Dert Bebesi 33.Bölüm

 33.BÖLÜM



- Nil

 

“Biraz daha mayıştırırsan uyuyorum artık bak.”

Uras’ın boynuna iyice gömülerek yarı anlaşılır şekilde konuştuğumda beni daha sıkı kavradı. “Ben ne yapıyorum ki?” derken söyledikleriyle çelişir bir biçimde bir eliyle saçlarımı diğer eliyle ise sırtımı okşuyordu.

Uzun uzun açıklama yapmak yerine elimi saçlarına uzatıp parmaklarımı hafif belirgin buklelerinden geçirmeye başladım. “Böyle yapıyorsun.”

“Hiç anlayamadım ne yaptığımı, biraz daha göster bakim.” Üşengeçliğimi bir şekilde yenerek başımı kaldırıp çenemi göğsüne yaslayarak Uras’a baktım. “Sen çok fırsatçı bir adamsın.”

“Çok şükür yavrum.”

Beklemediğim tepkiyle birlikte kendimi tutamayıp kıkırdadığımda Uras bu anı kaçırmayarak dudaklarını dudaklarıma bastırdı. “Telefonda her güldüğünde böyle öpemediğim için içim gidiyordu.”

Saatler sonra ayrılmak zorunda oluşumuz bu cümlesiyle birlikte yeniden aklıma düştüğünde yüzüm düştü. Üzüntümü saklama isteğiyle yeniden boynuna saklandım. Başımın tepesine peş peşe birkaç öpücük bırakıp beni sıkıca sardı.

Bir süre böyle sessizce kaldık. İkimizin aklından az çok aynı şeylerin geçiyor olduğuna emindim.

Gitmek istemiyordum. Gitmemi istemiyordu.

“Ben döndükten sonra sıra sana geçmiş oluyor, çok bekletmeden gel olur mu?”

“Sanki bekletecek kadar sabrım varmış gibi soruyorsun bir de. Dua et de iki gün sonra gelmeye çalışmayayım yavrum.” dediğinde yalandan kaşlarımı çatarak doğruldum. “İzin ver de biraz özleyeyim, iki gün biraz kısa.”

“Öyle mi Peri Hanım?” derken aynı anda da iki elini belime uzatarak beni gıdıklamaya başladığı için kahkahalarla gülerek kendimi yatağın boş kısmına atmaya çalıştım. Uras’ın gücüne karşılık benimki pek bir şey ifade etmemişti.

“Yeter! Vallahi bayılacağım şimdi Uras!” Kahkahalarımın arasında zar zor cümlelerimi tamamlayabildim. Uras bir şekilde insafa gelmiş olacak ki parmaklarını kıpırdatmayı bıraktı. Bedenimi yatağın boş tarafına atıp kesik kesik alabildiğim nefeslerle kendime gelmeye çalışırken, Uras oturur hale geçmiş sırıtarak beni izliyordu.

“İyi misin?” dediğinde yattığım yerden gözlerimi kısarak ona baktım. “Dalga mı geçiyorsun be?”

“Evet.” Pişkin pişkin yanıtladığında koluna vurup olduğum yere iyice yayıldım. Gülmekten yorulmuştum resmen.

Ben nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken Uras yataktan kalkınca merakla ona baktım. “Gitme saatim mi geldi?” diye sorduysam da beni yanıtsız bırakarak dolabına doğru ilerledi. Doğrulup oturur hale geldikten sonra onu izlemeye başladım.

Dolaptan alacağı şey her neydiyse saniyeler sürmüştü. Bana doğru döndüğünde bakışlarımı eline çevirdim. Minik bir kutu tutuyordu.

“O ne?” diyerek yerimde kıpırdandım.

“Bilmem, bak bakalım neymiş.” Yatağa doğru gelip kutuyu bana uzattığında kısa bir an gözlerine bakıp bir şey anlayamayınca yavaşça kutuyu kavradım.

Küçük bir hediye kutusuydu. Kapağını açtığımda oldukça zarif bir kolyeyle karşılaşmıştım.

Hızla Uras’a döndüğümde minik bir gülümsemeyle beni izlediğini fark ettim. “Beğendin mi?” dediğinde kolyeye yeniden bakma ihtiyacı duymadan kutuyu yatağa bırakıp kollarımı Uras’a uzattım. Kucaklanmayı bekleyen bir çocuk gibi ona uzanışımı gülümsemesini söndürmeden karşıladı. Beni sıkıca tutup sardığında bir anda kendimi havada bulmuştum.

Bacaklarımı beline sarıp dengede kalmayı başardığımda omuzlarından sarkıttığım kollarımı da sıkılaştırdım. “Teşekkür ederim.” diye mırıldanıp dudaklarımı çenesine bastırdım. Alt dudağını teğet geçen öpücüğümü düzeltmek ister gibi dudaklarıma yapıştığında gözlerim kapanmıştı.

Heyecanla geri çekilip gözlerine bakmaya başladım. Afallamış gibi bana bakarken kendimi kucağından atmak ister gibi kıpırdandım. “Kolyemi takmak istiyorum.”

“Biraz daha öpseydim, kaçmıyor kolye güzelim.”

“Ya kaçarsa?” dediğimde homurdanarak beni yere indirdi. “Tamam Nasreddin hoca, gel takalım kolyeni.”

 

~

 

 

“Anahtarını almış mıydın? Zili çalmayalım.”

Mert abim ceplerini yoklarken ben de duvara doğru yaslanmış bekliyordum.

Dönüş uçağımı olabildiğince geç saate almıştım, saat neredeyse gece yarısıydı. Tuna uyumayıp beni bekleyeceğini söylemiş olsa da muhtemelen sızmıştı. Uyanmasına gerek yoktu.

“Buldum.” Abim kapıyı açıp önden geçmem için bana yol verdiğinde ayakkabılarımdan kurtulup içeri girdim. Çantamı içeriye sokma işini abime bırakıp ışığı açık duran salona doğru ilerledim.

“Ben geldim!” diyerek salona girdiğimde gördüğüm manzarayla kendimi tutamayıp gülmeye başladım.

Sızar diyerek günahını almış olduğum Tuna hiçbir uyku belirtisi göstermeden televizyon izlerken nasıl yaptığını bilmesem de hem Demir hem de Oktay abimi uyutmuştu.

Tuna çığlığımsı bir sesle bana doğru koştururken onu kucaklamadan önce seslerle irkilerek uyanan abimlere gülüşüm büyüdü. Tuna’yı kucağıma alıp sıkıca sarıldığımda o da en az benim kadar sıkı sardığı kollarıyla boynuma tutunmuştu. “Abla!”

“Söyle bebeğim?” derken yanaklarını peş peşe öptüm. Çok özlemiştim.

“Bir daha gitme tamam mı?”

“Tamam bebeğim, gidersem de birlikte gideceğiz bundan sonra. Anlaştık mı?” Onaylayan bir şeyler mırıldanıp kafasını omuzuma yasladı.

“Hoş geldin fıstığım.” Oktay abime öpücük attığımda gülerek yakalıyormuş gibi yaptı. “Tuna Bey’den sıra gelmediği için böyle idare edeceğiz artık.” Tuna adını duyduğunda bir etrafa bakınsa da çoktan mayışmış olacak ki sesini çıkartmadan yeniden yerine yayıldı.

Tuna’nın gün geçtikçe artan ağırlığı da eklendiğinde ayakta durmak zorlaşınca en yakınımdaki koltuğa oturdum.

Demir abimin oturduğu koltuğun diğer ucuna denk geliyordu bu da. Abim olduğu yerde kayıp yanıma doğru geldiğinde onun hamle yapmasına gerek kalmadan ben kendimi göğsüne doğru bıraktım. Ben Tuna’yı, o da beni sıkıca sarmıştı.

“Söyle o değişik herife, bir daha Ankara’ya gitmek falan yok. Çok isterse kalksın kendi gelsin, sensiz hiç çekilmiyormuş burası Peri’m.”

Büyük bir sevgi patlamasıyla dudaklarımı bükerek abime doğru baktım. “Yanağını getir bi’ buraya.”

Ne yapacağımı çok iyi bilmesine rağmen itiraz etmeden yanağını bana doğru uzattığında memnun olmuş bir ifadeyle dudaklarımı yanağına bastırdım. Sulu bir şekilde öptüğümde yüzü buruş buruş olsa da geri çekilmemişti. Bu haline Oktay abim ve salona biraz önce girmiş olan Mert abim gülmeye başlarken onları umursamadan bana baktı.

“Bu öpücük imza sayılır, anlaştık değil mi?”

Gözümün önünde beliren Uras siluetiyle birlikte abartı bir sırıtmayla abime baktım. Benden onay alamadığında homurdanarak geri çekildi. “Büyü mü yaptı o pezevenk iki günde sana?”

“Abi!” derken gözümle Tuna’yı işaret ettim.

“Sızdı bile o. Kokunu arıyor iki gündür uyku saatlerinde, bulunca bayıldı çocuk.”

“Yaa…” diye mırıldanarak Tuna’ya daha sıkı sarıldım. İçim gidiyordu onunla ilgili her şeye. “Yerim ki ben seni.” Yüzünün uzanabildiğim yerlerine minik öpücükler bıraktım.

Abimlere döndükten sonra devam ettim. “Biz gidiyoruz o zaman. Tuna’yı odama bırakayım, duş alıp yanına yatarım ben de.”

“Tamam abicim, iyi geceler.”  Hepsinden benzer cümleler duyduktan sonra Tuna ile birlikte odama geçtim. Onu yatırıp duşa girmek için odadan çıkacaktım ki abimin odama bıraktığı çantalarımla birlikte duran telefonum gözüme çarptı.

Uçaktan inip Mert abimle buluştuğumda Uras’a haber vermiştim eve girince zamanımın olmayacağını düşünerek. Ama uyumadığına emin olduğum için şimdi tekrar yazmamda bir sorun yoktu bence.

‘Eve geldim, bir on dakika oluyor sevgilim.’ Yazıp yolladıktan sonra kendimi duşa attım. Banyodan döndüğümde hafif üşümeye başlayan bedenimi oyalanmadan kalın kıyafetler giyerek ısıtmaya çalışırken yeniden telefonumu elime almıştım.

Uras’ın mesaj atmak yerine bir kez aramış olduğunu görünce donma pahasına da olsa balkona çıkıp onu geri aradım. Hasta olmamayı umuyordum.

“Peri? Uyudun diye düşündüm açmayınca.”

“Duşa girmiştim.”

“Tamam güzelim, iyisin değil mi bir sorun yok?” Gülümseyerek sanki o görebilecekmiş gibi kafamı salladım.

“Bir tane var aslında.”

“Ne oldu?” derken gerginleşen sesini duyduğumda hızla araya girdim. Cilve yapacağım diye adamı kalpten götürmek istemezdim. “Hemen özledim ben seni.”

“Peri! Korkuttun yavrum, böyle mi söylenir bu?”

“Beğenmedin mi?”

“Bayıldım…”

“Uras kalk bir gören olacak.” Kendi şakama deli gibi gülerken Uras da dayanamayıp gülmeye başladı.

Yavaş yavaş gülüşlerimiz kesildiğinde Uras balkonda olduğumu fark edip beni azarlarken vedalaşıp konuşmayı sonlandırdık.

Daha fazla oyalanmadan kendimi Tuna’nın yanına bıraktım. Yanına uzandığımı hissedip bana doğru sokulduğunda sıkıca sarıldım.

Bir elim boynumda duran kolyeme gittiğinde istemsizce gülümsemeye başlamıştım.

Her şey yolundaydı.

 

~

 

 

“Keşke kahvaltıyı Mert abim hazırlasaydı.” Tuna kollarını göğsünde birleştirip memnuniyetsizce homurdanırken çatalım ağzımda ona baktım. “O niyeymiş?”

“Patates yiyorduk biz. Sen yumurta yapmışsın.”

Mert abim başlı başına bir patates canavarıydı dolayısıyla bu duruma çok da şaşırmamıştım. Tuna’ya cevap vermek için ağzımı araladığım sırada kapı zili araya girdi.

“Ben gelene kadar yumurtanın yarısı bitmiş olsun bebeğim, lütfen.” Tuna pek mutlu olmasa da bir şey demeden tabağındakilerle uğraşmaya başladığında ayaklandım.

Muhtemelen abimlerden biri bir şey unutmuştu.

Kapıyı duraksamadan açtığımda karşımda gördüğüm kişilerle şaşkınca bir adım geriye geldim.

Kapı eşiğinde duran üniformalı iki polise anlamsızca baktım. “Buyurun?”

“Nilperi Özkan siz misiniz?” Polislerden biri konuştuğunda yanlış gelme ihtimalleri ortadan kalkmış oldu.

“Benim evet, bir sorun mu var?”

“Emniyette ayrıntısını öğrenirsiniz, bizimle gelmeniz gerekiyor.” Bedenimi ele geçirmeye başlayan korkuyla birlikte sakin kalmak zorlaşıyordu.

“Neyle ilgili olduğunu söyleyebilir misiniz? Sizinle gelmemi gerektirecek olan ne olabilir?”

“Böyle bir yetkimiz yok hanımefendi, dediğim gibi gittiğimizde bilgi verilir size. Buyurun gidelim.”

Ne yapacağımı bilemeden beklerken arkamdan gelen sesle birlikte oraya döndüm. “Abla kim gelmiş?”

Polislere Tuna’yı işaret ettim. “Kardeşimi tek bırakamam, biraz beklerseniz abime haber vereyim. O geldiğinde gitsek olur mu?”

Benimle konuşan polis sessizliğini koruyana dönüp kısa bir bakış attı. Bu kez diğeri konuşmaya başladı. “Vaktimiz yok, kardeşiniz de gelsin. Emniyetten ararlar abinizi. Telefon kullanmanız uygun değil şu anda.”

Gittikçe ciddileşen konuşma bedenimin titremeye başlamasına yol açarken apar topar evden çıktığımızda aklımda binbir senaryoyla kalmıştım. Bir yandan Tuna’nın nereye gittiğimizle ilgili sorduğu soruları geçiştirmeye çalışırken bir yandan da ne sebeple polislerin kapıma kadar gelip beni emniyete götürüyor olduğunu anlamaya çabalıyordum.

İşlerin tahminlerimden daha az karmaşık ilerlemesini dilemekten başka yapacağım pek bir şey de yoktu.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm