Dert Bebesi 44.Bölüm

 44.BÖLÜM



- Nil

 

Kötü hissetmek mi daha kötüydü, yoksa birine kötü hissettiriyor olmak mı?

Bazen kendimi bu soruyu düşünürken buluyordum. Hayatımın son yıllarında sıkça kötü hissetmiştim ve bunu o kadar çok deneyimlemiştim ki artık bir başkasına kötü hissettirmek en büyük korkumdu. Neye sebep olacağımı, karşımdakinin nasıl üzüleceğini biliyordum çünkü.

Bu aslında, empati yaparken ipin ucunu kaçırmaktı. Yorucuydu.

“Abla!”

Tuna’nın sesiyle irkilerek kapıya doğru döndüm. Birkaç saniye içinde mutfağa girmişti. “Efendim ablacım?”

Nefes nefese kalmış halde tam önümde durup kafasını arkaya atarak yüzüme bakmaya çalıştı. “N’apıyorsun?”

Koşturarak ve bağırarak yanıma gelişinin asıl sebebinin bu olmadığını düşünüyordum, hatta emindim. “Bulaşıklar yıkanmış, onları yerleştiriyordum.” diyerek sakince sorusunu cevapladım.

“Yardım edeyim mi?” Gülümseyerek saçlarını hafifçe karıştırdım. “Teşekkür ederim bebeğim, bitti zaten.”

“O zaman birlikte içeri gidelim.” dedikten sonra bana herhangi bir süre tanımadan bir elime sıkıca yapışıp kapıya doğru gitmeye başladı. Acelesinin sebebini çözmeye çalışırken bir yandan adımlarına ayak uyduruyordum.

Salona girdiğimizde koltuklara dağılmış olan abilerime çok bakmadan tekli koltuklardan birine yerleştim.

“Abi! Bak yaptım ilk görevimi.” Tuna heyecanla Mert abimin bacağına vurup konuşmuştu. “Aferin benim aslanıma, şimdi ikinci göreve o zaman. Koş!”

Aralarında ne döndüğünü anlayamasam da Tuna başını sallayıp koşturarak salondan çıktı. Bir süre sonra kapı sesi duyuldu. Odasına girmiş olmalıydı.

“Ne oluyor?” diye sordum dayanamayıp. Bakışlarım Mert abimdeydi, o da bana döndü. Kaşlarını havalandırarak konuştu. “Onu sizden dinleyeceğiz Nil Hanım.” dedikten sonra biraz duraksayıp devam etti. “Ve sayın Demir Özkan…”

İstemsizce Demir abime baktım. Tam karşımdaki ikili koltukta tek başına oturuyordu. Adını duyduğunda kısa bir an bize döndü. “Ne diyorsun Mert?”

“Buna ben de inanamıyorum ama gayet doğru şeyler söylüyor şu an.” Oktay abim, hayret eder gibi Mert abime bakıp devam etti. “Sen zaten günlerdir aynı haldesin, derdin de az çok belli ama iki kelime etmeye niyetlenmiyorsun asla.” derken Demir abimi işaret ediyordu.

Biraz sonra bakışları bana çevrildi. “Sen de abine mi özendin? İki üç gündür hayalet gibi geziyorsun evde, neyin var diyoruz yok bir şey deyip duruyorsun.”

Yutkunmak zorunda hissettim. Ne demem gerektiğini bilemeyerek kollarımı kendime sarıp bakışlarımı kaçırdım.

“Bu akşam her şeyi doğru düzgün konuşacağız ya da herkes bundan sonra kafasına göre takılsın, madem istediğiniz bu.” Son kelimelerindeki imayı hissetmemek imkânsızdı.

Yardım ister gibi Demir abime baktım. Birkaç gün önce bir şeyler anlatsın diye ona ısrar ediyorken bir anda onunla aynı konuma düşmüştüm.

“Konusu belli olanla başlayalım, dinliyoruz abi. Nedir Birce olayı?” Sessizliği Mert abim bozmuştu. Ben abimin sessiz kalıp, hatta belki de sinirlenip hiçbir şey anlatmayacağını düşünüyorken bir anda konuşmaya başlamasıyla afallasam da hemen toparlandım. Dikkatlice onu dinlemeye başladım.

“Kapandı o konu.” dedi sakince. “Konuşulacak bir şey de kalmadı yani.”

Kaşlarım istemsizce çatıldı.

“Halinden belli oluyor kapandığı.” Oktay abim hafif alayla söylendiğinde bu kez Demir abimin kaşları da çatıldı.

“Ne dememi istiyorsun Oktay? İki yıl önce siktirip giden, artık seninle olmak istemiyorum diyen kadın bir anda geri geldi. Ben de kollarına koştum mu diyeyim?” Sesi yüksek değildi ama o kadar öfke doluydu ki bağırıyormuş gibi hissetmiştim. Bu öfkenin Oktay abime değil, Birce ablaya olduğu açıktı.

“Kollarına koşmayacağını biliyoruz, sen iki kelime edip anlatmaya gerek duymasan da seni tanıyoruz abi, kardeşleriniz biz.” Mert abim, nadir büründüğü ciddi haliyle konuşmaya devam etti. “Sebepsizce gittiğini bile doğru düzgün anlatmamıştın mesela, ortak kararınızmış gibi davrandın hep. Evet, o dönem her şey zaten karmaşıktı ama sonrasında bolca vaktimiz vardı.”

“İyi, öğrendiniz şimdi işte.”

“İnanılmaz bir adam ya, şimdi öğrendiniz diyor.”

“Peki madem tekrar birlikte olma ihtimaliniz yok, konu kapandı diyorsun… Neden halen düşüncelisin, hangi ihtimallere dalıp dalıp gidiyorsun?” dedim kendimi tutamayarak. Karışmadan sadece dinlemeyi düşünmüştüm ama bünyem müsait değildi.

“Gerçekten pişman olup olmadığını düşünüyorum, iki yıl kısa bir süre değil. Neden bu kadar zaman sonra geldiğini, amacının ne olduğunu anlamaya çalışıyorum Peri. İstemesem de aklım bunlara gidiyor.” Ben onu affedip affetmemeyi düşünüyor olduğuna kendi kendime emindim ama belli ki yanılıyordum. Cidden söylediklerini düşünüyor gibi duruyordu. Yalan söyleyeceğini de sanmıyordum.

Başımı hafifçe salladım. Minik bir tebessümle bana bakıp göz kırptı. “Konu merak ettiğin bir şey olunca dilin çözüldü.” Bunu söylemesi ile birlikte diğer iki abim de bana dönünce sırıtabildiğim kadar sırıtıp her şey normal imajı vermeyi denedim.

“Gözlerine ulaşmıyor o sırıtma, kimi kandırıyorsun abicim sen?” Omuz silktim. “Biraz bekleyelim belki ulaşır.”

“En kötü Uras’ı arayalım, bu sinsi ona sırıtır bol bol. Biz başçavuşun eşeğiyiz çünkü.” Mert abim konuştuktan sonra yüzümde nasıl bir ifade oluştuğu hakkında bir fikrim yoktu. Aksine sabit durmaya çalışmıştım. Ancak birkaç gündür olduğu gibi adını zihnimden dahi geçirsem tepetaklak oluyordum ve böyle bir cümlede sesli olarak duymak da iyi gelmemişti.

Sabit kalmayı pek başaramamış olmalıyım ki, üçünde de bir hareketlilik oldu.

“Peri?” İlk tepki Demir abimindi. Tereddütle mırıldandığında derin bir nefes almaya çalıştım. “Efendim?”

“Neye bu kadar kırgınlaştın fıstığım?” Dudaklarımı aralasam da bir şey söyleyememiştim.

“Uras dedim diye mi üzüldün kız? Çok mu özledin?” Mert abim ayağa kalkıp bana en yakın konumdaki koltuğun ucuna oturup diziyle dizime vurdu. Dudaklarım kontrolsüzce bükülürken Mert abimin kolları arasına çekilmiştim birden. “Abicim niye böyle yapıyorsun? En kötü ihtimalle birimiz izin alırız Ankara’ya gideriz birlikte, tek yollamamız mantıklı olmaz seni, biliyorsun.”

Kulağıma doğru konuşuyor olsa da sesini diğerlerinin de duyabildiğine emindim. Salonda keskin bir sessizlik vardı zaten.

“Sınavları bitmeye yakındır zaten, o da gelebilir. Konuşuruz fıstığım, niye sıkıyorsun canını?” Mert abimin omuzuna yasladığım başımı kıpırdatarak, konuşan Demir abime doğru baktım.

“Gelemez.” diye mırıldanabildim kısık bir sesle. Onların ‘neden’ diye sormasına zaman tanımadan devam ettim. “Biz… Biz sanırım ayrılıyoruz.”

 

 

~

 

 

“Tamam Peri. Kal yatağın içinde, yat öyle bütün gün. Hiçbir şey söyleme sakın, yanlışlıkla içini dökersin falan bak Allah korusun.”

Demir abimin yarı sinirle yarı alayla konuşmasını dinlemeyi sürdürürken yorganıma sıkıca sarılmış haldeydim. İşe gitmeden önce odama girmişti, saatin henüz dokuz bile olmadığına emindim.

Gece uyuyamamıştım. Abimin sabah sabah bunu fark edip neden haber vermediğimle ilgili olan azarını dinlemeyi henüz yeni bitirmiştim.

“Gözlerinin haline bak, içeri çökmüşler. Uyumamanı geçtim, ağlamışsın bir de Peri.”

Yorgunlukla sızlayan gözlerimi kapatıp birkaç saniye öyle kaldım. Ardından yeniden gözlerimi araladım. “İyiyim ben abi. İşe geç kalacaksın, çık artık.”

Sıkıntılı bir nefes aldığını duyumsadım. “Oktay evde, akşam nöbete gidecekmiş. Ben ya da Mert gelene kadar tek kalmamış olursunuz. Tuna da onunla oyalanır, sen de uyu biraz.”

“Tamam.” diye mırıldandım.

Abim üzerime doğru eğilip alnımı yumuşakça öptüğünde hissettiğim şefkatle, sanki az ağlamışım gibi yeniden bastıran gözyaşlarımı bastırarak sakin kalmaya çalıştım. Tamamen geri çekilmeden ben de sakallarının üzerine dudaklarımı bastırdım.

“Dün akşam arama diye tutturduğun ve dokunsak ağlayacak gibi olduğun için aramadım, ama bana mantıklı sebepler vermezsen akşam geldiğimde Uras’ı arayacağım Peri. Bunu bir düşün fıstığım.” Ben bir şey söyleyemeden yanımdan uzaklaştı. “Görüşürüz, dikkat et kendine.” dedikten sonra odadan çıkıp kapıyı kapatmıştı.

Canım yanıyormuş gibi boğuk bir inlemeyle yüzümü yastığıma bastırdım. Üst üste iki haftadan fazla mutlu olmam yasak mıydı?

Abimin söylediklerini düşünmeme gerek yoktu. Benden istediği o ‘mantıklı sebepler’e sahip değildim ki zaten. Tek bildiğim Uras’ın günlerdir benden yavaş yavaş uzaklaşıyor oluşuydu.

Sınavlarını dahi umursamadan her saniye aramak, en azından mesajlaşmak isteyen adam bir anda kaybolmuştu. Ben yazmadıkça yazmıyor, aramalarıma müsait olmadığı gerekçesiyle mesajla dönüyordu. Mesajlaşmalarımız kısa ve soğuktu. Bir sorun olup olmadığını defalarca kez sormuştum, her seferinde ‘hayır’ cevabı alıyordum.

Dün sabah dayanamayıp Baran’la konuşmuştum, Uras’ın benim bilmediğim başka bir sorunla uğraşıyor olup olmadığını öğrenmek için. Bana mantıklı ya da mantıksız, büyük ya da küçük bir sebep verseydi; yemin ederim anlayışla karşılardım.

Uras her seferinde benim sorunlarım yüzünden fazlasıyla fedakârlık yapmıştı. Aynısını hatta daha fazlasını yapardım, sorun değildi.

Ama Baran, Uras’ın iyi olduğunu söylemişti. Durumdan bahsettiğimde ise biraz mırın kırın ettikten sonra ‘aklının karışık’ olduğunu bildiğinden bahsetmişti.

Aklıma gelen tek neden, sıkılmış olmasıydı.

Başta hiç inandırıcı gelmiyordu bu. Çünkü Uras’tı işte, gözlerimin içine iyi olayım diye bebekmişim gibi şefkatle bakan, dokunuşundan kelimelerinden aşkını hissedebildiğim adamdı.

Fakat ‘hayır bu yüzden’ diyebileceğim başka bir seçenek bırakmamıştı bana. Ne kendisi cevaplıyordu ne de benim aklıma başka bir şey geliyordu.

“Özür dilerim.” diye fısıldadım kendi kendime. “Neyi yanlış yaptım bilmiyorum ama özür dilerim Uras, ben seni kaybetmekten çok korkuyorum.”

Sanki beni duyabilecekmiş gibi öylece konuşmaya devam ettim.

Düşündüklerimi en azından kendimle paylaşabilmeye ihtiyacım vardı.

Uras, beni dinlemeyi -en azından şu an- istiyor gibi durmuyordu. Abimlere ise dün üstünkörü konuşup sanki belirli bir sebep varken ayrılma eşiğine gelmişiz gibi davranmıştım. Durumun kendisini anlatırsam objektif bakamayacaklarını biliyordum. Uras’a kızacaklardı.

Kızmaları için bir sebep yoktu.

Sonsuza kadar yanımda olmak gibi bir yükümlülüğü yoktu. Yorulabilirdi, bıkabilirdi, sıkılabilirdi… Ama kırıcıydı işte.

On gün önce yanımdaydı, buradaydı. Her şey yolundaydı.

Belki de uzakta oluşumuzdan sıkılmıştı. Yakın olsaydık her şey daha farklı devam ederdi.

Düşündükçe çıkmaza giriyor, farklı ihtimallerde boğuluyordum. Bu ihtimallerin tek ortak noktası sonuçlarıydı.

Ben, Uras’ı kaybediyordum.

Yatakta öylece uzanarak oldukça fazla zaman geçirmiştim. Bir ara uykusuzluktan ve gözyaşlarımdan acıyan gözlerimi yummak zorunda kalmış, uzunluğunu kestiremediğim bir süre uyumuştum. Gözlerimi yeniden araladığımda odanın loşluğundan anladığım kadarıyla saat akşamüzeri civarlarıydı.

Komodine bıraktığım telefonuma uzandım. Ekran aydınlandığında birkaç bildirim önüme düşmüştü, fakat gelmesini istediğim o bildirim yoktu.

Burukça gülümseyerek telefonu yeniden bırakacakken en altta duran ve dikkatimi yeni çeken bildirim hızla yerimde doğrulmama sebep oldu.

Yaklaşık bir saat önce Kadir amca aramıştı.

Oyalanmadan geri aradım. Sırtımı yatak başlığına yaslayıp dizlerimi kendime doğru çektim.

Birkaç kez çalan telefon, artık kapatmaya karar vereceğim sırada açıldı.

“Nilperi?”

“Merhaba Kadir amca, duymamışım aradığını.” dedim. Sesim uykudan ve tahriş olmaya başlayan boğazımdan dolayı garip çıkıyordu, ama yapacak bir şey yoktu.

“Merhaba güzel kızım, hasta mısın sen? Sesin kötü geliyor.” İlgiyle sorması içimi ısıtırken sakince gülümsedim. “İyiyim, uyuyakalmışım. Ondan öyle gelmiştir.”

“Anladım kızım, sorun yok o zaman. Ben güzel hatta bayağı güzel bir haber vermek için aradım seni. İlk sen duy istedim, açmayınca ne abilerini ne de Uras’ı aramadım o yüzden.” Merakla yerimde kıpırdandım.

“Dinliyorum Kadir amca.”

Derin bir nefes aldığını duydum. “Soner yakalandı, emniyette. Hatta birkaç saate de işlemleri halledilip nöbetçi mahkemeye çıkarılmış olacak. Dosyasında onlarca suç varken içeri girmemesi de imkânsız zaten.”

Duyduklarımı tam anlamıyla algılayabilmek için birkaç saniye sessizce bekledim. Ardından bu kez gözyaşlarım büyük bir rahatlama ve mutlulukla yanaklarıma dökülmeye başladı. “Ben… Teşekkür ederim Kadir amca. Her şey için.” derken her kelimede sesim gidip geliyor gibi olsa da bir şekilde kendimi anlatabilmiştim.

“Şşş, ağla diye vermedim haberi. Rahatla, güvende hisset diye. Ağlayacaksan bozuşuruz.”

Telefonu tutmadığım elimin tersiyle yanaklarımı kurulayıp burnumu sertçe çektim. “Sümüklü seni…” demesine dayanamayıp kıkırdamıştım.

“Abilerine de Uras’a da sen söylemek istersin diye düşündüm ama…” Uras’ın onlara son durumlardan bahsetmiş olacağına zaten ihtimal vermemiştim. Henüz benimle bile doğru düzgün konuşmamışken anne-babasına anlatması garip olurdu.

“Abimlerle konuşurum, ama Uras’a sen söyleyebilirsin.” Bu kez o duraksadı.

“Söyleyebilirim, sıkıntı yok. Ama sen söylesen daha mutlu olmaz mı Nilperi?”

Emin değilim, demek istesem de tabii ki bunu söyleyememiş ve kıvırmaya çalışmıştım. “Küsüm ben biraz ona, sınav haftası diye kendi içimde yaşıyorum küslüğümü.” Hafif muzipçe tutmaya çalıştığım sesimle, herkesin alışkın olduğu atışmalarımızdan biriymiş gibi davranmayı denemiştim.

İşe yaramış gibiydi. Kadir amca gülerek onaylamış, her zamanki gibi Uras’a alttan alttan minik bir laf sokuşturmuştu. Vedalaşıp telefonu kapatırken peş peşe teşekkür etmeye devam ettiğim için biraz azar yemiş olsam da, bu konuşmanın içeriği sanırım uzun zamandır yaptığım tüm telefon konuşmalarını sollayabilirdi.

Soner’in dışarıda bir yerlerde dolaşıyor olması korkutucuydu. Markete gitsem bile bir anda önüme çıkabilecek, hatta ben evden çıkmasam bile o eve gelebilecekmiş gibiydi. Bu paniğin yalnızca bende değil, etrafımdaki herkeste olduğunun da farkındaydım.

Ama bitmişti.

Odamdan çıkmak için ihtiyaç duyduğum enerjiyi bu haberden sağlamayı başarmıştım. Her ne kadar gözlerim ölü gibi baksa da, şu anda aldığım haberin etkisindeydim. En azından bu geceyi bunun sakinliğiyle geçirebilirdim.

Koridora çıktığımda içeriden gelen konuşma sesleri yavaş yavaş artmaya başladı.

Mutfağın da salonun da ışıkları yanıyordu ama ben şansımı mutfaktan yana kullanmayı seçmiştim.

“Nil? Uyandın mı abicim?” Ocağın başında bir şeyler karıştıran Oktay abim beni fark edip konuştuğunda onun sesini duyan, balkonda sigara içiyor olduğunu yeni fark ettiğim Demir abim de yanımıza doğru geldi.

“Mert abim yok mu?” diye sordum hareketlerimden kolayca okunabilen heyecanımla. İkisi kısa bir an bakışmış, ardından yeniden bana dönmüşlerdi. Muhtemelen bir anda bu denli ters yöne evrilen duygularıma anlam verememişlerdi.

“Daha gelmedi fıstığım, geç gelecekmiş.” Omuzlarımı düşürdüm, üçüne aynı anda söylemek istemiştim ama abim gelene kadar bekleyemezdim. Şansına küssündü.

“Bir şey söyleyeceğim ben size.” dedim. “Daha doğrusu bir haber vereceğim, ben de yeni aldım.”

“Güzel bir haber belli ki… Dökül bakalım Peri’m.” ‘Peri’m’ hitabını artık zihnimde iki isme ait gibi kodlamıştım. Bu, bir an canımı yakmış olsa da toparlandım.

“Kadir amcayla konuştum.” dedikten sonra sakince nefeslendim. “Soner yakalanmış.” dedim hızla.

Oktay abim elindeki tahta kaşığı düşürürken Demir abimin ifadesinin aydınlanmasını anbean izleyebildim.

Önce hangisine sarılmalıyım diye düşünürken kararsız kalıp kollarımı gücüm yettiğince ikisine doğru uzatıp omuzlarını kavradım. Sırtımda ikisinin kolları birleşirken hissettiğim güvenle bedenim gevşedi.

“Çok şükür.” diye mırıldanan Demir abim, muhtemelen duyulmadığını düşünmüştü. Ama duymuştum.

Ve evet, haklıydı.

 

~

 

 

“Sonra da prenses herkesi kurtarmış mı?” diye soran Tuna’ya bilmediğimi belli eden bir ifadeyle baktım. “Onu da yarın öğreneceğiz bebeğim, çünkü masalın bitmesine daha çok var ama uyku saatin çoktan geçti. Hem uyumadan önce masalın sonunu kendin hayal et bakalım. Belki de rüyana girebilir.”

Masalı devam ettirmediğim için mızmızlanacak gibi olsa da sondaki önerimi beğenmiş olmalı ki yattığı yerde iyice kıvrıldı. Örtüsünü omuzlarına doğru çektim. “Gece lamban açık, kapını da tam kapatmıyorum.” dedikten sonra yanağını öpüp doğruldum. “İyi geceler küçük prens.”

“İyi geceler.” deyip biraz duraksadı. “Büyük prenses!”

Ne demesi gerektiğini biraz geç bulmasına gülecek gibi olsam da gülersem alınacağına emindim. Kendimi tutarak bu kez uzaktan öpücük atıp odasından ayrıldım.

Sürekli bizimle uyuyor olması daha sonra tek yatamama problemi yaşamamıza yol açabilirdi. Bu yüzden artık abilerle ya da ablayla yatma işini biraz azaltmayı deniyorduk.

Abimlere iyi geceler deme işini halledip kendimi odama attım. Soner mevzusu gündemi toptan değiştirdiği için Demir abimin ‘Uras konusunu akşam konuşacağız’ fikri ortadan kaybolmuştu. Bu durum işime geldiği için hazır unutmuşken kaçmıştım.

Odama girdikten sonra kapıyı kapatıp üzerimi değiştirdim. Üşüyor gibi hissettiğim için daha kalın pijamalarıma geçiş yapmıştım. Aralığın tam ortalarındaydık ve hava buz gibiydi.

Yatağa girip yorganıma sarınsam da tam anlamıyla uykum var denemezdi. Yine düşüncelere boğulacağımı hissedebiliyordum.

İç çekerek sırtımı yatak başlığına yasladım. Başımı geriye doğru atarak soğuk duvara yapıştırdım. Kabaran kıvırcık saçlarım yastık görevi görse de, soğukluk saç diplerimi sızlatmıştı.

Aklımı bir şeyler izleyerek dağıtabileceğimi düşünüp bilgisayarımı alacakken, bilgisayarımı birkaç saat önce Mert abime verdiğimi hatırladım. Kendisininkini iş yerinde unutmuştu.

Son çare telefonuma uzandım. Alakasız videolara girip çıkarak ilk yarım saatimi doldurduğumda çoktan darlanmaya başlamıştım.

Ekrandaki son açtığım videoya odaklanmışken birden elimde titremeye başlayan telefonla panikledim. Gözlerim hızla yukarı tırmanıp arayan kişinin ismini taradığında ise paniğim yerini şaşkınlığa bırakmıştı.

Görüntülü bir arama bildirimiydi bu.

Ama şaşkınlığımın asıl sebebi bu aramanın Uras’tan geliyor oluşuydu.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm