Sen Başkasın 10.Bölüm
10.BÖLÜM
İyi okumalar!
~~~
Ateş güne gözlerini araladığında genellikle
göğsünde duran kuzuyu ve yan dönmüş bir şekilde kuzuyla bakışıp bir şeyler
mırıldanan Umay’ı görmeye alışmaya başlamıştı.
Umay ondan erken uyanıyor ancak uyandığında
yataktan kalkıp odadan çıkmak yerine kendisini kuzuyla oyalıyor ve Ateş’in
uyanmasını bekliyordu.
Ateş gözlerini açar açmaz, bundan öncekilere
benzer bir sabaha uyandığını düşünerek göğsüne bakmıştı hemen. Orada biri
uzanıyordu ancak kuzuya benzer bir yanı yoktu uzanan kişinin.
Umay yanağı Ateş’in göğsünde, bedeni onunla
bir T harfi oluşturacak şekilde yatakta ilginç bir konumda uyukluyordu.
Ateş onu düzgünce kolunun üstüne yatırdığını ve
sırtını sıvazlayarak uyuttuğunu adı gibi biliyordu. Gece uykuya zor dalmış,
sürekli sıçrar gibi uyanıp Ateş’in adını seslenmiş ve yanıt aldıkça da hiçbir
şey söylemeden gözlerini geri kapatmıştı.
Sabaha karşı kontrol ettiğinde de Umay yanında
düzgünce uzanmaktaydı. Belli ki normalde uyandığı saatlerde tekrar uyanmış
ancak uykusunu alamamış olduğundan şekilden şekle girip geri uyumuştu.
Ateş bedenini kıpırdatmadı. Yastık olarak
göğsünü kullanan ve bacaklarını yatağın diğer tarafına uzatan kızını izlerken
tek yaptığı elini karnına doğru yaslamadan önce kenarda duran peluş kuzuyu
yatağın uzak bir yerine postalamak olmuştu. Yatağa gerçek anlamda bir devin
sığması mümkündü ancak Ateş kuzunun fazlalık olduğunu düşündüğünden ona üç
santimlik bir yer bile ayırma taraftarı değildi.
Ateş, Umay’ın karnını usulca okşarken dün
geceki halini düşünüyordu. Umay ağlamaya Erdemlerin yanından başladığında ciddi
anlamda apar topar kalkmışlardı. Ateş, Umay’ı eve getirmenin ona daha iyi
geleceğini düşünmüştü. Sinan ve Doğan’ın da yardımı olur zannetmişti hatta.
Umay’ı arabasının arka koltuğundaki demirbaşa
dönüşen, hep orada takılı duran bebek koltuğuna oturturken içi gitmişti.
Kucağından indiresi yoktu onu. Az önce yumrukladığı kuzuyu yanına iliştirip eve
gidene kadar yerini devretmişti mecburen.
Umay mızmızlanmadan, kucağından inmek
istemediğine dair hiçbir şey söylemeden başını omuzuna doğru düşürüp camdan
dışarıyı izlemeye başladığında Ateş içten içe her şeye nefret kussa da sessizce
direksiyona geçmiş ve eve sürmüştü arabayı.
Eve Umay kucağında girmiş, onun durgunluğunu
fark eden Sinan ve Doğan’ın sonuçsuz çabalarını izlemişti.
Umay ikisine de hiç tepki vermemişti. Ateş
daha fazla kimseyi yormadan Umay ile uyku hazırlıklarını yapıp odaya geçtiğinde
ise onu konuşturmak için yine uğraşmıştı ancak Umay yeminli gibiydi.
Şimdi mışıl mışıl uyumakta olan kızına
baktığında da dün akşamı yeniden yaşıyor gibi olmuştu.
Yarım saat kadar daha Umay olduğu gibi
uzanmayı ve uyumayı sürdürdü. Bu süre boyunca Ateş kaçırmak istemediği bir sahnenin
karşısındaymış gibi onu izlemişti. Ne kadar zaman geçerse geçsin bıkmadan bunu
yapmaya devam edebileceğini çoktan kendisine itiraf etmişti. Saatlerce
izleyebilirdi.
Umay önce ellerini hareketlendirip uykudan
kopmaya başladığının ilk sinyalini verdiğinde Ateş dalgınlığını perdelemeye
çalıştı olabildiğince. Umay gözlerini kırpıştırarak aralarken, daha görüşü bile
netleşmeden seslenmişti. “Ateş,” diyerek gece ara ara yaptığı gibi konuştuğunda
Ateş derin bir nefes aldı.
“Buradayım kızım,” dedi karnında parmaklarını
gezdirmeyi bırakmadan. “Günaydın.”
Umay sesle birlikte gözlerini tamamen açmış,
olduğu yerde sağa doğru devirmişti kendini. “Yünaydın,” derken yatakta emekler
gibi bir pozisyondaydı. Ateş’in uzanıyor olduğunu gördüğünde kendisini biraz
yukarı sürükleyip yastıklara doğru yaklaştı.
Ateş, Umay’ın uyumaktan şişmiş yüzünü ve
mahmur bakışlarını izlerken dudaklarının kıvrılmasına engel olamamıştı.
Umay yastıklara yatacakmış gibi yaklaşsa da
poposunu oraya yakın bir yere yaslayıp Ateş bir masaymış gibi onu önünde
tutacak şekilde oturmayı tercih etmişti.
“Biliyoysun mu?” diye henüz tam normal
yükseklikte çıkmayan sesiyle konuşunca Ateş merakla bakışlarını kıstı. “Neyi?”
“Ben… Ben yünaydın yaptım ama sen uyuyoydun,
sonya kuzuya dedim ki biras daha uyumak lajım.”
Ateş gülümsedi. Tahminleri bu açıklama ile
doğrulanmıştı. Umay erkenden uyanmış ancak geri uyumuştu.
“Kuzu ne dedi peki?”
Umay düşünür gibi biraz bekledi. “Uyumalışın
dedi,” diye uydurdu hemen.
Ateş gülmeye başlarken bir yandan da uzanıp
yüzüne yakın bir yerde duran kolundan öpmüştü kızını.
Yataktan kalkmaları biraz daha sürdü. Umay
mırıl mırıl bir şeyler söylemiş, Ateş pürdikkat onu dinlemişti bu süre boyunca.
Umay en sonunda ‘çişim geldi’ diyerek
konuşmayı sonlandırınca apar topar yataktan kalkmışlardı. Umay’ın hiç aksatmadığı
ve aksatmıyor olduğunu da mutlaka Ateş’e gösterdiği yüz yıkama işi de
bittiğinde Ateş onu giydirmiş ve kendi de hazırlanmıştı.
Merdivenleri Umay kucağındayken inen Ateş
salona adımlamadan önce mutfağa uğramış, Umay’ın sütünü hazırlamalarını
istemişti yardımcılardan.
Evin yardımcıları ile son haftalarda fazlasıyla
karşı karşıya kalıyorlardı. Normalde -Umay’dan önce- çalışanlar Ateş evde
yokken işlerini halleder, sonra da ayrılırlardı. Ancak artık hem Ateş bolca
evdeydi hem de onların saatlerini Umay’ın öğünlerine uygun olacak şekilde
kaydırmıştı.
İki lokmadan fazlasını yemeyen kızı için
ilginç bir değişimdi aslında. Zira onun yediği tabakları evdeki herkes
hazırlayabilirdi ancak Ateş her şeyin ne kadar iyi olabilecekse o kadar iyi
olmasını istiyordu.
Umay’ın sütü onun rahatça tutabileceği
bardağına doldurulduktan sonra masaya bırakıldığında Ateş uzanıp bardağı aldı
ve omuzunda sessizce bekliyor olan Umay ile birlikte salona doğru ilerledi.
“Acıktın mı?” diye sordu bir umutla. Bu soruya
evet cevabı aldığı günü, kutlu bir gün ilan edecekti.
“Hayıy,” dedi Umay. “Ama süt içebiliyim.”
Ateş bir şey söylemedi. Bardağı Umay’a uzatmak
için salona girip onu koltuğa oturtmayı bekledi. Henüz salona giremeden zil
sesi evin içine dolduğunda kaşları merakla havalanır gibi olmuştu.
Zil sesiyle birlikte, Ateş’in bir adım kala
uzaklıkta durduğu salonun kapısından Sinan çıktı. Kapıya gidiyordu. Umay ve
Ateş’in henüz uyanmadıklarını düşündüğü için aceleciydi.
Kapıdan çıktığı anda önünde beliren baba-kızı
gördüğünde ise rahatlamıştı. “Günaydın.”
“Yünaydın Şinan,” dedi Umay elini sallarken.
“Kim geldi? Güvenlik sizi mi aradı?” Ateş,
Umay’ın selamlaşması biter bitmez sormuştu bunları.
“Hayır,” dedi Sinan. “Doğan duşta, bana da
haber gelmedi. Bakayım ben.”
Sinan yanlarından geçip kapıya doğru uzanan
koridora adımlarken Ateş salona doğru geçmeyi planlamıştı. Ancak kızındaki
meraklı genlerin kendisine çekmediğini unutuyordu.
“Ben de,” demişti Umay sessizce.
“Hım?” dedi Ateş dalgınlıkla.
“Ben de kapıya bakim oluy mu?”
Ateş başını hafifçe eğerek kendisinden ricada
bulunan kızına iki saniye baktıktan sonra cevapta karar kılmıştı bile. Elindeki
bardağı duvardaki alçak rafa bıraktı, birkaç kitap dizili duran rafa ballı süt
bardağı eklenmişti böylece.
“Bak bakalım,” dedi Umay’ı daha sıkı tutup
kapıya doğru giderken.
Kapının açıldığı ana yetişememişlerdi. Ateş
birkaç adım attığında duyduğu sesler ile birlikte yavaşlamıştı. Kapının çoktan
açıldığını anlaması ve neden haber verilmeden zil çalacak kadar ilerleyebilmiş
olduklarını çözmesi de zor olmamıştı.
“Biz geldik,” diyen Erdem’i gördüğünde kafası
karışmış bir şekilde gözlerini kıstı Ateş. Çat kapı gelme huyları yoktu
aslında.
Erdem’in yanındaki Duygu’ya birkaç saniye
baktığında ise aklında bazı tahminler oluşmaya başlamıştı. Gelişlerini
sorgulamadan önce sakince dudaklarını aralayıp konuşması da bu tahminler
sayesindeydi. “Hoş geldiniz.”
Duygu sadece gülümsemekle yetinmiş, genel
olarak Umay’a kaçamak bakışlar atmıştı. Kuzey’in anne-babasının arasında
sakince beklediğini de görüyordu. Bu nedenle cevap alacağı kişiyi seçmesi
kolaydı.
“Salona geçelim,” demişti Ateş. Onun
konuşmasıyla birlikte Duygu, Kuzey ve Sinan hareketlenirken Ateş onlara eşlik
etmek üzere olan Erdem’in önünü kesti. “Ne oluyor?”
“Bir şey olmuyor,” dedi Erdem omuz silkip.
Kendisine iri iri gözlerle bakan Umay’a göz kırpmıştı bu sırada. Umay utanarak
Ateş’in boynuna kapanırken bu haline güldü. Ateş’in de dikkati Umay’ın bu
tatlılığına dağılır gibi olmuştu ama hızlıca toparlanabildi.
“Erdem,” dedi Ateş bastıra bastıra. “Dün akşam
yanınızdaydım, sabahın köründe toplanıp buraya gelmenizin nedeni ne?”
Erdem güler yüzlü ifadesini bir anlığına
kaybetmiş, sıkıntıyla nefeslenmişti.
“Duygu…” dedi kısık bir sesle. “Siz dün öyle
çıkıp gittikten sonra ağlamaya başladı, sabahın ilk ışıklarına kadar da
durmadı.”
Ateş duyduklarıyla birlikte bir an gözlerini
kapatıp açtı. Umay’ı şakağından öptükten sonra ona seslendi. “Umay,” dediğinde
kızı başını kaldırmıştı hemen. “Ney?”
“Sinan içeride sıkılmıştır belki, ona bir bak
bakalım.”
Umay evin içindeyken gözünün önünden kaybolan
Ateş’in, sonsuza kadar kaybolmuyor olduğunu kabullenmişti artık. Bu nedenle
yere bırakıldığında paytak koşuşturmasıyla birlikte salona giderken arkasına
bakma gereği duymamıştı.
“Neden ağladı o kadar?” diye sordu Ateş, Umay
uzaklaştığında.
“Dikkatsizlik edip Umay’ı üzdüğünden ağlıyor
sandım, Kuzey’e onun yanında annecim dedi diye kendine kızıyor sandım ama yok…
Kendine gelemedi bir türlü.” dedi Erdem uzunca bir nefes üflerken. “Umay’a mı
ağlıyor, Esila’ya mı ağlıyor ayırt edemedim.”
Ayırt edememesi doğaldı. Çünkü Duygu’yu
ağlatan her ikisiydi. Hem dikkatsizliğine hem Umay’ın özlemine hem de akıbetini
bilmediği Esila’nın durumuna ağlamıştı saatlerce.
“Sen de karını aldın ve daha çok ağlasın diye
yanımıza mı getirdin?”
“Aynen, karımın düşmanıyım çünkü ben.” dedi Erdem ters ters bakarken. “Kendisi istedi, ben de senin nemrut suratını görme pahasına kabul ettim. İyi yapmış mıyım?”
Ateş ‘nemrut surat’ yakıştırmasının hakkını
verecek bir ifadeyle birkaç saniye Erdem’i süzdükten sonra arkasını dönüp
yürümeye başladı.
Ateş salona girer girmez içeriyi bakışlarıyla
taramış, Umay’ın olduğu yeri tespit etmişti. Kızını Sinan’ın yanında göreceğini
düşünüyorken onu Duygu’nun yanında oturuyor halde bulunca bir an duraksamıştı.
Kapıdaki hareketlilik ile birlikte herkes
bakışlarını oraya çevirince Umay da kapıya döndü. Ateş’in geldiğini görünce koltuktan
sarsıntılı bir şekilde indi. Düşecekmiş gibi dengesini bir an kaybedip odadaki
yetişkinlerin telaşla nefeslenmesine neden olduğunun farkında bile değildi.
Ateş’in bacağına çarpacak kadar yakınına varınca durup başını kaldırmış ve ona
bakmıştı.
“Ateş,” diye uzun uzun seslendi.
Ateş düşeceğinden korkup hızlanan kalbini
rahatlatmak için nefes alırken eğilip kollarının altından kavradığı gibi
kucakladı kızını. “Efendim?”
“Bak,” diyerek yükseldiği yerden eliyle
Duygu’yu işaret etti. “Duygu göstey yine bise.”
Duygu kıkırdayarak elini havaya kaldırdı.
Bileğindeki altın-gümüş karışık bileklikler şıkırtılar çıkartarak sallanmıştı.
Ateş neye bakması gerektiğini anlayamadan Umay
ile birlikte en yakınındaki koltuğa yerleşti. “Neye bakayım?”
“Kızın takı istiyor, Ateş. Bilekliklerimi çok
beğendi. Bunları vermek isterdim ama onun o minik bebek bileklerine uymazlar
maalesef.”
Ateş duyduklarıyla birlikte yan bir şekilde
kucağına oturttuğu Umay’a baktı. “Sen bir şey istediğinde bana gelmeyi ne zaman
öğrendin bebeğim?” dedi içinde bir uğultu başlamışken.
Sinan izin ister gibi elini kaldırdı. “Tam
olarak öyle olmadı,” dedi adamın boşuna heveslenmesine engel olarak. “Ben
babandan iste o poşet poşet alır deyince… İkna oldu gibi.”
Erdem sesli bir şekilde gülmeye başladı. “Paran
çıkışmazsa haber ver, ben alırım. Gerçi daha erken bu işler için ama…”
Ateş arkadaşının ne saçmaladığını görmek için
ona dönünce Erdem başıyla Umay’ı işaret etmişti ona. Ateş kızına doğru baktı
refleksle.
Bakmasa daha iyiydi tabii.
Tekli bir koltuğa sanki çok yer kaplıyormuş
gibi tek başına yerleşen Kuzey, konuşmaları duymuyormuş gibi rahatça etrafı
izlemekteydi. Ateş, kucağındaki kızının da böyle rahat olup salonu incelemesini
çaresizce dileniyordu şu anda. Zira Umay, çaktırmadığını sanan ancak yeterince belli
eden bir odak ile Kuzey’e kilitlenmişti.
Ateş dün akşamı hatırladı. Duygu dün pot
kırmadan hemen önce Umay’ın şaşkın şaşkın Kuzey’e bakakaldığını hatırlıyordu.
“Yaşları yakın diye,” dedi Ateş dişlerini
birbirine bastıra bastıra. “Sinan’la oynamaktan bunaldı çocuk, kendinden başka
küçük birini görünce ilgisini çekmiştir.”
Sinan iç çekti. “Yine kabak bana nasıl patladı
ya?”
Ateş göz ucuyla Sinan’a baktı. “Yağmur yağıyor
mu?”
“Yağmıyor,” dedi Sinan anlamsızca.
“İyi, Umay’ı da al siz biraz çiçeklere bakın
kahvaltıya kadar.”
Umay duyduğu anahtar kelime ile birlikte
yerinde hareketlenmişti. “Yemek yemedik ama,” dedi kahvaltıdan önce bahçeye
çıkmaya alışkın olmadığından. Süt bile içmemişti daha.
“Olsun,” dedi Ateş. “Hadi Sinan.”
Sinan ayaklandı. Ateş Karmen’i böyle gözü dönmüş
görmeyeli yıllar oluyordu. En son Esila için bu şekilde saman altından su
yürüttürüp kendince önlemler aldığını hatırlıyordu.
“Gel o zaman çiçeğim,” dedi Sinan oturdukları
koltuğa yaklaşıp Umay’a elini uzatırken. Umay, Ateş’in kucağından inmiş, Sinan’ın
bir parmağına tutunmuştu hemen.
Erdem yanaklarını havayla doldurmuş bir halde
yuvarlanarak gülmemek için zor duruyorken Duygu da yeni yeni durumu çözmüş,
gülümser bir ifadeye bürünmüştü.
Somurtan tek isim Ateş’ti. Belki biraz da
Kuzey… Çünkü açtı. Sabah sabah buraya getirilmişti ve kimse kahvaltıya geçecek
gibi durmuyordu pek.
Sinan, Umay’ın küçük ayaklarını yormayacak
şekilde yavaşça kapıya yöneldiğinde elini tuttuğu kız çocuğu da peşindeydi.
Kapıdan sorunsuzca çıkıp gideceklerini düşünmüştü ancak Umay son anda durmuş ve
geriye bakınmıştı.
Umay sosyal bir çocuk değildi. Böyle bir
fırsatı olmadığından ne kendi yaş grubu ile ne de başka yaş grupları ile
iletişim kurmaktan haberdardı aslında. Son haftalarda biraz farklı insanlar
görmüş olsa da ilk kez boyu dev gibi olmayan birini görüyordu, durum başkaydı.
“Sen…” diye mırıldandı kısık bir sesle. O
konuşunca herkes bakışlarını onun küçük suratına çevirmişti. Bakışlardan biraz
rahatsız olsa da cesaretinin son kırıntıları merakı ile kuvvetlenip
kaybolmaktan kurtulmuşlardı.
“Sen de geymek isteysin mi piyens?”
Umay’ın Kuzey’e bakarak sorduğu soru salonda
bomba etkisi yaratırken en ağır darbeyi alan -şüphesiz- Ateş’ti.
Umay sorusunu sorarken içeri giren, saçları
nemli bir şekilde salona dalan Doğan ise neye uğradığını şaşıran bir diğer isim
olmuştu.
“Nereye gelmek ister miyim?” dedi Doğan Umay’a
tepeden bakarken.
Umay saf saf sesin geldiği yöne döndü.
Tepesinde dikilen Doğan’ı görünce gözlerini kırpıştırdı. “Sen deyil,” dedikten
sonra işaret parmağıyla Kuzey’i gösterdi. “O, küçükçük piyens.”
Sinan ikizinin bozulan suratına koca bir
kahkaha patlatma işini zor bela erteledi. Erdem ise onun kadar iradesini sağlam
tutamamış ve gülmeye başlamıştı. Elini ağzına kapadığı için sesi boğuktu.
Öksürüyor gibi yaparak gizleniyordu.
Duygu gülme krizindeki kocasını hiç
umursamadan, daha ilgi çekici bulduğu ikiliye doğru döndü. Önceliğinde öfkeli
halde burnundan soluduğunu bildiği Ateş’e bakmak vardı. Yanılmamıştı, Ateş
suratsız bir biçimde duruyordu.
Duygu bakışlarını oğluna çevirdiğinde ise onu
afallamış bir halde görmüştü. Neye uğradığını şaşırmıştı anlaşılan.
Kuzey yaşıtlarına göre zeki bir çocuktu. Duygu
zaman zaman bu özelliği ile savaşmak zorunda kalıyordu hatta. Onun yaşındaki
bir çocuğu ikna etmek için oyunbaz olmak gerekirken, Kuzey ikna olsun diye Duygu
bilim insanına dönüşüyordu genellikle.
Kimi zaman ona ulaşamıyormuş gibi hissedip
içerlediği olurdu. Erdem bu anlarda müdahale edip durumu dengeliyordu ancak
Duygu, adını biri geleceği bilerek koymuş gibi fazlasıyla duygusaldı. Çoğu
zaman kocasının çabaları işe yaramıyordu. Duvarlara tırmanıp ona hayatı dar
eden bir oğlu değil, sakinliğiyle sabır sınayan bir oğlu vardı.
“Bana mı diyorsun?” dedi Kuzey gözleri
kısılmış halde Umay’a bakarken. Onun kaç yaşında olduğunu tam bilmiyordu ancak
kendisinden küçük olduğunu anlamak için konuşmasının yanlışlığı ve fiziksel
olarak ufacık olması yeterli gelmişti.
Umay başını salladı çekingen bir tavırla.
Ateş, kızının yanaklarındaki kızarma sinyallerini aldığı anda sırtını koltuğa
daha sert bastırmıştı. ‘Umay’ diye seslenip kızının dikkatini çekesi vardı
ancak onun kendisini ifade etme cesaretini bölmek istememişti.
“Biz şişekleye bakıcaz, sen de gelceksin mi?”
diyerek tekrarladı Umay teklifini.
“Hayır,” demişti Kuzey kısaca.
Duygu ağzının içinden homurdandı. “Odun
doğurmuşum, bana yazıklar olsun ya. Cevap şekline bak.”
Umay gözlerini kırptı birkaç kez. Sonra başını
ağır ağır salladı. “Şişekley güseldiy ama,” dedi kendince bu olumsuz cevabı hiç
mantıklı bulmayarak.
Duygu araya girdi hemen. “Umay,” dedi tatlı
tatlı. “Kuzey çiçeklere yakın olunca hasta oluyor, canım. O yüzden seninle
çiçeklere gelmese daha iyi olur.”
Ateş açıklama yapan Duygu’ya memnuniyetsiz bir
biçimde baktı. Umay açıklama duymasa ve Kuzey’i küçük prenslikten men etse çok
daha iyi olurdu.
“Hasta mı olmuş?” dedi Umay kaşları
bükülürken. Öne doğru adım attığı anda üç kişiden koro halinde aynı ses
yükseldi. “Hayır!” diyerek odayı inleten isimler arasında Ateş, Doğan ve Sinan
vardı. Umay’ın nasıl şifa dağıttığını
daha önce deneyimlemiş olanlar yani…
“Şimdi hasta değil,” dedi Ateş hemen.
“Çiçekleri koklarsa hasta olabilirmiş, onu diyor Duygu.”
Umay Ateş’e doğru baktı. “Şişek koklamak yaşak
mı o zaman?”
“Evet,” dedi Ateş Umay’ı onaylarken. “Kuzey’in
çiçek koklaması yasak bebeğim.”
Umay üzülmüştü. Çiçekler çok güzel kokuyordu.
Bakmak da güzeldi. Onlara yaklaşamayan Kuzey adına üzülmüştü.
“Bis de sonya bakabiliyiz o zaman,” dedi
Sinan’ın parmağını serbest bırakırken.
Sinan, elini bırakmış ve arkasına bile
bakmadan uzaklaşmakta olan küçük bedenin arkasından hayretle baktı. Yağmur
yağarken dışarı çıkamadıklarında dahi pencerenin kenarına sinip bahçeye doğru
bakınan bir başkasıymış gibi hemen vazgeçmişti bahçeye çıkmaktan.
Umay, Ateş’in oturduğu yere varıp koltuğa
tutunarak yukarı tırmandı. Verdiği çaba normal şartlarda Ateş tarafından yarıda
durdurulup kucaklanmasıyla sonlanırdı belki ama Ateş kaşları çatılmış halde az
önce yaşanan anı düşünmekteydi.
Umay yanına oturduktan sonra ona döndü Ateş.
Dönmeden hemen önce kaşlarını normal haline getirmeyi ihmal etmemişti.
“Neden sonra bakacakmışsın çiçeklere? Şimdi
bakabilirsin.”
Umay başını iki yana sallamadan önce göz
ucuyla Kuzey’i süzdü. “Kusey üsülmesin diye sonya bakıcam.”
Ateş yüzünü buruşturdu. “Üzülmez o.” dedikten
sonra Kuzey’e döndü. “Üzülür müsün?”
“Üzülmem Ateş amca,” dedi Kuzey omuz
silkerken, sonra Ateş amcasının yanında oturan küçük kıza doğru baktı. “Bebek
değilim, üzülmem. İstediğini yap.”
Umay duyduklarını kendince ölçüp biçtikten
sonra dudaklarını araladı. Ateş’i ve Kuzey’i yeterince doğru anladığına
inanıyordu. “Ben bebekim, üsülebiliyim.”
Erdem ve Sinan’ın aynı anda yükselen
kahkahaları salonda yankılanırken, Doğan başını eğmiş omuzları titreyerek gülüyor
ve Duygu da kıkırdıyordu.
Ateş, kızı konuşup bilmiş bir şekilde açıklama
yaptığında az önce yaşanan her şeyi bir anlığına unutmuş ve gülerek eğilip
Umay’ın saçlarından öpmüştü. Kızı çok haklıydı, bebekti o. Ateş’in eşsiz bebeğiydi.
~
“Güsel oldu mu? Ben göymüyoyum. Nasıl
bakıcam?”
Umay peş peşe sorular sorarken kıpır kıpırdı.
Duygu yatakta önünde oturmakta olan ve sabırsızca ayaklarını sallayan kızın
haline gülümsedi. “Çok güzel oluyor,” dedi parmaklarıyla genişlettiği lastiği onu
incitmemeye çalışarak saçlarına geçirmeyi denerken. “Bitince aynadan bakacağız
birlikte, azıcık daha bekle olur mu?”
Umay her ne kadar beklemekte zorlansa da
mızmızlanmadı. “Oluy,” diye mırıldandıktan sonra ayaklarını sallamaya devam
etti.
Duygu kendi saçlarıyla uğraşmayı çok severdi. Çeşit
çeşit modeller yapmaya, hepsini düzgünce saçına uygulamaya eli yatkındı.
Arkadaşlarına ve ailesindekilere de bu hizmeti sık sık veriyordu mecburen.
Tarağını tokasını alan dibine girince kimseyi kıramıyordu. Fakat ilk kez teklif
yapılan taraf değil de teklifi eden taraf olmuştu.
Kahvaltıdan sonra aşağıda konuşulan konular
Umay’ın duymaması gereken konular olmaya başlayınca Duygu onu biraz
oyalayabilmek adına ‘odanı gösterir misin bana’ diyerek elinden tutmuş ve
yukarıya yönlendirmişti.
Umay oyuncak hayvanları ile başlayan kısa bir
tur rehberliği yaparken oldukça hevesliydi. Duygu da -rol olmayan- hevesle ona
karşılık vermiş ve hiç acele etmeden peşinde dolanıp durmuştu.
Umay’ın kendi boyuna uygun masasında duran bir
kutu renkli tokayı gördüğünde ise gözleri parlamıştı. Küçük kıza ‘saçlarını
toplayalım ister misin’ diye sorduğunda olumsuz cevap alır diye korkmuştu ancak
Umay’ın olumlu yanıt vermek için tek bir şartı vardı. Burnunu havaya dikip
‘güsel yapabiliysin mi’ diye sormuş, evet denildiğinde de Duygu’nun önüne
kurulmuştu hemen.
Umay’ın saç miktarı ve Duygu’nun el çabukluğu
düşünülünce bu beş dakikalık bir işti aslında. Ancak Duygu ince ve yumuşak saç
tutamlarına biraz sert davransa kızın canını acıtacağını düşünerek inanılmaz
bir dikkatle işine odaklanmıştı, bayağıdır da uğraşıyordu. Umay’ın sabrının
taşması bu sebeptendi.
Saçlarını iki ayrı parçaya ayırmış, o iki
parçayı başının tepesinde iki küçük palmiye haline getirmişti Duygu. İkinci
palmiyenin tokasını da taktıktan sonra Umay’a ait küçük tarakla saçlarının
diğer kısımlarını nazikçe taradı.
“Bitti galiba ballım,” dedi salladığı
ayaklarını izlemeye dalan Umay’a.
Umay heyecanla yerinde hareketlendi. Sırtı
Duygu’ya dönükken birden tam tersi bir hal alıp ona bakabilir biçimde
oturmuştu. “Ben de bakabiliyim mi?”
Duygu kıkırdadı. Bu şekilde sorulan bir soruya
içerik fark etmeksizin insan asla hayır diyemezdi ki.
Tarağı kenara bırakıp yataktan yavaşça kalktı.
Ardından kollarını Umay’a uzatıp onun da inmesine yardımcı oldu.
Biraz önce Umay’ın tokalarını gördüğü küçük masanın
-yine onun boyutlarına uygun- bir aynası vardı. Umay’ı oraya ilerletip
saçlarını görebilmesini sağladı.
“Bak bakalım beğenecek misin.”
Umay aynadaki yansımasını gördüğünde merakla
saçlarına bakındı hemen. Başının üstünde duran iki yükseltiyi görünce başını
hafif hafif sallamış ve palmiyelerinin de sallanmasına neden olmuştu.
Saçlarını yeterince incelediğinden emin
olduktan sonra başını kaldırıp yanında ayakta durmakta ona Duygu’ya baktı. “İki
tane olmuş,” dedi gözlerini kırpıştırırken.
Duygu başını salladı. “İki tane yapmak istedim
evet.”
“Biliyoysun mu? Annem biy tane yapıyoydu
böyle.”
Duygu kısacık cümle ile elektrik çarpmışa
dönmüştü. Dün akşamdan sonra ona yeniden annesini hatırlatacak diye tetikteydi,
bu sabah eve geldiklerinden beri ağzından çıkan her şeye dikkat etmiş ve
özellikle Kuzey’e seslenirken kendisini adıyla seslenmeye şartlamıştı. Oğlunun
onu anlayabilecek olgunlukta olduğunu bildiğinden gelmeden önce kendisine ‘Umay
annesini çok özlüyor, annesi şimdilik yanında değil. Unutmazsan eğer onun
yanındayken bana çok anne diye seslenme olur mu?’ demiş ve tahmin ettiği gibi
oğlundan ciddi bir onay almıştı.
“Bilmiyordum,” diyebildi Duygu çekingen bir
şekilde. Ateş, Doğan ve Sinan üçlüsünün onun saçlarını topladığını hiç zannetmediğinden
küçük kızın hoşuna gidebilecek bir şey yapmak istemişti sadece.
Dün olduğu gibi Umay’ın içli içli ağlamaya
başlaması ihtimali Duygu’nun boğazına yapışmıştı. Kızın gözlerinin içine
bakıyor, gergince bekliyordu.
“Sen de güsel yaptın,” dedi Umay, Duygu’ya göz
süzerken. “Biy tek anneley mi yapabiliy bunu?”
Umay, Duygu’ya sorular sorarken ağlayacak gibi
değildi. İlk kez annesini hüzünle değil, tatlı bir anı düşlemiş gibi
hatırlamıştı. Soruları saf merak içeriyordu. Umay’ın ağlayacak gibi
görünmemesinin aksine Duygu genzindeki yanmayı ve nefes almaya çalıştığı anda
ağlamaya başlayacağının diğer tüm sinyallerini göz ardı edemiyordu.
Umay, Duygu’nun neden sorduğu soruya yanıt
verdiğini bilememişti hiç. Sorusunu tekrarlamadı ama. Merakını içine gömüp
başka bir şeye odaklandı.
“Bunlayı Ateş’e de gösteyelim mi?” diye yeni
bir soru sormuştu bu kez. Küçük parmaklarıyla kendi kafasını işaret ediyordu
bir yandan da.
Duygu ağlamaya bir kala haline rağmen güler
gibi oldu dayanamayıp. Aşağıda başkaları da vardı ama özel olarak babasına
gösteresi gelmişti demek ki saçlarını.
Elini uzatıp Umay’ın tutması için bekledi.
“Gösterelim bakalım, gel.”
Odadan birlikte çıktıkları sırada Umay’ın
duyamayacağı şekilde kendi kendine mırıldanmıştı. “Annesinin kızı…” demişti sessizce. Esila da tüm gözler kendi
üstünde değilmiş gibi, onu beğenmeyen birini bulmak denizde kuru yer aramaktan
zor değilmiş gibi en ufak bir değişimde Ateş’e koştururdu. Güzel olduğunu bin
ağızdan duysa da derdi Ateş’in dilinden dökülecek olandaydı hep.
Birlikte merdivenleri bir bir indiklerinde
Duygu salona yaklaşmadan önce her ihtimale karşı yüksekçe öksürmüştü. Buradan
sonra Umay’ın içeride konuşulanları duyabileceğinden emindi, pat diye yaklaşmak
istememişti.
Salona girdiklerinde içerideki anlık
sessizliğe bakılırsa Duygu öksürmekte haklıydı. Herkesin yüzü gergin gibiydi,
biraz önce iç açıcı bir şey konuşuyor olmadıkları açıktı.
“Biz geldik,” dedi Duygu içeriye elinden
tuttuğu Umay ile adımladığı anda. Gözleri refleksle oğlunu aramış, onun
Erdem’in telefonu ile uğraştığını görmüştü. Etrafla bağlantısını büyük ölçüde
kesen, onu dış sesleri duymayacak kadar oyalayan bir büyüydü bu. Babasının
başının altından çıktığından emindi Duygu.
“Bis geydik,” diyerek Duygu’yu bire bir
tekrarlayan Umay bütün bakışları üstüne toplamıştı hemen.
Umay konuştuktan hemen sonra Duygu’nun elini
bırakıp aşağıya inmekteki asıl amacına adımlamıştı. Koştur koştur -kendi
çapında büyük ölçüde hızlıydı- Ateş’e doğru ilerlerken aceleciydi.
Ateş kendisine doğru koşturan, son bir iki
adımında yalpalamasına rağmen pes etmeyen kızına bakarken gördüğü manzarayla
içine yayılan sıcaklığın esiri olmuştu.
Koştukça başının tepesinde sallanan iki cılız
saç tutamı bebek suratına öyle uymuştu ki Ateş olduğu yerde kaskatı kesilmişti.
Bu kadar tatlı olması, bu denli güzel olması mümkün müydü? Kızı olduğu için,
kanından var olduğu için mi kendisine böyle dayanılmaz hissettiriyordu?
Umay varış noktasına geldiğinde durmuş,
avuçlarını hemen önünde duran Ateş’in dizlerine yaslayıp önünde nazlı nazlı
sallanmıştı. Sesini çıkartmadan beklentiyle gözlerinin içine bakıyordu.
Ateş, Umay’ın çenesini nazikçe tutup yüzünü
hafifçe kaldırdı. “Çok güzel olmuşsun, bebeğim.” derken hayran hayran yüzüne
bakıyor ve söylediklerini bakışlarıyla destekliyordu.
Umay kızarık yanaklarıyla kendisine baktığında
daha fazla dayanamamış ve kollarının altından kavrayarak kızını kucaklamıştı.
Yan bir şekilde kucağına oturttuğu kızını göğsüne doğru çektikten sonra onu
sıkıca sardı. Umay buz gibi havada sıcak bir köşe bulmuş gibi olduğu yere
sinmişti hemen.
“Çok yakışmış çiçeğim,” dedi Sinan görüş
açısında olduğu Umay’a bakarken. Ona yanıt veren Duygu oldu. “Sizin
fikirlerinizi merak etmiyor, heveslenmeyin. Babasına göstermek istedi saçını
sadece.”
Ateş duyduklarıyla birlikte göğsü titreyecek
şekilde gülmüş ve Umay’ı alnından koklayarak öpmüştü. “Sadece babası görse
yeter zaten,” dedi sıkıntıyla. “Başka kimseye gerek yok.” Bunları kendi kendine
söylemek yetmemiş gibi başını eğip Umay’a baktı. “Değil mi bebeğim?”
Umay gözlerini kırpıştırdı. “Ney?” dedi
anlamadığı için soru soran bakışlarla.
Erdem başıyla onayladı. “Aynen kız, babana
verilecek en doğru tepki bu. Ney gerçekten Ateş? Mağarandan çıkarken kendine dikkat
etseydin, bir yerlerini taşa vurmasaydın güzel kardeşim.”
Ateş gözlerini kısıp arkadaşını ters ters
süzdükten sonra kucağındaki bebeğine odaklandı. Ama sözleri Umay’a değil,
Erdem’eydi. “Kız babası olsan anlardın. Ben de yeni deneyimliyorum.”
Erdem bu tepkiye dünden hazırmış gibi direkt
konuştu. “Sen yeterince deneyimlediysen biraz da bizim olsun mu Umay? Sadece
benim seninle empati kurabilmem için bak yemin ederim.”
“Erdem,” dedi Ateş sadece. Sesi sabrı
sınanıyormuş gibiydi. Erdem zerre etkilenmeden dik dik ona bakmaya devam
ettiğinde Sinan sırıttı. Ateş Karmen’in bu ses tonuyla konuşmadan dahi hizaya
getirdiği bir tabur insan görmüştü bugüne kadar ama böyle bir elin parmağını
geçmeyen sayıda kişi için de bıçak çekse bile korkutucu değildi işte. Erdem de
bu listenin hatırı sayılır isimlerindendi.
“Eydem?” diye seslendi Umay, Ateş’i taklit
edip. Erdem’in yüzü, kaşlarını çatıp baktığı arkadaşından bakışlarını çekip
adını tatlı tatlı seslenen küçük bebeğe döndüğünde aydınlanmıştı. “Söyle canım.”
“Ateş sana kısıyoy mu?” diye mırıldandı Umay
usulca. Erdem fırsat bulduğu gibi atlamıştı tabii bu soruya. Başını hızlıca
salladı. “Kızıyor evet.” Amacı Umay’ın babasına karşı kendisini savunmasıydı.
Umay dudaklarını büküp yanağı Ateş’in
omuzundayken ona doğru baktı. “Kısma lüffen Ateş, Eydem uşlu olcak. Kısmak
lajım deyil.”
Ateş, bir kelime daha duyarsa kalkıp Erdem’in
alnını bile öpebilirmiş gibi hissetmeye başlamıştı. Umay böyle mırıl mırıl
konuştuğunda dünyayı tutup önüne sermek bile zor gözükmüyordu gözüne.
“Kızmıyorum, bebeğim.” dedi Ateş. Çenesine
Umay’ın palmiye saç tutamları sürtündükçe bütün kasları gevşemişti zaten.
Umay gülümseyerek Erdem’e baktı. “Koykmamalışın,
bak Ateş sana kısmıyoy.”
Erdem dişlerini çenesi kırılacakmış gibi
sıkmak zorunda kalmıştı. Aksi takdirde tek ısırıkta karşısındaki bir lokmalık
bebeği yutacaktı.
Umay biraz doğruldu. Erdem karşı koltuktaydı
ancak ona doğru biraz yaklaşınca sanki söylediklerini ondan başkası
duymayacakmış gibi çabalamıştı. “Kısarsa da koykma, Ateş kötü biyisi deyil.
Acıtmas.”
Az önce Umay sayesinde salonda esmeye başlayan
tatlı rüzgar, yine onun sayesinde birden ürpertici serinlikte bir hal aldığında,
Ateş kalbinin atış sesinin kulaklarında yankılandığını hissetti.
“Umay,” dedi iki heceyi bile zor seslendirse
de kendini bir şekilde toparlayıp. “Kötü birisini tanıyor musun sen hiç? Kötü
birinin adı ne olabilir?” Umay Duygu ile birlikte odasındayken salondakilerin
gündemi olan konu birden geri açılmıştı böylece.
Umay gerilerek omuzlarını kıpırdattı.
Dudakları birbirine yapışmış gibi ağzını biraz bile aralamadan bekledi.
Bu andan kaçabilmek için telaşlanmıştı. Nefesi
hızlanırken bakışları hızlıca etrafı taradı. Özel olarak bir şey aramıyordu
ancak odadaki tüm yetişkinlerin bakışları üzerinde olduğundan bakışlarını
onların üzerinde hiç oyalanmadan uzaklaştırmıştı.
En sonunda bakışları salondaki konuşmaları
duymayan, daha doğrusu kendisini ilgilendirmeyen konuları dinleme huyu olmayan
Kuzey’i buldu. Elindeki telefona bakıyordu. Umay bakışlarını çok az daha
kaydırdığında ise Kuzey’in yanında duran bir şey daha fark etmişti.
Umay, Ateş’in dalgınlığından faydalanarak
kucağından kaçtı bir anda. Ateş onu tutacak gibi olduğunda ise buna direnerek
konuşmuştu hemen. “Kuzucum oyda, ona gitcem.”
Ateş minik bedenine güç uygulayamayacağı için
ellerini geri çekmiş, Umay’ın kuzusuna doğru gitmesine izin vermişti.
Umay normal insan boyutunda iki adımdan kısa
ancak kendisi için uzun sayılan mesafeyi üstündeki beş çift bakış eşliğinde
yürüdükten sonra kuzusunun ve Kuzey’in bulunduğu tekli koltuğun ucunda durdu.
Kuzuyu alıp oradan uzaklaşması mümkündü.
Koltuğa çıkmadan kuzuyu bacağından yakalayıp çekse yeterdi aslında. Ancak bu
seçeneği yok sayıp avuçlarını koltuğa dayadı ve koltuğa tırmandı.
Kuzey koltuğa çıkmakta olan küçük kızı görmüş
ancak bir şey söylemek yerine sadece dikkatlice izlemeye başlamıştı. Elindeki
telefonu mu almaya çalışacaktı? Arkadaşlarından bazılarının küçük kardeşleri
vardı ve tek bildikleri ağlayıp onların elindeki eşyaları çekiştirmek oluyordu.
Umay’ın da öyle yapacağından şüphelenmişti.
Umay koltuğa çıktığında, ikisinin bedeni de
fazla yer kaplamadığından berjerde hiç sıkışmamışlardı. Umay sırtını koltuğa
yaslayıp bacaklarını uzattıktan sonra arada sıkışan kuzusunu kucakladı.
Umay konuşana dek herkes sessizdi. “Ben de
bakim mi Kusey?”
Kuzey kendisine iri iri açık duran gözlerle
bakan ve izin isteyen kıza bakarken bir an şaşkınca kalakaldı. Dünden beri
etrafta olan bu bebeğin yüzüne ilk kez bu kadar yakından bakıyordu. “Senin
gözlerin neden aynı renk değil?”
Umay sorduğu sorunun cevabı için böyle bir şey
beklemiyordu. Afallamış bir halde Kuzey’e baktı. “Ney?”
“Bir gözün mavi ama diğeri bi’ değişik.” dedi
Kuzey anlam vermeye çalışırken. İlk kez böyle bir insan görüyordu. İzlediği
çizgi filmlerdeki süper güçlü canlılar gibi biri olabilir miydi bu bebek?
“Gözünden ışın çıkarabilir misin?”
Ortamın gerginliğine rağmen birkaç kısık gülüş
sesi duyuldu.
Umay’ın kafası gülenleri duyamayacak kadar
karışık bir haldeydi. Anlamıyordu hiç. Az önce sorduğu soruyu Kuzey’in yanlış
anladığını düşünerek parmağıyla telefonu işaret etti. “Buna bakabiliyim mi?”
Kuzey omuz silkti. Bu ‘ne istersen yap’
demekti. Ancak yanındaki bebeğin onun beden dilini çözümlemek için fazla küçük
olduğunu bilemiyordu tabii.
Umay, Kuzey’in sallanan omuzlarına baktıktan
sonra gözlerini birkaç kez kapatıp açtı. Bir sonraki hamlesi ise salondaki
kimse için tahmin edilebilir değildi. Yanağını usulca Kuzey’in omuzuna yaslayıp
bakışlarını telefon ekranına dikmişti.
Kuzey neredeyse ağzına giren, garip bir şekle
sokulmuş saç tutamıyla savaş verirken, Duygu onun tepinip de Umay’ı iterken
fazla sert davranmaması için ayaklanmak üzere tetikteydi. Kuzey fazla temas
seven bir çocuk değildi. Sağı solu belli olmuyordu bu konuda.
“Kuzey-…” diye seslenmeye karar vermişti hatta
Duygu. Onu uyaracaktı, yanındakinin bir bebek olduğuna dair hatırlatma
yapacaktı. Ancak devam etmesine engel olan bir şey olmuş, Kuzey yerinde
rahatsızca kıpırdanmak yerine tuttuğu telefonu biraz sola doğru kaydırarak
Umay’ın daha kolay görebileceği konuma getirmişti.
Parmağıyla ekrandaki videoları kaydırmaya
kaldığı yerden devam ederken Umay da meraklı bakışlarıyla değişen renkleri ve
ekrandaki hareketliliği izliyordu.
Ateş kollarını göğsünde kavuşturarak küsmüş
bir çocuk gibi surat asarak arkasına yaslandı. Kıskançlığı gözünü döndürmüş ve
şu an için tek düşünebildiği karşısındaki manzara oluvermişti. Kızı kendi omuzu
dışında bir omuza böyle rahatça yaslanmışken diken üstünde hissediyordu.
Duygu balık gibi açılan ağzı ile Erdem’i
dürttü dirseğini karnına batıra batıra. “Aşkım…” diye fısıldadı bağırır gibi.
Erdem yediği dirsek darbelerini hissetmiyormuş
gibi keyifli bir sırıtış yerleştirdiği yüzünü Ateş’e çevirdi. “Bir sonraki
ziyaretimizde çiçek-çikolata da getireceğiz mutlaka, bu sefer hazırlıksız
gelmişiz kusura bakmayın.”
“Yaka paça atacak şimdi bizi evden,” dedi
Duygu dertli dertli. “Erdem susar mısın? Kuzey ilk kez insani bir tepki veriyor
dünyaya karşı, ben fazla zekadan sosyal yetenekleri hiç oluşamadan kayboluyor
sanmaya başlamıştım.”
Erdem’in Ateş ile uğraşmaları, Duygu’nun bakarsa
bu anı bozacakmış gibi hiç çocuklara değdirmediği heyecanlı bakışları ve ikizlerin
yaşanan sahneden aldıkları keyif nedeniyle omuz omuza vermiş gülüyor olmaları
sürüyorken Umay ve Kuzey de aynı haldelerdi.
Kuzey parmağını telefona sürttükçe renkler ve
sesler değiştiği için Umay şaşkın şaşkın ekrana kilitlenmişti. Her bir detayı
merakla izliyordu.
Umay gördüklerine dair bir şeyler sormak
istiyor ancak konuşursa Kuzey’in onu kovacağını düşündüğünden uslu uslu bekliyordu. Ekrana onu
dudaklarından ani bir nida dökmeye iten görüntü gelene dek sessiz kalmakta
başarılı da olmuştu.
O ana dek hiç karışmadığı Kuzey’in,
parmaklarını ekrana dokundurursa görüntüyü kaybedeceğini artık öğrenmişti. Bu
nedenle sıkı sıkıya Kuzey’in elini tutup videonun değişmesine engel olmaya
çalıştı.
“Evimis!” diye seslenmişti gözlerini
görüntüden ayıramadan. “Kusey sen evimisin yesmini neyden buldun?”
Umay’ın sesinin yükselmesi ile birlikte
salondaki tüm bakışlar artık onun üzerindeydi. Ateş merakla kaşlarını hafifçe
çatarak ayaklanır gibi oldu. Umay’ın gördüğü rastgele bir evi buraya
benzettiğini düşünmüştü. “Ne evi bebeğim? Bizim evimize mi benziyormuş?”
Umay, Ateş’i duyar duymaz başını kaldırdı. “Ateş,”
diye soludu hemen hızlıca. “Bak! Bak buyası bisim evimis.”
Ateş onların oturduğu koltuğa doğru ilerledi.
Bu sırada Erdem konuştu. “Ne var telefonda oğlum?” diye sordu Kuzey’e.
Kuzey anlam verememiş bir halde babasına
baktı. “Yangın varmış,” dedi telefonu biraz çevirirken. Ekranı çevirmiş, bir
yandan da telefonun kısık olan sesini son seviyeye kadar yükseltmişti.
Bütün bunlar olurken başa sarmış olan video en
başından başladığında salonu dolduran tekdüze bir spiker sesi olmuştu:
“Tekirdağ’daki
yangının nedeni hâlâ belirlenemedi, ekipler çalışmalarını sürdürüyor. Yangının
yerleşim yerlerine uzak, yıllar önce sel nedeniyle boşaltılan izbe bir köyde başladığı
saptandığından bu köyün kimliği bilinmeyen bazı kişilerce mesken edildiği düşünülüyor.
Yangın kontrol altına alındı ancak olayın sır perdesi tam olarak aralanmış değil.
Gelişmeler için mutlaka paylaşımlarımızı takipte kalın.”
Video sonlanırken Ateş gözünü bile kırpmadan dönüp
duran görüntüyü izliyordu. Umay’ın parmaklarına dokunan avuçları, dikkatini
çekmek için onu çekiştirmesi bakışlarını ekrandan ayırmasına yetmemişti.
“Çiçekler,” diye mırıldandı Ateş sırtına
tırmanan ürpertiyle birlikte. “Çiçekler, kuzu…”
Yangından önceki hali gösterilen köyün yemyeşil
görünümü Ateş’i göğsünden kurşun yemiş hale sokmuştu.
‘İradesi
dışında bir gizlilik’ diyen Doğan’ın sesi, Umay’ın hayatı hep bahçelerde geçmiş
gibi rutin bir şekilde çiçeklerle sohbet edişine karıştı Ateş’in zihninde.
Canlı bir kuzu ile tanışmış olduğuna şaşırdığı anı hatırladı. Oyuncağıyla nasıl
sıkı bağ kurduğunu düşündü.
Noktaları birleştirip düzgün bir şekil çıkartabilmek
için tüm bunlar fazlasıyla yetmişti Ateş’e.
Elinde kalan ise acı ve dikenlerle kaplı bir sorudan
ibaretti. Yangın çıktığında Umay o
evde değildi, Ateş’in yanı başında ve güvendeydi; peki ama Esila neredeydi?
~~~
Esila çıksın ortaya artık çok merak ediyorum noldu bu kadına ya :(
YanıtlaSilHassiktir yaniii
YanıtlaSilYine harika bir bölümdü yaa hele sonu çok merak uyandırıcıydı❤️
YanıtlaSilHer bölümde beni daha da meraklandırmayı nasıl başarıyorsun
YanıtlaSil