Dert Bebesi 38.Bölüm

 38.BÖLÜM



- Nil

 

“Uyuma saati olmuş değil mi?” Elimi sıkıca tutmaya devam eden Tuna’ya doğru döndüm. Arabadan inip eve doğru henüz birkaç adım atabilmiştik.

“Evet bebeğim, hatta uyuma saati geçmiş bile.” Hastaneden çıkışım zaten geçken bir de eve gelişimiz yaklaşık bir saat alınca doğal olarak şu anda saat iyice ilerlemişti.

“O zaman hemen uyuyalım.” Kendi kendine mırıldanıp adımlarını hızlandırdı. Bu sırada elimi tutmaya devam ettiği için ben de peşinden hızlanmak zorunda kalmıştım. “Ablanı çekiştirme abicim, geldik zaten. Hemen uyursun biraz sabret.” Mert abim Tuna’ya seslendiğinde Tuna yeniden yavaşladı.

Apartmana girip yukarı çıkmamız uzun sürmemişti. Oktay abim kapıyı açar açmaz Tuna kendini içeri attı. Ben de ayakkabılarımdan kurtulup kapıdan geçtiğimde daha fazla ilerlemeden herkesin içeri girmesini bekledim. Sürekli varlıklarını hissetmeye ve en azından göz teması kurmaya ihtiyaç duyuyordum. Onların da gözü sürekli benim üzerimdeydi.

Oktay abim kolunu omuzuma atıp beni kendine doğru çektiğinde ona yaslandım. O sırada gözüm Demir abimin kapatmaya çalıştığı kapıya takıldı.

Hayır, sorun kapının kapanması değildi. Abimin çaktırmadan sevgilimi kapıya sıkıştırmaya çalışıyor oluşuydu. “Abi!” diye seslendiğimde az önce kapıyı ittiren o değilmiş gibi sakince bana döndü. “Söyle abim.”

“Burada kalmamı bu kadar kolay kabul etmesinden belliydi zaten, beni sonsuza kadar yok etmeye çalışıyor.” Uras öne doğru attığı adımla kapıdan uzaklaşırken bir yandan da Demir abime bakıyordu.

Hastaneden çıkarken ben şahit olamasam da kim nereye gidiyor konulu bir konuşma yaşandığını sonrasında öğrenmiştim. Kadir amca zaten benim çıkışımı beklemeden emniyete geçeceğini söyleyerek ortadan kaybolmuştu. En son konuştuklarımızla ilgili olduğunu düşünmüştüm.

Uras’ın farklı şartlarda İstanbul’a gelip bizde kalması -özellikle abim için- çok normal durmuyordu. Ama abim muhtemelen benim mutlu olacağımı bildiğinden çok da olay yaratmamıştı. Sadece bulduğu her fırsatta Uras’a sataşmakla yetiniyordu.

“Birlikte yatarsanız aranızdaki buzlar erir diye düşünüyorum.”

“Sen düşünme Mert. Yorma o kafanı, sonra bir bakmışsın o kafan yerinde yok.” Mert abim suratını asarak bize doğru yaklaştı. “Şaka da yapılmıyor iki dakika, zaten ikisi de ayı gibi hangi yatağa sığacaklardı ki?” Tek sorun buymuş gibi konuştuğunda bu sahneyi hayal ettiğim için sinirim bozulurken gülüşümü saklamak için yüzümü Oktay abimin koluna bastırdım.

“Oğlum sus lan artık, kafa bırakmadın sürekli delirtiyorsun adamları. Nil’i de bozdun, kız içine içine gülüyor.”

Beni ispiyonlayan Oktay abime kısa bir bakış attım. Ardından göz ucuyla abime ve Uras’a bakmıştım. Hepsi bana bakıyordu. Ağzımı açıp bir şeyler söyleyecekken içeriden gelen çığırtıyla nefeslendim. “Abla!”

“Ben Tuna’ya bakayım.” Dedikten sonra Oktay abimin kolunun altından çıktım. Ardından ona ve Mert abime baktım. “Uras size emanet, geldiğimde tek parça olursa hoş olur.”

“Bavul muyum ben Peri? Emanet et-…”

“Peri derken?” Abim Uras’ın lafını böldüğünde ikisi birbirine bakmaya başladı. Sonsuza kadar böyle devam edip edemeyeceklerinden emin değildim.

Bir başka dalaşmayı daha kaldıramayacağımı düşünerek arkamı dönüp hızla Tuna’nın sesinin geldiği yere yani odasına doğru ilerledim.

Kısa bir süre sonra Tuna’nın pijamalarını giymesine yardımcı olmuş ve zaten çoktan geçen uyku saatinin etkisiyle hızlıca uykuya dalmasını izlemiştim. Genellikle Tuna’yı uyuturken kendim de uyuyakalırdım fakat bugün hastanede yeterince uyuyup uyanmış olmak dengemi bozmuştu.

Tuna’nın uykusunun derinleştiğine emin olduktan sonra fazla ses çıkartmamaya çalışarak odadan çıktım.

Eve gelir gelmez duşa girmek gibi bir planım olsa da Tuna’yla oyalandığım için öylece kalmıştı. Salonun ve mutfağın yanan ışıklarını görsem de ilk işim duşa girmek oldu. Odama geçip zerime bir şeyler geçirdikten sonra saçlarımı kurutmaya zaman harcamadan yüksek bir topuz yaptım. Saçımı topladığımda hem boynum hem de yanağım tamamen açıkta kalmıştı. Görmeye henüz alışamadığım izlere aynada boş bakışlar atarak geçirdiğim bir sürenin ardından odadan çıktım.

Mutfaktaki ışık çoktan sönmüştü dolayısıyla seçim yapmama gerek olmadan salona geçtim. Hepsi buradaydı. Üçlü koltuğun iki ayrı ucunda oturan Uras ve Demir abimin arasına yerleştim. Sanırım Mert abim haklıydı, birbirlerinden ayrı kalamıyorlardı.

“Sıhhatler olsun fıstığım.” Oktay abime gülümsedim. “Teşekkür ederim.”

“Saçını neden kurutmadın?” Uras bana doğru dönerek konuştuğunda ben bir şey söyleyemeden Demir abim araya girdi. “Hak vermek istemezdim ama cidden ne bu saçlarının hali ıpıslak?”

“Birazdan kuruturum, ev çok sıcak zaten.” Bir sağıma bir soluma bakarak açıklama yapsam da ikisi de hiç memnun olmuş gibi durmuyorlardı.

“Kalk Peri hadi, kurut saçlarını sonra uyuyakalacaksın böyleyken.” Abimin itiraz istemeyen ses tonuyla omuzlarım düşerken bir şey söylemeden ayaklandım. Cidden enerjim yoktu uzatmaya.

Banyodan saç kurutma makinesini alıp odama geçtim. Makineyi kenara bırakıp saçlarımı açtım. Yatağımın kenarına oturup uyuşuk hareketlerle saçlarımı kurutmaya başladım. Henüz birkaç dakika geçmeden tam karşımda kalan kapı yavaşça açıldığında makineyi kapattım.

Uras içeriye girip kapıyı arkasından kapatmıştı. “Yardıma ihtiyacın olabilir diye düşündüm, doğru düşünmüş müyüm?” Konuşurken çoktan yanıma ulaşmış hatta ben cevap veremeden elimde tuttuğum makineyi de kavramıştı.

Ben oturuyorken o ayakta dikildiği için yüzüm karnına denk geliyordu. Makineyi çalıştırdığında sesimi çıkartmadan yüzümü karnına yaslayarak işinin bitmesini bekledim.

Elleri nazik hareketlerle saçlarımda dolaşırken, makinenin ısı ayarını da düşürdüğü için uzun bir süre saçlarımla uğraşmış oldu. Kafamdaki sıcaklığın ve Uras’a yapışık olmamın verdiği rahatlıkla uykum olmamasına rağmen mayışmış haldeydim.

Dakikalar sonra makinenin uğultusu kesildi. Yüzümü Uras’tan ayırmaya pek niyetim yoktu. Makineyi yanıma koyup bu kez iki elini de saçlarımda gezdirmeye başladı. Anlamsız bir mırıltı çıkartıp burnumu olduğum yere sürttüm.

Geriye doğru adım atmaya çalıştığında tadım kaçsa da uzun süredir ayakta bekliyor olduğunu düşününce engel olmayı denemedim.

Ben başımı kaldırıp ona bakamadan saniyeler içinde yanıma oturup yerleşmişti. Geriye çekilme sebebinin bu olmasına mutlu olduğum sırada omuzumdan tutup göğsüne doğru yaslanmamı sağladı. Saçlarımın üzerini peş peşe öptüğünde gözlerim günler sonra büyük bir huzurla kapandı.

Göremiyor olsam da yüzündeki ifadeyi zihnimde canlandırmaya çalışıyordum. Hoş bir aktiviteydi.

“Abim neden buraya dalmadı?” Aklıma bir anda gelen soruyu sorduğumda Uras’ın güldüğünü hareketlenen göğsünden anlamıştım.

“Bizim de var bazı yöntemlerimiz yavrum, hafife alıyorsun sevgilini.”

“Ben halimden memnunum, fazla sorgulamıyorum o yüzden. Abimi bayıltmamış olmanı umuyorum sadece.” Gülüşü arttı. “İnşallah diyelim.”

“Baban ne zaman gelecek?” Bir süre devam eden sessizliğimizi tekrar böldüğümde duraksadığını hissettim. “Bilmiyorum bebeğim, aramadı.”

“Ankara’ya hemen dönecek misiniz peki?” Alacağım cevaptan çekinerek sormuştum bunu. Gitmesi gerekebilirdi, biliyordum.

Ama gitmesini istemiyordum. Hep benimle kalmasını nasıl sağlayabilirdim?

“Sonra konuşuruz bunları Peri, olumsuz şeyler düşünüp kendini sıkma. Yanındayım, şimdiye odaklanalım olur mu?”

“Olur.” diye mırıldansam da bunu düşünmekten kendimi alıkoyabildiğim söylenemezdi.

“Uykun var mı?”

Yoktu. Ama öylece uzanıp kendi kendimi dinlemek istiyordum. Bu yüzden küçük bir beyaz yalan söylemiş oldum. “Var biraz.”

“Uzan bakalım o zaman, göğsümde uyutayım isterdim ama bizim de cesaretimiz bir yere kadar. Demir Özkan beni sonsuz uykuya kavuştursun istemiyorum.” Söylediklerine güldükten sonra başımı göğsünden çektim. Bakışlarımız kesiştiğinde yaklaşıp dudaklarını yumuşak bir hareketle dudaklarımın üzerine bastırdı. “Seni seviyorum.” derken dudaklarımızın arasında sadece birkaç santim vardı.

Hem söyledikleri hem öpücüğü dengemi kısa bir an şaşırtırken oyalanmadan öpücüğü biraz(!) uzun tutarak iade ettim. “Sana aşığım.” dediğimde yalandan olduğu belli olan bir halde kaşları çatıldı. “Mızıkçılık yapmasana kızım, biz de aşığız ama öyle her dakika söylüyor muyuz? Seviyorum de geç, böyle önüme geçtin gibi oldu.”

Homurdanması sona erdiğinde omuz silktim. Kızım dediği için cırlayasım gelmemişti dolayısıyla bunu bir kenara bırakıp dudaklarımı yeniden dudaklarına bastırdım. Alt dudağını hafifçe emdiğimde gözleri kapandı. Onun karşılık vermesine izin vermeden geri çekildim. “Zaten önündeyim Uras’cım, sen kendini kandırmaya devam et ama.”

“Peri… Deneme beni güzelim.”

“Aa n’aptım ki ya, aşk olsun.” Kısık gözlerle dudaklarıma minik bir bakış attığında sırıttım. Odamın kapısının Demir Özkan ve küçük klonları tarafından birazdan baskına gelinmiş gibi açılacağını bilmesem, Uras’la uğraşmaya seve seve devam edebilirdim.

Ama riske girmeye gerek yoktu. Aksi halde uğraşacak bir sevgilim kalmayabilirdi.

 

~

 

 

Ne zaman kapadığımı hatırlayamadığım gözlerimi araladığımda yatağımda olduğumu fark etmem çok uzun sürmemişti. Odamın henüz aydınlanmamış olduğunu algılasam da uykumu almış gibi hissettiğim için yavaşça doğruldum. Yorganımdan sıyrılıp oturur hale geldiğimde başımı kaldırır kaldırmaz kapının yarı açık olduğunu fark etmiştim.

Koridorun ışığı içeriye sızıyordu. Kimin uyumamış olduğunu düşünüp ayağa kalkmışken yarı açık olan kapı yavaşça geriye doğru açıldı. Kapı duvara çarptığında irkilerek bakışlarımı buna sebep olan kişiye çevirdim.

Gördüğüm yüz, kaskatı kesilmeme neden olurken neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum.

Onun burada, evimde, kapımın önünde ne işi vardı? Nasıl gelebilmişti?

İçeriye doğru bir adım attığında panikle geriye doğru gitmek istedim. Ama dizlerimin arkası yatağıma değmişti. Uzaklaşabileceğim bir yer yoktu.

Paniklemem onu memnun etmiş gibi gülümsedi. “Nereye sarışın? Ben senin için, sana gelmişken kaçmaya mı çalışacaksın?”

Çığlık atmak için ağzımı aralamaya çalıştım. Sesimi evdekilere duyurmam gerekiyordu, ama ben ne kadar denersem deneyeyim sesim çıkmıyor gibiydi. Olduğum yerde titreyerek ağlamaya başladığımda aramızda kalan birkaç adımlık mesafeyi sıfıra indirmesi saniyeler içinde gerçekleşti.

“Geri geleceğimi söylemiştim, ne pahasına olursa olsun geri geleceğimi söyledim sana. Bak buradayım.”

Kolumu tutmayı denediğinde hareketlenerek engellemeye çalıştım. Bu tavrım ifadesinin katılaşmasına ve bana sinirle bakmaya başlamasına sebep oldu. Boşluğundan yararlanıp sağ tarafa kaçarak kendimi kapıya doğru attım. Koridora çıktığımda ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladığım anda bir anda karşımdaki kapılardan biri açıldı.

Uras’ın bir şey söylemesine fırsat vermeden hızla koluna tutundum. “O içeride, Uras. Burada.”

“Kim içerid-…” Söyleyeceklerini tamamlayamadan arkamda adım sesleri duydum. Uras’ın bakışları da odamın kapısına çevrilmişti. Korkarak oraya baktığımda Soner’in tam karşımızda dikiliyor olduğunu gördüm.

Abimlerin nerede olduğunu anlamaya fırsat bulamadan Soner’in hareketlenip bize doğrulttuğu silahla karşı karşıya kalmıştım. Ağlayışım hızlanırken Uras’a bakmaya çalıştım. O dümdüz bir ifadeyle Soner’e bakıyordu.

“Yanıma gel sarışın, ben üçe kadar sayacağım ve yanıma geleceksin. Ya da bu silah arkandaki herifin beynini uçuracak ve sonuç olarak yine yanıma gelmiş olacaksın. Seçimi sana bırakıyorum.”

Düşünmeden kendimi ileriye doğru attım. Tereddüt etmeden o silahı ateşleyebileceğini biliyordum. Buna dayanamazdım, izin veremezdim. Ama beklediğim gibi o adımı atamadım.

Uras kolumu tutup beni durdurmuştu. “Hiçbir yere gitmiyorsun. Saçmalamayı kes.”

Soner’in rahatsız edici gülüşü kulaklarımı tırmalarken yalvarır bakışlarla Uras’a baktım. Aynı anda da Soner, “O zaman, bir…” diyerek saymaya başlamıştı.

“Bırak Uras, n’olursun!”

“İki…” Uras, konuşamadan araya giren diğer sayıyla birlikte bu kez bütün gücümü kullanarak tutuşundan kurtuldum. Ben Soner’e doğru adımlamışken kulaklarımda çınlayan silah sesiyle aynı anda benim çığlığım yankılandı koridorda.

Yüzüm Soner’e dönüktü. O birkaç saniye bile sayılamayacak süre içinde tek istediğim bedenimde bir acı hissetmekti.

Kurşunun bana gelmiş olması için yalvararak bakışlarımı aşağıya indirip bedenime baktım.

Hiçbir şey yoktu.

Bu kez daha büyük bir çığlıkla arkama döndüm.

İlk gözümün çarptığı yer Uras’ın yüzüydü. Minik bir tebessüm vardı yüzünde, bu kısık bir nefes çekmeme sebep oldu. Hemen ardından o gülüşün ardına sıkışmış acı dolu ifadeyi gördüğümde korkuyla bakışlarımı bedenine çevirdim.

Göğsünde, kalbinin hemen dibinde büyümeye başlayan kızıllığı gördüğümde adını fısıldadım. Ayakta durmakta zorlandığını fark ettiğimde onu tutmak istedim ama ben dokunamadan sertçe yere düşmüştü.

Fısıldadığım adı bu kez çığlıklara dönüştü. Tek yapabildiğim buymuş gibi adını haykırmaya devam ettim. Dizlerimin üzerine çöküp ona doğru eğilirken sürekli bağırıyordum.

Vurulmuştu. Çok fazla kan vardı.

Elimi göğsüne bastırıp kanın daha fazla akmasını engellemeye çalıştım. Ama olmuyordu.

Gözlerinin kapanır gibi olduğunu gördüğümde ağlayarak üzerine kapandım. Yüzümü göğsüne bastırırken bir yandan anlamsız bir sürü şey mırıldanıyordum.

Bir elin beni ondan ayırmaya çalıştığını hissettiğimde bütün gücümle çırpınmaya başladım. “Bırak! Gitmesin, n’olur gitmesin. Uras kalk!”

Nefesimin kesildiğini hissederken beni tutan el daha sıkı çekmeye başladı. Çırpınmama izin vermeyip iki kolumu sıkıca tuttuğunda bağırmayı ve ağlamayı sürdürüyordum.

 

~

 

“Peri! Peri kendine gel artık, kendi canını yakıyorsun. Güvendesin.” Kulağıma yarı anlamlı yarı anlamsız kelimelerle dolan ses Demir abime aitti. Sesini algılayabildiğimde bir anda bütün hareketlerim kesildi.

“Çok şükür, tamam abicim bitti. Aç gözlerini, kâbus görüyordun.”

Yarı oturur haldeydim, beni sıkıca tutmaya devam eden kişi de sesi bu kadar yakınımda olduğuna göre abimdi. Gözlerimi aralamaya çalıştım. İçinde bulunduğum anın gerçekliğinden emin olamıyordum.

Gözlerimi bir anda tamamen açtığımda yine odamda uyanmıştım. Ama bu kez içerisi neredeyse aydınlıktı. Bakışlarım hızla kapıya çevrildi.

Yine onu görecek olma ihtimalimden çok korkuyordum.

Kapı açıktı. Ancak kapının hemen önünde duran kişi Oktay abimdi. Gözlerim içeriyi hızla taradı. Demir abim yatağın yanında yere diz çökmüş haldeydi. Beni tutmaya devam etse de biraz tutuşu gevşemişti.

Ardından bakışlarım yatağın karşısında duran bedene takıldı.

İlk işim göğsüne bakıp kızıllıktan bir iz aramak oldu. Ama hiçbir şey yoktu. İyiydi.

Az önce yaşanan her şeyin kabus oluşunu şu an kabullenmiş olsam da bunun verdiği rahatlamayla hıçkırarak ağlamaya başladım. Bakışlarımı Uras’tan çekemiyordum.

“Şş, tamam fıstığım, geçti. Uyandın, bitti, iyisin. Ağlama.” Abim kollarımı bırakıp yanaklarımı kavradı. Peş peşe yanaklarıma inen yaşları başparmaklarıyla durdurmaya çalışıyordu. “Ne gördün Peri, anlatmak ister misin?”

Abimin sorusunu duyduğumda burnumu derin derin çekerek kendimi durdurmaya çalıştım. “O geldi.” diye mırıldandım. “Odama geldi. Silah… Silahı vardı.” Kesik kesik sözcüklerle anlatmaya çabalarken yeniden gözümün önüne gelen sahneyle hıçkırdım.

Abime bakmaya devam etsem de Uras’ın adını söyleyip duraksadım. “Göğsünde çok kan vardı. Durduramadım.” Ellerimi kaldırıp bulaşan kanları göstermek ister gibi uzattım. Abim bir an ellerime bakıyor gibi olduysa da hızla bana döndü. “Kâbustu sadece, her şey yolunda. Bak ne elinde ne de Uras’ta hiçbir şey yok gördün mü?”

Sessiz kaldım. Kâbus olduğunu anlamış olsam da yaşadığım korku gerçekmiş gibi hissettiriyordu.

“Ben sana su getireyim.” Abim birden ayaklandığında üçüncü bir gözden izler gibi onu takip ettim. Ayağa kalktıktan sonra alnıma dudaklarını bastırdı. Ardından kapıya doğru ilerledi. “Sen de gel benimle Oktay.”

Kapıda duran Oktay abim bana kısa bir bakış atıp göz kırptıktan sonra abimin ardından o da çıktı. Kapıyı kapattığında ben de yavaşça önüme döndüm.

Uras hiç duraksamadan yanıma gelip yataktaki boşluğa oturdu. Yüzündeki ifadeden onun da olan biteni henüz kavrayamamış olduğunu anlayabiliyordum.

Sırtını yatak başlığına yasladıktan sonra beni küçük bir bebekmişim gibi tutup yüz yüze geleceğimiz şekilde kucağına bıraktı. Beklemeden kollarımı ona sarıp boynuna doğru yattım.

Aynı sahneyi saniyeler önce korkunç bir şekilde yaşamıştım. Gerçek olmadığını kendi içimden tekrarlamaya devam ederken Uras sırtımı sıvazlayarak bana yardım ediyordu.

Kokusunu derin derin solumayı sürdürdüm. “Gitme.” derken sesim dudaklarım tenine dayalı olduğu için boğuk çıkmıştı.

Saçlarımı öpüp dudaklarını oradan ayırmadan öyle kalmaya devam etti. “Gitmem, senden gidemem Peri.”

Ensesindeki saçlarla oynayarak kendi dikkatimi dağıtmaya ve gerçekliğine tutunmaya çalıştım.

İçimdeki korkuları Uras’ın gidecek olma ihtimaliyle zihnimde birleştirmiştim. Bu da bana korkunç bir kâbus olarak dönmüştü.

Kâbus değil gerçek olsaydı ne yapardım düşüncesi aklımı doldururken Uras’a daha sıkı sarılmaya çalıştım.

Boynunu birkaç kez öpüp iyice yerime sindim. Sırtımda gezinen elleri beni sakinleştirmeye devam ederken kulağıma eğilerek konuştu. “Yanındayım, söz veriyorum yeniden uyandığında da yanında olacağım. Geçti Peri’m, uyu hadi.”

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm