Sen Başkasın 10.Bölüm

 10.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

 

Ateş güne gözlerini araladığında genellikle göğsünde duran kuzuyu ve yan dönmüş bir şekilde kuzuyla bakışıp bir şeyler mırıldanan Umay’ı görmeye alışmaya başlamıştı.

Umay ondan erken uyanıyor ancak uyandığında yataktan kalkıp odadan çıkmak yerine kendisini kuzuyla oyalıyor ve Ateş’in uyanmasını bekliyordu.

Ateş gözlerini açar açmaz, bundan öncekilere benzer bir sabaha uyandığını düşünerek göğsüne bakmıştı hemen. Orada biri uzanıyordu ancak kuzuya benzer bir yanı yoktu uzanan kişinin.

Umay yanağı Ateş’in göğsünde, bedeni onunla bir T harfi oluşturacak şekilde yatakta ilginç bir konumda uyukluyordu.

Ateş onu düzgünce kolunun üstüne yatırdığını ve sırtını sıvazlayarak uyuttuğunu adı gibi biliyordu. Gece uykuya zor dalmış, sürekli sıçrar gibi uyanıp Ateş’in adını seslenmiş ve yanıt aldıkça da hiçbir şey söylemeden gözlerini geri kapatmıştı.

Sabaha karşı kontrol ettiğinde de Umay yanında düzgünce uzanmaktaydı. Belli ki normalde uyandığı saatlerde tekrar uyanmış ancak uykusunu alamamış olduğundan şekilden şekle girip geri uyumuştu.

Ateş bedenini kıpırdatmadı. Yastık olarak göğsünü kullanan ve bacaklarını yatağın diğer tarafına uzatan kızını izlerken tek yaptığı elini karnına doğru yaslamadan önce kenarda duran peluş kuzuyu yatağın uzak bir yerine postalamak olmuştu. Yatağa gerçek anlamda bir devin sığması mümkündü ancak Ateş kuzunun fazlalık olduğunu düşündüğünden ona üç santimlik bir yer bile ayırma taraftarı değildi.

Ateş, Umay’ın karnını usulca okşarken dün geceki halini düşünüyordu. Umay ağlamaya Erdemlerin yanından başladığında ciddi anlamda apar topar kalkmışlardı. Ateş, Umay’ı eve getirmenin ona daha iyi geleceğini düşünmüştü. Sinan ve Doğan’ın da yardımı olur zannetmişti hatta.

Umay’ı arabasının arka koltuğundaki demirbaşa dönüşen, hep orada takılı duran bebek koltuğuna oturturken içi gitmişti. Kucağından indiresi yoktu onu. Az önce yumrukladığı kuzuyu yanına iliştirip eve gidene kadar yerini devretmişti mecburen.

Umay mızmızlanmadan, kucağından inmek istemediğine dair hiçbir şey söylemeden başını omuzuna doğru düşürüp camdan dışarıyı izlemeye başladığında Ateş içten içe her şeye nefret kussa da sessizce direksiyona geçmiş ve eve sürmüştü arabayı.

Eve Umay kucağında girmiş, onun durgunluğunu fark eden Sinan ve Doğan’ın sonuçsuz çabalarını izlemişti.

Umay ikisine de hiç tepki vermemişti. Ateş daha fazla kimseyi yormadan Umay ile uyku hazırlıklarını yapıp odaya geçtiğinde ise onu konuşturmak için yine uğraşmıştı ancak Umay yeminli gibiydi.

Şimdi mışıl mışıl uyumakta olan kızına baktığında da dün akşamı yeniden yaşıyor gibi olmuştu.

Yarım saat kadar daha Umay olduğu gibi uzanmayı ve uyumayı sürdürdü. Bu süre boyunca Ateş kaçırmak istemediği bir sahnenin karşısındaymış gibi onu izlemişti. Ne kadar zaman geçerse geçsin bıkmadan bunu yapmaya devam edebileceğini çoktan kendisine itiraf etmişti. Saatlerce izleyebilirdi.

Umay önce ellerini hareketlendirip uykudan kopmaya başladığının ilk sinyalini verdiğinde Ateş dalgınlığını perdelemeye çalıştı olabildiğince. Umay gözlerini kırpıştırarak aralarken, daha görüşü bile netleşmeden seslenmişti. “Ateş,” diyerek gece ara ara yaptığı gibi konuştuğunda Ateş derin bir nefes aldı.

“Buradayım kızım,” dedi karnında parmaklarını gezdirmeyi bırakmadan. “Günaydın.”

Umay sesle birlikte gözlerini tamamen açmış, olduğu yerde sağa doğru devirmişti kendini. “Yünaydın,” derken yatakta emekler gibi bir pozisyondaydı. Ateş’in uzanıyor olduğunu gördüğünde kendisini biraz yukarı sürükleyip yastıklara doğru yaklaştı.

Ateş, Umay’ın uyumaktan şişmiş yüzünü ve mahmur bakışlarını izlerken dudaklarının kıvrılmasına engel olamamıştı.

Umay yastıklara yatacakmış gibi yaklaşsa da poposunu oraya yakın bir yere yaslayıp Ateş bir masaymış gibi onu önünde tutacak şekilde oturmayı tercih etmişti.

“Biliyoysun mu?” diye henüz tam normal yükseklikte çıkmayan sesiyle konuşunca Ateş merakla bakışlarını kıstı. “Neyi?”

“Ben… Ben yünaydın yaptım ama sen uyuyoydun, sonya kuzuya dedim ki biras daha uyumak lajım.”

Ateş gülümsedi. Tahminleri bu açıklama ile doğrulanmıştı. Umay erkenden uyanmış ancak geri uyumuştu.

“Kuzu ne dedi peki?”

Umay düşünür gibi biraz bekledi. “Uyumalışın dedi,” diye uydurdu hemen.

Ateş gülmeye başlarken bir yandan da uzanıp yüzüne yakın bir yerde duran kolundan öpmüştü kızını.

Yataktan kalkmaları biraz daha sürdü. Umay mırıl mırıl bir şeyler söylemiş, Ateş pürdikkat onu dinlemişti bu süre boyunca.

Umay en sonunda ‘çişim geldi’ diyerek konuşmayı sonlandırınca apar topar yataktan kalkmışlardı. Umay’ın hiç aksatmadığı ve aksatmıyor olduğunu da mutlaka Ateş’e gösterdiği yüz yıkama işi de bittiğinde Ateş onu giydirmiş ve kendi de hazırlanmıştı.

Merdivenleri Umay kucağındayken inen Ateş salona adımlamadan önce mutfağa uğramış, Umay’ın sütünü hazırlamalarını istemişti yardımcılardan.

Evin yardımcıları ile son haftalarda fazlasıyla karşı karşıya kalıyorlardı. Normalde -Umay’dan önce- çalışanlar Ateş evde yokken işlerini halleder, sonra da ayrılırlardı. Ancak artık hem Ateş bolca evdeydi hem de onların saatlerini Umay’ın öğünlerine uygun olacak şekilde kaydırmıştı.

İki lokmadan fazlasını yemeyen kızı için ilginç bir değişimdi aslında. Zira onun yediği tabakları evdeki herkes hazırlayabilirdi ancak Ateş her şeyin ne kadar iyi olabilecekse o kadar iyi olmasını istiyordu.

Umay’ın sütü onun rahatça tutabileceği bardağına doldurulduktan sonra masaya bırakıldığında Ateş uzanıp bardağı aldı ve omuzunda sessizce bekliyor olan Umay ile birlikte salona doğru ilerledi.

“Acıktın mı?” diye sordu bir umutla. Bu soruya evet cevabı aldığı günü, kutlu bir gün ilan edecekti.

“Hayıy,” dedi Umay. “Ama süt içebiliyim.”

Ateş bir şey söylemedi. Bardağı Umay’a uzatmak için salona girip onu koltuğa oturtmayı bekledi. Henüz salona giremeden zil sesi evin içine dolduğunda kaşları merakla havalanır gibi olmuştu.

Zil sesiyle birlikte, Ateş’in bir adım kala uzaklıkta durduğu salonun kapısından Sinan çıktı. Kapıya gidiyordu. Umay ve Ateş’in henüz uyanmadıklarını düşündüğü için aceleciydi.

Kapıdan çıktığı anda önünde beliren baba-kızı gördüğünde ise rahatlamıştı. “Günaydın.”

“Yünaydın Şinan,” dedi Umay elini sallarken.

“Kim geldi? Güvenlik sizi mi aradı?” Ateş, Umay’ın selamlaşması biter bitmez sormuştu bunları.

“Hayır,” dedi Sinan. “Doğan duşta, bana da haber gelmedi. Bakayım ben.”

Sinan yanlarından geçip kapıya doğru uzanan koridora adımlarken Ateş salona doğru geçmeyi planlamıştı. Ancak kızındaki meraklı genlerin kendisine çekmediğini unutuyordu.

“Ben de,” demişti Umay sessizce.

“Hım?” dedi Ateş dalgınlıkla.

“Ben de kapıya bakim oluy mu?”

Ateş başını hafifçe eğerek kendisinden ricada bulunan kızına iki saniye baktıktan sonra cevapta karar kılmıştı bile. Elindeki bardağı duvardaki alçak rafa bıraktı, birkaç kitap dizili duran rafa ballı süt bardağı eklenmişti böylece.

“Bak bakalım,” dedi Umay’ı daha sıkı tutup kapıya doğru giderken.

Kapının açıldığı ana yetişememişlerdi. Ateş birkaç adım attığında duyduğu sesler ile birlikte yavaşlamıştı. Kapının çoktan açıldığını anlaması ve neden haber verilmeden zil çalacak kadar ilerleyebilmiş olduklarını çözmesi de zor olmamıştı.

“Biz geldik,” diyen Erdem’i gördüğünde kafası karışmış bir şekilde gözlerini kıstı Ateş. Çat kapı gelme huyları yoktu aslında.

Erdem’in yanındaki Duygu’ya birkaç saniye baktığında ise aklında bazı tahminler oluşmaya başlamıştı. Gelişlerini sorgulamadan önce sakince dudaklarını aralayıp konuşması da bu tahminler sayesindeydi. “Hoş geldiniz.”

Duygu sadece gülümsemekle yetinmiş, genel olarak Umay’a kaçamak bakışlar atmıştı. Kuzey’in anne-babasının arasında sakince beklediğini de görüyordu. Bu nedenle cevap alacağı kişiyi seçmesi kolaydı.

“Salona geçelim,” demişti Ateş. Onun konuşmasıyla birlikte Duygu, Kuzey ve Sinan hareketlenirken Ateş onlara eşlik etmek üzere olan Erdem’in önünü kesti. “Ne oluyor?”

“Bir şey olmuyor,” dedi Erdem omuz silkip. Kendisine iri iri gözlerle bakan Umay’a göz kırpmıştı bu sırada. Umay utanarak Ateş’in boynuna kapanırken bu haline güldü. Ateş’in de dikkati Umay’ın bu tatlılığına dağılır gibi olmuştu ama hızlıca toparlanabildi.

“Erdem,” dedi Ateş bastıra bastıra. “Dün akşam yanınızdaydım, sabahın köründe toplanıp buraya gelmenizin nedeni ne?”

Erdem güler yüzlü ifadesini bir anlığına kaybetmiş, sıkıntıyla nefeslenmişti.

“Duygu…” dedi kısık bir sesle. “Siz dün öyle çıkıp gittikten sonra ağlamaya başladı, sabahın ilk ışıklarına kadar da durmadı.”

Ateş duyduklarıyla birlikte bir an gözlerini kapatıp açtı. Umay’ı şakağından öptükten sonra ona seslendi. “Umay,” dediğinde kızı başını kaldırmıştı hemen. “Ney?”

“Sinan içeride sıkılmıştır belki, ona bir bak bakalım.”

Umay evin içindeyken gözünün önünden kaybolan Ateş’in, sonsuza kadar kaybolmuyor olduğunu kabullenmişti artık. Bu nedenle yere bırakıldığında paytak koşuşturmasıyla birlikte salona giderken arkasına bakma gereği duymamıştı.

“Neden ağladı o kadar?” diye sordu Ateş, Umay uzaklaştığında.

“Dikkatsizlik edip Umay’ı üzdüğünden ağlıyor sandım, Kuzey’e onun yanında annecim dedi diye kendine kızıyor sandım ama yok… Kendine gelemedi bir türlü.” dedi Erdem uzunca bir nefes üflerken. “Umay’a mı ağlıyor, Esila’ya mı ağlıyor ayırt edemedim.”

Ayırt edememesi doğaldı. Çünkü Duygu’yu ağlatan her ikisiydi. Hem dikkatsizliğine hem Umay’ın özlemine hem de akıbetini bilmediği Esila’nın durumuna ağlamıştı saatlerce.

“Sen de karını aldın ve daha çok ağlasın diye yanımıza mı getirdin?”

“Aynen, karımın düşmanıyım çünkü ben.” dedi Erdem ters ters bakarken. “Kendisi istedi, ben de senin nemrut suratını görme pahasına kabul ettim. İyi yapmış mıyım?”

Ateş ‘nemrut surat’ yakıştırmasının hakkını verecek bir ifadeyle birkaç saniye Erdem’i süzdükten sonra arkasını dönüp yürümeye başladı.

Ateş salona girer girmez içeriyi bakışlarıyla taramış, Umay’ın olduğu yeri tespit etmişti. Kızını Sinan’ın yanında göreceğini düşünüyorken onu Duygu’nun yanında oturuyor halde bulunca bir an duraksamıştı.

Kapıdaki hareketlilik ile birlikte herkes bakışlarını oraya çevirince Umay da kapıya döndü. Ateş’in geldiğini görünce koltuktan sarsıntılı bir şekilde indi. Düşecekmiş gibi dengesini bir an kaybedip odadaki yetişkinlerin telaşla nefeslenmesine neden olduğunun farkında bile değildi. Ateş’in bacağına çarpacak kadar yakınına varınca durup başını kaldırmış ve ona bakmıştı.

“Ateş,” diye uzun uzun seslendi.

Ateş düşeceğinden korkup hızlanan kalbini rahatlatmak için nefes alırken eğilip kollarının altından kavradığı gibi kucakladı kızını. “Efendim?”

“Bak,” diyerek yükseldiği yerden eliyle Duygu’yu işaret etti. “Duygu göstey yine bise.”

Duygu kıkırdayarak elini havaya kaldırdı. Bileğindeki altın-gümüş karışık bileklikler şıkırtılar çıkartarak sallanmıştı.

Ateş neye bakması gerektiğini anlayamadan Umay ile birlikte en yakınındaki koltuğa yerleşti. “Neye bakayım?”

“Kızın takı istiyor, Ateş. Bilekliklerimi çok beğendi. Bunları vermek isterdim ama onun o minik bebek bileklerine uymazlar maalesef.”

Ateş duyduklarıyla birlikte yan bir şekilde kucağına oturttuğu Umay’a baktı. “Sen bir şey istediğinde bana gelmeyi ne zaman öğrendin bebeğim?” dedi içinde bir uğultu başlamışken.

Sinan izin ister gibi elini kaldırdı. “Tam olarak öyle olmadı,” dedi adamın boşuna heveslenmesine engel olarak. “Ben babandan iste o poşet poşet alır deyince… İkna oldu gibi.”

Erdem sesli bir şekilde gülmeye başladı. “Paran çıkışmazsa haber ver, ben alırım. Gerçi daha erken bu işler için ama…”

Ateş arkadaşının ne saçmaladığını görmek için ona dönünce Erdem başıyla Umay’ı işaret etmişti ona. Ateş kızına doğru baktı refleksle.

Bakmasa daha iyiydi tabii.

Tekli bir koltuğa sanki çok yer kaplıyormuş gibi tek başına yerleşen Kuzey, konuşmaları duymuyormuş gibi rahatça etrafı izlemekteydi. Ateş, kucağındaki kızının da böyle rahat olup salonu incelemesini çaresizce dileniyordu şu anda. Zira Umay, çaktırmadığını sanan ancak yeterince belli eden bir odak ile Kuzey’e kilitlenmişti.

Ateş dün akşamı hatırladı. Duygu dün pot kırmadan hemen önce Umay’ın şaşkın şaşkın Kuzey’e bakakaldığını hatırlıyordu.

“Yaşları yakın diye,” dedi Ateş dişlerini birbirine bastıra bastıra. “Sinan’la oynamaktan bunaldı çocuk, kendinden başka küçük birini görünce ilgisini çekmiştir.”

Sinan iç çekti. “Yine kabak bana nasıl patladı ya?”

Ateş göz ucuyla Sinan’a baktı. “Yağmur yağıyor mu?”

“Yağmıyor,” dedi Sinan anlamsızca.

“İyi, Umay’ı da al siz biraz çiçeklere bakın kahvaltıya kadar.”

Umay duyduğu anahtar kelime ile birlikte yerinde hareketlenmişti. “Yemek yemedik ama,” dedi kahvaltıdan önce bahçeye çıkmaya alışkın olmadığından. Süt bile içmemişti daha.

“Olsun,” dedi Ateş. “Hadi Sinan.”

Sinan ayaklandı. Ateş Karmen’i böyle gözü dönmüş görmeyeli yıllar oluyordu. En son Esila için bu şekilde saman altından su yürüttürüp kendince önlemler aldığını hatırlıyordu.

“Gel o zaman çiçeğim,” dedi Sinan oturdukları koltuğa yaklaşıp Umay’a elini uzatırken. Umay, Ateş’in kucağından inmiş, Sinan’ın bir parmağına tutunmuştu hemen.

Erdem yanaklarını havayla doldurmuş bir halde yuvarlanarak gülmemek için zor duruyorken Duygu da yeni yeni durumu çözmüş, gülümser bir ifadeye bürünmüştü.

Somurtan tek isim Ateş’ti. Belki biraz da Kuzey… Çünkü açtı. Sabah sabah buraya getirilmişti ve kimse kahvaltıya geçecek gibi durmuyordu pek.

Sinan, Umay’ın küçük ayaklarını yormayacak şekilde yavaşça kapıya yöneldiğinde elini tuttuğu kız çocuğu da peşindeydi. Kapıdan sorunsuzca çıkıp gideceklerini düşünmüştü ancak Umay son anda durmuş ve geriye bakınmıştı.

Umay sosyal bir çocuk değildi. Böyle bir fırsatı olmadığından ne kendi yaş grubu ile ne de başka yaş grupları ile iletişim kurmaktan haberdardı aslında. Son haftalarda biraz farklı insanlar görmüş olsa da ilk kez boyu dev gibi olmayan birini görüyordu, durum başkaydı.

“Sen…” diye mırıldandı kısık bir sesle. O konuşunca herkes bakışlarını onun küçük suratına çevirmişti. Bakışlardan biraz rahatsız olsa da cesaretinin son kırıntıları merakı ile kuvvetlenip kaybolmaktan kurtulmuşlardı.

“Sen de geymek isteysin mi piyens?”

Umay’ın Kuzey’e bakarak sorduğu soru salonda bomba etkisi yaratırken en ağır darbeyi alan -şüphesiz- Ateş’ti.

Umay sorusunu sorarken içeri giren, saçları nemli bir şekilde salona dalan Doğan ise neye uğradığını şaşıran bir diğer isim olmuştu.

“Nereye gelmek ister miyim?” dedi Doğan Umay’a tepeden bakarken.

Umay saf saf sesin geldiği yöne döndü. Tepesinde dikilen Doğan’ı görünce gözlerini kırpıştırdı. “Sen deyil,” dedikten sonra işaret parmağıyla Kuzey’i gösterdi. “O, küçükçük piyens.”

Sinan ikizinin bozulan suratına koca bir kahkaha patlatma işini zor bela erteledi. Erdem ise onun kadar iradesini sağlam tutamamış ve gülmeye başlamıştı. Elini ağzına kapadığı için sesi boğuktu. Öksürüyor gibi yaparak gizleniyordu.

Duygu gülme krizindeki kocasını hiç umursamadan, daha ilgi çekici bulduğu ikiliye doğru döndü. Önceliğinde öfkeli halde burnundan soluduğunu bildiği Ateş’e bakmak vardı. Yanılmamıştı, Ateş suratsız bir biçimde duruyordu.

Duygu bakışlarını oğluna çevirdiğinde ise onu afallamış bir halde görmüştü. Neye uğradığını şaşırmıştı anlaşılan.

Kuzey yaşıtlarına göre zeki bir çocuktu. Duygu zaman zaman bu özelliği ile savaşmak zorunda kalıyordu hatta. Onun yaşındaki bir çocuğu ikna etmek için oyunbaz olmak gerekirken, Kuzey ikna olsun diye Duygu bilim insanına dönüşüyordu genellikle.

Kimi zaman ona ulaşamıyormuş gibi hissedip içerlediği olurdu. Erdem bu anlarda müdahale edip durumu dengeliyordu ancak Duygu, adını biri geleceği bilerek koymuş gibi fazlasıyla duygusaldı. Çoğu zaman kocasının çabaları işe yaramıyordu. Duvarlara tırmanıp ona hayatı dar eden bir oğlu değil, sakinliğiyle sabır sınayan bir oğlu vardı.

“Bana mı diyorsun?” dedi Kuzey gözleri kısılmış halde Umay’a bakarken. Onun kaç yaşında olduğunu tam bilmiyordu ancak kendisinden küçük olduğunu anlamak için konuşmasının yanlışlığı ve fiziksel olarak ufacık olması yeterli gelmişti.

Umay başını salladı çekingen bir tavırla. Ateş, kızının yanaklarındaki kızarma sinyallerini aldığı anda sırtını koltuğa daha sert bastırmıştı. ‘Umay’ diye seslenip kızının dikkatini çekesi vardı ancak onun kendisini ifade etme cesaretini bölmek istememişti.

“Biz şişekleye bakıcaz, sen de gelceksin mi?” diyerek tekrarladı Umay teklifini.

“Hayır,” demişti Kuzey kısaca.

Duygu ağzının içinden homurdandı. “Odun doğurmuşum, bana yazıklar olsun ya. Cevap şekline bak.”

Umay gözlerini kırptı birkaç kez. Sonra başını ağır ağır salladı. “Şişekley güseldiy ama,” dedi kendince bu olumsuz cevabı hiç mantıklı bulmayarak.

Duygu araya girdi hemen. “Umay,” dedi tatlı tatlı. “Kuzey çiçeklere yakın olunca hasta oluyor, canım. O yüzden seninle çiçeklere gelmese daha iyi olur.”

Ateş açıklama yapan Duygu’ya memnuniyetsiz bir biçimde baktı. Umay açıklama duymasa ve Kuzey’i küçük prenslikten men etse çok daha iyi olurdu.

“Hasta mı olmuş?” dedi Umay kaşları bükülürken. Öne doğru adım attığı anda üç kişiden koro halinde aynı ses yükseldi. “Hayır!” diyerek odayı inleten isimler arasında Ateş, Doğan ve Sinan vardı. Umay’ın nasıl şifa dağıttığını daha önce deneyimlemiş olanlar yani…

“Şimdi hasta değil,” dedi Ateş hemen. “Çiçekleri koklarsa hasta olabilirmiş, onu diyor Duygu.”

Umay Ateş’e doğru baktı. “Şişek koklamak yaşak mı o zaman?”

“Evet,” dedi Ateş Umay’ı onaylarken. “Kuzey’in çiçek koklaması yasak bebeğim.”

Umay üzülmüştü. Çiçekler çok güzel kokuyordu. Bakmak da güzeldi. Onlara yaklaşamayan Kuzey adına üzülmüştü.

“Bis de sonya bakabiliyiz o zaman,” dedi Sinan’ın parmağını serbest bırakırken.

Sinan, elini bırakmış ve arkasına bile bakmadan uzaklaşmakta olan küçük bedenin arkasından hayretle baktı. Yağmur yağarken dışarı çıkamadıklarında dahi pencerenin kenarına sinip bahçeye doğru bakınan bir başkasıymış gibi hemen vazgeçmişti bahçeye çıkmaktan.

Umay, Ateş’in oturduğu yere varıp koltuğa tutunarak yukarı tırmandı. Verdiği çaba normal şartlarda Ateş tarafından yarıda durdurulup kucaklanmasıyla sonlanırdı belki ama Ateş kaşları çatılmış halde az önce yaşanan anı düşünmekteydi.

Umay yanına oturduktan sonra ona döndü Ateş. Dönmeden hemen önce kaşlarını normal haline getirmeyi ihmal etmemişti.

“Neden sonra bakacakmışsın çiçeklere? Şimdi bakabilirsin.”

Umay başını iki yana sallamadan önce göz ucuyla Kuzey’i süzdü. “Kusey üsülmesin diye sonya bakıcam.”

Ateş yüzünü buruşturdu. “Üzülmez o.” dedikten sonra Kuzey’e döndü. “Üzülür müsün?”

“Üzülmem Ateş amca,” dedi Kuzey omuz silkerken, sonra Ateş amcasının yanında oturan küçük kıza doğru baktı. “Bebek değilim, üzülmem. İstediğini yap.”

Umay duyduklarını kendince ölçüp biçtikten sonra dudaklarını araladı. Ateş’i ve Kuzey’i yeterince doğru anladığına inanıyordu. “Ben bebekim, üsülebiliyim.”

Erdem ve Sinan’ın aynı anda yükselen kahkahaları salonda yankılanırken, Doğan başını eğmiş omuzları titreyerek gülüyor ve Duygu da kıkırdıyordu.

Ateş, kızı konuşup bilmiş bir şekilde açıklama yaptığında az önce yaşanan her şeyi bir anlığına unutmuş ve gülerek eğilip Umay’ın saçlarından öpmüştü. Kızı çok haklıydı, bebekti o. Ateş’in eşsiz bebeğiydi.

 

 

~

 

 

“Güsel oldu mu? Ben göymüyoyum. Nasıl bakıcam?”

Umay peş peşe sorular sorarken kıpır kıpırdı. Duygu yatakta önünde oturmakta olan ve sabırsızca ayaklarını sallayan kızın haline gülümsedi. “Çok güzel oluyor,” dedi parmaklarıyla genişlettiği lastiği onu incitmemeye çalışarak saçlarına geçirmeyi denerken. “Bitince aynadan bakacağız birlikte, azıcık daha bekle olur mu?”

Umay her ne kadar beklemekte zorlansa da mızmızlanmadı. “Oluy,” diye mırıldandıktan sonra ayaklarını sallamaya devam etti.

Duygu kendi saçlarıyla uğraşmayı çok severdi. Çeşit çeşit modeller yapmaya, hepsini düzgünce saçına uygulamaya eli yatkındı. Arkadaşlarına ve ailesindekilere de bu hizmeti sık sık veriyordu mecburen. Tarağını tokasını alan dibine girince kimseyi kıramıyordu. Fakat ilk kez teklif yapılan taraf değil de teklifi eden taraf olmuştu.

Kahvaltıdan sonra aşağıda konuşulan konular Umay’ın duymaması gereken konular olmaya başlayınca Duygu onu biraz oyalayabilmek adına ‘odanı gösterir misin bana’ diyerek elinden tutmuş ve yukarıya yönlendirmişti.

Umay oyuncak hayvanları ile başlayan kısa bir tur rehberliği yaparken oldukça hevesliydi. Duygu da -rol olmayan- hevesle ona karşılık vermiş ve hiç acele etmeden peşinde dolanıp durmuştu.

Umay’ın kendi boyuna uygun masasında duran bir kutu renkli tokayı gördüğünde ise gözleri parlamıştı. Küçük kıza ‘saçlarını toplayalım ister misin’ diye sorduğunda olumsuz cevap alır diye korkmuştu ancak Umay’ın olumlu yanıt vermek için tek bir şartı vardı. Burnunu havaya dikip ‘güsel yapabiliysin mi’ diye sormuş, evet denildiğinde de Duygu’nun önüne kurulmuştu hemen.

Umay’ın saç miktarı ve Duygu’nun el çabukluğu düşünülünce bu beş dakikalık bir işti aslında. Ancak Duygu ince ve yumuşak saç tutamlarına biraz sert davransa kızın canını acıtacağını düşünerek inanılmaz bir dikkatle işine odaklanmıştı, bayağıdır da uğraşıyordu. Umay’ın sabrının taşması bu sebeptendi.

Saçlarını iki ayrı parçaya ayırmış, o iki parçayı başının tepesinde iki küçük palmiye haline getirmişti Duygu. İkinci palmiyenin tokasını da taktıktan sonra Umay’a ait küçük tarakla saçlarının diğer kısımlarını nazikçe taradı.

“Bitti galiba ballım,” dedi salladığı ayaklarını izlemeye dalan Umay’a.

Umay heyecanla yerinde hareketlendi. Sırtı Duygu’ya dönükken birden tam tersi bir hal alıp ona bakabilir biçimde oturmuştu. “Ben de bakabiliyim mi?”

Duygu kıkırdadı. Bu şekilde sorulan bir soruya içerik fark etmeksizin insan asla hayır diyemezdi ki.

Tarağı kenara bırakıp yataktan yavaşça kalktı. Ardından kollarını Umay’a uzatıp onun da inmesine yardımcı oldu.

Biraz önce Umay’ın tokalarını gördüğü küçük masanın -yine onun boyutlarına uygun- bir aynası vardı. Umay’ı oraya ilerletip saçlarını görebilmesini sağladı.

“Bak bakalım beğenecek misin.”

Umay aynadaki yansımasını gördüğünde merakla saçlarına bakındı hemen. Başının üstünde duran iki yükseltiyi görünce başını hafif hafif sallamış ve palmiyelerinin de sallanmasına neden olmuştu.

Saçlarını yeterince incelediğinden emin olduktan sonra başını kaldırıp yanında ayakta durmakta ona Duygu’ya baktı. “İki tane olmuş,” dedi gözlerini kırpıştırırken.

Duygu başını salladı. “İki tane yapmak istedim evet.”

“Biliyoysun mu? Annem biy tane yapıyoydu böyle.”

Duygu kısacık cümle ile elektrik çarpmışa dönmüştü. Dün akşamdan sonra ona yeniden annesini hatırlatacak diye tetikteydi, bu sabah eve geldiklerinden beri ağzından çıkan her şeye dikkat etmiş ve özellikle Kuzey’e seslenirken kendisini adıyla seslenmeye şartlamıştı. Oğlunun onu anlayabilecek olgunlukta olduğunu bildiğinden gelmeden önce kendisine ‘Umay annesini çok özlüyor, annesi şimdilik yanında değil. Unutmazsan eğer onun yanındayken bana çok anne diye seslenme olur mu?’ demiş ve tahmin ettiği gibi oğlundan ciddi bir onay almıştı.

“Bilmiyordum,” diyebildi Duygu çekingen bir şekilde. Ateş, Doğan ve Sinan üçlüsünün onun saçlarını topladığını hiç zannetmediğinden küçük kızın hoşuna gidebilecek bir şey yapmak istemişti sadece.

Dün olduğu gibi Umay’ın içli içli ağlamaya başlaması ihtimali Duygu’nun boğazına yapışmıştı. Kızın gözlerinin içine bakıyor, gergince bekliyordu.

“Sen de güsel yaptın,” dedi Umay, Duygu’ya göz süzerken. “Biy tek anneley mi yapabiliy bunu?”

Umay, Duygu’ya sorular sorarken ağlayacak gibi değildi. İlk kez annesini hüzünle değil, tatlı bir anı düşlemiş gibi hatırlamıştı. Soruları saf merak içeriyordu. Umay’ın ağlayacak gibi görünmemesinin aksine Duygu genzindeki yanmayı ve nefes almaya çalıştığı anda ağlamaya başlayacağının diğer tüm sinyallerini göz ardı edemiyordu.

Umay, Duygu’nun neden sorduğu soruya yanıt verdiğini bilememişti hiç. Sorusunu tekrarlamadı ama. Merakını içine gömüp başka bir şeye odaklandı.

“Bunlayı Ateş’e de gösteyelim mi?” diye yeni bir soru sormuştu bu kez. Küçük parmaklarıyla kendi kafasını işaret ediyordu bir yandan da.

Duygu ağlamaya bir kala haline rağmen güler gibi oldu dayanamayıp. Aşağıda başkaları da vardı ama özel olarak babasına gösteresi gelmişti demek ki saçlarını.

Elini uzatıp Umay’ın tutması için bekledi. “Gösterelim bakalım, gel.”

Odadan birlikte çıktıkları sırada Umay’ın duyamayacağı şekilde kendi kendine mırıldanmıştı. “Annesinin kızı…” demişti sessizce. Esila da tüm gözler kendi üstünde değilmiş gibi, onu beğenmeyen birini bulmak denizde kuru yer aramaktan zor değilmiş gibi en ufak bir değişimde Ateş’e koştururdu. Güzel olduğunu bin ağızdan duysa da derdi Ateş’in dilinden dökülecek olandaydı hep.

Birlikte merdivenleri bir bir indiklerinde Duygu salona yaklaşmadan önce her ihtimale karşı yüksekçe öksürmüştü. Buradan sonra Umay’ın içeride konuşulanları duyabileceğinden emindi, pat diye yaklaşmak istememişti.

Salona girdiklerinde içerideki anlık sessizliğe bakılırsa Duygu öksürmekte haklıydı. Herkesin yüzü gergin gibiydi, biraz önce iç açıcı bir şey konuşuyor olmadıkları açıktı.

“Biz geldik,” dedi Duygu içeriye elinden tuttuğu Umay ile adımladığı anda. Gözleri refleksle oğlunu aramış, onun Erdem’in telefonu ile uğraştığını görmüştü. Etrafla bağlantısını büyük ölçüde kesen, onu dış sesleri duymayacak kadar oyalayan bir büyüydü bu. Babasının başının altından çıktığından emindi Duygu.

“Bis geydik,” diyerek Duygu’yu bire bir tekrarlayan Umay bütün bakışları üstüne toplamıştı hemen.

Umay konuştuktan hemen sonra Duygu’nun elini bırakıp aşağıya inmekteki asıl amacına adımlamıştı. Koştur koştur -kendi çapında büyük ölçüde hızlıydı- Ateş’e doğru ilerlerken aceleciydi.

Ateş kendisine doğru koşturan, son bir iki adımında yalpalamasına rağmen pes etmeyen kızına bakarken gördüğü manzarayla içine yayılan sıcaklığın esiri olmuştu.

Koştukça başının tepesinde sallanan iki cılız saç tutamı bebek suratına öyle uymuştu ki Ateş olduğu yerde kaskatı kesilmişti. Bu kadar tatlı olması, bu denli güzel olması mümkün müydü? Kızı olduğu için, kanından var olduğu için mi kendisine böyle dayanılmaz hissettiriyordu?

Umay varış noktasına geldiğinde durmuş, avuçlarını hemen önünde duran Ateş’in dizlerine yaslayıp önünde nazlı nazlı sallanmıştı. Sesini çıkartmadan beklentiyle gözlerinin içine bakıyordu.

Ateş, Umay’ın çenesini nazikçe tutup yüzünü hafifçe kaldırdı. “Çok güzel olmuşsun, bebeğim.” derken hayran hayran yüzüne bakıyor ve söylediklerini bakışlarıyla destekliyordu.

Umay kızarık yanaklarıyla kendisine baktığında daha fazla dayanamamış ve kollarının altından kavrayarak kızını kucaklamıştı. Yan bir şekilde kucağına oturttuğu kızını göğsüne doğru çektikten sonra onu sıkıca sardı. Umay buz gibi havada sıcak bir köşe bulmuş gibi olduğu yere sinmişti hemen.

“Çok yakışmış çiçeğim,” dedi Sinan görüş açısında olduğu Umay’a bakarken. Ona yanıt veren Duygu oldu. “Sizin fikirlerinizi merak etmiyor, heveslenmeyin. Babasına göstermek istedi saçını sadece.”

Ateş duyduklarıyla birlikte göğsü titreyecek şekilde gülmüş ve Umay’ı alnından koklayarak öpmüştü. “Sadece babası görse yeter zaten,” dedi sıkıntıyla. “Başka kimseye gerek yok.” Bunları kendi kendine söylemek yetmemiş gibi başını eğip Umay’a baktı. “Değil mi bebeğim?”

Umay gözlerini kırpıştırdı. “Ney?” dedi anlamadığı için soru soran bakışlarla.

Erdem başıyla onayladı. “Aynen kız, babana verilecek en doğru tepki bu. Ney gerçekten Ateş? Mağarandan çıkarken kendine dikkat etseydin, bir yerlerini taşa vurmasaydın güzel kardeşim.”

Ateş gözlerini kısıp arkadaşını ters ters süzdükten sonra kucağındaki bebeğine odaklandı. Ama sözleri Umay’a değil, Erdem’eydi. “Kız babası olsan anlardın. Ben de yeni deneyimliyorum.”

Erdem bu tepkiye dünden hazırmış gibi direkt konuştu. “Sen yeterince deneyimlediysen biraz da bizim olsun mu Umay? Sadece benim seninle empati kurabilmem için bak yemin ederim.”

“Erdem,” dedi Ateş sadece. Sesi sabrı sınanıyormuş gibiydi. Erdem zerre etkilenmeden dik dik ona bakmaya devam ettiğinde Sinan sırıttı. Ateş Karmen’in bu ses tonuyla konuşmadan dahi hizaya getirdiği bir tabur insan görmüştü bugüne kadar ama böyle bir elin parmağını geçmeyen sayıda kişi için de bıçak çekse bile korkutucu değildi işte. Erdem de bu listenin hatırı sayılır isimlerindendi.

“Eydem?” diye seslendi Umay, Ateş’i taklit edip. Erdem’in yüzü, kaşlarını çatıp baktığı arkadaşından bakışlarını çekip adını tatlı tatlı seslenen küçük bebeğe döndüğünde aydınlanmıştı. “Söyle canım.”

“Ateş sana kısıyoy mu?” diye mırıldandı Umay usulca. Erdem fırsat bulduğu gibi atlamıştı tabii bu soruya. Başını hızlıca salladı. “Kızıyor evet.” Amacı Umay’ın babasına karşı kendisini savunmasıydı.

Umay dudaklarını büküp yanağı Ateş’in omuzundayken ona doğru baktı. “Kısma lüffen Ateş, Eydem uşlu olcak. Kısmak lajım deyil.”

Ateş, bir kelime daha duyarsa kalkıp Erdem’in alnını bile öpebilirmiş gibi hissetmeye başlamıştı. Umay böyle mırıl mırıl konuştuğunda dünyayı tutup önüne sermek bile zor gözükmüyordu gözüne.

“Kızmıyorum, bebeğim.” dedi Ateş. Çenesine Umay’ın palmiye saç tutamları sürtündükçe bütün kasları gevşemişti zaten.

Umay gülümseyerek Erdem’e baktı. “Koykmamalışın, bak Ateş sana kısmıyoy.”

Erdem dişlerini çenesi kırılacakmış gibi sıkmak zorunda kalmıştı. Aksi takdirde tek ısırıkta karşısındaki bir lokmalık bebeği yutacaktı.

Umay biraz doğruldu. Erdem karşı koltuktaydı ancak ona doğru biraz yaklaşınca sanki söylediklerini ondan başkası duymayacakmış gibi çabalamıştı. “Kısarsa da koykma, Ateş kötü biyisi deyil. Acıtmas.”

Az önce Umay sayesinde salonda esmeye başlayan tatlı rüzgar, yine onun sayesinde birden ürpertici serinlikte bir hal aldığında, Ateş kalbinin atış sesinin kulaklarında yankılandığını hissetti.

“Umay,” dedi iki heceyi bile zor seslendirse de kendini bir şekilde toparlayıp. “Kötü birisini tanıyor musun sen hiç? Kötü birinin adı ne olabilir?” Umay Duygu ile birlikte odasındayken salondakilerin gündemi olan konu birden geri açılmıştı böylece.

Umay gerilerek omuzlarını kıpırdattı. Dudakları birbirine yapışmış gibi ağzını biraz bile aralamadan bekledi.

Bu andan kaçabilmek için telaşlanmıştı. Nefesi hızlanırken bakışları hızlıca etrafı taradı. Özel olarak bir şey aramıyordu ancak odadaki tüm yetişkinlerin bakışları üzerinde olduğundan bakışlarını onların üzerinde hiç oyalanmadan uzaklaştırmıştı.

En sonunda bakışları salondaki konuşmaları duymayan, daha doğrusu kendisini ilgilendirmeyen konuları dinleme huyu olmayan Kuzey’i buldu. Elindeki telefona bakıyordu. Umay bakışlarını çok az daha kaydırdığında ise Kuzey’in yanında duran bir şey daha fark etmişti.

Umay, Ateş’in dalgınlığından faydalanarak kucağından kaçtı bir anda. Ateş onu tutacak gibi olduğunda ise buna direnerek konuşmuştu hemen. “Kuzucum oyda, ona gitcem.”

Ateş minik bedenine güç uygulayamayacağı için ellerini geri çekmiş, Umay’ın kuzusuna doğru gitmesine izin vermişti.

Umay normal insan boyutunda iki adımdan kısa ancak kendisi için uzun sayılan mesafeyi üstündeki beş çift bakış eşliğinde yürüdükten sonra kuzusunun ve Kuzey’in bulunduğu tekli koltuğun ucunda durdu.

Kuzuyu alıp oradan uzaklaşması mümkündü. Koltuğa çıkmadan kuzuyu bacağından yakalayıp çekse yeterdi aslında. Ancak bu seçeneği yok sayıp avuçlarını koltuğa dayadı ve koltuğa tırmandı.

Kuzey koltuğa çıkmakta olan küçük kızı görmüş ancak bir şey söylemek yerine sadece dikkatlice izlemeye başlamıştı. Elindeki telefonu mu almaya çalışacaktı? Arkadaşlarından bazılarının küçük kardeşleri vardı ve tek bildikleri ağlayıp onların elindeki eşyaları çekiştirmek oluyordu. Umay’ın da öyle yapacağından şüphelenmişti.

Umay koltuğa çıktığında, ikisinin bedeni de fazla yer kaplamadığından berjerde hiç sıkışmamışlardı. Umay sırtını koltuğa yaslayıp bacaklarını uzattıktan sonra arada sıkışan kuzusunu kucakladı.

Umay konuşana dek herkes sessizdi. “Ben de bakim mi Kusey?”

Kuzey kendisine iri iri açık duran gözlerle bakan ve izin isteyen kıza bakarken bir an şaşkınca kalakaldı. Dünden beri etrafta olan bu bebeğin yüzüne ilk kez bu kadar yakından bakıyordu. “Senin gözlerin neden aynı renk değil?”

Umay sorduğu sorunun cevabı için böyle bir şey beklemiyordu. Afallamış bir halde Kuzey’e baktı. “Ney?”

“Bir gözün mavi ama diğeri bi’ değişik.” dedi Kuzey anlam vermeye çalışırken. İlk kez böyle bir insan görüyordu. İzlediği çizgi filmlerdeki süper güçlü canlılar gibi biri olabilir miydi bu bebek? “Gözünden ışın çıkarabilir misin?”

Ortamın gerginliğine rağmen birkaç kısık gülüş sesi duyuldu.

Umay’ın kafası gülenleri duyamayacak kadar karışık bir haldeydi. Anlamıyordu hiç. Az önce sorduğu soruyu Kuzey’in yanlış anladığını düşünerek parmağıyla telefonu işaret etti. “Buna bakabiliyim mi?”

Kuzey omuz silkti. Bu ‘ne istersen yap’ demekti. Ancak yanındaki bebeğin onun beden dilini çözümlemek için fazla küçük olduğunu bilemiyordu tabii.

Umay, Kuzey’in sallanan omuzlarına baktıktan sonra gözlerini birkaç kez kapatıp açtı. Bir sonraki hamlesi ise salondaki kimse için tahmin edilebilir değildi. Yanağını usulca Kuzey’in omuzuna yaslayıp bakışlarını telefon ekranına dikmişti.

Kuzey neredeyse ağzına giren, garip bir şekle sokulmuş saç tutamıyla savaş verirken, Duygu onun tepinip de Umay’ı iterken fazla sert davranmaması için ayaklanmak üzere tetikteydi. Kuzey fazla temas seven bir çocuk değildi. Sağı solu belli olmuyordu bu konuda.

“Kuzey-…” diye seslenmeye karar vermişti hatta Duygu. Onu uyaracaktı, yanındakinin bir bebek olduğuna dair hatırlatma yapacaktı. Ancak devam etmesine engel olan bir şey olmuş, Kuzey yerinde rahatsızca kıpırdanmak yerine tuttuğu telefonu biraz sola doğru kaydırarak Umay’ın daha kolay görebileceği konuma getirmişti.

Parmağıyla ekrandaki videoları kaydırmaya kaldığı yerden devam ederken Umay da meraklı bakışlarıyla değişen renkleri ve ekrandaki hareketliliği izliyordu.

Ateş kollarını göğsünde kavuşturarak küsmüş bir çocuk gibi surat asarak arkasına yaslandı. Kıskançlığı gözünü döndürmüş ve şu an için tek düşünebildiği karşısındaki manzara oluvermişti. Kızı kendi omuzu dışında bir omuza böyle rahatça yaslanmışken diken üstünde hissediyordu.

Duygu balık gibi açılan ağzı ile Erdem’i dürttü dirseğini karnına batıra batıra. “Aşkım…” diye fısıldadı bağırır gibi.

Erdem yediği dirsek darbelerini hissetmiyormuş gibi keyifli bir sırıtış yerleştirdiği yüzünü Ateş’e çevirdi. “Bir sonraki ziyaretimizde çiçek-çikolata da getireceğiz mutlaka, bu sefer hazırlıksız gelmişiz kusura bakmayın.”

“Yaka paça atacak şimdi bizi evden,” dedi Duygu dertli dertli. “Erdem susar mısın? Kuzey ilk kez insani bir tepki veriyor dünyaya karşı, ben fazla zekadan sosyal yetenekleri hiç oluşamadan kayboluyor sanmaya başlamıştım.”

Erdem’in Ateş ile uğraşmaları, Duygu’nun bakarsa bu anı bozacakmış gibi hiç çocuklara değdirmediği heyecanlı bakışları ve ikizlerin yaşanan sahneden aldıkları keyif nedeniyle omuz omuza vermiş gülüyor olmaları sürüyorken Umay ve Kuzey de aynı haldelerdi.

Kuzey parmağını telefona sürttükçe renkler ve sesler değiştiği için Umay şaşkın şaşkın ekrana kilitlenmişti. Her bir detayı merakla izliyordu.

Umay gördüklerine dair bir şeyler sormak istiyor ancak konuşursa Kuzey’in onu kovacağını düşündüğünden uslu uslu bekliyordu. Ekrana onu dudaklarından ani bir nida dökmeye iten görüntü gelene dek sessiz kalmakta başarılı da olmuştu.

O ana dek hiç karışmadığı Kuzey’in, parmaklarını ekrana dokundurursa görüntüyü kaybedeceğini artık öğrenmişti. Bu nedenle sıkı sıkıya Kuzey’in elini tutup videonun değişmesine engel olmaya çalıştı.

“Evimis!” diye seslenmişti gözlerini görüntüden ayıramadan. “Kusey sen evimisin yesmini neyden buldun?”

Umay’ın sesinin yükselmesi ile birlikte salondaki tüm bakışlar artık onun üzerindeydi. Ateş merakla kaşlarını hafifçe çatarak ayaklanır gibi oldu. Umay’ın gördüğü rastgele bir evi buraya benzettiğini düşünmüştü. “Ne evi bebeğim? Bizim evimize mi benziyormuş?”

Umay, Ateş’i duyar duymaz başını kaldırdı. “Ateş,” diye soludu hemen hızlıca. “Bak! Bak buyası bisim evimis.”

Ateş onların oturduğu koltuğa doğru ilerledi. Bu sırada Erdem konuştu. “Ne var telefonda oğlum?” diye sordu Kuzey’e.

Kuzey anlam verememiş bir halde babasına baktı. “Yangın varmış,” dedi telefonu biraz çevirirken. Ekranı çevirmiş, bir yandan da telefonun kısık olan sesini son seviyeye kadar yükseltmişti.

Bütün bunlar olurken başa sarmış olan video en başından başladığında salonu dolduran tekdüze bir spiker sesi olmuştu:

Tekirdağ’daki yangının nedeni hâlâ belirlenemedi, ekipler çalışmalarını sürdürüyor. Yangının yerleşim yerlerine uzak, yıllar önce sel nedeniyle boşaltılan izbe bir köyde başladığı saptandığından bu köyün kimliği bilinmeyen bazı kişilerce mesken edildiği düşünülüyor. Yangın kontrol altına alındı ancak olayın sır perdesi tam olarak aralanmış değil. Gelişmeler için mutlaka paylaşımlarımızı takipte kalın.”

Video sonlanırken Ateş gözünü bile kırpmadan dönüp duran görüntüyü izliyordu. Umay’ın parmaklarına dokunan avuçları, dikkatini çekmek için onu çekiştirmesi bakışlarını ekrandan ayırmasına yetmemişti.

“Çiçekler,” diye mırıldandı Ateş sırtına tırmanan ürpertiyle birlikte. “Çiçekler, kuzu…”

Yangından önceki hali gösterilen köyün yemyeşil görünümü Ateş’i göğsünden kurşun yemiş hale sokmuştu.

İradesi dışında bir gizlilik’ diyen Doğan’ın sesi, Umay’ın hayatı hep bahçelerde geçmiş gibi rutin bir şekilde çiçeklerle sohbet edişine karıştı Ateş’in zihninde. Canlı bir kuzu ile tanışmış olduğuna şaşırdığı anı hatırladı. Oyuncağıyla nasıl sıkı bağ kurduğunu düşündü.

Noktaları birleştirip düzgün bir şekil çıkartabilmek için tüm bunlar fazlasıyla yetmişti Ateş’e.

Elinde kalan ise acı ve dikenlerle kaplı bir sorudan ibaretti. Yangın çıktığında Umay o evde değildi, Ateş’in yanı başında ve güvendeydi; peki ama Esila neredeydi?

 

 

~~~


Yorumlar

  1. Esila çıksın ortaya artık çok merak ediyorum noldu bu kadına ya :(

    YanıtlaSil
  2. Hassiktir yaniii

    YanıtlaSil
  3. Yine harika bir bölümdü yaa hele sonu çok merak uyandırıcıydı❤️

    YanıtlaSil
  4. Her bölümde beni daha da meraklandırmayı nasıl başarıyorsun

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm