Sen Başkasın 12.Bölüm
12.BÖLÜM
İyi okumalar!
~~~
“Bırak beni, n’olur bırak.”
Sinan iki kolundan sıkıca kavrayıp tuttuğu
kadının susmadan yalvarmasına pişmanlıkla bakıyordu. Esila kendisinin yüzüne
baktığında onu direkt olarak tanıyacak ve duracak zannetmişti ancak kadın, onu
sımsıkı tuttuğu halde ellerinden fırlayacak gibi hissettirdiğinde öylece
kalakalmıştı.
Az önce yaşanan anın etkisi henüz üstünden
akıp gitmiş değildi. Umay’ın arka koltuğunda uyuduğu arabanın ön yolcu koltuğunda,
solunda ikizi varken oturmaktaydı. Bulundukları konumdan hastanenin bahçesine
doğru bakarken dalgındı. Yukarıda uyumakta olduğunu düşündüğü kadını ve o
uyandığında neler olacağını aklında kurmaya başlamıştı.
Bahçenin ucunda, çıkışa çok yakın bir noktada
gördüğü ince bedenin hemen ardından ise tüm dalgınlığı saniyeler içinde
kaybolmuştu.
Umay’ın varlığını zar zor düşünüp adrenalinle
bağırmamak için kendisini sıktıktan sonra arabadan dışarı fırlamıştı Sinan.
Doğan onun ne yaptığını anlayamadan, sesini yükseltme ve arabadan inip Umay’ı
yalnız bırakma şansı bulunmadığı için oturduğu yerde çatık kaşlarla kalmıştı.
Sinan sert bir rüzgar gibi koşuyorken, sarsak
ama hızlı adımlar atan kadına yetişmesi çok zaman almayacaktı. Sinan onun
gözden kaybolma ihtimalinin olmadığını bilerek sakin kalabilirdi fakat
kalamamıştı. Zira Esila hastanenin önündeki işlek yolun ortasına doğru dümdüz
adımlamaktan hiç çekinmediğinde Sinan onun adını bağırarak daha hızlı koşmak
zorunda kalmıştı.
Kadını kollarından tutarak yoldan geri
çektiğinde arabaların birden yavaşlamasına sebep oldukları için peş peşe korna
sesleri duyulmuştu ancak ne Sinan ne de Esila bu gürültüyü duymuşlardı.
Sinan, Esila’yı kaldırıma çıkmaya zorladığında
ve onu kollarından tutup yüzünü görebilir hale getirdiğinde kendisini değil
tanımak, kadının onun yüzünü düzgünce görebildiğinden bile şüpheliydi.
Sesinin ona ulaşamadığını ve kadının sadece
onu bırakması için yalvarmaktan ibaret olan tepkilerini gördüğünde apar topar
telefonuna uzanmış ve panikle önce Ateş’i aramış ancak telefondan gelen uyarıyla
birlikte şarjının bittiğini hatırlayarak bu kez Erdem’i aramıştı. Bunları
yaparken bir yandan da Esila’yı tek eliyle sıkıca tutmakta ve yüzüne tereddütle
bakmaktaydı.
Yola nasıl öyle bilinçsizce atlamıştı? Kendisinin
de, etrafın da farkında değil gibiydi.
Sinan yaşanan son birkaç dakikanın telaşı ile
birlikte telefonda Esila’nın yanında olduğunu duyurduktan çok kısa bir süre
sonra kendisine doğru koşan iki adamı görmüştü.
Ateş’in arabadan ayrılıp yukarı çıkarken böyle
görünmediğinden adı gibi emindi Sinan. Bugün, İstanbul’dan ayrıldıklarından
beri zaten ruh gibiydi fakat şu an çok daha farklı durduğuna yeminler
edebilirdi.
Ateş buraya kadar koşmuştu; binadan koşarak
çıkmış, bahçeyi de aynı şekilde aşıp tanıdık iki silueti görene kadar koşmaya
devam etmişti. Her ne olduysa son adımda olmuştu. Dizlerindeki güç birden bire
kaybolmuş, adım atmayı da olduğu yerde dengede durabilmeyi de unutmuştu.
Gecenin karanlığı çoktan çökmüş, etraf sokak
lambaları ve hastanenin bahçesinden yansıyan birkaç ışık ile zar zor
aydınlanıyordu. Ateş ışıkların azlığının yarattığı tüm engellere rağmen baktığı
yüze ait her bir detayı aynı anda görmüş, gördüğü gibi de boğuk bir yakarışla
öne atılıp avuçlarını kadının yanaklarına yaslamıştı.
Sinan, Ateş kadını tuttuğu anda usulca geriye
çekilip kolunu kavramayı bırakmıştı. Artık Esila’yı olduğu yerde tutan tek
kuvvet Ateş’ti.
Esila’nın az önce kolunu tutmakta olan adamı
es geçen bakışları, yanakları sıkı sıkıya kavranıp yüzü hafifçe yukarı meylettirildiğinde
karşısındaki bir çift göze denk gelmiş oldu.
Çırpınışları sadece bir nefeslik süre için
durdu. O ana dek kaçmak istediği yerde bir anlığına sabit kaldı. Ateş bu
duraksamayı hissederek atıldı, dudaklarını araladı. “Esila-…” diyecek oldu
ancak sesi havaya karıştığı anda Esila iki elini havalandırıp kendi kulaklarına
öyle kaba bir şekilde örtmüştü ki Ateş onun kendi canını nasıl böyle pervasızca
yakabildiğini algılayamamıştı.
Yanaklarında tuttuğu ellerine onun elleri
çarpmış, kulaklarına sertçe kapanmıştı.
Gözlerine baktığında yaşadığı duraksama da
hızla kaybolmuş, Esila bir yere gitmek için kıvranır gibi yeniden kendini
zorlamaya başlamıştı.
Ateş onun kırılacak gibi titreyen haline daha
fazla bakamadan yanağındaki bir elini teninden ayırıp kadının sırtına dolayarak
onu göğsüne doğru çekti. Direnemeyeceği kuvvette, titremeye devam etse de
kaçamayacağı kadar sıkıca bedenine dolanan kolu kadını iki tur saracak kadar
uzun gibiydi. Bedeni öyle küçülmüş, öyle ufalmıştı ki Ateş kollarında Umay
varmış gibi hissettiği bir saniyelik sürenin ardından içinden hiç susmadan
kendisine nefret kusmaya başlamıştı.
Kollarında tuttuğu kadın yok olmaya yüz tutmuştu.
Onu bulmuş, ona kavuşmuş gibi hissedemiyordu.
Sadece geç kalmış hissediyordu. İçinde sadece
pişmanlık ekiliydi.
Esila çekildiği sıcak gövdede o sıcaklığa
karışan koku burnuna dolar dolmaz kulaklarında duran elleriyle önce başına
birkaç kez vurmuş, Ateş onu engellemeye çalışamadan saç diplerine parmaklarıyla
sıkı sıkıya yapışmıştı.
Ateş bir eliyle kadını sırtından sarmayı
bırakmadan diğer eliyle saçlarını onun esaretinden kurtarmaya çabaladı. O
sırada Esila delirmişçesine kendisini sarsınca ikisinin aynı anda dizleri yere
çarpacak şekilde kaldırıma çökmeleri kaçınılmaz olmuştu.
Rengini sık sık değiştirdiği saçları doğal
rengine, açık bir sarıya dönmüştü. Esila, Ateş’ten önce saçlarını çok daha sık
ve kalıcı renklendiren biriyken onun çocukluk fotoğraflarını gördükten sonra
saçlarının hep öyle kalmasını isteyen adama kıyamayınca ara ara saçlarını
değiştirir olmuştu. Bu nedenle Ateş onu doğal rengine yakın bir sarıyla görmüş
olsa da hiç gerçek rengi tamamen tutamlarına dağılmışken görmemişti.
Ateş’in kıyamadığı o sarı tutamlar şimdi
kadının parmakları arasında can çekişiyordu.
“Yapma,” diye fısıldadı Ateş parmaklarına
zarar vermeden saçlarını ondan kurtarmaya çalışıp. “Yalvarırım yapma, bebeğim.”
Esila’dan derin bir yakarışın koptuğu an, bu
andı.
“Uyan!” diye bağırdı Esila bedeninde kalan son
bir parça can ile. “Rüyadasın Esila uyan.”
Ateş duyduğu çığlıktan farksız sesin etkisiyle
acıdan inler gibi oldu. “Değil,” diye fısıldayabildi. “Rüya değil. Buradayım.”
Esila onu duymuştu ancak duyması yeterli
değildi. Yıllar boyunca öyle çok kez Ateş’in kollarında hissettiği rüyalarla
sarınmıştı ki bu anın o rüyalardan biri olmadığına inanması zordu.
Aklındaki karmaşa, bedenindeki yorgunluk ve
kalbindeki korku birbirine yaslanıp iyice güçlenirken tüm direncinin kırılması
da hiç gecikmedi.
Ateş’in kollarında derin bir uykuyu kucaklar
gibi gözlerini yumdu, saçlarındaki elleri usulca yere doğru düşerken
dudaklarından kırgın bir iç çekiş koptu en sonunda.
~
- Ateş
‘Rüya
değil’ demiştim ona. Üzerinden en fazla bir saat
geçmişti. Gözleri kapandığından beri geçen bu bir saat boyunca onun
gerçekliğine inanmak için gözümü kırpmadan, parmaklarımı bir şekilde teninden
ayırmadan yanı başında bekliyordum.
Birinin de bana ‘rüya değil’ demesi
gerekiyordu. Birinin de beni buna inandırması gerekiyordu.
Uzandığı hasta yatağının yanında, olabilecek
en yakın noktaya kadar çektiğim sandalyenin üzerindeydim. Kollarımda
bayıldıktan sonra apar topar yeniden odasına dönmüştük. Doktor kötü bir şey
olmadığını söylese de içim bir nebze bile rahat etmiş değildi. Onu odada
göremediğim andan sonra yanından bir saniye bile ayrılmaya niyetim yoktu artık.
Doktoru beni kolumdan tutup sürüklemeye de kalksa burada, nefeslerini
duyabileceğim kadar yakında kalacaktım.
Karnının biraz üstüne kadar bedenini kapatan
ince örtünün açıkta bıraktığı kolları iki yanında uzanıyordu. Bulunduğum
tarafın aksindeki koluna serum takılıydı. Boşta olan kolu ise tamamıyla benim
esaretimdeydi.
Zaman zaman elini tutuyor, bazen avuç içini
okşuyor ve bazen de bileğini usulca kavrayıp nabzının parmaklarıma çarpmasını
bekliyordum. Diğer elim ise yüzündeydi. Saçlarına, yanaklarına herhangi bir baskı
yapmadan ama tenini hissedecek kadar da sıkı bir şekilde dokunuyordum.
Yola
atladı demişti Sinan. Hiçbir şey umurunda değilmiş
gibi gitmeye çalıştığını söylemişti.
Gitmek istiyordu. Hayır. Kaçmak istiyordu.
Kaçmazsa yeniden yakalanacağından, yine özgürlüğünden
olacağından ürküyor olmalıydı. Ona böyle düşünmemesi için telkinlerde mi
bulunmalıydım? İşe yarayacak mıydı? Vereceğim güven yetecek miydi?
Bunca zaman onu kurtaramayan, kurtarması gerektiğini bile bilmeyen bir
adama mı güvenecekti?
“Nasıl telafi edeceğim?” diye sordum sessizce.
Yüzümü onun tenine gömmeyi, onda soluklanmayı arzuluyordum ama rahatsız olup
uyanacağını düşünerek kendimi engelliyordum.
Uyandıktan sonra izin verecek mi sanki diye
sorup akıl yürütmeye çalışan sesi dinlemeden yüzünde rotası belirsiz yollar
üzerinde parmaklarımı gezdirmeye devam ettim.
Huzurlu görünmüyordu. Bedeni bir şeylere karşı
tetikte gibiydi, tamamen gevşemesine izin vermeyen bir koruma mekanizmasına
sahip gibi görünüyordu.
Bir saat boyunca hiç kıpırdamayan dudakları
birden aralandığında dikkat kesildim. Dudakları aralanmıştı ama her ne
mırıldanıyorsa sesi fısıltı olacak kadar bile yükselmedi. Dudaklarını okumaya
çalıştım fakat başarısızdım.
“Esila,” diye fısıldayan ben oldum. Yüzüne
yüzümü yaklaştırıp sesimi duyabilmesi için dudaklarımı kulağına yakın bir
yerdeyken kıpırdatmıştım.
Kirpikleri birbirine dolanır gibi oldu.
Gözlerini açmak için çabaladığını anladığımda nefes bile almadan onu izler
halde kalakalmıştım. Gözlerini açmakta zorlandı ama gözleri açılıp da etrafı
görebilir hale geldiğinde sanki uzun zamandır uyanıkmış gibi birden bedenini
doğrultup yatakta oturur hale geldi.
“Umay?” diye seslendi tereddütle.
Onun dudaklarından kızımızın adını duyduğum
ilk andı.
Elini tutuyor olduğumun farkında değildi.
Yatakta dik bir şekilde oturmuş, öylece seslenmişti.
“Esila,” dedim bir kez daha. Onu korkutmamak
için sesimi olabildiğince kısmıştım.
Bütün bedeninin titremesine neden olacak
şekilde irkildi. İrkilişi korkmaktan değildi. Bakışları üstüme çevrildiğinde
emin olmuştum bundan. Saf bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bir şeyleri tartıyor
gibi göründü, düşünceli bir şekilde bana bakmaya devam etti.
Çok kısa bir süre sonra ise gözleri telaşla
irileşti. “Yalan mıydı?” diye sordu. “O haber yalan mıydı?”
Kaşlarım anlamayarak çatıldı. Ne haberinden
bahsediyordu?
“Hayır,” diye sızlandı. Başını iki yana
sallamaya başladı. Bir şeyi inkâr ediyor gibiydi ama konunun ne olduğunu
bilmiyordum.
“Seninle değil, yanında değil.” dedi korkuyla.
“Umay seninle değil!”
Yataktan kalkmak için hareketlendi. Öyle
atikti ki onu kollarından yakaladığımda yerinde tutabilmek için ayaklanmam
gerekmişti. Sandalyeden kalkıp yatağın kenarına oturup onu sıkıca tuttum.
“Sakinleş!”
Bahsettiği haber benim bizzat basına yaydığım,
Doğan’dan ilgilenmesini istediğim haber olmalıydı. Bir kızım olduğuna dair
haber…
Gözlerinden akmaya başlayan yaşlar öyle
hızlıydı ki yanakları saniyeler içinde sırılsıklam olmuştu. Sırtına bastırdığım
avucumla bedenini kendime doğru çektim sıkıca. Yüzü omuzuma düşerken hıçkıra
hıçkıra ağlamaya başladı.
“Öldürmüş mü?” diyerek hıçkırıklarının
arasında beni kısacık bir soruyla delip geçti. “Yapmış mı?”
Kendi kendisine konuşuyordu. Beni hiç
dinlemeden, duymadan… “Umay,” diye sızlanmaya başladı. “Bebeğim.” Ağıt yakıyor
gibi susmadan sızlanmaya devam ettiğinde ben ne dersem diyeyim sesim ona
ulaşmıyordu.
Boynuma saplanan ağrıyla birlikte onu daha
sıkı tuttum.
“Doğan!” diye bağırdım koridora taşacağını
bildiğim sesimle. Kapıya yakın bir yerde, en azından birinin bekliyor
olduğundan emindim. Kapı hızla aralandı. Yanılmıyordum.
İçeriye Doğan değil, Erdem girdiğinde yatakta
krizin içinde boğulmakta olan Esila’yı görünce omuzlarını düşürerek olduğu
yerde kaldı.
“Hemşireyi çağırıyorum,” dedi ben konuşamadan.
Bu nedenle dışarıya seslendiğimi düşünmüştü. Bu da nedenlerden biriydi, evet.
Ama tek neden değildi.
“Umay’ı getirsinler yukarıya,” dedim güç bela.
Esila kollarımda parçalanıyormuş gibiydi. Ona daha fazla ilaç verebileceklerini
zannetmiyordum. Doktoru odaya yeniden geldiğimizde bu konuda bir şeyler
söylemişti.
Umay’ın uykudan uyanmış halde gelip annesini
böyle görmesi doğru olan değildi. Ona böyle bir an yaşatmak istemiyordum ama
Esila’nın onu ölü zannederek acıyla kıvranmasını başka nasıl durdurabileceğimi
de bilmiyordum.
Erdem odadan çıkıp gittikten sonra Esila’ya
defalarca kez Umay’ın geliyor olduğunu söyledim. Sesimi duyurmaya çalıştım.
Adını benden duydukça daha kötü oluyordu.
Bütün vücudum kor alevler arasında kalmış gibi
yanıyordum. Daha önce böyle bir acı tatmamıştım, böyle bir sancı hissetmemiştim.
Odaya giren bir sonraki kişi kattaki
hemşireydi, Esila’yı odasından çıkarttığımızı düşünen hemşireydi.
Ona kısaca neden Esila’nın bu halde olduğunu
söylediğimde kadının gözleri hüzünle parlamıştı. Esila’ya müdahale etmek yerine
kenarda durdu. “Kızını görünce sakinleşecektir o zaman,” dedi tereddüt etmeden.
Bu tereddütsüzlük bana kadının da anne olma ihtimalini düşündürtmüştü.
Birkaç dakika daha geçti. Esila artık
nefeslerini de alamayacak kadar çok ağlıyor, sık sık Umay’ı sayıklıyordu.
Hıçkırıkları kesilmiş, gücü kalmadığı için ağlayışı sessiz bir hal almıştı.
Odanın kapısı yeniden aralandı. Kapı sesiyle
birlikte hızla oraya baktım. Sinan’ın kucağında duran Umay’ı gördüğüm anda
Esila’nın yanaklarını sıkıca kavrayıp onu kapıya doğru bakması için zorladım.
Canını yakmaktan korkuyordum ama bakmazsa canı çok daha fazla yanmaya devam
edecekti zaten.
Esila’yı nefesi kesik bir halde durduran benim
onu bakmaya zorladığım görüntü mü oldu yoksa odaya girip bizi gördükten sonra
bugüne dek ondan duyduğum en yüksek sesiyle, uyku sersemi olduğu halde tüm
gücüyle bağıran Umay mı oldu bilmiyordum.
“Anne!” diyerek odanın duvarlarını sesiyle
boyayan Umay’a bakarken sıkıca Esila’yı tutmaya devam ediyordum. Sinan bize
doğru kucağındaki Umay ile birlikte yaklaşırken Esila put kesilmiş gibi
duruyordu artık. Gözlerinden akan yaşlar durmamıştı ama kalan tüm hareketliliği
son bulmuştu.
Sinan yeterince yaklaştığında Umay kendisini
onun kucağından bir hışımla aşağı itti. Umay, Esila’nın üstüne doğru bedenini
bıraktığında Esila’nın onunla birlikte geriye devrileceğini düşünmüştüm. Cılız
bedeninin değil Umay’ı, bir parça pamuğu bile kaldıracak gücü kalmamış gibiydi
çünkü.
Esila’nın kolları Umay’a çepeçevre
sarıldığında, Umay iç çeke çeke onun boynuna gömülüp tüm ağırlığını üzerine
bıraksa da Esila dimdik oturmaya devam etti. Kollarım çoktan kucağıma düşmüştü,
onu artık ben tutmuyordum. Kendisi dengedeydi.
“Umay?” diye seslendi Esila şüpheyle.
Kollarında duran varlığına bile şüpheyle yaklaşıyordu. Umay ona yanıt vermekte
hiç gecikmedi. Hatta annesinin neyi aradığını biliyor gibi boynundan kalkıp bakışlarını
yüzüne dikti. “Anne.”
Odanın kapısının kapandığını duyduğumda
istemsizce içeriye bakındım. Odada sadece üçümüz kalmıştık. Hemşire de Sinan da
artık burada değillerdi.
Bakışlarımı onlardan birkaç saniye için
ayırmak dahi fazla geldiğinde aceleyle yeniden ikisine döndüm. Yatakta
yanlarında oturuyordum ama bambaşka bir gezegende gibiydim, ikisi birbirine
öyle sıkı tutunuyor ve öyle derin bakıyorlardı ki çok uzaktan onları izleyen bir
gözmüşüm gibi hissediyordum.
Esila parmaklarıyla Umay’ın yüzüne dokunurken titremeye
başlayan dudaklarını zapt etmek istercesine birbirine bastırdı. Umay onu küçük
avuçlarıyla sıkıca tutmuş, omuzlarının biraz altından kavramıştı.
Umay heyecanla parıldayan gözlerini birden
benim üstüme çevirdiğinde suçüstü yakalanmışım gibi donakaldım. Bakışlarının
annesinden ayrılmasını ve beni bulmasını bekliyor değildim.
“Ateş, bak.” dedi mırıl mırıl.
Dudaklarımı kıvırmaya çalıştım. Umay yüzümdeki
ne yapacağını bilemez ifade ile karşılaşsın istememiştim. “Bakıyorum,” dedim
onaylayarak.
“Annem buyda,” derken onu ilk kez annesini
hüzünle değil de mutlu bir şekilde anarken görüyordum.
“Burada bebeğim,” dedim zor bela. “Annen
yanımızda.”
Umay benim tekrarlamamla birlikte az öncekinden
daha çok heyecanlanmış gibi önüne dönüp Esila’ya sokuldu. Yüzünü boynuna gömüp
nefeslendi.
Bakışlarımı ondan ayırıp biraz kaldırdığımda
Esila’nın ağladığı için normalinden koyu görünen kahve irislerine rastlamıştım.
Bir eli Umay’ın başının arkasında onu destekliyor, diğer eli ise sırtına usulca
dokunuyordu.
Dudakları kıpırdadı. Fısıltıya yakın ama
fısıltı bile denemeyecek kadar kısık bir şekilde çıkmıştı sesi. “Bebeğin…”
diyerek tekrarlamıştı beni, Umay’a
seslenişimi.
Yatakta onların yanındaydım ama kapladıkları
küçücük alan nedeniyle onlara hiçbir şekilde temas etmiyordum. Yüzüm Esila’ya
dönük şekilde öylece oturuyordum. Birden kolumu sıyırıp geçen bir temas
hissettiğimde bakışlarım hızla koluma düştü. Kolumdaki parmakların sahibi
Umay’dı.
Minik parmakları dirseğimin biraz altında bir
yere denk gelerek oraya sürtünmüştü. Yüzü açıkta bile değildi, görmeden öylece
kolunu uzatmıştı bana doğru.
“Buyda bekyebiliysin mi Ateş?”
Yanağını Esila’nın omuzuna yaslayıp beni
görebilecek şekilde başını yeniden konumlandırdığında nefesim kesilerek bana
sunduğu beklentiyle dolu bakışlarına bakakalmıştım.
“Hep beklerim,” dedim yemin eder gibi.
Dayanamayarak başımı ona doğru yaklaştırıp yüzümü ensesine bastırdım. Esila’nın
onun başını destekleyen eline ve Umay’ın tenine eşit şekilde temas eden yüzüm
daha önce bu kadar huzurlu bir yeri tatmamıştı. “Hep bekleyeceğim, uyu bebeğim.
Güvendesin, uyu.”
Umay anlamsız birkaç mırıltının ardından
bölünen uykusuna daha fazla direnemeden geri çekildikten sonra bunu fark etsem
de olduğum yerden kıpırdamadım.
Üçümüzü aynı anda hafifçe titremeye mecbur
bırakan, Esila’nın usul usul sarsılmaya başlayan omuzlarıydı. Gözlerimi birkaç
saniyeliğine sıkıca yumdum. Umay’ın kokusunun beni sakinleştirmesini umdum ama
olmuyordu, içimdeki fırtına durulmuyordu.
Olduğum yerden geri çekilmeden önce
dudaklarımı sırasıyla Umay’ın ensesine ve Esila’nın parmaklarının üzerine
bastırdım. Doğrulduğumda sessizdim. Hiçbir şey söylemeye çalışmadım. Esila’yı
Umay’ın boş bıraktığı diğer omuzundan yavaşça kavrayıp yatakta uzanacağı
şekilde yönlendirdiğimde bana direnmemişti.
Henüz dinlenemediğini, bedeninin
kaldırabileceğinden çok daha fazlası ile savaştığını görmemem mümkün değildi.
“Kapat gözlerini,” dedim başı yastığa değer değmez. “Buradayım, bu an gerçek.
Üçümüzüz, Esila. Başka kimsenin gelmesine izin vermeyeceğim. Uyu bebeğim.”
Sormak istedikleri varmış gibi bakıyordu. Onu
biraz teşvik etsem konuşacak gibiydi ama yapmadım. Benim de en az onun kadar
çok sorum vardı fakat şu an zamanı değildi. Biraz olsun dinlenmesi gerekiyordu.
“Onu…” diye mırıldandı pürüzlü bir sesle.
Hafifçe öksürür gibi oldu. “Onu nasıl buldun?”
Sorusuyla birlikte çenem kasıldı. Dişlerimi
birbirine bastırarak durdum.
Umay’ı nasıl bulduğumu, ne halde bulduğumu
Esila’ya bu konumda anlatamazdım. Az önce öldüğünü sanarak kriz geçirmişti, ona
‘eğer biraz daha geç kalsaydım bu sanrısının gerçek olacağını’ nasıl
söyleyebilirdim?
İşaret parmağımı hafifçe dudaklarına sürttüm.
“Şş, sonra. Şimdi değil, sonra her şeyi konuşacağız. Uyu hadi.”
Esila’yı uyumaya ikna etmiş, zar zor açık
tutmaya çalıştığı gözlerinin kapanmasını sağlamıştım.
Derdim uyuyup dinlenmesiydi.
Uyandığında her şeyin başa saracağını ve uzun
bir süre bu döngüde sıkışıp kalacağımızı bilseydim…
Bilseydim de artık yapacak hiçbir şeyim olmazdı.
Geç kalmıştım.
~
“Esila!” diye bağırırken bir yandan da
kollarımla bedenini sıkıca sarmış halde onu kendime bastırıyordum.
Sırtı göğsüme yaslıydı, kollarımda can çekişir
gibi kıvranıp tutuşumdan kaçmaya çalışırken gözünün önünü görebiliyor olduğundan
dahi şüpheliydim.
Uyanır uyanmaz ilk yaptığı yataktan fırlamak
olmuştu.
Kolundaki serum sabaha karşı o uyuyorken
çıkartılmıştı. Aynı dakikalarda da Umay mızmızlanarak uyanmıştı. Zar zor uyuyan
Esila’yı uyandırmaması için onu kucağıma alıp omuzuma yaslamış ve odanın içinde
dakikalarca gezinip yeniden uyumasını sağlamıştım.
Uyuyakaldığında onu tekrar Esila’nın yanına
bırakmayıp ikisi de daha rahat edebilsin diye Umay’ı odadaki tekli koltuğa
yatırmıştım. Benim otursam zor sığacağım yere Umay rahatça yatıp uykusuna devam
edebilmişti.
Şimdi ise bunların üstünden üç saat kadar daha
geçmişti. Esila gözlerini aralamış, ben daha ona sesimi duyuramadan, bulunduğu
yerin neresi olduğunu bile anlamadan ayağa kalkıp kapıya koşmuştu.
Dün akşam onunla karşı karşıya geldiğim ilk
anda yaptığı gibi gerçeklikten kopmuş, sadece kaçmaya çabalıyordu.
Sesimin çoktan Umay’ı da uyandırdığının
farkındaydım ancak Esila’yı bırakıp arkama bakamıyordum. Bağırışlarım ve
Esila’nın beni tanımayarak onu bırakmam için olan yakarışları çok fazla devam
edemeden odanın kapısı açıldı.
İçeriye aynı anda Sinan ve Doğan girdiler.
“Umay’a bakın!” dedim daha onlar ne olduğunu
anlayamamışlarken.
Doğan arkaya doğru adımladı hızla. Sinan ise
benim yanımda kalmıştı.
Yüzümü çaresizce Esila’nın saçlarına doğru
bastırdım. Kollarım karnının üstünde sımsıkı kilitlenmiş, bedenini sarmıştı.
“Lütfen,” dedim kulağına doğru yalvarır gibi.
“Nefeslen, Esila. Geçti. Geçti güzelim, bitti.”
Pili bir anda bitmiş, gücü öylece tükenmiş
gibi tüm ağırlığını bana bıraktığında onu sarsmadım bile. Kollarımla ayakta
kalabilmesi için bedenini kavradım iyice.
Bir an sonra ise kucağımdaydı. Dizlerinin
altından ve sırtından geçirdiğim kollarımla onu kendime doğru çekmiştim. Yüzü
dalgın bir ifadeye büründü. Başı göğsüme doğru düşerken dudaklarımı alnına
bastırdım. Peş peşe, sayısız kez alnını öptüm.
Yatağa onu bırakmak yerine kendim oturup
bedenini kucağımda tutmaya devam ettim.
“Hasta oyduğu için öpüyoysun mu Ateş?” diye
soran Umay’ı duyduğumda buruk bir gülümsemeyle ona doğru baktım omuzumun
üstünden. “Evet,” dedim sakince. “Söylemiştim sana, annen birazcık hastalanmış.
Hatırlıyorsun değil mi?”
Usulca başını salladı. “Ben de öpim o zaman.”
“Öp bebeğim, gel.”
Doğan, Umay’ı sırtı göğsüne yaslı duracak
şekilde kucağında kaldırdı. Bir kolunu bacaklarının arasından geçirip onu tek
koluyla dengede tutabilmişti.
Bize doğru adımladı. Kucağındaki bedeni
Esila’ya doğru yaklaştırdığında Umay annesinin yanağına acıtmaktan korkuyormuş
gibi küçük bir öpücük bıraktı. Esila’nın kollarımda titrediğini hissettim.
Konuşmuyor olsa da ne olup bittiğini hissedebiliyordu demek ki.
“Doğan sana aşağıda kahvaltı yaptırsın olur mu
Umay?”
Umay’ın ‘acıkmadım’ diye sızlanmasını
bekledim, onu ikna etmek için biraz dil dökmem gerekecekti muhtemelen. Dün
akşam da bir şey yemeden uyuduğu için daha fazla gecikmeden midesine besin
inmeliydi ama artık.
“Anne?” diye seslendi bakışları Esila’ya
kayarken.
Esila bu kelimeye alarmı kuruluymuş gibi başını
kıpırdatıp kucağımda doğrulur gibi oldu. Onun daha dik bir konumda oturabilmesine
olanak sağladığımda temkinli bir şekilde yüzünü süzdüm. Az önce odadan kaçıp
gitmek isteyen kadın, yerini tedirgin ama sakin görünen birine bırakmıştı.
Gerçeklik algısının çok ani değişiyor olmasına
karşı dişlerimi sertçe sıktım.
Umay sesli bir yanıt duymasa da Esila
toparlanıp ona doğru döndüğü için konuşmaya devam edebileceğini anlayarak
dudaklarını araladı tekrar. “Piyens ile gidebiliyim çünkü, çünkü o iyi.
Kısmıyoy.”
Esila’yı bir şeylere ikna etmek ister gibi
tane tane konuşmuştu. Doğan duyduklarıyla birlikte başını uzatıp Umay’ın
yanağından küçük bir öpücük çaldı.
Esila ise sessizce mırıldanmıştı. “Prens?”
“Ben oluyorum,” dedi Doğan sakin bir şekilde. “Böyle
tatlı bir prensesin, prensi olma şansını kaçıramazdım çünkü.”
Esila’nın bakışları bir süre Doğan ve Umay
arasında gidip geldi. Birkaç saniyenin ardından dudaklarında dünden beri ilk
kez -ufacık ve belirsiz de olsa- anlık bir kıvrım belirdi.
“Alışmış,” diye fısıldadı Esila çok yakınında
olduğum halde bana dahi zor ulaşan sesiyle ve aynı şekilde devam etti. “Onunla
tek kalmaktan korkmuyor.”
Derin ve ağır bir nefes aldım. Esila’yı saran
kolum istemsizce kasıldı.
Umay’ın bakışları bana döndü. “Sen annemi
bıyakma.” dedi uyarır gibi. “Bis gelicez hemen. Hasta oyduğu için annem gelemes
di mi bisle?”
Son anda içi elvermemiş, Esila’yı da götürüp
götüremeyeceğini öğrenmek için bana merakla bakmıştı.
“Ben anneni bırakmayacağım,” dedim ikinci
kısma yanıt vermeden. “Onu koruyacağım,
bebeğim. Tamam mı?”
‘Annemi
de koyuyabiliysin mi Ateş, lüffen? O da gelsin, noluy gelsin’ diyerek büyük bir beklentiyle bana yalvarır gibi olduğu günün üstünden
henüz bir hafta bile geçmemişti. Şirkette, onu bir kuytuda saklanmış halde
bulduğumda dökülmüştü bunlar dudaklarından. Korkmamasını, onu her daim
koruyacağımı söylediğimde ilk aklına gelen annesi için de aynısını yapmamı
dilemek olmuştu.
Umay’ın yüzünde tatlı, sakin bir ifade
belirdi. “Şeşekküy edeyim.”
İçim aynı anda birden fazla hissin
karmaşasıyla çalkalanırken. Boştaki elimle Umay’a uzanıp onu çenesinden usulca
kavrayıp kendime yaklaştırdım. Şakağına dudaklarımı bastırdım. “Asıl ben
teşekkür ederim, kızım. Ben teşekkür ederim sana.”
Yanaklarını kaplamaya başlayan kırmızılığı
saklamak ister gibi ellerini yüzüne kapattı. Biraz daha gözümün önünde kalırsa
gitmesine izin vermeyecektim. Hazır yemek yemeyi kabul etmişken onu burada
tutarsam büyük bir aptallık yapmış olurdum ama güzelliğinden ölecek gibiydim.
Doğan adımlamadan önce Umay annesine doğru
döndü. Elini kaldırıp ilginç de olsa ona özel bir şekilde salladı. “Ben gelicem,
sen ben gelince aytık hasta oyma ama tamam mı?”
Esila sadece başını yukarı aşağı sallamıştı
cevap olarak. Umay, Doğan’ın kucağında odadan çıktığında aldığım derin nefesle
Esila’nın bedenini de sarsmıştım.
Odanın girişinde tek kelime etmeden durmaya devam
eden Sinan’a göz ucuyla baktım. “İfade için bekleyen polis kapıda,” dedi ona
bakışlarım çarptığı anda. “En kısa zamanda konuşması gerekiyormuş.”
Sıkıntıyla iç çektim. Bu gerekliliği yok
etmemin bir imkânı olsaydı, ona başvururdum. Esila’yı bu haldeyken konuşmaya ve
sorular cevaplama zorlamak istemiyordum.
“Gelebilir,” dediğinde ise şaşkınlıkla
gözlerim kısıldı. “Umay dönene kadar hallolmuş olur.”
Sinan da benim kadar şaşırmış olacak ki
hareket etmeden önce bir süre kalakaldı.
“Emin misin?” dedim Esila’ya dönerek. “Kötü
hissedeceksen eğer-…”
Cümleye pek doğru başlamadığımı Esila
dudaklarını aralayıp beni böldüğünde fark etmiştim. “Bundan kötüsü sanırım
yok,” demişti dinginlikle.
Birkaç dakika sonra ise kendimi kapının
dışında bulmuştum.
Yanımda Sinan bekliyor, benimle aynı şekilde
duvarı izliyordu.
Esila, polis içeri girdiğinde ‘yalnız konuşmak
istediğini’ söylemiş ve direnmeme izin de vermemişti.
Anlatacaklarını er ya da geç duyacaktım.
Bunlardan mahrum kalmam söz konusu bile değildi ama şu an Esila’yı inat ederek
ikna edebileceğimi düşünmediğim için sessizce dışarı çıkmıştım.
“Neden bizi dışarı yolladı?” diye soran
Sinan’a baktım yan bir şekilde. Ayakta dikiliyor, odanın tam karşısında
duruyorduk. Buradan kendim zaten uzaklaşmazdım, üstelik bir de Umay’a yeminim
vardı. İki adım uzağa bile gidemezdim. Sinan da koridoru biraz aşıp oturacak
bir yer aramak yerine benimle dikilmeyi seçmişti.
“Bilmiyorum.”
“Yani hiçbir şey öğrenmeyecek miyiz?”
“Öğreneceğiz,” dedim duraksamadan. “Eve
gidelim önce.”
“Eve gittiğimizde anlatacak olsa bizi odadan
kovmazdı bence.”
“Felaket tellallığına mı soyundun? İnan
ihtiyacım yok, Sinan.”
Kendisine olan sinirini dışarıya gıcık bir
izlenim sunarak kusuyordu.
“Kusura bakmayın,” dedi tepkimle birlikte
toparlanıp. Toparlandı demek yanlıştı gerçi. Sadece kuru bir şekilde iki kelime
mırıldanıp susmuştu. İfadesi aynıydı.
“Korkuyorsun,” dedim başımı ağır ağır
sallarken.
Durdu bir an. “Sizden mi?”
Omuz silktim. “Esila’dan,” dedim bakışlarımı
duvara geri çevirip. “Yıllar dengeleri de değiştirmiş olmalı. Benden korkup ona
sorular sorman gerekiyordu ama ondan korkup benim başımı şişiriyorsun.”
“Dün…” dedikten sonra sıkıntıyla iç çekti.
“Dün onu yolun ortasından çekip aldığımda nerede olduğunun farkında bile
değildi. Onu çekmesem ne olabileceğinin de, onu çekenin tanıdık biri olduğunun
da…”
“Sabah da aynısı oldu,” dedim boynumu sağa
sola yavaşça esnetip. “Beni gözü görmedi. Başka bir gerçekliğe uyanmış gibi
sadece kaçmaya odaklıydı. Üstüne alınıp buna üzülüyorsan-…”
“Yüzüme bile bakmayabilir,” diyerek böldü
beni. “Sorun değil yemin ederim. Hatta bakmamalı, hak ettiğim bu. Ben sadece bu
halini görünce bunca yıl nelerle boğuştuğunu düşünüp duruyorum. Aklımda iyi
hiçbir şey yok.”
Sessiz kaldım. Sessizliğimin onu anladığımdan
kaynaklandığını az çok biliyor olmalıydı.
Yarım saate yakın bir süre boyunca olduğumuz
yerde kaldık. Ara ara kapıyı tıklayarak her şeyin yolunda olduğunu
kesinleştirmek için içeriden Esila’nın sesinin gelmesini bekledim. Sesi
gelmediği takdirde odaya dalmama engel olabilecek herhangi bir kuvvet yoktu.
Kapı açılıp polis dışarı çıktığında elindeki
birkaç parça kâğıda baksam tüm yazılanları görebilecekmişim gibi dikkat
kesilmiştim ancak çabam boşunaydı.
“Sizden iletişim numarası almam gerekiyor,”
dedi bizi karşısında bulunca. “Esila Hanım’ın bilgisine başvurmamız
gerektiğinde arayabileceğimiz numara ve mümkünse bir de adres.”
Sinan benim yerime bu kısımla ilgilenmeye
başladığında ben beklemeden odaya girdim.
Esila’yı yatağı yarı dik bir konuma gelmiş
halde sırtı yastığına yaslı halde bulmuştum. Yüzüne baktığımda gördüğüm ifadesi
tamamen durgundu.
Beni görür görmez dudakları aralandı. “Umay
geldi mi?”
Başımı iki yana salladım. “Henüz değil. Birazdan
gelirler.”
Başka bir şey söylemediğinde yatağa doğru
yürüyüp yatağın yanında duran, tüm gecemi üstünde geçirdiğim sandalyeye
oturdum. “Esila,” dedim oturup ona döner dönmez. “Sen yolculuk yapabilirim
dediğinde, gidebilirmişiz. Doktorun artık risk görmüyor. İstanbul’a
döndüğümüzde başka bir hastanede daha kapsamlı şekilde muayene olursun, birden
fazla doktorla görüşmen daha iyi olacaktır.”
Ne kadar olduğu bilmediğim bir süredir o
ormandaydı ve bedeni herhangi bir darbe almamış olsa da her türlü ihtimali
düşünmek zorundaydım.
Dudaklarını birbirine bastırdı. Kucağında
duran elleri kıpırdamaya başladı, parmaklarını birbirlerine bastırıp geri
çekiyordu.
“Seninle mi kalacağım?” diye sorduğunda
bakışları ellerindeydi.
Buz kestiğimi hissettim. İstemiyor muydu?
Bırakamazdım.
Onu hiçbir şeye zorlamak istemezdim ama bu
konuda… Bu konuda kararımı değiştiremezdim.
“Esila,” dedim kısık bir sesle. “Senden daha
fazla uzak kalamam. Yeterince kaldım, yeterince öldüm. Daha fazlası yok.”
Yutkundum sertçe. “Umay’ı bırakmam zaten söz konusu bile değil. Onu haftalardır
sayıkladığı annesinden ayrı tutmam da mümkün değil.”
“Umay’ı öne sürerek mi beni yanında
tutacaksın?” diye sorduğunda başını yavaşça kaldırıp bakışlarını yüzüme
çevirmişti.
Gözlerimi kaçırmadan solgun bakan kahve
irislerine odaklandım. “Yanımda kalmanın tek yolu buysa… Evet. Öyle yapacağım.”
Kaçmaya ve gitmeye her an atılacakmış gibiydi.
Dünden beri bunu birden fazla kez deneyimlemiştim. Eğer onu yerinde tutacak
olan Umay’sa… Bu kozu oynamak zorundaydım. Ki bu bir koz bile değildi. Aksini
yapabilmem mümkün değildi çünkü.
Umay’ın ne olursa olsun evimden, artık onun da
evi olarak görmeye başladığı çatının altından uzaklaşmasına izin vermeyecektim ve aynısı Esila için de fazlasıyla geçerliydi.
~
Sürücü koltuğunda Doğan, yan koltuğunda Sinan
ve arka koltukta sırasıyla Umay-Esila ve benim dizili olduğumuz araba yola
koyulalı çok zaman geçmemişti.
Erdem burada yapacağı bir şey olmadığının
altını zorla çizdiğim için sabaha karşı İstanbul’a döndüğünden geride sadece
tek araba kalmıştı. Bu nedenle Umay’ın bebek koltuğunun kapladığı alanın
yanında Esila ile dip dibeydim.
Kapıya doğru biraz daha yaklaşabilirdim ancak ilk
oturduğum konumda kalıp Esila’nın kolunun araba sarsıldıkça bana çarpmasını bir
nevi armağan olarak gördüğüm için bunu yapmamıştım.
Odada konuştuğumuz ‘ev’ meselesinin ardından
bana başka hiçbir şey söylememişti. Umay odaya döndükten sonra onun hastalığı
ile ilgili sorularını cevaplamış ancak o cevapları da çok uzatmamıştı. Umay eve
dönüyor olduğumuzu öğrendikten sonra canına can katılmış gibi hareketlenmişti.
Annesine yapışmış, giderken onu almayı unutabilirmişim gibi onunla bitişik
halde arabaya kadar direnmişti.
Koltuğuna oturtup kemerini bağladığımda da
bakışları annesindeydi. Esila onun yanına yerleştikten sonra başını omuzuna
doğru düşürmüş ve annesine bakınmaya başlamıştı.
Üç saate yakın bir yolculuğun henüz en
başlarındaydık. Arabanın içindeki sessizliği parçalayan kişinin Umay olması
şaşırtıcı olmamıştı. Zira yetişkinler olarak bambaşka sorularla boğuşuyor
olduğumuz kesindi.
“Eve gidince kuzucuma bakıcaz anne,” dedi
şimdiye kadar nasıl hiç anmadığına hayret ettiğim kuzusundan bahsedip. “Buyaya
getiymeyi unuttuk ama o seni tanıyoy. Ben şöyledim.”
Umay’ın mırıl mırıl kuzusuna anlattığı
konulardan biri açığa çıkmıştı o halde: Annesini anlatıyordu.
Esila bana hafifçe sırtını dönecek şekilde
Umay’a doğru yöneltti kendini. “Kuzun mu var senin?”
Ben de sırtımı kapıya doğru yaslayıp ikisini
de görebileceğim şekilde döndüm. Umay’ın yüzündeki hevesli gülümsemeyi de
kaçırmamıştım bu nedenle.
“Hey şey vay, hepşine bakıcaz.”
Esila yanağını Umay’ın bebek koltuğunun yan
kısmına doğru yaslayıp ona yaklaştı. Umay bu yakınlıktan memnun görünüyordu.
Parmaklarını uzatıp annesinin yüzüne dokundu hemen bir şeyler keşfeder gibi.
Esila, Umay’ın alnına doğru dökülen saçlarını
düzeltti hafifçe. “Saçların biraz bozulmuş, tokalarını açayım mı?”
Duygu’nun eseri olan saç modeli uyuyup uyanan
Umay’a direnememiş ve dağılmıştı. Umay bu soru ile bir şey hatırlamış gibi
kıpırdandı. “Güsel deyil mi saçım? Duygu iki tane şey yapmıştı, hani hani sen
biy tanecik yapıyoydun böyye.”
Eliyle saçındaki uzantıları tarif etmeye
çalıştı Umay. Esila onu çoktan anlamıştı bana kalırsa. Fakat ilk dikkat ettiği
kısım saç kısmı değildi.
“Duygu…” dedi özlemle. “Duygu ile mi tanıştın
sen?”
Umay başını salladı. “Duygu, Eydem… Biy de biy
de Kusey vay.”
Kısa bir sessizlik oldu. Esila’nın neler
düşündüğünü duyabilmeyi umarsızca diledim ancak aklını okuyamıyordum. Sadece
dile getirdiklerini duyabiliyordum. Ona yıllar önce yapıyor olduğum gibi peş peşe sorular sormak ve ne hissettiğini
ayrıntılarıyla bilmek şimdi imkânsızdı.
Esila, Umay’ın saçından düşmek üzere olan
tokaları çıkartıp onun saçını tıpkı Umay’ın söylediği gibi tek bir tutam
halinde topladığında Umay kemerinin izin verdiği kadarıyla öne doğru eğilip
beni görmeye çalıştı.
“Ateş bak!” dedi başını hafifçe oynatıp.
“Çok güzel oldu bebeğim,” dedim onu hiç
bekletmeden. Kızaran yanaklarıyla kendisini geriye atıp koltuğuna yaslandı
hemen.
Dudaklarımda buruk bir gülümseme asılı kaldı.
Umay, Duygu’nun ona saçını yaparken söylediği bir şeylerden bahsedip biraz daha
konuşurken sayamadığım dakikalar geçip gitti.
Umay arabanın sallantısına direnemeyip
uyuyakaldığında Esila’nın onun yakınından çekileceğini ve yeniden arkasına
yaslanacağını düşünmüştüm ancak kıpırdamadı. Öylece Umay’ı izlemeyi sürdürdü.
Esila’nın Umay’ın elini kavradığını ve
başparmağını hafifçe avuç içinde gezdiriyor olduğunu gördükten sonra aldığım
her nefes ciğerlerime batmaya başlamıştı.
Bunu Esila’ya ben yapardım. Uykusunu
derinleştirmek ve uyuduğu sırada yanında olduğumu ona hatırlatmak için avuç
içini parmağımla uzun bir süre okşardım.
Yapmayı unutursam elimi bulup eline dolar ve hatırlatırdı.
Bunun onu rahatlattığını biliyordum ve yıllarca bundan mahrumdu. Şimdi o
rahatlığı kızımıza tattırmaya
çalışıyordu. Belki de yıllarca onu böyle uyutmuştu, bütün bunlardan bihaberdim.
Sağ eli Umay’ın üstünde, onun eline dolanmış
haldeydi. Diğer eli ise kendi kucağında serbestçe duruyordu. Elimi yavaşça boştaki
eline doğru yaklaştırıp bileğinden avucuna doğru kayacak şekilde parmaklarımı
oynattığımda eli yumruk olup kapanacakmış gibi bir an kasıldı.
Elini kapatmamış olmasını kendime bir izin
sayarak sıcak avucunun içine parmaklarımı sürttüm. Yerimden kıpırdamadan,
ağzımı bile açmadan dakikalarca aynı şeyi yapmaya devam ettim.
Tıpkı benim gibi onun da kıpırtısız kalması,
kaçmaması iyiye işaret olmalıydı. Ya da
en kötüsüydü. Bu fırtınadan önceki sessizlik olabilir miydi?
~~~
Esilam yaa
YanıtlaSil