Dert Bebesi 18.Bölüm

 18.BÖLÜM



- Nil

 

“Abla!” Kapalı olan gözlerim Tuna’nın seslenmesiyle hızla açıldı. Yataktan apar topar kalkıp sesin geldiği yöne, banyoya koşturdum.

“Tuna iyi m-…” Banyoya girer girmez önüme serilen manzarayla üzerimdeki telaş beni terk ederken başımı kendime gelmek ister gibi iki yana salladım. “Ödümü patlattın bebeğim, bir şey oldu sandım.”

Banyodaki küvetin içinde kafasında bir ton köpükle oturan Tuna, muhtemelen canı yanacak diye korkup açamadığı gözlerini daha da sıkı kapattı. “Köpükler büyüdü, beni kurtarsana.”

Ona doğru ilerledim. “Saçını yıkamak için beni çağırmanı söylemiştim Tuna, suda oynamak istiyorsun diye biraz yalnız bıraktım seni. Nasıl bu hale geldin?”

“Ben büyüdüm diye saçımı yıkayabilirim sandım. Ama her yerime döküldü.” Dudakları kırgınca büküldüğünde bu haline kıyamayıp oyalanmadan saçlarını duruladım. “Tamam, bak bitti. Madem istiyorsun, bundan sonra saçlarını sen yıkarsın ama ben de yanında dururum olur mu?”

Gözlerini de suyla her ihtimale karşı yıkadığımda kırpıştırarak açıp bana baktı. “Bir düşüneyim teklifini.” Gülerek ıslak yanaklarını öptüm. “Düşün bakalım.”

Biraz daha kalırsa üşüyecekti. Mızmızlansa da durulanmasına yardım edip havluyu üzerine sardıktan sonra odaya geçtim. Dolaptan ilk elime gelen kıyafetleri alıp Tuna’ya döndüm. “Kendin giyinmek ister misin?”

Yatağın üzerinde kendisine oldukça büyük gelmiş olan beyaz havluya sarınmış halde sakince oturuyordu. Bazen ısırarak yiyip bitiresim gelmiyor değildi ama bir şekilde dayanıyordum işte.

“Sen giydir. Ama mavi tişörtümü giymek istiyorum. Üstünde fil olan.” Kısa bir an düşündüm. Gözüm dolaba kaydı ama yapacak bir şeyim yoktu. “Mavi tişörtün yanımızda değil ablacım, şimdilik bunu giymen gerekiyor.” Elimdeki tişörtünü gösterdiğimde omuzlarını düşürdü.

“Ama ben bu tişörtü giymek istemiyorum. Eve gidip mavi tişörtümü alalım.”

Elimdeki kıyafetleri bırakmadan yatağa ilerleyip yanına oturdum. Sıkıntıyla iç çektikten sonra çenesini nazikçe kavrayıp bana bakmasını sağladım. “Bebeğim bunu konuşmuştuk. Bir süre eve gitmeyeceğiz, burada kalmamız gerekiyor. Tüm eşyalarını yanımıza alamazdık, ben sevdiğini düşündüğüm her şeyi almaya çalıştım. Üzgünüm.”

“Eve gitmek istiyorum ben, odamı özledim.” Gözlerinin dolmaya başladığını fark ettiğimde birazdan aynı duruma benim de düşeceğimi bilerek ondan saklanmak ister gibi bedenini kendime çektim. Başını göğsüme yaslayıp ıslak ve bolca şampuan kokusuyla sarmalanmış olan saçlarını peş peşe öptüm. “Biliyorum ablacım, özür dilerim kötü hissetmene sebep olduğum için. Buraya alışmadığın için güvende hissetmiyorsun sanırım ama ben yanındayım, güvendeyiz.”

Üç parmağını kaldırıp bana gösterdi. “Bu kadar gündür eve gitmiyoruz. Bence abiler seni özlemiştir, geri gitmeliyiz.”

‘Bizi özlemişlerdir’ yerine ‘seni’ demesi çoktan dolmuş olan gözlerimden birkaç damlanın firar etmesine sebep olmuştu. Yüzü göğsümde olduğu için görmemiş olmasına şükrederek ona sarmadığım kolumu kullanarak yanaklarımı sertçe sildim.

Buraya geldiğimizden beri diken üstündeydi. Ben rahat davrandığımda biraz daha iyi hissettiğinin farkındaydım. Ağladığımı görürse iyice korkacaktı.

“Şimdilik burada kalmak zorundayız bebeğim.” Tuna bu kez bir şey söylemese de bu durumdan memnun olmadığı belliydi. Banyo yapmanın her zamanki gibi bedenini mayıştırdığını hissederek havluyla kuruladığım bedenine kıyafetlerini yavaş yavaş giydirdim. “Saçını da kurutalım, hasta olmak istemezsin bence.”

Saç kurutmak nefret ediyordu. Ama neyse ki aynı ölçüde hasta olmaktan da nefret ediyordu. İkna etmek zor olmuyordu dolayısıyla.

Banyoya geçip dolaba bırakılan saç kurutma makinesini buldum. Oyalanmadan saçlarını da elimden geldiği kadar kuruttum. İkinci dakikadan itibaren homurdanmaya başladığı için tam kurumamıştı ama bu da bir şeydi sonuçta.

Makineyi kapattığımda Tuna’nın yarı açık gözleriyle bana baktığını gördüm. Yatağın örtüsünü açtıktan sonra bedenini yatırıp üzerini örttüm. Eğilip alnını öptüm. “Uyu canımın içi, ben buradayım.”

Etraftaki küçük dağınıklığı sessizce toparlayıp en sonunda kendimi yine odanın minik balkonunda buldum. Üzerime aldığım montuma sarınarak fazla yüksekte olmadığımız için net şekilde görünen bahçeyi incelemeye başladım.

Otele girip çıkan insanları en önemli işim buymuş gibi izlerken tek amacım kafamın biraz da olsa dağılmasıydı.

Apar topar bulabildiğim ve güvenli olduğuna emin olduğum bir oteldeydik. Farkında olmadan kulak misafiri olduğum konuşmaların ardından kendimi belli etmeden odama dönmüştüm. Tuna’yı biri benden koparacakmış gibi sıkıca sarıp sabaha kadar gözümü kırpmadan yatakta öylece kalmıştım. Sabah ilk işim ise zorluk yaratmayacak büyüklükte bir çantaya ikimizin gereken eşyalarını tıkıp evden çıkmak olmuştu.

Tuna pek mutlu olmasa da ona neden evde kalamadığımızı açıklamam imkânsızdı.

Her şeyi onun için yapıyor olduğumu anlaması için önünde uzun yıllar vardı sanırım. Şimdilik tek yapabildiğim onu oyalayıp olabildiğince güvende hissettirmekti.

Üzerimdeki monta sarınıp gözlerimi kapattım.

Gözümün önünde titriyorsun Peri. Doğru içeriye güzelim, hadi. Yarın yine konuşuruz, ben buradayım…

Titrek bir nefes verdim.

Konuşamamıştık.

Avuçlarımı sertçe kapatıp tırnaklarımı tenime batırırken mırıldandım. “Sen bana ‘iyi ki’ olmuşken ben sana ‘keşke’ oluyorum, Uras. Özür dilerim, ama elimden daha fazlası gelmiyor.”

Telefonumu evde bırakmıştım.

Bunu isteyerek yapmamıştım ama fark ettiğimde çok geçti. Eve gidip telefonumu alabilme şansım yoktu. Bu kendi ayağımla tuzağa düşmek olacaktı.

Elimde olan parayı en az harcayacağım şekilde olabilecek en vasıfsız telefonu satın alıp zar zor bulabildiğim kendi üstüme olmayan bir hat takmıştım. Arayacak birine sahip olduğumdan değildi. Ama acil bir şey olursa diye tamamen telefonsuz kalmak istememiştim.

Tuna her gece Uras’ı aramam konusunda dakikalarca ısrar edip bunu yapamayacağımı söyleyince bana küserek uyuyordu. Her bakımdan köşeye sıkışmıştım. Bir sonraki adımımın ne olması gerektiğini günlerdir düşünsem de bir sonuca varamamıştım.

Sonsuza kadar kaçamazdım.

Beni bulmasalar da bir şekilde elimdeki para tükenecekti.

Cam balkon kapısından içeriye doğru baktım.

Tuna yüzü bana doğru dönük halde, bedenini düzenli hareketlerle kıpırdatan derin nefesleriyle uyuyordu.

Onun huzurla uyuyabilmesi için almam gereken her riski alabilirdim.

 

~

 

“Bir kaşık daha al Tuna, hadi bebeğim lütfen.” Tabaktan aldığım çorbayı ağzına doğru uzattım. Bedenimdeki kırgınlıktan dolayı titremeye başlayan elimi kontrol edemediğimde çorba dökülmesin diye diğer elimle alttan destek çıkmak zorunda kalmıştım.

“Yemek istemiyorum, sen ye. Bırak beni.” Oturttuğum sandalyeden ben engelleyemeden hızla kalkmasıyla kaşığı tabağa bırakıp yorgunlukla başımı geriye attım.

Dün balkonda saatlerce oturup düşünmek iyi gelmiş olsa da acısı sabah çıkmıştı. Hasta olmak üzereydim. Hatta belki de çoktan olmuştum.

Bütün kemiklerim kırılacak gibi ağrıyor, bedenimi zar zor ayakta tutuyordum. Tuna ise düne kadar olan kabullenmiş tavrının aksine bugün saatli bomba gibiydi.

Normalde asla huysuzlanmadığı her şeye mızmızlanıyor, beni birkaç kat daha yoruyordu. Üstüne gitmemeye çalışsam da sabrım kalmamıştı.

Odanın diğer ucundaki televizyona ilerlediğini gördüğümde bir şey söylemedim. Konuştukça o daha da huysuzlanıyor ben de daha çok yoruluyordum. Acıktığında kendisi gelip yiyebilirdi.

Sandalyeden kalktığımda bir an gözümün önü kararır gibi olsa da kendime gelmeye çalıştım. Yatağa kadar sendeleyerek de olsa ulaşabilmiştim. Yatağın kenarına oturduğumda avuçlarımı örtüye doğru bastırıp güç almaya çalıştım.

Daha önce bu kadar hızlı ve kötü bir şekilde üşüttüğümü hatırlamıyordum. Psikolojik olarak yorgun olmam bütün bağışıklığımı silip süpürmüş olmalıydı.

Gözlerimi kapatırsam saatlerce uyuyabileceğimi hissediyordum ama bir nevi bayılmış hale gelecektim. Tuna böyleyken bunu yapamazdım. Birkaç saat daha dayanıp, Tuna’nın uyuyakalmasını beklemem gerekecekti.

“Bir şey Nil, nefes al, sakinleş.” Kendi kendime mırıldanarak çarpıntım varmışçasına hızlanan kalbimi rahatlatmaya çabalarken komodindeki otele ait telefon çalmaya başladı. “Tuna’nın heyecanla buraya döndüğünü görmüştüm. Her çalan telefonda aynı tepkiyi veriyordu.

Uras olma ihtimalinin sıfır olduğunu kendisine söylemiştim, ama yine de meraklanıyordu. Ona göre her çalan telefon Uras olabilirdi.

Ayağa kalkmaya gücüm kalmadığı için oturduğum yerde kayarak komodine doğru uzandım. Telefonun kablosunu biraz çekiştirmiş olsam da kulağıma yaslayabilmiştim. Ben konuşmaya başlamadan biraz önce trip atıyor olan Tuna’nın dibimde belirmesine burukça gülümsedim. Kulağını kulağıma yaklaştırıp duymaya çalışmasını engellemedim.

“Alo?” derken sesim zar zor çıkmıştı.

“Nilperi Hanım iyi akşamlar, ben resepsiyondan arıyorum.”

“Buyurun.” dedikten sonra sabırsızca beklemeye başladım. Ne olmuştu acaba?

“Bir misafiriniz olduğunu haber vermek için aradım, size ulaşamamış sanırım. Rica ettiler.”

Sertçe yutkundum. Nasıl bulmuşlardı beni? Ne yapacağımı bilemez bir halde göz ucuyla Tuna’ya baktım. Karşı taraftan gelen sesi duyamadığı için kaşları çatık halde iyice bana yapışmaya çalışıyordu. “Uras mı arıyor?” demesine cevap vermedim.

“Kim olduğunu öğrenebilir miyim?” diyerek daha fazla oyalanmadan konuşmaya devam ettim. “Beyefendi isminizi alabilir miyim?” Resepsiyondaki kadının sorduğu soruyu net bir şekilde duysam da karşı taraftan gelen cevabı duyamamıştım.

Birkaç saniye sonra ise kadının söylediği isimle birlikte ağzım hafif aralı şekilde kalakalmıştım. Hastalıktan dolayı kulaklarım söylenenleri kafasına göre iletiyor olabilir miydi?

Kendimi sorgulayacakken, bu kez kadının sesini duymayı başarmış olan Tuna sevinçle çığlık atarak zıpladığında sorgulamama gerek kalmamıştı.

Uras buradaydı.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm