Günler Kısa Geceler Sonsuz 7.Bölüm

 7.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

- Tuna

 

“Tuna!”

Adım aniden yüksekçe seslenildiğinde telefona gömdüğüm başımı telaşla kaldırdım. Salonun dört bir köşesine dağılmış olan kalabalıkta gözlerimi gezdiremeden ablam önümde belirmişti. “Pastana sahip çıkar mısın?”

Neyi kastediyor olduğunu anlamam için ablamın kucaklayıp kaldırdığı minik bedene bakmam yetmişti. Yanakları iki yandan şişkinleşmiş, dudaklarındaki çikolata izleriyle suçunu pek de gizli tutamayan Gülin, ablamın kucağından inmeye çalışırken bağırıyordu.

“Pasta yicem, anne bıyak bi beni!”

Ablam dışında herkesin Gülin’in bu haline gülüyor olması birazdan kıyametin kopacağını gösteriyordu. Gülin, gülenlerden aldığı cesaretle annesini asla dinlemeyecekti çünkü.

“Yeterince yedin annecim, yemekten önce de Mert dayını kandırıp yine pasta yemişsin. Çikolata iyi gelmiyor sana.” Gülin, ablam daha cümlesini bitiremeden dudaklarını büküp olduğu yere sindi. Ablamın omuzundan bize hüzünle bakarken gözleri dolu dolu mırıldandı. “Çikolat çok iyi bi şey ama anne.”

“Kötü bir şey demedim ki aşkım, ama çok yersen zararlı oluyor. Konuşmuştuk seninle.”

“Danacıma gitçem, ona ver beni.”

Dayılarına danacım diye seslenen Gülin, uzun bir süre bunu babasının öğrettiği sanılarak babasına kabus yaşatmış olsa da ortada böyle bir şey yoktu. Uras abinin buna bir müdahalesi olmamıştı, Gülin dayı kelimesini telaffuz edemiyordu küçükken. Sonra da diline dolanmıştı zaten.

“Danadan bol ne var annecim bu salonda, hangisine verecekmişim?”

“Bana!” diyerek koro halinde yükselen üçlüye bakarken kollarını bana uzatmış olan Gülin’i kucaklayarak sırıttım. Demir, Oktay ve Mert Özkan üçlüsü bu sahneye homurdanırken Gülin’i kucağıma oturtup sırtını göğsüme yasladım. Çenemi saçlarına yaslayıp karnını hafif hafif ovarken küçük parmaklarıyla ellerime tutunmuştu.

“Öyle olsun Gülin Hanım, bu ikinci plana atışının yarını da var yalnız.” Mert abim Gülin’e söylenirken, Gülin -üç yaşında olması büyük bir etkendi- hiç takmayarak göğsüme iyice yayıldı.

“Anladı şu an çocuk seni Mert, bak ağlıyor yarınları düşünürken.” Simge abla, Mert abimin kolunun altından çıkıp konuştu. “Yavrum bana söylenirken yanımda durmaya devam edebilirsin, vallahi bak.” Abim onu tekrar kendisine çekince bu hallerine güldüm.

“Düne kadar Gülin kadar olan çocukla yeğenimi seveceğim diye savaşıyorum, hale bak.” Demir abim çayını içerken bana tip tip baktığında Gülin’in elini kaldırıp ona doğru salladım. “Dayıya el salla bebeğim, bak üzülmüş.”

“Üzülme danacım, niye üzüldün?” Gülin merakla sorarken Demir abim onun kendisiyle ilgilenişine kayıtsız kalamayarak oturduğu yerden kalkıp benim yanımda oturan ablamı ittirip bizim dibimize oturdu. “Abi paçavra gibi ittiğin şey kardeşindi, hani bir zamanlar en sevdiğindi hatta…” Ablam dramatikleşerek kolu kopmuş gibi köşeye sindiğinde Demir abim telaşla ona döndü. “Sert mi tuttum kolunu, bak bakayım bana bi’.”

Ablam Gülin’in kime çektiğini kanıtlamak ister gibi büktüğü dudaklarıyla Demir abimin göğsüne yaslanıp sarıldı. “Öp biraz geçsin, bekliyorum.” Demir abim burnundan sert bir nefes vererek gülerken ablamın keyfi yerindeydi.

“Baba!” diyerek ödümüzü patlatan Anıl’a döndüm. Oktay abim bizden daha alışık olduğundan olsa gerek sakindi. “Söyle babam.”

“Annem niye gelmedi halen?”

“Bu gece gelmeyecek dedim ya aslanım, nöbette annen.” Hem annesi hem babası doktor olan Anıl’ın nöbetlerle olan nefret dolu ilişkisi tetiklenmiş olacak ki sinirle koltukta kalkarak salondan çıktı.

Anıl, Oktay abimin 8 yaşındaki oğluydu. Ve nasıl başardıysa dünyaya beni saymazsak Özkan erkekleri karması olarak gelmişti. Mert abimin matraklığı, babasının zekası ve Demir abimin öfke patlamalarını harmanlayıp ortaya karışık bir kişilik edinmişti.

Eda abla, Oktay abimin 10 yıl önce elinden tutup bizimle tanıştırdığı ve ardından daha kimse ne olduğunu anlayamadan evlendiği aşkıydı. Aynı hastanede çalışıyorlardı, aynı evde yaşıyorlardı ama 10 yıldır ikisinde de sıkıldıklarına dair bir belirti yoktu. Olacak gibi de değildi.

Etrafımda masaldan fırlama bolca aşk hikâyesi bulunuyordu.

Oktay abim oğlunun peşinden gidip muhtemelen annesinin neden bizimle olamadığını anlatmak için uzaklaşırken geriye kalanlar olarak ikili gruplar halinde sarılıyorduk. Payıma Gülin’in düşmesinden memnundum.

Saçlarının üzerini peş peşe öpüp koklarken Gülin kıkırdadı. “Ben de öpcem seni.” İsteğini geri çevirmeden yanağımı uzattığımda çikolataların kalıntılarının henüz kaybolmadığı dudaklarını yanağıma bastırdı.

“Öptüm.”

“Gördük dayıcım, bizi de öpsen keşke gelip.” Mert abim üzülmüş gibi başını eğdiğinde Gülin kendini kucağımdan atıp yere inmeye çalıştı. Kucağımda kalışının kısa sürmesine sebep olan Mert abime homurdanarak Gülin’i bıraktım.

Koştur koştur Mert abimlere gittiğinde onun yerine Simge ablanın kucağına atlamasına kendimi tutamayıp güldüm. “Kızım sen benim sınavım mısın? Ben hariç herkese sırnaşıyor cadıya bak! Ben olmasam senin babanı yerlerdi haberin var mı?”

“Kim yicek babamı? Hi!” Gülin korkuyla ellerini ağzına kapatırken Simge abla ona sarıldı. “Dayın şaka yapıyor prensesim, kimse yiyemez babanı korkma sen.” dedikten sonra Mert abime döndü. “Herkes derken? Herkes miyim ben Mert?”

Demir abim, Simge ablaya onay verici bir işaret yaparken ablam çaktırmadan gülüyordu. Bu ilişkinin temelinde en çok emeği olan kişi şüphesiz ablam olmuştu.

“Değilsin tabii hayatım, lafın gelişi. Alıngan bir gününde misin sen sanki?”

“En az senin kadar sevgilim, küçücük kızın her hareketine alınan ben değilim sonuçta değil mi Gülin?”

Gülin ne olduğunu anlayamasa da “Hı hı,” diyerek onaylayınca Mert abim ve Simge abla ona gülerken az önceki konuşmadan direkt sıyrılmışlardı.

Zil sesi içeriyi doldururken salona geri dönen Oktay abim ve Anıl’ı gördüm.

“Kim geldi Nil? Birini mi bekliyorduk bu saatte?”

Oktay abimin sorusu ablamın omuz silkmesiyle cevap buldu. “Hiçbir fikrim yok, bakayım ben.”

“Birkan ya da Baran’dır belki. Gelemeyeceğiz dediler ama sonradan karar değiştirdilerse eğer…” Mert abimin açıklaması salondan çıkan ablamdan sonra bize mantıklı gelmişti. Herkes onaylarken Anıl’ı yanıma çekip kolumu omuzuna attım. “Görüşemiyoruz kıvırcık?”

“Meşgulüm ben, işlerim var.” Kaşlarım havalanırken merakla abime baktım. O da oğlunun neyi kastettiğini anlamamış gibiydi.

“Şaka yaptım ya, işim yok evde oturuyorum. Gelsen görürdün, ziyaretime gelmedin ki.” Kollarını göğsünde kavuşturup bana bilmiş bilmiş bakan Anıl’ın saçlarını karıştırdım.

8 yaşında bir çocuk tarafından bir nevi ‘göt’ edilmiş olmama bir şey diyemediğimde ablamın çığlığa benzer sesiyle salonda kim varsa aynı anda ayaklandık.

“Peri!” Demir abim kimseyi beklemeden salondan çıkarken ben de peşine takıldım. Koridora çıktığımız anda gördüğüm sahneyle birlikte çığlık anlam bulunca derin bir nefes verdim.

Bir haftadır seminer için şehir dışında olan Uras Kalyoncu iki adım ilerimizde karısının koala misali kendisini sarmasını sırıtarak izliyordu. Seminerin bir hafta daha uzadığını dün haber verip ablamı bütün gün saatli bomba gibi dolaştırmıştı, fakat belli ki sürpriz yapmak için bizi yemişti sadece.

“Şu görüntüye nasıl alışamamış olabilirim lan halen, çekip kenara alacağım kardeşimi ama şu herif ‘kocasıyım’ diye böbürlenecek ve boğazlayacağım diye yapamıyorum da…” Demir abim hayret ettiği bu detayları bizimle paylaşırken ablam nihayet bize doğru dönebildi.

Kollarını Uras abimden ayırmamıştı ama yanağını göğsüne yaslamış halde ışıl ışıl gülüşüyle bize bakıyordu. “Kendimi tutamadım, bağırdığım için geldiniz değil mi?”

“Yok abim, kapıdaki kimmiş karşılayalım diye tören için geldik.” Mert abim yaslandığı duvardan incelediği Uras abime sırıttı. “Gelmeseydin koçum, Peri’ni de Gül’ünü de biz saklardık.”

“Peri’m? Ne diyor duyuyor musun?” Uras abi, eğilip ablama baktı. “Duyuyorum, çok haklı. Ne demek bir hafta bizi bırakmak Uras? Özlediğim için sarılıyorum yoksa çok küsüm sana.”

Uras abimin bu seminer için gideceğinden benim erkenden haberim olmuştu ama ablam ve Gülin’e son anda açıklamıştı. Gitmeden birkaç gün önce söylese ablam o günleri üzgün geçirecekti çünkü. Son anda haber vermesi bizce mantıklı olsa da ablam biraz gerilmişti tabii.

“Küs tabii abim, istersen pılını pırtını toplayalım bize gidelim.”

“Karım, kızım ve şurada dikilen henüz bana sarılmasa da kıyamadığım sarışın dışında her şeyi götürebilirsiniz.”

Bahsedilen sarışının Demir abim olmadığını varsayarak onlara doğru ilerledim. Uras abim beni kolunun altına çekip alnıyla kafamı ittirdi. “Korusana lan beni, dört bir yanımı kuşattılar abilerin.”

“Abi benim gücüm hangisine yetsin? Sen yokken bayağı güç topladılar.”

Ablam bizim diyaloğumuza gülerken Uras abim anladığını belli eden bir sesten sonra biz iki kolunun altındayken karşımızdaki üçlüye baktı. “Oktay Özkan’dan alamadık düşüncelerini, sen de at lafını da girip kızımla hasret gidereyim abi.”

“Başka işim yok sana laf mı yetiştireceğim oğlum ben? Yarım kadar çocuğum var benim, siz dalaşın.” Bunu söyledikten sonra havalı bir şekilde salona dönecekken Uras abim seslenince durdu. “Oktay abi!”

“Ne oldu?”

“Favori kayınçomsun. Biliyorsun denizde kum bende kayınço… O yüzden önemli bir derece.”

“Abi!” dedim sitemle. “Ben değil miyim favori kayınçon?”

“Lan sen düne kadar kucağımda uyuyordun başlatma kayınçoluğuna, elimde büyüdüğünü unutma yamulturum seni.” İtiraz edecek bir şey bulamayınca dertlenerek ablama baktım. “Elinde büyüdüm değil mi?”

Ablam tebessüm ederek başını sallarken, şu an etrafında duran beş adam olarak bu tebessümün altında yatan binlerce anıyı hissedebiliyorduk.

Ablamın bir gülüşünde beliren bin ayrı anı vardı, bu bin ayrı anının her köşesinde ise Uras abimin büyük ya da küçük dokunuşları.

 

~

 

Evdekilerin dağılması gece yarısına yakın bir zamanı bulmuştu. Herkes dağıldığında evin daimi üyeleri olarak salonda oturuyor halde kalmıştık.

Gülin, babasını gördüğünden beri kucağından inmemiş ve en sonunda da yaklaşık bir saat önce uyuyakalmıştı. Uras abim de onu, Gülin’in babasını özlediği kadar özlediğinden olacak ki odasına götürüp yatırmak yerine omuzunda uyutuyordu.

Ablam midesi kazındığı için dilimleyip yemeye başladığı yeşil elmasıyla aşk yaşarken ben de ikili koltukta yarı yatar yarı oturur haldeydim.

Ablamın uzattığı elma dilimini reddettiğimde yine de ağzıma tıkıp çenemi yukarı itince gözlerimi devirerek çiğnemeye başladım. “Madem ağzıma tıkacaksın niye soruyorsun ablaların en naziği?”

“Kabul etsen şaşardım zaten, Gülin gibi ne zararlıysa onu ye Tuna.”

“Gecenin köründe elma yemek istemediğim için özür dilerim ablacım, beni affedebilecek misin?” Ablam bana burun kıvırıp elmalarına dönerken Uras abim sessiz sessiz gülüyordu. Gülin uyumuyor olsa ablamdan yediğim tribe kahkaha atacağına adım kadar emindim.

“Kocan geldi halen bir gerginsin ben anlamadım ya, neyin var canımın içi?” Ablamın kolunu parmağımla dürtüp konuşurken zayıf noktasından vurmak için ayağa kalkıp yanına oturduktan sonra başımı omuzuna yasladım. “Üzülüyorum ben böyle seni gergin görünce, nerede benim Peri’m?”

“Senin Peri’n?” diyen Uras abiye tek kaşımı kaldırarak baktım. “Bir sıkıntı mı var? Peri’m değil mi? Abla ne diyor duyuyor musun?”

“İsmimi değiştireceğim artık ben bu yaştan sonra, senin perin benim perim diye diye çekiştirmekten yırtılacağım elinizde!”

“Dedi kızına Gülperi ismini koydurmayıp, Peri ismini kendi dışında kullandırtmayan kadın…”

Ablam inatla reddetse de Gülin’e bu ismi koydurmamasının sebebinin Demir abim, Uras abim ve benim ona Peri diye sesleniyor oluşumuz olduğunu hepimiz biliyorduk. Peri’nin anlamı özeldi, Nilperi Özkan - son yıllarda Kalyoncu olmuş olsa da - gerçek anlamda bir periydi. Dokunduğu hayatları sihirli parmaklarıyla bambaşka masallara çevirebiliyordu.

“Ya Uras! Bir şey der misin şuna, ne diyor bana?” Beni kocasına şikayet eden ablamı iyice delirtip ayaklandım. “Ben yatıyorum Pericim, uyandığımda da bu gerçek değişmeyecek bil bunu. İster kocana ister 155’e şikâyet et sen bilirsin.” dedikten sonra koşarak salondan çıkarken ablamın Uras abimin iki sözüne sakinleşip bambaşka diyarlara uçacağını bildiğimden rahattım.

Hatırlayabildiğim en eski yaşlarım 5-6 yaş civarlarıydı. Bu da zihnimdeki en eski anıdan beri az önce yanlarından ayrıldığım çiftin gölgesinde var olduğumu kanıtlıyordu.

Bazen tartışmalarına bazen kırgınlıklarına şahit olmuştum yıllar boyunca. Ama aşklarının tüm bunları görünmez hale getirişini de peşi sıra izleyebilmiştim.

En büyük hayallerimden biri aynı aşkı yaşayabilmek, bunun dışarıdan izlerken olduğu gibi mi hissettirdiğini anlayabilmekti. Bunun için çabaladığım yoktu, ama önüme gelen fırsatları da elimin tersiyle itecek kadar aptal değildim.

Odama girdikten birkaç dakika sonra peş peşe bildirim sesleriyle dikkatim telefonuma çevrildi.

Ekrana düşen bildirimlerin ait olduğu ismi görmeden tahmin edebilmek zor değildi. Kendisine taktığım lakabın hakkını vererek bu saatte mesaj atan kişinin Lal olduğuna emindim.

 

|||

Lal: Uyumadan önce yazacağım demiştin (00.57)

Lal: Ama uyuduğun saatler geçiyor gibi geldi

Lal: Unuttuysan biraz üzüleceğim

Lal: Unuttun mu?

|||

 

Henüz telefonun kilidini açmadan bildirimlerden okuduğum mesajlara gülümsüyor olduğumu fark ettiğimde beni görebiliyormuş gibi panikleyerek öksürerek toparlandım. Aşktan bahsederken bir anda mesaj atmış olmasını bir işaret olarak alıp almamak konusunda düşünürken biraz da olsa üzülmemesi için mesaj bildiriminin üzerine dokunup sohbet ekranına girdim.

 

|||

Tuna: Uyumadım gece kuşu (00.58)

Tuna: Birazdan yazacaktım odama yeni geçebildim

Tuna: Biraz üzülmene gerek kalmadı değil mi?

Lal: Kalmamış

Lal: Hatta uyumadığın ve unutmadığın için biraz sevineyim

Tuna: Biraz yeterli gelecek mi?

Lal: Fazla sevinç bünyeme ağır gelebilir diye düşündüm

Tuna: Denemekten zarar gelmez Lal

Tuna: Denemek için bolca vakit yaratacağım

Tuna: Birlikte sonuçlarını görürüz

Lal: Ben varken hep çok sevineceksin demenin farklı bir yolu mu bu?

Tuna: Farklı yollara gerek yok

Tuna: Dümdüz gidebiliriz

Tuna: Ben varken hep çok sevineceksin Lal

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm