Günler Kısa Geceler Sonsuz 14.Bölüm

 14.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

- Lal

 

Parmak uçlarımı oturduğum bankın yüzeyine sürterken bakışlarım sallayıp durduğum bacaklarımdaydı.

Kapalı alanlardan korkmazdım, hayatımın büyük bir bölümünü -okul dışında- dört duvar arasında geçirmiştim. Buna alışkın olmam gerekliydi belki ama ne kadar süredir beklediğimi bile bilmediğim bu yerde boğuluyormuş gibi hissediyordum.

Etraftaki en ufak hareketlilik başımı kaldırmama sebep oluyordu fakat hiçbirinin benimle bir ilgisi yoktu. Gözlerimi kapattığımda önümde beliren kırmızıyla kaplı anları geriye itmeye çalıştığımda zihnim bana buraya gelmeden önce gördüğüm yüzü armağan ediyordu. Şoktan sıyrılmama, gözyaşlarımın akmaya başlayıp ikinci kez durumun gerçekliğine geri dönmeme yol açan yüzdü bu.

Tuna’nın yüzüydü.

Soluklarım bu düşünceyle sıklaşırken tırnaklarımı bankın üzerine sapladım. Her şey yeterince kötü değilmişçesine daha da kötü hale geliyordu. Onunla bu şekilde karşılaşmak aklımın ucundan geçebilecek son senaryoydu.

Aynı gün içerisinde önce annemi ölümün kollarından almış, babamı aynı kollara atmış ve tam adımı dahi sakındığım kişiyle tüm bunların göbeğinde karşı karşıya kalmıştım. Bu hayattan daha ne dileyebilirdim ki?

Dizlerimi yukarıya doğru çekip olduğum yerde küçüldükten sonra çenemi dizlerime yasladım.

Bir süre önce bulunduğum sorgu odasında olan biten her şeyi eksiksiz şekilde polislere anlatmıştım. Konuşma boyunca bakışlarım masada olduğundan nasıl tepkiler verdiklerini görmeden sustuğumda kendimi bulduğum yer ise burasıydı. Demir parmaklıklarla çevrili küçücük bir alandaydım. Benim dışımda hiç kimseyi göremiyordum.

Annemin burada olmayışı, benim anlattıklarıma inandıklarını gösteriyordu sanırım. Son ana kadar bıçağı babama saplayanın o olduğunu savunuyor haldeydi. Ya gerçekleri anlatmıştı ya da onun sözü yerine benimkine inanmayı seçmişlerdi.

Babamın mutfak zeminindeki kanlar içindeki hali sık sık zihnimi ziyaret ediyordu. Onun o hale gelişine bizzat sebep olmuş olmak bana nasıl hissettirmeliydi anlayamıyordum. Bugüne kadar bana iyi davrandığı, anneme sevgiyle yaklaştığı hiçbir an hatırlamıyordum. Tüm bunlara rağmen ona zarar verme içgüdüsüyle hiç dolmamıştım. Ta ki annemin onun avuçları arasında nefes almak için çırpınışını izleyene dek…

Bu nedene sığınabildiğim için büyük bir vicdan azabıyla yanıp kavrulmuyor gibiydim. Tek korkum ölecek olmasıydı, hayatımdan çıkıp gitmesi için varımı yoğumu ortaya koyabilirdim ama onu öldürmüş olmak hayatımın boyunca yakamı bırakmayacaktı.

“Lal?” Adımın seslenildiğini duyduğumda irkilerek bakışlarımı kaldırdım. Dizlerimi telaşla indirip yerimde doğrulduğumda parmaklıkların diğer tarafından bana bakıyor olan iki adamla göz gözeydim.

Arkalarında üniformalı bir polis bekliyordu, öndekilerin de polis olduğunu düşünerek tedirgince ne söyleyeceklerini beklemeye başladım. “İyi misin güzel kızım?” Öndekilerden diğerine göre daha yaşlı duran ılımlı bir sesle konuştuğunda gözlerimi kırpıştırdım. Annem dışında kimseden duymaya alışık olmadığım bir tavırla sorduğu soruyu şaşkınlıkla yanıtsız bıraktığımda ikisi de telaşlanmış gibilerdi.

“Çıkacaksın şimdi, yukarıda belgelerle ilgili bir iş hallediliyor. Haber geldiğinde açacaklar kapıyı.” Aynı adam konuşmuştu. Söyledikleri, daha doğrusu söylediği ilk iki kelime iç çekerek heyecanla ayaklanmama sebep oldu. Buradan çıkmak istiyordum, anneme gitmeye ihtiyacım vardı.

“Annem dışarıda değil mi? Onu da böyle bir yere mi koydular yoksa?” Korkuyla tamamladığım cümlem bu kez diğer adam tarafından cevaplandı. Başını iki yana salladı. “Annen dışarıda, seni bekliyor. Yanına gideceğiz.”

Saçlarıyla, gözleriyle hatta geriye kalan her hattıyla tanıdık gelen bu adama şimdi daha dikkatli bakıyordum. Dudaklarım aralandı ama aklıma gelen ihtimalin saçma olduğunu düşünerek sesimi çıkartamadım.

“Siz polis misiniz?” diye sordum bunun yerine.

“Ben emekli polisim kızım, ama yanımdakinin hiçbir bağlantısı yok.” Yaşça büyük olan cevaplayınca merakım arttı. “Neden buradasınız o zaman?”

Ben cevap alamadan önce arkada bekleyen polis buraya yaklaşıp elindeki anahtarların çıkarttığı şıngırtıyla üçümüzün dikkatini çekmiş oldu. Anahtar bulunduğum yerin kapısını saniyeler içinde açtığında hızlıca çıkmazsam içeride kalmam gerekecekmiş gibi hemen dışarı adımladım. “Çıkabiliriz artık değil mi?” Polis onay verdiğinde önden emekli polis olduğunu söyleyen adam ilerlerken benim tam yanımda sarı saçları, mavi gözleri ve kendime söylemekte zorlansam da Tuna’nın neredeyse aynısı olan yüzüyle diğer adam yürüyordu.

“Tuna’nın en büyük abisiyim, Demir Özkan.” Kendini tanıtarak benim kaçmaya çalıştığım gerçeği tamamen kesinleştirdiğinde alt dudağımı sertçe ısırdım. “Memnun olmadın gibi ama…” dediğinde kabalığımı telafi etmeye çalışarak telaşla ona döndüm, bu sendeleyip dengemin bozulmasına sebep olmuştu.

Kolumu yavaşça tutup ayakta kaldığımdan emin olduktan sonra bana baktı. “Şş, şaka yapıyorum Lal. Sakin ol, annene götürelim seni oyalanmadan.”

Anneme gidiyor olduğumu belirtmesi o an için yanımdaki adamın Tuna’nın abisi oluşunu -ve polis bile olmamasına rağmen burada oluşunu- göz ardı edebilmeme yardım etti.

Küçük bir asansöre bindik, yalnızca üçümüzün bulunduğu asansörle iki kat yukarı çıktığımızda giriş katta olduğumuzu fark ettim. Hava kararmaya başlamıştı, çıkış kapısına yönelirken tek ilgimi çeken buydu. Saatlerdir orada bekliyor olduğumu anlamama neden olan bu gerçekle tedirgince kendime kollarımı sardım.

“Üşüdün mü?”

“Üşümedim.” diye mırıldandım. İnanmamış gibi duruyordu ama bir şey söylemedi. Gerçekten üşümüyordum, bu yüzden önüme döndüm. Binadan çıktığımız için kafam karışınca duraksadım. “Annem dışarıda mı bekliyor?”

“Arabadalar, burası beklemek için fazla kasvetliydi.”

Çoğul konuşmuş oluşunu sorgulamak için hazırlanırken yürümeye devam ediyorduk. Bahsettiği araba kime aitti, neredeydi bilmiyordum ama biraz ileride duran arabalardan birinin kapısı açıldığında oraya dönük olduğum için bakışlarımı çevirdim.

Arabadan inen kişiyi tanıdığım anda hıçkırır gibi nefeslenerek düşebilecek olmamı umursamadan kocaman adımlarla ilerledim. O da bana doğru aynı büyük adımlarla yaklaştığında ortada buluşmamız, kollarımızı birbirimize sıkıca sarmamız gecikmedi. “Anne…” diyerek acıyla inler gibi fısıldadığımda annem anlayamadığım yarım cümlelerle birlikte saçlarımı, yanaklarımı öptü birkaç kez.

Üzerindeki tişörtü sıkıca avucumun arasında tutarak biri beni ondan koparıp alacakmış gibi kendimi güvence altına almaya çalışırken başımın patlayacakmışım gibi ağrımaya başlamasıyla yüzümü omuzuna bastırdım. Bütün günün yükünü aniden bu anda sırtlanmışım gibi büyük bir ağırlık hissediyordum.

“İyisin annecim, iyisin birtanem. Bak bi’ bana, yüzüme bir bak Lal.” Annem yanaklarımı kavrayıp beni yüz yüze geleceğimiz şekilde doğrulttuğunda dudaklarım aşağıya doğru büküldü. Yüzünün her zerresine yansımış yorgunluğu, ağladığı için kıpkırmızı kesilen gözleriyle karşımda duruyordu.

Yanaklarımı sıkıca avuçlarıyla sarmışken aynısını ona yaptım. Yumuşak teni, buz kesmiş haldeki avuçlarımı yakacak kadar sıcaktı. Dilimin ucunda bekleyen onlarca sorudan hangisini önce seçmem gerektiğini düşünmekle meşgulken annemin omuzunun arkasından baktığımda gördüğüm kişiyle yüzümü panikle annemin boynuna sokmaya çalıştım.

Ses çıkartmazsam beni görmeyecekmiş gibi nefesimi tutmuş halde bebek gibi annemin boynunda beklerken arkamdan gelen kısık sesli kıkırtıyı duymuştum. Bunun emekli polis olan adama ait olduğunu ayırt edebildim. “Aynı filmi farklı oyuncularla izlemek keyifli olmaz diye düşünür normalde insan… Ama sevdim ben.” Ne demeye çalıştığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Şu anda buna kafa yormak da istememiştim.

“Annecim? Lal, ne oldu?” Annem boynuna gömülmemi yanlış anlayarak beni telaşla kaldırmaya çalışırken göz ucuyla arkasına doğru baktım. Tüm dikkati burada, benim üzerimde olan Tuna’yı gördüğümde yüzümü anneme daha sert bastırdım.

“Tuna burada.” diye fısıldadığımda sesim yalnızca anneme ulaşmıştı. “Biliyorum burada olduğunu, saatlerdir yanımda bekliyordu Lal.”

Duyduklarım iç çekerek istemsizce başımı kaldırmama sebep oldu. Tuna’nın bize doğru iki adım attığını ve artık çok daha fazla dip dibe duruyor olduğumuzu gördüğüm an buydu.

Annemden biraz uzaklaşmışken bakışlarım Tuna’nın yüzündeydi. Hem gerçek olup olmadığından şüpheliydim hem de ilk kez bu denli yakından yüzüne rahatça bakabiliyorken bu şansı kaçırmak istememiştim.

“Lal,” diyerek kısıkça konuştuğunda nefesimi tutmuş halde ona bakmayı sürdürüyordum. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak kaybolmayacağından emin olduktan sonra aniden üzerimde beliren cesaret yumağını sıkıca tutarak annemden ayrılıp ona doğru döndüm. Aramızda bir adımlık mesafe ya var ya yoktu, çenemi yukarıya dikip yüzüne bakmam gerektiği için boynumu gerdiğimde gülümser gibi oldu.

Kollarımı kaldırıp ona dolamak istiyordum. Ancak bunun için çok daha büyük bir cesaret yumağına ihtiyacım vardı. Tuna, kocaman mavi bilyeler gibi görünen gözlerini yüzümdeki her detayda dolaştırırken saniyeler sonra yüzüm göğsüne çarptı.

Belimi ve sırtımı sararak beni göğsüne çekmiş olduğunu algıladığımda dudaklarım suyun dışında nefes almaya çalışan bir balık gibi aralandı. Derince solumaya çalıştığım hava yerine kokusu burnuma dolduğunda gözlerimi sıkıca kapattım.

“Kollarımın arasındasın, gece kuşu.” Bu anın gerçekliğinden emin olamadığımı anlamış gibi sesli olarak dile getirmesine dudaklarım yukarıya doğru kıvrılarak eşlik etti. Yüzüm ona yaslıyken beni kimse göremiyordu ama kocaman gülümsediğimi kendim biliyordum.

Tuna geri çekilecekmiş gibi korkuyla kollarımı daha fazla oyalanmadan kaldırıp sırtına sardım. Tişörtünün kumaşı ellerimin arasında duruyorken bedenini geriye kalan tüm gücümle çepeçevre sarmış haldeydim.

Çenesinin baskısını saçlarımın üzerinde hissettim. Bugüne kadar hissediyor olduğum en tatlı ağırlık olduğundan şüphem yoktu.

Hissettiklerim ürpermişim gibi titrememe yol açtığında Tuna sırtımdaki kolunu sıkılaştırdı. “Üşüyor musun? Arabaya bine-…” Konuşmasını başımı iki yana sallayarak böldüğümde sustu. Yüzüm göğsüne sürtündüğü için kokusu belirginleşirken sanki susmamış gibi bir iki kez daha başımı iki yana salladım. “Üşümedim.”

“Saçların gece gibi olduğu için mi çok seviyorsun geceleri?” diye sormasını beklemediğim için kulağıma fısıldadıkları afallamama sebep oldu. Saçlarımın kömür gibi kara oluşunu geceye benzetmesine gülümseyişim büyüdü.

Cevapsız bıraktığım sorusunu yinelemedi, bana sarılmayı da bırakmadı. Ancak arkamızda duran üçlünün varlığı yeni fark etmişim gibi birden zihnimde belirdiğinde istemsizce öksürmeye başladım. Tuna sırtımı yavaşça sıvazlayarak öksürüğümü geçirmek istemişti sanırım ama o bana dokundukça öksürüğüm artıyordu.

“Lal?” diye seslenen annemin sesine, “Boğuldu kız, Tuna bıraksana oğlum.” diyen abisinin sesi karıştı.

Tuna beni tutuşunu gevşetirken ondan çekilmek istemeyen, saatlerce hatta günlerce hareketsizce böyle beklemekten şikayet etmeyecek olan tarafımı göz ardı ederek geriye çekildim. Sırtımda belli belirsiz durmaya devam eden elini çekmemesini dileyerek arkamda duruyor olan üçlüye döndüğümde öksürüklerim kesilmişti.

“İyi misin annecim?”

“İyiyim, boğazım şey oldu.” Kullanacağım kelimeyi bulamayarak şey diye geçiştirdiğimde annem anlayışla bana bakarken diğer ikilinin bıyık altından gülüyor oluşuyla utancımı saklayamadım. Gözlerimi onlardan kaçırıp anneme baktım.

“Hastaneye mi gideceğiz?” Sonsuza kadar bu anda kalıp, geriye kalan ve çoğunlukla kötü olan tüm her şeyden kaçabilmeyi isterdim.

“Gerek yok, sabaha kadar uyutacaklar. Sabah polisler ifadesini almaya gitmeden önce gitmeniz yeterli olur.” Annem itiraz edecekmiş gibi ağzını araladığında Tuna’nın abisi beklemeden araya girdi.

“Kadir abi haklı, orada sabahlamanıza gerek yok. Lal’in ne hastanede ne de o evde rahat edeceğini sanmıyorum, ben Tuna’yla birlikte kız kardeşime geçerim. Siz de benim evimde kalırsınız, kimse yok zaten.”

Annemin bakışları benim üzerime çevrildi. Demir abi annemin bu durumu kabul etmek için tek zayıf noktasının ben olduğumu biliyormuş gibi direkt bu kartı oynadığı için annem itiraz edemeden önce bana bakmıştı. Benim burada olmadığım saatlerde sanırım annemi olabildiğince iyi gözlemlemişti.

Muhtemelen mutfaktaki kanların dahi temizlenmediği eve girmek isteyecek kadar delirmemiştim. Şu anda bile duygularımı bastırarak ayakta kalırken o görüntüden sonra ne hale geleceğimi bilmiyordum. Ama Tuna ve ailesine yeterince sorun yaratmış olduğumuzu fısıldayan iç sesimi görmezden gelemedim.

“Hastaneye gidebiliriz.” dedim sakince. Gece deliksiz bir uyku uyuma planım yoktu, bir sandalye bulmam yeterliydi. Yarına kadar, kırk kat pamuktan bir yatakta da olsam rahatça uyuyamayacaktım zaten.

Herkesin bakışları bana çevrildiğinde yüzümü rahat bir ifadede tutmaya zorladım. “Sabaha kadar orada iki büklüm beklemenizin hiçbir mantığı yok, Lal. Evimde rahat edemeyeceğiniz içinse bir otel buluruz.” Demir abinin fark edebildiğim ilk özelliği genellikle benim gibi ifadesiz bakıyor oluşuydu. Hiçbir şey hissetmiyor gibi görünüyordu, ben de sık sık bu örtüye sığınırdım. Ama o örtünün altında o kadar çok hissi tutuyordum ki aynısını onun da yapıp yapmadığını içten içe merak etmiştim.

Bir diğer özellik ise kurduğu cümlelerin anayasadan okuyormuş gibi keskin yükselmesiydi. Bağırmıyordu, kızmıyordu ya da hiçbir farklı duygu barındırmıyordu ama söyledikleri çok doğruymuş hissiyatı bırakmayı başarıyordu.

Sarı saçlar, mavi parlak gözler ve yüz hatları Tuna’nın 20-25 yıl sonraki hali olduğunu haykırıyordu ama bakışları çok farklıydı.

Bunları düşünürken ona dikkatle bakıyor olduğum gerçeğini son anda fark ettiğimde hızla gözlerimi çektim. Annem bütün cevap sorumluluğunu bana vermiş gibi sustuğu için burnumdan kesik bir nefes vererek düşündüm. Ne söylemeliydim ki?

“Binin arabaya hadi, Temmuz da olsa esiyor arada.” Demir abi gözleriyle arabayı işaret ettiğinde omuzlarımı düşürdüm. “Ben eve geçiyorum, yarın sabah duruma göre haberleşelim.” Halen tam olarak kim olduğunu bilmediğim polis olan adam bunu söyledikten sonra annemin kulağına bir şey söyleyip sırtına yavaşça vurduktan sonra yanımızdan ayrıldı.

Geriye dördümüz kalınca dudaklarımı ısırarak anneme baktım. Yardım ister gibi bakıyordum, halimi anlayarak sonunda konuşmaya başladı. “Size daha fazla rahatsızlık vermesek iyi olacak Demir Bey, hastaneye bırakabilirsiniz bizi.”

“Rahatsızlık vereceğinize dair bir şey söylediğimi hatırlamıyorum Müge Hanım.” Annemin adını ve devamındaki ‘hanım’ kısmını bastırarak kullanmasına gözlerim irice açıldığında Tuna’nın da benimle aynı halde oluşunu göz ucuyla görebildim.

Annem bizim aksimize hiçbir şey fark etmemiş -ya da öyle görünmeye çalışıyor- gibiydi. Demir abi ilerlemeye başladığında annem ağzı açılıp kapansa da bir şey söylemeden öylece durdu. Tuna’ya merakla baktığımda omuzlarını kaldırıp indirdi. “Demir Özkan’ın tarzı bu, arabadan atlasanız da kendi doğrusunu gerçekleştirmenin bir yolunu bulur.”

Annemin yüzündeki ifadede gözlemlediğim birkaç duygu şaşkınlığımı katladı. Kaşları hafifçe çatılmış, neredeyse sinirleri bozulmuş diyebileceğim bir ifadeyle Demir abinin peşinden arabaya ilerlemeye başladığında telaşla Tuna’nın kolunu çekiştirdim. “Annem sinirleri bozulmuş gibiydi değil mi? Hani böyle kızmış gibi…”

Tuna anlayamamış gibi bana baktığında gözlerimi kocaman açarak cevabını hemen vermesi gerektiğini belli ettim. “Evet, yani sanırım…”

Bugün yaşanan her şey gerçek olsa da sanırım son iki dakika kocaman bir hayaldi. Annemin bana dahi hiçbir zaman belirginleşmeyen siniri, babamın her şeyine rağmen kabullenmiş tavrı az önce tek bir cümleyle yıkılmış olamazdı.

Dakikalar sonra Demir abinin arabasının arka koltuğunda yanımda annem ve ön yolcu koltuğunda Tuna olacak şekilde yolculuk ediyor haldeydim. “Evden almak istediğiniz bir şeyler var mı?”

Bu ana kadar sessiz geçen anlar Demir abinin sorusuyla bitmiş oldu. “Bir gece üzerimizdekilerle idare ederiz, gerek yok.”

Annemin cevabına müdahale etme gereği duymadım. Araba hafifçe hızlandığında yanağını koltuğa yaslamış halde bana bakan Tuna’dan bakışlarımı kaçırmakla meşguldüm. Gözlerimi solumdaki cama dikerek tamamen yana döndüğümde kısık bir sesle güldüğünü duydum.

“Peri sürekli arayıp durdu, yol üzerinde diye direkt önce seni bırakacağım eve. Lal ve Müge eve yerleştikten sonra ben de gelirim.” Demir abinin Tuna’yla konuşuyor olduğu açıktı ama biz de tamamını duyuyor haldeydik doğal olarak.

Bahsettikleri kişinin Tuna’nın ablası olduğunu biliyordum, Sude’nin daha önce bahsettiği her şey zihnimde bir köşede bekliyordu. Ablası ve eniştesiyle birlikte yaşıyordu Tuna mesela, kendisi de mesajlaşırken söylemişti zaten ama küçük bir yeğeninin de olduğunu biliyordum Sude’den.

“Ben konuştum onunla, seninle dönebilirim.”

“Evet çok güzel konuşmuşsun, Uras yanımıza gelmemesi için zor zapt ediyormuş. Bilmiyorsun sanki ablanın huyunu.”

Demir abinin bıkkınmış gibi söylenmesine rağmen kardeşinden bahsederken yumuşayan sesine kendi kendime gülümsedim. Halen cama dönük olduğumdan bunu fark etmediklerinden emindim.

Annem arabaya bindiğimizden beri kolları göğsünde kavuşmuş halde Tuna’nın koltuğunun arkasını izliyordu. Arabayı dolduran zil sesi dahi hareket etmesine sebep olmamıştı. Düşüncelerine dalmış gibiydi.

“Söyle Peri’m, söyle abicim şimdi ne oldu?” Demir abi telefonu kulağına yaslayıp konuşmaya başlarken lafının tam üzerine aramış olan kardeşini dinledi bir süre. “Gelmek üzereyiz, Tuna’yı bırakacağım şimdi. Bir iki saate de ben gelirim, o zaman istediğin kadar dinleyeceğim seni. Anlaştık mı?”

“Tamam güzelim. Gülin’i öp, Uras’ı da bir iki tokatla benim yerime. Görüşürüz.” Söylediklerine kendimi tutamayıp kıkırdadığımda ağzımı hızla örtüp cama yapıştım. Ama çoktan dikkatlerini çekmiştim. “Sevgi dolu bir ilişkileri var damadıyla, değil mi abi?”

“Öyle tabii, Uras deyince akan sular duruyor bende.” Alayla konuştuğu belliydi, gülümsemekle yetindim.

Araba yaklaşık on dakika sonra bir binanın önünde durduğunda Tuna kapısına yönelmeden önce tamamen arkasına döndü. “Sabah ben de geleceğim zaten, dikkat et kendine Lal.”

Tuna’ya dikkatle bakıyor haldeydim. Annem kafasını ikimizin arasına soktu. “Ben de dikkat edeyim mi?” Sırıtıyor halde sorduğu soruyla toparlanmaya çalıştım. Tuna da afallamış görünüyordu. “Et, et tabii ki Müge abla.”

Sürücü koltuğundan kısık gülüşüyle bu sahneye eşlik eden Demir abiye bakmak için döndüğüm sırada Tuna’nın kapısının aniden açılmasıyla irkildim. Tek irkilen ben değildim, herkesin bakışları oraya dönmüştü.

Kıvırcık sarı saçlarıyla birlikte arabanın içine bir nevi dahil olmuş olan kadına baktım. “Peri?” diyerek şaşkınca konuşan Demir abi kim olduğunu net olarak anlamama yardımcı olmuştu.

“Yavrum arabaya dalmasan da insanlar bir inseydi.” Onun hemen arkasında duran kişiyi ise konuştuğunda fark edebilmiştim. Ortamdaki sarışın bolluğuna rağmen koyu kahve saçları ve uzun boyuyla kadının bir adım arkasında bekliyordu. Kolundan çekip onu arabadan çıkarttığında Demir abi bize doğru kısa bir bakış atıp kendi kapısını açtı ve arabadan indi.

Tuna da arabadan indiğinde kapıları geri kapatmışlardı. Annemin yorgun gözlerle dışarıdakilere bakıyor olduğunu gördüm. Bense nedensizce onlara bakmaktan kaçınıp diğer taraftaki cama dönmüştüm.

Bugünü hayatımdan hiçbir şekilde silemeyecektim, bitmek bilmeyen ve her anı ya çok güzel ya çok kötü olan uçlarda yaşadığım bir gündü.

Aradan geçen kısa sayılabilecek bir sürenin ardından az önce Tuna’nın oturuyor olduğu kapı yeniden açıldı. Açan kişi yine ablasıydı. Koltuğa oturup kapıyı kapattığında dışarıdan kalan üç adamın hiçbir şey yapmadan bekliyor oluşunu görebilmiştim.

Koltukta neredeyse tamamen arkaya dönükmüş gibi oturdu. Bize doğru bakıyordu, biz de ona bakıyorduk. “Merhaba,” diye mırıldandı sakince.

“Merhaba,” Annem yarı gergin yarı merakla cevap verdi.

“Nilperi ben,” diyerek elini uzattığında ben hareketsiz kalırken annem elini sıkmıştı. “Müge ben de, kızım Lal.” Beni de tanıttığı için konuşmaya gerek duymadım.

“Umarım sizin için çok rahatsız edici olmaz ama olanlardan haberim olduğu için konuşmak istedim, daha doğrusu bir fikir sunmak.” Sesi o kadar yumuşaktı ki söylediklerini algılayamıyor olsam şarkı söylediğini ya da masal anlattığını düşünebilirdim. Annemin de böyle konuşuyor olmasından dolayı buna alışıktım.

Devam etmeden önce camdan kısa bir an dışarıya, Tunalara doğru baktı. “Ben dışarıda bekleyen bu üç adamın güvenilir olduğunu biliyorum, ama sizin için bu durum belki aynı hissettirmeyebilir diye düşündüm. Burada benimle kalmak isterseniz, çok sevinirim. Sizin yerinize Uras’ı, yani eşimi abimle yollarız.”

Ben bambaşka bir şeyler duymayı beklerken bu kadar ince bir düşünceyle karşı karşıya kaldığım için afallarken annem de benden çok farklı durmuyordu. “Teşekkürler,” diyerek başladıktan sonra “Ama düzeninizi bozmayın lütfen. Demir Bey bizi bir otele bırakırsa gerçekten daha iyi olacak.”

Nilperi ablanın buruk bir ifadeyle başını sallamasını izledim. Yardımcı olamadığı için bu denli üzülmüş olmasında başka bir sebep varmış gibi görünüyordu ama bunu bilebilmem imkansızdı.

Annemin insanlarla sağlıklı ilişkileri yoktu, aslına bakarsanız annemin benim ve babamın dışında kimseyle bir ilişkisi var sayılamazdı. Bu iki ilişkiden biri korkunç bir bağımlıkken benimle olan bağı ise fazla sıkı bir anne-kız bağıydı. Bu yüzden Nilperi ablanın üzgün görünüşüne nasıl bir tepki vereceğini merak ederek anneme baktım.

“Tamam, tamam fazladan bir odanız varsa kalalım. Ama lütfen kimse düzenini bozmasın, eşiniz de kalabilir. Sabah erkenden çıkmamız gerekecek zaten.”

Nilperi abla mutlu bir şaşkınlıkla kocaman açtığı benim gözlerime benzeyen mavi-yeşil gözleriyle anneme baktı. “Var tabii, kabul etmenize çok sevindim gerçekten. İnelim o zaman.”

O, sanırım bize kısa bir zaman tanımak için hemen indiğinde annem bana döndü. “Doğru bir şey mi yaptım?” diyerek çocuk gibi sorduğunda omuzlarımı silktim. “Bugün doğru ya da yanlışlara bakmak yerine içinden nasıl geliyorsa öyle yap, etrafta sana kızacak hiç kimse yok anne.”

Babamı kastederek kurduğum cümlemde binlerce kötü anı gizliydi. Annem kollarını bana uzatıp boynuma sardıktan sonra beni omuzuna çekti. Şakağımı öptüğünde gözlerimi kapattım kısa bir an için.

Bugünün hayatımızda bir devrim olduğunun farkındaydım. Ama o devrimin büyüklüğünü kavrayabilmem biraz daha zaman alacaktı.

 

~~~

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm