Aykırı Çiçek 64.Bölüm
64.BÖLÜM
Ajansta birden fazla ve yan yana dizili konumda asansör
bulunmasının bir gün şükredeceğim bir detaya dönüşmesi aklımda olan bir ihtimal
değildi.
Aşağıya inip Acar’la öğle yemeğine gitmek için buluşmayı
planladığımdan önünde dikildiğim asansörün kapıları açıldığında, karşımda
bulmayı en son beklediğim kişiyi görür görmez sağdaki asansöre yönelişim uzun
sürmedi.
Asansörden Ediz çıkmamış ya da bir anda önümde belirmesi
normalmiş gibi ikinci asansörün çağırma tuşuna dokundum. Yemeğe koşturanlardan
kaynaklı olacak ki her katta oyalanıyordu. Şansıma içimden bolca lanet okuyarak
gelişini hızlandıracakmışım gibi tuşa birkaç kez daha dokundum.
“İzgi,” diyerek adımı seslenen adamı görmezlikten
geldiğim gibi bir yandan da duymazlıktan gelmem gerekmişti.
Acar, onun kim olduğunu bilmeden beni sergisine
götürdüğünde Ediz’i karşımda bulduğumda düşündüğüm tek şey uğradığım ihanetti.
Aldatılmak kimse için istekle karşılanacak ya da karşılaşıldığında kolayca
atlatılacak bir şey değildi; bunu biliyordum. Fakat zaten yalnızlığıyla
sınanıyor, sevgisizlikle cebelleşiyor olan birini size tutunmaya çalışırken
ihanetle vurduğunuzda sonuçları normalde olandan daha ağır oluyordu.
Ediz benim için derin bir aşk değildi. Hatta aşkın ne
olduğunu keşfettikten sonra rahatlıkla söyleyebilirdim ki Ediz benim için derin
olmayan bir aşk bile değildi. Bana verdiği ilgiye muhtaçlığımdan, gözümü yumup
tutunduğum büyük bir dayanaktı. Hiç sağlam bir destek olmadığını da en acı
şekilde öğrenmiştim.
“Sana zarar verecekmişim gibi telaşla kaçıyorsun, rica
ediyorum konuşalım birkaç dakika.”
Dişlerimi sertçe yanak içime bastırdım. Sergide olduğu
gibi onu görünce gerilmemin sebebi yine bana yaşattığı ihanetmiş gibi görünüyordu
belki dışarıdan. O da böyle sanmıştı, farkındaydım. Oysa tek derdim burada
olduğundan Acar’ın haberi bile olmadan gitmesi ve bir daha dönmemesiydi.
Acar’ın onu görürse, yine beni kıracak sözcükleri
dilinden döküp bu kez çıkmaz yola girmemize sebep olmasından çok korkuyordum.
Bu kendime ya da Acar’a olan güvensizliğimden kaynaklanmıyordu, o akşamın ve
devamındaki günlerin verdiği tedirginlikti.
“Ne işin var burada?” derken sesim ne merak ne de
şaşkınlık içermiyordu. Saf sinirle konuşmuştum. Vereceği cevap umurumda
değildi, sadece gitmesini istiyordum.
Az önce Acar’ın yüzüne bir nevi telefonu kapatmıştım,
bana ait isimleri aynı anda seslendiklerinde panikleyerek telefonu kapatmak
yaptığım bir aptallıktı. Aptallığımın farkındaydım. Tekrar aramaya başlamıştı.
Telefonum elimde titrerken gözlerimi Ediz’in yüzüne diktim.
“Konuşmak istiyorum, karşılaşmamızdan sonra birkaç kere
geldim ama ya sen burada yoktun ya da yukarı çıkamadım İzgi.”
Keşke yine çıkamasaydın, gibi bir şeyler söylemek istesem
de kendimi kontrol altında tuttum. “Konuşacak bir şey yok, boşu boşuna
gelmişsin. Daha fazla zaman öldürmeden gidebilirsin Ediz.”
“Yanılıyorsun, konuşacak çok şey var. Bizim hakkımızda…”
Başımı hemen iki yana salladım. “Bir kaza geçirip önceki
yılları unutmadıysan eğer, biz diye bir şey anamayacağını bilmen gerekiyor. Ben
güvenliklere haber vermeden önce kendi isteğinle ajansı terk et, sorun
çıkmasın.”
Sorun çıkması için güvenliklere haber vermeme gerek
olmadığını, asıl sorunun başlayacağını belli eden sesle anladığımda yutkundum.
Asansörlerin önünde karşı karşıya dikiliyorken aramızda
iki adımdan fazla mesafe vardı. O indiği asansörün ve ben de binmeyi denediğim
diğer asansörün önündeydim. Ediz’in sol tarafına denk gelen asansör kapısı
açıldığında görmekten her an keyif aldığım adamı orada bulmuştum. Ama şu anın
pek keyif içermiyor olması iç karartıcıydı.
Acar, hâlâ aramasına dönmediğim için aşağıya inmek yerine
bu kata gelmeyi akıl edecek kadar mantıklı biriydi. Onun aksine Ediz ise elini
kolunu sallayarak buraya gelecek kadar mantıksızdı.
Acar’ın asansörden dışarı adımlarken bakışları bana bir
an bile çevrilmedi. Bu, paniğin göğsümde baskı yapmaya başlayacak kadar
artmasını tetiklemişti. Kendimi onun evinde sözleriyle kanıyor hale dönmüş gibi
görmeye başladığımda titredim. Atölyeye gidip bir köşede hıçkıra hıçkıra
ağladığım, babamdan yardım istediğim o günü tam olarak unutmam çok daha uzun
zaman gerektirecekti.
“Ediz Bey,” derken o kadar sakindi ki eğer onu tanımıyor
olsaydım Ediz’i görmenin onda hiçbir şey uyandırmadığını düşünürdüm.
“Ziyaretinizi neye borçluyuz?”
Birbirlerine dönmüşlerdi. Acar’ın fiziksel üstünlüğünün
ezici bir güç yaydığını hissediyordum. Sakinliğinin fırtına öncesi sessizlikten
farksız olma ihtimali oldukça yüksekti ve bu, birkaç saniye sonrası için endişe
duymama sebep oluyordu.
“İşle ilgili bir konu değil.” diye yanıtlayan Ediz
umursamaz görünüyordu. O akşam yanımda Acar’la beni gördüğünde aramızda bir
şeyler olduğunu anlamamış mıydı yoksa anlasa da anlamazlıktan gelmekten mi
yanaydı bilmiyordum.
Acar soğuk bir gülümsemeyle dudaklarını kıvırdı. “İşle
ilgili değilse, beni ilgilendiren bir durum yok galiba.”
Gerilim hattında sıkışmıştım ve tek dileğim buradan
koşarak kaçmaktı. Solumdaki duvarda duran yangın alarmına basarak ortamı
dağıtmak aklımın ucunda son çare olarak bekliyordu. Daha işe yarar bir çözüm
üretememiştim henüz.
“Evet, özel bir mesele için buradayım.”
“Güzel, umarım özel meseleniz hallolur bir an önce.”
Acar’ın ne yapmaya çalıştığını cümlesi bittiğinde anlayabilmiş değildim. Sol
elini bana doğru uzattığında ise göğsümü öne iten derin bir nefes aldım.
Duraksamadan sağ elimi avucuna bıraktım. Bu sırada ona doğru iki adım atmıştım.
Omuzum koluna değecek kadar yakınındaydım.
“Özel meseleniz ajansımda kimi ilgilendiriyor bilmiyorum,
ama nişanlımın konuyla bir ilgisi
olmadığını düşünüyorum. Yanılmıyorum değil mi Ediz Bey?”
Ediz az önce Acar’ın eline doladığım elime reflekse
baktığında parmağımdaki yüzüğü gördüğünü belli edercesine dondu. Yüzündeki
gerginlik elle tutulur hale geldiğinde Acar’ın büyük bir sakinlikle ona sert
bir darbe vurmuş olmasını beklemiyor gibiydi.
Yüzüğü gördüğü halde bana sanki Acar’ın söylediklerini
yalanlamamı istercesine bakmaya başladığında herhangi bir tepki vermedim. Ona
bir açıklama yapma zorunluluğum yoktu. Hayatımda Acar olmasaydı da Ediz ikinci
şansı hak edecek bir adam değildi. Hiçbir
koşulda ihaneti sineye çekebilecek bir kadın değildim.
“Mutluluklar.” derken çıkarttığı ses bir tıslamayı
andırıyordu. Asıl dileğinin asla bu olmadığını bir çocuk bile fark edebilirdi.
Yüzünden bir nevi sinir damlıyordu.
“Birkaç dakika içerisinde binayı, tekrar dönmemek üzere
terk ettiğinizde kesinlikle mutluluğumuza katkınız bu dilekten daha fazla
olacak.” Acar’ın soğukkanlılığını hayretle izliyordum. Çoğu zaman fevri biri
değildi, evet. Fakat bu konu onu daha önce sınırların dışına çıkarken gördüğüm
bir konuydu ve bu kez böylesine sakin olması aklımı bulandırmıştı.
Ediz burnundan soluyarak kıracakmış gibi asansörün
çağırma tuşuna dokunduğunda bir üst katta olan asansör kısa sürede kapılarını
araladı. Asansöre binmeden önce bakışları kısacık bir an beni buldu. Bu anı
kısa kılan Ediz’in kendisi değildi, Acar dirseğinin biraz üzerinden kavrayarak
tuttuğunda bakışlarını benden alıp ona çevirmek zorunda kalmıştı.
Elimi bırakmadan, Ediz’in kulağına doğru bir şey
mırıldandığında duyamadığım için meraktaydım. Ediz’in tek yaptığı yumruğunu
sıkıca kapatıp asansöre binerek kapının bir an önce kapanması için tuşlara peş
peşe basmak oldu.
Kapılar kapanıp asansör giriş kata yol almışken, Acar’da
olan sağ elimi kıpırdattım. Bu, kapanan kapıdan henüz çekmemiş olduğu
bakışlarını kendi üzerime çekebilmek için ilk aklıma gelendi. Hareketlenen
elimi yatıştırmak ister gibi başparmağını parmak boğumlarıma sürttü.
“Telefonu yüzüme kapatman çok kabaydı zümrüt göz.”
Gözlerimi birkaç kez peş peşe kırpıştırdım. Bu sırada
hafifçe dönüp bana bakmaya başladı. “Ben…” dedim bir an afallayarak. “Onu hemen
yollamaya çalışt-…”
Boştaki eli havalandı. İşaret parmağıyla sus çizgime
bastırıp dudaklarımın hareket alanını kısıtladığında cümlem yarıda kesilmişti. “Açıklama
duymama gerek yok.” Uzun bir nefes bıraktım. Burnumun ucunda duran parmağına
çarpan nefesimle gülümser gibi oldu. “Hatasını tekrarlayacak bir aptal
değilim.”
Hatadan kastının beni ‘Ediz’i unutamamakla’ itham ettiği
gece olduğunu anlamak zor değildi.
İçimde paniğe ve gerginliğe dair ne varsa kaybolmaya
başlarken gözlerim kapanır gibi oldu. Kısık bakışlarımla yüzünü izlerken boynum
hafifçe geriye yaslanmıştı. Bir gökdelen gibi önümde durduğunda gözlerine
odaklanabilmem boynumu zorlamak demekti. Genellikle kucağına küçük bir koala
gibi tırmanarak ortadan kaldırdığım bu engel, ajansta olmamızla aşması güç hale
gelmişti.
“Korktum,” diye mırıldandım. Konuşurken dudaklarım
parmağını sıyırmıştı. Rahatça konuşabilmem için parmağını biraz aşağıya indirip
çenemi narince tuttu. “Yine o zaman yaşananları yaşayacağız diye…”
“Bu korkuyu yaşamana sebep olduğum için kendimden nasıl
nefret ettiğimi bilebilsen, yine de korkmaya devam eder miydin Feris?” Sesine
yansıyan sinirin kendisine olduğunu anlayabilmiştim.
Avucunun esaretinde olan elimi çekip iki kolumu birden
sıkıca sırtına sardım. Çenemdeki elini umursamadan yanağımı göğsüne
yapıştırdığımda gözlerimi çoktan kapatmıştım. Yüzünü saçlarımın üstüne bırakıp
derince nefeslendi.
“Kendinden nefret etmen çok kaba Acarcım.” diyerek onu
taklit ettiğimde gülüşü saçlarımın arasında kayboldu.
“Kaba bir adam olmadığımı kim iddia edebilir ki zaten?”
Kıkırdayarak gömleğine kedi gibi sürtündüm. “Neyse ki ben böyle kabul ettim
seni, dert etme çok.”
“Böyle kuru kuru kabul ettim demen ikna edici değil,
nikâh memurunun önünde tekrarlasak?”
“Kaba olduğunuz kadar fırsatçının da tekisiniz Acar Bey.”
dedim söyledikleri keyiflenmeme sebep olmamış gibi davranmaya çalışarak.
“Küçük fırsatçıma uyum sağlamayı deniyorum.” derken
eğilip şakağımı sertçe öptü.
“Ben miyim fırsatçı?” İtiraz ederek kafamı göğsünden
çekmeye çalışırken bunu başarmış olsam da sırtımı avucuyla tuttuğu için kafam
dışında her yerim hâlâ ona yakındı.
Kaşlarımı çatabildiğim kadar çatmıştım. Yüzüme baktığında
gülüşünü tutmakta zorlanıyor gibiydi. “Yok, sen değilsin tabii.”
Aferin anlamında kafa salladım. Ardından sinirle göğsüne
vurdum. “Ben değilsem neden sahiplenir gibi ekler ekliyorsun söylerken, kim
peki o?”
Bana ‘ciddi misin’ der gibi bakarken gayet ciddi olduğumu
belli edercesine ifademi bozmadım. Boğazını temizler gibi öksürdü. “Acıkmışsın
sen, sinirlerin tepene tepene tırmanmış. Boy da kısa olunca hızlı
tırmanıyorlar.”
“Senin gibi sırık olmaktan iyidir.”
“Daha önce boyumla ilgili hayranlık ifadelerini duymamış
gibi yapmam gereken sahne mi bu, tamam öyle yapacağım.”
Delirmenin verdiği güçle koca bedenini ittirdim.
“Başlarım sana da hayranlarına da. Yemeğimi sen olmadan yiyeceğim ben.”
Asansörü çağırmak için tuşa bastım. Sinir krizimi gülerek
izlemesi ateşi körüklemekten başka bir şeye yaramıyordu. “Bensiz boğazından
geçecek yani?” dedi merakla.
“Hem de nasıl geçecek, patlayana kadar yiyeceğim biliyor
musun?”
“Afiyet şeker olsun bebeğim, yersin tabii.” Çocuk oyalar
gibi beni geçiştirdiğinde kollarımı önümde bağladım. Açılan kapıdan asansöre
bindiğimde sırıtarak peşimden geldi.
Yirmi beş dakika sonra yemeklerine bayıldığım bir
restoranın önündeydik. Ağzımı açmasam da yakındaki yerler yerine burayı seçmiş
olmasına alttan altta erimiştim.
Şubat’ın bugün başlamış olmasıyla doğru orantıda hava buz
gibiydi. İner inmez yüzüm buz kesmişti. Yüzümü buruşturup arabanın önünden
dolanıp yanıma gelmiş olan Acar’ın koluna burnumu yasladım. “Çok soğuk.”
Kolunu belime dolayarak ona yaslı halde yürümeme olanak
sağlarken bundan memnundum.
İçeri girip bir masaya yerleştiğimizde kabanımı
çıkartmadan biraz daha ısınmak için bekledim.
Siparişleri verip yemekleri bekleme sürecine
atladığımızda masadaki sudan birkaç yudum aldım. Sorup sormama konusunda
kararsız olduğum sorum birden dudaklarımdan dökülüverdi. “Ediz’e en son ne
söyledin?”
Sorarak konuyu yeniden gündeme getirmek akıllıca değildi
ama sormazsam meraktan patlardım ve bir noktada yine sormak zorunda kalırdım.
En azından tazeyken atlatmak daha iyi olacaktı.
“Delireyim diye mi adını anıyorsun yine?” diye soludu.
Omuz silktim. “Merak ettim, gizli gizli ne söyledin son
anda?”
Başını ‘ya sabır’ der gibi oynattı. “Teşekkür ettim
Feris.” dediğinde ofladım. “Dalga geçmeden söylesen ne olur Acar ya?”
Tepkime başını geriye atarak güldüğünde şaşkındım. Neye
gülüyordu?
“Dalga geçmiyorum saftirik, teşekkür ettim işte.”
Kelime haznesine bizzat kazandırdığım ‘saftirik’ bana
itelenirken bunu şimdilik bir kenara bıraktım. “Teşekkür mü ettin? Ne için?”
“Seni bırakacak ve bu kadar geç pişman olacak bir salak
olduğu için, o dönene dek sen çoktan benim hayatıma girebildiğin için…”
Ediz’in yumruklarını sıkı sıkıya kapatacak kadar
gerilmesinin nedeni buydu, Acar’ın birini nereden ve nasıl vuracağını çabasız
hesaplayabilmesindendi.
Dudağımın kenarını ısırarak ona baktım. “Merakın dindi mi
güzelim?” Başımı sallayarak onayladığımda uysallığıma sırıttı. Acar’ın hayatıma
girişinden beri gülüş sıklığının gün geçtikçe artıyor olmasına hayranlıkla
şahit oluyordum. Yanımdayken gülümsediğinde, bir salon dolusu insanı güldürmeyi
başarmış bir komedyen kadar gurur doluyordum.
Yemeğin sonuna dek, hatta günün sonuna dek bir daha Ediz
konusu açılmadı. Bir daha da hiç açılmayacak olmasını umuyordum. Öğleden sonra
ajansta fazlasıyla yoğun birkaç saat geçirdim. Başımı kaldıracak vaktim
olmayınca, zamanın hızla akıp geçtiğini ve çoktan akşam olduğunu da fark
edememiştim.
Odamın kapısı küçük bir vuruşun ardından açıldı. Daldığım
taslaklardan kafamı kaldırıp kapıya döndüğümde Melih’i gördüm.
“Geleyim mi?” diye sorduğunda gülümsedim. “Gel gel.”
İçeriye girip kapıyı kapattıktan sonra masamın önündeki
koltuklardan birine yerleşti. “Manyak sevgilin sana da mı bulaştırdı
işkolikliğini İzgi, kaç oldu saat haberin var mı?”
Gözümü yanda duran telefonuma çevirip ekrana dokundum.
Saati gördüğümde gözlerim irileşmişti. Neredeyse sekize geliyordu.
“Dalmışım önümdekilere, hiç fark etmedim.”
“Orası belli, Acar’da yukarıda aynı halde. Git ikna et de
çıkalım artık.”
Kaşlarımı kaldırdım. “Sen Acar’ı niye bekliyorsun,
çıksaydın ya. Çağla çıkmadı mı?”
Masamdaki değişik kalemlerden birini alıp evirdi çevirdi.
“Yok, sevgilin sevgilimi esir aldı. Gidip kurtarabilir miyiz?”
Kocaman bir kahkaha patlattım. “Sen niye kurtarmıyorsun
beyaz atlı prens olarak Melihcim?”
Yüzünü buruşturdu. “Masalın canavarı biraz ürküttü beni.”
Masada ne işi olduğunu bilmediğim saçma bir plastik
parçasını ona attım. Omuzunu sıyırmıştı. “Sevgilime canavar demeyi kes. Düş
önüme.”
Teslim oluyormuş gibi ellerini havalandırdı. Birlikte
odadan çıkmadan önce kabanımı ve çantamı da almıştım. Tekrar buraya uğramadan,
Çağla’yı kurtardıktan sonra kendimi de Acar’la birlikte serbest bırakmayı
düşünüyordum.
Yukarı çıktığımızda Melih’in koluna girmiş yorgunlukla
yürüyordum. Ayağa kalkınca oturduğum yerde tutulmak üzere olduğumu yeni fark
etmiştim. “Yamulmuşsun kızım, yorulduysan çıksaydın ya erkenden. Acar şu halini
görünce delirip kovabilir seni.”
“Neyse ki diğer üç ortağına da sorması gerekecek kovmadan
önce.” dediğimde güldü.
Asistanı çoktan çıktığı için Acar’ın odasına kapıyı
çalmaya gerek duymadan daldığımızda odadaki toplantı masasının başında dikilen
ikiliyle karşı karşıyaydık.
“Biz geldik,” dedim enerjim kalmasa da hevesle.
Çağla beni gördüğünde hazine bulmuş gibi sırıttı. “Aa,
sevgilin gelmiş. Koş git, nasıl da özlemişsin Acar ya!”
Acar ters ters ona baktığında Melih’in kolundan çıkarak
yanlarına yürüdüm. “Neden insanları esir alıyorsun Acarcım? Bak ayırmışsın
benim binbir emekle birleştirdiğim çiftimi, ayıp oluyor.”
“Hayra aç ağzını hayra, ayrılmak falan…”
Melih hızla araya girerken sandalyesinde geriye yaslanmış
olan Acar’ın omuzlarına dolanarak çenemi saçlarına yasladım. “Yorulmadın mı
sevgilim?” diye mırıldandığımda Acar boynuna doladığım kollarımı okşadı. “Sen
yoruldun mu?”
Sorumu cevaplamak yerine bana çevirdiğinde yalan
söylemeye girişmedim. “Çok,” diye cevapladım.
“Çıkalım o zaman.”
“Yazıklar olsun ya ben yoruldum dediğimde su iç geçer
diye kafama şişe fırlattın az önce Acar, dost musun düşman mı?”
Çağla üzgün üzgün söylenirken hareketleri tam aksini
gösteriyordu. Toparlanmak için koştur koştur kaçınca arkasından kıkırdadım.
“Bezdirmişsin kızı.”
“Giyinip gel!” diye arkasından seslenen Melih’e
koridordan onaylar bir şeyler bağırdığında Çağla tamamen uzaklaştı.
Acar da koluma bir öpücük bırakıp ayağa kalktı. Kollarımı
bedeninden çekerek ona zaman tanırken odayı bir zil sesi doldurdu. Melih’in
telefonuydu.
Cebinden çıkarttığı telefonun ekranına baktı. Kulağına
yaslarken keyifliydi. “Söyle aşkım?”
Gözlerim kocaman açılırken, ince kabanını ceketinin
üzerine geçiren Acar’a elimle işaretler yaptım. Bir oda yandan Çağla
aramadığına göre Melih kimle konuşuyordu. Bu ne rahatlıktı?
“Acar yeni çıkmaya karar verdi, birazdan yanındayım.
Özlemden dayanamamış gibisin fıstığım.”
Elimin tersini alnıma yasladım. “Kimle konuşuyorsun sen
ya!” diye cırladığımda. Melih bana baktı. Otuz iki diş sırıtıyordu.
“Yok, Çağla değildi anne. Diğer gelinin, İzgi olan.”
Alnımdaki elimi hemen ağzıma kapattım. Telefondaki Demet
teyze miydi?
Acar’a yardım ister gibi baktığımda yanaklarını şişirerek
gülmemeye çalışıyor halde bulmuştum. Melih’in sırf benle uğraşmak için aşkımlı
konuşup annesi olduğunu belli etmemesi belli ki onu hiç etkilememişti.
Rezilliğimi nasıl telafi edebileceğimi düşünürken Melih’e
doğru ilerledim. Elimi kaldırıp vuracağımı belli ettiğimde hızla hareketlendi.
Kaçmaya başlarken ben de peşindeydim.
“İzgi’ye mi vereyim telefonu?” dediğinde panikledim.
Takılıp düşecek gibi olduğumda Melih koluma yapışıp beni tutmuştu. “Melih!”
diye kükreyen Acar’ı duyduğumda ‘oh olsun’ dercesine göğsümü sıvazladım.
Düşmemde beni koşturmak dışında etkisi olmasa da Melih’in azarlanmasından
memnundum.
Melih birden telefonu bana uzattığında gözlerimi iri iri
açıp telefonu aldım. Kulağıma yasladım.
“Demet teyze?”
Bir süredir görmüyordum onu. Tuğrul amcayla tatsız
konular dolayısıyla rastlaştığımız olmuştu, ama bayağıdır yanlarına
uğrayamamıştım. Bu yüzden de Demet teyzeyi göremiyordum. Asla yanında rahatsız
hissettiğim biri değildi ama Acar’la aramızdakiler ciddi bir boyuta taşındıktan
sonra nedensizce biraz daha farklı hissediyordum ona karşı.
“İzgi, nasılsın canım?”
“Çok teşekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız?”
“Ben de iyiyim güzel kızım. Oğullarımı akşamın bu
saatinde evde görsem daha da iyi olacaktım ama Acar bana değil babasına çekmeyi
tercih etmiş maalesef.” dediğinde bakışlarım Acar’ı bulurken gülümsedim. “Biraz
öyle olmuş.”
“İzgi,” dedi tekrar. “Acar bu saatte zorlasam da gelmez
evine geçmek ister ama senle birlikte olursa gelir. Hem seni de göremiyorum
bayağıdır. Yorgun değilsen uğrayın olur mu?”
Demet teyze kesinlikle hayır demekte zorlandığım
isimlerden biriydi. Yorgunluktan ölsem de onu kıramazdım. Sergide onunla ve
Melih’le karşılaştığım akşamdan sonra hayatım değişmişti ve bundan Melih kadar
onun da payı vardı.
“Olur Demet teyzecim, neden olmasın?”
Duraksamadan onayladığımda sesi öncekinden çok daha canlı
çıkıyor halde vedalaştık.
Telefonu kapattıktan sonra Melih’e az önceki tatsız
şakası için pis pis baktıktan sonra telefonunu uzattım. “Dövdürürüm seni Melih
rahat dur.”
Göz kırptı. “Kime?”
“Babama.” dedim açıkça. Acar’ın ismini söylememi bekliyordu,
daha sert bir uyarı olsun istemiştim. ‘Ehehe’ şeklinde gülerek omuzumu
patpatladı. Bu sırada Çağla da geri dönmüştü.
“Ne diyor annem?” diye sordu Acar.
Kısaca durumu anlattığımda Melih ve Çağla’nın bir saat sonraki
bir tiyatro oyununa ayırtılmış biletleri olduğunu öğrenmiştim. Melih zaten
ailesiyle birlikte yaşadığından, Demet teyzeye Acar’ı götürürsem şimdilik
yeterli olacağını düşünerek planlarına müdahale etmemiştim.
“Başım çatlıyor.” diye mırıldandığında sürücü
koltuğundaki Acar’a baktım. “Kendini parçalamanın sebebi ne, yorulduysan başın
ağrıdıysa eve gidebilirdin değil mi erkenden?”
Burnundan uzunca bir nefes bıraktı. “Böyle alıştım, o an
fark etmiyorum. İşi bırakınca hissediyorum.”
Bir yandan anneme eve geç geleceğimi ve nereye gittiğimi
mesaj atıyorken bir yandan da göz ucuyla Acar’ı inceliyordum. “İlaç var
çantamda, ama biraz yemek yesen daha iyi olur. Evde ilaç içersin.”
“Bakarız,” dedi sakince. “Sen neden çıkmadın? Eve
gittiğini ya da odanda sızıp uyuduğunu düşünmüştüm.”
Annemden cevap beklerken telefonu kucağıma koyup koluna
vurdum. “Bir tek sen mi işe dalabilirsin Acarcım?”
“Öyle,” dedi kırmızı ışıkta durmamızdan faydalanıp bana
dönerken. “Sen kendini yoramazsın, böyle bir iznin yok.”
Gözlerimi devirmekle yetindim. Üst bacağımı koca eliyle
sıkıca kavradığında ışık yeşile döndü ve araba hareket etmeye başladı. “Devirme
gözlerini.”
Bacak içime taşan parmakları altımdaki kumaş pantolonun
dokusunu hiçmiş gibi aşarken yerimde kıpırdanmamak için kontrolümü sağlamaya
çalıştım. Yan bir sırıtışla yola bakıyorken halimden keyif aldığını görmemek
mümkün değildi.
Telefonumdan bildirim sesi yükseldiğinde anneme dikkatimi
dağıtıp beni kurtardığını için teşekkürler ederek ekrana odaklandım. Geç
gelişimi tabii ki evin en ılımlı üyesine haber vermiştim. Diğer Göktürk üyeleri
beni yanlarında bulamadıklarında biraz(!) gerilebiliyorlardı.
Hafif akşam trafiği eşliğinde yolumuz devam ederken
sonunda evin önünde park ettiğimizde kendimi arabadan attım. Arabada olmayı
seviyordum ama bu yorgunluktan kemiklerim uyuşurkenki günleri kapsamıyordu.
Ayağımdaki topuklulardan da bir an önce kurtulmak istiyordum.
Güvenlikli bir sitede ama her evin oldukça geniş alanlara
sahip olduğu bir yerde yaşıyorlardı. Arabayla güvenliği aşıp, eve yakın bir
kısımda durmuştuk. Acar’ın bana yetişeceğini bildiğimden onu beklemeden kapıya
ilerledim.
Zile bastığımda kapı açılmadan önce sırtımda Acar’ın
sıcaklığını hissetmiştim çoktan.
“Hoş geldiniz!” diyerek heyecanla kapıyı aralayan Demet
teyzeye gülümsedim.
“Hoş bulduk,” diye onun gibi tuttuğum sesimle yanıtladım.
İçeriye adımlayıp ayakkabılarımdan ve kabanımdan kurtulduktan sonra kolları
açık bekleyen kadının haline kıkırdayarak oraya sığıştım. Acar boşta olmasına
rağmen önce bana sarılmak için beklemesi çok tatlıydı.
“Özlettin kendini, nerelerdesin sen?”
Son günlerim sakin geçse de öncesinde neler yaşadığım
gözümün önüne gelemeyecek kadar yoğun anılardan oluşuyordu. Oturup bunları
açıklayıp bahanelere çevirmek saatler alabileceğinden sessiz kalarak kollarımı
sıkılaştırmakla yetindim.
“Yeni yeni nefes alabilmeye başladım, hiç uğrayamadım
kusura bakmayın lütfen.” dedim nazikçe. Kollarımdan tutarak geriye çekildi.
“Biliyorum güzelim benim, şimdi iyiysen ne mutlu. Bundan sonra bol bol
uğrarsın, borçlarını ödenmiş sayarız.”
Anlayışına gülümsedim. “Hem ben bu süreçte kaynana oluyor
olmama adapte oldum. Artık hazırım.”
“Anne,” diyerek araya giren Acar’a döndük aynı anda.
“Lütfen antin kuntin işlere girişip kızı korkutma. Ne kaynanası?”
Demet teyze kaşlarını çattı. “Bildiğin kaynana işte. Seni
kıskanacağım, çat kapı evinizi basacağım ve belki birkaç kez üçümüz birlikte
uyuruz.”
Bunları yapacağına inanacağım son kişi Demet teyzeydi.
Abartılı oyunculuğuna kahkaha atmaya başladığımda Acar hayretler içerisinde ona
bakıyorken, göz ucuyla beni bulmuştu bakışları.
“Biraz daha kapıda oyalanın, ben bekliyorum burada hiç
sıkılmadım.”
Salonun bulunduğu kısımdan yükselen, sıkılmadığını iddia
etse de gayet tripli gelen sesle birlikte konuşmamız bölündü. Tuğrul amcanın
sesini duyduğumda beni bırakıp oğlunu sarmalamaya girişmiş olan Demet teyzeyi
ve Acar’ı geride bırakıp salona ilerledim.
İçeri girdiğimde televizyonun karşısındaki koltukta
oturuyor halde bulmuştum Tuğrul amcayı. Ekranda bir haber kanalı açıktı, ama
ses neredeyse hiç duyulamayacak kadar kısıktı. Bizi dinlemek için kısmış
olduğunu düşünüyordum.
“İyi akşamlar,” diyerek konuştuğumda yanındaki boşluğu
pat pat vurdu. Yanına yerleştiğimde omuzumdan tutarak kendisine çekmişti beni.
“İyi akşamlar İzgi Hanım, unutmuş musunuz bu evin yolunu? Sen ayrı sevgilin
olacak huysuz ayrı… Kaybolmadınız inşallah.”
Göz teması kurmadan bakışlarımı kaçırdım. “Yok,
kaybolmadık.”
Burnundan keskin bir nefes vererek güldü. Gülüş şekli
Acar’ı çağrıştırdığında kendi kendime gülümsedim. Melih annesine benzemeyi
tercih ederken, Acar babasının bir varyasyonuydu.
“Kaybolmadık diyor bir de pişkin pişkin.”
Acar kolunun altına aldığı annesiyle birlikte salona
girdi bu sırada. Tuğrul amcayla kısa bir bakışma yaşadılar. “Karıma yakın
temasta bulunma.” diyerek uyaran babasına sırıttı. Gözleriyle beni işaret etti.
“Sen benim karımı bırakırsan neden olmasın.”
Gözlerimi iri iri açtım. O kadar rahat bir biçimde bana
‘karım’ diye hitap etmişti ki gören en az birkaç yıldır evli olduğumuzu
sanabilirdi.
“Karın olunca yeniden konuşalım bunu, hayatını kaydırmam
bir telefonuma bakıyor. Aratma bana Savaş’ı.”
Karşımızdaki koltuğa otururlarken Acar ağzının içinden
bir şeyler homurdandı. Tehdit altında olmaktan keyif alıyor gibi görünmüyordu.
“Sözünden cayamaz arasan da.” diyerek kendini
savunduğunda Tuğrul amca güldü. Omuzunda duruyor olduğum için gülüşüyle
birlikte ben de sallanmıştım. “Bu söylediğine sen inanıyorsan ben de inanırım
oğlum, eminsen sorun yok.”
“Feris!” diye benden araya girmemi bekleyen sevgilime
bakarken sırıttım. “Babamdan her şeyi bekleyebiliriz ama neyse ki onun kilidi
annemde. Ve Pınar Göktürk’ün favori damadı sensin.”
Hoşnut bir gülümsemeyle babasına bakacakken dudakları
donarak bana döndü. “Favori damadı? Başka seçenek yok ki zaten.”
“Elindekiyle yetiniyor kadın demek ki, ne yapsın? Gelin
bolluğunda o.”
Demet teyze annemi savunurken Acar bana ters ters
bakıyordu. Dudaklarımı büzüp küçük bir öpücük yolladığımda ifadesindeki
yumuşamayı kontrol edemedi.
“Bir tane damadı var sonuçta, bende o da yok bak.” diye
eklediğinde Acar ona döndü. “Babama kalırsa biz damadız anne, sen de öyle
bakabilirsin konuya.”
“İzgi ve Çağla’ya gelin demektense size damat demek daha
mantıklı bence, fikrim değişmiş değil.”
Tuğrul amcanın bunu olağan bir şeymiş gibi açıklamasına yanaklarımı
şişirerek gülmemeyi denedim. Demet teyze de benimle aynı haldeydi. Acar ise
sabır diler gibi yukarılara bakınıyordu.
Bir süre sohbet dallanıp budaklanarak devam etti. Acar’ın
arabadayken bahsettiği baş ağrısı dinmiş gibi dursa da Demet teyze ben ağzımdan
kaçırınca onu değişik çaylara boğmuştu. Ben kenarda Tuğrul amcayla birlikte kek
tıkınıyorken sevgilimin maruz kaldığı birleşimler pek iç açıcı değildi ama
Demet teyzeye karşı çıkabilecek gücümüz yoktu.
Saat gittikçe ilerlerken artık bastıramadığım uykum çenem
ayrılacak gibi esnememe yol açıyordu. Elimi ağzımdan zar zor indiriyorken gözlerim
de yanmaya başlamıştı.
“Kalkalım biz artık, beş dakika sonra sızacak gibisin
güzelim.”
Başımı hızlı hızlı iki yana salladım. Demet teyze Acar’la
olmaktan çok mutlu duruyordu. Benim yüzümden gece erkenden biterse üzülürdüm.
“Kalabiliriz biraz daha.” dedikten sonra daha cümlem tam bitemeden esnediğimde
güldüler.
“Uyu biraz, giderken uyanırsın o zaman canım. Kalın
diyeceğim ama yarın iş var diyeceksiniz, ısrar edemiyorum.” Demet teyzenin
sunduğu öneri, Acar’ı bırakmak istemediğini açıkça belli ediyordu. Başımı
salladım. Şu an en mantıklı çözüm buydu. “Azıcık uyuyacağım o zaman, beş
dakikalık.”
İtiraz edemeyişime kıkırdadı. Çay içiyor olan Tuğrul amca
göğsüne vurdu. “Ben yatak olurum, gel.”
“Ben olsaydım yatak, çift kişilik olabilecek kadar geniş
göğsüm bence.” Sağ tarafında annesi yatıyorken göğsünün soluna dokunan Acar’a
baktım.
“Oldu paşam, Demet’i al İzgi’yi al… Ben başçavuşun eşeği
miyim?”
“Hayır baba, başsavcısın ama konumuzla bir ilgisi yok
sanırım.”
Tuğrul amcaya doğru devrildim. Acar hoşnutsuz bakışlarla
bize bakıyor olsa da gözlerinden taşan tatlı parıltıları kaçırmamıştım. Gayet
memnundu aslında benim ailesiyle olan yakınlığımdan.
“Gözün kalmasın, söyleriz Savaş da seni göğsünde uyutur
bir gün babam.” Ağırlaşan göz kapaklarıma rağmen kocaman bir kahkaha attım.
Gözümün önünde babam ve Acar belirdiğinde sinirlerim bozulmuştu.
“Anca dalga geç Tuğrul Bayazıt, bunun ekmeğini Savaş abi
yemiyor bu kadar.”
“Onun acısı var, kızını nasıl kendisine saklayabileceğini
düşünüyor hâlâ.”
Acar babasıyla bir süre daha atışmaya devam ederken ben
artık gözlerimi kontrol edemez hale gelmiştim.
Gözlerimi aralamama sebep olan garip bir sarsıntı
olduğunda irkilerek yerimde kıpırdandım. Arabadan çıkabilmem için Acar’ın beni yavaşça
hareket ettiriyor olduğunu fark etmiştim.
Ağzımdan anlamsız bir şeyler döküldü. Alnımda
dudaklarının yumuşak baskısını hissettim. “Eve geldik, yürüyerek açma uykunu
kucağıma alacağım seni.”
İtiraz etmeden kollarımı bir bebek gibi ona uzattığımda
kısık gülüşünü duydum. Bedenimi kucakladığında sırtımda ve bacaklarımda olan
kolları beni dengeliyordu.
Omuzuna doğru yatarak rahat etmeye çalıştığımda arabadaki
sıcaklıktan çıktığım için bir anda üşümüştüm. “Hangi eve geldik?” dedim mırıl
mırıl.
“Gönül isterdi ki bana gidelim zümrüt göz ama son bir
saattir Göktürk’ler telefonumu taciz ediyor. Sizdeyiz.”
Yüzümü boynuna gömerken kıkırdadım. “Babamı özledim
zaten.”
“Evin diğer üyelerine söyleyeyim mi bunu? Özellikle Yaman’a
ileteceğim hatta.”
Boştaki omuzuna vurabildiğim kadar güçlü vurdum. Kılı
kıpırdamamıştı ama ben gücümü kullanabildiğime inanmak istiyordum. “Onları da
özledim. İspiyonculuk yapma.”
Yürümeye başlarken yüzümün ulaşabildiği kısımlarına küçük
öpücükler bıraktı. “Bir şartla söylemem.”
“Hım?” dedim yarı uykulu bir sesle.
“Beni sabah görse bile akşam bana böyle tatlı tatlı özlem
duyan bir kızımız olacağına söz
vereceksin.”
Dudaklarım söylediklerini algılayabildiğimde yukarı doğru
kıvrıldı. “Oğlumuz olursa?”
“Üzgünüm ama kızımız olana kadar doğurmaya devam
edeceksin güzel bebeğim, yoksa babam gibi oğullarımı zorbalayan bir deli olmak
zorunda kalırım.”
Tuğrul amca, oğullarını canından çok seviyordu. Acar’ın
abartısına kıkırdadım.
“Sizdeki bu değişimin sebebi ne acaba bay ‘ben bebekleri
hiç sevmem’?”
“Kucağımda tutuyorum sebebimi.” demek için bir an bile
duraksamadı. Boynundaki dudaklarımı kıpırdatıp şişkin damarın üzerini öptüm.
Evin kapısına ulaştığımızda uykum az öncekinden daha az
kalmış olsa da kucağından inmeye üşendiğim için baygın rolüme devam ettim.
Biraz sonra kucaktan kucağa geçeceğimi tahmin etmek güç değildi.
Acar zile basmak yerine kapıya birkaç kez vurduğunda
içeriden adım sesleri geldi. Ardından burnum ikinci bir parfüm kokusu almak
yerine gömülü olduğum yerin kokusunu yoğun hissedince kapıdaki kişiyi tahmin
etmek kolaylaştı.
“Ver emaneti, uza kapıdan.” Beni tek hamlede kucağına
alan Yaman Göktürk’e sırnaştım. “Abi seni duyuyorum.”
“Ne kadar korktum bilemezsin abim, duyduğunun
farkındaydım. Duymasan sövecektim direkt, nazik olmak istedim.”
Gözlerimi devirirken yanağımı abimin omuzuna yasladım.
“Çok naziktin abi, eminim herkes şaşkındır bu nezaketine.”
“1 Mart,” diyen Acar’ın kafa travması yaşıyor olduğunu
düşünerek aceleyle ona döndüm. Başımı hızlı hızlı iki yana salladım. Şu an,
doğru an değildi. Bana göz kırptıktan sonra abime baktı. “Kucağındaki emanet 1
Mart’a kadar sizde kalsın. Sonra bir daha bırakmamak üzere ben alacağım Yaman.”
Abim gözlerini kırpıştırarak bir bana bir Acar’a baktı.
Sonra beni sakince Acar’a uzattığında dudaklarım şaşkınca aralanmıştı. Teslimi
erken gerçekleştirmek mi istemişti?
Acar da ne olduğunu anlayamayarak ona bakarken abim beni
resmen ona attı. “Bu sefer gerçekten
bayılacağım, beni bir daha ayıltmayın.”
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder