Günler Kısa Geceler Sonsuz 21.Bölüm

 21.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

- Lal

 

Gözlerimi araladığımda duyduğum yüksek ses, aynı zamanda uykumdan uyanmama sebep olan sesti. Seslerin kime ait olduğunu anlayamadan yarı açık gözlerimle yatakta doğruldum.

Oda aydınlıktı, annem yanımda değildi. Erken uyanan hep o olduğu için bunu garipsememiştim.

Seslerin artışı adımlarımı odanın dışına doğru hızlandırmama sebep oldu. Ayırt edebildiğim tek ses Demir abiye aitti. Daha önce duymadığım kadar yüksek bir sesle bağırıyordu, birine öfkesini kusuyor gibiydi.

Kapıyı açıp dışarı çıktığımda sesler netleşti. İkinci kişinin sesini de tanıdığımda vücudumu saran panik dalgasıyla birlikte neredeyse koşarak dış kapıya ilerledim.

Koridorda karşı karşıya duran iki kişiyi gördüğümde nefesim tıkanırken korkuyla sarsıldım. Annem, Demir abinin arkasında ona tutunuyordu. Hemen önlerinde ise o vardı. Babam.

Demir abiyle aralarında kısa bir mesafe vardı, ama bu mesafenin kısalığının hiçbir şey ifade etmediğini belli edercesine Demir abi duvar gibi annemin önünü kapatmıştı.

“Ben bu evden bana ait olanları almadan çıkmayacağım.” Babamın öfkeyle yükselen sesini duyduğumda kulaklarımı sıkıca kapatmak istedim. Onun bu halini ezbere biliyordum. Bilmekten nefret ediyordum ama biliyordum işte.

“Bu evde sana ait hiçbir şey yok, ben seni çıkartmadan siktir git artık.” Demir abinin onu omuzundan sertçe kapıya doğru itişi sendelemesine yol açtı.

Bir süredir koridorun başında onları korkuyla izliyordum fakat varlığımı henüz fark etmişlerdi. Beni ilk gören, bana dönük olan babamdı. Onun bakışları arkaya, yani bana kaydığında ise Demir abi de hızla bana dönmüştü.

“Müge’yi alamayacağımın farkındayım, umurumda da değil ama Gece benim kızım. Benimle gelecek.” dediğinde titremeye başlayan bedenimi ayakta tutmak için çabalıyordum.

Benim olumsuz cevap vermem bir işe yarayacakmış gibi başımı telaşla iki yana salladım.

“Lal odaya geç, biz de yanına geleceğiz şimdi. Hadi.”

Demir abiyi dinlemek ve dinlememek arasında araftaydım. Odaya gidip kendimi buradan bir nebze de olsa soyutlayabilirdim, evet. Fakat gidersem her şey daha kötü olacakmış hissini bastıramıyordum.

“Hiçbir yere gitmiyorsun Gece.” Artık sadece Tuna’dan duyduğum ve buna alışmakta hiç zorlanmadığım ismimi yine onun ağzından duyduğumda midemin çalkalandığını hissettim. Bizi anarken, bizden nefret ettiğini haykırıyordu sesi.

“Sen mi karar veriyorsun buna?” Demir abinin sorduğu soru babamın az önceki öfkeli halini bine katlamış gibiydi.

“Sen hangi sıfatla bizim hayatımıza karışıyorsun lan, kimsin ki sen?” Babamın, Demir abiye doğru adım attığını gördüğümde odaya dönmeyi düşünen tarafım da bundan vazgeçmişti. Adımlarımı kontrolsüzce onların yanına yönlendirdim.

“Senin olmayı beceremediğin her şeyim, Ümit misin Umut musun her ne sikimsen artık… Duydun mu? Senin olamadığın her şey benim bundan sonra.”

Demir abinin kendinden emin bir tavırla söyledikleri dolu gözlerimle bulanık da olsa ona bakmama neden olurken kollarımı kaldırıp ona sıkıca sarılmak istedim. İlk günden beri hiç çekinmeden etrafımıza sardığı güven bulutunu en çok ona sarılırken hissedebiliyordum, yine öyle olsun istedim.

Hayat çoğu zaman olduğu gibi bu isteğimi de hiç var olmamış farz ederken bakışlarımla dahi takip edemediğim bir hızda gerçekleşti her şey.

Demir abi ona baktığım için dikkatini bana çevirmişken babamın hareketlendiğini ikimiz de görmemiştik. Bir an sonra ise ışık hızıyla gözümün önünden geçen metal parçası sığınmak istediğim göğse saplanmıştı.

Kendi kulaklarımı sağır edecek yükseklikte bir çığlıkla öne atıldım.

“Bıçağı bana sapladığında da bu kadar üzülmüş müydün küçük kızım?” Babamın sesini uzaktan gelen bir uğultu gibi duydum, ses zihnimde tekrarlanırken gözlerimi etrafı kırmızıya boyanmaya başlayan yerden çekemiyordum.

Kalbinin üzerindeki kırmızılık o kadar hızlı büyüyordu ki kendime afallayacak zaman tanıyamamıştım. Hiçbir şeyin yıkamayacağını düşündüğüm bedeni sarsıldığında boğazımı yırtan büyük hıçkırıklarla sonuçsuz bir çabayla onu tutmayı denedim.

Annem onu sıkı sıkı tutuyordu ama bu ayakta kalabilmelerine yetmemişti. Anneme yaslı halde yere yavaşça çöktüğünde dizlerimin acımasını umursamadan ben de kendimi yere bıraktım. Yanaklarını korkuyla avuçlayıp yüzüne bakmaya çalıştım.

Mavi gözleri kısık bakıyordu, göz kapaklarının kapanmasına zorlukla engel olduğunu görüyordum. Yanaklarımı ıslatan yaşları umursamadan üzerine doğru kapandım. Yanağımı yanağına yaslayıp kulağına iyi olacağını fısıldamak isterken kolumu sıkıca kavrayıp beni yerden kaldırmaya çalışan güç dengemi bozmuştu.

Karşı koymaya gücümün yetmediği, canımı yaksa da kurtulamadığım tutuş beni kapıya doğru sürüklerken büyük bir çığlık daha boğazımı yakarak duvarlara çarptı.

Gözlerimi ondan ve bedenini sıkıca tutup nefessizce ağlayan annemden ayıramıyordum.

Evden çıkarılmamak için tutunabildiğim ilk yere tutunup destek almayı denerken gözlerinin tamamen kapandığını gördüğümde bedenimdeki tüm güç bir anda tükenmiş gibi kaslarım gevşedi. Lanetli olduğumu tekrar hatırladım, kendi hayatımdan başka bir hayata dokunursam sonu buydu.

 

 

~

 

 

Müge önüne kadar koşarak geldiği odanın kapısını telaşla açıp kendisini odanın içine attığında, çıkarttığı patırtılar Demir’in derin olmayan uykusundan sıyrılması için yeterliydi.

Uzandığı yerden sesin sebebini anlamak istercesine başını kıpırdattığında Müge’nin koridorun ışığından zar zor görünen yüzündeki korkulu ifadeyi görmüştü. Yatakta saniyeler içerisinde doğrulup ayaklanırken bir yandan da konuştu. “Ne oldu? İyi misiniz?”

Olabilecek kötü şeyleri sıralayan zihni tamamen ayılmasını sağlamıştı.

“Demir!” Müge yardım ister gibi çaresizce adını mırıldandığında yanına ulaştığı için avucunu yavaşça yanağına uzatıp kavradı. “Söyle İnci’m, buradayım.”

“Lal ağlıyor, uykusunda. Uyandıramıyorum, ama çok ağlıyor.” Kendisi de ağlayacakmış gibi titreyen bir sesle kurduğu cümlesinden sonra Demir duraksamadan belinden desteklediği Müge ile birlikte odadan çıktı.

“Kâbus görüyordur, sakin ol biraz.”

Demir bu cümleyi kurmuştu, fakat Müge ve Lal’e verdiği odaya girdiğinde Müge’nin neden sakin kalamadığını anlaması zor olmamıştı.

Lal, yatağın bir köşesine sinmiş, neredeyse hıçkırırcasına ağlıyordu. Bedeni titriyor gibiydi, uyuyor olduğunu belli eden tek etken gözlerinin kapalı oluşuydu.

Demir soğukkanlı kalmaya çalışarak yatağa doğru ilerledi. Müge’nin yattığı taraftan dizlerini bastırarak Lal’e doğru uzandı. Adını yüksek sesle birkaç kez söylediyse de Lal onu duyuyor gibi değildi.

Bu şekilde uyandırmanın onu ürkütebileceğini biliyordu ama uyanmasa da ürkmüş görünüyordu. Bu nedenle tereddüt etmedi. Ellerini uzatıp yüzünü sıkıca kavradıktan sonra başını sağa sola oynatıp sarstı. Aynı anda ona seslenmeye devam ediyordu.

Islanan yanaklarındaki nem avuçlarına geçerken yeni akan yaşlar da elinin üzerinden kaymaya başlamıştı. Oldukça kısık sesle mırıldandığından Lal’in ağzının içinde fısıldadıklarını duyamıyordu, ama bir şeyler söylediği kesindi.

“Böyle olmayacak,” diyerek kendi kendine söylenip Lal’in bedenini sırtından sıkıca destekleyerek doğrulttu. Aniden doğrulan bedeni Lal’in tamamen içine çekildiği kâbusu bölmeyi başardığında gözlerinin hızla ve iri iri açılmış oluşu Müge’nin de rahatlayarak odadaki pufa düşer gibi yerleşmesine sebep oldu.

Lal gözlerini açar açmaz karşısında bulduğu yüzü algıladığı anda titreyen avuçlarını telaşla Demir’in sol göğsüne uzatıp dokundu. Aynı yere sıkı sıkı bastırırken bütün dikkati oradaydı. “Kanıyor, çok kanıyor!”

Demir ve Müge kısa bir an bakışlarını kesiştirdiğinde ikisinin gözlerinde de ortak olan tek şey anlayıştı. Lal’in kâbusunu az çok anlayabildiklerinde Müge hüzünle bakışlarını duvara çevirirken Demir kollarında titreyen bedenin hali ve az önce gördüğü Müge’ye ait üzgün bakışların birleşimiyle öfkeliydi.

Onların yaralarını tamamen sarmasının mümkün olmadığını böyle anlarda hatırlıyordu.

“Lal?” diye seslendi tekrar. “Kâbus gördün kara böcek, hepsi geçti. Her şey yolunda.” Alnına dudaklarını bastırıp varlığını hissettirmeyi denedi. Sırtını sıvazlayan elini hiç durdurmamıştı bu sırada. Diğer eli ise göğsüne sıkıca bastıran minik avuçları tutuyordu gevşek bir şekilde.

Lal nerede olduğunun farkında olmayan hali bakışlarına yansımış şekilde odaksız görünüyordu. Ellerini bastırdığı yere diktiği bakışları Demir’in yüzüne çevrilmişti, ama boş bakıyordu.

“Evdeyiz Lal, bak yanındayım. Güvendesin.”

Lal, anahtar kelimeyi duymuş gibi son kelimenin hemen ardından kollarını kaldırıp sıkıca Demir’in boynuna doladı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyorken kollarını sıkabildiği kadar sıkıyordu. “Gitme, sakın gitme.”

“Gitmeyeceğim, hep buradayım. Yanınızdayım.” Demir, bu denli içli ağlıyor olduğu için dişlerini sertçe birbirine bastırıyor olsa da en azından varlığını hissettirebildiği için rahatlamış sayılırdı.

“Müge, su getirir misin bir bardak?” Lal’i bırakmadan sorduğunda Müge elinin tersiyle yanaklarını silerek ayaklandı. Odadan çıkıp mutfağa yol aldı.

“Ölmüştün.” Demir, Lal’in hemen kulağının yakınında mırıldandığı kelimeyi duyduğunda onu saran kolları kasılarak sıkılaştı. “Çok kanıyordu, çok canın acıdı. Ölmüştün.” Lal robot gibi tekrar tekrar aynı cümleyi farklı şekillerde dillendirirken Demir kâbusun öznesinin kendisi olduğunu o an fark etmişti.

Göğsüne ilk elini bastırdığında sandığı şey, Lal’in babasını bıçakladığı anı tekrar kâbusunda yaşadığıydı. Bunu doğal olarak bu kadar kısa sürede atlatamadığını ve bilinçaltının onu kandırdığını düşünmüştü.

Başka bir şeyler sormayı boş verdi, Lal’in yüzünü boynuna doğru yasladı. “Kâbustu fıstığım, ben iyiyim. Kimseye bir zarar gelmedi.”

“Kâbustu.” diye tekrarladı Lal kendisini de ikna etmek ister gibi. Burnunu yaslı olduğu yere bastırıp Demir’in kokusunu almaya çalışıyordu, kan görüntüsü o kadar aklına kazınmıştı ki ilk uyandığında burnuna da kan kokusu doluyor sanmıştı.

Demir, Lal’in sırtını bir bebeği yatıştırır gibi okşamayı sürdürürken sessizce kendine gelmesini beklemeye devam etti.

Müge elindeki su bardağıyla odaya girdiğinde Lal’i sıkıca Demir’e sarılıyorken bulmuştu. İyi olup olmadığını anlamak istercesine Demir’e baktığında dalgınca karşıya bakıyor olan, hatta bardakla birlikte yanlarında durduğunu dahi görmeyen Demir kafasını karıştırmıştı.

“Demir?” diye seslendi kısıkça. Adını duyduğunda o tarafa dönen Demir, Müge’yi gördüğünde su istediğini hatırlayarak Lal’i yavaşça kendisinden uzaklaştırmayı denedi. “Biraz su iç, rahatlamana yardımcı olsun Lal.”

Lal olumsuz bir mırıltı çıkarttıktan sonra olduğu yere daha da sindi. Bedenini de dizlerini toparlayarak küçültmüştü, kendini görünmez kılmaya çalışıyormuş gibiydi.

“Tamam, tamam fıstığım içme. Kal böyle.”

Bir süre boyunca Lal kıpırdamadı, Demir de hiç müdahale etmedi ona. Müge bardağı komodine bırakıp yataktaki boş kısma oturduktan sonra bacaklarını yukarı çekip Lal’i taklit ederek sırtından sıkıca kızına sarıldı.

Demir, bunun hemen ardından Lal’in titrek bir nefes alıp derince iç çektiğini teninde hissetmişti. Birkaç dakika sessiz kalıp bu anı sürdürürlerken Demir her ikisinin de böyle kalmaya devam ederlerse uyuşacaklarını düşünerek ılımlı bir sesle konuştu. “Uyumak ister misin tekrar kara böcek? Yanından gitmeyeceğim, ama daha hava bile aydınlanmadı. Uykunu alman lazım.”

Lal telaşla doğruldu. Bugüne dek aldığı en kötü teklifmiş gibi çatık kaşlarıyla Demir’e baktı. “Uyumayacağım, uykum yok benim.”

Gözlerinden akan uykuya rağmen itiraz edişinin tek sebebi yeni bir kâbustan korkmasıydı. Müge de Demir de bunu gayet iyi anlamışlardı.

Müge, Lal doğrulduğu için ona sarıldığı pozisyonu değiştirip ellerini uzatarak kızının alnına yapışan saçlarını geriye doğru itti. “Kâbuslar yüzünden uykudan kaçamayız, biliyorsun değil mi annecim?”

Lal, ikna olmadığını belli eden bakışlarla ‘bir şey söyle’ der gibi Demir’e baktı.

“Annen haklı, biz yanındayken uykuya dal. Söz veriyorum güvende hissettirecek.”

Lal annesine ithafen konuşurken yanağını yeniden Demir’in omuzuna yaslamıştı. “Ben yine gündüzleri uyumak istiyorum, geceleri uyumayı hiç sevmedim.”

Bu eve geldiğinden beri normal bir uyku düzenine geçmeye başlamış olsa da şu an bulanık zihninde ilk yanan ışık buydu. Cehennemden farksız bulduğu o evdeyken geceleri uyanık, gündüzleri ise uykuda olurdu eğer okula gitmiyorsa.

“O ne demek öyle?” Demir duyduklarını sorgularcasına Müge’ye baktı. Lal sessizce omuzuna sinmişken Müge vereceği cevabı aklından geçirmeye dahi kırılıyordu.

“Ümit evdeyken uyumuyordu, bir şey olursa hemen duyabilmek için.”

Lal, bu huyunu ilk edinmeye başladığında babasının uyguladığı fiziksel şiddete ilk kez denk geldiği yaşlardaydı. Onun nefret dolu halini doğduğundan beri tanıyordu fakat bunun başka bir boyuta dönüşüyle ortaokul çağlarında tanışmıştı. O günlere dek Müge bir şekilde saklanmayı başarmıştı kızından.

Gündüz işte olan babası rahatça uyuyabilmesi için tek seçenekti. Geceleri diken üstünde, her an bir şey olabilecekmiş korkusuyla sessizce odasında dururdu. En ufak kıpırtıya dışarıya fırlayıp annesini kontrol ettiği çok fazla gece geçirmişti.

Demir duyduklarıyla sesli olmamasına zar zor dikkat edebildiği küfrü dudaklarından dökerken Lal o gecelerden birine ışınlanmış gibi titreyen bedenini sakinleştirmeye çalışıyordu.

“Artık geceleri uyumana engel olabilecek hiçbir şey yok, istersen senin yerine ben uyanık kalırım ama sen uyuyacaksın Lal. Anlaştık mı?”

Müge, karşısında kızını sıkıca sarmış ve onu ikna etmeye çalışıyor olan adamı izlerken onunla daha önce tanışamayışının en büyük kurbanının Lal olduğunu bir kez daha anlamıştı.

“Anlaşmadık.” Lal çocuk gibi mızmızlandığında Demir saçlarının üzerini öpüp nazik bir hareketle kendisiyle birlikte Lal’i de yataktan kaldırdı. “Yürü o zaman kara böcek.”

 

 

~

 

 

“Nereye gidiyoruz?” diye sorarken zar zor dengede durabilmiştim. Demir abi kolunu omuzuma dolayıp beni ayakta tutarken aynı anda da anneme elini uzatıp ayağa kalkmasına yardım etmişti.

Annem benim aksime soru sormadan uyum sağladığında ben de az sonra ne olacağını anlayacağım için kendimi daha fazla yormadım. Yeterince halsiz hissediyordum zaten.

Halen gözlerim arada Demir abinin kalbine doğru kayıyor ve orayı kontrol edip sorun olmadığına kendimi inandırmam biraz zaman alıyordu. Kâbustu, evet anlamıştım ama o an o kadar gerçek hissettirmişti ki zihnim gerçekliğe dönmekte zorlanıyordu.

Mutfağa girdiğimizde Demir abi ikimizi de sandalyelere oturttu. “Az önceki anlaşmayı kabul etmediğin için yeni bir anlaşma sunuyorum.” derken bana bakıyordu.

“Senin deyiminle sihirli sütü gözünün önünde yapacağım, karşılığında da bu üç hafta da yaptığın gibi geceleri güzel güzel uyumaya devam edeceksin. Anlaştık mı?”

Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. İlk eve geldiğimiz günlerde tattığım, sonrasında neredeyse her gece içmeye devam ettiğim sütten bahsediyordu. İçine ne koyduğunu anlamama asla izin vermemişti, kendisi mutfakta gizli gizli yapıyor ve önüme bırakıyordu her zaman.

“İstemiyorum.” dedim hiç duraksamadan. “Tarifini söylemene gerek yok.”

Demir abinin -ve annemin de- afalladığını gördüm. Böyle net bir cevap beklemiyordu.

Cevabımın net olmasının sebebi gündüz uyuma konusunda diretecek olmam gibi dursa da, öyle değildi.

“Sihirli sütü her gece sen gizlice yap, sonra bana getir istiyorum.” dedim gözlerimi ondan ayırmadan. Bunun sütten daha fazlasını istememle ilgili olduğunu anlamayacak biri değildi. Kapalı da konuşsam, ima da etsem beni anlıyordu. Bu huyunu seviyordum.

Sen her gece yanımızda ol istiyorum gibi bir şey kastettiğimi anladığını, afallamış bakışları şefkatle kaplanırken anbean seyredebildim.

“Anlaştık mı?” diye sordum onu taklit ederek.

Bir adım bana doğru gelip tam önümde diz çöküp boylarımızı eşitlediğinde bacaklarımda duran ellerimi tek eliyle sıkıca tuttu. “Anlaştık kara böcek.”

Yüzümü buruşturur gibi yaptım. “Anlaştık fıstığım diyemez miydin?”

Başını geriye atarak gülmesine sebep olduğumda annem de masaya yasladığı dirseğine dayanmış halde gülerek bize bakıyordu. “Kara böcek gayet iyi.” diyerek üsteledi.

Memnuniyetsiz görünmeye çalışsam da bana ‘kara böcek’ demesini de seviyordum. Ama tabii ki bunu sesli olarak dile getirmeyecektim.

“Şimdi sütümü hazırlayabilirsin, bekliyorum ben.” Şımarık olmasına özen gösterdiğim tavrımla ona baktığımda yanağımı sertçe öptü.

Şımarık davranışlara sahip olan biri değildim, böyle davranabileceğim bir ortama sahip olmamıştım daha önce. Bu evdeyken, daha doğrusu bu adamın yanındayken ise kendimi şımarırken buluyordum çoğu zaman. Bu halime sinir olmak yerine beni tebrik eder gibi her seferinde öpüp duruyordu.

Şımarıyor diye ödüllendirilen ilk ve tek kişi olma yolunda ilerliyordum.

“Sana da yapayım mı?” diyerek anneme baktığında hayal kırıklığıyla yanaklarını tuttum. “Nasıl yani? Sihirli sütü benden başkalarına da mı yapacaksın?”

Annem sesli bir şekilde güldüğünde Demir abi gülüşü bitene kadar ona bakıp sonrasında bana dönmüştü. Hiç öyle bir enerji vermese de arada yaptığı hareketlerin aslında ne kadar romantik olduğunun farkında mıydı acaba?

Üç gün önce annemle aralarındaki ilişkiyi biraz çarpıcı bir şekilde öğrenmiştim, sonrasında da bolca gözlem yapma vaktim olmuştu.

“Sütü mü kıskanıyorsun yoksa beni mi?” diye sorduğunda çok zor bir soruymuş gibi dudaklarımı ısırarak düşünceli bir hale büründüm.

“Lal!” diyerek kızmışçasına kaşlarını çatınca sırıttım. “Tamam ya üzülme, tabii ki sütü kıskandım.”

Annemin devam eden gülüşüne ben de eşlik ederken Demir abi ‘göstereceğim ben sana sütü’ içerikli bakışlarıyla bana bakıyordu.

O gece, Demir abinin hazırladığı sütü içtikten sonra yine uyuşturulmuş gibi direnemeden uykuya dalmıştım. Sabahın ilk ışıklarına dek defalarca uyanmıştım, her uyandığımda ise söz verdiği gibi hiçbir yere gitmeden başımda bekliyor olduğunu gördükçe yeniden uyumuştum.

Son kez uyandığımda uykumu almış haldeydim artık, benim aksime annem ve Demir abi derin uykularına yeni dalmış gibilerdi. Onları uyandırmamaya özen göstererek yataktan kalktığımda ikisinin de yatakta değil de odadaki ikili koltukta birbirlerine yaslı halde uyuyor oluşuna kıkırdamıştım odadan çıktığımda.

Yatağa üçümüzün sığması mümkün değildi, onlar da beni ekip koltuğa sıkışmayı seçmişlerdi.

Odanın kapısını da yavaşça kapatıp sarsak adımlarla önce banyoya girdim. Yüzümü soğuk suyla yıkayıp gece boyunca düzensiz olan uykumun izlerini silmeye çalışırken yüzüme biraz renk getirmeyi başarmıştım.

Salonda bıraktığım telefonumu alıp, öğleden önce serin olan balkona ilerledim. Mutfak balkonundaki sandalyelerden birine yerleşip diğerine bacaklarımı yaydığımda hafif esiyor olan rüzgâr ferahlamama yardımcı oluyordu.

Saatin henüz 7 oluşunu bir kenara bıraksam Tuna’yı arayacaktım, ama uyuduğuna emindim. Genellikle geç uyanmıyordu, evet ama bu kadarı da biraz fazla erkendi.

Tek bir bildirim sesinin onu uyandırmayacağını umarak parmaklarımı klavyede gezdirdim.

Lal: Uyandın mı? (07.12)

Attığım mesaj iletilmişti ama görüldü olmadı. Uyuyor olduğuna emin olmuştum böylece. Ablası yerine abisiyle yaşıyor olsaydı, burada olsaydı acaba nasıl olurdu diye düşünürken kendi kendime zaman öldürüyordum.

Balkondan henüz canlanmaya başlamamış olan sokağı seyrederken karnımın üzerindeki telefonum titrediğinde irkildim.

Tuna: Günaydın gece kuşu (07.57)

Tuna: Biraz erken başlamışsın güne

Gecemin nasıl geçtiğini belki yüz yüzeyken anlatırdım ama şu an konusunu açmak istemiyordum.

Lal: Günaydıın

Lal: Öyle oldu bugünlük

Tuna: Olsun bakalım güzelim

Tuna: Üstelemiyorum

Tuna: Geldiğimde yüzündeki ifadeyi sıkıntılı görürsem o zaman konuşuruz

Lal: Geliyor musun ki yaniii

Tuna: Şirinlik yapmasana kızım şurada iki ciddileşelim dedik

Lal: Şirinlik mi yaptım?

Tuna: Ha bi de farkında olma

Tuna: Aferin aferin

Lal: Ne zaman geliyorsun

Lal: Hemen mi?

Lal: Hadi çık evden şimdi

Tuna: Ya hveklwjcqdk deliricem şimdi Gece

Tuna: Gelince öpeyim seni bi

Tuna: Hatırlat tamam mı?

Lal: Ben mi hatırlatayım?

Tuna: Lafın gelişi güzelim

Tuna: Unutacağımı sanmıyorum zaten

Lal: :)

Lal: Kahvaltıya gel olur mu

Lal: Anneme kahvaltıdan sonra kurabiye yaptırırız yersin

Tuna: Bundan şeyin haberi var mı…

Tuna: Müge ablanın vehwrfeoifkjlkclşd

Lal: Uyanınca olur haberi bi şey olmaz

Tuna: Demir Özkan da uyuyor mu halen

Lal: Evett

Tuna: Başımıza taş yağacak

Lal: Mesaj yazarken oyalıyorsun beni

Lal: Çık gel işte

Lal: Burada konuşuruz

Tuna: Gelmezsem?

Lal: Küserim biraz

Tuna: Biraz diyorsun

Lal: Çok küsmem

Lal: Zaten yeterince bütün vaktini ben alıyorum

Lal: Çok darlatırsam belki sıkılırsın

Tuna: Gece…

Lal: Hı?

Tuna: Az önce yazdığın mesajlar gelmedi bana

Tuna: Bir daha atma

Tuna: Telefonumu bozacaksın (08.06)

 

 

~

 

 

“Tuna!” diyerek sesimi kendi sinirinin ardından duyabilmesi için yükselttim. Tam önündeydim, avuçlarımı göğsüne yaslamış halde ileriye gitmesine engel oluyordum.

“Sakinleştirmesene beni Gece! Duymuyor musun, ne diyor karşıma geçmiş dinlemiyor musun?” Çaresizliğine karışan öfkesiyle tükürür gibi karşıya bakarak, gözlerini bana hiç çevirmeden konuştuğunda derin bir nefes almayı denedim.

“Ne diyorum amına koyayım? Bir tek siz mi sevebiliyorsunuz, bir tek siz mi âşık olabiliyorsunuz?”

Çınar, Tuna’dan farksız sinirli haliyle öne atılırken onu tutan da Berke’ydi. Kendisi de şaşkındı ama bırakırsa bize doğru geleceğini gördüğünden sıkıca Çınar’ı tutuyordu.

Kerem ise tam ortada hangi tarafı tutması gerekirse oraya yönelecekmiş gibi tetikteydi. Parkın ortasında tamamen gerilmiş ortam elimi kolumu bağlayıp zihnimi bulandırırken Sude’ye baktım göz ucuyla. O da bana bakıyordu.

Başını iki yana salladı ‘ne yapacağız şimdi’ dercesine.

“Sana aşık olma mı diyorum lan ben? Götünle mi dinliyorsun aptal herif, kimden bahsettiğinin farkında değil misin? Birkaç hafta önce başka birinin yerine geçmiş, benim karşımda ‘senden hoşlanıyorum’ diyen kızdan bahsediyorsun. Eşek şakası mı bu anasını satayım!”

Onlar için gelenekselleştiğini artık anladığım ve katılmaya da alıştığım, hava sıcak da olsa parkta toplanalım buluşmalarından biri için bir saat kadar önce buluşmuştuk.

Berke’nin goygoyu, benim saf gibi ona kanmalarım; Sude ve Kerem’in didişmeleriyle geçen bir saatin sonunda Çınar tüm konuşmalar boyunca sessiz ve düşünceli olduğundan Tuna konuyu ona döndürmüştü. Neyi olduğunu sorduğunda başta sorun olmadığını söylese de en sonunda patlayan Çınar, ortamda büyük bir sessizlik yaşanmasına sebep olmuştu.

Hiç uzatmadan, tek bir cümleyle ‘Güneş ile birlikte’ olduklarını söylemiş ve susmuştu.

Tuna’nın delirmiş gibi gülmesi ve şaka yaptığını söylemesi için ısrar ettiği ilk tepkisi gittikçe büyümüş ve saniyeler öncesindeki hale gelmiştik.

Çınar, Güneş’in bizim zannettiğimiz gibi biri olmadığını savunuyordu. Yıllardır tanıyormuş gibi kendinden emin bir tavırla bunu savunuyor olmasına ağzım açık kalmıştı. Güneş’in istediği zaman, istediği kişi gibi davranabilen biri olduğunu biliyordum ama kısacık bir sürede onu ikna etmiş olmasına şaşkındım.

Özellikle de Tuna ile ‘ben’ olduğunu söyleyerek tanışmış olmak gibi bir olaya karışmışken kendisini nasıl aklamıştı?

“Her şeyin suçlusu Güneş, Lal de sütten çıkmış ak kaşık mı yani? Bu mu Tuna?” Çınar’ın söyledikleri Tuna’nın göğsünde duran ellerimin kasılmasına, parmaklarımı ona daha sert bastırmama yol açtı.

Az önce kendime sorduğum sorunun cevabını almıştım saniyesinde. Kendisini, beni karalayarak aklamıştı.

“Çınar!” Sude’nin hayret edercesine bağırdığını duydum. “Abartma istersen, anladık kör etmiş gözünü aşkın mı sevgin mi artık her neyse. Ama haddini aşıyorsun, bilmediğin konular hakkında yorum yapma.”

Tuna, Çınar’a öncesinde olduğundan çok daha fazla sinirlenmiş gibi öne doğru atıldığında onu daha fazla engelleyemediğimi fark ettim. Kerem’e yardım ister gibi baktığımda bana anlayış dolu bir bakış atıp Tuna’nın kolunu yakaladı. “Bi’ dur artık kardeşim, bi’ dur. Bak, Lal’i de korkutuyorsun.”

“O saçmalayan ağzını kapat, ben kapatmadan sus Çınar. Kaç yıllık arkadaşını dinlemeyip, bir kenara itmene değer umarım aşkın. Pişman olma, olursan ben de senin yaptığını yapacağım çünkü.”

Çınar güler gibi bir ses çıkarttı. “Yanımda olmayacaksın yani, arkadaşını iten ben miyim sen misin Tuna?” İma ettiği şeyi belirtmek ister gibi gözlerini bana diktiğinde sıkıntılı bir nefes aldım. Tuna’nın önünden tamamen çıkarak kenardaki banka geçip oturdum.

Sude hızla yanıma geldi. “Sakın söylediklerini ciddiye alma, aklı bulanmış belli ki. Bir iki güne kendine gelir, dalaşır barışırlar. Biliyorum ben seni, şimdi kendini suçlayacaksın araları bozuldu diye.”

Tam olarak öyle yapacaktım.

“Aralarını bozan biri varsa o da Güneş midir ay mıdır, o manyak. Kendini suçlaman Tuna’yı daha çok delirtir, yapma Lal.”

Biz birbirimize odaklanmışken ayakta dikilen erkeklerin ne konuştuğunu duyamamıştım en son. Fakat Çınar kendisini Berke’nin tutuşundan kurtarıp hızla parkın çıkışına yöneldi. Gittikçe uzaklaştı, ardından tamamen gözden kayboldu.

Kerem de Tuna’yı bırakıp yanımıza geldi, Sude’nin tarafına oturup bankı doldurmamızı sağladı.

“Hipnoz etmiş çocuğu amına koyayım, neydi o hali?”

Berke şaşkınlığı üzerindeyken konuşup yerdeki taşlardan birini ayağıyla ileriye ittirdi. Elleri cebindeyken bize döndü. “Aramızdaki en mantıklı, olgun kişi o değilmiş gibiydi. Bir haftada ne değişmiş olabilir?”

Ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırıp olduğum yerde bir anda kaybolabilecekmişim gibi küçülmeye çalıştım. Bakışlarımı karşımdaki ağaçlardan birine dikmiş, herhangi biriyle göz göze gelmekten kaçıyordum.

“Lal?” diye seslenen Sude’ye bakmadım, ama elimi tutup kendi kucağına çektiğinde tepki vermemek için dudaklarımı sıkıca birbirlerine bastırmıştım.

“Ohoo, yengelerin en saftiriği sakın ha! Ne bu suratın? Çınar kısa süreliğine kafayı sıyırdı diye sen ne bakıyorsun ona, biraz soğusun ortam konuşuruz hallederiz. Canını sıkma.”

Berke yanıma gelip omuzumu sıvazladı. “Sıkmıyorum.” dedim yalan olduğu bariz belli bir sesle.

“Kahve falan içelim, beynimiz yandı burada. Kafeye geçelim hadi.” Kerem ayaklanıp önce Sude’yi sonra beni elini uzatarak kaldırınca dalgın olsam da uyum sağlamıştım.

Tuna’ya bakmaktan halen kaçıyordum. Onun bakışları ise üzerimden bir an olsun çekilmiyordu, bakışlarının ağırlığını hissedebiliyordum.

Buradan kalkınca hep aynı kafeye gidiyorduk. Yürüme mesafesinde, gitmemiz on dakika kadar süren kafeye ilerlemeye başlarken Sude, Kerem ve Berke önden hızlı adımlarla yürüyünce Tuna’yla aynı hizada ve onların gerilerinde kalmıştık. Biz arkada kalalım diye özellikle yaptıklarını anlamak zor değildi.

“Seni korkuttum mu? O yüzden mi bakışların hiç bana uğramıyor?” dediğinde şaşkınlıkla açılan gözlerimi ona çevirdim. Bir yandan yavaş adımlarla yürüyor, bir yandan da birbirimize bakıyorduk şimdi.

“Korkutmadın.” dedim oyalanmadan. Beni yanlış anlamasıydı korkunç olan.

“Neden kaçırıyorsun gözlerini benden o zaman gece güzeli?”

“Çınar…” dedim devamında nasıl başlayacağımı bilemediğim için hemen susarak.

“Hata yapıyor, iki güne farkına varır. Boş ver, sen güzel kalbini sıkma buna.”

“Güneş’in hayatınıza dahil olmasının sebebi benim, dolaylı ya da değil bu durumun sebebi de benim Tuna.” dediğimde mavi gözlerinde yanan alevlerle bana bakarken adımları bıçak gibi kesildi.

“Diyelim ki öylesin Gece, bu umurumda gibi duruyor mu? Neye sebep olduğun umurumda değil, senin hayatıma girmene böyle kolay pişman olup üzülecekmiş gibi mi duruyorum?”

O durduğu için ben de durmuştum. Birbirimize dönüktük, aramızda bir adım ya var ya yoktu ama benden uzun olduğu için yüzlerimiz yakın değildi. Başımı yukarı kaldırarak bu durumu tersine çevirdiğimde yapmak istediğimi anlayarak yüzünü eğdi.

“Eğer kendini suçlayıp,” dedikten sonra duraksadı başparmağını önce yanağıma ardından dudaklarımın kenarlarına sürttü. “Gülüşünü söndürürsen, kim suçlu kim değil umursamam en suçlu sen olursun gözümde. Unutma bunu.”

Yüzünün yakınlığı, söyledikleri ve dudaklarıma tüy hafifliğinde sürtünen parmağı sözcüklerimi içime gömerken gözlerimi kırpıştırarak ona bakakaldım.

Parmağını dudağımın kenarına sürükledi, ardından saniyelik bir an için parmağının yerini dudakları aldı. “İyi ol Gece, başka hiçbir şey beni ilgilendirmiyor artık.”

Dudakları bir nefes uzağımdayken konuştu. Onun etkisindeyken mırıldanır gibi ekledim. “İyi olalım.” dedim son heceyi bastırırken. Bu onu gülümsetti.

Gülümseyişi bulaşıcıymış gibi dudaklarıma yansıdı.

Birkaç saniye öylece, aramızda neredeyse mesafe yokken birbirimizi izledik.

“Koklaşmanız bittiyse ilerleyin, eridim ulan güneşte.”

Berke’nin dertli sesini duyduğumda kıkırdayarak yüzümü Tuna’nın göğsüne sakladım. Saçlarımın üzerini sertçe öptüğünde göğsünde derince nefeslenmiştim.

Yarın, hatta birkaç saat sonra belki de başka bir sorun çıkacaktı ama Tuna buradaydı. Bu, sorunlara karşı hemen yere düşmeden direnebilmem için çokça yeterliydi.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm