Aykırı Çiçek 68.Bölüm

 68.BÖLÜM



- 14 Temmuz 2022, İstanbul

 

İzgi, önünde bulunmaya aşina olduğu kapının önünde yerinde sallanarak beklerken sabırsızdı. Zile basalı pek zaman geçmemiş olsa da bir an önce içeriye girebilmek istiyordu. Bunda iki faktör etkiliydi: İlki cehennem sıcağıyla yanan İstanbul’da kliması bulunan herhangi bir yere adımlamayı tercih etmesiydi. İkincisi ise yarım saat önce aldığı mesajdı.

Koray’ın doğru düzgün bir şey anlatmadan ‘bize gel, acil’ yazarak gönderdiği mesajı alır almaz bir yandan onu defalarca kez aramış bir yandan da yola koyulmuştu. Aramalarına yanıt alamadığında ise delirmişti.

Kapı sonunda açıldığında İzgi, arkadaşına bağırmaya başlamak için dudaklarını aralamıştı. Meraktan çıldırmasına sebep olduğu bu ‘şakanın’ sonuçlarına da katlanacaktı bir şekilde Koray.

İzgi’nin dudaklarından dökülecek olan sesleri engelleyen Koray’ın kapıyı tek başına açmamış oluşuydu. Koray’ın kucağındaki sarı kıvırcık saçları ve mavi iri gözleriyle etrafı izleyen küçük bedeni gördüğünde İzgi’nin eli hızla ağzına kapandı.

“Baba olmuşsun!” derken şok içindeydi. “Bu yüzden mi çağırdın beni apar topar? Hala mı oldum ben?”

Koray kucağındaki henüz bir yaşını doldurmayı başaramamış bebeği İzgi’ye uzattı. “Evet bugün doğdu, al.”

İzgi son yarım saati telaşla ve bu sıcakta buraya ulaşmak için nefes nefese geçirdiğinden durumu sorgulamadan bebeği kucakladı. Onunla birlikte içeri girerken Koray arkasından gülüyordu.

Salona girdiklerinde düşük ayarda da olsa çalışan klimanın verdiği serinlik İzgi’yi biraz olsun kendisine getirebilmişti. Bebeği sıkıca tutarak birden Koray’a döndü. “Bu kim?”

“Bugünkü en yakın arkadaşın.”

“Benim?” diye sorarken koltuğa oturmuştu İzgi.

“Biliyorum benden sonra onu arkadaş olar-…”

“Çok tatlı bir şey bu ama!”

Koray, bebeği bir nevi yoğurmaya başlayan arkadaşını ağzı açık izlerken omuz silkti. “Benden daha tatlı sayılmaz.” Yarı uzanır halde koltuğa bıraktı kendisini.

“Kimin bebeğini çaldın Koray?”

“Çalmadım, bana ittirip kaçtılar.” Yüzü buruştu. “Çalıp ne yapayım ben onu ya?”

İzgi bebeğin yanaklarından öptü sesli bir biçimde. “Öpebilirsin böyle,” dedikten sonra burnunu boynuna sürterek huylanmasını sağladı. “Böyle gıdıklayabilirsin de…” Bebek kıkırtılarla sarsılırken kollarını ve bacaklarını sallıyordu.

Koray karşısındaki ikiliye güldükten sonra konuşmaya başladı. “Annemin ilginç arkadaşlarından biri geldi bir iki saat önce. Annemin burada olduğunu düşünerek kucağıma tutuşturdu bebeği, acelem var diye gitti. Nasıl arkadaşlar bilmiyorum ama annem bir haftadır yurt dışında, haberi yoktu kadının galiba.”

İzgi yeterince yorduğu bebeği omuzuna yasladı. “İki saat boyunca tek başına mı baktın sen bebeğe?”

“Uyuyordu, uyanınca sana haber verdim hemen.”

Durumu az çok kavradığında önce Koray’a sonra bebeğe gülümsedi İzgi. “Bugün üçümüz takılacağız o zaman bu bebişin annesi gelene kadar.”

Koray, İzgi’nin bebeklere olan hassasiyetini ve sevgisini bildiğinden rahattı. Üçümüz dese de kendisine pek iş düşmeyeceğinden emindi.

“Adın ne senin acaba?” Bebeği koltukaltlarından kaldırıp yüz yüze gelmelerini sağladığında merakla soran İzgi’yi Koray yanıtladı. “Ben de sordum birkaç kez ama cevap vermek istemedi.”

İzgi kahkahasını tutamazken kısılan gözleriyle arkadaşına baktı. “Ben ona sormadım zaten, sana sormuştum. Nasıl cevap versin Koray en fazla on aylıktır bu bebek.” Bebeğe döndü hemen sonra. “Görüyorsun değil mi fıstığım? Nasıl bir saftirikle baş başa bırakmışlar seni?”

Koray memnuniyetsizce homurdanırken İzgi onu takmadan bebekle cevap alamasa da iletişim kurmayı sürdürdü. Aslında iletişimden çok bebeğin kafasını şişiriyor da denilebilirdi.

“…sonra da çöpe atın bunları demiş işte asistanına.” Bebeğin sırtını göğsüne yaslamış, başının tepesine çenesiyle dokunuyorken son on beş dakikadır durmaksızın konuşuyordu. Koray kollarını göğsünde kavuşturmuş ve en az bebek kadar sıkıntılı duruyordu.

“Çiçeklerinin çöpü boylamaması için yapabileceğin bir şey var biliyorsun değil mi İzgi’m?”

İzgi onu duymazlıktan gelerek bebeğin saçlarını düzeltiyor olsa da Koray devam etti. “Melih sana demiyor mu, ya karşısına çık ya da vazgeç diye güzelim? İkizini bizden daha iyi tanıyordur değil mi? Kaçak göçek işlerle ona ulaşamayacağını söyledi sana adam kaç kez.”

İzgi dudaklarını büküp, Yeliz teyzesine hediye ettiği tablolarından birinin asılı olduğu duvara baktı boş boş. “Ne yapacağım Koray? Bir anda karşısına geçeyim, pardon bakar mısınız ben şu haftalardır gül gönderen kadınım, sizden hoşlanıyorum mu diyeyim?” Alayla söylediklerinin ardından iç çekti. “Rezillikten başka bir şeyle sonuçlanmaz.”

“Rezil olmaktan korkuyorsun yani?”

“Evet Koray, çünkü sadece ona değil ailesine de rezil olmuş olacağım ve inanır mısın ikinci kısım daha da umurumda.”

Koray sırıttı. “O zaman kendini güvende hissedene kadar belli etmeyeceğin bir yola başvururuz İzgi’m.”

İzgi kucağındaki bebeği sallarken merakla Koray’a baktı. Pis pis gülüyordu karşıdan.

“Ne yolu o?”

Koray ellerini birbirine vurup anlık olarak bebeğin ödünü patlattıktan sonra İzgi’den uyarıcı bakışlar alınca toparlanarak sakinleşti. Aklına geleni anlatmaya başlarken kurduğu bu planın ilk adımıyla iki hafta sonra İzgi’ye zar zor da olsa ilk mesajı attırmayı başarmıştı.

O mesajın ve devamında gelişenlerin arkadaşının ve hatta kendisinin de hayatını derince etkileyeceğinden o an için habersizdi. Melih’in arabuluculuğu ve Koray’ın cesaret bombardımanları birleştiğinde, İzgi’nin kararsızlığı ve Acar’ın soğukluğu hızla kaybolmak zorunda kalmıştı.

 

~

 

“Başım çatlıyor, müziği biraz daha kıssak olur mu?”

Cümlem henüz sonlanmadan müzik sesi kısılmakla kalmamış tamamen yok olmuştu.

“Eve bıraksaydım seni keşke, gelmek zorunda değilsin. Dönelim mi güzelim?” Acar’ın aracın aynasından göz ucuyla bana bakarken sorduğu soruya başımı iki yana sallayarak yanıt verdim. Başımı sallamak baş ağrıma iyi gelmemişti ama çok geçti artık.

“Ağrı kesici buluruz orada muhtemelen, gözlerini kapat biraz koca yanak.” Ön yolcu koltuğundan bana doğru dönerek konuşan Soner abiyi dinleyerek gözlerimi kapadım.

Aniden vuran baş ağrım eğer ajanstan çıkmadan önce başlasaydı taksiye atlayıp eve gitme konusunda tereddüt etmezdim ama trafikte kaldığımızda ortaya çıkınca geri dönme şansım kalmamıştı. Acar’a eve gitmek istiyorum desem bizi bekleyecek olan insanlar ya da saat umurunda olmadan dönerdi biliyordum ancak buna gerek yoktu. Tek başıma eve gitmeme de razı olmayacağını bilecek kadar tanıyordum onu.

Bu haftayı genel olarak hepimize zehir eden bir karışıklık sonucu ajansın küçük hukuk departmanının da, Acar’ın direkt danıştığı Soner abimin de emin olamadığı bir sürecin içindeydik. Kimse risk almak istemiyordu. Bu yüzden Soner abimin okuldan bir arkadaşına danışmak üzere yoldaydık. Ne onun ne de Acar’ın programı bir türlü uyuşmayınca sonuç olarak bir yemek ayarlanmıştı. Soner abi arkadaşıyla vakit geçirmeye dünden razıydı, Acar zaten gitmek zorundaydı ve ben de ajans çalışanı değil de eş kontenjanından yararlanarak arabadaydım.

Araba durana dek açmadığım gözlerim başımdaki zonklamayı bir nebze de olsa azaltmıştı. “Geldik.”

Yarın Aralık ayının ilk günüydü. Dolayısıyla dışarısı öylece çıkamayacağım kadar soğuktu. Montumu üzerime geçirdikten sonra Acar’ın enim için çoktan açmış olduğu kapıdan indim. “Daha iyi misin zümrüt göz?”

Alnıma bastırdığı dudaklarıyla vereceğim cevap anlam kazanmıştı. “Evet, geçiyor gibi. İlaç da içerim varsa.”

“Evinize dönünce koklaşırsınız, götüm buz kesti. Yürüyün.”

Soner abinin romantik(!) uyarısıyla Acar belimi koluyla sararak önünde durduğumuz apartmana yöneldi. Abartılı bir bina değildi ama ortalama bir apartmandan lüks olduğu her halinden belli oluyordu.

“Kaçıncı kat olduğunu hatırlasaymışım keşke.” diye söylenerek cebinden telefonunu çıkarttığında ben Acar’a yaslı halde onu izliyordum.

“Bina kapısını açsanıza, unutmuşum katı. Neresiydi?” Telefonu açar açmaz küçük bir diyaloğun ardından kapattı. Bu sırada kapının açıldığını belli eden ses de duyulmuştu.

Asansörden indiğimizde çıktığımız koridorun iki ucunda iki ayrı kapı vardı. Solda kalan kapı açıktı. Kapıda bekliyor olan uzun boylu, koyu renk bir gömlek pantolon ikilisiyle elleri cebinde bekliyor olan adamın dışında dikkatimi çeken daha tatlı bir şey vardı.

Dizine zar zor yetiştiği adama tutunan ufak bedenin adama olan benzerliği oğlu olduğunu haykırırken baş ağrıma rağmen gülümsedim. Merakla bizi inceliyordu. Bir yandan da tedirgindi tabii ama merakı öne geçmiş olacak ki kapıda bizi beklemişti.

“İşin düşmese arayıp sormayacaksın değil mi?” diyerek Soner abiyi iğnelemesine rağmen sıkıca sarıldılar. Erkeklerin nedensizce sırta darbelerle sarılışına anlam veremesem de sorgulamamayı seçiyordum.

“Sen arıyorsun ulan sanki!”

“Başıboş takılan sensin, ben mi arayacağım seni?”

Sonunda ayrıldıklarında adam boğazını temizler gibi küçük bir sesle öksürdü. Elini tokalaşmak üzere önce Acar’a uzattı. “Egemen Aladağ.” diyerek kendisini tanıttığında Acar elini sıkmıştı. “Acar Bayazıt.”

Egemen Bey’in bize döndüğünde yaydığı enerji, Acar’ın yeni tanıştıklarına yansıttığı enerjiyle benzer olduğundan garipsemedim. Sanırım bir başka soğuk duvar ile daha tanışıyorduk şu anda.

Bana döndüğünde oldukça mesafeliydi. Dengeyi bu kadar net ve iyi kurabiliyor olmasına hayret etmiştim biraz. “İzgi,” dedim sakince. “Acar’ın eşiyim.”

“Koray delisiyle bir bağlantınız olabilir mi?” diye sorduğunda sağımda ve karşımda ciddiyetle duran ikiliye rağmen güldüm. “Kesinlikle olabilir. Çocukluk arkadaşıyım.”

Soner abiyle yakın olduğuna göre Koray’ı tanıması şaşırtıcı değildi. Koray’ın benden bahsetmesi de normaldi. Adamın başarılı bir avukat oluşu da detayları aklında tutabilmesini açıklıyordu.

“İçeriye geçelim, kapıda kaldık.” diyerek geriye çekilerek bize alan açtığında bir dakika içinde artık evdeydik. Montumu asarken hâlâ kaçamak bakışlarla babasının bacağından ayrılmadan bizi izleyen bedene döndüm. “Seninle de tanışalım mı?”

Elimi ona uzattığımda şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra Egemen Bey’in bacağını dürttü. “Baba,”

“Söyle babacım?” Minik tombul eliyle beni gösterdi. Pamir ile az çok yaşıt olduğunu düşünüyordum. Üç yaşından çok büyük olamazdı. “Adını söylemen gerekiyor ablaya.”

Heyecanla bana döndü. Elimi tuttuğunda erimekle meşguldüm. “Eymen!” diyerek kendisini tanıttığında gülümsedim. “Ne kadar güzel bir isimmiş. Benim adım da İzgi.”

“Çizgi?” diye sormasıyla put gibi duran babası da dahil olmak üzere herkesi güldürmüştü. “Nasıl istersen Eymencim. Çizgi de olur İzgi de olur.” dedim elimi önemli değil dercesine sallarken.

Salona geçmek için hareketlendiğimizde diğer yönden koştur koştur gelen kadınla birlikte durduk. “Kapıyı duymamışım, Ege bensiz mi açtın?”

Sitemle konuştuğunda sesini duyar duymaz hem Eymen’i hem de babasını gülümseten kadının kim olduğunu anlamak hiç zor olmamıştı. “Yavrum sen gelene kadar kapıda mı bekleselerdi?”

Az önce başka biriyle tanışmışız gibi yüzündeki yumuşak ifade ve sesindeki şefkatli tonla konuşan Egemen Bey’in haline çaktırmadan sırıttım.

“Yok öyle de olmazdı tabii,” derken mahcup olmuş gibiydi. Hızla bize döndü. “Hoş geldiniz, Hazel ben.”

“Hoş bulduk,” dememin ardından kısa bir tanışma faslı gerçekleşti. Direkt yemeğe geçmek isteyip istemediğimizi sorduğunda acelesi olmadığını söylemiştik. Bu nedenle şu anda salondaydık. Aslında hepimiz salonda değildik. Egemen Bey eşliğinde, Acar ve Soner abim başka bir odaya geçmişlerdi. Yemek yenmeyecekse konuşalım modundaydılar. İşkolik kocamın kendi dengi birini bulmasına maalesef sevinememiştim.

“Kayıp ikizlere benziyorlar,” diyen Hazel’e güldüm. “Bir tek ben hissettim sanmıştım.”

Başını iki yana salladı. “Ege’ye benzeyen birini gördüğümde gözünden tanıyabilecek kadar tecrübeliyim.”

“Kaç yıldır evlisiniz?” diye sordum dayanamayıp.

“Yedi, hatta sekiz olmasına birkaç ay var.”

Gözlerime ulaştığına emin olduğum bir gülümsemeyle baktım. “Yedi hafta olmuş gibi görünüyor, çok tatlısınız.” dedim girişteki diyaloglarını kastederek.

“Umarım siz de öyle olursunuz,” dediğinde içtenlikle kabul etmiştim. Henüz bir yılı dolmayan, dokuzuncu ayı yeni biten evliliğimizin yıllar sonra ilk günkü gibi kalmasını isterdim elbette.

Hazel’le sohbet ederken kaç dakikanın geçtiğinden bihaberdim. İlaç içmeme gerek kalmadan kendime gelmiştim. Enerjisi yüksek biriydi ve bu hareketlilik ya da yüksek sesle değil de saçtığı ışıklarla ortaya çıkıyordu sanki. Eymen’in bir ikizi olduğunu az önce yanımıza gelip annesine sığınan Evren ile birlikte öğrendiğimde içim gitmişti. İkizlerden büyük bir de kızları vardı.

Üç çocuk ve yedi yılın onlardan hiçbir şey götürmediğini kısa sürede anlayabilmek mümkündü. Beni şaşırtan, Acar’ın hayatına girişime benzer şekilde Egemen Bey’in de mesajla her şeyi başlatmış olmasıydı.

Hikâyelerimizde benzerlikler çıktıkça sohbet derinleşmişti. Yemekte bir ara Eymen’i kucağıma gelmeye ikna edebildiğim için keyfim yerindeyken tabağımdakiler çok umurumda olmamıştı.

“Eymen’i alabilirim İzgi, yemek yemene engel oluyor biraz.”

Egemen’in -az önce bey dediğim için ‘evimde resmiyet geriyor beni’ demişti- teklifini hızla reddettim. “Yok, biz iyiyiz. Değil mi Eymen?”

Eymen haşlanmış havuç parçasını ağzına tıkmakla meşgulken beni takmamıştı pek. Evren’in annesinden asla ayrılmamasının aksine Eymen biraz daha sosyaldi. Sanırım Eymen annesine, Evren ise babasına benzemeyi tercih etmişlerdi. Çaprazımda oturuyor olan Asel ise hepsinin karması sayılabilirdi. Soru sorulmadıkça pek konuşmuyor ama cevap verirken de kendinden emin görünüyordu.

“İyidir tabii, yayılmış tipe baksana.” Annesinin yorumuyla anlamış gibi bana daha da yaslandı. Kolunu okşadım. Bir anlığına yanımda oturuyor olan Acar’a bakınca onun bakışlarının dikkatle benim üzerimde gezindiğini görmüştüm. Kahvelerini bende ve ara ara da Eymen’de gezdiriyordu.

Soner abinin bir şey sormasıyla bakışları benden çekildiğinde iç çekerek önüme döndüm. Sırıtarak bize bakan Hazel’e rastlamıştım bu sayede. Kocasını dürterek bizi gösteriyorken basmış olduğum için telaşla elini indirip Evren’e ekmek parçası uzatıyormuş gibi davrandı.

“Hiç belli etmedin gerçekten Ecem, başarılısın yine yavrum.”

Hazel’in ikinci adını bir saat kadar önce yine Egemen seslendiğinde öğrenmiştim.

“Susar mısın hayatım?”

Egemen ağzına fermuar çekiyormuş gibi kapattıktan sonra eğilip Asel’in başının üzerinden öptü. Kızıyla ilgilenmeye başladığında herkes başka bir şeye odaklanmıştı.

Akşamın sonlanışı geceye sarkmıştı. Tahmin ettiğimden daha uyumlu ve daha az iş dolu bir yemekti. Hazel’in payı kesinlikle büyüktü bu konuda. İş yemeğinden çok, arkadaşlarımdan birine davet edilmişim gibi hissetmiştim.

Eymen ve Evren erkenden sızmış, Asel ise yetişkin muhabbetlerinden sıkılarak odasına kaçmıştı. Kapıda bizi uğurlamak için bekleyen Egemen-Hazel ikilisinden önce Egemen’e elimi uzatarak başlamıştım. “Memnun oldum.” dediğimde hafifçe gülümsedi. “Ben de öyle. İyi akşamlar.”

Onu Acar-Soner cephesine yolladığımda Hazel’e baktım. “Sakın benimle tokalaşmaya çalışma. Hiç sevmem. Sarılacağım.” diyerek beni kollarının arasına çektiğinde kıkırdadım. “Ben de sarılacaktım zaten.”

“Yine görüşelim, eminim bulabileceğimiz daha çok benzerlik vardır İzgi. Nedense hissedebiliyorum bunu.” Aksini düşünmüyordum. Benzer bir hisle kaplıydım.

Vedalaşma sonlandığında arabaya geçmiş, önce Soner abiyi evine bırakmıştık. Eve doğru yola koyulduğumuzda ön koltuğa kavuştuğum için rahat rahat yanağımı koltuğa yaslayıp kocamı seyretme işime de kavuşabilmiştim.

“İyi ki gelmişim,” dedim bacaklarımı yukarı çekip bağdaş kurarken. “Çok tatlı değiller miydi?”

Dudakları kıvrılırken başını salladı.

“Asıl gündemimiz de halloldu değil mi?” diye sorduğumda bana saniyelik bir bakış attı. “Egemen söylediklerine göre hallolacak bir konuymuş. O kadar emindi ki artık ben de eminim.” Bütün haftayı stres dolu geçirmesine rağmen hızla ikna olmasına sevinmiştim. Soner abinin bizi boşuna Egemen’e götürmediği ortadaydı.

Eve ulaştığımızda üzerimdekileri döküp hızla duş almış, pijamalarımı giyip odaya geçmiştim. Acar’ın uzandığını, hatta haftanın yorgunluğuyla çoktan sızdığını gördüğümde ona yaklaşıp örtüyü çekiştirerek bedenini örttüm. Yüzüstü yattığı için ensesine sert bir öpücük bırakmıştım. “İyi uykular Acarcım,” dedim duymayacağını bile bile.

Yatmadan önce telefonumu şarja takmam gerektiğini hatırlayarak oflayıp ayaklarımı sürüye sürüye odadan çıkıp aşağıdan telefonumu almaya indim.

Girişe attığım çantamdan telefonumu bulduğumda ne kadar şarjım kaldığını görmek için ekrana dokundum. Açılan ekranda şarj kısmından önce bildirim paneli dikkatimi çekmişti. Arabadayken kontrol ettiğimde bir şey yokken şimdi birden fazla mesaj bildirimi vardı. Bu saatte kimin ne yazdığını merak etmiştim.

Mesajların sahibinin Hazel oluşuna gülümsedim. Eve ulaşıp ulaşmadığımızı soracağını sanarak dokunduğum bildirimin beni sürükleyeceği noktadan ise kesinlikle habersizdim.

 

Hazel Aladağ: Yazayım mı yazmayayım mı diye kendi kendimi yedim (23.35)

Hazel Aladağ: Belki kendin keşfetmeliydin bilmiyorum ama fark etmişken söylememezlik etmek istemedim

Hazel Aladağ: Güzelim kimse hayatının herhangi bir anında birden elma kokusundan rahatsız olmaya başlamaz

Hazel Aladağ: Sevmediği pırasayı son zamanlarda çok sevmeye de başlamaz

Hazel Aladağ: İki hamilelik tecrübem beni yanıltmıyorsa ki hiç zannetmiyorum

Hazel Aladağ: Resmen hamilesin sen İzgi (23.37)

 

~

 

“Abini çağırmamı istemediğinden eminsin değil mi?”

Başımı olabildiğince hızlı sallayarak onayladım. “Boşu boşuna telaşlansın istemiyorum.”

“Nasıl istersen, ben sonuçlar geldiğinde yanına uğrarım tekrar. Biraz dinlen o halde.”

Doktor odadan çıktığında uzandığım yerden kıpırdamadan tavanla bakıştım bir süre. Dün gece Hazel’in attığı mesajların ardından saati umursamadan onu aramış ve yazılanları bir de sesli olarak dile getirmesini dinlemiştim. Beni hamile olduğuma ikna etme konusunda o kadar başarılıydı ki bütün gece gözümü kırpmamış, sabah da Acar’ı dünden kalan baş ağrımın geçmediğini söyleyip ekerek işe gitmeden evde kalmıştım.

Gidebileceğim başka hastaneler olsa da, tanıdığım biri olması daha güvende hissettirdiğinden abimin çalıştığı hastaneye doğru yola koyulmuştum. Tahlili hallettikten sonra yanına giderim diye düşünüyordum fakat kan alınırken bayılmış olmam biraz durumu karışık hale getirmişti.

Doktorumun abimin arkadaşlarından biri olması ve beni tanımasıyla haber uçurmamak zorlaşsa da başarılı ilerliyordum. İki saat sonra çıkacak olan sonuçlar gelene dek bu odadan çıkmazsam abim gökten inip yanımda belirmezdi.

Telefonuma uzanıp oyalanabileceğim bir şeyler bulmayı denesem de bütün algım sonuçların ne olacağındaydı. Hazel’e göre belirti olabilecek olan tüm her şeyi doktorla paylaşmıştım. Kesin bir şey söylemekten kaçmıştı ama aksini de söylememişti sonuçta.

Telefonu tek elime sıkıştırıp diğer elimi karnıma yaklaştırdım. Üzerimdeki hafif kalın tişörte yasladığım avucumdan bir şeyler hissedemeyeceğim kesindi ama yine de sanki dokunduğum yerde bir canlı varmış gibi irkilmiştim.

Kendimi hamile olduğuma tamamen inandırmaktan kaçınıyordum çünkü aksi gerçekleşirse büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktım. Tahlile tek başıma gelişim de bundandı. Eğer olumsuz sonuçlanacak olursa Acar’ı boşu boşuna heveslendirmek istememiştim.

Yarım saate yakın bir süre geçtiğinde sıkılmaya başlamıştım. Bahçede beklemek hoş bir seçenek olabilirdi ama abimle karşılaşma riskim yüksekti.

Bu riskin aslında sadece bahçede geçerli olmadığını, odanın kapısı baskına gelinmiş gibi açılıp içerde Yekta Göktürk’ü görmeye hiç aşina olmadığım bir telaşla bulunca anlamıştım.

“Deniz!” derken yatağa doğru attığı adımlar hızlıydı. Yanaklarımı iri elleriyle kavrayıp beni baştan ayağa süzdü. “Ne oldu ayka? Neden buradasın sen?”

Şaşkın şaşkın yüzüne bakakaldığımda sakinleşmek yerine daha da uzaklaşıyordu sakinlikten. “Alerjin mi tuttu? Biri bir şey mi yaptı? Abim konuşsana.”

“İyiyim,” derken yanağımdaki ellerinin üstüne dokundum. “Bir şeyim yok, gerçekten.”

Doğrulmayı denedim ama bana izin vermedi. Yatakta bel hizamda kalan boşluğa oturdu. “Tesadüfen kayıtlarda bir şeye bakarken adını gördüm. Buraya nasıl çıktım hatırlamıyorum, ne işin var hastanede Deniz?”

Başımı yana doğru eğip bir avucuna doğru yaslandım. “Yanına gelecektim aslında,” dedim gözlerimi kaçırarak. “Ama kan verirken birazcık bayıldım. Beni odaya getirdiler o yüzden.”

“Kan mi verdin? Kötü mü hissediyordun güzelim? Bana söyleseydin ya önce.”

Burnumdan uzunca bir nefes bıraktım. Abime gerçeği söylemezsem asla sakinleşip iyi olduğuma ikna olmayacaktı. “Kötü hissetmiyordum ama bir şeyden şüphelendiğim için gelmek istedim.”

Kaşları havalandı. “Neyden?”

“Dayı olabileceğinden şüpheleniyorum Yekta Göktürk! Oldu mu?” dedim sonunda patlayarak.

Az önce onu gördüğümde bana gelen kal, bu kez onu ziyaret etmişti. Oturduğu yerde donakaldı. Gözlerini birkaç kez açtı kapattı. Ardından başını geriye doğru atarak içtenlikle bir kahkaha attı. “Kötü bir şey var diye birkaç dakika da olsa öldüm gelene kadar, bunun bu kadar tatlı bir haber olabileceğini düşünmemiştim.”

Ellerini yanaklarımdan çekip beni sırtımdan destekleyerek kaldırdı. “Dayı mı olacakmışım?” derken sırıtıyordu. Haline gülümsedim. “Bilmiyorum, bir iki saate öğreneceğiz.”

“En çok ben dayı olacağım ama.” dediğinde şaşkınca baktım. “Yaman da üçüzler de amca oldu daha önce. Onlara o yeter. Bu benim ilk deneyimim.” Neyi kastettiğini anladığımda gülüşüm büyüdü. Kollarımı boynuna sarıp omuzuna yattım. “Kendi aranızda konuşup karar verin, bilemiyorum.”

Abimin hemen moda girmesi, beni de kesinlikle hamile olduğuma inandırmaya itmişti. Aklımda canlanmaya başlayan ve ucu bucağı görünmeyen sahnelere gülümserken omuzundaki yerimde keyifliydim.

Abim bir süre sonra hastalarından birine bakmak için yanımdan ayrılmak zorunda kaldı. O gitmeden önce doktoruma anlattığım belirtileri abime de anlatmıştım ve o meslektaşının aksine kocaman sırıtıp ‘kocamı’ arayıp çağırmamı istemişti.

Ben sanırım ciddi ciddi hamileydim.

Sonuçları Acar’la öğrenmem için abimden böyle bir istek gelince aslında dünden razı olduğumdan direkt telefonuma yapıştım.

Telefon ikinci çalışında direkt açıldı. “Günaydın zümrüt göz. Belki uyuyorsundur diye aramadım, yeni mi kalktın?”

Sesini duyduğumda yeni flört etmeye başlamışız gibi heyecanlanmıştım. Kendi kendime sessizce güldüm. “Yeni kalkmadım Acarcım,” dedikten sonra hiç duraksamadan ekledim. “Abimin yanına geldim hatta.”

“Şirkette misin? Az önce konuştum o ruh hastası abin bahsetmedi hiç.”

“Yaa,” dedim uzata uzata. “Siz öyle günlük telefonla da mı konuşuyorsunuz?”

“Feris!” Uyarımı kabullenerek kendi şakama gülüp sustum. “Yaman abimle değilim.”

“Hastanede misin?” diye sorarken tereddütlüydü sesi. “Başın çok ağrıyınca mı gittin? Geliyorum yarım saate oradayım.”

“Gel demek için aradım zaten. Ama iyiyim, hiçbir şeyim yok. Sakin sakin gel olur mu? Bak mutlu mesut konuşuyorum telefonda duyuyorsun.”

Odasından çıktığını belli eden seslerin arasında beni geçiştirir gibi onayladı. Telefon kapandıktan sonra bahsettiği yarım saat henüz dolmadan odamın kapısı açıldı. Odayı nereden bulduğunu düşünmeme gerek kalmamıştı çünkü peşi sıra abim de içeri girmişti. Bana inanmayıp gelir gelmez abimi bulmasına şaşırmamıştım.

Acar yanıma geldiğinde oturur pozisyona geçtim. Alnıma dudaklarını bastırdığında gözlerim kapanmıştı. Abimin ona ne söylediğini bilmiyordum bu nedenle temkinli kalarak bekledim.

“İyisin değil mi?”

“İyiyim tabii, turp gibiyim bak.” Kollarımı iki yana açıp konuştuğumda dudakları kıvrıldı. “Her ihtimale karşı kan tahlili yapmaları iyi olmuş. Uykusuzluktan değil de başka bir şeyden bayıldın belki de. Vitamin değerlerin düşmüş olabilir, yemek yemiyorsun doğru düzgün.”

Göz ucuyla abime baktım Acar yanıma oturup beni kendine çekip sarılırken. “Birazdan anlarız ama telaşlanacak bir şey olmadığından eminim. Olsa anlardım, yanımda bayıldı çünkü.”

Son kısmı bastıra bastıra söylediğinde Acar’a ne anlattığını kavramıştım. Bana göz kırpışını bedenimi sarmakla meşgul olan kocam görmese de ben görmüştüm. Dişlerimi göstererek sırıttım. “Evet, böyle tam kollarına bayıldım.”

Sonuçların gelmesine kalan bir saatlik süreyi Acar yanımda ve abim de sürekli gelip giderek bizi ziyaret ederken geçirmiştim. Abimin son gelişinde o yeniden gidemeden doktorum içeri girdi.

Odada abimi görünce gergince gülümsedi. “Yekta?”

“Yekta tabii, Yekta. Konuşacağız seninle birazdan Meral.” Doktorumu sanırım biraz zor bir durumda bırakmıştım abime haber verdirmeyerek. Sevimli olmasını umarak gülümsedim ona.

“Ama önce hastamla konuşayım izninizle.”

Elindeki kâğıdı yatağımın ucunda duran yüksek masaya bıraktıktan sonra bana baktı. Ardından yanımda otururken elimi sıkıca kavramış olan Acar’ı gördüğünde güldü. “Babamızın da burada olmasına sevindim, haberi yalnızca anne adayına verdiğimde biraz üzülüyorum genellikle.”

Bedenimde gerçekleşebilecek tüm hareketler aniden dururken söylediklerini doğru algılayabilmek için aklımdan birkaç kez tekrarladım. Abimin benden duyduğu andaki gibi sevinçle güldüğünü duymuştum.

Göz ucuyla, elimi sıkıca kavramış olan ve tepkisini merakla beklediğim adama döndüğümde onun benden daha hareketsiz halde doktora bakıyor olduğunu görmüştüm. Neden burada olduğumuzu bile bilmediğinden aniden aldığı haberin en çok onda şok yaratmasına şaşırmamıştım.

Ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. Hiçbirini duyup anlayamadım ama birden bana dönüp alnını alnıma yasladığında duymuş kadar olmuştum. “Hamilesin,” dediğinde sesi yüksek değildi. Bana bile zar zor ulaşmıştı ama aynı kelimeyi birkaç kez daha ve her seferinde sesi biraz daha yükselerek tekrarladığında artık odadaki herkes onu duyuyordu.

Son bir onaya ihtiyaç duyarak alnımı ondan ayırmadan hafifçe dönüp doktora baktım. İhtiyacım olanı anlayıp başını salladı onaylar anlamda.

Gözlerimden birden inmeye başlayan yaşlarla birlikte yeniden Acar’a döndüm. “Hamileyim,” dedim onun gibi önce kısıkça. “Baba oluyorsun Acarcım.”

Gözlerimden akan yaşları durdurma alışkanlığını bir kenara bırakışı, şaşkınlığının derecesini gösterirken yaşlara rağmen dudaklarım kocaman bir gülümsemeyle kıvrılmışlardı. Aynı anda ağlıyor ve gülüyordum.

Kapı sesi duyduğumda odada yalnız kaldığımızı biraz geç de olsa fark etmiştim.

“Ağlama,” dediğinde sesi daha önce duyduğumu hatırlamadığım kadar yoğundu. “Ağlamıyorum ki.” dedim sonuçsuz bir itirazla. Yanaklarım nemliyken bunu söylemem komikti biraz gerçi.

Kendi kendimle çelişmeme kıkırdadığımda o da bana eşlik etti. Alınlarımız birbirlerine yaslıyken dudaklarımızın arasında kısa bir mesafeyle karşılıklı gülüyorduk. Boynumda duran elini tereddütle aşağı indirdiğinde farkında olmadan nefesimi tuttum.

Kocaman avucu karnımın büyük bir çoğunluğunu örtebilmişti. Yaslandığı yerde büyüyecek, bizden kopan bir parça var olması mucizeviydi. Birkaç ay sonra Acar’ın eli oradaki çıkıntıya yaslanacak, daha sonra artık karnımı kaplayamayacağı kadar çok büyüyecek olan karnım küçük misafirimiz için bir sığınak olacaktı.

Acar’ın elinin karnıma yaslanmadan önce titrediğini, oraya dokunduğunda ise tutuşunun güçlenip sabit hale geldiğini fark etmiştim. Bu dudaklarımın gülümsüyor olsam da titremesine sebep oldu.

“Teşekkür ederim, zümrüt göz.” dediğinde dudağımın kenarına minik bir öpücük bıraktı. “Teşekkür ederim karım. Beni seçtiğin için, bir aptal gibi kaçıp durduğum bu andan beni mahrum etmediğin için. Her şey için…”

Karnımdaki eli aynı yerde kalacak şekilde kollarımı ensesine sardım. Bir şeyler söylersem anın büyüsü toz olup uçacakmış gibi geldiğinden sadece gözlerine içli içli bakmakla yetindim. Ona bin bir cümle kurdum, gözlerimden hepsini okuyup ezberlesin istedim. Tek kelime etmesem de beni hissedip anlayabilen bir adama âşık olmayı başardığım için, isteğimin gerçekleşmesi hiç zor olmamıştı.

Ben ona âşık olduğumda zaten tamamlandığıma inanmışken, şimdi bizi daha sıkı bağlayacak bir varlık hayatımıza dahil oluyordu.

Hayatıma girdiği günden bu yana benim ‘iyileşme’ sürecime şahit olmuştu. Artık iyileşmiştim, sırada eski yaraları unutabileceğim kadar çok yeni anıya kavuşmak vardı.

 

~

 

Hıçkıra hıçkıra ağlarken nefesim yetmemeye başladığından can çekişiyor gibi göründüğüm kesindi. Elimin tersiyle yanaklarımı silsem de yerine akan yaşlar benden daha hızlılardı.

Adım sesleri duyduğumda boş tabağı iterek arkama döndüm.

Mutfağa giren Toprak’tı. Beni gördüğünde yüzündeki keyifli ifade hızla kayboldu. Koşar adım yanıma gelip kolumdan tuttu. “Deniz! Ne oldu? Ağrın mı var birtanem?”

“Yok!” derken neden bağırdığımı bilmiyordum. Duygularım o kadar hızlı değişiyordu ki kontrolü ne zaman kaybettiğimin asla farkında olamıyordum.

“Şş, tamam. Sakinleşelim. Nefes alalım sakince. Gel otur bakalım.” Mutfaktaki masadan bir sandalye çekip oraya oturmama yardım ettiğinde iç çekişlerimle birlikte yavaşça oturdum. “Neyi varmış benim üçüzümün?”

Ben otururken o yanımda ayakta duruyordu. Başımı geriye doğru attım ona bakabilmek için. “Toprak,” dedim.

“Söyle canım?”

“Her şeyi yedim ben.” dememe kalmadan, son kısımda tizleşen sesimle yeniden ağlayacak gibi oldum.

Toprak afallayarak elini saçlarıma uzatıp okşadı. “Delirdin mi sen acaba? Buna mı ağlıyorsun kızım içli içli? Bir şey oldu da üzüldün diye aklım çıktı.”

Omuz silktim çocuk gibi. “Çayla yenilir diye annemin getirdiği kurabiyelerin hepsini yedim. Bir sürü vardı. Ben ayı mıyım Toprak?”

Yanaklarını şişirdiğinde gülmemeye çalıştığını anladığım için dudaklarımı büktüm. Hızla toparlandı. “Salonda bir dolu ayı var istersen inceleyelim, sen bu listeye asla dahil olamazsın istesen de.”

“Acar tatlı yememe izin vermiyor, görünce çok canım istedi. Kimse yokken bir iki tane yiyeyim demiştim ama bir baktım ki tabakta kırıntılar kalmış sadece.”

Atmamak için zor durduğu kahkaha birkaç saniyeliğine dışarı taştı. Elini ağzına kapatıp sustu sonra. “Birtanem Acar tatlı yemene değil de, bir dolu şekerli şeyi yemene izin vermiyor olabilir mi acaba?”

Haftalık bir kere tatlı hakkım vardı. Bu, tatlı ve meyveyle beslenen biri için acılı bir işkence yöntemi değilse, neydi?

Kaşlarımı çatarak ayağa kalkmak istediğimi belli etmek için ellerimi uzattım. Avuçlarımı kavrayıp bana destek olduğunda ayaklanmıştım.

Beş aylık bir hamileye göre hareketlerimin bu denli kısıtlanması normal sayılmazdı aslında. Fakat karnımda bir değil iki bebek bulunuşu beni iki ölçü hamile yapıyordu. Kendimi çoktan sekiz aylık hissetmeye başlamıştım.

Acar’a yaptığım altız şakası gerçek olmamıştı ama hamileliğimi öğrenen çoğunluğun emin olduğu gibi ikizlerimiz olacaktı. Üçüz olacaklarını savunan azınlık haksız çıkmıştı. Haksız çıkmalarına üzülüyor değildim. Çünkü iki bebek taşımak böylesine zorsa, üç bebekle nasıl başa çıkabileceğimi düşünemiyordum.

Bugün akşamüzeri kontrol için doktordaydım. Uzun zamandır bizi oylayarak cinsiyetlerini saklayan bebekler ikna olarak sonunda kendilerini göstermişlerdi. Herkesi tek tek aramak yerine eve davet etmiştim. Acar kontrolden sonra beni eve bırakıp ajansa geçtiğinden henüz evde değildi. O gelene kadar içeridekilerin ısrarına rağmen sessiz kalmayı başarmıştım.

Paytaklaşan adımlarımla salona ilerlerken Toprak sırtıma koluyla sarılmış destek veriyordu. “Kurabiyeler aramızda sır olarak kalabilir.” dediğinde ona baktım. “Küçük bir karşılıkla tabii.”

“Hayır, cinsiyetlerini ilk önce sana söylemeyeceğim canım üçüzüm.”

Ofladığında güldüm. Böyle bir şey yaparsam herkes delirirdi ama en büyük tehlike kesinlikle Rüzgar’dı.

İçeri girdiğimizde koltuklarda dört bir yana dağılmış olan kalabalığın dikkatini çekmiştik. “İzgi’m?” diyen Koray’a bakarken annemin yanındaki boşluğa oturdum. “Ağladın mı sen?”

Sorusuyla birlikte yüzümde bir sürü dikkatli bakışın ağırlığı hissedilir oldu. İşaret ve başparmağım arasında bir boşluk bıraktım. “Birazcık.”

“Ne oldu bebeğim?” diye sorarken yanağımı öpen anneme sırnaştım. “Yanlışlıkla kurabiyelerinin hepsini yedim anne.”

Annem önce duraksadı. Ardından küçük bir kahkaha attı. “Afiyet şeker olsun annem, gerçi bol bol şeker olmuştur ben demesem de zaten.”

Derin bir nefes verdim. “Aramızda kalabilir değil mi? Acar’a söyleyen olursa evden atmak zorunda kalırım o kişiyi.” İşe yarayacağını umduğum tehdidimi güçlendirmek için ekledim. “Bebeklerimin kimi favori yapacağı da bana bağlı biliyorsunuz ki.”

Her kulvarda oldukça yoğun çekişmelerle doluydu bu süreç. Dedeleri ayrı, dayıları ayrı, hatta Caner’in de dahil olmasıyla Melih ve onun arasında gelişen amcalık yarışı da ayrı olmak üzere bolca didişiyorlardı. Sanırım bir tek Çağla rahattı. Başka teyze de hala da bulunamadığından herkesle dalga geçerek keyfine bakıyordu. Bir ara Hayal ve Sinem’i siz yengesiniz kesin değil mi diye darladığına şahit olmamış da değildim tabii.

Tehdidimin ikinci kısmı beklediğim gibi işe yaramış olacak ki herkes gülmeyi bir kenara bırakmış, sakinleşmişti.

“İnanılmaz bir manipülasyondu, hamilelik seni geliştirdi bayağı.” Selim’e saçlarımı savurarak havalı olmasını umduğum bir şekilde bakarken zil çaldığında kapıya yakın oturan Sinem ayaklandı. “Geldiler sonunda, çatlayacağım şimdi.” diyen Demet teyzeye güldüm.

Ajans dörtlüsü peş peşe içeri girdiğinde kollarımı iki yana açtım. Gülerek beni sardı. Alnımı öptükten sonra eli şişkin karnımı buldu. “Nasıllarmış benim güzellerim?”

Salonda keskin bir sessizlik oldu. Acar’ın bir saattir beklettiğim kalabalığı pat diye aydınlatmış olmasına sırıttım.

“Oğullarını güzellerim diye sever mi diye birkaç saniye düşünelim önce.” diyerek öncü fikrini sunan Ufuk eşliğinde biraz daha durdular. Bu sırada Acar oturduğum koltuğun kolçağına yaslanmıştı.

Dayanamayarak araya girdim. “Kızlarımız olacak.” dediğimde birden fazla sevinçli çığlık birbirine karışırken başımı yana yatırarak Acar’a yasladım.

“Demiştim ben, hissettim bak.” diyen Çağla’ya salondan itiraz sesleri yükseldi. Herkes kendi tahminin ne olduğu ve neden doğru/yanlış sonuçlandığını konuşurken konuşmalara katılmayan sayılı isimlerden biriyle göz göze gelmiştim.

Ona bakar bakmaz gözlerim nemlendiğinde tıpkı renkleri gibi ıslaklığı da o an benzer hale gelen gözlerimiz ayrılmadan ayaklandı. Yanıma yaklaşıp önümde dizlerini kırarak çöktü. “Benim küçük kızım büyüdü, kendi küçük kızlarını mı büyütecek şimdi?”

Dudaklarımı büzdüm. Hıçkırarak ağlamaya hamileliğimin ilk anlarından beri meyilliydim. Böyle anlarda bu his daha da karşı konulmaz hale geliyordu.

“Baba…”

“Söyle can suyum,” dediğinde ellerimi uzatıp yanaklarını tuttum. Yüzünü çevirip avuç içimi öptü peş peşe. Acar’ın sırtımı sıvazladığını hissediyordum ama bu beni sakinleştirmeye değil de babamdan yayılan şefkati katlayarak daha da duygulandırmaya yarıyordu.

Benim kendi kendime duracağımdan medet ummayı bıraktığında babam geriye doğru döndü. “Biriniz konuyu değiştirin hemen, yeterince ağlamış. Bir de ben ağlatırsam delireceğim şimdi.”

Herkes birbirine baktı. Rüzgar elini kaldırdı. “Ben hallederim.” dediğinde hepimiz ona dönmüştük. O, Acar’a dönmeyi seçti. “Enişte,” dediğinde burnumu çekerek merakla bekledim ne söyleyeceğini.

“Deniz bir tepsi kurabiye yedi biraz önce.”

Yanında oturan Melih kafasına vurdu. “Gerizekalı böyle konu mu değişir? Şimdi de Acar’ı sakinleştirmek için yeni konu gerekecek.”

“Feris?” diye seslenen Acar’a ağır çekimdeymiş gibi yavaşça döndüm. “Efendim kocacım?”

Kahvelerinde onaylamaz parıltılar yanıyorken şirince gülümsedim. “Ev yapımıydı ama, annem yapmış.”

Savunmam yüksek sesli bir kahkaha tufanına sebep olurken herkesin keyfi yerindeydi. Hem Acar’dan kaçmak hem de içimdekini kusmak için Rüzgar’a döndüm.

“Dayılıktan men ediyorum seni. Kızlarım seni gördüğü yerde kaçacak Rüzgar.”

Toprak ve Koray’ın ellerini birbirlerine çakıp sevinçle sırıttığını gördüm. Dayı listesinden silinen isimler kalanları memnun etmiş gibi görünüyordu.

“Gizli servisime de gerek kalmayacak mı demek bu?” diye sorduğunda gözlerimi irice açtım. Bunu nasıl unutmuştum ben?

Hemen Acar’a döndüm. “Acarcım,” dedim mırıl mırıl. “Rüzgar bana sen yokken istediğim tatlıları getiriyor son iki aydır.”

“Lan!” diyerek haykırışla ayaklanan Acar’ın etkisiyle Rüzgar ellerini teslim oluyormuş gibi kaldırdı. “Yemin ederim çok yalvarınca kıyamadığımdan yaptım. En doğalını, şekersizini bulup getirdim zaten.”

“İzgi?” diye aynı anda konuşan Koray ve Melih’e baktım.

Melih devam etti. “Kaçımızdan aynı şekilde tatlı istiyordun? Ben sadece ben varım sanmıştım.”

Hamilelik beni biraz yormuş olacak ki kendi kendimi fazlasıyla ele vermiştim. Acar’ın kalp krizi geçirmediğinden emin olmak için göz ucuyla ona baktıktan sonra salona döndüm. “Bunları daha sonra k-…”

“Bu eve haberim olmadan tatlı getiren kim varsa bi’ göreyim. Kendim öğrenirsem daha fena olacak.” Acar’ın beni bölerek konuşmasıyla babamın elini tuttum sıkıca. Kendi topuğuma sıkmıştım.

Rüzgar, Melih, Koray ve Ufuk ellerini kaldırdı. Caner tereddütle elini havalandırırken mırıldandı. “Ben eve getirmedim ama sanırım konumuz bu değil, ajansa taşıdığım eklerler de sayılıyor olabilir.”

Stratejik ilerleyerek kardeşlerden ve farklı yerlerden olmasına dikkat ettiğim arkadaşlarımdan birer kişiyi seçmiştim. Böylece birbirlerinden haberleri olma olasılığı düşüyordu. Mesela Toprak ve Rüzgar ikili halde riskli olacaktı.

Gerçi stratejik düşünmem bu akşam bütün işlevini çoktan yitirmişti.

“Çete kurmuş kendine tipe bakar mısın?” diyen Yaman abime gözlerimi kısarak baktım.

“Doğurana kadar tatlı yememek için mantıklı hamleler yapmışsın Feris.” diyen Acar’a dönerken yıkıktım. Ciddi anlamda yıkıktım.

Abimin deyimiyle ‘çetem’ Acar’dan azar yerken -ki babam da eklenince biraz ruhları çekilmişti- yerime sindim. Acar’ın ve babamın parmaklarıyla oynayarak kendi payıma düşecek olan azarı azaltmayı amaçlarken çaktırmadan Tuğrul amca, Sedat amca ve amcamın oturduğu koltuğa döndüm.

Dudaklarımı büküp gözlerimi kırpıştırdığımda amcam ve Sedat amca gözlerini kaçırdılar. Acar’ın ve babamın bıraktığı etki sanırım son limanlarımı da çökertmişti.

Az önce el kaldırma seansına katılmasalar da tatlı kaçırma çetemin kalan üyeleriydiler aslında.

Tuğrul amca, oğluna ve babama kısa bir bakış attıktan sonra bana döndü. Göz kırptığında heyecanla yerimde kıpırdandım.

Çetem tamamen çökmemişti. Güçlü isimlerden biri hâlâ benimleydi.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm