Günler Kısa Geceler Sonsuz Final

 FİNAL



İyi okumalar!

 

~~~

 

- Tuna

 

“Oğlum bu sınav ne kadar travmatik bir olaymış lan, bitti gitti ama rüyalarıma giriyor her gece.”

Kerem’in hayretler içinde konuşmasını dinlerken, kolumla kendime yapıştırdığım Lal’i mümkünmüş gibi daha sıkı sardım. “Kardeşim senin sınavın iyi geçtiği için rüyalarına giriyor olabilir, benim kâbusum oldu direkt.”

Lal minik burnunu havaya dikerek bana baktı hemen. “Kâbus mu görüyorsun sen? Neden hiç bahsetmedin?”

“Bir iki kere gördüm öyle, ne bileyim önemli değil ki.” dedim geçiştirerek. İkna olmadığını belli eden bakışlarını üzerimde birkaç saniye daha tuttuktan sonra önüne döndü.

“Sonra ağzına sıçacağım diyor galiba Tuna, bu çevirimi de unutma bak senin için hallettim.” Berke ülke fethetmiş gibi gururla konuşurken yanında oturan Çınar’a başımla minicik bir işaret yaptım. Anında anlayarak elini havalandırdı. Eli benim hayallerimdeki gibi Berke’nin ensesine inmek üzereyken bir anda küçük bir el tarafından durdurulmuştu.

“Vurmasana Çınar, acıyacak.”

Güneş’in korumalığını yaptığı Berke zevkle sırıtınca Lal’in onların haline kıkırdadığını bana yaslı bedeninin titremesinden anlamıştım.

Günler, haftalar ve ardından da aylar geçip giderken değişen birçok şey olmuştu. Bir sonraki saati bile öngörmek mümkün değilken aylar boyunca her şeyin aynı kalmasını beklemek garip olurdu zaten.

En büyük değişim, Lal ve Güneş’i kendileri olmaktan alıkoyan yaratığın yıllarca gün yüzü göremeyecek olmasıyla başlamıştı. Birbirlerine ihtiyaçları olduğundan ne onlar ne de biz haberdar değildik o zamana dek fakat Lal ve Güneş gerçekten birlikte iyileşiyorlardı.

Hatta iyileşmişlerdi de çoktan.

Lal, etrafında dört dönen bir kalabalığa sahip olduğundan hızlıca toparlanırken Güneş’i asla bırakmamıştı. Bir başkası bu kadar özverili olur muydu bu konuda emin değildim, kendimden de emin olamıyordum ama Lal hiç düşünmeden bunu yapmıştı.

Çınar ve Güneş’in bizimle geçirmeye başladıkları zaman gittikçe artmıştı. Güneş bizim okula nakil aldırmıştı ve ikinci dönemi birlikte okumuştuk mesela. Sude’nin önyargısı da bu süreçte Lal’in büyük çabasıyla ve Güneş’in sessizliğiyle kırılınca üçü etrafta üçüzler gibi gezinmeye başlamışlardı. Üçü de birbirinden hem fiziksel hem de karakter olarak bambaşkaydı ama bize kalırsa üçüzlerdi.

İki hafta önce ise az önce bahsettiğimiz üniversite sınavı gerçekleşmişti. Lal ve Kerem dışında pek derslerle alakası olan bir ekip olmadığımız için ‘iyiydi ya’ diyerek kendimizi avutarak geçirmiştik süreci. Sonuçlar açıklandığında da ‘iyiymiş gerçekten’ diyebilecek miydik, şüpheliydim.

“Doğru söylüyorsun sarışınım, vurursam zaten eksik olan nöronları iyice azalacak değil mi?” Çınar, sevgilisinin nazikçe elini indirmesine karşı gelemeyince bu yola başvurmuştu belli ki. Ama Güneş daha da üzülmüş gibi duruyordu şu anda. “Hemen şiddete başvuruyorsun Çınar, ayı mısın sen?”

Hepimizden bir kahkaha koptuğunda küçük bir uğultu yaşandı.

“Ben emir kuluyum yavrum, şu beyefendi oradan işaret yaptı bana.” diye direkt beni sattığında tükürüyormuş gibi yaptım uzaktan ayıplarcasına. Kendi sevgilisi şiddet sevmiyordu ama benimki bayılıyordu sanki.

“Tuna!” diye cırlayan Lal’i yüzümü buruşturmamaya çalışarak yanıtladım. “Söyle gece güzelim?”

“Hani artık Berke’ye saldırmıyordun? Söz vermiştin.”

“Saldırmadım ki, hani nerede saldırmışım?”

“Suça teşvik etmişsin ama, bak Çınar söylüyor.”

Çınar kendi paçasını kurtardığı için keyifle arkasına yaslanıp Güneş’in saçlarıyla oynarken sabır diler gibi başımı hafifçe havalandırdım. “Bu asalakta şeytan tüyü mü var hepiniz koruması kesiliyorsunuz tek tek?”

“Hepiniz değil de, vicdanı boylarından büyük yenge ikilisi diyelim Tuna’m.” Berke kollarını göğsünde kavuşturarak açıklarken Sude kafasına koltuktaki yastıklardan birini attı. “Ben yengen değil miyim be?”

“Tövbeler olsun!” dedi Berke. “Sen Tuna’dan betersin kızım bi’ yürü git, şiddet yanlısı seni.”

Bu kez Sude’nin ifadesine gülüşler yükseldi. Kerem kıyamamış olacak ki omuzundan tutarak göğsüne yatırdı sevgilisini. “Üzülme aşkım, ben seni böyle seviyorum. Beni dövebilirsin kriz anlarında.”

Yanağımı Lal’in saçlarına yaslayarak Kerem’in şekilden şekle girmesine gülerken kapı sesi duydum.

“Annemler erken geldi galiba,” diyerek kollarımdan ayrılıp ayaklandı Lal.

Temmuz ayının henüz ikinci günündeydik. Dışarısı cehennem gibi sıcak olduğundan kimse pek buluşmaya yanaşmayınca Lal çözüm olarak bugün akşama kadar boş olacak olan evlerinde toplanma fikrini sunmuştu.

Bir arada olmayı o kadar seviyordu ki bazen hepimiz birbirimizden darlansak da Lal’in gıkı çıkmıyordu. Bunun, önceki yıllarını tamamen yalnız geçirişiyle doğrudan bağlantılı olduğunu bilmek ise her seferinde içimi sızlatsa da bizleyken iyi hissetmesinden hoşnuttum.

Lal salondan çıkarken Güneş’in yerinde kıpırdandığını neredeyse hepimiz fark edince bakışlarımız çaktırmamaya çalışarak onu buldu. “Kalkalım o zaman biz.”

“Güneş,” dedim dayanamayarak. Güneş’in ilk günlerdeki çekingenliği yavaş yavaş kaybolmuş olsa da hâlâ kendisini yanındayken diken üstünde hissettiği isimler vardı. Uzun bir dönem bu isimlerden biri bendim mesela, karşıma Lal’miş gibi çıkışını bir anda unutmak mümkün değildi ama benim için Lal’in affetmiş olması yeterli olmuştu zaten. Yine de Güneş haftalarca benden kaçmış sayılırdı.

Diğer kaçtığı isim ise -ki bu benimkinden çok daha yoğundu- Müge ablaydı. Zaten çok sık bir araya gelmiyorlardı ama ablamın Lal’in de ona destek çıkmasıyla sıklaştırdığı herkesi eve toplayıp kahvaltı yapma aktivitesi ister istemez Müge abla ve onu bir araya getiriyordu.

“Müge abla seni burada gördüğüne sevinecek, tanıyorum onu az çok. Lütfen rahat olur musun?” dedim ikna etmeye çalışarak.

Güneş bir kişinin onayına daha ihtiyaç duyuyormuş gibi Çınar’a baktı. O da gözlerini yavaşça kapatıp açarak beni onayladığında Güneş omuzlarını düşürmüştü. “Tamam, rahatım ki ben zaten.”

Öncesinde Birkan abinin ablası olması dışında Güneş’in annesi ile ilgili hiçbir bilgiye sahip değildim. Zamanla ve aslında yakınlaştıkça Güneş’in, Lal’in aksine anne konusunda da şanssız olduğunu anlamıştım. Onu hırçınlaştıran da bu olmuştu belki de. Şimdi Müge abladan da yana döne kaçışı bundandı. Babasız ve biraz da annesiz büyümesinin tüm suçunu Müge-Lal ikilisine yüklemişken aslında senaryonun bambaşka olduğunu ve onların suçsuz olduğunu anlamıştı yıllar sonra. Haliyle pişmanlık duyuyordu.

“Hayırdır eve çökmüşsünüz gençler,” diyerek içeri gömleğinin kollarını katlayarak giren abime bakıp sırıttım. “Kızın hazır sen yokken bizi eve attı da.” dedim hem abimi sinirlendirip keyiflenmek hem de Güneş’in de dikkatini dağıtmak için.

“İyi ben geldim şimdi, Sude ve Güneş dışındakiler dağılabilirsiniz evimden.” Koltuklardan birine yerleştiğinde homurdandım. “Kardeşinim ben senin, kardeşin!”

“Hafta sonu eniştecilik yaparken de kardeşim miydin?” diye sorduğunda gülmemek için yanaklarımı şişirdim. Uras abim, Demir abimi gererken taraf seçme konusunda hep kendimi Uras abimin tarafında buluyordum. Abim çok iyi sinirlendiğinden miydi yoksa Uras Kalyoncu etkisi miydi emin değildim.

“Çok haklısın Demir abi, bu karşı tarafın askeri bence evden atalım gitsin şu an.” Berke fırsat bulmuşken konuyu bilmese de beni gömmeye çabalayınca gözlerimi kısarak ona baktım. “Uras abime haber vereyim bu hislerini akşam, unutturmayın.”

Berke bir abime bir bana baktı. “Of ya,” diye mırıldandıktan sonra koltukta aşağı doğru kaymıştı. “Doğru ata yanlış zamanda oynadık yine.”

“Abi müsaade edersen lafa gireceğim,” diyerek parmak kaldırıp konuşan Kerem’in haline bağırarak gülmek istesem de sustum. Abimin birkaç kişi dışında kalan herkes için korku filmi gibi bir adam olmasında zevk alıyordum genellikle. “At dedi bu sana bayağı, duydun inşallah.”

Berke panikle Kerem’in üstüne doğru atlayıp susturmaya çalışırken boğuşmalarında ezilen Sude ittirerek aralarından kalkıp Güneş’in yanına geçti.

O sırada içeriye Lal ve Müge abla girdiğinde herkes oraya dönmüştü.

Birkaç dakika rötarlı gelme sebepleri neydi bilmiyordum ama ikisi de gayet sakin ve huzurlu duruyorlardı. Bu nedenle umursamadım bile.

“Tepişmeyin çocuğum, ne oluyor üst üstesiniz?” diye hayretle Kerem ve Berke’ye bakan Müge ablanın şok dolu ifadesine sırıttım. “Doğal yaşamları böyle Müge abla, sen boş ver.” dediğimde kısa bir an bana baktı. “Sırıtacağına müdahale etsene Tuna, ayıp ablacım.”

Lal’in antişiddet savunuculuğunun nereden geldiğini araştırmama gerek bırakmayan Müge ablaya şirince gülümsedim. “Edeyim tabi,” diyerek ayaklanıp Kerem’i çekerek Berke’den ayırdığımda ikisini zıt yönlere ittirerek aralarına oturdum. Ellerimi birbirine çarparak temizlermiş gibi yaptım. “Hallettim.”

Müge abla bana yalancı bir ayıplamayla baktıktan sonra bulduğu bir boşluğa oturdu. Ardından sakince ve hafifçe gülümseyerek Sude ve Güneş’in olduğu tarafa döndü. “Hoş geldiniz,” diyerek samimiyetle konuştuğunda onları izlediğimiz belli olmasın diye bakışlarımı saçma sapan yerlerde dolaştırıyordum.

“Hoş bulduk Müge abla,” diyerek ilk konuşan kimseyi şaşırtmayarak Sude oldu. Güneş ise gülümsemekle yetinmişti. Hafif gergin olduğu her halinden belli oluyordu.

Küçücük bir sessizliğin ardından Müge abla boğazını temizler gibi kısık bir ses çıkarttı ve ardından tekrar konuştu. “Güneş,” dediğinde gözlerim irileşmişti. Güneş benden de beter görünüyordu. Sözlü sınav sırasında adı okunmuş gibi kalmıştı öylece.

“Hı?” gibi bir ses çıkartabildi. Lal’in kıkırtısını duymuştum bu tepkiye.

“Teşekkür ederiz Güneşcim, dışarıda da bir şeyler bakmıştık daha önce ama senin çizimin en güzeliydi. Onu kullanacağız.”

Konunun ne olduğunu anlayamayınca kaşlarım biraz çatılmıştı merakla. Güneş ise hemen Lal’e döndü. “Lal!” dedi yakınır gibi. “Söylemeyecektin hani, kandırdın mı?”

Lal dudaklarını bükerek abimin oturduğu koltuğun kolçağına yerleşip onun arkasına saklanır gibi yaptı. “Ehehe-” gibi komik bir ses çıkartmakla yetinmişti. Tipine dayanamayıp güldüğümde abim de benden farksızdı.

“Neden söylemesini istemediğini tahmin edebiliyorum Güneş,” diyerek Müge abla araya girdiğinde Güneş çekingence ona döndü. “Ama lütfen böyle yapma, ben sana ne kırgın ne de kızgın değilim. Asıl benden kaçıp, varlığımdan tedirgin olduğunda üzülüyorum inan ki.”

Güneş’in dudakları titrer gibi oldu. Bu ifadeye ablamdan ve Lal’den alışkındım. Musluklar açılacak, ağlayacağım şimdi demeye çalışıyordu.

Müge ablanın ona şefkatle gülümsediğini gördüm. Hemen ardından ayaklandı. Çınar’a başıyla hafif sağı işaret ettiğinde o da ikiletmeden koltukta kayarak yer açmıştı. Müge abla Güneş’in yanına oturup onu Sude ile arasında bıraktıktan sonra Güneş’in Çınar kalkınca boşa çıkan elini sıkıca tuttu. “Sen de, Lal de çok güçlü iki kız çocuğusunuz. Geçmişinizde her ne varsa onun sorumlusu siz değilsiniz, en azından bu benim için böyle. Samimiyetle söylüyorum bunu, anlaştık değil mi?”

Güneş aceleyle başını salladığında burnunu çekti bir yandan da. Müge abla onu kendine doğru çektiğinde de kollarını sıkı sıkı ona sarmıştı. Onlar sarılıyorken karşı koltukta abime koala gibi dolanmış, kızarık burnuyla seyir halindeki Lal’i gördüğümde dudaklarım kıvrıldı. Bu biraz buruk bir tebessümdü.

Bir dakika gibi bir süre geçmişken dayanamayarak araya girdim. “Sevgi yumaklarınızı bölmek gibi olmasın da… Neyi çizdi Güneş? Bakın Sude meraktan ikiye ayrılacak birazdan.” diyerek kendi merakımı Sude’ye itelerken tüm dikkatler bana çevrilmişti.

“Destekli salla bari be, ben biliyorum zaten konuyu.” diyen Sude’ye yazıklar olsun der gibi baktım. “Siz üçünüz bizi dışlıyorsunuz resmen.”

“Hak ettiğinizi veriyorlar diyelim, aferin kızlarıma.” Abim hızla destek atınca ona baktım ters ters. “Gördüğüm en cinsiyetçi insansın abi, ama dünyaya ters bir bakış açısıyla.” Bana göz kırpmakla yetindi. Demir Özkan’ın nefes alırken bile havalı olmasından çokça şikâyetçiydim. En azından bize de bu özelliğini gen aktarımıyla verseydi bari.

Halime kıyamayan şaşırtmayan bir biçimde Lal oldu. “Hani Güneş çok güzel şeyler çiziyor, tasarlıyor ya hep; işte ben birazcık ısrar ve rica edince bir şey daha tasarladı.”

“Neymiş o?” dedim başımı sorarcasına sallarken.

Lal tatlı bir gülümsemeyle abimin saçlarına yanağını yasladı yüksekte olmasının avantajını kullanarak. “Annemlerin davetiyesi…”

 

 

~

 

 

“Böyle apar topar hiç içime sinmiyor, kız istemesiz nikâh mı olur?”

Ablam karşısında duran Uras abime zorla taktırdığı papyonunu düzeltirken sabır dilercesine başını hafifçe geriye attı. “Hayatım yetmez mi artık? Abim senden Müge’yi istesin de vermeme şakası yapabil diye günlerdir paraladın kendini.”

Dayanamayıp kahkahayı patlattım. Gerçekten elinden gelen her şeyi yapmış olsa da başaramamıştı. Müge abla yalvarmalarına bir noktada ikna olacak gibiydi ama Demir Özkan asla taviz vermemişti.

Kucağımda duran Gülin de ben gülünce bir şey anlamasa da eşlik ettiği için tatlılığına dişlerim kamaşınca yanaklarına yapıştım hemen. “Neye gülüyorsun kız sen?” Öpücükle ısırık karışımı bir biçimde yanaklarını talan ederken huylanarak daha da gülmeye başladı.

Beyaz tombul yanakları kızarmaya başladığında kıyamayarak geri çekildim. “Yavaş öp yavaş, narin bir gül o. İnsan ol sarı kafa.”

Uras abim bana azarlar gibi sesleniyor olsa da kendisinin severken Gülin’de kalıcı izler bırakmışlığı bol olduğundan onu ciddiye almaya gerek duymadım. Ablam da benim gibi düşünüyor olacak ki papyonuyla işi bitince kocasını ileri ittirdi. “Sen mi söylüyorsun bunu?”

“Yavrum susar mısın? Kocanın tarafını tutacaktın hani her konuda?”

“Biz bu konuda ne zaman anlaştık?” diye sordu ablam hayretle. Uras abim cevabını çoktan hazırlamış olduğunu belli eder gibi hiç duraksamadı. “Altı yıl önce, soyadımı alırken Peri’m.”

Ablamın sırıttığını görünce ağzımdan ayıplar sesler çıkarttım. “Gel Gülin, ebeveynlerinin romantizm saati gelmiş. Biz salona geçelim de psikolojin bozulmasın.”

Gülin söylediklerimin ilk iki kelimesinden başka bir şey anlamamış olmalı ki ellerini çırptı. “Didelim danacım.”

Her şeye ikna oluyordu. Odadan çıkarken kaşlarımı çattım. “Gülin,” dedim ciddiyetle. “Her gel diyene gidelim deme, kandırırlar seni dayısının güzel bebeği.”

Gülin ona anlamadığı şeyler söylememden darlanmış olacak ki oflayıp puflayıp omuzuma vurdu. -yn: Tuna’nın bilmediği kelimelere küfür muamelesi yaptığı Dert Bebesi bölümleri…-

Ablamlar birkaç dakika içinde aşağıya geldiğinde artık evden çıkmamız için bir engel kalmamıştı. Hepimiz hazırdık, kararlaştırdığımız saat de gelmek üzereydi.

Arabanın arka koltuğunda yanımda Gülin’in bebek koltuğu ile birlikte yolculuk etmekteyken telefonumdan gelen bildirim sesiyle elimi cebime attım.

Peş peşe gelen mesajların ait olduğu ismi okumak bile gülümsememe yeterken hızla bildirimin üzerine dokundum.

*

Gece kuşu: Tunaaa (16.15)

Gece kuşu: Ben çok heyecanlıyım halen hani geçecekti birazdan

Gece kuşu: Annem benden daha kötü diye belli etmemeye çalışıyorum ama kalbim ağzımda atıyor

Gece kuşu: İnsanın anne ve babasının evliliğine bu kadar yakından dahil olması çok garipmiş

Sabahtan hatta geceden beri defalarca kez konuşmuştuk. Dün zaten hepimiz onların yanındaydık son ayarlamalar için. Lal, abim ve Müge abladan daha heyecanlıydı kesinlikle. Dışarı yansıtmadığını sanarak kendisini kandırsa da onun dışında herkes bunun farkındaydı.

Saat yaklaştıkça heyecanın azalacak diye kendisini kandırmak zorunda kalmıştım beyaz bir yalanla. Yoksa ne uyuyabilecek ne de sabahı öğlene bağlayan saatleri bayılmadan geçirebilecekti.

Tuna: Tüh be(16.16)

Tuna: Yanlış tahmin etmişim geçmedi mi heyecanın

Gece kuşu: YOK GEÇMİYO

Gece kuşu: Üç kere makyajımı silip baştan yaptım aklım dağılsın diye

Gece kuşu: Yüzüm aşındı silmekten galiba

Tuna: Ya güzelim hhalkdlkpğewkf bi sakinleş nolur

Tuna: Bak bir saatten az kaldı nikaha zaten

Tuna: Yolda değil misiniz siz?

Gece kuşu: Yoldayız

Gece kuşu: İkisi birbirine dalıp gittiği için ben arka koltukta panik atak geçiriyorum

Gece kuşu: İhmal ediyorlar beni

Gece kuşu: Bi saniye bekle tripli tripli bakıp gelicem hemen (16.19)

Gerçekten çevrimdışı olmasına gülerken telefonu kısa bir süreliğine kucağıma bıraktım. Gülüşümle arabadakilerin dikkatini çekmiştim.

“Lal mi?” diyerek hemen nokta atışı yapan Uras abime kafamı salladım. “İnsanı bir tek aşk böyle içten güldürüyor zaten.”

“Abi yan koltukta karın var böyle cümlelerle kimi düşürmeye çalışıyorsun sen? Halletmişsin yıllar önce bu işleri, rahat olsana.”

Ablam kıkırdayarak bana omuzunun üzerinden baktı. “Boşamayayım diye yapıyor birtanem, işini sağlama alıyor.”

Uras abim yüzünü iğrenç bir şey duymuş gibi buruşturdu. “Hayra aç ağzını Peri.”

Gülin’in kendi kendine oyalandığı peluşunu dürttüm. Ablamları kendi hallerine bırakıp Gülin’in omuzuna doğru eğildim. “O kadar şanslısın ki dayıcım, büyüdükçe anlayacaksın anne ve babanın senin için kocaman birer şans olduğunu ama şimdiden aklında bulunsun olur mu? Biz ne kadar şanssızsak, sen bir o kadar şanslısın. İyi ki de öylesin.”

Fısıltıyla konuştuğum ve dibine kadar girdiğim için ablamların beni duymadığından emindim. Söyleyeceklerim bitince yanağından küçük bir öpücük çaldım. Ardından telefonumdan yeniden bildirim sesi duyulunca, sevgilimi sakinleştirme görevime geri atanmıştım.

Nikâh sonlanana kadar görevimde başarılı olmaya devam edersem, benden iyisi yoktu.

Dakikalar sonra araba duracakmış gibi yavaşladığında nikâhın kıyılacağı yere vardığımızı anlamıştım. Kalabalık ve şamatalı bir töreni aramızdaki kimse pek hevesle karşılamadığından, özellikle de Müge abla her şeyin en sakinini sevdiğinden dolayı sadece nikâh kıyılacaktı burada. Daha sonra pek çekirdek sayılamayacak aile üyeleriyle birlikte kendi aramızda gerçekleştireceğimiz yemek ve kutlamaya geçecektik.

Ağustos ayının ilk haftası geride kalmışken hava delicesine sıcaktı. Arabadan indiğimde bunu, yüzümü saat neredeyse beş olmasına rağmen yalayan sıcak esintiyle bir kez daha hatırlamıştım.

Gülin’i almak için ben yönelmeden önce babası çoktan inip ona yaklaşmış ve kucaklamıştı. Ben de ablamın yanına adımlayıp koluma girmesi için hafifçe kolumu büktüm. Tatlı bir gülümsemeyle baktıktan sonra yanağımı öpüp koluma girdi.

“Ya sen ne zaman büyüdün de ben seni kucağıma almak yerine koluna giriyorum?” Gözlerimi belerttim hemen. “Abla beni en son kucağına en az 10 yıl önce almışsındır. Abartmasan mı canım Peri’m?”

Gülüşerek biraz ilerisine park etmiş olduğumuz binaya doğru yürümeye başladık. Sağımda ablam, sol tarafımda da kucağında Gülin ile birlikte Uras abim vardı.

“Sona mı kaldık biz, gelmiş herkes.” Ablamın işaret ettiği yere döndüğümde bina girişinin çaprazında bulunan kalabalığı görmüştüm hemen. Tanıdık yüzlerle dolu kalabalıkta bakışlarımı dolandırınca ablama hak vermiştim. Gelin de dahil olmak üzere herkes buradaydı. Bir tek biz eksiktik.

Bir de…

“Damat kaçtı mı? Ben bulup gelirim Müge sakin ol lütfen.” Uras abim eksiği başka bir yolla dile getirdiğinde kalabalığın tamamı gelişimizi fark etmiş oldu.

“Kucağındaki çocuğundan utan da bir sus artık yaban devesi.” Kadir amca herkesin aşina olduğu hitabıyla oğlunu paylarken ablam direkt Müge ablaya doğru ilerlediği için kolum boş kaldı. Uğultulu bir biçimde aynı anda birden fazla sohbet ilerlemeye başlamışken gözlerimi etrafta dolandırdım.

Aradığımı bulmam çok uzun sürmemişti.

En uzağımda duran Lal’i görür görmez belli olmayacak bir biçimde yutkundum. Elbisesini birkaç kere görmüştüm, ama bunlar elbise basit bir askının üzerindeyken gerçekleşen eylemlerdi. Şimdi kendi üzerindeyken nefes kesici görünüyordu. Üç kez baştan yaptım dediği makyaj, alışkın olmadığım bir biçimde gözlerini ortaya çıkartmışken makyajsız hali bile gözlerimi alan bakışları delici görünüyordu.

Hesapladığımdan biraz daha uzun süzmüş olmalıydım ki kulağımın dibinden bir öksürük sesi yükseldi. “Kem gözlerini kızımın üzerinden çek istersen.”

Abimin sesini gaipten duymuş gibi yerimde irkilince herkesin halime gülmesine sebep olmuştum. “Kaçmamışsın,” dedim boş bulunarak. Uras abimin kalabalığı bastıran büyük bir kahkaha attığını duymuştum hemen sonra.

“Ne diyorsun oğlum içip mi geldiniz evde şu değişikle?”

“Abi birazdan evlenip barklanacaksın diye Uras’ı böyle bi’ kenara atamazsın, sizinki yarım kalmış olsa da unutulmaz bir aşkt-…”

“Mert!” diye aynı anda böğüren Uras-Demir ikilisi Mert abimin yan yan kayıp Simge ablanın arkasına saklanmasına sebep oldu. “Aşkım bunlar dövecek beni sanırım, eve gidelim.”

“Sen git ben geleceğim arkandan hayatım, koş hadi.” Simge ablanın tepkisiyle Mert abim yazıklar olsun der gibi bakmakla yetindi. Ardından diğer yanında bekleyen Lal ve Güneş ikilisini buldu bakışları. “Neyse burası da sağlam bayağı, kız kayın azıcık sizin arkanızda saklanacağım.”

İkisi de birbirinden -abimin deyimiyle- saftirik olan ikili ciddi bir şekilde kayıp Mert abime yer açınca abim kıyamayıp gülerek onları kolunun altına aldı.

“Misafirlerin hepsi salondalar, biz buradayız sadece. Girelim mi artık?” Demir abim biraz önce nerede olduğunu böylece belli ederken Müge ablaya baktım hemen. Heyecandan titriyormuş gibi görünüyordu.

“Evet demeden bayılmasa bari,” diyerek şaka yapan Baran abi kafasına Oktay abimden darbe aldı. “Yürüyün içeri hepiniz, bayıltacağım ben şimdi tek tek sizi.”

“İnsan ciddiye alıyor ister istemez, doktor ya bir de. Saplar iğneyi kıçımıza başımıza, yürüyün.” Birkan abinin öncü olduğu konuşmayla birlikte içeri doğru bir hareketlilik başladı.

Herkes merdivenleri çıkmaya başlamışken geride kalmasından faydalanarak Lal’i kolundan yakalayıp yavaşça kendime yasladım. “Sen nereye gece kuşu?”

Koluna gaspçı yapışmış gibi panikle bana döndü önce. Bakışları beni bulur bulmaz rahatlamıştı. “Hı?” diye mırıldandı söylediğimi duymadığını belli ederken.

“Diyorum ki güzelliğinle öyle uzaktan uzaktan beni büyüleyip nereye koşturuyorsun hemen sevgilim?”

Gözleri kısılıp bana sıcacık hislerle baktığında tek cümlemle bütün modunun değişmesine gülümsedim. “Teşekkür ederim,” dedi eliyle yanağıma dokunurken. “Sen de çok yakışıklısın, takım elbiseyle ikinci kez görüyorum gerçi ama.”

Mezuniyet balosundan bahsediyordu. Üç hafta önce Sude’nin yakarmalarıyla katıldığımız korkunç bir etkinlikti. Ben tüm süre boyunca mutsuz mutsuz otururken Lal de kıkır kıkır gülerek halimi izlemişti. Unutulmaz bir gece olup olmadığı tartışılırdı.

“Hatırlatma şunu Gece, lütfen.”

Gülüşü kuvvetlendi. Kalabalıktan geriye sadece ikimiz kalmıştık. Bunu fırsata çevirerek dudağının kenarına küçük bir öpücük bıraktım. Gülüşünden öpmeye çalışmış olsam da sanki gülüşünü durdurmaya çalışmışım gibi dudakları hemen düzelmişti. Bunun biraz da şaşkınlığından olduğunun farkındaydım, öpmemi beklemiyordu.

“Büyüleyicisin gece güzeli, büyün bir tek bana işlesin hep olur mu?”

Yanağımda duran eliyle elmacık kemiğimi okşadı hafifçe. Başını yavaş yavaş onaylar anlamda salladı. “Olur, seve seve olur hem de.” Kollarını boynuma dolayıp sarıldığında tebessüm ederek sırtına dokundum. Elbisesinin sırtında büyük bir açıklık bulduğumda burnumdan uzunca bir nefes vererek içimden dert yanmakla yetinmiştim.

Kıskançlıktan olduğum yerde ikiye de ayrılsam ağzımı açıp tek kelime etmeyecek, hevesini de heyecanını da katletmeyecektim. Bana bir kadını nasıl sevmem gerektiğini öğreten, daha doğrusu gösteren örneklerin yüzünü kara çıkartamazdım. Gerçi bu halim olsa olsa Oktay abimin etkisi olabilirdi, Demir-Mert-Uras üçlüsünün tepkilerini kontrol edebileceklerinden pek emin değildim. Ama bir şeyden emindim; hiçbiri kendi kıskançlıklarına yenik düşüp sevdikleri kadını kıracak kadar delirmezlerdi.

“Ay!” diye bir anda cırlayarak geri çekilen Lal’e şok içinde baktım. Canını mı acıtmıştım?

“Ne oldu?”

“Geç kalıyoruz, başlayacaklar şimdi Tuna. Yürü yürü, hatta koş!”

Başımı geriye atarak gülerken beni salona doğru çekiştirmesine izin verdim. Anne ve babasının nikâhına şahit olmak büyük çoğunluğa denk gelebilen bir şey değildi. Lal bu konudaki şansını biraz daha oyalanırsak kullanamadan kaybedecekti.

İçeri girdiğimizde henüz abimlerin gelmediğini gördüğüm için rahatlamıştım. Ön tarafta bizimkilerin kapladığı sıralara doğru ilerlerken içerisinin tahmin ettiğimden daha kalabalık oluşunu inceliyordum bir yandan da. Onun arkadaşı, bunun tanıdığı derken kalabalık olmasın denilen törene bir salon dolusu insan eşlik edecekti belli ki.

Bizim için boş bırakıldığı belli olan, Mert abim ve Eda yengem arasında kalan boşluğa geçip yerleştik. Lal’in elini oturduğumuzda da bırakmamıştım. Bırakırsam devrilecek gibi duruyordu, gerçi sağlam dursa da bırakmaya niyetli değildim zaten.

Kısacık bir süreden sonra karşımızda duran kürsümsü yerin arkasındaki kapı açıldı. Salondan büyük bir alkış koparken üzerindeki beyaz, dizlerine doğru daralan elbiseyle abimin eline sıkıca tutunan Müge abla göründü. Arkalarında da nikâh memuru girmişti.

Lal’e ve kendime alkışlamak için zaman tanıyarak elimi elinden çektim. Sürekli fotoğraf çekimi ile ilgili dert yanan Lal’i, Simge abla ve Sude halledeceklerini söyleyerek rahatlatınca şu an bunu düşünmesine gerek kalmamıştı. Kocaman gülümseyerek alkışlıyordu rahatça.

Heyecanın nikâh yaklaştıkça geçecek yalanım sanırım şimdiden sonra gerçeğe dönmüştü. Ferahlamış gibi duruyordu. Abimlere bakmak yerine Lal’i süzdüğüm için kendime gelmeyi deneyip karşı tarafa döndüm.

Abim, Müge ablanın sandalyesini çekti ve yerlerine yerleştiler. Nikah memuru da yerine oturmuştu bu sırada. Mikrofona uzandıktan sonra küçük bir ses denemesi yapıp izleyen kalabalığa döndü. “Şahitlerimizi de alabiliriz buraya.”

Şahitlerin kim olacağı konusu son günlere kadar pek açılmamıştı aslında. Herkes tahmin yürütüyor olsa da müdahale etmek istemediklerinden abimlere kimse bir şey dememişti.

Az önce içeriye el ele giren çift gibi, sıkı sıkıya birbirlerine tutunarak kürsüye doğru ilerleyen ikiliye baktım gülümseyerek. Ablam, Müge abladan farksız bir biçimde Uras abi eşliğinde onlara doğru gidiyordu.

Bu sahneye bakan çoğu kişinin, Uras abimi şahit olarak seçenin Demir abim olduğunu zannetmesi doğaldı. Durumu bilmesem ben de Müge ablanın, ablamı seçtiğini ve abimin de Uras abimi seçtiğini düşünürdüm.

Fakat durum tam tersiydi.

Abimin şahidinin ablam olması konusu tereddütsüzdü. Demir abim için bu dünyada özel sayılan birkaç kişi vardı, sevdiği ve değer verdiği insanlar tabii ki daha boldu ama bahsettiğim özel kavramı biraz farklıydı. O özellerden biri yanında ona evet demek için bekliyordu, bir diğeri yanımda benim elimi tutmaktaydı ve üçüncüsü -ama aslında ilki- mutluluğuna resmi olarak da şahitlik edecekti.

Uras abimin orada ne işi olduğunu sorarsanız da… Başta tamamen Demir abimi sinir etmek ister gibi Müge ablaya abin olayım diyerek kendini ortaya atmasıyla filizlenmişti bu. Yaş olarak pek farkları olmasa da büyük olan kendisi bile değildi zaten ama derdi hem o kötü zamanlarda yüzleri güldürmek hem de abimle uğraşmaktı gerçekten.

Hesaplayamadığı minik bir ayrıntı vardı ki, ister istemez kendisini gerçekten Müge ablaya abilik yaparken bulmuştu. Aralarında tatlı bir bağ oluştuğunun hepimiz farkındaydık. Her ne kadar haftalarca kız isteme dalgası geçip durmuş olsa da gerçekten kız kardeşini evlendiriyormuş gibi olduğunu belli ediyordu.

Müge abla, Uras abime ‘nikâh şahidim olur musun’ diye sorduğunda Uras abim her zaman yaptığı gibi şakalar yapmaya başlasa da duygusallaştığını ve bir o kadar da mutlu olduğunu biliyorduk.

Lal ise konuya bambaşka bir bakış açısı getirerek zaten şahitlerinin bir çift olması gerektiğini savunmuştu. Bunun uğur getirmesi olasıymış. Uğura ihtiyacımız yok diyerek babası tarafından paylansa da pek taktığı söylenemezdi. İlginç bir biçimde Lal’in umurunda olmayan tek azarlar abimden çıkıyordu. Hani şu bakışlarıyla insan kaçıran Demir Özkan’dan bahsediyorum…

Nikah memuru klasik girizgahı yaparken karşımdaki manzarayı izliyordum keyifle. İlk olarak sorusunu Müge ablaya yöneltti adam.

Masanın altından sıkıca el ele tutuştuklarından emindim. Müge abla yine de dönüp birkaç saniye abime baktı. Ardından -sanırım ondan bugüne dek duyduğum en yüksek sesle- “Evet!” diye yanıtladı.

Büyük bir alkış tufanı daha koptu. Ardından benzer soru abime yöneltildi. Hiç duraksamadan, duymaya alışkın olduğumuz tok sesiyle “Evet!” dedi o da.

Alkış sesi son bulduğunda memur ablamlara döndü. “Siz de şahitlik ediyor musunuz?”

“Ediyoruz,” diyerek aynı anda konuşan ikilinin gelin ve damattan daha heyecanlı durmaları salonda hafifçe gülüşmeler yükseltirken ben de güldüm.

Tıpkı açılış gibi kısa bir kapanış klasiği ile birlikte aile cüzdanını Müge ablaya uzatan memur ile birlikte salonun çoğu gibi biz de ayaklandık.

Ne konuştuklarını duyamadım ama Uras abimin söylediği bir şeye hepsinin güldüğünü görebildim. Müge abla cüzdanı sıkıca tutarken abim belinden kavrayarak alnını öpmüştü yavaşça.

Gülümserken bir an için bakışlarım yanımdaki bedeni buldu. Normal bir biçimde önüme dönecekken yüzünün halini gördüğümde hızla bir daha bakmıştım. “Lal!” dedim Gece demeyi bile akıl edemezken. “Ağlamasana güzelim.”

“Ama çok güzeller,” diyerek yanağındaki yaşlarla söylendiğinde diğer tarafındaki Mert abim haline gülümsedi. “Bırak ağlayacaksa mutluluktan ağlasın Tuna, en güzeli bu abicim. Hep bu yüzden ağlasın bundan sonra.”

Sessiz kaldım. Lal’in elini okşamakla yetindim. Bakışlarım kürsüyü bulduğunda abimin kaşları hafif çatık buraya baktığını görmüştüm. Belli ki Lal’in ağladığını fark eden tek isim biz değildik.

“Geç bile kaldı,” diye araya giren Eda yengeme güldüm. “Lalcim seni çağırıyorlar, gitsene yanlarına.” Demir abimin eliyle ‘gel’ yapmasını doğal olarak Lal’e yoran yengeme hak vermiştim.

“Belki beni çağırıyor yenge, hakkımı yedirtmem.” Mert abim oyuncu bir tavırla yüzünü ekşitirken Lal onlara kıkırdayıp eliyle yüzünü olabildiğince temizledi. “Korkunç muyum şu an Eda abla?”

Bizden umudu kesip direkt yengeme sormasına bir şey diyemedim. Bence halen mükemmeldi.

Yengem nereden çıkarttığını anlamadığım peçeteyle hızlıca yanakları sildi. “Çok güzelsin birtanem, koş koş.”

Lal cidden koşarak kürsüye ilerlerken salondaki kalabalığın bir kısmı da yavaş yavaş tebrik için oraya yanaşmaya başlamıştı. Buradan çıkışımız birkaç dakikaya hallolmayacak kadar uzayacaktı belli ki.

Varlığından haberimin bile olmadığı değişik insanlarla tanışıp durduğum yaklaşık bir saatlik sürenin ardından nihayet kalabalık gittikçe azalmış, hatta neredeyse geriye sadece biz kalmıştık. Yeni nikâh başlayacağı için salonu az önce boşaltmamız istenmişti. Bu yüzden bahçedeydik.

Hava henüz kararmamıştı ve hâlâ sıcaktı. Muhtemelen biz buradan ayrılıp ayarlanan yere geçene dek yavaş yavaş kararmış olurdu ve umuyordum ki serinleyecekti biraz.

Omuzuma yorgunca yaslı duran Lal’i saçlarından öptüm. “Ayağındaki ölüm makinelerini giymeseydin keşke, canının yandığını görebiliyorum.”

“Giymeseydim de cüce gibi gezseydim yanınızda değil mi?”

“Çok tatlı bir cücesin ama,” dedim kabullenerek. Ağzını örttü çok kötü bir şey duymuş gibi. “Cüce değilsin desene!”

Başımı geriye attım gülerek. “Yalan söylemek hiç huyum değil ya.” dedim abarta abarta.

Son misafirleri de yolculadığımızda geriye sadece iç çember olarak kalmıştık. “Araba kullanacak olan herkeste adres var, atmıştım. Orada buluşalım direkt.” Uras abim uğultuyu bastırarak konuşmuştu.

Yemek için deniz kenarında, sakin bir restoranı bir geceliğine kapattırmıştık. Zaten bu kadar kişi herhangi bir restorana kapatmadan girmemiz pek akıl işi değildi.

“Tamam o zaman, geldiğimiz gibi dağılalım karışmasın.”

Yavaş yavaş dağılmaya başladık. “Uras abi!” diye Lal birden seslendi. “Söyle abicim.”

“Ben sizle geleyim mi, Gülin’i çok özledim de çünkü.”

“Kızımı yalanlarına alet etme de gel Lal, Tuna’yı atarım arabadan boşa çabalamış olursun istersen.”

Diyaloglarını duyanlar gülerken Lal omuzuma doğru saklandı.

“Babayla anneyi satarsan öyle dalga geçerler halinle, Tuna sen bizle gel.” Demir abim hızla triplenince Lal iyice darlandı. Kafasını omuzumdan kaldırıp kaşları çatık halde bir babasına bir Uras abime baktı.

“İkinizle de gelmiyorum. Kadir amcayla gideceğim ben.” diyerek topuklarını vura vura Kadir amcanın çoktan ilerlemiş olan adımlarına yetişmek için hızlandı. Arkasından herkes gülerken ben somurtmuştum. “Kaçtı sizin yüzünüzden, ben de sizin eşlerinizi kaçırsam hoşunuza gider mi yani?”

Abimler aynı anda yanlarında duran eşlerine döndüler. Sonra bir daha bana baktılar. Yüzlerinde halimi anlamış bir ifade belirse de takmadım. Resmen sevgilimi kaçırtmışlardı. “Ben de Oktay abimlerle gideceğim, Kadir amca basıp gitti maşallah sanki mekânı açacak.” dedim onlara artık yetişemeyeceğimden.

Arkamda halime kahkahalar atan kalabalığı bırakıp abimin arabasına ilerlemiştim. Hepsi bir arada olunca baş etmek güçleşiyordu.

 

 

~

 

 

Havaya karanlık çökmeye çoktan başlamışken, birbirine eklenerek uzatılabildiği kadar uzatılmış olan masanın etrafında yirmi sandalye diziliydi. Babasının kucağında dinleniyor olan Gülin de eklendiğinde yirmi bir kişiye tamamlanan kalabalık, masanın çevresine kim nereye oturacak diye düşünmeden dağınıkça yerleşmişti.

Bambaşka hayatlara sahip, bambaşka kişiliklerle yaşamayı sürdürüyor olan kalabalığın bu farklara rağmen birbirleriyle silinmez ortak noktaları olduğu da ortadaydı. Herhangi iki kişiyi tutup birbiriyle başbaşa bıraktığınızda birbirinden çekinecek kimse yoktu kalabalığın içerisinde.

Masanın ortalarına doğru, sandalyeleri birbirlerine fazlasıyla yakın biçimde yan yana oturuyor olan Demir ve Müge birden fazla sohbetin yarattığı tatlı uğultuya yalnızca dinleyerek katılmayı tercih ediyorlardı şu an için. İkisi de -özellikle de Müge- birkaç saat kadar önce evlenmiş olmalarının gerçekliğini henüz tam sindirebilmiş değillerdi.

Demir, bir süredir kulak veriyor olduğu Oktay tarafından anlatılan konu sona ererken yavaşça soluna doğru döndü. Müge’nin bakışlarının masanın her yanında geziniyor olduğunu fark etmişti hemen. “İnci’m,” diye seslenerek ilgisi çekmeyi umdu. Sandalyeyle bedeninin arasındaki boşluktan yararlanarak hafifçe belini kavramıştı aynı anda da.

“Rahat mısın yavrum?” diye sordu ilgiyle. Müge zaten rahat hissediyordu fakat aksi olsaydı da Demir’in sesi ve dokunuşuyla çoktan rahata ermiş olacağı kesindi. Onaylar biçimde başını salladı. “Evet ama yoruldum biraz, konuşmaya halim kalmadı. Dinliyordum masadakileri.”

Demir, parmaklarıyla karısının belini okşadı yavaş yavaş. “Sonlandırmak istediğinde kalkarız, anlayışla karşılarlar.”

Müge başını onun omuzuna doğru bıraktı dingince. “İstemem ki sonlandırmak, insan yıllarca özlem duyduğu aileyi bulduğunda yanlarından ayrılmak ister mi Demir?”

Demir derin bir nefes aldıktan sonra dudaklarını yavaşça saçlarına bastırıp öptü. “İstersen hepimizin ortak yaşaması için bir ev alalım.” dedi hafif alayla. Müge kıkırdadı bu fikre hemen. “Üçüncü gün evdekilerin büyük çoğunluğunu sinir krizi geçirip kov diye mi hayatım?”

“Sen istiyorum dersen, hallederim inci çiçeği. Uras ve Mert de dahil bak, açık çek sunuyorum.” Müge daha yüksek sesle güldü eklediği isimlere. “Teşekkür ederim bu çek için ama hepimizin ruh sağlığı için şimdilik ayrı evlerde yaşamaya devam edebiliriz.”

“Nasıl istersen Müge Özkan.”

Müge adının yanına eklenen beş harfi duyduğunda o an için kimse göremese de gözlerinde pırıltılar yeşermişti. “Demir,” diye mırıldandı yanağı omuzuna yaslıyken. Demir yavaşça sırtını ve belini sıvazlamaya devam ediyorken yanıtlamıştı. “Söyle güzel karım?”

“Ben yıllar da geçse senin, sizin gerçek oluşunuza inanamayacak gibiyim. Nasıl bir şey bu?”

Demir dudaklarını kıvırdı duyduklarına. “Güzel bir şey, İnci’m. Hak ettiğiniz kadar güzel bir şey bu, hep öyle kalmaya devam edecek. Sen inanamasan da başını çevirdiğin her yerde beni, bizi göreceksin hep. Anlaştık mı?”

Müge’nin huzurla mırıldandığı onay tamamlanamadan masanın sağ ucundan çaresiz bir yükseldi. “Baba!”

Masada birden fazla baba vardı. Ama bu yakarış Demir’eydi.

Demir başını çevirerek Lal’in oturduğu kısma döndü. Yanındaki isimleri gördüğünde dayanamayıp burnundan nefes vererek gülmüştü. Berke-Mert-Birkan-Baran- dörtlüsü tarafından ada gibi çevrilmişti. Uras eksikti bir tek, onu da sağ olsun Gülin oyalıyordu.

“Ne yapıyorsunuz oğlum siz orada ablukaya almışsınız çocuğu?” diyerek Demir’den önce Kadir konuştu.

“Sohbet ediyoruz Kadir amca, sıkıldı herhalde annesini babasını istiyor. Bir şey yok.” Baran bebekten bahsediyormuş gibi açıklayıp kendisini ve ekip arkadaşlarını temize çıkartmaya çabalarken Demir, Lal’e göz kırptı. “Ne oldu kara böcek? Ne anlatıyorlar sana orada?”

Lal yanındaki Berke’yi ittirip ayaklandı. “Tuna’nın çocukluk aşkını!” diyerek masaya bir nevi bomba bıraktığında gözleri irileşen Tuna yerinde ablasına doğru devrilir gibi olmuştu. Beş dakika yalnız bırakmıştı sevgilisini, sadece beş.

“Lan manyak mısınız? Akşam akşam delirtmişsiniz kızı.” dedi Uras uzaktan ayıplarken. “Gel abim sen buraya otur ben onların yanına geçerim.” Tuna’nın yanındaki yerden ayrılıp Lal’e yer açtı Gülin ile birlikte yürürken.

“Sarışınmış!” diye kendi kendine konuşuyordu Lal bu sırada. “Mavi gözlüymüş, kıvır kıvır saçl-…” Az önce uzun uzun kendisine anlatılan çocukluk aşkını ve kendisiyle asla eşleşmeyen fiziksel özelliklerini sayıklarken masanın ucundan diğer tarafa yürümeye başlamıştı. Herkes kendisini gülümsemesini yarı gizleyerek izlerken masanın büyük bir kısmı bahsedilenin kim olduğunu çoktan kavramıştı.

Cümleyi tamamlayamadan önce gözleri biraz sonra oturacağı yeri tararken, Lal de sonuca biraz geç de olsa ulaşmıştı aslında.

Ellerini beline yaslayarak cazgır bir tavırla kendisini delirten dörtlüye döndü. “Ya çok kötüsünüz siz!” dedi mızmızlanarak. “Nilperi abladan bahsediyordunuz değil mi? Her an görüşüyorlar dediniz bir de bana!”

Masadan etrafı inleten kahkahalar yükselirken Tuna da olmayan çocukluk aşkını bulmaya çabalamaya ara vermişti bu sırada. Anlaşılan sevgilisini her zamanki gibi oyuna getirmişlerdi.

Çatık kaşlarıyla Uras’ın boşalttığı, Tuna’nın yanında kalan yere geçti Lal. Tuna’ya doğru yaslanıp masada kendisine gülenlere tavır alırken bir yandan da içinden şükrediyor olduğunu kimse bilmiyordu kendisinden başka. Kahkahalarla, birbirine koşulsuz sevgi duyan bu kalabalığın verdiği güvenle sarmalanmışken Lal’in huzurdan eli ayağı birbirine giriyordu bazen. Yabancılamamaya henüz alışamadığı bu hisler, hep sürsün diye dilinden şükürler dökülüp duruyordu.

Masanın odağı biraz sonra dağılıp grup grup bambaşka sohbetler dönmeye başladığında Tuna bulunduğu konumun güzelliğinden faydalanarak diğer omuzuna da sağında oturan ablasını çekti yavaşça. “Masanın en güzel yerinde ben oturuyorum resmen. Fark edilene kadar keyfini süreceğim.” dediğinde Nilperi ve Lal aynı anda güldüler.

“Sana güzel ablacım, ne yapsınlar yoksa bizi. Değil mi Lal?” diyerek kendini oyuncu bir tavırla acındıran Nilperi’nin haline Lal kıkırdadı. Başını salladı hafifçe.

Tuna ağzıyla olumsuz bir ses çıkarttı. “Yanılıyorsunuz Peri Hanım, masanın ortalarına doğru bakarsanız karısına sarıldığı halde yerimde gözü olan Demir Özkan’ı görme fırsatı bulabilirsiniz.”

Nilperi ve Lal aynı anda Demir’e doğru baktıklarında gördükleri manzaranın Tuna’nın söylediklerini doğrulamasıyla gülüşleri arttı. Demir geriye tek kolu kalmış olsa da Nilperi’yi oraya, Lal’i de kucağına yatırıp üçünü bir anda saracakmış gibi bakıyordu uzaktan.

“Gözü kalacak resmen, ayıp denen bir şey var.” Tuna, abisi duymadığı için rahatça atıp tutarken Lal hafifçe başını kaldırıp ona baktı. “Keşke seni duysaydı,” diye mırıldandı. Tuna şokla ablasına baktı ve Lal’i işaret etti. “Canımdan olayım istiyor duyuyor musun? Keşke diyor bir de.”

Lal kıyamayıp yanağını öptükten sonra yeniden omuzuna doğru yattı. “Şaka şaka, aramızda kalabilir.”

“Sağ ol güzelim ya, bu iyiliğini nasıl ödeyeceğim bilmiyorum ama.”

Nilperi sessizce onları dinlerken gözleri biraz burukça biraz da mutlulukla dolar gibi olmuştu. Onlara baktığında kendisini yıllar öncesinde gibi hissetmekten alıkoyamıyordu pek. Hâlâ ilk zamanlarda olduğu kadar heyecanla aşkını yaşasa da, Lal ve Tuna’ya bakmak onu Uras ile tanıştığı ilk yıllara sürüklüyordu bazen.

Birkaç dakika boyunca üçü de hiç konuşmadılar. Tuna’nın omuzlarını yastık olarak kullanırken ikisi de mayışmışlardı biraz. Masadaki gülüşler bir yükselip bir alçalıyor, eksiği olmayan muzip aile üyelerinden peş peşe şakalarla masa şenleniyordu.

Tuna masadaki konuşmaları dinlerken bir yandan da aynı anda ablasının ve sevgilisinin sırtını sıvazlamakla meşguldü. Herkesin yüzünde sahici tebessümler, bakışlarında mutluluk görürken aklına gelenleri de omuzlarındaki misafirlerinden sakınmadan konuştu.

“Bu sahne sizin eseriniz biliyorsunuz değil mi?”

Lal de Nilperi de duyduklarını tam anlayamadıklarından aynı anda başlarını hafifçe yükselterek Tuna’ya baktılar. Tuna bu hallerinin sevimliliğine dayanamayarak ikisini de alınlarından öptü birer kez.

“Hani şu attığınız ilk mesajlar diyorum, biri masanın diğer ucundaki Uras Kalyoncu’ya diğeri bana ulaşan mesajlar…”

Konu daha anlaşılır hale geldiğinde Lal hafif utançla omuzundaki pozisyonunu derinleştirirken Nilperi gülümsemişti.

Tuna haklıydı.

Masanın yarısı yıllar önce, Nilperi’nin değil sonunu bir mesaj sonrasını bile düşünmeden attığı mesajla birbirini bulmuştu. Kadir ve Yasemin çifti, yirmi yıl boyunca tek bir çocuk sahibiyken; gel zaman git zaman masanın büyük çoğunluğuna anne-baba gibi hissettirmeye başlamışlardı. Neredeyse gözünü açtığından beri sadece Uras’la olan Baran, ummadığı kadar yakın hissettiren dostlar edinmişti o mesajın başlattığı olaylar silsilesiyle.

Yıllar geçip giderken, Nilperi’nin mesajının başlattığı o süreç artık düzene binmiş ve herkes birbirine aile olmuşken; aslında ailelerinin henüz tamamlanmamış olduğunu ise Lal bilmeden Nilperi’nin benzeri bir mesajla Tuna’nın önüne çıktığında anlamışlardı yavaş yavaş.

Bu kez en yoğun değişimi Demir yaşamıştı. O mesaj Demir’e hem eş hem de hayalini kurduğu kız çocuğunu aynı anda bağışlamıştı. Yaşı ilerledikçe, her yıl artarak devam eden düşünceleri evlenmeyeceğini ve bu saatten sonra bir çocuğa babalık yapamayacağını kendisine ezberletirken kaderin planlarından hiç haberi yoktu.

Lal’in mesajı, insanların çoğu için ömrünün en güzel yılları olarak tanımlanan yılları dört duvar arasında bir canavarla geçiren Müge için kurtuluş olmuştu aynı zamanda. Bu belki de Demir’den ya da masadaki diğer herkesten daha yoğun bir etkilenişti.

“Boşuna küçük Nil demiyorlar sana, bilmeden aynı yerlere dokunmuşuz arada yıllar da olsa Lal.”

Nilperi sesini kısık tutarak yalnızca üçünün duyabileceği bir biçimde mırıldandığında Tuna gülümsedi. Lal ise huzurla gözlerini kapatmıştı.

“Mesajı attığımda Tuna’nın bir şekilde benim ‘iyi ki’m olacağını biliyordum, bunu hissederek topladım cesaretimi. Ama aklımı da kaçırsam, bana bu kadar çok ‘iyi ki’ verebileceğini hayal edemezdim o mesajın.”

Nilperi karşısındaki kızın kolunu okşadı hafifçe. Kendi hayatından yola çıkarak emin bir biçimde konuşmaya başladı. “En özeli de bu değil mi zaten? Hayal bile edemeyeceğin kadar güzel olanın gerçeğe dönüşmesi…”

Lal dudakları kıvrılırken yavaşça doğruldu. Gözlerini Tuna’nın gözlerine dikti. “Hayal bile edemeyeceğim kadar güzel olan…” dedi gözleri kısılırken. Tuna’yı ve Tuna’yla birlikte edindiği tüm her şeyi tanımlayabilecek bir tamlama bulmuştu sonunda.

Bu tanımı tek benimseyen de kendisi değildi. Tuna alnını onun alnına doğru bastırdı. Onu taklit ederek gözlerini kısarken dudakları aralandı.

“Hayal bile edemeyeceğim kadar güzel olan…”

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm