Dert Bebesi 49.Bölüm

 49.BÖLÜM



- Nil

 

Gözlerimi araladığım sabahın, yılın son sabahı olduğunu fark etmem çok da uzun sürmedi.

Uyanır uyanmaz yatağımın başında duran telefonuma uzanmış ve tarihle karşı karşıya kalmıştım. Yılın son üç ayı, benden birçok şey almış ve bir o kadarını da hediye etmişti. Bu yılı sıkça anacağımı, bazen buruk bazen mutlu anımsayacağımı adım gibi biliyordum.

Telefonumun ekranında tarihten sonra dikkatimi çeken ikinci şey bir mesaj bildirimiydi. Dört gündür aynı saatlerde telefonuma aynı kişiden, aynı mesaj düşüyordu.

Uras’ın ‘günaydın Peri’ mesajı…

Yeni yeni geçmeye başlayan soğuk algınlığımı hatırlatır gibi karıncalanan boğazımı rahatlatmak için hafifçe öksürdüm. Bu sırada aklım dört gün öncesine, Uras’ın bir anda odamda belirdiği ve benim fazlasıyla hasta olduğum güne gitmişti.

Geldiğinde net olarak neler konuştuğumuzu uykudan uyanmış olmamın ve hastalığımın sersemliğiyle neredeyse hatırlayamıyor haldeydim. Ama yeniden uykuya dalmadan önce bana uyandığımda yanımda olacağına dair bir şeyler söylemişti ve öyle de olmuştu.

Gözlerim aralandığında Uras’ın göğsündeki başım yerinden pek kıpırdamamıştı. İkinci uyanışımda çok daha dinçtim, konuştuklarımız daha netti.

Yeniden başlayalım, dediğini hatırlıyordum mesela. Bu üç ayı silmeyelim ama yeniden başlayalım Peri’m, demişti.

Aslında bunları söylerken kötü olan kısımları silmemizi ve sakince yeni bir sayfa açmamızı kastediyordu. Bunun oldukça farkındaydım ama tersinden anlamayı tercih etmiştim.

İşime geldiği gibi anlamış, Uras’ın itiraz etmesine de pek izin vermemiştim.

O an sanki ilk karşılaşmamızmış gibi varsaymış, benim attığım mesajla başlayan üç aylık hikâyemizi şimdilik rafa kaldırmıştım.

Uras’a yeniden güvenebilmem, her söylediğine sanki kendim söylemişim gibi inanabilir hale dönmem için buna ihtiyacım vardı. İkinci perdede yalan olmayacaktı, ne ben ne de o hiçbir şey saklamayacaktı.

Bu saatten sonra ikimizden biri bu kuralı ne sebeple olursa olsun çiğnerse geri dönüşümüz olamayacağını biliyordum, biliyorduk.

Beni ilk tanıştığımız, o anonim uygulamadan mesajlaştığımız günlere götüren ‘sade günaydınlaşmalar’ da buradan ortaya çıkmıştı. Uras yine birbirine girmiş olan uyku düzeni yüzünden neredeyse sabaha karşı uyuyor, uyumadan önce bana günaydın yazmayı ihmal etmiyordu.

 

|||

Uras: Günaydın Peri (05.34)

Nilperi: Günaydın (09.53)

Uras: Geç uyanmışsın biraz (09.55)

Uras: Gece uyuyamadın mı?

Nilperi: Uyudumm

Nilperi: Ama uyanamamışım erken

Nilperi: Sen neden erken uyandın

Nilperi: Yani en azından uyuma saatine göre erken sonuçta?

Uras: Uyku saatimle ilgili hesap sorman için erken değil mi güzelim?

Uras: Daha dört gündür tanışıyoruz

Uras: Hızınız 102

Nilperi: Bir daha bana güzelim ve benzeri hitaplar kullanma

Nilperi: Seni döverim

Nilperi: Asıl sen yavaş o zaman

Uras: Benim tarzım bu yavrum

Uras: İlk tanıştığımızda da hemen yavrum demeye başlamıştım zaten

Nilperi: Allahtan o konuşmalarda ben de vardım he

Nilperi: Bilmesem yicem bu ayakları

Nilperi: Soğuk nevalenin tekiydin sen be

Nilperi: ?

Nilperi: Tanıdık geldi mi bu soru işareti

Uras: Çıkaramadım tam

Nilperi: Aynen aynen yedim

Uras: Afiyet bal şeker olsun

Nilperi: Uza şuradan ya

Uras: Huzurunuzdan çekilmeden son bi konuya değinsem

Nilperi: Dökül

Uras: Bugün yılbaşı ya hani

Uras: Yarın yeni bi yıl

Uras: Bu gece insanlar kutlamalar falan yapıyor öyle bazen

Nilperi: Haberim var yeni yıla geçişin nasıl olduğundan Urascım

Nilperi: Kutlamalardan falan da var çok şükür

Uras: Ne güzel ne güzel

Uras: Sen yeni yıla girerken sana bakim mi ben de

Uras: Nasıl giriyorsun merak ettim

Nilperi: Dümdüz giriyorum ya bakmalık bi şey yok

Uras: Olsun ben bakim yine de

|||

 

 

Uras’ın ‘bakim’ diyerek üstelemesine kendi kendime kıkırdarken cevap yazmam biraz gecikti.

Bir ara sürekli kullandığı fakat son dönemlerde yoğunlaşan gündemden dolayı sözlüğünden birden kaybolan ‘bakim’ benim için özeldi. Uras’la tanıştığım günlere dönmüş gibi hissettiriyordu.

Cevap yazmamaya devam ettiğimde saniyeler sonra Uras’tan gelen sesli bir mesaj ekrana düştü. Kaşlarım merakla çatılırken hemen mesaja dokundum.

Uras’ın hafif boğuk çıkan, duymaya bayıldığım sesi kulaklarıma doldu. İstemsizce telefonu iyice kulağıma yaslamıştım.

            - Peri… Fazla üstüne gelmek istemedim, eğer öyle göründüyse özür dilerim güzelim. Sadece seni bana getiren yılı birlikte bitirelim istedim, bir sonraki yılda da yanımda olacağına emin olmak zorundayım. Biliyorsun yeni yıla nasıl girersen, öyle geçiyor ya hani…

Sesi sonlara doğru buruklaştığında uzandığım yerden hızla doğruldum. Üzülsün diye yapmamıştım ki, hatta söyledikleri üsteliyormuş gibi de hissettirmemişti. Tamamen yanlış anlamasına gözlerimi devirdim.

Yılbaşına onsuz girmek gibi bir planım yoktu, İstanbul’daydı halen. Ailesinin yanına dönmemiş, biz yüz yüze görüşmüyor olsak da burada kalmayı tercih etmişti. Bunu benim için yaptığını biliyordum, aptal değildim.

 

|||

Nilperi: Kendi kendine bu dramatik senaryonu kurmanı tebrik ediyorum

Nilperi: Yengeç burcu olmak zor olsa gerek Urascım

Uras: Yengeç mi burcu

Nilperi: Evet

Nilperi: Değil misin?

Uras: Öyleyim

Uras: Konunun buraya nasıl geldiğini tam şey yapamadım ama

Uras: Olsun güzelim

Uras: Sen anlat ben dinliyorum

Nilperi: Uras rbenvcwşqelkjve sus ya

Nilperi: Sabah sabah gözüme tatlı gelmeyi kes

Uras: Akşam gelim mi?

Nilperi: Gel.

Uras: Hemen itiraz etmesen keşke

Nilperi: Etmedim

Uras: Hassiktir

Uras: Etmemişsin

Uras: Ben olumsuzu duymaya çok hazırdım

Nilperi: Fark ettim onu

Uras: E ben gelim o zaman akşam?

Nilperi: E sen gel o zaman akşam

Uras: Seni alıp götüreyim?

Nilperi: Götür

Uras: Evlenelim?

Nilperi: nW

Uras: Her şeye olumlu cevap verince araya sıkıştırayım dedim de

Uras: Olmadı anasını satayım

Nilperi:

|||

 

~

 

“Bence fazla güzel olmuşsun, bunun daha az güzel yapanını bulalım onu giy.”

Salonun ortasında, üçlü koltuğun tam karşısında üzerimdeki bebek mavisi elbiseyle ve yapmanın bana bir saat kaybettirdiği saç ve makyajımla ayakta dikiliyordum.

Üçlü koltukta ise yan yana, yaş sorasına göre dizili abilerim ve sırayı bozmadan Mert abimin yanına oturmuş olan Tuna vardı.

Az önceki inanılmaz(!) teklifin sahibi ise kimseyi şaşırtmayarak Demir Özkan olmuştu.

“Çirkin mi olayım yani abi?” dedim sakince.

“Mantıklı, Uras’a fazla bu. Git saçını başını boz biraz.” Oflayarak yardım ister gibi gözlerimi koltuğun devamında oturan üçlüye çevirdim. “Bir şey söylemeyecek misiniz?”

“Ben konuşunca abim dövüyor, enişte köylüymüşüm. Susma hakkımı kullanıyorum.” Mert abim kendini işin içinden sıyırırken şirin olduğunu umduğum bakışlarla Oktay abime baktım. “Sen ne diyorsun evin en mantıklı, aklı yerinde, sakin, mükemmel insanı?”

Tek kaşı havalandığında övgüleri biraz abarttım mı diye düşünsem de konuşmaya başladığında bundan vazgeçtim. “Çok güzelsin fıstığım, ne giyersen giy pek değişmeyecek sonuç zaten. Sihir elbiselerde değil, sende.”

Erimiş halde Oktay abime gözlerimi kırpıştırarak bakarken Demir abimin onu omuzuyla ittirdiğini son anda görebildim. “Biz ne diyoruz bu ne diyor? İltifat etmeyi biz de biliyoruz oğlum, konu farklı şu an.”

“Bence de çok güzel olmuşsun abla. Şey gibi…” Tuna hevesle araya girdiğinde hemen ona baktım. Mert abimin kolunun altında tatlı tatlı bana bakıyordu. “Peri gibi.” Cümlesini tamamladığında göz ucuyla Demir abime baktım.

Tuna fark etmeden zayıf noktasından vurmuş, peri demişti.

Bu benzetme hem ters tepebilir hem de işe yarayabilirdi. Ama şanslı günümdeydim sanırım, çünkü işe yaramış görünüyordu. Tuna’ya göz kırpıp kıkırdamasına sebep olduğumda ortam tamamen sakinleşmişti.

“O zaman ben son bir makyajıma bakmaya gideyim, gelmesine az kaldı zaten.”

Yanlarından ayrılıp odama geçtim.

Bu akşamı -ve geceyi- Uras’la geçirecek olmama abimleri ve Tuna’yı ikna etmek tahmin ettiğimden fazlasıyla zor olmuştu.

Ama önemli olan süreç değil sonuçtu, bir şekilde halletmiş herkesin gönlünü almıştım.

Dakikalar sonra ben tam salona geri dönecekken zilin çaldığını duydum. Çantamı ve üzerime alacağım ince kabanı kaptığım gibi hızlandım.

Benden önce kapıya dizilmiş olan dörtlüye çaktırmadan gülerken yanlarına ulaşana dek kapı Oktay abim tarafından açılmıştı.

Kapı açıldığında önümde dikilen ekibe rağmen Uras’ı net bir şekilde görebildim. Üzerinde siyah sade bir takım elbise vardı. İlk kez takım elbiseliyken görüyordum ve bu karşılaşmayı tek yaşamış olsaydık üzerine atlamayacağımın garantisini vermem biraz zordu.

Onun bakışları da abimleri es geçip bende durduğunda kısa bir an beni baştan ayağa süzdü. Yüzünün aldığı ifadeyi tarif etmekte zorlanıyordum ama benim de ondan bir farkım yoktu muhtemelen. Benim etkilendiğim kadar onu etkileyebilmiş olmama sevinmiştim.

“Bakışmanız bitti mi? Bitmediyse acele etmeyin biz bekliyoruz.” Mert abim yaslandığı portmantoya iyice yapışıp söylenirken ortalığı ayaklandırdığı için ters ters baktım.

“Hazırım ben, çıkabiliriz.” dedim Uras’a doğru dönerken. Bu konu uzarsa abimin vazgeçip beni odama kapatma olasılığı çok yüksekti. Bunu yılın son gününde kaldıramayacaktım.

“Çıkalım.”

Ayakkabılığa bıraktığım bej ince topukluları ayağıma geçirdiğim sırada Demir abim bir adım öne çıktı. Panikle tek ayağımın üzerinde duramayıp düşmek üzereyken Oktay abim belime yapışıp beni ayakta tutmuştu.

“Bir sorun çıkarsa bir sonraki yılbaşı için plan yapmana gerek yok, muhtemelen katılamayacaksın çünkü.” Abimin Tuna var diye alttan alttan Uras’ı tehdit etmesini ağzım açık dinliyordum. Bir sonraki yılbaşını göremezsin neydi ya? Sorun çıktı diye boğazlayacak mıydı?

Yani… belki.

“Sorun çıkmayacak, sözüm söz.”

“Onu göreceğiz bakalım.” Ayakkabılarımı sonunda giymeyi başarıp doğruldum. İlk olarak halen belimi tutuyor olan Oktay abimle başlayıp dördünü de öpüp sarıldım. Kulaklarına ayrı ayrı güzel yeni yıl dileklerimi fısıldamayı unutmamıştım.

En son Tuna’dan ayrılıp artık kapıya doğru adımladım.

“İyi seneler şimdiden.” Ben kapıdan çıkarken Uras onlara seslendi. Abimler sakince karşılık verirken Tuna heyecanla yerinde kıpırdandığında ne söyleyeceğini duymak için dikkat kesildim.

“Seneye yine gel Uras!” Tuna’nın söyledikleri kısa bir an sessizliğe sebep oldu. Ardından hepimizin bakışları Mert abime çevrildi.

Ellerini hızla havalandırıp teslim oluyormuş gibi yaparken homurdandı. “Yemin ederim ben öğretmedim.” Hiçbirimizde inandığımıza dair bir ifade göremeyince omuzlarını düşürdü. “Gel Tuna, bu ruhsuzlara şaka yapılmaz oğlum. Biz seninle daha büyük kitlelere ulaşacağız.”

Tuna’yı kolayca omuzuna atıp içeri giderken kulağıma dolan, “Büyük kilitler nasıl oluyor? Anahtarımız var mı?” sorularına gülmeye başladım.

“Arabayı vereyim mi? Neyle gideceksiniz?” Bu sorular ise Demir abimden gelmişti. Uras’a göz ucuyla baktığımda başını iki yana salladığını gördüm. “Hallettim ben, araba var. Eyvallah abi.”

“İyi, uzayın o zaman. Karar değiştirmeden kaybolun gözümün önünden.” Eliyle bize kış kış yapan abime öpücük attıktan sonra Uras’ın koluna girip asansöre doğru çekiştirdim. Biraz daha gitmezsek cidden gidemeyecektik.

Asansöre bindiğimizde abimler de kapıyı kapatmışlardı.

Asansörün kapısı kapandığında elimi zemin kata basmak için tuşlara uzattığım sırada hafifçe Uras’a doğru yapışmak zorunda kalmıştım. Parmağım tuşa dokunurken aynı anda şakağımda dudaklarını hissettim.

Yavaşça başımı kaldırıp göz göze gelmemizi sağladığımda omuz silkti. “Dudağım çarptı, dibime dibime girdin ne yapayım?”

“Ha yanlışlıkla oldu yani?” dedim inanmış gibi.

“Aynen öyle, başka neyden olacaktı? Adını aratmayacak kadar güzel olduğun için dudaklarımı tenine bastırasım mı gelecekti?”

Sırıtmamak için yanak içlerimi ısırarak ifadesiz kalmaya çalıştım. Cevap vermeden sessiz kaldığım sırada asansör de zemin kata ulaşmış, Uras kapıyı açıp çıkarken ben de peşine takılmıştım.

“Arabaya kadar üşürsün, hava buz gibi. Giy elindekini.” Binanın kapısını açmadan önce söylediklerini mantıklı bularak kabanı üzerime geçirdim. Bu sırada elimdeki minik çantayı Uras’ın eline tutuşturmuştum. Sağını solunu incelerken konuştu. “Buna ne sığdırdın? Elimden bile küçük.”

“Senin elin fırıncı küreği gibiyse çantam ne yapsın Uras?” Kemikli ve oldukça estetik görünen, muhtemelen saatlerce dokunsam sıkılmayacağım ellerine mecburen laf atarken içimden kendi kendime özür dilemiştim.

“Neyse, laf atmaya yolda devam edersin. Daha fazla oyalanmayalım, zaten kesin trafikte kalacağız.”

Uras’ın şom ağızından dolayı mıydı emin değildim ama gerçekten yaklaşık kırk dakikadır trafikteydik. Nereye gittiğimizi sormuştum ama net bir cevap alabilmiş değildim. Telefonundan açtığı navigasyonu bile bana göstermiyordu.

Başka bir konu açmak için aklıma ilk geleni sordum. “Bu araba kimin?”

Radyonun sesini iyice kıstıktan sonra bana baktı. Zaten kilitlenmiş trafikte yola bakmasını gerektiren pek bir şey yoktu.

“Halamın. Onun yanında kaldığımı söylemiştim sana değil mi?”

Başımı sallayarak onayladım. “Söylemiştin.” Dayanamayıp yeniden dudaklarımı araladım. “Uras?” dedim mırıl mırıl.

“Söyle güzelim.” Yanağımı koltuğa yaslayıp ona doğru tam dönmüşken bilmem kaçıncı kez sordum. “Nereye gidiyoruz?”

“Pes etmeyecek misin? Gidince görmeni istiyorum.”

“Ama gidemiyoruz ki!”

“Ben ne yapayım yavrum, yaşadığın şehrin trafiği sağ olsun.”

“Ne kadar yolumuz var peki?”

“Buradan sonra trafik olmayacak, burayı atlatırsak on dakikaya varmış oluruz.” En azından bu bilgiyi alabilmiştim.

Trafikten çıkmamız bize bir on beş dakika daha kaybettirmiş ve ardından Uras’ın dediği gibi on dakika kadar sonra yavaşlamıştık. Etrafa bakarken artık son saptığımız sokakta nereye geldiğimizi anladığım için hızla Uras’a döndüm.

“Burası?”

“Burası Peri’m, ilk karşılaştığımız yer. Seni ilk gördüğüm yer. Karşılaşma anımız biraz fazla dramatikti, ben de burayı yeni bir anıyla hatırlayalım istedim.”

Tuna’yı yanıma alıp evden gittiğimde kaçtığım oteldeydik. Uras’ın beni bulduğu, hayatıma ilk ve büyük dokunuşunu yaptığı yerdeydik.

Binanın sağ tarafında otele ait olan bir restoran vardı. Uras arabayı uygun bir yerde bıraktığında kapımı açıp inmek üzereyken ne ara inip yanıma dolandığını anlayamadığım Uras kapımı geriye doğru çekti. Tutmam için elini uzattığında gülümsedim. “Bu geceye özel mi romantikliğin, yoksa yeni Uras böyle mi devam edecek?”

“Hangisini tercih ederdin?” derken ben de elimi eline bırakıp yavaşça arabadan indim. “Fark etmez, Uras olması yeterli.” dediğimde önce kocaman sırıtmış olsa da toparlanıp beni kendine doğru çektikten sonra arabanın kapısını ittirdi.

Üzerime hücum eden soğukla istemsizce titrediğimde belimi kavrayarak beni göğsüne yasladı. “Girelim hemen, yeni iyileştin zaten.”

Restorana doğru yürümeye başladığımızda göğsünden ayrılmış olsam da elimi bırakmamıştı. Ben de ‘istemem yan cebime koy’ modumla sakince uyum sağlamıştım.

Kapıda bizi karşılayan görevliye ismini söyleyen Uras’a döndüm. Görevli önümüzden adımlayarak bizi bir masaya ilerletirken sessizce sordum. “Rezervasyonu ne ara yaptırdın? Gün içinde nasıl yer buldun ki?”

“Gün içinde yaptırdığımı kim söyledi?” Bu soruma hazırmış gibi hemen cevap verdiğinde anlamamışçasına baktım. O sırada masaya ulaştığımız için yeniden konuşamamıştım.

Karşılıklı yerleştiğimiz masada menüleri bırakıp giden garsondan sonra yeniden yalnız kaldığımızda hemen konuştum. “Ne demek gün içerisinde yapmadım?”

“Üç gün oluyor.” derken bir yandan önündeki menüyü karıştırıyordu. Bense halen merakımı giderme peşindeydim. “Bu gece seninle olacağımdan emin miydin yani?”

“Değildim.” Kaşlarım havalandı. “Ama şansımı denemek istedim.”

“Şanlıymışsın.”

Bakışları menüden ayrılıp yüzüme çevrildi. Gözlerimin içine bakarken konuştu. “Öyleyim.” Ses tonundan o kadar fazla duygu akıyordu ki gözlerimi hızla kaçırıp bu kez menüye gömülen ben olmuştum.

Uras’ın yanındayken irademi kaybediyor; tek bakışıyla, tek kelimesiyle sanki tüm duvarları, sınırları kaldırıp atacakmış gibi hissediyordum. Bu hem korkunç hem de müthiş bir histi.

 

~

 

“Ne zaman gireceğiz yeni yıla?” Başımı yasladığım omuzunu burnumla dürterek sorduğum soruya cevap beklerken Uras bir kolu belimde bir eliyle de odanın kapısını açmaya çabalarken kısa bir an bana baktı.

“Yavrum az önce de sordun ya, daha yarım saat var.”

“Çok sıkıldım ben, biz hemen girelim.” Uras bu teklifime güldüğünde beni ciddiye almaması sinirlenmeme sebep oldu. Sinirimi kelimelere dökerek cırlamak üzere ona dönerken odanın kapısı açıldı. Bir kolum oraya yaslıydı, dolayısıyla kapı açıldığında dengem biraz şaşmış, içeri düşecek gibi olmuştum.

Saniyeler içinde kendimi Uras’ın kucağında buldum. Sırtımdan ve dizlerimin arkasından destekleyerek beni havaya kaldırmış, içeri girdikten sonra da kapıyı kapatmıştı.

“Şaraplar biraz fazla mı geldi sana sanki güzelim? Alışık değildin çok, çarptı gibi.”

“Sadece iki kadehcik içtim. Çok değildi ki.”

Uras’ın dudakları alnıma dokundu. “Evet sana ait olan iki kadeh, ve benim iki kadehimi de kafana diktin en son. Ama o kısımlar pek aydınlık değil sende galiba.”

Dudaklarımı bükerek söylediği anı hatırlamaya çalıştım. Ne zaman içmiştim ki onun şarabını acaba?

Cevabı bulamadığımda düşünmeyi boş verdim. Sonuç olarak şu an iyi hissediyordum.

Uras yatağa doğru ilerleyip beni bırakmak üzereyken bir anda bağırdım. “Dur!”

Kulağının dibinde bağırmam çok hoşuna gitmemiş olacak ki yüzü buruştu. “N’oldu Peri?”

“Sen beni neden odaya attın?” dedim kaşlarımı çatmayı deneyerek. Nereye geldiğimizi yeni fark etmiş gibiydim.

Uras dudaklarını ısırarak bir süre suratıma baktı. Gülmemeye çalışıyordu, ama komik olan neydi ki?

“Yeni yıla burada girmek isteyen sendin güzelim, seni mi kırsaydım?”

“Ben miydim?” dedim şaşkınlıkla kendimi işaret ederek. Halen onun kucağındaydım ama konumuz bu değildi.

“Sendin.”

“Yalancı!” diye bağırdım. “Kandırmasana beni.”

“Kandırmıyorum, neden kandırayım canımın içi?”

“Kandırmıyor musun?” derken daha sakindim. Üzerime çöken mayışıklığa yenik düşerek yüzümü boynuna doğru bıraktım. “Kandırmıyorum tabii.”

“Aferin, adam ol.”

Uras bu kez büyük bir kahkaha atınca ben de olduğum yerde sarsılmıştım. Konforum bozulduğu için homurdandım. “Sessiz ol da uyuyayım.”

“Uyuma!” Bu kez sesi yükselen oydu. Kafamı zar zor kaldırıp ona baktım. “Ama uykum geldi.”

“Yeni yıla uyuyarak mı gireceksin? Yarım saat daha dayan, sonra istediğin gibi uyursun. Söz veriyorum karışmayacağım.”

Bir süre alnımı onun yanağına yaslayarak bu fikri düşündüm. Ardından söylediklerini mantıklı bularak onayladım. “Doğru, o zaman balkona çıkalım.” Cümlenin ortasında aklıma gelen fikirle elimi kaldırıp otel odasının minik balkonunu işaret ettim.

“Hava buz gibi yavrum ne balkonu? Donarsın.”

“Havai fişeklere bakacağım ben ya bana ne, çıkalım.”

“Son iki dakika çıkarız. Yarım saat önce kim niye havai fişek atsın kızım?”

“Kızım deme bana!”

“Sarhoş halinle bile şuna dikkat ediyorsun ya, pes yemin ederim pes Peri.”

Olduğum yerde tepinerek Uras’ın dengesini şaşırtmış ve kendimi bir şekilde yere indirtmeyi başarmıştım. “Sarhoş değilim ben!”

“Değilsin evet.” diye beni onaylasa da onu umursamadan adımlarımı balkona doğru yönelttim. Kapıyı bir şekilde açıp balkona çıktığımda üzerimde kabanım olsa da esen rüzgârla birlikte baştan ayağa titremiştim. Ama bu saatten sonra pes edemezdim. Sonuçta o kadar ısrar etmiştim, nasıl vazgeçecektim?

Balkon üç kişinin yan yana zor durabileceği genişlikteydi ve koyulan sehpa ve tekli koltuk dışında pek bir şey sığamayacak bir ene sahipti.

Kendimi koltuğa bırakıp yayıldığımda az önce açık bıraktığım kapının kapandığını duyumsayınca arkama baktım. Uras elindeki kalın örtüyle balkona gelmişti.

“Kalk bana yer ver.” dediğinde gözlerimi kıstım. “Veremem. Sehpaya otur sen.”

“Öyle mi?”

“Öyle.” Bunu söylediğim anda ben engel olamadan bedenim koltuktan havalanmış, Uras kendini oraya bırakmış ve beni de kırk yıllık çantasıymış gibi kaldırıp kucağına bırakmıştı. Ben itiraz etmeye çalışırken getirdiği örtüyü sarma sarar gibi bedenime doladığı için şaşkınlıkla onu izlemekle yetinmiştim.

Yan bir şekilde, az önce içeride kucağında durduğum gibi duruyordum. Bacaklarımı koltuğun kolundan sarkıtmıştım, Uras’ın kolları ise bedenimi çepeçevre sarıp hareket alanımı iyice kısıtlamıştı.

“Boğuldum ya bu ne?” dediğimde kollarının gevşeyeceğini düşünmüştüm ama o başka bir teklifle geldi. “Suni teneffüs yapmamı ister misin?”

“İstemem sağ ol, kalsın.”

“Teklif var ısrar yok, güzelim.” Hiçbir şey olmamış gibi çenesini saçlarımın üzerine yasladı. Mızmızlanmaya enerji bulamayarak, üzerimdeki örtünün verdiği sıcaklık ve Uras tarafından sarılan bedenimin huzuruyla başımı omuzuna doğru yasladım.

“Uysallaşınca kedi gibi oluyorsun.”

“Tırnaklarım da var, göstereyim mi?”

“Farklı çağrışımlar yaptı bu biraz, aklım karıştı bak.”

Neyi kastettiğini anlamam çakırkeyfliğim nedeniyle biraz zamanımı almıştı. Anladığımda ise yaşlı teyzeleri aratmayacak bir tavırla cıkcıklamakla yetindim. “Çok ayıp.”

“Ayıpsa benim ayıbım olsun, bence sorun yok.”

Burnumu yasladığım boynundan gelen parfümle karışık teninin kokusu gözlerimi kapatmama sebep olurken dayanamayarak dudaklarımı oraya bastırdım.

“Peri!”

“Hı?”

“Bana ayıp deyip dudaklarını boynumda gezdirirsen sonumuz ne olur sence?”

Omuz silktim. “Ne olur?”

“Mırıl mırıl konuşuyor bir de, ısırıp yutacağım tek lokmada şimdi anasını satayım.” Kendi kendine söylenirken ben de boynuna gömülü halde bir elimi yanağına uzatıp orayı okşuyor haldeydim.

Uras’ı sakallı gördüğüm anlar çok kısıtlıydı, onlar da en fazla kirli sakaldı zaten. Şimdi yanağı elime pürüzsüz gelince yeni tıraş olduğuna emin olmuştum. Bu daha fazla dokunma isteği yaratınca kafamı aniden kaldırıp yüzüne baktım. Diğer elimi de zar zor yüzüne uzatıp iki yanağını sevdiğimde Uras hafif şaşkın halde bana bakıyordu.

“Yanakların yumuş yumuş.” dedim mantıklı bir açıklama yapar gibi.

“Öp bi tane bari, o kadar yumuşluk boşa gitmesin.” dediğinde söylediklerine hak vererek dudaklarımı sağ yanağına bastırdım. Belimdeki ellerinden birini enseme çıkartıp orada kalmamı sağladığında itiraz etmeden dudaklarım tenine değer halde bekledim.

“Çok seviyorum seni Peri, böyle bazen kelimelere dökmek de yetmiyor. Benden taşıyor o sevgi, hissediyorsun değil mi bebeğim?”

“Yo.” dedim duraksamadan. Uras’ın şok içinde kasılı kaldığını fark ettiğimde kendi şakama kendim gülerek kıkırdadım.

“Şaka şaka, ağlama hemen.”

Uras kendi çapında beni şakam için cezalandırıp boynuna geri bastırdığında nefessiz kalmıştım. Nefes ihtiyacımı bolca kokusunu alarak giderirken aradan ne kadar zaman geçtiğini fark edememiştim.

Aniden duyduğum patlamamsı sesle birlikte yerimde sıçrayıp doğruldum. Uras’ın yüzünde benim korkumun aksine sakin bir gülümseme vardı. Yüz yüze geldiğimizde ben sesi algılamaya çalışırken dudaklarını hafifçe dudaklarıma bastırdı.

Minik bir öpücükten sonra aramızda bir nefeslik boşluk bırakarak geri çekildi.

“Mutlu yıllar Peri’m, benli, bizli bir yıl olsun. Nasıl başladıysa öyle sürsün.”

Söyledikleri kulağıma dolduğunda az önceki seslerin yeni yıla girdiğimizi haber veren, izlemek için balkona gelmeyi istediğim havai fişekler olduğunu anlayabilmiş oldum.

Başımı kaldırarak havai fişekleri izlemek şu an az önceki kadar cazip gelmediğinde gülümsedim.

Uras’ın dileklerini kendi içimden tekrarladıktan hemen sonra ise zaten dip dibe duran dudaklarımızı birleştiren bu kez bendim.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm