Dert Bebesi Final
FİNAL
- Nil
“Midem çok bulanıyor. Ne yapacağım?”
Panikle olduğum yerde ileri geri sallanırken bir yandan da söyleniyordum. Az
önce yaptığım kahvaltının her lokması midemden geri çıkmaya çalışıyormuş
gibiydi.
“Açayım avucumu, gel kus.” Mert abim
ellerini bana uzatıp halimi alaya alırken bütün gerginliğimi ondan çıkartmak
üzere derince nefeslendim. Konuşmaya başlayamadan sırtım sert bir göğse
çekildi.
“Mert çeneni kapat, yürü içeri.” Oktay
abime yaslı olduğumu o konuşmaya başlamadan önce çoktan fark etmiş olsam da
sesini duymak iyi gelmişti. Mert abim bana dil çıkartıp mutfaktan çıkarken abim
kollarını karnıma sardı. “Uzanmak ister misin biraz fıstığım? Miden stresten
bulanıyor gibi geliyor sana, tuzlu şeyler yedin. Sorun olacağını sanmıyorum.”
Ne zaman gelip çattığına aklımın eremediği
sınav günü bir şekilde gelmişti. Haziran ayının ortasındaydık, bugün sınavın
ilk oturumuna gireceğim gündü.
Sabah uyanacağım saatten neredeyse iki
saat önce kalktığım için şu an kahvaltıyı tamamlamış olmamıza rağmen evden
çıkmak için belirlediğimiz saate bir saatten fazla zaman vardı.
Abimin kolları arasında dönüp kollarımı
sırtına sardım. İçimdeki ‘başaramayacaksın’ naraları atan sesi susturamıyordum.
Sınav günü yaklaştıkça artan bu ses, bugün zirveye ulaşmıştı. “Abi…” dedim
umutsuz bir ses tonuyla.
“Söyle abim.”
“Yapamayacağım ben, girmeyeyim sınava.
Boşuna rezil olmayayım, tamam mı?” Saçlarımı parmaklarına dolayıp okşarken
alışık olduğum sakinlikteki sesiyle konuşmaya başladı. “Diyelim ki
yapamayacaksın, girdin ve tek bir soru bile çözemedin…” Bu senaryonun beni
rahatlatması mı gerekiyordu? Çünkü daha fazla gerilmiştim de…
“Bu son şansın değil, seneye girersin, o
da mı olmadı? Bir daha girersin. Sen keyfin öyle buyurduğu için ertelemedin
çalışmalarını Nil, ayrıca son altı aydır nefes almadan çalışıyorsun abicim,
emeklerin boşa çıkmayacak. Biraz olumlu düşünmeyi dene, sakinleş.”
Alnımı omuzuna yavaşça vurdum. Haklı
olduğunu biliyordum, ama bir yıl daha kaybetmek istemiyordum işte.
“Biliyorum abi, sadece artık hayal
ettiklerime daha fazla geç kalmak istemiyorum.” Saçımı öpüp başımı nazikçe
omuzundan kaldırdı. Gözlerini gözlerime dikip bakışlarından kaçmama engel
olduktan sonra konuştu. “Kalmayacaksın fıstığım, içeridekilere çaktırma ama
zekiliğinin benim kopyam olduğunu biliyoruz ikimiz de değil mi?” dediğinde
kıkırdadım. Arada bir kendini gösteren doktor egosu yine görünür hale geçmişti.
“Abla!” diye bağıran -belki de böğüren?-
ses evin duvarlarında yankılandığında Oktay abimin kollarından ayrılıp yanağını
öptükten sonra kapıya yöneldim. Aynı tondan “Tuna!” diye cevapladığımda koşarak
bacaklarıma toslayan bedenini hissetmiştim.
“Gittin sandım, ben şans öpücüğü vermeden
gitsen sınavın güzel geçmezdi.” Oktay abim bana zekâsından verirken Tuna’ya da
egosundan ikram etmiş olmalıydı.
“Gider miyim ben o öpücüğü almadan?” Uyku
sersemi olduğu ayakta zor durmasından belli olan Tuna’yı artık kucağıma almakta
zorlanıyordum. Büyüyordu, iştahı eskiye oranla daha açıktı dolayısıyla kilo
almaya da başlamıştı.
Omuzunu sarıp kendime doğru yasladıktan
sonra onunla birlikte salona doğru ilerledim. Demir abim ve Mert abim
buradaydılar. Bizim arkamızdan da Oktay abim gelmişti içeriye.
“Kustun mu kız, stres topu?”
“Abi! Bir şey desene.” diyerek küçük çocuk
gibi Demir abime onu şikâyet ederken Tuna bu halimize gülüyordu.
“Desem laftan anlayacak sanki, kendisi
sınav günü kahvaltıda bayılmıştı. Saat gelene kadar zor ayılttık, hatırlamıyor
musun Peri?” Aklıma şu ana kadar nasıl gelmediğine şaşırdığım bu anı büyük bir
kahkaha patlatmama sebep oldu. Şimdi memnuniyetsiz bakan isim Mert abimdi.
Oktay abim muhtemelen asılan suratına
kıyamayarak Mert abimin yanına oturup onu kolunun altına aldı. boğuyormuş gibi
sıkıştırırken ikisi boğuşmaya başlamışlardı. Tuna, uyku sarhoşluğunu bu anın
heyecanıyla unutarak üzerlerine atlarken birbirlerine giren üçlüye gülmeye
başladım.
Olduğum yerde kayıp Demir abimin dibine
girdiğimde beni göğsüne doğru yatırdı. Kulağıma doğru eğilip kısıkça konuşmaya
başladı. “Miden mi bulanıyor?”
Az önceye kıyasla daha iyi hissediyordum.
Bu yüzden onu da telaşlandırmamak için başımı iki yana salladım. “Geçti.”
Elini karnıma yaslayıp yavaş yavaş ovdu
bir süre. Bedenim tamamen gevşemişti bu hareketiyle. “Biraz erken gidip okulun
bahçesinde mi beklesek? Ya araba yolda bozulursa…” Felaket senaryomu abime
sunarken beni takmadan iyice göğsüne doğru çekti.
“Araba bozulursa ben seni sırtımda
yetiştireceğim, ama lütfen şu senaryoları dile getirme artık.”
Dudaklarımı büküp ofladım. Gözümü
duvardaki saate diktikten sonra aklıma abimi dinleyip daha az kötü senaryo
getirmeye çalışarak olduğum yere sindim.
Bu iki günü kazasız belasız atlatırsam
benden rahatı olmayacaktı.
Yarınki sınavın çıkışında gülümsüyor olmak
istiyordum.
~
Elimdeki şeffaf kalemliği en değerli
hazinemmiş gibi sıkı sıkı tutarak merdivenleri iniyordum. Sınavın ilk kısmını
dün atlatmış olsam da asıl olay bugün gerçekleşmişti. Dün sınavımın nasıl
geçtiği hakkında kimseye tek bir kelime etmemiş, moralimi olduğu yerde sabit
tutmak için sınav nedir bilmiyormuş gibi davranmıştım.
Bu sabah düne oranla daha sakin mi olmam
gerekiyordu bilmiyordum fakat aksine çok daha stresliydim. Dün Demir abimle
geldiğim yolu bu kez Tuna da dahil olmak üzere üçüyle birlikte gelmiştik. Beni
bırakırlarken belli etmemeyi denesem de koşarak okuldan kaçma güdüsüyle
doluydum.
Şimdi ise girmem gereken ikinci sınav da
bitmişti. Sınıftan çıkıp okulun çıkışına doğru yürürken etrafımdaki
kalabalıktan yükselen uğultuları kendi içimdeki düşüncelerle kolayca
bastırabiliyordum. Dün bekledikleri yerde olacaklarını söyleyen abimleri bulmak
için bahçe kapısından çıkıp sol tarafa yöneldim.
Dün Demir abimin arabasının durduğu
boşlukta duran araba, bugün farklıydı.
Gözlerim doğru anlayıp anlamadığımı kesinleştirmek
için plakaya kaydığında 34 yerine 06 ile başlayan bir plaka görmem arabaya
doğru delirmiş gibi koşmam için yeterliydi.
Birkaç kişinin bana baktığını hissetsem de
umursamadan koşmayı sürdürdüm. Arabaya son adımlarımı atarken sürücü tarafının
kapısı açıldı. Kaldırıma çıktığım anda kendimi Uras’ın üzerine bir nevi
fırlatarak zıpladım.
Dengesini koruyarak bacaklarımı beline
sarmamı sağladığında kollarımı sıkıca boynuna dolayıp sarıldım. “Çok özlenmişim
diyebilir miyiz, Peri’m?”
Diyebilirdik.
Bir aydır sarılamıyordum, arada görüntülü
konuşsak da son zamanlarda tamamen derslere odaklandığım için bunu bile sınırlı
halde yapabiliyorduk. Deli gibi özlemiştim.
Ağzımdan onaylar bir mırıltı döküldü.
Kokusunu solumakla meşguldüm, konuşmak yerine buna odaklandım.
“Ben de çok özledim bebeğim, ben de.”
Saçlarımın arasında kaybolan sözcükleri ona daha sıkı sarılmama sebep olurken
boynunu öptüm.
“Bu aramıza giren son mesafeydi, bir daha
olmayacak. Tekrarı olmasına öldürsen izin vermeyeceğim Peri.”
“İşime gelirdi sevgilim, yeterince özlem
duyduk bence de.” Desem de bunun pek mümkün bir senaryo olmadığını içten içe
kabullenmiştim. Biz sanırım mesafelerin çifti falandık, Ankara ve İstanbul
arasında bir orada bir burada süren ilginç bir kurmacanın içindeydik.
Bir yandan ilişkimizin büyüsü gibi görünen
ama öte yandan ikimizi de süründüren bu mesafe kolay kolay yok olacak gibi
görünmüyordu.
~
- 1,5 yıl sonra
“Ben okulu bırakıyorum, kalanlara akıl
sağlığı diliyorum. Milletin akıl sağlığını düzeltmek için kendiminkinden olma
fikrini kabullenemiyorum.” Oturduğum sandalyenin hemen dibine çektiği
sandalyeye bedenini bırakırken geçen yılın başında olduğu gibi söylenmeye devam
eden Simge’ye gözlerimi devirmek üzereydim.
İkinci sınıfın ilk döneminde olduğumuz
halde derslerle bu hafta tanışmışçasına gergindi. Her hafta aynı repliklerle
geziyor, fakat yine bizden çok çalışıp dersleri AA ile geçen kendisi oluyordu.
Biraz ilginç biriydi, ama dersler dışında tanıyabileceğiniz en tatlı
insanlardandı. Annesinden gelen bir başarı takıntısı olduğunu biliyordum.
Yapamama korkusunu en üst seviyede yaşıyordu.
“Hocanın söylediklerinden iki cümleyi
kaçırıp not alamadın değil mi? Bu dertlenme şeklini biliyorum ben.” Birkan
ağzına tıktığı poğaçayı çiğnerken Simge’yle alaylı bir şekilde konuştuğunda
gözlerimi sıkıca kapattım.
Genel olarak işleyen döngüde, Simge
söylenir, Birkan laf atar, Birkan Simge tarafından saldırıya uğrar ve ben
kahvemi bitirene dek didişirlerdi.
“Ooo tam kaos anına yetişmişim. Saldır
hayatım.” Doruk, sevgilisini tezahüratlarıyla desteklerken Birkan’ın korku dolu
bakışlarıyla kıyamayıp ayaklandım. Masanın karşı tarafına geçip Birkan’ın
yanındaki boş sandalyeye otururken Doruk da benim yerimi kapmıştı çoktan.
“Ben korurum seni, ağlama tamam.” Birkan
oyunculuğunu bir üst seviyeye taşıyarak gözlerini doldurup omuzuma yattığında
Simge elini boğazına götürüp kesiyormuş gibi ona göstermişti.
“Nilcim Pericim varken zor o biraz Simge
delisi, arkam sağlam benim.” Birkan’ın bana bu kadar güvenmesi çok tatlıydı ama
şansını zorlamaya devam ederse kurunun yanındaki yaş olarak ben de
yanabilirdim.
Simge ve Birkan bu okula ayak bastığımdan
beri yanımda olan iki isimdi. Aynı bölümdeydik, sürekli vakit geçirmeye
başladığımızda fark etmeden fazlasıyla yakınlaşmıştık.
Doruk ise Simge’nin yaklaşık dört aylık
sevgilisiydi, bizden çok da uzakta olmayan mühendislik fakültesinde endüstri
mühendisliği okuyordu. Boşluk buldukça o da yanımızda olmaya başlamıştı.
Simge, Birkan’ı boş verip Doruk’a bir
şeyler anlatırken ben de omuzumdaki Birkan’la zor da olsa kahvemi içiyordum.
“Birkan hayırlı olsun kardeşim.” Doruk bir
anda konuştuğunda anlamsızca ona baktım. Birkan da anlamış gibi durmuyordu.
“Ne hayırlı olsun lan?”
“Kafandaki göçük diyorum, hayırl-…”
Cümlesi yarıda kesildi. Çünkü başka bir ses başka bir cümleye oldukça yüksekten
başlamıştı bile.
“Lan sen yine mi benim sevgilimin
omuzundasın? Babanın yatağı mı burası oğlum?”
Birkan’ın kafasına inen tokatımsı vuruş
inlemesine sebep olurken her zamanki gibi pişkin pişkin sırıttı. “Babamın
yatağı değil ama yemin ederim daha rahat.”
“Lan!” Uras daha büyük bir hamleyle
üzerine atlarken Birkan çoktan ayaklanmıştı. Baran’ın arkasına saklanıp
kendisini korurken gözleri gözükecek şekilde biraz öne çıktı. “Peri ile Ayı
yemin ediyorum ya nasıl bir çiftsiniz siz, biraz sevgilinden feyz alır mısın
enişteciğim?”
Pekâlâ, bu sahne yüzünden benim Ankara’da
okul kazandığımı ve Baran ve Uras ile aynı okulda olduğumu düşündüyseniz…
Üzgünüm ama bu gerçekleşmedi. -yn: tabii
ki gerçekleşmez, inandınız mı Demir’in buna onay vereceğine egvbhcwjşdklefvkwn-
İstanbul’da ve Ankara’da birçok
üniversitenin Psikoloji bölümlerine yerleşebilecek puanı kazandığımı
öğrendiğimizde uzun bir süre kıyamet kopmuştu. Benim ikilemde kalmama bile
sinir olan abilerim -çoğunlukla büyük olanı- ve beni daha fazla uzağında
tutmaya tahammülü kalmayan sevgilim birbirine girmişti.
Kadir amcanın dahi araya girmek zorunda
kaldığı olaylar Uras’ın aniden sakinleşmesiyle son bulurken onu bu davadan
vazgeçirenin ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sorsam da cevap alamamıştım.
Tercihlerimi İstanbul dolu bir listeyle
yapmış ve dolayısıyla İstanbul’da bir üniversitenin Psikoloji bölümünü
kazanmıştım.
İlk dönemi Simge ve Birkan’la tanışmış
olmamın şansıyla bir şekilde sonlandırmak üzereyken Uras’ın günlük bir
konuşmamız sırasında verdiği haberle dengeler değişmişti.
Ben Ankara’ya gidememiştim, evet. Fakat
Uras İstanbul’a gelmişti. Baran’ın gelişi ise onunla aynı dönemde değildi. Uras
geçen yılın bahar dönemini burada okurken Baran’ın orada tek kaldığını ve bunun
sebebinin çoğunlukla ben olduğumu fark ettiğimde haftalarca onun da gelmesi
için telefonda dil dökmüş, yetmemiş gidip Ankara’da başının etini yemiştim.
Eh, boşa gitmemişti sonuçta.
Baran bir, Uras iki dönemdir bu
okuldalardı.
“Ben de bunu bayağı uzun süre sorguladım,
ama şans yüzüne güldü işte Uras’ın. Ne diyelim…” Baran, Birkan’ı desteklerken
Uras sabır çekerek yanımdaki sandalyeye oturdu. “Duyuyorsun değil mi sabrımı
nasıl sınıyorlar, sonra ikisini dövünce küsüyorsun bana.”
“Duyuyorum.” dedim kahvemi yudumlarken.
“Ama ciddiye almıyorum, sap oldukları için içleri yanıyor. Üzerlerine gitme.”
Baran ve Birkan’ın bir olup sevgilimi bastırmalarına izin vermeyecektim tabii
ki, ben herkesin tarafındaydım.
Bu kez sırıtan Uras oldu. Keyfi yerine
gelmiş halde Doruk ile selamlaşırken Birkan elini ağzına kapatmış, Baran ise
yazıklar olsun der gibi bana bakıyorlardı.
“Kalbimden gelen çıt sesi umarım
duyulmuştur Nilcim Pericim.”
“Kalbinden değil de kafandan çıkacak o ses
birazdan, oturun hadi. Duygu sömürüsü yapmaya başlamayın hemen, Nil inanıyor
sonra.” Simge’nin söylediklerinde bir yalan bulamadığım için itiraz etmedim.
Masada sandalye kalmadığı için kenardan
çektikleri sandalyelere yerleşen Baran ve Birkan hızla açtıkları konuya herkesi
dahil ederek ortamı eğlenceli hale getirirken ben de sırtım Uras’ın göğsüne
yaslı halde gülümseyerek dinliyordum.
Etrafımdaki insanları sevebiliyor olmayı,
onlarlayken gülümsemeye bayılıyordum. Hayatımın bir dönemini tamamen
olumsuzluklarla bezeli halde geçirmiş biri olarak en çok ihtiyaç duyduğum şey
buydu, şu an bu masada oturanlar sayesinde fazlasıyla ihtiyacımı
karşılayabiliyordum.
“Sen biraz dalgın mısın bugün Peri’m?”
Uras burnunu yanağıma sürterek kulağıma doğru fısıldadığında yüzümü çevirip
yanağını sulu sulu öptüm. “Hayır sevgilim, sana öyle gelmiş olabilir.”
“Tüh…” diye mırıldandığında kaşlarımı
çatarak ona baktım. İyi hissetmeme mi üzülmüştü o az önce?
“Ne?”
“Ben de canın sıkkınsa kaçırayım seni
diyecektim.” Derdinin başka olduğu belliydi zaten. Hafifçe güldüm.
“Kaçırman için modumun düşük olması mı
lazım illa? Mutluyken kaçır bir kere de.”
“Bayağı mantıklı, kalk bakalım.” diyerek
hareketlendiğinde gülüşüm şiddetlendi. Kolunu tutup durdurdum. “Şaka yaptım
yavrum, şaka. Dersim var yarım saat sonra, ekemem onu. Quiz var.”
“Yavrun ölsün sana Peri’m, ama ayıp
oluyor. Şaka diye heyecanlandırdın beni şurada.”
Sırtımı yeniden göğsüne bastırdım. Elimi
uzatıp yanağını severken arada avuç içimi öpüyordu. Masadaki sohbete yeniden
adapte olmaya çalıştım.
Simge telefonundan bir şey gösteriyordu
hepsine. Merak edip bakmak için eğilecekken Uras belimi tutup ondan ayrılmama
engel oldu. “Nereye?”
“Kocaya kaçıyorum.”
“Yıldırım nikahı mı kıymaya gidiyoruz?”
Sinirlenmek yerine pasımı gole çeviren Uras’ın tatlılığına gülüp yanağını
hafifçe tokatladım. “Tabii, hemen.”
“Edep kalmamış, edep.” Birkan garip sesler
çıkartıp bize kınayarak bakarken ona döndüm. “Fısır fısır konuşuyorsunuz bir
saattir, bize de anlatsanıza.”
“Evleniyoruz.” diyen Uras’a ben de dahil
beş kişi ağzımız açık bakakalırken o fazlasıyla eğleniyor gibi göğsü
gülüşleriyle yükseldi. “Tiplere bak anasını satayım, şokta kaldılar.”
“Nerede evleniyorsunuz uzak mı, arabam
serviste benim bir hafta?”
“Demir adamımın haberi var mı?”
“Ben gelemem, vizeler başlıyor.”
Sırasıyla Doruk, Birkan ve Simge’den
dökülen soruları dinlerken hepsinin yaşadığı dünyaların bambaşka oluşu beni de
güldürmeye başladı.
Tepkisini vermemiş olan Baran’a baktım.
“Sen ne diyorsun Barancım?”
“İnşallah iç güveysi olarak gidersin Uras,
ben evden asla çıkmam.” Büyük bir ciddiyetle Uras’la konuşan Baran yüzünden
Uras’ın ve benim gülüşlerimiz iyice yükseldi.
Artık nefes alamayacak hale geldiğimde
gülüşlerim öksürüğe çevirmişti. Allah aşkına bunlar hangi kafa yapıcı maddeyi
hangi yollarla kullanıyorlardı?
“Bu kadar sorun varken bence erteleyelim.
Kimse hazır değil.” Uras’ı onaylayarak kafamı salladım. “Evet, ben özellikle
Doruk’a çok üzüldüm. Koşarak gelmek zor olur ona.”
Saniyeler sonra verdikleri tepkilerin
saçmalığını ve aslında evlenmiyor oluşumuzu algılamayı başaran dörtlü gözlerini
kısmış bizi izliyordu. “Böyle şaka mı olur lan, panikledim.” Baran
homurdanırken elimi ona uzatıp omuzuna dokundum. “Gelin sen değilsin neyse ki.”
“Keşke olsam.” dediğinde Birkan ile
birbirlerine vura vura gülmeye başladılar. Baran’ın Uras’ta gözü olduğunu bazen
hissediyordum, çok ayıptı gerçekten.
Birkan’ın gülüşü aniden solduğunda
şaşkınca ona baktım. Yüzü, alışık olmadığım ciddiyetine büründü. “Geliyor yine
tipine sıçtığım.”
Kime sövüp ciddileştiğini görmek için onun
baktığı tarafa döndüğümde bize doğru gelen, derslerden sima olarak tanısam da
ismini diğer herkesin olduğu gibi unutmuş olduğum çocukla göz göze gelmiştim.
İlerleyişi bizim masanın önünde son buldu.
“Merhaba.” diyerek gözlerini hepimizin
üzerinde gezdirdiğinde Birkan’ın az önceki tepkisinden dolayı kimse çok net bir
cevap vermemişti. Normalde masaya gelip selam veren birine hiçbirinin böle
davranmayacağını biliyordum ama şu anki durum biraz değişikti.
“Sana da merhaba birader.” Birkan cevap
verme görevini üstlenince biz sessiz kalmış olduk. Çocuğun gözleri arada bir
üzerimde gezindiği için biraz rahatsız hissederek yerimde kıpırdandım. “Bir
sorun mu var?” diye devam etti Birkan.
Çocuk elindeki koyu renk şalı havaya
kaldırıp masaya bıraktı. “Bunu getirmek istedim, Peri düşürdü dersteyken.”
Gözlerim irice açılırken çocuğa baktım.
Öncelikle ismimi bilmesini geçtim, neden bölerek kullanıyordu? Ayrıca bu şal
benim değildi ki.
“Bak aslan mısın kaplan mısı-…” diye
başlayan Birkan’ı kesip adını düzeltti. “Arslan adım.” Uras’ın halen sırtıma
yaslı bedeninden hissettiğim kadarıyla kaskatı kesilen vücudu hayra alamet
değildi. Bu olayın büyümemesini umarak Birkan’a baktım.
“Her neyse ne, ikinci kez uyarıyorum.
İlkinde insan gibi konuştum, o bakışlarını Nil’in üzerinden çek, hoşlanmaz bunu
fark ederse dedim. Ama bu salak salak hareketlerle yanımıza gelmene engel
olmamış, bu şalı kimden aldıysan siktir git geri götür.”
İkinci kez mi uyarıyordu? Şaşkınca
Birkan’ın sinir topuna dönüşmesini izlerken Simge’ye baktım. O da şaşkın
duruyordu. Onun da haberi yoktu sanırım.
“Uyarını dikkate alacaktım, ama öğrendiğim
kadarıyla sevgili değilmişsiniz. Sadece tanışmak istiyorum.” Arslan,
bakışlarını bana çevirip cevap bekler gibi bakarken yutkundum. Uras’ı görmüyor
muydu acaba? Hayır çünkü görmüyorsa da birazdan hızla ayağa kalkacağı için
mutlaka gözüne çarpardı.
Uras’ın beni çekip ayağa kalkacağını
bildiğimden hızla araya girdim. “Birkan açıkça hoşuma gitmeyeceğini söylemiş,
sevgilim olması mı gerekiyor geri çekilmen için? Belki de sadece
istemiyorumdur.” dedim net bir şekilde.
Bu anlayıştan nefret ediyordum. Sevgilim
vardı ya da yoktu, istemiyorsam istemiyordum. Araya birinin girmesi mi
gerekiyordu illa ki?
“Tanışmadan isteyip istemediğine karar
vermesen mi Peri? Bir ş-…”
Uras’ın masayı sarsacak bir sertlikle
ayağa kalkmasıyla ben de telaşla ayaklandım. “Bir kere daha ağzından Peri
kelimesi dökülürse, o ağzını kullandırtmam sana. Çeneni kapat, siktir git
şuradan. Hayır denildiğinde de uzatmamayı öğren.”
“Sana ne oluyor lan?” Arslan’ın algı
problemleri vardı ya da belki de hayatı risklerle yaşamaktan zevk alıyordu.
Emin değildim.
Uras başını yana çevirip güler gibi bir
ses çıkarttı. İfadesinin büründüğü hal beni de gerdiğinde sıkıca koluna
tutundum. “Dışarıya çıkalım mı? N’olur?”
Biz çıkarsak Birkanların zaten Arslan’a
Uras’ın benim sevgilim olduğunu söyleyeceklerine emindim. Bunu yapan Uras
olursa iyice uzayacaktı konu.
Uras’ın hayır diyemeyeceğini umduğum yavru
köpeğimsi bakışlarla yüzüne bakarken ağzının içinde bir şeyler homurdandıktan
sonra elimi sıkıca tutup kafeteryanın çıkışına yöneldi. Kocaman adımlarına zar
zor eşlik ederek peşinde koşturduğum sırada bahçeye çıkmıştık.
Bahçenin kalabalığından sıyrılıp daha
tenha bir kısma geçtik. Kütüphane binasının arka cephesindeydik.
Uras sırtımı nazikçe duvara yasladıktan
sonra başını eğerek alnını alnıma çarptı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes
aldıktan sonra sesini duydum. “Bir dağ ayısı gibi görünmekten nefret ediyorum,
senin narinliğinin yanında dağdan inmiş gibiyim. Baran ve Birkan haklıydı.”
demesini beklemiyordum. Şaşkınca yanaklarını kavradım.
Avuçlarımın içini çizen kirli sakallarını
severken burnumla burnunu ittirdim. “Ne saçmalıyorsun?”
“Kıskandığımda Peri, kendimden geçiyorum.
Sen müdahale etmeseydin o piçin üzerine atlardım, okulun ortasında olmayı
umursamadan onun ağzını burnunu dağıtabilirdim. Sana Peri demesi bile yeterli,
başka hiçbir sebebe ihtiyacım olmaz.”
Uras’ın beni kıskanmasını gerektirecek çok
fazla bir olay yaşamamıştık bugüne kadar. İlk aklıma gelen Aras’ın dayısı oldu,
Giray sanırım Uras’ın ilk ve tek büyük kıskançlık hikâyesinin başkahramanı
sayılabilirdi.
Şimdi ise aramızdaki bağın güçlenmesinden
mi ya da belki de başka bir şeyden dolayı tepkisini daha sert ve daha hızlı
ortaya koymuştu.
“Kıskanmanda bir sakınca görmüyorum Uras,
ben de seni kıskanıyorum. Bu anormal değil, ama birine zarar verme isteği
duymanı gerektirecek bir sorun yok. Adını demin öğrendim, bir iki kere
derslerde görmüştüm onu o kadar. Saçma sapan bir sebeple yanımıza gelmiş, sen
de gördün. Ayrıca Birkan çoktan müdahale etmiş zaten.”
Gözlerini araladı hafifçe. “Arada bir işe
yarıyor Birkan değişiği.” dediğinde güldüm. Birkan’la çoğu zaman atışıyor gibi
dursalar da Uras’ın ona güveniyor olduğunun farkındaydım.
“Hem ne demek Birkan ve Baran haklı? Dağ
ayıları da Perilere âşık olabilir sevgilim, kimse karışamaz.” Biraz
muzipleşerek konuyu dağıttığımda Uras dudağımın kenarını öptü.
“Dağ ayıları Perilere âşık olabilir,
aşkından yanabilir. Perilere baktıkça büyülenebilir, içi gidebilir.” Devam
ettikçe karnımda kıpırdanan kelebekler hızlanıyordu. Neredeyse iki buçuk yıldır
birlikteydik, ama Uras bana böyle şeyler söylediğinde ilk kez söylemiş gibi
heyecanlanan tarafım sakinleşmeye niyetli değildi.
“Periler de boş durmuyor tabii,” dedim
mırıl mırıl. “Büyülerken büyüleniyor, âşık ederken âşık oluyor, bütün kalbiyle
o dağ ayısına ait hissediyor.”
“Dağ ayısı değilsin desen de olurdu
güzelim, ama böyle de aldın gönlümü neyse ki.” Gülerek Uras’ın alnını öptüm.
“Helalim de yaptım seni.”
“Bir daha öp bakim, ne güzel öptün sen öyle?”
Şımarık bir tavırla saçlarımı savurup bir
kez daha öptüm. “Öyle söylerler tatlım, güzel öperim.”
“Söyleyenleri si-…” diyerek başladığı
cümlenin sonunun hayırlı bitmeyeceğini öngörmek zor olmadığında dudaklarımı
dudaklarına bastırıp susturdum.
“Seni çok seviyorum.” dedim dudaklarımı
geri çekerken. “O saçma uygulamaya seni karşıma çıkarttığı için nasıl teşekkür
etmeliyim bilmiyorum.”
Uras’ın dudakları iki yana kıvrıldı.
“Uygulama demişken… Benim 100 liram nerede kızım, dertleri bedavaya
dinlemediğimi başta konuşmuştuk. İki buçuk yıl olmuş bir hareketlilik
göremedim.”
Dişlerimi göstererek sırıttım. Oyununu
devam ettirmek için dudaklarımı araladım. “Kızım demesene be bana!”
Öylesine attığım bir mesajın bana
hayatımın aşkını getireceğini bilmiyordum. Aslında hayatımın aşkını bulabileceğimden
bile umudum yoktu.
Hayata dair tüm umutlarım tükendiğinde,
kader benden özür dilemek için Uras ile yollarımı kesiştirmişti.
Ben de kaderi affetmiş, Uras’tan öncesini
unutmuştum.
Uras
benim miladımdı.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder