Dert Bebesi 39.Bölüm
39.BÖLÜM
- Nil
Hayatımın yolunda ilerlediğinden ve büyük
bir problemle yüz yüze kalacak olma korkumun yersiz olduğundan emin olmam
tahmin ettiğimden biraz fazla zamanımı alıyordu.
Bu süreç boyunca bir dakika bile yalnız
kalmamam belki de en büyük artıydı. Gözümü her açıp kapattığımda yanımda ya
abimleri ya Uras’ı, hatta iki gün öncesine kadar Kadir amcayı buluyor
haldeydim. Bir haftadır ben ne kadar gerildiysem onlar o kadar sakinleşmeme
yardımcı olmuşlardı.
Soner’in henüz ortaya çıkmadığını ve
dışarıda bir yerlerde olduğunu biliyordum. Bu konu benim yanımdayken hiç
açılmamış olsa da anlayamayacak kadar aptal değildim. Kadir amcanın iki gün
önce acil bir şekilde Ankara’dan çağırılana dek burada kalmaya devam etmesinin
sebebi de buydu hatta.
Artık ‘baba’ demek için bir sebep
bulamadığım adam ise zaten şaibeli olan tahliyesini kendi elleriyle yakmıştı.
Dolayısıyla olması gereken yere, cezaevine geri dönmüştü. Bu kısımda, Tuna’nın
annesi ile ilgili olan dosyanın yeniden incelenmesini sağlatanın da Kadir amca
olduğunu öğrenmiştim. Ben Uras’ın hayatıma girişinin bana ne denli iyi
geldiğini düşünüp şaşkınken, babasının da bir o kadar yanımda oluşunun nasıl
hissettiriyor olduğunu tanımlayamıyordum.
Sık sık olduğu gibi yine kendi
düşüncelerimle boğuşuyor haldeyken sırtımda hissettiğim beden ve belime sarılan
kollar anlık olarak irkilmeme sebep oldu. Durumu kavramam birkaç saniye almış,
sonrasında ise sırtımı iyice geriye yaslayıp ellerimi belimdeki kolların
üzerine bırakmıştım.
“Günaydın.” diye mırıldandığımda mantıklı
bir geri dönüş alamadım. Yüzünü saçlarıma yaslayıp beklemeye devam ediyordu.
Muhtemelen uykudan henüz ayılamamış haldeydi. Sırıtarak kollarının arasında zor
da olsa hareketlenip arkama döndüm. Kolları belimden ayrılmamışken ben de
kollarımı omuzlarına çıkartıp sardım.
“Gün aymamış daha, sen niye buradasın?”
Saat henüz 8 bile olmamıştı. Uykudan daha sıyrılamadığını haykıran boğuk ve
pürüzlü sesiyle sorduğu soruyu cevaplamadan önce dudaklarımı çenesine bastırıp
öptüm. “Dün erken uyumuştum, sabah da Oktay abim çıkarken seslere uyandım.
Yanımda uyumuş.”
“Uykunu alamamışsın, dudakların öperken
aşağıya kaydı.” Söylediğini ben algılayana kadar uygulamaya döküp dudaklarımızı
birleştirdiğinde gülmek istesem de dudaklarımın hâkimiyeti o sırada Uras’ta
olduğundan başarılı olmam mümkün değildi. İstemsizce omuzlarına daha sıkı
tutunmaya çalışırken belimi sertçe kavrayıp hafifçe bedenimi yükseltti. “Sabah
sabah bu kadar aklımı almaya hakkın var mı gerçekten?” Dudaklarımızın arasında
bir nefes boşluk bırakarak kendi kendine konuşur gibi söylendiğinde omuz
silktim. “Yok mu?”
“Vereceğim cevap hayatımı nasıl etkiler şu
an?”
Yanaklarını avuçlarımla kavrayıp gözlerimi
gözlerine diktim. “Ben nasıl etkilemesini istersem öyle etkiler Uras Bey. Bir
sıkıntı mı var?”
“Yok Peri’m, sadece şu mavi yeşil şeylerle
ters ters bakmazsan sevinirim. Bi’ gerildim.” Gözlerimi tarif etme şekline
kendimi tutamayıp kıkırdadığımda o da sırıttı. Dışarıdan bakıldığında üçüncü
bir kişiye garip gelebilecek bir halde, sırıtarak hiç konuşmadan birbirimizi
izlediğimiz bir sürenin ardından Uras boğazını temizler gibi öksürdü.
“Diyorum ki, yani tabii sen de istersen…
Biliyorsun bizde zorlama yo-…” Uzatmaya devam edeceğini anladığımda araya
girdim. “Giriş paragrafı için bu yeterli, konu ne sevgilim?”
“Hazır kargalar kahvaltı yapmamışken ve
evin gergin üyelerinin bir taraflarında pireler uçuşurken beni odaya atman yok
mu şu an?”
Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Tuna’yı
mı diyorsun?”
“Aynen.” derken gözbebeklerinde ‘Demir’
ikazları yandığına yemin edebilirdim. Bu haline kıyamayıp yanağını kokusunu
çeke çeke öptüm. “Bir haftadır abimle aynı evde yaşıyor olmak sende biraz
travma yaratmış olabilir mi Uras?”
“Biraz mı?” Başımı sağ omuzuma doğru
yatırıp alttan alttan ona baktım. “Seni seviyor.” dedim.
“Ben de seni seviyorum bebeğim.” Kaşlarım
anlamsızca çatıldı. “Hı?”
“Son iki harfi unuttun herhalde, seni
seviyorum demeye çalışıyorsun diye düşündüm.”
“Uras!”
“Ne?”
“Ciddiyim.” dedim. “Abimden bahsediyorum.
Eğer rahatsız oluyor olsaydı en azından babanla gitmen için bir şekilde bir kulp
bulurdu.”
“Beni gördüğü her sahnede laf atıp
uzaklaşıyor.”
“O da öyle seviyor işte n’apalım? Sevgi
dili bu.”
“Seni böyle sevmiyor ama.” dediğinde
güldüm. “Saçlarını sevip öpmesini mi istiyorsun Uras? İletebilirim.” Verdiği
örneğin saçma olduğunu kendi de fark ettiğinde yüzü buruştu. “Tamam mantıklı.”
“Mert abimi düşünebilirsin benim yerime. O
da çenesi durmadığı için aynı sevgi diline maruz kalıyor.” Bir süre
söylediklerimi düşünüyor gibi bekledi.
“Bayağı bayağı seviyor beni yani Demir
Özkan?” Başımı sallayarak onaylamak üzereyken mutfak kapısına dönük olan yönüm
sayesinde içeriye adımlayan ve soruyu duymuş olan abimi fark edince duraksadım.
“Kardeşimi ahtapot gibi sarmayı kesmezsen
sevgimi daha da açık şekilde belli edeceğim birazdan.”
Uras ilahi bir ses duymuş gibi irkilerek
sıkıca sardığı belimi hızla bıraktığında dengemi bulmak için arkamdaki tezgâha
yaslandım.
“Mutlu musun abi?” diyerek kollarımı
göğsümde birleştirdim.
“Neden olmayayım? İdeal damat adayı işte,
bırak deyince elini ayağını çekti direkt. Arasan bulamazsın.” Ben gözlerimi
devirirken Uras ise çok farklı bir noktadan yola çıkmaya karar vermişti.
“Damat derken… Evlenebilir miyiz o zaman,
bulmuşken kaçırmasın beni madem arasa bulamazmış.”
“Hayır.” Abim tereddüt bile etmeden tek
kelimeyle cevapladığında Uras düşen suratıyla benim gibi tezgâha yaslandı. Abim
kahvaltısını hazırlamak için buzdolabına ilerlerken omuzumla Uras’ın kolunu
ittirdim. “Üzülme hemen, ben sana kaçarım ki.”
“Peri!”
Ters ters bana bakan abime dil çıkarıp
mutfaktan koştur koştur çıkarken Uras’ın peşimden gelmesi uzun sürmedi.
“Beklesene yavrum, bombanın pimini çekip beni geride bıraktın!”
~
“Peki bir tane inek alıp onu maviye
boyasak olmaz mı?” Tuna az önce izlediği çizgi filmdeki mavi ineği hayatımıza
nasıl sokabileceğiyle ilgili önemli sorularını Uras’a iletirken ben de Mert
abimin omuzunda yatarak onları dinliyordum.
“İneği nereye koyacağız sonra?”
“Senin evinde de kedi var, bizim eve de
inek koyalım işte.”
“Oğlum kuş, balık falan istesene normal
çocuklar gibi. İnek besleme hevesi olan çocuk mu olur?” Mert abim müdahale
ettiğinde Tuna’dan gece kâbuslarına girebilecek ölçüde ters bakışlar
kazanmıştı.
“Sana çekmiş gibi duruyor abi, aramızdan
bu isteği genleriyle Tuna’ya aktarabilecek tek kişi sensin.”
“Yok ya! Sensin asıl o kişi, kapıda
bulduğun her hayvanı eve getirip misafir buldum diye ciyaklayan sendin.”
“Kedileri falan mı getiriyordu?” Uras’ın
sorusuna ben suratımı asarken Mert abim sesli bir şekilde gülmüştü. “Keşke…”
“İnek mi peki?” Herkes ekmeğinin
peşindeydi, Tuna da kendi yolunu yapmaya çalışıyordu.
“Daha çok tırtıl, salyangoz ve yerde
gezinen minik bir sürü hayvan işte. Bir de annem kızıyor diye getirdiklerini
saklamak için evde sağa sola bırakıyordu. Sonra ara ki bulasın…”
Uras da abimin gülüşüne eşlik ederken ben
de bu saçma çocukluk anımı sorguluyordum. Cidden derdim neydi? Şu an muhtemelen
o hayvanlara değil dokunmak yanımdan geçiyor olsalar kaçardım.
“Gülmesenize! Üzüldü ablam.” Tuna, sinirli
sinirli söylendikten sonra oturduğu yerden kalkıp yanıma ulaştı. Kucağıma
tırmanmak için hamle yaptığında sırtından destekleyerek yardımcı oldum.
Kollarını boynuma dolayıp sarıldı. Sıkıca sarılıp karşılık verirken bir yandan
kulağıma doğru yaklaşıp söylediklerini dinliyordum. “Birlikte dışarıdaki
salyangozları eve çağırabiliriz. Uras ve Mert istemezse onlar başka odada
oturur.”
“Mert derken?” Abi dememesinin altını
çizen Mert abime doğru döndü. “Bizi dinlemesene sen! Gizli bir şey söylüyorum.”
“Abiden bir şey saklanmaz.”
“Saklanır.” Tuna, gayet emin bir tavırla
konuştuğunda Uras gülmemek için yanaklarını şişirerek abime bakıyordu. Abim de
bu kadar net bir cevap beklemiyor olacak ki şaşırmıştı.
“Kimden öğrendin bunu sen? Senin işlerin
kesin bunlar Nil.”
“Günahımı alıyorsun…” Kırılmış gibi
dudaklarımı bükerek mırıldandığımda yüzüme acı çeker gibi bakıp avucunu hızla
suratıma kapattı. “Tamam sus, böyle bakma.”
Koca eliyle suratımın büyük bir kısmını
kapattığı için darlanarak başımı sallayıp tutuşundan kurtulmaya çalıştım.
“Çekil ya!”
Ben onunla cebelleşirken yardımıma yine
Tuna koşmuş ve omuzumda duran başını kaldırıp abisinin eline dişlerini
geçirmişti. Mert abim homurdanarak elini çekerken Tuna’nın yanağından makas
alıp iyice delirmesine sebep oldu. “Abi!”
“Abiyi ısırırsan sonuçlarına da
katlanacaksın böyle, hiç bağırma!”
“Ablamı kurtarmam gerekti, kahramanıyım
çünkü ben.” Tuna bilmiş bilmiş mırıldanıp yeniden boynuma gömüldüğünde
gülümsedim. Etrafına sarılı kollarımı sıkılaştırıp başının üstünü öptüm.
Burnumu saçlarına yaslayıp kokusunu solurken gözlerim huzurla kısılmıştı.
Biz sevgi yumağı halinde beklerken Uras,
abime döndü. “Senin işin gücün yok mu? Kaldın evde.”
“Yok, kardeşim. Evdeyim sizinleyim.”
Uras’ın ağzının içinde bir şeyler
homurdandığını fark etsem de duyamamıştım. Ancak bu Mert abimi daha da
keyiflendirmiş gibiydi. “Tuna sarıldıkça öyle ciğerci kedisi gibi bak kenardan,
izlemesi zevkli oluyor.”
Mert abim, kendisi buradayken bana
sırnaşamadığı için tadı kaçan sevgilimin iyice tadını kaçırmaya devam ederken
ben de sessizce onları dinliyordum. Sanırım biraz yaş farklarının çok
olmamasından ve tavırlarının benzerliğinden dolayı Uras’ın iletişiminin en iyi
olduğu abim, Mert abimdi.
Demir abimle ilişkileri zaten ayrı bir
hikâyeydi, Oktay abim de karakter olarak daha sessiz ve gözlemci biriydi.
Dolayısıyla bu ikili bir haftadır gittikçe yakınlaşmaya devam ediyordu.
“Geceleri uyumadan önce aşık olacağınız
kişilerin 7-8 abili olması için dua edip yatıyorum. En büyük dileğim bu artık.”
Uras’ın söylediklerine dayanamayıp yüksek
sesle güldüm. Mert abim benim kadar eğlenebilmiş gibi durmuyordu, kaşları
çatılı halde biraz düşünüyor gibi duraksadı. Sanırım senaryoyu gözünde
canlandırıyordu.
“Tövbe et şimdi, yoksa yemin ederim Demir
Özkan’a dönüşürüm feleğin şaşar.”
“Yo, etmiyorum.” Uras kendinden emin bir
tavırla reddettiğinde abim bana baktı. “Bunun duaları kabul olur mu sence?”
“Riske girmemek lazım abicim, kabul
oladabilir.” dedim yalancı bir üzüntüyle.
İkisinin arasında kısa bir bakışma
yaşanırken ben halimden memnun şekilde Tuna’ya sokulmuştum. Kısa bir süre sonra
salona ulaşan zil sesi hepimizin dikkatini dağıtmıştı.
“Kim geldi?” Heyecanla doğrulup kucağımdan
inmeye çalışan Tuna’yı zar zor zapt edip yere indirdim. Kapıya doğru
koştururken Mert abim de peşine takılmıştı. “Yavaş Tuna, bekle beni hemen
açma.”
O sırada Uras’la bakışlarımız kesişmiş ve
bana göz kırpmıştı. Sırıtarak öpücük attım.
“Uzaktan fırlatmakla olmuyor, gelip
öpsene.”
“Üşendim.” dediğimde kaşları çatıldı.
“Şaka yaptık ya tipe bak…” diyerek ayaklandım. Birkaç adımda yanına ulaşıp
oyalanmadan dudaklarımı yanağıyla dudakları arasında kalan bir yere sertçe
bastırıp öptüm. Geri çekilirken, “Oldu mu?” diye sordum.
Olumsuz bir cevap alacağımı yüzündeki
ifadeden anlamıştım. Ama konuşmaya başlayamadan salonun girişine ulaşan adım
sesleri araya girmişti.
Kapıya doğru baktığımda en önde içeriye
giren ikiliyi görünce gülümsedim. Tuna kolundan kavradığı Aras ile birlikte
içeriye girmişti.
Aras, Tuna’dan yaklaşık iki yaş büyük
arkadaşıydı. Alt komşumuzun torunuydu, farklı bir semtte yaşadıkları için sık
sık görüşemiyor olsalar da Aras anneannesini her ziyarete geldiğinde vakit
geçiriyorlardı.
“Aras? Hoş geldin ablacım.” diyerek
çekingence bize bakıyor olan Aras’a yaklaştım.
Dizlerimi kırıp boyumuzu eşitlemeye
çalıştığımda gözlerini kırpıştırarak bana baktı. “Merhaba Nil abla.”
Ben başka bir şey söyleyemeden önce Tuna,
Aras’ı çekiştirerek Uras’a doğru ilerledi. “Bak bu da Uras. İsimleriniz
aynıymış gibi.”
Uras’ı benim telefonumdan arayıp adını
öğrendiğinde bu iki ismi karıştırdığını hatırlayarak güldüm. Uras da muhtemelen
aynı şeyi hatırlamıştı, o da gülüyordu.
Aras henüz Uras ile tanışamamışken salona
Mert abim de girdi. Ancak tek değildi. Hemen arkasında duran kişiyi gördüğümde,
tek misafirimizin Aras olmadığını anlamıştım.
Halen yere çökmüş halde olduğumu fark
ederek ayaklandım.
“Davetsiz misafirlik yapmış olduk biraz
ama Aras’ı en fazla bu saate kadar tutabildik. Annem dışarı çıkmak zorunda
kalınca ben eşlik ettim.” İsmini bir an anımsayamamış olsam da karşımdaki
kişinin Aras’ın dayısı olduğunu hatırlıyordum. Apartmanda nadiren de olsa
karşılaşıp selamlaştığımız olmuştu. Benden bir iki yaş büyük olduğunu tahmin
ediyordum.
“Kapıyı açtığımdan beri bozuk plak gibi
bunu söylüyorsun Giray, geç otur saçmalama.” Mert abim sayesinde ismini
sormaktan kurtulmuş olmama sevinmiştim.
Giray benim biraz önce kalktığım koltuğa
geçtiğinde ben de Uras’ın yanına oturmak için hareketlendim. O sırada Tuna bana
seslenince oraya dönmüştüm. “Abla?”
“Söyle bebeğim.”
“Biz odama gidebilir miyiz?”
“Gidebilirsiniz, kapınız açık kalsın ama
olur mu? Bir şey olursa seslenebilirsiniz.” Kafasını olumlu anlamda salladı ve
Aras’la birlikte salondan çıktılar.
Ben Uras’ın yanında oturuyorken, Mert abim
de Giray’ın yanına yerleşmişti.
Uras ve Giray’ı tanıştırma görevi benim mi
yoksa abimin mi olmalıydı emin olamamışken Giray bana bakarak konuşmaya
başladı. “Geçmiş olsun.” demesiyle bir an afalladım. Olanlardan haberi yoktu,
olma ihtimali de yoktu. Birkaç saniye sonra ise bakışlarının yanağımda olduğunu
fark edince durumu anlamıştım.
Boynum üzerimdeki sweatshirtten dolayı
kapalı olsa da yanağımdaki iz apaçık duruyordu. Evde kimse bu izle ilgili bir
şey söylemediğinden ve ben de aynada kendimi incelemekten genelde kaçtığımdan
dolayı izi bir an için unutmuştum. Oktay abim arada pansuman yapıyordu ve canım
yanmamaya başlamıştı zaten.
İzi hatırlamak istemsizce kasılmama sebep
olduğunda bacağıma bıraktığım elimin kavranması gecikmedi. Uras’ın büyük
avucunda kaybolan elime kısa bir bakış atıp yeniden Giray’a döndüm. Biraz önce
bana bakıyor olsa da şimdi o da birleşen ellerimize bakıyor haldeydi.
Neden dikkatle ellerimize baktığını tam
olarak anlayamasam da üzerinde düşünmedim. “Teşekkür ederim.” dedim kısık bir
sesle. “Minik bir kaza.”
Sesimi duyduğunda irkilmiş gibi
bakışlarını yeniden yüzüme çevirdi.
Durumun biraz garip durduğunu benim
dışımda fark eden bir diğer kişi de abimdi. Öksürüyormuş gibi bir ses çıkartıp
Giray’ın bakışlarını kendisine çekmesine memnun olmuştum.
Uras’ın elimi tutuşu sıkılaştığında
nedenini anlamak için ona döndüm. Düz bir ifadeyle Giray’a ve abime bakıyordu.
Elimi sıktığının farkında değildi sanırım. İlgisini çekmek için başparmağımı
kıpırdatıp avuç içini okşadım. Bu hareketimle birlikte tutuşu gevşedi. Kendisi
de parmaklarını hareket ettirip tenimi sevdi.
“Çay mı yapayım kahve mi?” Konuyu tamamen
başka bir yere çekerek hepsinin bakışlarını üzerime topladım. Bir yandan da
ayağa kalkmak için hareketlenmiştim.
Abim önce Giray’a baktı. “Hiç fark etmez,
hatta yapmasan da olur yorulmasaydın.” Ortamdaki gariplikten kaçmak için
baklava bile açabilirdim şu an. O yüzden Giray’ın söylediklerine bir cevap
vermedim.
“Çay yap sen o zaman abicim.” Başımı
hafifçe sallayıp ayağa kalktım. Uras’ın elini henüz bırakmamıştım, bırakmayı da
pek istemeyerek mırıldandım. “Yardım etsene bana.” Oturuyor olduğu için üstten üstten ona
bakarak konuşmuştum. İtiraz etmeden o da kalktı.
Ellerimiz ayrılmadan salondan çıkmış,
mutfağa geçmiştik.
Mutfağa girdiğimizde ben sakince ocağa
ilerleyip çaydanlığa ulaşmayı düşünürken Uras tek eliyle kapıyı arkamızdan
kapatmış ve benim de sırtımı kapıya yaslamamı sağlamıştı.
Başımı geriye doğru iyice kaldırıp yüzüne
bakmaya çalışırken çenemi kavrayıp engelledi. “Gözlerime bakarsan sakinleşirim,
bakma.”
“Neden sakin değilsin?” dedim kısıkça.
Alacağım cevabı biraz biliyor olsam da saf ayağına yatmak mantıklı gelmişti o
an için.
“Nil…” dediğinde korkunç bir şey duymuş
gibi yüzümü buruşturdum. “Nil mi?”
“Nilperi?” İnat ederek devam ettiğinde
çenemde duran parmaklarını umursamadan gözlerimi gözlerine diktim. “Peri
demeyecek misin?”
“İçerideki o herif kim? Bakışları neden
teninden ayrılmadı Nil?” Benim söylediğimi duymamış gibi kendisi konuşmuştu.
Adını dahi hatırlayamadığım bir adam yüzünden sinirden patlıyor olduğunun
farkında mıydı?
Sanırım değildi.
Giray’ın tavrından dolayı, daha yakın
olduğumuzu düşünmüştü. Aras ve Tuna’nın da arkadaş olduğunu varsayarsak sık sık
görüştüğümüzü düşünüyordu muhtemelen.
İlk kez kıskandığını bu denli net
hissettiğim için suratıma hâkim olmaya çalışan gülümsemeyi yanak içlerimi
sertçe ısırarak bastırmayı denedim.
“Cevap verecek misin? Yoksa gidip ona mı
sorayım? Delirtmeye mi çalışıyorsun beni, neyi düşünüyorsun kızım bir saattir?”
“Hangi yalanı söylesem diye bir düşünd-…”
diyerek alayla konuşsam da cümlemi bitirmeme izin vermemişti.
“Peri!”
Sakince açıklama yapmadan önce dudaklarına
minik bir öpücük bıraktım. Geri çekilecekken dudaklarımı büküp, “Bir tane daha
öpeyim sonra anlatayım.” diyerek tekrar öptüğümde Uras bir şeyler homurdanıp
hızla dudaklarıma yapıştı.
Muhtemelen biraz önceki sinirinin de
etkisiyle şu ana dek yaşadığımız öpüşmelerin en yoğununu başlatmıştı. Ağzımı
aralayarak karşılık vermeye çabalarken dizlerimin titremeye başladığını
hissedip kucağına alması için ona tutunmaya çalıştım. Kendime doğru çektiğimde
bedenlerimizin birleşeceğini düşünmüştüm ama buna izin vermeden dudaklarımızı
ayırmadan hafifçe bana doğru eğilmişti.
Saniyeler sonra dudaklarımızı ayırdığında
ben nefes nefese kalmışken, öpüştüğüm kişi o değilmiş gibi düzenli nefeslerle
bana bakıyordu. “Anlatmaya başlamak için üç saniyen var Peri.”
Oflayarak sırtımı iyice kapıya yasladım.
“Adını bile bilmiyordum adamın az önceye kadar Uras.” Kaşları daha derinden
çatıldı. Böyle bir cevap beklemediği belliydi. Eski sevgilim çıkacak falan mı
sanmıştı acaba?
“Aras, alt komşumuzun torunu. Çok
diyaloğumuz yok kendisiyle de, sadece Aras onu ziyaret ettiğinde bize gelip
Tuna ile oynuyor. Giray da oğlu işte, kırk yılda bir apartmanda karşılaşırsam
selam verip geçiyorum. Bu kadar.”
Tek nefeste anlattıklarımdan sonra Uras’a
sindirmesi için kısa bir süre tanıdım. Çok da uzun sürmemişti zaten. Kaşları
normale döner gibi oldu, ifadesi rahatladı.
Ben de rahat bir nefes verecekken bir anda
yeniden ifadesi sertleştiğinde bu kez şaşkınca bakan bendim. Bu sefer ne
olmuştu?
“Bu açıklama o herifin, senin elini
tuttuğumda bütün modunun düşmesini pek kapsamıyor ama… Değil mi Peri?”
Gülümsemeye çalıştım.
İçerideyken üstünde durmamaya çalıştığım
nokta buydu biraz, araya kaynar diye düşünmüştüm. Ama cidden Uras elimi tutup
sevgilim olduğunu açıkça belli ettiğinde Giray’ın yüzünde garip bir şeyler
olmuştu.
“Aklına kendi sevgilisi gelmiştir, çok
özlemiştir ama elini tutamıyordur belki…”
“Çocuk mu kandırıyorsun Peri?”
“Yo, sevgilimi kandırmaya çalışıyorum.”
dedim açıkça. Bu tavrıma gülecek gibi oldu. Ama kendini tutmayı başarmıştı.
“Kanmaz ama sevgiliniz böyle şeylere,
haberiniz olsun.”
“Keyfi bilir, ama yerinde olsam çok da
sesimi çıkartmazdım.” Kaşları havalandı. “Nedenmiş o?”
“Çünkü sevgilim,” dedim bastıra bastıra.
Aynı zamanda da avuçlarımı omuzlarına koyup parmak uçlarımda biraz yerden
yükselmiştim. “Ankara’ya geldiğim sabah benzer bir senaryo yaşadık ve ben
karşılanabilecek en sakin tavırla karşılamıştım misafirlerinizi…” Misafirler
kısmında sesimin tıslar gibi çıkmasına engel olamadığımda Uras gözlerini
kaçırdı.
“Böyle bir anda beni vurabilmek için sakin
kalmış olabilir misin?”
“Bilmem, olabilir miyim?” dedim sorusuna
soruyla karşılık vererek. Burnunu burnuma çarpıp sürttüğünde huylanıp çekilmeye
çalıştım. İzin vermeyip beni sabit tuttuğunda ise dayanamayıp kıkırdamıştım.
Gülüşüm kaybolmadan önce dudaklarını
gülümserken gerilen dudaklarıma bastırıp öptü.
“Neyse ben çay yapayım artık.” diyerek
ellerimi yavaşça omuzlarından göğsüne doğru kaydırıp bedenini geriye doğru
itmeye çalıştım. Avuçlarım yavaş yavaş bütün üst gövdesini gezmiş olduğu için
bakışlarını dudaklarımdan çekmeden hırıltılı bir ses çıkartıp üzerime doğru
atılsa da, boşluğundan faydalanıp tezgâha doğru kaçtım.
Su ısıtıcısına su doldurmakla uğraşırken
Uras arkamda kendi kendine söylenerek kulaklarımı şenlendiriyordu(!). Giray’a,
az önceki öpüşmeyi soru sormak için kesmiş olan kendisine, nedenini anlayamasam
da arada Baran’a bile saydırıyordu. Hazır girişmişken hatırı kalmasın diye
düşünmüştü galiba.
“Uras?” diyerek kaynamaya bıraktığım su
ısıtıcısından elimi çekip arkama döndüm.
“Söyle yavrum.”
“Giray eski sevgilim çıksa ne yapacaktın?”
dedim düz bir sesle. Açığını bulmuşken Uras’la dibine kadar uğraşmak tahmin
ettiğimden daha eğlenceliydi.
“Eski kocan çıkmadı diye sevinecektim.”
dedikten sonra yüzünü buruşturdu. “Saçma sapan konuşturuyorsun, ne biçim soru
bu ya?”
Var olmayan bir durumdan bu kadar
gerçekmiş gibi somut olarak rahatsız olmasına güldüm. “Pozitif bakmak lazım,
doğru söylüyorsun.”
“Yap çayını da içsin sonra uzasın şuradan,
sürekli gözü üzerinde kalmaya devam edecekse destek ekibine haber vermem
lazım.”
Anlamsızca baktım. “Destek ekibi mi?”
“Aynen.”
“Kimmiş onlar?”
“Tek kişilik dev kadro diyelim.” Jetonum
biraz geç de olsa düştüğünde tezgâha tutunarak ufak çaplı bir kahkaha attım.
“Abimden mi bahsediyorsun, Demir abim?”
“Ta kendisi. Buzdolabı bakışları bir işe
yarasın ben kendimi boşa yormayayım diye düşündüm. Bir 10 saniye baksa
topukları kıçına vura vura kaçar bu, hissettim.”
“O değil de… Sen emniyette abimlerle ilk
karşılaştığında, Demir abime hiç duraksamadan ‘ben Nil’in sevgilisiyim, otele
bırakırım’ diyen adamla cidden aynı kişi misin Uras ya? Cesaretinin tamamını o
gün bitirdin mi sevgilim?”
Ben bir duraksar düşünür sanmış olsam da
Uras daha önce bu konu üzerinde düşünüp taşınmış gibi açıklama yapmaya girişti.
“O Demir Özkan’la tanışmadan öncesiydi, hayatımı ikiye ayıracak olsam ölçüt
Demir abi olabilir sanırım. Beni değiştirdiğine inanıyorum.”
“Ben de ikinizin belki de bizden daha iyi
bir çift olacağınıza inanıyorum Uras… Ne bu romantizm? Hayatımı derinden
etkiledi tripleri falan…”
Birkaç adımda yanıma gelip omuzuyla
omuzumu dürttü. “Kıskandın mı biraz sen? Tamam, sen de değiştirdin hayatımı
ağlama hemen.”
“Uras!” diye homurdandığımda gerçekten
sinirlenmiş olduğumu gördüğünde büyük bir kahkaha patlatıp yüzünü saçlarıma
gömüp kalan gülüşlerini oraya bıraktı.
Bense kollarım göğsümde birleşmiş halde,
sinirli halimi mi sürdürsem yoksa kulağıma çarpıp duran gülüşlerine odaklanıp
mayışsam mı henüz karar verememiştim.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder