Dert Bebesi Özel Bölüm
ÖZEL BÖLÜM
*bölümde birkaç
zaman atlaması var, belirtmedim ama paragrafları okudukça zaten anlayacaksınız
“Abla ben 4 yaşında değilim, 14 yaşındayım
ya hani. Bıraksan da ben mi halletsem acaba?”
Tuna’nın elimden almaya çalıştığı gömleği
daha fazla zorlamadan bıraktım. Gözlerimi üzerinde gezdirirken her seferinde
olduğu gibi yaşını biri dile getirdiğinde şaşkınlığıma engel olamadığım için
yüzünü ve bedenini inceliyordum.
“Nasıl 14 yaşında olabilirsin? Hiç
mantıklı değil.” Kendi kendime söylenerek odasından çıktım.
Dolabını karman çorman bir hale getirdiği
için artık neredeyse açınca dışarıya dökülüyor olan kıyafetlerini düzeltmesini
istemiştim. Mırın kırın ederek üşendiğinde ise ben de yardım etmeye çalışmıştım
ama her kıyafetine bir şeyler söyleyip kafasını şişirdiğim için beni az önce
tanık olduğunuz gibi odasından çıkartmıştı.
Salona geçip bayılarak aldığım tekli
kocaman koltuklardan birine yerleştim. Dizlerimi kendime çekmeden önce
sehpadaki telefonumu da elime almıştım. Ekranda birden fazla cevapsız çağrı
gördüğümde hepsinin aynı kişiye ait olması telaşlanmama sebep oldu.
Hızla bildirimin üzerine dokunup aramaya
geri döndüm. İkinci çalışta telefon açıldı. “Nil!”
“Hiç duymamışım aramaları, bir şey olmadı
değil mi?” Eda’nın ne söyleyeceğini halen yerinde duran panik halimle beklerken
aklımdan birden fazla şey geçiyordu.
“Bir şey oldu Nilcim, bir şey kesinlikle
oldu canım görümcem benim. Halası dün oğluma verdiği sözü unuttuğu için oğlum
kendini yerden yere vuruyormuş, daha ne olsun?”
Elimi hızla ağzıma örterken Eda’nın
kastettiği şeyi anlar anlamaz ayaklandım. Dün Anıl’ın 5.yaş doğum günüydü.
Bugün onu kreşten ben alıp bizimle kalması için eve getirecektim ve tamamen
aklımdan çıkmıştı.
“Unuttum, çok özür dilerim Eda. Aklım
karmakarışık birkaç gündür. Hemen çıksam yetişir miyim? Geç mi kaldım çok?”
“Öğretmeni yeni aradı sayılır, sana biraz
daha ulaşamasaydım ben hastaneden izin alıp geçecektim ama sen gidebilirsin.
Yoksa kırk yıl Anıl’ın tribini çekersin biliyorsun.” Beni görebilecekmiş gibi
başımı salladım. “Bilmez miyim? Abilerim küçük bir karması ve kendisinde
kesinlikle Demir Özkan inadı var.”
Eda gülerken ben de araba anahtarını
buldum. “Kapatıyorum o zaman, haberleşiriz sonra.”
“Tamam canım, dikkat edin.” Eda telefonu kapatınca
Tuna’ya seslendim. “Tuna!”
“Efendim?”
“Anıl’ı almaya birlikte gidelim mi? Daha
çok sevinir.” Tereddüt etmeden odasından çıktığında benden önce kapıya
ilerlemeye başlamıştı. İş yapmamak için şu an her teklifi kabul edeceğinden
emindim zaten.
Şubat ayının ortasındaydık, hava buz
gibiydi. Kalın montumu üzerime geçirirken Tuna’nın da aynısını yaptığından emin
olduktan sonra evden çıktık. Arabaya geçtiğimizde ısıtıcıyı açıp araba biraz
ısındıktan sonra sürmeye başladım.
Sabahtan beri benimle olan mide bulantım
boğazıma doğru tırmanırken yüzümü buruşturdum. Dün pastayı biraz fazla
kaçırmıştım sanırım ve halen midem kendine gelememişti.
Tuna arabaya bağlı olan telefonundan
kafasına göre şarkı seçmeye çalışırken ben de yağmurdan dolayı sıkışmaya
başlayan trafikten kaçmak için ara yola saptım.
Her ne olduysa o anda gerçekleşti.
Karşımızdaki kamyonun ters yönde olduğunu
fark etsem de yapabileceğim hiçbir hamle yokken son anda düşünebildiğim tek şey
arabayı sağa doğru çevirerek kamyonun sürücü tarafına çarpmış olmasını
sağlamaktı.
Tuna’nın kemerinin takılı olması ve
darbenin diğer taraftan gelecek oluşunun onu korumaya yetmesini dilerken
çarpışma çoktan gerçekleşmişti. Sol tarafıma aldığım sert darbe bütün bedenimi
sarsarken Tuna’nın bağırışını duysam da gözlerim çok kısa bir süre açık
kalabildi.
~
“Şu yemeği Nil ondan kaçarak yediğimizi
öğrenirse kimse sağ çıkmayacak.” Oktay, yanında ve karşısında oturan adamlara
son uyarısını yapıyormuş gibi konuşurken hepsinin yüzünde beliren ifade bunu
çoktan kavradıklarını gösteriyordu.
“Çözüm çok basit, Mert’in başının altından
çıktığını söyleyip bütün suçu ona atıyoruz. Yalan da değil sonuçta.” Uras
karşısındaki Mert’i gösteriyordu bir yandan.
“Komikmiş kardeşim, bir daha olmasın.”
Mert sinirle masadaki suyunu yudumladı. “İşim düştü diye bir şey demiyorum,
sonra hesaplaşacağız.”
“İş dediğin de Simge’nin halen sana pas
vermeyişi için taktik istemen anasını satayım, Peri’yi dinlesen olmuyor mu?
Biraz zaman ver kıza işte, Peri’den daha iyi kim tanıyor Simge’yi?”
Demir, Uras bunu söyledikten sonra yarım
ağız güldü. “Bu arada hadi bu iki herif evli barklı, benden ne tavsiyesi
alacaksın da yemeğe çağırdın koçum?”
“Sen hesabı öde diye çağırdım abi, en
büyüğümüzsün bize ödetmezsin diye düşündüm.” Mert duraksamadan açıklarken Oktay
ve Uras birbirlerine bakarak gülmemeye çalışıyorlardı. “Dürüst ola ola bu anda
mı oldun lan, adamın yüzüne söyleme bari.”
Mert, Uras’a baktı. “Damat olduğunu unutup
beni köşeye sıkıştırırken yanında oturan adamın kim olduğunu da unutuyor
gibisin.”
Uras, yanındaki Demir’e baktı. “Unutmak
mümkün mü? Her an aklımda, karım bir Demir Özkan iki.”
Demir, Uras’ın ensesine ufak çaplı bir
tokat atarken bu kez hepsi gülüyordu. “Zevzek herif.”
Mert, son zamanlarda sıkça aynı ortamda
bulunduğu Simge’ye ulaşabilmek için Oktay ve Uras’ı darlarken yemeklerine devam
ettiler bir süre daha. Uras, Peri’den verdiği örneklerde Demir’in şiddetine
maruz kalsa da Mert aldığı tavsiyeleri dikkatle dinliyordu.
Oktay’ın çalan telefonu masadaki konuşmayı
bölerken Oktay ekranda karısının adını gördüğünde beklemeden cevapladı.
“Efendim güzelim?”
“Oktay!” Eda’nın sesindeki negatiflik
Oktay tarafından saniyesinde hissedilirken kaşları çatıldı. Masadaki diğer üçlü
onun bu ifade değişimini gördüklerinde gülümseyen hallerinden hızla sıyrıldılar.
“Ne oldu Eda? İyi misin, sesin neden öyle?”
Oktay, Eda’nın verdiği cevabın ardından
telefonu kıracakmış gibi kaskatı kesilen elini yavaşça indirdi.
“Ne oluyor lan? Kötü bir şey mi oldu
Oktay, konuşsana!” Demir, kardeşinin yüzünden ve hareketlerinden hiç iyi bir
haber almayacağını tahmin ettiğinden sinirleri hızla yükselmişti.
“Gitmemiz lazım, kalkalım.” Oktay,
mesleğinin ona verdiği soğukkanlılığı üzerine geçirmeye çalışırken ilk kez bu
kadar zorlanıyordu. Karşısındaki üç adamın bu kadar dahi sakin kalmayacağını
bildiğinden olanı söylemek yerine onları ayaklandırmak istemişti.
Mert afallamış halde hızla hesabı ödemek
için kasaya yönelirken Uras ve Demir, Oktay’ın çıkışa yönelmesiyle peşine
takılmışlardı. “Tek araba gidelim, ben kullanayım.” Oktay kendi arabasının
yanına ulaştıklarında bunu söylüyorken Mert de onlara yetişti.
“Abi! Nereye gidiyoruz söylesene Allah
aşkına, kötü bir şey olmuş anladık ama ne olmuş?”
“Hastaneye gitmemiz lazım.” Oktay daha
fazla dayanamayarak konuştuğunda karşısındakilerin yüzüne bakmıyor olsa da
hepsinin buz kestiğini hissedebiliyordu.
“Birine bir şey olmuş, siktir çok kötü bir
şey oldu değil mi?” Oktay cevapsız kalarak sürücü koltuğuna geçerken yanına
Demir arkaya da Uras ve Mert yerleştiler. Araba son sürat yola koyulmuşken
Demir sertçe konuşmaya başladı.
“Söyle artık Oktay.”
“Kaza. Kaza geçirmişler.” Oktay fısıltıyla
konuşurken durumlarının ne kadar iyi ya da kötü olabileceğini kendi zihninde
tartıyordu.
Az önce arayan kişinin Eda oluşu Mert,
Uras ve Demir’e kazayı yapanın onlar olduğunu düşündürdü aynı anda. “Eda mı?
Siktir çoğul konuştun, Anıl da mı var?”
Oktay, Uras’ın cümlesine başını iki yana
sallayarak olumsuz cevap verdiğinde keskin bir sessizlik yaşandı. Oktay
boğazındaki yumruyla birlikte konuşmaya başladı. “Nil… Nil ve Tuna.”
Hastaneye gelene dek Oktay sessizce araba
kullanırken kendisine sorulan tüm soruları cevapsız bıraktı. Durumlarının nasıl
olduğunu bilmiyordu, farazi cevaplar vererek onları kandırmak istememişti.
Araba neredeyse tam duramadan kendisini
dışarıya atan Uras girişe koşar adım ilerlerken diğerleri de tam
arkasındalardı.
Oktay, çalıştığı hastanede olduklarından
bunu direkt avantaja çevirerek danışmadaki kişilerden tanıyor olduğu kadına
döndü. “Filiz, trafik kazası ile gelen hastalar nerede? Yeni gelmiş olmaları
lazım.”
“Bakıyorum hocam, bir saniye.” Kadının
işini yapmasını beklemek dördünün de en sabırsız bekleyişlerinden biriydi.
“Üç kişi gelmiş hocam, biri ex.”
Uras’ın düşecek gibi sendelediğini fark
eden Mert hızla ona destek olurken Demir, Oktay’ın soramadığı soruyu sordu.
“Adı… Adı ne?”
“Yakup Dönmez.”
Kadın verdiği cevabın ardından karşısında
duran dört adamın değişen ifadelerine şaşkınlıkla bakarken açıklamaya devam
etti. “Tuna Özk-…” diyerek konuşmaya başlamışken arkadan gelen yüksek ses onu böldü.
“Oktay!” Eda gördüğü tanıdık bedenlere
doğru ilerlerken hepsi ona dönmüşlerdi. “Neredeler Eda? Nasıllar?”
“Acildeler, Tuna’nın birkaç sıyrığı var
sadece. Pansuman yapıyorlar, şokta halen.” dedikten sonra yutkundu. Uras’a
attığı kaçamak bakış bir tek Uras’ın değil hepsinin dikkatini çekmişti.
“Peri nasıl? O da iyi o zaman değil mi?
Ağır bir kaza değilmiş, Tuna iyiyse…” Uras hızla konuşurken Eda daha fazla
oyalanmanın bir anlamı olmadığını bilerek dilini çözdü.
“İyi… Yani iyi olacak.”
Oktay, karısının yanaklarını kavrayıp
sakinleştirmeye çalışırken gözlerini gözlerine dikti. “Eda, duraksamadan anlat
güzelim. Buradayız artık, her şeyi anlat.”
“Sol kolu alçıda, bacağında da ezilmeler
var. Bunlar sorun değil, karşıdaki adam zaten araç kullanırken kalp krizi
geçirmiş ve bu yüzden ölmüş. Yani kaza ağır değildi evet ama… Ama başka bir
sorun var.”
“Ne var Eda, ne var?”
“Nil hamile!” Eda, hızla bağırır gibi
kurduğu cümleden sonra karşısında kaskatı kesilen dört adama bakmamak için
gözlerini etrafta dolaştırdı. Anıl’ı almasını ona hatırlattığı için kendisini
suçlu hissediyordu.
“Hamile… Nil hamile… Ben yanlış anlıyorum,
ben duyduklarımı yanlış anlıyorum.” Uras kafasını iki yana sallarken Mert’in
onu tutan kollarından sıyrıldı. “Sen bana diyorsun ki az önce kaza geçirdiğini
öğrendiğin karın hamile, öyle mi?” Sesi güler gibi çıkarken Eda’ya doğru
yöneldi.
“Bebek iyi, yemin ederim iyi Uras. Sadece
hamile olduğu için iyileşme sürecinde çoğu tedavi uygulanamayacak, Nil’i zorlu
bir dönem bekliyor. Hepimizi hatta…”
Uras, duyduklarına hiçbir şekilde
inanmıyor halde eliyle ileriyi gösterdi. “Nerede karım? Yanına gitmem lazım
Eda.”
Eda, şimdi yanına gidemeyeceğini anlatan
bir açıklamaya girişmişken Uras onun söylediklerini duymuyormuş gibiydi. Baba
olacağını böyle bir anda öğrenmek daha önce aklının ucundan dahi geçmemişti.
~
Sol kolumdaki alışkın olmadığım ağırlık
hissiyle uyku halinden sıyrılırken neden bu kadar yorgun hissettiğimi anlamaya
çalışıyordum. Uykudan uyanmamış da günlerdir uykusuz kalmış gibi hissediyordum.
Saçlarımda ve alnımda hissettiğim
dokunuşların sebebini görmek için gözlerimi yavaşça araladım. Evdeki hiçbir
ışık bu kadar beyaz değildi, beyaz ışıklardan nefret ederdim. Evde olmadığımı
anladığımda bakışlarımı netleştirmeye çalıştım.
Alnımdaki el, gözlerimin ışıktan rahatsız
olduğunu anlamış gibi bana siper olduğunda tamamen gözlerimi açmam kolaylaştı.
“Peri’m…” Aşinası olduğum sesten, bir o kadar aşina olduğum seslenişi
duyduğumda başımı ona çevirdim. Boynum tutulmuş gibi ağrıyordu.
“Neredeyiz?” diyerek şaşkınca sorduğumda
Uras alnımdaki eliyle saçlarımı geriye doğru okşadı. “Hastanedeyiz.”
Kaşlarımın çatılmasına engel olamazken
saniyeler içerisinde gözlerimi kapatmadan önce son gerçekleşenler zihnime
doluşmaya başladı.
Ters yöndeki kamyonu, arabayı sağa
kırışımı anımsadım. Ardından bedenimi telaşla doğrultmaya çalıştım. “Tuna! Tuna
iyi mi?”
“Şşş, uzan güzelim. Tuna iyi, hiçbir şeyi
yok. O iyi olsun diye bütün darbeyi kendi tarafına çekmişsin zaten.”
O andaki korkum yerine gelmiş gibi
gözlerimden akmaya başlayan yaşlarla Uras’a bakmayı sürdürdüm. Yanaklarımı
avuçlarıyla kavrayıp gözlerimden inen damlaları tek tek parmaklarına hapsetti.
“Geçti bebeğim, her şey yolunda.”
Bir süre ağlayışım devam etti, Uras beni
telkin etmeye çalışırken hiçbir şey söylemeden onu dinleyerek sakinleşmeye
çalıştım. “Abilerine haber vereyim, aşağıdalar. Oda kalabalık olmasın diye
indiler, onlar da çok merak ediyorlar seni.”
Yanağımdaki ellerinden birini çekip
cebinden telefonunu çıkarttı. Birini arayıp telefonu kulağına yasladı. “Mert
gelebilirsiniz, uyandı.”
Mert abim her ne dediyse Uras hafifçe
gülümsedi, ardından telefonu kapattı.
“Ağrın var mı?”
Başımı iki yana salladım. Kolumdaki
alçının şu an için tek hissettirdiği şey büyük bir ağırlıktı. Ağrı kesici bir
şeyler verdikleri için böyle olduğuna emindim, birkaç saate ağrısı başlardı.
Uras’ın bakışlarının karnımda dolaştığını
görünce telaşla elimi karnıma uzattım. “Orada da mı yara var? Ama hiç
acımıyor.” Hızla bakışlarını yüzüme çevirdi. “Yok, orada yara yok. Sadece kolun
alçıda, bir de sol bacağında birkaç ezilme varmış.”
“Neden karnıma baktın öyle dikkatlice o
zaman?”
“Sana bakmadım ki.” dediğinde aklımı
dağıtmak için dalga geçtiğini düşünerek gözlerimi devirdim. “Hadi ya! Kime
baktın kocacım?”
Alakasız anlarda ‘kocacım’ demeye
bayılıyordum. Aşırı yılışık dursa da kendime ve Uras’a evli olduğumuzu
hatırlatmak en büyük zevklerimden biriydi.
“Bebeğimize bakıyordum.” dediğinde
kıkırdadım. Uras evlendiğimizden beri bir an önce baba olmak istiyorduysa da
ben henüz hazır hissetmiyordum. Yani üç dört ay öncesine kadar.
Korunmayı bırakmıştım, Uras’ın bundan
haberi yoktu. Ona sürpriz yapmayı planlıyordum ama aylardır hiçbir belirti
yoktu hamile olduğuma dair. “Bu anda bile bilinçaltıma çocuk istiyorum mesajı
mı veriyorsun Uras?”
Uras dudaklarını birbirine bastırdı. Bunu
gülüşünü saklamak için yaptığını görebiliyordum. “Ne sırıtıyorsun sen ya?”
“Peri…” dediğinde sesinden gözlerine kadar
sıçrayan mutlu haline merakla baktım. “Efendim?”
“Hamilesin.”
Uras bunu söyler söylemez algılarım açılıp
kastettiği şeyi anladığımda, ağzım açık kalmış halde Uras’a bakarken konuşmayı
unutmuş gibi gözlerimi kırpıştırdım. “Hamile… Ben hamileyim. Şakacıktan mı?”
Uras alnını alnıma yasladı. Uzandığım
yerde büyük bir heyecanla Uras’a bakıyordum. “Şakacıktan değil, gerçekten
Peri’m. Anne olacaksın.”
Az önce korkudan akan yaşlarım bu kez hem
heyecan hem de mutlulukla akmaya başladılar. Yüzümdeki her noktayı tek tek
öpmeye başladı.
Aldığım haberin heyecanı yerini geçirdiğim
kazanın ona zarar vermiş olması ihtimalinin paniğine bırakırken kesik bir nefes
aldım. “İyi mi? Ben… Kazada ona bir şey olmadı değil mi?”
Tuna’yı koruma iç güdüsüyle kendimi öne
atmıştım, bunun sonucunda bebeğimi daha varlığından dahi haberim olmadan
kaybetmiş olsaydım nasıl bir halde olurdum bilmiyordum.
“İyi, üçünüz de iyisiniz. Sen de, Tuna da
bebeğimiz de çok iyisiniz Peri.” dediğinde ona güvenerek gülümsedim. Kötü bir
şey olsa onun bu kadar sakin kalamayacağından emindim.
Asıl tehlikeden henüz Uras’ın da habersiz
olduğunu, bu tehlikenin bana oldukça diken üstünde bir hamilelik yaşatacağını
ise saatler sonra öğrenecektim.
~
“Bir tane daha ye, sonra ısrar etmeyeceğim
söz veriyorum.”
Abimin elinde duran cevizlere bakarken
uzattığı parçayı dudaklarımın arasına kabul ettim. “Söz verdin, elinde kalanları
sen ye.”
Hamile olduğumu öğrendiğimizde henüz 1,5
aylık olan bebeğim şu anda 3. ayın ortalarındaydı. Geçirdiğimiz kazada, daha
bana tutunmayı yeni başarmış olan bebeğim; doktorların 5. aya kadar devam
edeceğini söylediği tehlikeli bir dönemdeydi.
Düşük yapma olasılığım sürüyorken, benden
çok daha stresli olan insanlarla çepeçevre kuşatılmıştım. Yararlı olduklarını
umdukları yiyecekleri kusmama aldırmadan yedirmeleri, odadan odaya kucakta
taşınmam ve bazen evden dahi çıkmamam için birbirlerine bolca destek olmaları
iki aydır fazlasıyla daralmama sebep olmuştu.
Bebeğin sağlığı için ben de stresliydim
ama beni ne kadar daralttıklarını delirmiş gibi ağlamadığım sürece akıllarından
çıkartıyorlardı. “Zaten üç tane kalm-…”
“Abi!” diye cırlarken avucundaki cevizleri
kendi ağzına atıp çiğnemeye başlayan Demir abime ‘aferin’ der gibi baktım.
“Abiye bağırılmaz, taş olursun.”
Ona cevap vermeden koltukta daha rahat
etmeye çalışarak kıpırdandım. Abim ayağa kalkacağımı zannederek direkt belimden
destek vermek için hamle yaptığında elini tuttum. “Kalkmıyorum.”
“Uzan biraz, benim birkaç dosya incelemem
lazım bilgisayardan.” Ben itiraz edemeden koltuğa uzanmama yardım edip kendisi
karşımdaki koltuğa geçti. Dediği gibi laptopu alıp işine odaklandığında ben de
boş boş tavana bakmakla meşguldüm.
Evde asla yalnız kalmama müsaade
etmiyorlardı. Uras evde değilse, abimlerden biri; abimler de yoksa Eda hatta
bazen Baran bile tepemde dikilip görev tanımlarını yerine getiriyorlardı.
Kliniğe uğrayamadığım için Simge
yoğunlaşırken benim yerime belirli bir dönem için Birkan danışan kabul
ediyordu. Doğurana kadar muhtemelen kimsenin içi rahat etmeyecekti, ben de
artık mızmızlanmaktan yorulmuştum zaten.
Uykumun gelmesi için kendimi odaklasam da
hiç uykum yoktu, aksine kendimi enerjik hissediyordum. “Abi?” diye seslendim.
Abim kafasını ekrandan çekip bana döndü direkt. “Söyle abim.”
“Hava çok güzel.” diyerek yaptığım
girizgah abimin kafasını iki yana sallamasına yeterli geldi. “Daha Nisan’ın
ortasındayız Peri, hava serin halen.”
“Sahilde biraz yürümek istiyorum sadece.”
dedim umutsuzca. “Ara kocanı, ikna olursa çıkarız.”
“Çok kötü birisin sen ya!” Uras’ın en ikna
olmayacak kişi olduğunu bildiği için bunu öne sürüyordu hemen. “Mert abimi
etsem ikna?”
“Reddedildi, uyu biraz. Akşam bizimkiler
doluşunca sıkıntın geçer.”
Nefesim bitene dek oflayıp abime sırtımı
dönerek yüzümü koltuğa çevirdim. Bir avucumu karnıma yaslayıp çok az da olsa
çıkıntı haline gelmiş olan göbeğimi kavradım. Kusma oranım çoktu, yediklerim
ise on kat fazlası olduğundan kilo almakta zorlanmamıştım.
Uykum olmadığını söylemiştim ama evde
hareketsiz dursam dahi genelde uykulu ve yorgun hissediyordum. Gözlerimin
kapanması bu yüzden çok uzun sürmedi.
Kulağıma doluşan uğultular uykumdan
sıyrılmama neden olduğunda aradan ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildim.
“Uyusun işte, niye uyandıralım ki?”
“Yemek yemesi lazım, kaç saat oldu en son
öğününden beri.” Mert abim ve Demir abimin sesleri peş peşe duyulurken uyanmış
olduğum için daha fazla konuşmalarına izin vermeden gözlerimi araladım.
“Uyandı zaten, kızın tepesinde
konuşuyorsunuz iki saattir.” Bu da Oktay abimdi.
Herkesin evde oluşuna şaşırmamıştım. Ben
gündüzleri sıkıntıdan ölüyormuş gibi yanımdaki her kimse onu darlattığım için
akşam yemeği için neredeyse her gün herkes burada oluyordu. Yemekten sonra geç
saatlerde evlerine döndükleri için alışmıştım artık.
“Uyandırdık mı abicim?” Mert abim yüzüme
yapışan saçlarımı geriye çekerken başımı iki yana salladım. “Yeterince
uyumuştum.”
“O zaman kalk bakalım anne Peri.” İki
elimle ona tutunup yavaşça doğruldum. Her uykudan uyandığımda olduğu gibi
hafifçe dönüyor olan başımın normalleşmesi için biraz oturur halde gözlerimi
kapatarak bekledim.
“İyi misin güzelim?” Oktay abim yanıma
oturduğunda koltuktaki sarsıntı midemde bir çalkantı yarattı. Yanaklarımın iç
tarafını ısırarak dayanmaya çalışsam da bu sahne oldukça tanıdık olduğu için
koltuğa kusmaktan korkarak hızla ayaklandım. Banyoya ilerlerken arkamdan
geldiklerini duyuyordum.
“Nil?” Oktay abim benimle birlikte banyoya
girdiğinde direkt klozetin yanında dizlerimin üzerine çöktüm. Midem boş olduğu
için yalnızca öğürerek birkaç dakika kendimi zorladığımda abim saçlarımı
ensemde tutuyor, bir yandan da sırtımı okşuyordu.
“Tamam abim, geçti. Zorlama kendini,
kusasın yokmuş. Sakinleş.” dedikten sonra alnıma dokundu. “Su getirsenize bir
bardak.”
Kapıda bir hareketlilik oldu. Ardından zil
sesi duydum. Tuna arkadaşlarıyla olacaktı proje ödevi için, yani muhtemelen
Uras gelmişti.
“Kocan geldi bak, hissetti kesin deli
herif.” dediğinde yorgun halime rağmen gülümsedim. “Hissetse kapıyı tekmelerdi,
bu normal gelişi.” dedim kısık bir sesle.
“Kalkalım mı yavaş yavaş, yüzünü
yıkayalım. Ağzını da çalkala rahat et.” Başımı hafifçe salladım. Abim
kollarımın altından destek olurken lavaboya yaklaştık. Suyu bile açamamışken
koşar adım buraya yaklaşan kişinin Uras olduğundan emin olduğum için kapıya
döndüm.
“Peri!” Telaşla banyoya giren, yanıma
ulaştığı anda yanaklarımı kavrayıp hasar tespiti yapan kocama sakince zaman
tanıdım. “Ben çıktım, yüzünü yıkat Uras.”
Oktay abim banyodan çıktığında yalnızca
ikimiz içerideydik.
“İyiyim.” diyerek Uras’ı ikna etmeye
çalışırken o abimin dediğine odaklanmış şekilde suyu açtı. Yüzümü yıkamama
yardım etmeye çalışsa da o kadar kötü değildim. Yüzüme birkaç kez su çarpıp aynanın
arkasındaki dolaptan diş fırçamı aldım. Dişlerimi de fırçalayıp ağzımdaki garip
tattan tamamen kurtuldum.
Kendime gelmiştim biraz böylece. Uras beni
göğsüne çektiğinde itirazsızca ona yaslandım. “Uyuyup uyanınca böyle oluyorum,
biliyorsun. Başka bir şey yok.” Uras’ı ikna etme çalışmalarıma devam ederken
kollarını etrafıma sardı.
“Olmasın da zaten, iyi olun ikiniz de.”
Saçlarımın üzerini öptü.
“İyiyiz babası, çok iyiyiz. Ceviz bile
yedik bugün.” dediğimde Uras güldü. Cevizden nefret etmeme rağmen bağışıklık
sistemi için yararının tavan olmasından dolayı sürekli zorla ceviz yedirilmeye
maruz kalıyordum.
“Demir abi denk gelmişken nöbette ceviz
görevi kilitledim, onu kıramıyorsun bir tek.”
“Seni kırabiliyorum ama zorla ağzıma
tıkıyorsun Uras.”
“Ne münasebet kızım, iftira atma
çarpılacaksın hamile hamile.” Göğsünü kafamla ittirip boynumu geriye doğru
gerdim. “Çarpılmam ama çarparım, kızım deme bana. 3 yıldır evli neredeyse 10
yıldır da birlikteyiz halen kızım diyorsun ya.”
“Neyse ki ölümle tehdit edilmeden kızım
diyebileceğim bir varlık tam olarak şurada büyümeye başladı.” Karnıma avucunu
bastırıp orayı okşadığında sırıtmamak için dudaklarımı ısırdım. “Oğlumuz olursa
kaçıp gidecek misin?”
“Bir süre terapi almam gerekebilir senden
ya da Simge’den, etrafımızda onlarca XY kromozomlu varken n’olursun yenisini
doğurma Peri’m.” Kıkırdayarak boynunu öptüm. Neredeyse herkes -oyun arkadaşı
arayan Anıl hariç- bebeğin kız olması için çok heyecanlıydı. Bense erkek olursa
yeniden bir Tuna büyüteceğimi bildiğimden gayet rahattım.
Erkek de olsa deli gibi sevileceğini
bebeğimize anlatmaya başlayan Uras’ı dinlerken yüzümü boynuna gömdüm. Henüz iki
aydır bildiğimiz hamileliğim bana Uras’ın bambaşka taraflarını gösteriyordu.
Üzerimde hissettiğim şefkatine alışkındım ama bunun doğmamış bir bebek için bu
denli yoğun olabilmesine hayran kalmadan edemiyordum.
Uras beni kucaklayıp banyodan çıkartırken
çaktırmadan yürümemem engel oluşuna içimden göz devirerek omuzuna yaslandım.
Önümüzdeki beş ayı ikimizden biri
delirmeden atlatabilirsek bizden iyisi yoktu.
~
“Düşecek!” dedim kahkahalarıma engel
olamazken. Gülin kıkırdadıkça benim de gülesim geliyordu.
Uras havaya atıyormuş gibi yapıp
yükselttiği için heyecanla gülen kızımın etraftaki herkesin ilgi odağı olduğu
gördüğümde gülüşümün gözlerime tırmandığına emindim. Gülin’in kocaman bir
ailede, hiç canı yanmadan büyüyebilecek şansa sahip olmasına sıkça
şükrediyordum.
15 Eylül’ü gösteren tarih, aynı anda iki
özel günün habercisiydi. Bugün hem benim hem de Gülin’in doğum günüydü.
Geçen yıl doğum günümde doğurmak gibi bir
ilginçlik yaptığım için kızımla doğum günlerimiz ortaktı. Pasta yerken
sancılanmam o an kimse için komik değildi tabii ama daha sonra bolca dalga
konusu olmuştu bu konu.
Tükürükler saçarak babasının kollarında
anlamsız mırıltılarla sırıtan kızımı Uras’la baş başa bırakmaya karar vererek
koltuklara dağılmış olan kişilerde kısa bir göz gezdirdim.
Kimin yanına gideceğimi seçtiğim anda
boşluk benden önce dolmasın diye kendimi hemen yanına bırakmıştım. “Biraz daha
yanıma gelmeseydin küsmeye hazırlanıyordum.” dediğinde yanağımı omuzuna
yaslayarak sırnaştım. Kolunu sıkıca sırtıma sardıktan sonra kısık bir sesle
konuşmaya başladı. “Son durumlar nasıl bakalım?”
“Bilmiyorum baba.” diye mırıldanabildim.
Neyi kastettiğini anlamıştım ama tam olarak nasıl olduğumuzu ben de
bilmiyordum.
Kendimi Kadir amcaya baba demek için çok
da zorlamam gerekmemişti. Tanıştığımız günden beri bir babanın yapması gereken
her şeyi hiç gocunmadan benim için yaptığından başa ismini dahi getirmeye gerek
duymadan ona rahatça baba diye seslenebiliyordum.
Sadece anne diye seslenmek bana annemi
hatırlattığından, Yasemin teyzenin adını en fazla Yasemin anne’ye kadar
çekebilmiş olsam da kimsenin bu konuyla ilgili bir sorun yaratmamasından
memnundum. Uras’tan sonraki en büyük şansımın kesinlikle onun ailesi olduğuna
inanıyordum.
“Tuna halen biraz soğuk duruyor.”
dediğinde derin bir nefes aldım. “Farkındayım, iki ay oldu neredeyse ama halen
dalıp gidiyor.”
Tuna’nın, gerçekleri -aynı anneye sahip
olmayışımız ve sahip olduğumuz babanın beş para etmez biri oluşunu- tesadüfen
öğrenmesinin üzerinden iki ay gelip geçmişti. Bağırıp çağıracağını,
sakladığımız için bize kızacağını zannetsem de tam tersini yaparak delicesine
içe kapanmıştı.
İlk haftalarda ben de sürekli ağlıyor,
Tuna üzüldükçe ve ona manevi olarak ulaşamadıkça iyice kötüleşiyordum. Gülin
için ayakta olmam gerekmeseydi çok daha korkunç bir süreç geçireceğimizden
emindim.
Uras ise her zamanki gibi arabuluculuk
yapıp herkesi iyileştirmeyi denese de Tuna ona bile pas vermiyor, onaylasa da
hareketlerine bunu yansıtmıyordu.
“Ergenlik döneminde böyle bir şey öğrenip
kaldırabilmek biraz zor Nil, Tuna seni annesi gibi görüyor evet ama kendi
annesiyle ilgili gerçeklere de alışmak için daha fazla zaman gerekiyor
babacım.”
“İlk kez ona iyi gelemediğimi
hissediyorum. İki yaşından beri iyi gelebildiğim, iyi olması için her şeyi göze
aldığım çocuğa artık yarardan çok zararım varmış gibi geliyor baba. Beni
gördükçe dalıp gidiyor, en çok bana bakarken kırgınlaşıyor.”
Babam omuzumu okşarken gözlerimin dolmaya
başlamaması için kendimi sıktım. Etrafta eğleniyor olan insanların da moralini
alt üst etmek istemiyordum. Babam başka bir şey söylemedi, yalnızca yanımda
olduğunu belli edercesine bana sarılmaya devam etti.
Genzimden yükseleceğini zannettiğim
hıçkırığı daha fazla tutamayacağımı anlayarak yavaşça kollarından ayrıldım.
“Lavaboya gidip geleyim.” diyerek açıkladıktan sonra kimseyle göz göze gelmeden
salondan çıktım.
Üzerimdeki -bir eşi de Gülin’de olan-
elbisenin askılarını düzeltirken koridora çıktığım anda yanaklarıma birkaç
damla çoktan inmişti.
Banyoya girmek için kapıya kadar gelmişken
içeride birinin olduğunu gördüğümde duraksadım, salonda kimin eksik olduğunu
hatırlamaya çalışırken odamızdaki ebeveyn banyosuna geçmek için hareketlenmişken
kapının kilidinin açıldığını belli eden ses duyuldu. Ağlıyor halde olduğum için
banyodaki kişiye yakalanmamak için hızlıca kaçmayı denesem de çoktan kapı
açılmış ve kapının ardındaki kişiyle karşı karşıya kalmıştım.
Evde yakalanabileceğim onlarca insan
varken karşımda duruyor olan kişi Tuna’ydı.
Şansıma içimden saydırarak hızla ellerimin
tersini yanaklarıma sürtüp yaşlardan arındırdım. Yüzüme normal bir gülümseme
koymaya çalışarak umutsuz bir çabayla Tuna’ya ağlıyor olduğumu belli etmemeyi
denedim.
“Abla?” diyerek gözlerini yüzümde dikkatle
dolaştırdığında banyoya girmeye çalışsam da çoktan benim gücümün birkaç katına
çıkmış olan gücüyle kolumu tutup beni durdurdu. “İyi misin? Bir şey mi oldu
içeride?”
Başımı iki yana sallarken çok fazla yüzüne
bakmamaya çalıştım.
“İyiyim, tuvalete gireceğim. Sen geç
salona.”
“Yalan söylemenin çok ayıp olduğunu bana
öğretmişken tam tersini mi yapacaksın abla?” dediğinde omuzlarımı düşürdüm.
“Dediğimi yap, yaptığımı yapma.”
“Bu Demir abimin repliği.” Asla kendimi
kurtarmama izin vermediği için köşeye sıkışmışken devam etti. “Neden
ağlıyorsun?”
“Ağlamıyorum ablacım, sana öyle gelmiş.
Bak gözümden yaş akıyor mu? Yok!”
“Ben mi üzdüm yine seni? Benim yüzümden
ağlıyorsun değil mi?” dediğinde bir elimi yanağına uzatıp yanağını okşadım.
“Hiç de bile.”
“Yalancı Peri.” diyerek yüzünü elime
bastırdığında yavaşça kıkırdadım. “Adım Peri olmasaydı sen, abim ve Uras ne
yapacaktınız acaba?”
Tuna’yı aylar sonra ilk kez içten bir
şekilde gülerken gördüğüm an bu andı. Heyecanla elimi yanağından indirdim.
“Yine de sana Peri diyecektik, seni Peri yapan sadece adın mı zannediyorsun?”
Ne demek istediğini anlamak için beklenti
dolu gözlerle ona baktığımda beni bayağı geçen boyunun avantajını kullanarak
yanağını saçlarıma yasladı. Onu göremiyorken konuşmaya devam etti. “Hayatına
dokunduğun herkesin öyküsünü bir peri masalına çevirdiğinin farkında değilsin
öyle mi? Hem de en büyük örneği karşında duruyorken…”
Kollarımı sarabildiğim kadar sıkı olacak
şekilde sırtına doladığımda gözlerimden inen yaşları kontrol edemiyordum.
“Canımsın sen benim, ben ne yaptıysam canım
acımasın diye yaptım.”
“Sen beni kocaman bir borcun altında
bıraktın.” dediğinde burnumu sertçe çekerek başımı geriye attım. “O ne demek?”
“Benim için her şeyden taviz vererek
yaşadın yıllarca, düşününce geriye gidebildiğim en eski anıdan beri bu böyle.”
Çenesini tek elimle kavrayarak yüz yüze
gelmemizi sağladıktan sonra gözlerimi gözlerine diktim. “Bana baksana sen!”
Gözlerini kaçırmasına izin vermeden devam ettim. “Benim hayatımda seninle
ilgili tek bir keşke var Tuna.” Merakını uyandırabildiğimi gözlerinde
görmüştüm. “Keşke annen ve baban bambaşka insanlar olsaydı ve çok daha sağlıklı
bir ortamda büyüseydin ablacım. Ben yetmeye çalışsam da senin çocukluğundan
kalma yaraların var biliyorum, onlar benim tek keşkelerim.”
“Yetmeye çalışmadın. Yettin.” derken
gözünden düşen damlayı öperek durdurdum. “O zaman bir daha böyle bir şey
düşündüğünü hissettirme bana, ben seninle birlikte büyümekten, olgunlaşmaktan
hiçbir gün pişman olmadım Tuna.”
Yüzümü göğsüne yaslayıp kocaman
sarıldığımda kollarını benimki kadar sıkı şekilde bedenime doladı. “Seni çok
seviyorum Peri’m.” dediğinde gözyaşlarımın arasında kıkırdadım. Uras’ı gıcık
etmek için başlayan Peri’m deme serüveni Tuna da son yıllarda tamamen yer
etmişti. Genellikle bu konu üzerinden şaka yollu birbirlerine giriyorlardı.
“Ben de seni çok seviyorum canımın içi.”
Tuna’dan ayırmadığım kollarımı panikle
çekmeme sebep olan arkamdan gelen çığlık sesiydi. Gülin’e ait çığlıkla
telaşlanarak arkamı dönerken babasının kucağından bize bakarak çırpınan kızımın
iyi olduğunu gördüğümde bir yandan yanaklarımı silerken bir yandan da derince
nefeslendim.
“Evet babacım, katılıyorum. Kıskanmakta
çok haklısın, bu ikisi bizi ekip sarılmak için kuytu köşelerde buluşmuşlar.”
Uras, Gülin ile birlikte yanımıza tam olarak yaklaştığında Gülin babasının
sesine her zamanki gibi odaklanmış olsa da tabii ki bir şey anlamadan boş boş
bakıyordu.
“Karımı ahtapot gibi sarmışsın sarı kafa,
ne bu hal?” Uras’ın son iki ay hiç yaşanmamış gibi davranarak hiçbir şey
sormamasına başımı yana eğip ona aşık aşık bakarak tepki verdim.
“Bu da Demir Özkan repliği, siz karı koca
teliften tutuklanmasanız bari.”
Abimin, Uras bana sarıldıkça ahtapot
benzetmesi yapışı evli de olsak, kucağımızda bebeğimiz de olsa
gelenekselleşmişti artık.
“Anne!” diyerek onu unuttuğumuz için
sitemle bağıran Gülin’i kucağıma aldım. Tek tük kelimelerle anne, baba benzeri
şeyler söyleyebiliyordu. “Efendim annecim?” dedim saçlarını koklarken.
Kucağıma gelmeyi başarmak derdine derman
olmuş gibiydi, sessizleşerek omuzuma yaslandı. Minik avucunu kaldırıp Tuna’ya
uzattığında bu haline içim giderek baktım. Tuna’nın elini tutmaya, onunla
olmaya bayılıyordu.
Tuna’nın yalnızca iki parmağını kavramaya
yeten avucuyla sıkıca dayısına tutunduğunda Uras’ın göğsünü sırtımda güçlü bir
destek olarak hissettim.
“İyiyiz.” diyerek kulağıma fısıldarken
Gülin’e odaklanan Tuna kendi konuştuğu için bizi muhtemelen duymuyordu. Başımı
geriye atarak çenesine değdirdim. “İyiyiz.” diye tekrarladım.
Hayatın sürprizleri ve iniş çıkışları ile
her an iyi olabilmek mümkün değildi. Bunu bir psikolog olarak çok iyi
biliyordum, ama yarı yolda pes etmek yerine bizimle olan iyiliklere
tutunabilmek fazlasıyla mümkündü.
Tutunabileceğim birden fazla iyi şeye
sahip olduğum için şanslıydım.
Şansım
onlardı.
~~~
SON
Yorumlar
Yorum Gönder