. “Ee beğendin mi odayı?”
“Evin daha güzel.” diye homurdandığımda burnundan nefes
vererek güldü. “Eve götüreyim çıkışta seni o zaman.”
Kaşlarımı havalandırdım. “Çantan mıyım ben senin Acarcım
oradan oraya taşıyorsun gün içinde?”
“Hayır, sevgilimsin.”
Aniden gelen cevabıyla öksürüp kendime gelmeyi denedim. Durup
durup bir anda patlatıyordu ve her seferinde ağzım açık kalıyordum.
Ondan gözlerimi kaçırıp kenardaki küçük not kâğıtlarından
birini aldım ve elimdeki beğendiğim kalemin nasıl yazdığına bakmak için
öylesine bir şeyler karalamaya başladım. Acar da bilgisayarını açmakla
uğraşıyordu.
Kalem yağ gibi kaydığından sıkılmadan kâğıdın tamamını
doldurduğumda başımı kaldırdım. “Çöp nerede?”
“Benim olduğum tarafta, ne atacaksın ver bana.”
Kâğıdı uzattım. “İki dakikada mı yaptın bunu?”
Çizdiğim çiçeklere bakarken dudaklarımı büktüm. “Evet,
gelişigüzel çizdim. Çok mu garip?”
“Aynen garipmiş ver de atayım.” Kâğıdı elimden alıp çöpe
atması için beklerken çekmecesine attığında kollarımı masaya yaslayıp ona doğru
eğildim. “Orası çöp değil?”
“Verdiğin şey de çöp değildi, hem sana ne kızım kâğıdın
nereye gittiğinden. Çöpe attım say.”
Sırıtmamı gizlemeye gerek duymadım. Ceketimin kollarıyla
oynarken keyfim fazlasıyla yerindeydi. Birkaç dakika sessizce oturdum, Acar’ın
kendi işleriyle ilgilenmesini izledim. “Bu odaya uyacağını düşündüğün bitmiş
bir tablon var mı?”
Gözlerini bilgisayarından çekmeden sorduğu soruyla
parmaklarımı birbirine geçirdim. “Bilmem ki, birlikte seçebiliriz atölyeden. Ya
da yeni bir şey çizerim.”
Başıyla onaylarken kısa bir an bana baktığında öpücük
attım. Göz kırparak hayırdır dercesine bir hareket yaptı. “Neye borçluyum uçan
öpücüğünü?”
“İçimden geldi, çok sorgulama.”
“Öyle olsun bakalım Feris Hanım.”
Odanın kapısı çalındığında ikimiz de oraya döndük.
“Girin.” diye seslendiğinde kapı açıldı.
Benden birkaç yaş büyük olduğunu tahmin ettiğim kızıl
saçlı bir kadın içeriye girdi. Boya olmasına rağmen yüzüne fazlasıyla
yakışmıştı saçlarının rengi.
“Gel Nisan.”
“Günlük programınızı vermek için gelmiştim Acar Bey,
müsait değilseniz daha sonra gelebilirim.” Hem heyecanlı hem de kendinden emin
gibi duruyordu. Enerjisi hoşuma gittiği için gülümseyerek karşılık verdim arada
bana kayan bakışlarına.
“Sorun yok, İzgi Hanım misafir değil sevgilim. Buralarda
sık sık görürsün bundan sonra.” Beni her dakika ajansa getirmek gibi bir planı
varmışçasına konuştuğunda gözlerimi büyüterek Acar’a baktım. Bana tek kaşı
havada bir bakış atıp Nisan’a döndü.
“Memnun oldum İzgi Hanım, Acar Bey’in ve Caner Bey’in
asistanıyım ben de.” Aynı şekilde karşılık verdim.
Birkaç dakika boyunca Acar’ın öğleden önce ve sonra
yapacaklarını sıraladığında ben kolumu masaya, çenemi de avucuma yaslamış beni
pek de ilgilendirmeyen konuları dinliyor haldeydim.
Programı saymayı bitirip çıkmak için hareketlendiğinde
açık olan kapıdan içeri sızan kişiyi gördüğümde ayaklandım. Bayağıdır
görmüyordum, önceki rutinimize oranla görüşme sıklığımız o kadar azalmıştı ki
görür görmez bunun ne kadar eksik hissettirdiğini fark etmiştim.
“Melih!” diye mırıldanarak açtığı kollarının arasına
girdiğimde sırtımı sıkıca sardı. “Kaçak yengemi burada bulacağımı bilsem her
gün Acar’ın odasına uğrardım. Doğru söyle buraya gelip gelip beni görmeden
kaçıyorsun değil mi?”
“Yenge mi?” dedim diğer saydıklarına tepki vermeden önce.
“Ne diyeyim bacanak mı? Yengesin sonuçta.” dediğinde bir
adım geri çekildim. “Arkadaşınım ama ben senin, yenge olmadan önce bir vasfım
vardı hayatında. Yok muydu?”
Melih sırtımı patpatlarken Acar’a baktı. “Yenge dedim
diye bir ağlamadığı kaldı, kızdırdın mı ne yaptın?”
“Seni görünce modu düştü, çok mutluydu az önce.” Acar’ın
abartı yalanına göz devirirken Melih beni sarstı. “Ne diyor bu yaşlı herif?”
“Aynı gün doğduk gerizekalı kardeşim, aynı gün.” Acar ben
konuşamadan homurdanırken onu takmadan Melih’e baktım. “Yalan söylüyor, yani
aslında doğru da söylüyor.” Kafam karışık halde cevapladığımda Melih de en az
benim kadar kafası karışmış duruyordu.
“O ne demek şimdi?”
“Seni görünce ne kadar özlediğimi fark ettim. Hayatımda o
kadar fazla şey olup bitti ki eski düzenimde ilerlemiyor hiçbir şey.”
“Lan!” Omuzumdan kendine çekip göğsüne yasladığında
kollarımı beline sardım. “Sabah şekeri misin sen? Tatlı tatlı özledim diyorsun
açmışsın koca gözlerini.”
“Ben o şekeri boğazına dizmeden bir çek ahtapot kollarını
da oturun artık.” Acar’ın dişlerinin arasından tıslar gibi söylenmesiyle Melih
nispet yaparcasına beni daha çok kendine çekti. “Biz şuradaki ikili koltukta
oturabiliriz.”
“Feris! Yanıma gelir misin?” Acar çareyi bana seslenmekte
bulduğunda ikisi arasında sıkışmış hissettiğim için çare arayarak düşündüm.
İmdadıma koşan kapıdan giren Çağla ve Caner oldu.
“Aaa!” Abartı bağırışımla kendimi Çağla’nın üzerine
attım. “Günaydın Çağlacım.”
Kulağına en kısık sesimle fısıldadım. “Acar ve Melih
arasında kaldım, beni kurtar buradan.”
Kıkırdayıp kollarını bana sardı. “Hemen hallediyorum.”
Sarılmayı bırakıp koluma girdiğinde yanımda duran Caner’in uzattığı yumruğuna
yumruğumu vurarak onunla da selamlaştım. “Hoş geldin küçük ayyaş yenge.”
Bir kere sarhoş gördü diye her karşılaşmamızda bana
bağımlı muamelesi yapan Caner’in bir de sona kurdele gibi iliştirdiği sıfata
kaşlarımı çattım. “Küçük ayyaş yenge ne be?”
“Özelliklerinin sıralı tam listelenmiş hali,
beğenmediysen sırada değişim yapabilirim.” Omuzlarımı düşürüp başımı çevirdim,
Caner’i ikna edebileceğimi sanmıyordum.
“Takım çok yakışmış.” diyen Çağla’ya gülümsedim.
Kendisinin üzerinde de soluk mavi bir ceket pantolon takımı vardı. “Söyleyene
bak!” dedim onu göstererek. Senden çok yakışmadığı kesin.”
“İltifat seremoniniz bittiyse dağılalım.” Caner’in
cümlesine aynı anda ona dönerek benzer bir tepki verdiğimizde geri adımladı.
“Şaka! Küçük tatlı bir şakaydı. Siz birkaç saat daha devam edin biz bekleriz.”
“Kıvırmasana lan, arkasında dur bari söylediğinin.” Acar
da ona laf atarken Caner eliyle bizi gösterdi. “Sana da böyle baksınlar da o
dik omuzların nasıl sönüyor izleyelim kardeşim.”
“Bu arada şakası bir tarafa ben bu kadar hızlı kabul
edeceğini düşünmemiştim teklifi, hatta Acar’ın hemen soracağını da
düşünmüyordum.” Çağla bana bakarak mutlulukla konuştuğunda kastettiği şeyin
çıkma teklifi olduğunu düşünerek böyle bir şey yaşanmadığını söylemek için
araya girecekken Acar öksürmeye başladığında şüpheyle ona döndüm.
“Helal, helal. Boğuldun kendi tükürüğünle oğlum.” Melih
konuşsa da Acar ona bakmadan Çağla’ya bakarak uyarır gibi kaşlarını
havalandırdığında şüphelerim artmaktaydı.
“Hangi teklifi kabul ettim ben Acar?”
Çağla benim sorumdan sonra kolumdan çıkıp Melih’e doğru
yanaştı. “Pot kırdım, Acar da beni manevi olarak biraz kıracak sanırım. Arkanda
saklanayım mı?”
“Saklan saklan, ben korurum seni.” Çağla, Melih’in
arkasına geçip neredeyse tamamen görüş alanımdan çıktığında bu tatlı sahneye
istemsizce tebessüm edip ardından direkt toparlanarak Acar’a baktım.
“Dinliyorum Acarcım.”
“Evet, dinliyoruz Acarcım. Ben de merak ettim.” Caner
yanıma geçip ellerini beline koyarak mahalle kavgasına hazır teyze modunda
dururken Acar ona bakıp yüzünü buruşturdu. “Bir daha adıma fazladan bir şeyler
eklersen senden önemli parçalarını keserim Caner, ne diyorsun oğlum?”
“Çifte standardı gözlerimin içine baka baka da yapma be
Acarcım, İzgi dediğinde sorun yok ama…” Ağlayacakmış gibi içerleyen Caner’in
oyunculuğuna bakıp hayretle izledim.
“Manyak mısın lan? Sevgilim misin sen benim?”
“Bu saatten sonra zor, ben kimsenin ilişkisine meze
olmam. Kendine başka metres bul kardeşim, kusura bakma.”
Kendimi tutamayıp yüksek sesle güldüğümde Çağla’nın ve
Melih’in de gülüş seslerini duydum. Acar’ın yüzünün aldığı hale bakan herkesin
güleceğine adım kadar emindim.
Konunun dağıldığını biraz geç de olsa fark ettiğimde
ellerimi birbirine vurup dikkatlerini üzerime çektim. “Teklif neydi? Acar cevap
vermeyecekse sen anlat Çağla, bekliyorum.”
“Bizimle çalışmanı istiyoruz, tasarım ekibinde fazlasıyla
yeni bir bakış açısına ihtiyacımız var ve sen aradığımız kişisin diye
düşünüyoruz.”
Melih’in kolunun kenarından kafasını uzatıp tek nefeste
konuşan Çağla’ya irileşen gözlerimle baktığımda şaşkınca kalakalmıştım. “Ne?”
“Küçük ya da büyük bir sürü şirkete logo ve afiş
tasarlıyoruz Feris, ekipten ayrılanlar oldu ve şu an elimizde doğru düzgün iş
çıkartan kimse yok.”
Acar da nihayet konuşabildiğinde bir ona bir diğerlerine
bakıp şaşkınlığımı atlatamamış halde hepsini süzdüm. “Çok mantıklı lan, bana da
haber verseydiniz ben erkenden ikna ederdim küçük ayyaş canım yengemi.”
“Caner bir dursana, kız sudan çıkmış balık gibi kaldı
zaten.” Melih müdahale ettiğinde Caner ağzına fermuar çekmiş gibi yaptıktan
sonra beni kollarımdan tutup masanın önündeki tekli koltuğa oturttu. “Düşer
müşer şimdi, işe alamadan sakatlamayalım maazallah.”
“Ben böyle bir şey için uygun olduğumu sanmıyorum,” dedim
sakince. “Aklıma ne gelirse onu çiziyorum, amacı olan çizimler yapmak farklı
bir yetenek gerektiriyor. Ayrıca torpille bir başkasının çok daha uygun olduğu
bir pozisyona konmuşum gibi olacak.”
“Aslında…” Çağla kısık sesle konuşarak bana doğru
yaklaştı. “Ben anonim bir maille senin Acar tarafından hazırlanmış portfolyonu
insan kaynaklarına attım. Kim olduğundan ve bizden referansın olduğundan
haberleri olmamasına rağmen direkt onayladılar. İşe alımlar böyle işliyor
normalde de, insan kaynakları ilk onayı verirse bize düşüyor son kısım.”
Bana sevimli sevimli açıkladıktan sonra Caner’e baktı.
Sinirle omuzuna vurdu. “Maillerini düzenli kontrol etsen İzgi’yle ilgili olanı
da görürdün yani.”
Caner teslim oluyormuş gibi ellerini kaldırdı. “Benim
sorumsuzluğuma daha sonra odaklanırız, şimdi İzgi’yi dört taraftan sıkıştırıp
ikna etme kısmıyla ilgilenelim.”
Gözlerimi Acar’a diktim. Nötr bir tavırla beni izliyordu.
“Eğer hayatımda başka bir sıfata sahip olmasaydın ve önüme yaptığın işler
gelseydi seni işe her türlü alırdım Feris. Oldukça ciddiyim bu konuda, iş
konusunda taviz verecek biri olmadığımı biliyorsun.”
“Bilmez olsaydık, ruh hastası.” Melih araya kısaca girip
sustuğunda istemsizce ona bakıp güldüm.
“Hemen cevap vermek zorunda değilsin zaten, birkaç gün
düşün sen bu konuyu. İstediğin zaman cevaplarsın İzgi. Ama olumlu dönüş
yaparsan hem ajansı hem bizi kurtarırsın gibi duruyor bebeğim gerçekten.” Çağla
göz ucuyla Acar’ı işaret etti. “Hem işleri yoluna koyarsın hem de şu Nemrut
Dağı’nın soğuk enerjisini biraz ılıtırsın bence. Değil mi?”
Caner ve Melih aynı anda hızla kafa sallayarak
onayladığında bir kez daha güldüm. Acar’ın onlara neler yaptığını artık ciddi
anlamda merak ediyordum. “Düşeneceğim, tamam. Ama olumlu olacağına dair söz
vermiyorum. Anlaştık mı?”
“Anlaştık!” Acar dışında onay aldığımda merakla ona
döndüm. “Sizinle anlaşmadık mı Acar Bey?”
“Kararın olumlu olması için müdahale etmeyeceğimi mi
düşünüyorsun?”
“Manipülatör bir manyak olduğunu düşünüyorum Acarcım,
eksik olma.”
Çağla yanaklarına doldurup gülmesine engel olmaya
çalıştığı nefesi bir anda bırakarak kahkaha attığında Acar keskin bakışlarıyla
ona döndü. “Çağla.”
“İzgi!” Çağla onu duymamış gibi hızla beni kolumdan
çekiştirdi. “Gel seninle kahve alalım, geçen hafta yeni kahve makinesi aldım
ben kattaki mutfağa. Mis gibi oluyor, koş bebeğim hadi.”
Sırıtarak ayaklandım. “Bence Melih’in arkasına saklan
yine.” dedim kulağına doğru fısıldayarak. Kolumu cimcikledi. “Sussana kızım
işkillenecekler.”
“Bu saflar bu kadar yıl işkillenmediyse nah işkillenirler
bundan sonra canım benim, korkma hiç.”
Bana hak vermiş olacak ki gözlerini devirdi. “O da
doğru.”
Odadan çıktığımızda Çağla’nın anlattığı kahve makinesinin
yapabildiği kahve çeşitlerini dinlerken bir yandan da az önce aldığım teklifi
düşünüyordum.
Ne yapacağım hakkında cidden hiçbir fikrim yoktu.
Artıları ve eksileri düşünmeye başlamam aynı zamanda da objektif olabilecek
kişilere sormam gerekecekti belli ki.
Bol düşünceli birkaç gün beni bekliyordu, en azından
bundan öncekilerde olduğu gibi iki ucu boklu değnek olan ikilemlerden
kurtulmuştum. Bunun için oturup şükretmem gerekiyordu ciddi anlamda.
Hayatım normale dönüyordu, geçirdiğim haftalar sonunda
düzlüğe çıkmaya başlamıştı.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder