Aykırı Çiçek 68.Bölüm
68.BÖLÜM
- 14 Temmuz 2022, İstanbul
İzgi, önünde
bulunmaya aşina olduğu kapının önünde yerinde sallanarak beklerken sabırsızdı. Zile
basalı pek zaman geçmemiş olsa da bir an önce içeriye girebilmek istiyordu.
Bunda iki faktör etkiliydi: İlki cehennem sıcağıyla yanan İstanbul’da kliması
bulunan herhangi bir yere adımlamayı tercih etmesiydi. İkincisi ise yarım saat
önce aldığı mesajdı.
Koray’ın doğru
düzgün bir şey anlatmadan ‘bize gel, acil’ yazarak gönderdiği mesajı alır almaz
bir yandan onu defalarca kez aramış bir yandan da yola koyulmuştu. Aramalarına
yanıt alamadığında ise delirmişti.
Kapı sonunda
açıldığında İzgi, arkadaşına bağırmaya başlamak için dudaklarını aralamıştı.
Meraktan çıldırmasına sebep olduğu bu ‘şakanın’ sonuçlarına da katlanacaktı bir
şekilde Koray.
İzgi’nin
dudaklarından dökülecek olan sesleri engelleyen Koray’ın kapıyı tek başına
açmamış oluşuydu. Koray’ın kucağındaki sarı kıvırcık saçları ve mavi iri
gözleriyle etrafı izleyen küçük bedeni gördüğünde İzgi’nin eli hızla ağzına
kapandı.
“Baba
olmuşsun!” derken şok içindeydi. “Bu yüzden mi çağırdın beni apar topar? Hala
mı oldum ben?”
Koray
kucağındaki henüz bir yaşını doldurmayı başaramamış bebeği İzgi’ye uzattı.
“Evet bugün doğdu, al.”
İzgi son yarım
saati telaşla ve bu sıcakta buraya ulaşmak için nefes nefese geçirdiğinden
durumu sorgulamadan bebeği kucakladı. Onunla birlikte içeri girerken Koray
arkasından gülüyordu.
Salona
girdiklerinde düşük ayarda da olsa çalışan klimanın verdiği serinlik İzgi’yi
biraz olsun kendisine getirebilmişti. Bebeği sıkıca tutarak birden Koray’a
döndü. “Bu kim?”
“Bugünkü en
yakın arkadaşın.”
“Benim?” diye
sorarken koltuğa oturmuştu İzgi.
“Biliyorum
benden sonra onu arkadaş olar-…”
“Çok tatlı bir
şey bu ama!”
Koray, bebeği
bir nevi yoğurmaya başlayan arkadaşını ağzı açık izlerken omuz silkti. “Benden
daha tatlı sayılmaz.” Yarı uzanır halde koltuğa bıraktı kendisini.
“Kimin
bebeğini çaldın Koray?”
“Çalmadım,
bana ittirip kaçtılar.” Yüzü buruştu. “Çalıp ne yapayım ben onu ya?”
İzgi bebeğin
yanaklarından öptü sesli bir biçimde. “Öpebilirsin böyle,” dedikten sonra
burnunu boynuna sürterek huylanmasını sağladı. “Böyle gıdıklayabilirsin de…” Bebek
kıkırtılarla sarsılırken kollarını ve bacaklarını sallıyordu.
Koray
karşısındaki ikiliye güldükten sonra konuşmaya başladı. “Annemin ilginç
arkadaşlarından biri geldi bir iki saat önce. Annemin burada olduğunu düşünerek
kucağıma tutuşturdu bebeği, acelem var diye gitti. Nasıl arkadaşlar bilmiyorum
ama annem bir haftadır yurt dışında, haberi yoktu kadının galiba.”
İzgi yeterince
yorduğu bebeği omuzuna yasladı. “İki saat boyunca tek başına mı baktın sen
bebeğe?”
“Uyuyordu,
uyanınca sana haber verdim hemen.”
Durumu az çok
kavradığında önce Koray’a sonra bebeğe gülümsedi İzgi. “Bugün üçümüz
takılacağız o zaman bu bebişin annesi gelene kadar.”
Koray,
İzgi’nin bebeklere olan hassasiyetini ve sevgisini bildiğinden rahattı. Üçümüz
dese de kendisine pek iş düşmeyeceğinden emindi.
“Adın ne senin
acaba?” Bebeği koltukaltlarından kaldırıp yüz yüze gelmelerini sağladığında
merakla soran İzgi’yi Koray yanıtladı. “Ben de sordum birkaç kez ama cevap
vermek istemedi.”
İzgi
kahkahasını tutamazken kısılan gözleriyle arkadaşına baktı. “Ben ona sormadım
zaten, sana sormuştum. Nasıl cevap versin Koray en fazla on aylıktır bu bebek.”
Bebeğe döndü hemen sonra. “Görüyorsun değil mi fıstığım? Nasıl bir saftirikle
baş başa bırakmışlar seni?”
Koray
memnuniyetsizce homurdanırken İzgi onu takmadan bebekle cevap alamasa da
iletişim kurmayı sürdürdü. Aslında iletişimden çok bebeğin kafasını şişiriyor
da denilebilirdi.
“…sonra da
çöpe atın bunları demiş işte asistanına.” Bebeğin sırtını göğsüne yaslamış,
başının tepesine çenesiyle dokunuyorken son on beş dakikadır durmaksızın
konuşuyordu. Koray kollarını göğsünde kavuşturmuş ve en az bebek kadar
sıkıntılı duruyordu.
“Çiçeklerinin
çöpü boylamaması için yapabileceğin bir şey var biliyorsun değil mi İzgi’m?”
İzgi onu
duymazlıktan gelerek bebeğin saçlarını düzeltiyor olsa da Koray devam etti.
“Melih sana demiyor mu, ya karşısına çık ya da vazgeç diye güzelim? İkizini
bizden daha iyi tanıyordur değil mi? Kaçak göçek işlerle ona ulaşamayacağını
söyledi sana adam kaç kez.”
İzgi
dudaklarını büküp, Yeliz teyzesine hediye ettiği tablolarından birinin asılı
olduğu duvara baktı boş boş. “Ne yapacağım Koray? Bir anda karşısına geçeyim,
pardon bakar mısınız ben şu haftalardır gül gönderen kadınım, sizden
hoşlanıyorum mu diyeyim?” Alayla söylediklerinin ardından iç çekti.
“Rezillikten başka bir şeyle sonuçlanmaz.”
“Rezil
olmaktan korkuyorsun yani?”
“Evet Koray,
çünkü sadece ona değil ailesine de rezil olmuş olacağım ve inanır mısın ikinci
kısım daha da umurumda.”
Koray sırıttı.
“O zaman kendini güvende hissedene kadar belli etmeyeceğin bir yola başvururuz
İzgi’m.”
İzgi
kucağındaki bebeği sallarken merakla Koray’a baktı. Pis pis gülüyordu karşıdan.
“Ne yolu o?”
Koray ellerini
birbirine vurup anlık olarak bebeğin ödünü patlattıktan sonra İzgi’den uyarıcı
bakışlar alınca toparlanarak sakinleşti. Aklına geleni anlatmaya başlarken
kurduğu bu planın ilk adımıyla iki hafta sonra İzgi’ye zar zor da olsa ilk
mesajı attırmayı başarmıştı.
O mesajın ve
devamında gelişenlerin arkadaşının ve hatta kendisinin de hayatını derince
etkileyeceğinden o an için habersizdi. Melih’in arabuluculuğu ve Koray’ın
cesaret bombardımanları birleştiğinde, İzgi’nin kararsızlığı ve Acar’ın
soğukluğu hızla kaybolmak zorunda kalmıştı.
~
“Başım çatlıyor, müziği biraz daha kıssak olur mu?”
Cümlem henüz sonlanmadan müzik sesi kısılmakla kalmamış
tamamen yok olmuştu.
“Eve bıraksaydım seni keşke, gelmek zorunda değilsin.
Dönelim mi güzelim?” Acar’ın aracın aynasından göz ucuyla bana bakarken sorduğu
soruya başımı iki yana sallayarak yanıt verdim. Başımı sallamak baş ağrıma iyi
gelmemişti ama çok geçti artık.
“Ağrı kesici buluruz orada muhtemelen, gözlerini kapat
biraz koca yanak.” Ön yolcu koltuğundan bana doğru dönerek konuşan Soner abiyi
dinleyerek gözlerimi kapadım.
Aniden vuran baş ağrım eğer ajanstan çıkmadan önce
başlasaydı taksiye atlayıp eve gitme konusunda tereddüt etmezdim ama trafikte
kaldığımızda ortaya çıkınca geri dönme şansım kalmamıştı. Acar’a eve gitmek
istiyorum desem bizi bekleyecek olan insanlar ya da saat umurunda olmadan dönerdi
biliyordum ancak buna gerek yoktu. Tek başıma eve gitmeme de razı olmayacağını
bilecek kadar tanıyordum onu.
Bu haftayı genel olarak hepimize zehir eden bir
karışıklık sonucu ajansın küçük hukuk departmanının da, Acar’ın direkt
danıştığı Soner abimin de emin olamadığı bir sürecin içindeydik. Kimse risk
almak istemiyordu. Bu yüzden Soner abimin okuldan bir arkadaşına danışmak üzere
yoldaydık. Ne onun ne de Acar’ın programı bir türlü uyuşmayınca sonuç olarak
bir yemek ayarlanmıştı. Soner abi arkadaşıyla vakit geçirmeye dünden razıydı,
Acar zaten gitmek zorundaydı ve ben de ajans çalışanı değil de eş
kontenjanından yararlanarak arabadaydım.
Araba durana dek açmadığım gözlerim başımdaki zonklamayı
bir nebze de olsa azaltmıştı. “Geldik.”
Yarın Aralık ayının ilk günüydü. Dolayısıyla dışarısı
öylece çıkamayacağım kadar soğuktu. Montumu üzerime geçirdikten sonra Acar’ın
enim için çoktan açmış olduğu kapıdan indim. “Daha iyi misin zümrüt göz?”
Alnıma bastırdığı dudaklarıyla vereceğim cevap anlam
kazanmıştı. “Evet, geçiyor gibi. İlaç da içerim varsa.”
“Evinize dönünce koklaşırsınız, götüm buz kesti.
Yürüyün.”
Soner abinin romantik(!) uyarısıyla Acar belimi koluyla
sararak önünde durduğumuz apartmana yöneldi. Abartılı bir bina değildi ama
ortalama bir apartmandan lüks olduğu her halinden belli oluyordu.
“Kaçıncı kat olduğunu hatırlasaymışım keşke.” diye
söylenerek cebinden telefonunu çıkarttığında ben Acar’a yaslı halde onu
izliyordum.
“Bina kapısını açsanıza, unutmuşum katı. Neresiydi?”
Telefonu açar açmaz küçük bir diyaloğun ardından kapattı. Bu sırada kapının
açıldığını belli eden ses de duyulmuştu.
Asansörden indiğimizde çıktığımız koridorun iki ucunda
iki ayrı kapı vardı. Solda kalan kapı açıktı. Kapıda bekliyor olan uzun boylu,
koyu renk bir gömlek pantolon ikilisiyle elleri cebinde bekliyor olan adamın
dışında dikkatimi çeken daha tatlı bir şey vardı.
Dizine zar zor yetiştiği adama tutunan ufak bedenin adama
olan benzerliği oğlu olduğunu haykırırken baş ağrıma rağmen gülümsedim. Merakla
bizi inceliyordu. Bir yandan da tedirgindi tabii ama merakı öne geçmiş olacak
ki kapıda bizi beklemişti.
“İşin düşmese arayıp sormayacaksın değil mi?” diyerek
Soner abiyi iğnelemesine rağmen sıkıca sarıldılar. Erkeklerin nedensizce sırta
darbelerle sarılışına anlam veremesem de sorgulamamayı seçiyordum.
“Sen arıyorsun ulan sanki!”
“Başıboş takılan sensin, ben mi arayacağım seni?”
Sonunda ayrıldıklarında adam boğazını temizler gibi küçük
bir sesle öksürdü. Elini tokalaşmak üzere önce Acar’a uzattı. “Egemen Aladağ.”
diyerek kendisini tanıttığında Acar elini sıkmıştı. “Acar Bayazıt.”
Egemen Bey’in bize döndüğünde yaydığı enerji, Acar’ın
yeni tanıştıklarına yansıttığı enerjiyle benzer olduğundan garipsemedim.
Sanırım bir başka soğuk duvar ile daha tanışıyorduk şu anda.
Bana döndüğünde oldukça mesafeliydi. Dengeyi bu kadar net
ve iyi kurabiliyor olmasına hayret etmiştim biraz. “İzgi,” dedim sakince.
“Acar’ın eşiyim.”
“Koray delisiyle bir bağlantınız olabilir mi?” diye
sorduğunda sağımda ve karşımda ciddiyetle duran ikiliye rağmen güldüm.
“Kesinlikle olabilir. Çocukluk arkadaşıyım.”
Soner abiyle yakın olduğuna göre Koray’ı tanıması
şaşırtıcı değildi. Koray’ın benden bahsetmesi de normaldi. Adamın başarılı bir
avukat oluşu da detayları aklında tutabilmesini açıklıyordu.
“İçeriye geçelim, kapıda kaldık.” diyerek geriye
çekilerek bize alan açtığında bir dakika içinde artık evdeydik. Montumu asarken
hâlâ kaçamak bakışlarla babasının bacağından ayrılmadan bizi izleyen bedene
döndüm. “Seninle de tanışalım mı?”
Elimi ona uzattığımda şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan
sonra Egemen Bey’in bacağını dürttü. “Baba,”
“Söyle babacım?” Minik tombul eliyle beni gösterdi. Pamir
ile az çok yaşıt olduğunu düşünüyordum. Üç yaşından çok büyük olamazdı. “Adını
söylemen gerekiyor ablaya.”
Heyecanla bana döndü. Elimi tuttuğunda erimekle
meşguldüm. “Eymen!” diyerek kendisini tanıttığında gülümsedim. “Ne kadar güzel
bir isimmiş. Benim adım da İzgi.”
“Çizgi?” diye sormasıyla put gibi duran babası da dahil
olmak üzere herkesi güldürmüştü. “Nasıl istersen Eymencim. Çizgi de olur İzgi
de olur.” dedim elimi önemli değil dercesine sallarken.
Salona geçmek için hareketlendiğimizde diğer yönden
koştur koştur gelen kadınla birlikte durduk. “Kapıyı duymamışım, Ege bensiz mi
açtın?”
Sitemle konuştuğunda sesini duyar duymaz hem Eymen’i hem
de babasını gülümseten kadının kim olduğunu anlamak hiç zor olmamıştı. “Yavrum
sen gelene kadar kapıda mı bekleselerdi?”
Az önce başka biriyle tanışmışız gibi yüzündeki yumuşak
ifade ve sesindeki şefkatli tonla konuşan Egemen Bey’in haline çaktırmadan
sırıttım.
“Yok öyle de olmazdı tabii,” derken mahcup olmuş gibiydi.
Hızla bize döndü. “Hoş geldiniz, Hazel ben.”
“Hoş bulduk,” dememin ardından kısa bir tanışma faslı
gerçekleşti. Direkt yemeğe geçmek isteyip istemediğimizi sorduğunda acelesi
olmadığını söylemiştik. Bu nedenle şu anda salondaydık. Aslında hepimiz salonda
değildik. Egemen Bey eşliğinde, Acar ve Soner abim başka bir odaya geçmişlerdi.
Yemek yenmeyecekse konuşalım modundaydılar. İşkolik kocamın kendi dengi birini
bulmasına maalesef sevinememiştim.
“Kayıp ikizlere benziyorlar,” diyen Hazel’e güldüm. “Bir
tek ben hissettim sanmıştım.”
Başını iki yana salladı. “Ege’ye benzeyen birini
gördüğümde gözünden tanıyabilecek kadar tecrübeliyim.”
“Kaç yıldır evlisiniz?” diye sordum dayanamayıp.
“Yedi, hatta sekiz olmasına birkaç ay var.”
Gözlerime ulaştığına emin olduğum bir gülümsemeyle
baktım. “Yedi hafta olmuş gibi görünüyor, çok tatlısınız.” dedim girişteki
diyaloglarını kastederek.
“Umarım siz de öyle olursunuz,” dediğinde içtenlikle
kabul etmiştim. Henüz bir yılı dolmayan, dokuzuncu ayı yeni biten evliliğimizin
yıllar sonra ilk günkü gibi kalmasını isterdim elbette.
Hazel’le sohbet ederken kaç dakikanın geçtiğinden
bihaberdim. İlaç içmeme gerek kalmadan kendime gelmiştim. Enerjisi yüksek
biriydi ve bu hareketlilik ya da yüksek sesle değil de saçtığı ışıklarla ortaya
çıkıyordu sanki. Eymen’in bir ikizi olduğunu az önce yanımıza gelip annesine
sığınan Evren ile birlikte öğrendiğimde içim gitmişti. İkizlerden büyük bir de
kızları vardı.
Üç çocuk ve yedi yılın onlardan hiçbir şey götürmediğini
kısa sürede anlayabilmek mümkündü. Beni şaşırtan, Acar’ın hayatına girişime
benzer şekilde Egemen Bey’in de mesajla her şeyi başlatmış olmasıydı.
Hikâyelerimizde benzerlikler çıktıkça sohbet
derinleşmişti. Yemekte bir ara Eymen’i kucağıma gelmeye ikna edebildiğim için
keyfim yerindeyken tabağımdakiler çok umurumda olmamıştı.
“Eymen’i alabilirim İzgi, yemek yemene engel oluyor
biraz.”
Egemen’in -az önce bey dediğim için ‘evimde resmiyet
geriyor beni’ demişti- teklifini hızla reddettim. “Yok, biz iyiyiz. Değil mi
Eymen?”
Eymen haşlanmış havuç parçasını ağzına tıkmakla meşgulken
beni takmamıştı pek. Evren’in annesinden asla ayrılmamasının aksine Eymen biraz
daha sosyaldi. Sanırım Eymen annesine, Evren ise babasına benzemeyi tercih
etmişlerdi. Çaprazımda oturuyor olan Asel ise hepsinin karması sayılabilirdi.
Soru sorulmadıkça pek konuşmuyor ama cevap verirken de kendinden emin
görünüyordu.
“İyidir tabii, yayılmış tipe baksana.” Annesinin
yorumuyla anlamış gibi bana daha da yaslandı. Kolunu okşadım. Bir anlığına
yanımda oturuyor olan Acar’a bakınca onun bakışlarının dikkatle benim üzerimde
gezindiğini görmüştüm. Kahvelerini bende ve ara ara da Eymen’de gezdiriyordu.
Soner abinin bir şey sormasıyla bakışları benden
çekildiğinde iç çekerek önüme döndüm. Sırıtarak bize bakan Hazel’e rastlamıştım
bu sayede. Kocasını dürterek bizi gösteriyorken basmış olduğum için telaşla
elini indirip Evren’e ekmek parçası uzatıyormuş gibi davrandı.
“Hiç belli etmedin gerçekten Ecem, başarılısın yine
yavrum.”
Hazel’in ikinci adını bir saat kadar önce yine Egemen
seslendiğinde öğrenmiştim.
“Susar mısın hayatım?”
Egemen ağzına fermuar çekiyormuş gibi kapattıktan sonra
eğilip Asel’in başının üzerinden öptü. Kızıyla ilgilenmeye başladığında herkes
başka bir şeye odaklanmıştı.
Akşamın sonlanışı geceye sarkmıştı. Tahmin ettiğimden
daha uyumlu ve daha az iş dolu bir yemekti. Hazel’in payı kesinlikle büyüktü bu
konuda. İş yemeğinden çok, arkadaşlarımdan birine davet edilmişim gibi
hissetmiştim.
Eymen ve Evren erkenden sızmış, Asel ise yetişkin
muhabbetlerinden sıkılarak odasına kaçmıştı. Kapıda bizi uğurlamak için
bekleyen Egemen-Hazel ikilisinden önce Egemen’e elimi uzatarak başlamıştım.
“Memnun oldum.” dediğimde hafifçe gülümsedi. “Ben de öyle. İyi akşamlar.”
Onu Acar-Soner cephesine yolladığımda Hazel’e baktım.
“Sakın benimle tokalaşmaya çalışma. Hiç sevmem. Sarılacağım.” diyerek beni
kollarının arasına çektiğinde kıkırdadım. “Ben de sarılacaktım zaten.”
“Yine görüşelim, eminim bulabileceğimiz daha çok benzerlik
vardır İzgi. Nedense hissedebiliyorum bunu.” Aksini düşünmüyordum. Benzer bir
hisle kaplıydım.
Vedalaşma sonlandığında arabaya geçmiş, önce Soner abiyi
evine bırakmıştık. Eve doğru yola koyulduğumuzda ön koltuğa kavuştuğum için
rahat rahat yanağımı koltuğa yaslayıp kocamı seyretme işime de kavuşabilmiştim.
“İyi ki gelmişim,” dedim bacaklarımı yukarı çekip bağdaş
kurarken. “Çok tatlı değiller miydi?”
Dudakları kıvrılırken başını salladı.
“Asıl gündemimiz de halloldu değil mi?” diye sorduğumda
bana saniyelik bir bakış attı. “Egemen söylediklerine göre hallolacak bir
konuymuş. O kadar emindi ki artık ben de eminim.” Bütün haftayı stres dolu
geçirmesine rağmen hızla ikna olmasına sevinmiştim. Soner abinin bizi boşuna
Egemen’e götürmediği ortadaydı.
Eve ulaştığımızda üzerimdekileri döküp hızla duş almış,
pijamalarımı giyip odaya geçmiştim. Acar’ın uzandığını, hatta haftanın
yorgunluğuyla çoktan sızdığını gördüğümde ona yaklaşıp örtüyü çekiştirerek
bedenini örttüm. Yüzüstü yattığı için ensesine sert bir öpücük bırakmıştım.
“İyi uykular Acarcım,” dedim duymayacağını bile bile.
Yatmadan önce telefonumu şarja takmam gerektiğini
hatırlayarak oflayıp ayaklarımı sürüye sürüye odadan çıkıp aşağıdan telefonumu
almaya indim.
Girişe attığım çantamdan telefonumu bulduğumda ne kadar
şarjım kaldığını görmek için ekrana dokundum. Açılan ekranda şarj kısmından
önce bildirim paneli dikkatimi çekmişti. Arabadayken kontrol ettiğimde bir şey
yokken şimdi birden fazla mesaj bildirimi vardı. Bu saatte kimin ne yazdığını
merak etmiştim.
Mesajların sahibinin Hazel oluşuna gülümsedim. Eve ulaşıp
ulaşmadığımızı soracağını sanarak dokunduğum bildirimin beni sürükleyeceği
noktadan ise kesinlikle habersizdim.
Hazel Aladağ: Yazayım mı yazmayayım mı diye kendi kendimi yedim (23.35)
Hazel Aladağ: Belki kendin keşfetmeliydin bilmiyorum ama fark etmişken
söylememezlik etmek istemedim
Hazel Aladağ: Güzelim kimse hayatının herhangi bir anında birden elma
kokusundan rahatsız olmaya başlamaz
Hazel Aladağ: Sevmediği pırasayı son zamanlarda çok sevmeye de
başlamaz
Hazel Aladağ: İki hamilelik tecrübem beni yanıltmıyorsa ki hiç
zannetmiyorum
Hazel Aladağ: Resmen hamilesin sen İzgi (23.37)
~
“Abini çağırmamı istemediğinden eminsin değil mi?”
Başımı olabildiğince hızlı sallayarak onayladım. “Boşu boşuna
telaşlansın istemiyorum.”
“Nasıl istersen, ben sonuçlar geldiğinde yanına uğrarım
tekrar. Biraz dinlen o halde.”
Doktor odadan çıktığında uzandığım yerden kıpırdamadan
tavanla bakıştım bir süre. Dün gece Hazel’in attığı mesajların ardından saati
umursamadan onu aramış ve yazılanları bir de sesli olarak dile getirmesini
dinlemiştim. Beni hamile olduğuma ikna etme konusunda o kadar başarılıydı ki
bütün gece gözümü kırpmamış, sabah da Acar’ı dünden kalan baş ağrımın
geçmediğini söyleyip ekerek işe gitmeden evde kalmıştım.
Gidebileceğim başka hastaneler olsa da, tanıdığım biri
olması daha güvende hissettirdiğinden abimin çalıştığı hastaneye doğru yola
koyulmuştum. Tahlili hallettikten sonra yanına giderim diye düşünüyordum fakat
kan alınırken bayılmış olmam biraz durumu karışık hale getirmişti.
Doktorumun abimin arkadaşlarından biri olması ve beni
tanımasıyla haber uçurmamak zorlaşsa da başarılı ilerliyordum. İki saat sonra
çıkacak olan sonuçlar gelene dek bu odadan çıkmazsam abim gökten inip yanımda
belirmezdi.
Telefonuma uzanıp oyalanabileceğim bir şeyler bulmayı
denesem de bütün algım sonuçların ne olacağındaydı. Hazel’e göre belirti
olabilecek olan tüm her şeyi doktorla paylaşmıştım. Kesin bir şey söylemekten
kaçmıştı ama aksini de söylememişti sonuçta.
Telefonu tek elime sıkıştırıp diğer elimi karnıma
yaklaştırdım. Üzerimdeki hafif kalın tişörte yasladığım avucumdan bir şeyler
hissedemeyeceğim kesindi ama yine de sanki dokunduğum yerde bir canlı varmış
gibi irkilmiştim.
Kendimi hamile olduğuma tamamen inandırmaktan
kaçınıyordum çünkü aksi gerçekleşirse büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktım.
Tahlile tek başıma gelişim de bundandı. Eğer olumsuz sonuçlanacak olursa Acar’ı
boşu boşuna heveslendirmek istememiştim.
Yarım saate yakın bir süre geçtiğinde sıkılmaya
başlamıştım. Bahçede beklemek hoş bir seçenek olabilirdi ama abimle karşılaşma
riskim yüksekti.
Bu riskin aslında sadece bahçede geçerli olmadığını,
odanın kapısı baskına gelinmiş gibi açılıp içerde Yekta Göktürk’ü görmeye hiç
aşina olmadığım bir telaşla bulunca anlamıştım.
“Deniz!” derken yatağa doğru attığı adımlar hızlıydı.
Yanaklarımı iri elleriyle kavrayıp beni baştan ayağa süzdü. “Ne oldu ayka?
Neden buradasın sen?”
Şaşkın şaşkın yüzüne bakakaldığımda sakinleşmek yerine
daha da uzaklaşıyordu sakinlikten. “Alerjin mi tuttu? Biri bir şey mi yaptı?
Abim konuşsana.”
“İyiyim,” derken yanağımdaki ellerinin üstüne dokundum.
“Bir şeyim yok, gerçekten.”
Doğrulmayı denedim ama bana izin vermedi. Yatakta bel
hizamda kalan boşluğa oturdu. “Tesadüfen kayıtlarda bir şeye bakarken adını
gördüm. Buraya nasıl çıktım hatırlamıyorum, ne işin var hastanede Deniz?”
Başımı yana doğru eğip bir avucuna doğru yaslandım.
“Yanına gelecektim aslında,” dedim gözlerimi kaçırarak. “Ama kan verirken
birazcık bayıldım. Beni odaya getirdiler o yüzden.”
“Kan mi verdin? Kötü mü hissediyordun güzelim? Bana
söyleseydin ya önce.”
Burnumdan uzunca bir nefes bıraktım. Abime gerçeği
söylemezsem asla sakinleşip iyi olduğuma ikna olmayacaktı. “Kötü hissetmiyordum
ama bir şeyden şüphelendiğim için gelmek istedim.”
Kaşları havalandı. “Neyden?”
“Dayı olabileceğinden şüpheleniyorum Yekta Göktürk! Oldu
mu?” dedim sonunda patlayarak.
Az önce onu gördüğümde bana gelen kal, bu kez onu ziyaret
etmişti. Oturduğu yerde donakaldı. Gözlerini birkaç kez açtı kapattı. Ardından
başını geriye doğru atarak içtenlikle bir kahkaha attı. “Kötü bir şey var diye
birkaç dakika da olsa öldüm gelene kadar, bunun bu kadar tatlı bir haber
olabileceğini düşünmemiştim.”
Ellerini yanaklarımdan çekip beni sırtımdan destekleyerek
kaldırdı. “Dayı mı olacakmışım?” derken sırıtıyordu. Haline gülümsedim.
“Bilmiyorum, bir iki saate öğreneceğiz.”
“En çok ben dayı olacağım ama.” dediğinde şaşkınca
baktım. “Yaman da üçüzler de amca oldu daha önce. Onlara o yeter. Bu benim ilk
deneyimim.” Neyi kastettiğini anladığımda gülüşüm büyüdü. Kollarımı boynuna
sarıp omuzuna yattım. “Kendi aranızda konuşup karar verin, bilemiyorum.”
Abimin hemen moda girmesi, beni de kesinlikle hamile
olduğuma inandırmaya itmişti. Aklımda canlanmaya başlayan ve ucu bucağı
görünmeyen sahnelere gülümserken omuzundaki yerimde keyifliydim.
Abim bir süre sonra hastalarından birine bakmak için
yanımdan ayrılmak zorunda kaldı. O gitmeden önce doktoruma anlattığım
belirtileri abime de anlatmıştım ve o meslektaşının aksine kocaman sırıtıp
‘kocamı’ arayıp çağırmamı istemişti.
Ben sanırım
ciddi ciddi hamileydim.
Sonuçları Acar’la öğrenmem için abimden böyle bir istek
gelince aslında dünden razı olduğumdan direkt telefonuma yapıştım.
Telefon ikinci çalışında direkt açıldı. “Günaydın zümrüt
göz. Belki uyuyorsundur diye aramadım, yeni mi kalktın?”
Sesini duyduğumda yeni flört etmeye başlamışız gibi
heyecanlanmıştım. Kendi kendime sessizce güldüm. “Yeni kalkmadım Acarcım,”
dedikten sonra hiç duraksamadan ekledim. “Abimin yanına geldim hatta.”
“Şirkette misin? Az önce konuştum o ruh hastası abin
bahsetmedi hiç.”
“Yaa,” dedim uzata uzata. “Siz öyle günlük telefonla da
mı konuşuyorsunuz?”
“Feris!” Uyarımı kabullenerek kendi şakama gülüp sustum.
“Yaman abimle değilim.”
“Hastanede misin?” diye sorarken tereddütlüydü sesi.
“Başın çok ağrıyınca mı gittin? Geliyorum yarım saate oradayım.”
“Gel demek için aradım zaten. Ama iyiyim, hiçbir şeyim
yok. Sakin sakin gel olur mu? Bak mutlu mesut konuşuyorum telefonda
duyuyorsun.”
Odasından çıktığını belli eden seslerin arasında beni
geçiştirir gibi onayladı. Telefon kapandıktan sonra bahsettiği yarım saat henüz
dolmadan odamın kapısı açıldı. Odayı nereden bulduğunu düşünmeme gerek
kalmamıştı çünkü peşi sıra abim de içeri girmişti. Bana inanmayıp gelir gelmez
abimi bulmasına şaşırmamıştım.
Acar yanıma geldiğinde oturur pozisyona geçtim. Alnıma
dudaklarını bastırdığında gözlerim kapanmıştı. Abimin ona ne söylediğini
bilmiyordum bu nedenle temkinli kalarak bekledim.
“İyisin değil mi?”
“İyiyim tabii, turp gibiyim bak.” Kollarımı iki yana açıp
konuştuğumda dudakları kıvrıldı. “Her ihtimale karşı kan tahlili yapmaları iyi
olmuş. Uykusuzluktan değil de başka bir şeyden bayıldın belki de. Vitamin
değerlerin düşmüş olabilir, yemek yemiyorsun doğru düzgün.”
Göz ucuyla abime baktım Acar yanıma oturup beni kendine
çekip sarılırken. “Birazdan anlarız ama telaşlanacak bir şey olmadığından
eminim. Olsa anlardım, yanımda bayıldı çünkü.”
Son kısmı bastıra bastıra söylediğinde Acar’a ne
anlattığını kavramıştım. Bana göz kırpışını bedenimi sarmakla meşgul olan kocam
görmese de ben görmüştüm. Dişlerimi göstererek sırıttım. “Evet, böyle tam
kollarına bayıldım.”
Sonuçların gelmesine kalan bir saatlik süreyi Acar
yanımda ve abim de sürekli gelip giderek bizi ziyaret ederken geçirmiştim.
Abimin son gelişinde o yeniden gidemeden doktorum içeri girdi.
Odada abimi görünce gergince gülümsedi. “Yekta?”
“Yekta tabii, Yekta. Konuşacağız seninle birazdan Meral.”
Doktorumu sanırım biraz zor bir durumda bırakmıştım abime haber verdirmeyerek. Sevimli
olmasını umarak gülümsedim ona.
“Ama önce hastamla konuşayım izninizle.”
Elindeki kâğıdı yatağımın ucunda duran yüksek masaya
bıraktıktan sonra bana baktı. Ardından yanımda otururken elimi sıkıca kavramış
olan Acar’ı gördüğünde güldü. “Babamızın da burada olmasına sevindim, haberi
yalnızca anne adayına verdiğimde biraz üzülüyorum genellikle.”
Bedenimde gerçekleşebilecek tüm hareketler aniden
dururken söylediklerini doğru algılayabilmek için aklımdan birkaç kez
tekrarladım. Abimin benden duyduğu andaki gibi sevinçle güldüğünü duymuştum.
Göz ucuyla, elimi sıkıca kavramış olan ve tepkisini
merakla beklediğim adama döndüğümde onun benden daha hareketsiz halde doktora
bakıyor olduğunu görmüştüm. Neden burada olduğumuzu bile bilmediğinden aniden
aldığı haberin en çok onda şok yaratmasına şaşırmamıştım.
Ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. Hiçbirini duyup
anlayamadım ama birden bana dönüp alnını alnıma yasladığında duymuş kadar
olmuştum. “Hamilesin,” dediğinde sesi yüksek değildi. Bana bile zar zor ulaşmıştı
ama aynı kelimeyi birkaç kez daha ve her seferinde sesi biraz daha yükselerek
tekrarladığında artık odadaki herkes onu duyuyordu.
Son bir onaya ihtiyaç duyarak alnımı ondan ayırmadan
hafifçe dönüp doktora baktım. İhtiyacım olanı anlayıp başını salladı onaylar
anlamda.
Gözlerimden birden inmeye başlayan yaşlarla birlikte
yeniden Acar’a döndüm. “Hamileyim,” dedim onun gibi önce kısıkça. “Baba
oluyorsun Acarcım.”
Gözlerimden akan yaşları durdurma alışkanlığını bir
kenara bırakışı, şaşkınlığının derecesini gösterirken yaşlara rağmen dudaklarım
kocaman bir gülümsemeyle kıvrılmışlardı. Aynı anda ağlıyor ve gülüyordum.
Kapı sesi duyduğumda odada yalnız kaldığımızı biraz geç
de olsa fark etmiştim.
“Ağlama,” dediğinde sesi daha önce duyduğumu
hatırlamadığım kadar yoğundu. “Ağlamıyorum ki.” dedim sonuçsuz bir itirazla.
Yanaklarım nemliyken bunu söylemem komikti biraz gerçi.
Kendi kendimle çelişmeme kıkırdadığımda o da bana eşlik
etti. Alınlarımız birbirlerine yaslıyken dudaklarımızın arasında kısa bir
mesafeyle karşılıklı gülüyorduk. Boynumda duran elini tereddütle aşağı
indirdiğinde farkında olmadan nefesimi tuttum.
Kocaman avucu karnımın büyük bir çoğunluğunu
örtebilmişti. Yaslandığı yerde büyüyecek, bizden kopan bir parça var olması
mucizeviydi. Birkaç ay sonra Acar’ın eli oradaki çıkıntıya yaslanacak, daha
sonra artık karnımı kaplayamayacağı kadar çok büyüyecek olan karnım küçük
misafirimiz için bir sığınak olacaktı.
Acar’ın elinin karnıma yaslanmadan önce titrediğini,
oraya dokunduğunda ise tutuşunun güçlenip sabit hale geldiğini fark etmiştim.
Bu dudaklarımın gülümsüyor olsam da titremesine sebep oldu.
“Teşekkür ederim, zümrüt göz.” dediğinde dudağımın
kenarına minik bir öpücük bıraktı. “Teşekkür ederim karım. Beni seçtiğin için,
bir aptal gibi kaçıp durduğum bu andan beni mahrum etmediğin için. Her şey
için…”
Karnımdaki eli aynı yerde kalacak şekilde kollarımı
ensesine sardım. Bir şeyler söylersem anın büyüsü toz olup uçacakmış gibi
geldiğinden sadece gözlerine içli içli bakmakla yetindim. Ona bin bir cümle
kurdum, gözlerimden hepsini okuyup ezberlesin istedim. Tek kelime etmesem de
beni hissedip anlayabilen bir adama âşık olmayı başardığım için, isteğimin
gerçekleşmesi hiç zor olmamıştı.
Ben ona âşık olduğumda zaten tamamlandığıma inanmışken,
şimdi bizi daha sıkı bağlayacak bir varlık hayatımıza dahil oluyordu.
Hayatıma girdiği günden bu yana benim ‘iyileşme’ sürecime
şahit olmuştu. Artık iyileşmiştim, sırada
eski yaraları unutabileceğim kadar çok yeni anıya kavuşmak vardı.
~
Hıçkıra hıçkıra ağlarken nefesim yetmemeye başladığından
can çekişiyor gibi göründüğüm kesindi. Elimin tersiyle yanaklarımı silsem de
yerine akan yaşlar benden daha hızlılardı.
Adım sesleri duyduğumda boş tabağı iterek arkama döndüm.
Mutfağa giren Toprak’tı. Beni gördüğünde yüzündeki keyifli
ifade hızla kayboldu. Koşar adım yanıma gelip kolumdan tuttu. “Deniz! Ne oldu?
Ağrın mı var birtanem?”
“Yok!” derken neden bağırdığımı bilmiyordum. Duygularım o
kadar hızlı değişiyordu ki kontrolü ne zaman kaybettiğimin asla farkında
olamıyordum.
“Şş, tamam. Sakinleşelim. Nefes alalım sakince. Gel otur
bakalım.” Mutfaktaki masadan bir sandalye çekip oraya oturmama yardım ettiğinde
iç çekişlerimle birlikte yavaşça oturdum. “Neyi varmış benim üçüzümün?”
Ben otururken o yanımda ayakta duruyordu. Başımı geriye
doğru attım ona bakabilmek için. “Toprak,” dedim.
“Söyle canım?”
“Her şeyi yedim ben.” dememe kalmadan, son kısımda
tizleşen sesimle yeniden ağlayacak gibi oldum.
Toprak afallayarak elini saçlarıma uzatıp okşadı.
“Delirdin mi sen acaba? Buna mı ağlıyorsun kızım içli içli? Bir şey oldu da
üzüldün diye aklım çıktı.”
Omuz silktim çocuk gibi. “Çayla yenilir diye annemin getirdiği
kurabiyelerin hepsini yedim. Bir sürü vardı. Ben ayı mıyım Toprak?”
Yanaklarını şişirdiğinde gülmemeye çalıştığını anladığım için
dudaklarımı büktüm. Hızla toparlandı. “Salonda bir dolu ayı var istersen
inceleyelim, sen bu listeye asla dahil olamazsın istesen de.”
“Acar tatlı yememe izin vermiyor, görünce çok canım
istedi. Kimse yokken bir iki tane yiyeyim demiştim ama bir baktım ki tabakta
kırıntılar kalmış sadece.”
Atmamak için zor durduğu kahkaha birkaç saniyeliğine
dışarı taştı. Elini ağzına kapatıp sustu sonra. “Birtanem Acar tatlı yemene
değil de, bir dolu şekerli şeyi yemene izin vermiyor olabilir mi acaba?”
Haftalık bir kere tatlı hakkım vardı. Bu, tatlı ve
meyveyle beslenen biri için acılı bir işkence yöntemi değilse, neydi?
Kaşlarımı çatarak ayağa kalkmak istediğimi belli etmek
için ellerimi uzattım. Avuçlarımı kavrayıp bana destek olduğunda ayaklanmıştım.
Beş aylık bir hamileye göre hareketlerimin bu denli
kısıtlanması normal sayılmazdı aslında. Fakat karnımda bir değil iki bebek
bulunuşu beni iki ölçü hamile yapıyordu. Kendimi çoktan sekiz aylık hissetmeye
başlamıştım.
Acar’a yaptığım altız şakası gerçek olmamıştı ama hamileliğimi
öğrenen çoğunluğun emin olduğu gibi ikizlerimiz olacaktı. Üçüz olacaklarını
savunan azınlık haksız çıkmıştı. Haksız çıkmalarına üzülüyor değildim. Çünkü
iki bebek taşımak böylesine zorsa, üç bebekle nasıl başa çıkabileceğimi
düşünemiyordum.
Bugün akşamüzeri kontrol için doktordaydım. Uzun zamandır
bizi oylayarak cinsiyetlerini saklayan bebekler ikna olarak sonunda kendilerini
göstermişlerdi. Herkesi tek tek aramak yerine eve davet etmiştim. Acar
kontrolden sonra beni eve bırakıp ajansa geçtiğinden henüz evde değildi. O
gelene kadar içeridekilerin ısrarına rağmen sessiz kalmayı başarmıştım.
Paytaklaşan adımlarımla salona ilerlerken Toprak sırtıma
koluyla sarılmış destek veriyordu. “Kurabiyeler aramızda sır olarak kalabilir.”
dediğinde ona baktım. “Küçük bir karşılıkla tabii.”
“Hayır, cinsiyetlerini ilk önce sana söylemeyeceğim canım
üçüzüm.”
Ofladığında güldüm. Böyle bir şey yaparsam herkes
delirirdi ama en büyük tehlike kesinlikle Rüzgar’dı.
İçeri girdiğimizde koltuklarda dört bir yana dağılmış olan
kalabalığın dikkatini çekmiştik. “İzgi’m?” diyen Koray’a bakarken annemin
yanındaki boşluğa oturdum. “Ağladın mı sen?”
Sorusuyla birlikte yüzümde bir sürü dikkatli bakışın
ağırlığı hissedilir oldu. İşaret ve başparmağım arasında bir boşluk bıraktım.
“Birazcık.”
“Ne oldu bebeğim?” diye sorarken yanağımı öpen anneme
sırnaştım. “Yanlışlıkla kurabiyelerinin hepsini yedim anne.”
Annem önce duraksadı. Ardından küçük bir kahkaha attı.
“Afiyet şeker olsun annem, gerçi bol bol şeker olmuştur ben demesem de zaten.”
Derin bir nefes verdim. “Aramızda kalabilir değil mi?
Acar’a söyleyen olursa evden atmak zorunda kalırım o kişiyi.” İşe yarayacağını
umduğum tehdidimi güçlendirmek için ekledim. “Bebeklerimin kimi favori yapacağı
da bana bağlı biliyorsunuz ki.”
Her kulvarda oldukça yoğun çekişmelerle doluydu bu süreç.
Dedeleri ayrı, dayıları ayrı, hatta Caner’in de dahil olmasıyla Melih ve onun
arasında gelişen amcalık yarışı da ayrı olmak üzere bolca didişiyorlardı.
Sanırım bir tek Çağla rahattı. Başka teyze de hala da bulunamadığından herkesle
dalga geçerek keyfine bakıyordu. Bir ara Hayal ve Sinem’i siz yengesiniz kesin
değil mi diye darladığına şahit olmamış da değildim tabii.
Tehdidimin ikinci kısmı beklediğim gibi işe yaramış
olacak ki herkes gülmeyi bir kenara bırakmış, sakinleşmişti.
“İnanılmaz bir manipülasyondu, hamilelik seni geliştirdi
bayağı.” Selim’e saçlarımı savurarak havalı olmasını umduğum bir şekilde
bakarken zil çaldığında kapıya yakın oturan Sinem ayaklandı. “Geldiler sonunda,
çatlayacağım şimdi.” diyen Demet teyzeye güldüm.
Ajans dörtlüsü peş peşe içeri girdiğinde kollarımı iki
yana açtım. Gülerek beni sardı. Alnımı öptükten sonra eli şişkin karnımı buldu.
“Nasıllarmış benim güzellerim?”
Salonda keskin bir sessizlik oldu. Acar’ın bir saattir
beklettiğim kalabalığı pat diye aydınlatmış olmasına sırıttım.
“Oğullarını güzellerim diye sever mi diye birkaç saniye
düşünelim önce.” diyerek öncü fikrini sunan Ufuk eşliğinde biraz daha durdular.
Bu sırada Acar oturduğum koltuğun kolçağına yaslanmıştı.
Dayanamayarak araya girdim. “Kızlarımız olacak.”
dediğimde birden fazla sevinçli çığlık birbirine karışırken başımı yana
yatırarak Acar’a yasladım.
“Demiştim ben, hissettim bak.” diyen Çağla’ya salondan
itiraz sesleri yükseldi. Herkes kendi tahminin ne olduğu ve neden doğru/yanlış
sonuçlandığını konuşurken konuşmalara katılmayan sayılı isimlerden biriyle göz
göze gelmiştim.
Ona bakar bakmaz gözlerim nemlendiğinde tıpkı renkleri
gibi ıslaklığı da o an benzer hale gelen gözlerimiz ayrılmadan ayaklandı.
Yanıma yaklaşıp önümde dizlerini kırarak çöktü. “Benim küçük kızım büyüdü,
kendi küçük kızlarını mı büyütecek şimdi?”
Dudaklarımı büzdüm. Hıçkırarak ağlamaya hamileliğimin ilk
anlarından beri meyilliydim. Böyle anlarda bu his daha da karşı konulmaz hale
geliyordu.
“Baba…”
“Söyle can suyum,” dediğinde ellerimi uzatıp yanaklarını
tuttum. Yüzünü çevirip avuç içimi öptü peş peşe. Acar’ın sırtımı sıvazladığını
hissediyordum ama bu beni sakinleştirmeye değil de babamdan yayılan şefkati
katlayarak daha da duygulandırmaya yarıyordu.
Benim kendi kendime duracağımdan medet ummayı
bıraktığında babam geriye doğru döndü. “Biriniz konuyu değiştirin hemen,
yeterince ağlamış. Bir de ben ağlatırsam delireceğim şimdi.”
Herkes birbirine baktı. Rüzgar elini kaldırdı. “Ben
hallederim.” dediğinde hepimiz ona dönmüştük. O, Acar’a dönmeyi seçti.
“Enişte,” dediğinde burnumu çekerek merakla bekledim ne söyleyeceğini.
“Deniz bir tepsi kurabiye yedi biraz önce.”
Yanında oturan Melih kafasına vurdu. “Gerizekalı böyle
konu mu değişir? Şimdi de Acar’ı sakinleştirmek için yeni konu gerekecek.”
“Feris?” diye seslenen Acar’a ağır çekimdeymiş gibi
yavaşça döndüm. “Efendim kocacım?”
Kahvelerinde onaylamaz parıltılar yanıyorken şirince
gülümsedim. “Ev yapımıydı ama, annem yapmış.”
Savunmam yüksek sesli bir kahkaha tufanına sebep olurken
herkesin keyfi yerindeydi. Hem Acar’dan kaçmak hem de içimdekini kusmak için
Rüzgar’a döndüm.
“Dayılıktan men ediyorum seni. Kızlarım seni gördüğü
yerde kaçacak Rüzgar.”
Toprak ve Koray’ın ellerini birbirlerine çakıp sevinçle
sırıttığını gördüm. Dayı listesinden silinen isimler kalanları memnun etmiş
gibi görünüyordu.
“Gizli servisime de gerek kalmayacak mı demek bu?” diye
sorduğunda gözlerimi irice açtım. Bunu nasıl unutmuştum ben?
Hemen Acar’a döndüm. “Acarcım,” dedim mırıl mırıl.
“Rüzgar bana sen yokken istediğim tatlıları getiriyor son iki aydır.”
“Lan!” diyerek haykırışla ayaklanan Acar’ın etkisiyle
Rüzgar ellerini teslim oluyormuş gibi kaldırdı. “Yemin ederim çok yalvarınca
kıyamadığımdan yaptım. En doğalını, şekersizini bulup getirdim zaten.”
“İzgi?” diye aynı anda konuşan Koray ve Melih’e baktım.
Melih devam etti. “Kaçımızdan aynı şekilde tatlı
istiyordun? Ben sadece ben varım sanmıştım.”
Hamilelik beni biraz yormuş olacak ki kendi kendimi
fazlasıyla ele vermiştim. Acar’ın kalp krizi geçirmediğinden emin olmak için
göz ucuyla ona baktıktan sonra salona döndüm. “Bunları daha sonra k-…”
“Bu eve haberim olmadan tatlı getiren kim varsa bi’
göreyim. Kendim öğrenirsem daha fena olacak.” Acar’ın beni bölerek konuşmasıyla
babamın elini tuttum sıkıca. Kendi topuğuma sıkmıştım.
Rüzgar, Melih, Koray ve Ufuk ellerini kaldırdı. Caner
tereddütle elini havalandırırken mırıldandı. “Ben eve getirmedim ama sanırım
konumuz bu değil, ajansa taşıdığım eklerler de sayılıyor olabilir.”
Stratejik ilerleyerek kardeşlerden ve farklı yerlerden
olmasına dikkat ettiğim arkadaşlarımdan birer kişiyi seçmiştim. Böylece
birbirlerinden haberleri olma olasılığı düşüyordu. Mesela Toprak ve Rüzgar
ikili halde riskli olacaktı.
Gerçi stratejik düşünmem bu akşam bütün işlevini çoktan
yitirmişti.
“Çete kurmuş kendine tipe bakar mısın?” diyen Yaman abime
gözlerimi kısarak baktım.
“Doğurana kadar tatlı yememek için mantıklı hamleler
yapmışsın Feris.” diyen Acar’a dönerken yıkıktım. Ciddi anlamda yıkıktım.
Abimin deyimiyle ‘çetem’ Acar’dan azar yerken -ki babam
da eklenince biraz ruhları çekilmişti- yerime sindim. Acar’ın ve babamın
parmaklarıyla oynayarak kendi payıma düşecek olan azarı azaltmayı amaçlarken
çaktırmadan Tuğrul amca, Sedat amca ve amcamın oturduğu koltuğa döndüm.
Dudaklarımı büküp gözlerimi kırpıştırdığımda amcam ve
Sedat amca gözlerini kaçırdılar. Acar’ın ve babamın bıraktığı etki sanırım son
limanlarımı da çökertmişti.
Az önce el kaldırma seansına katılmasalar da tatlı
kaçırma çetemin kalan üyeleriydiler aslında.
Tuğrul amca, oğluna ve babama kısa bir bakış attıktan
sonra bana döndü. Göz kırptığında heyecanla yerimde kıpırdandım.
Çetem tamamen çökmemişti. Güçlü isimlerden biri hâlâ
benimleydi.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder